Sahra Daşdemir
“Kötü, bir şey, bir yaratık, bir felaket olmaktan çıkıp kanlı canlı bir insana dönüşmüştü, lakin dönüştüğü şey de, bildikleri ve yaşadıkları dünyaya sığmıyordu.”
Ayşegül Devecioğlu’nun son kitabı, Başka Aşklar ismiyle kitapçılarda. İlk anda taşıdığı isimle çok da özdeşleştiremediğiniz kitap, hem karakterleri ve olay akışı hem de okuyucuda bıraktığı iz ile yarım kalmışlıkların hikâyesi…
Kitap 6 kısa öyküden oluşuyor: Koltuk, Tek Çaresi Ölümmüş, En Çok Karşılaştığım Adam, Kötü, Kurşun Memed, Xet. Kitabı oluşturan öykülerde, farklı coğrafyalarda birbirinden oldukça farklı durum veya tarihlere sahip insanların, ama daha çok kadınların hikâyeleri anlatılıyor. Farklı kadınların farklı toplumsallık ve anlamlandırma deneyimleri aktarılıyor bizlere, iç ya da dış seslerle.
Öyküyü bir noktalama işareti olarak tanımlamak istesek en çok üç noktaya benzetebiliriz sanırım. Klasik roman okuyucusu, en nihayetinde kurulmuş bir çemberi zihninde tamamlayabilme imkânına sahipken, öykü okuyucusunun böyle bir şansı yok. Çember tamamlanmıyor, kesin cevaplar verilmiyor, bu nedenle kısa dediğiniz hikâyeler farklı ancak derinlikli biçimlerde zihinlerde akmaya devam ediyor.
Kitabın ilk öyküsünde yalnız yaşayan iki kadının, iki kardeşin boş vermişlik, sıradanlık ve gündelik rutin içinde akan hikâyeleri geçmişten izlerin aktarımı ile çok boyutlu bir hale taşınıyor. Nesnelerin anlamı ile yoğrulmuş öyküde zaman algısı okuyucuya bırakılmış gibi. “Tek Çaresi Ölümmüş” öyküsü iki kadın arasında geçen, tarihin var olan zamana sürekli girip çıktığı bir diyaloğun öyküsü. Aslında hayatlarımızın hem kişisel hem de ilişkisel olarak üzerinde temellendiği yoğun tarih, onun etkileri üzerine bir deneme diyebiliriz. “En Çok Karşılaştığım Adam”, tesadüfler ve kadercilik üzerine, oldukça ilginç bir öykü. Okuyucuyu kendi hayatındaki denk gelişler, hayatımızda bazen ısrarla aradığımız mananın yokluğu üzerine kafa yormaya zorluyor. “Kurşun Memed”, bir kadın tarafından yaratılmış bir erkek miti üzerine bir öykü. Bir direniş ve ayakta kalma stratejisi olarak yaratılan hikâyenin nasıl toplumsallaştığı ve toplumsal alanda oluşan “sağduyu” ve anlamların mitlere ne kadar açık olduğu üzerine bir anlatı. Son öykü ise mayınlarla kaplı bir sınır kasabasında geçiyor. Döngüsel bir biçimde kendi çaresiz gerçekliğini yaşayan insanların aklın sınırlarında dolaşırken kendi sıradan hayatları ve bu hayatla baş etme ya da edememe halleri üzerine. “Kötü” ise, kişisel olarak benim de en fazla sevdiğim, bir mahalle öyküsü diyebiliriz. Kadınlık ve erkeklik, normların hayatlarımızda yarattığı ezberler, bu ezberlerin bozulması sonucunda oluşan ve daha insani olan gerçeklik üzerine bir öykü.
Ayşegül Devecioğlu kendisini salt bir yazar olarak değil hayatın değişim ve dönüşümü içinde olan, dolayısıyla yazan, yazdıkça bu anlamlandırma biçimine katkı sunan bir kadın yazar olarak tanımlıyor. Yani bir edebiyatçı olarak “bu biçimde” (sıradanlığın içindeki direniş, aynılar içindeki fark ve anın arkasındaki tarih) üretebilmesini politik kimliğinden ayırmıyor ve dahi bu iki alanın birbirini var ettiğini ilan ediyor.
Kendisini hem politik hem de yaratıcı özne olarak böylesi diyalektik bir biçimde tanımlayan bir yazar olarak bile dikkate, ilgiye değer bir yazar Ayşegül Devecioğlu. Başka Aşklar’da ise iletişimsizlik temel vurgulardan bir tanesi. Sıradanlığın ve kaderciliğin kenarında gezinen iletişimsiz hayatlar bize mutlu bir son vaat etmiyor. Ancak yine de hem kitaptaki karakterler için hem de okuyucu için ezberin bozulduğunu söylemek mümkün.
Ayşegül Devecioğlu, Başka Aşklar
Metis, 2011