Feminist Politika’nın 20. sayısının dosya konusu “Aşklarımız, eşlerimiz: farklı ilişki biçimleri” idi. Kadınlar olarak aileye, evliliğe, anneliğe mahkûm edildiğimiz bir hayata karşı çıkışımızın bir ayağı da tekeşli, heteroseksüel birliktelikleri tartışmaya açmak, duygusal ve cinsel ilişkilerimizi feminist bir bakış açısından ele almak. Dosyamız da, bu doğrultuda, tek eşliliğin, çok eşliliğin, alternatif ilişki biçimlerinin sorgulandığı ve derinleştirildiği, erkekler ve kadınlarla aşk ilişkilerindeki farklılıkların, benzerliklerin feminist bir bilinçle değerlendirildiği, aldatma, kıskançlık, sadakat, dayanışma ve özgürlük gibi kavramların sorgulandığı yazılar içeriyordu.
Biz bu yazıda, “Aşklarımız, eşlerimiz” dosyasından aldığımız ilhamla, feminist ilişki kurma biçimi, kadın dayanışması ve patriyarkayla, heteroseksizmle mücadele gibi sıklıkla dile getirdiğimiz kimi ilkeleri tartışmaya açmak istiyoruz. Feministler olarak ilişkilerimizi özgürce yaşamamızın yolu bu ilkeleri benimsemekten geçiyor. Ancak, bu ilkelerin oluşturduğu etik-politik çerçeve, bize tekil durumlarda nasıl bir tavır alacağımıza dair bir reçete sunmuyor. İlişkilerimiz söz konusu olduğunda feminizm, kadın dayanışması ve partiyarkaya karşı mücadele somut olarak neye tekabül ediyor? Bu ilkeleri feminist bir ezber üretmekten kaçınarak nasıl düşünebiliriz ve ilişkilerimizi bunların ışığında nasıl şekillendirebiliriz? Yazımızda bu sorulara cevap vermeye çalışacağız.
İlişkiler 1: Patriyarka bölüyor, biz bütünlüklü bakıyoruz
Kişisel ilişkilerde feminist olmak her şeyden önce belli bir bakış açısına sahip olmak, ilişkileri bu bakış açısıyla yaşamak, değerlendirmek demek. Feministlerin on yıllardır “Kişisel olan politiktir” şiarıyla dile getirdiği şey, bireyler arasındaki duygusal ve cinsel ilişkilerin, erkek egemen toplumsal yapıların baskıcılığından arî olmadığı, bu yapıların bilakis uzantıları, yansımaları olduğuydu. Adına patriyarka dediğimiz toplumsal cinsiyet sistemi, cinselliğin merkezinde durduğu ilişkiler yumağını toplumsal bağlamından kopartır, yalıtır ve içinde erkeğin kadın üzerinde kurduğu tahakkümün ‘doğal’ olduğu bir alana dönüştürür. “Kişisel olan politiktir” ise, kadınların duygusal ve cinsel birlikteliklerini arzu ettikleri gibi yaşamak için verdikleri mücadelede benimsedikleri, bu birliktelikleri bütün toplumsal ilişkilerin bir parçası ve kurucu unsuru olarak gören, bütünlüklü bir bakış açısına denk düşer.
İşte bu bakış açısı, bize duygusal, romantik, cinsel, dostane, yoldaş ilişkilerin hepsini, feminizmin gündelik hayattaki en önemli pratiklerinden biri olarak ilişkilerimizi nasıl kurduğumuzu sorgularken bir arada düşünmemiz gereken şeyler olduğunu söylüyor. Yani tüm bu farklı ilişki biçimleri, aslında birbirleriyle ilişkili; aşkı ve cinselliği nasıl yaşadığımız, arkadaşlıklarımızla, feminist yol arkadaşlığıyla, kadın dayanışmasıyla. Bu yüzden, heteroseksizmin ve patriyarkanın duygusal paylaşımı, cinselliği, dostluğu birbirinden kopararak ve kalıplara sokarak ilerlediğini bir kez daha tekrarlıyoruz. Bütünün parçalarını birbirinden ayırmak yerine, temelde yatanın, feminist ilişkileri hayatımızda oturtabilmek için bu sınıflandırmaların bizleri tabi kıldığı tahakküm ilişkilerini sorgulamak olduğunu vurgulamak istiyoruz.
İlişkiler 2: Eşitler arası ilişki için feminist özne
İlişkilerimize dair en önemli meselelerden biri, elbette, politikada tanımlayageldiğimiz ‘feminist özne’nin gündelik hayatımızda nasıl yer bulduğu. Başka bir deyişle, feminist politika yaparken sorduğumuz “Kadınlar ne istiyor?” ile kişisel hayatımızda sorduğumuz “Ben ne istiyorum?” soruları arasındaki bağı kurabilmek. Zira kadınların nasıl bir cinsellik, paylaşım, dayanışma, mesafe hayal ettiklerinin ikinci plana düşmediği; ne istediklerini ve ne istemediklerini açıkça dillendirebildikleri, sorgulayabildikleri; arzu ve kararlarının takibinde oldukları ilişkilerin, tam da üzerimizdeki –bireysel ve toplumsal- erkek tahakkümünü tepetaklak edecek ilişkiler olduğunu ancak bu bağı kurduğumuzda görebiliyoruz. Duygusal ve cinsel ilişkiler, içinde yaşadığımız patriyarkal sistemde, nasıl kadınların toplumsal ezilmişliğini yeniden üreten mekanizmalara dönüşüyorsa, bu ilişkilerde feminist ‘ben’in ön planda olması, yani kadınların yaşadıkları ilişkilerin bağlamını, formunu ve içeriğini belirleyecek yetkinliğe sahip olmaları da, sadece bireysel bir özgürleşmeyi değil, kadınların kolektif bir şekilde güçlenmesini de mümkün kılıyor.
Kadın dayanışması 1: Birbirinden öğrenmek ve birbirinin sözünü dinlemek
Peki, bireysel ve kolektif özgürleşme mücadeleleri arasındaki bu bağı kurduğumuzda, kadın dayanışması somut olarak ne anlama geliyor? Kişilerle feministler olarak yaşadığımız dostluk, sevgililik, cinsellik ilişkilerinde kadın dayanışmasının yeri ve önemi nedir?
İlişkileri bütünlüklü bir şekilde ele almak, yalnızca farklı ilişkilerimizi bir arada düşünmemizi değil, kadınlar olarak kişisel ve kolektif tarihlerimizi birbirimize açmamızı, birbirimizin deneyimlerinden öğrenmemizi de gerektirir. Aslında, birbirimizin ilişkileri üzerine tartışmak, farklı kadınlık durumları ve ilişki kurma biçimleri üzerine birlikte kafa yormak, yani bireysel ve kolektif olan arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmak, kadın dayanışmasını pratiğe dökmek demektir. Yani, “İlişkide ne istiyorum?” sorusuna cevap ararken, başkalarının hikâyelerini kendi deneyimlerimize katmaktır kadın dayanışması. Aynı zamanda eleştiriye açık olmak, yol arkadaşlarımızın bize yönelttikleri soruları, uyarıları ciddiye almaktır. Birbirimizin birikimini, o gepgeniş özel hayatlar repertuarını gerektiğinde devreye sokmayı, kadın dayanışmasının feminist ilişkilerdeki yerini teslim etmek olarak değerlendirebiliriz. Dinlediğimiz her hikâye bizim için yeni bir ufuk olabilir böylece; tekil ‘ben’lerin kolektif tarihi, feminist ilişki kurmanın temel aracı ve hedefi olan kadınların güçlenmesi için elzem çünkü.
Kadın dayanışması 2: Yol göstermeli, baskı unsuruna dönüşmemeli
Ancak, kadın dayanışmasının kişisel ilişkilerimizde bir tür baskı unsuruna dönüşmemesi için aklımızda tutmamız gereken birkaç nokta var. Birbirimizin hikâyesini dinlemek tek başına bizi patriyarkadan bağımsızlaştırmaya yetmiyor. Üstelik patriyarkal mekanizmalar evli-bekâr, anne-çocuksuz, heteroseksüel-lezbiyen, tek eşli-çok eşli gibi farklı kadınlık durumlarını nasıl kadınlar arası hiyerarşilere dönüştürüyorsa, kalıplaşmış, esnek olmayan, bireysel koşulların, arzuların, ihtiyaçların çoğulluğuna sırt çeviren bir ‘kolektif özne’ de aynı hiyerarşileri tersinden üretme ihtimalini barındırıyor. Bu yüzden, birbirimizin deneyimlerinden beslenirken, hangi ilişkide kimin daha ‘özgür’ olduğu, daha ‘güçlü’ davrandığı, daha ‘feministçe’ yaşadığı gibi yargıların kadınların kendilerini güçsüz hissetmesine, kendilerini suçlamasına yol açmaması için; gündelik hayatımızda, politika yaparken ortaya koyduğumuz ‘feminist özne’nin mekanik bir uzantısı olmadığımızı unutmamalıyız. Yani, kadınlık deneyimlerini kolektifleştirmek, herkesin aynı şekilde uygulaması gereken bir kurtuluş reçetesine dönüşmektense, bireysel özgürleşme mücadelelerimizde tercihlerin, ihtiyaçların, arzuların, yapısal önceliklerin ve bütün bunların zamansal değişkenliğinin içinden geçtiği, yol gösteren, farklı seçenekler sunan, tekil ‘ben’i silikleştirmeyen bir filtre görevi görmeli her zaman.
Daha somut bir biçimde söylemek gerekirse, evlenmeyince, çocuk sahibi olmayınca, tek eşliliği reddedip çoklu ilişkilere adım atınca, aşkı ve cinselliği kadınlarla yaşayınca, hatta erkekleri hayatımızdan tamamen çıkarınca bile, otomatik olarak patriyarkadan bağımsızlaşmış olmuyoruz. Çünkü aile, tek eşlilik ve heteroseksüellik, erkek egemen toplumsal cinsiyet sisteminin güçlendirdiği ve dayattığı yapılar olmakla birlikte, feminist kadınların içinde kalmayı ve dönüştürmeyi bedellerinin farkında olarak seçtiği alanlara da denk düşüyor aynı zamanda. Kadınların patriyarkanın köklü yapıları içinde verdikleri mücadelenin, bu yapıların dışında kalarak veya dışına çıkarak verdikleri mücadeleden daha değersiz olduğu gibi bir yanılsamaya kapılmamalıyız. Feminist mücadelenin alanı, kadınların koşulları, arzuları ve ihtiyaçları birbirinden farklı olduğu için çoğuldur. Bu farklılıkların yine bir hiyerarşiye dönüşmesine mahal vermemek için, kadın dayanışması ve erkeklerle ilişki kurmak arasında kendiliğinden bir zıtlık kurmamalıyız. Kadın dayanışmasının işlevi kadınların güçlenmesi ise, istediğimiz ilişkileri istediğimiz biçimde yaşamak, istemediğimiz ilişkileri de reddetmek için birbirimize güvenmek ve destek olmak önceliğimiz olmalı.
Patriyarkayla mücadele 1: Erkekleri hedeflemek
İşte bu noktadan hareketle, patriyarka ile mücadeleyi de kadınların güçlenmesini merkeze alarak yeniden düşünmek istiyoruz. Feminist ilişkiler kurmak dediğimizde en çok tıkandığımız, duvara tosladığımız mesele, erkeklerin dönüşmesi meselesi. Çünkü kadınların feministleşmesi beraberinde illa yaşadıkları ilişkilerin de eşitler arası ilişkilere dönüşmesini getirmediği gibi, kadınların tercihlerini, kararlarını dile getirme çabaları da yerinde saymakta direten, kadınları denkleri olarak görmeyen erkeklerin korkunç şiddetiyle de sonuçlanabiliyor. Kadınların “Ben bu ilişkiyi istemiyorum” dedikleri için yaşları, konumları, maddi imkânları ne olursa olsun tehdit edildikleri, türlü şiddete maruz kaldıkları, öldürüldükleri bir ülkede yaşıyoruz. Kadınların güçlenmesine karşılık, erkek şiddeti de çeşitlenip palazlanıyor, kadınların hayatına kast eden bir silaha dönüşüyor.
Üstelik lafta kadınların kurtuluş mücadelesini benimseyen, savunan, ama iş eşitler arası bir ilişki yaşamaya geldiğinde su koyuveren erkekler de baltalıyor mücadelemizi. Örneğin, tek eşliliğin dışına ancak karşı tarafın dayattığı gizlilik içinde çıkabiliyoruz, açık ilişki dediğimiz şey, biz ev ve bakım işleriyle uğraşırken erkeğin gamsızca seri-aldatmasına dönüşüyor ya da kadınlarla yaşadığımız ilişkiler yok sayılıyor, ciddiye alınmıyor. Bazen sadece feminist olmak, alaya alınma veya sürekli problem çıkaran olarak konumlandırılma sebebi olabiliyor. Yani kadınların duygusal ve cinsel ilişkilerinde özgürleşme mücadeleleri, erkekler tarafında görmezden gelmekten ve itibarsızlaştırmaktan öldürmeye varan bir yelpazede karşılık bulabiliyor.
Patriyarkayla mücadele 2: Kadınlar olarak güçlenmek
Hal bu iken, kadınlar olarak güçlenmemiz; ilişkilere yaklaşımımızı ve erkeklerle ya da kadınlarla, duygusal, cinsel ya da dostane, ikili ya da çoklu ilişkileri yaşayış biçimlerimizi, özerkleştirmeye, patriyarkanın ve heteroseksizmin dayattığı bakış açısından bağımsızlaştırmaya tekabül ediyor. Yani, hem bireysel hem de kolektif ilişkiler tarihini göz önüne alarak kendi için sonuçlar çıkaran, seçimlerini buna göre yapan, ilişkilerinin ‘evet’lerini ve ‘hayır’larını karşısındakine göre değil, kendi koşullarına, arzularına ve ihtiyaçlarına göre belirleyen, kadın dayanışmasını bu doğrultuda tekrar tekrar gündelik deneyimine yerleştiren kadınlar olmaktan söz ediyoruz.
Ancak bakış açımızı özerkleştirdiğimizde, bugüne kadar kadınların ilişkilerde nasıl ezildiğine dair harcadığımız onca mesaiyi, biriktirdiğimiz onca tahlil ve deneyimi, ilişkilerimizin mağduru değil, faili olmak için devreye sokabiliriz. Bu da, erkek egemenliğini ve şiddetini özel alanlarda teşhir etmenin yanı sıra, özgürleşme hikâyelerimizin ‘evet ‘ ve ‘hayır’larını kolektifleştirerek mümkün olabilir. Böylece, birbirinin kopyası ilişkilerdeki onca erkek egemen tavır karşısında yükselttiğimiz ses, hayal kırıklıkları kadar neleri kabul etmediğimizin, reddederken aslında öyle pek de incinmediğimizin hikâyesine dönüşebilir. Aynı bencil, benmerkezci, çıkarcı tavrın milyon çeşit tekrarını hayretle izlediğimiz, karşılığını artık nerdeyse düşünmeden verdiğimiz, nihayetinde “Haydi o zaman, ben de kendi yoluma” dediğimiz ne çok ilişki var aslında… Feminist kadınlar olarak ilişkiler ve hallerimiz üzerine bunca kafa yormanın karşısında erkeklerin can havliyle sarıldıkları savunmacı, saldırgan pozisyonlardan zerre kıpırdamamalarının karşılığı da bu olabilir belki: Beni böyle ezemezsin. “Ben senin eşitinim” demenin, bir başka yolu.
Patriyarkayla mücadele 3: Aldatmak, kıskanmak üzerine
Aldatmaya ve kıskançlığa gelince; patriyarkal sistemin cinsellik alanına hapsettiği bu beylik kavramları da yine öznelliklerimiz doğrultusunda, teker teker ve hep birlikte yeniden düşünmeliyiz. Tekeşliliğin ne aldatmayı ne de kıskançlığı ortadan kaldırdığını, kıskançlığın tensel bir şeyden ibaret olmadığını, aldatmanın ise cinsellikten çok daha fazla anlam barındırdığını ve tüm bunların illa kadınların mağduriyetiyle sonuçlanmadığını gayet iyi biliyoruz aslında. Aldatmayı cinsel sadakate indirgemeden düşündüğümüzde, herhangi bir konuda kendini karşındakine olduğundan başka biri olarak göstermenin ya da ilişkinin zarar göreceğini bile bile kandırmanın, yalan söylemenin de temelde aldatmak olduğunu görebilir, aldatmayı karşılıklı beklentilerin, arzuların, itibarın ve nihayetinde soyut eşitliğin sorgulandığı bir alana çekebiliriz. Böylece kıskançlık konusunda da kendimize ve birbirimize karşı açık ve dürüst olabilir, ilişkilerimizde sahiplenmeyi patriyarkal kalıplara göre değil, kendi duygularımız ve değerlerimiz doğrultusunda yaşayabiliriz. Her halükarda, kendi sınırlarımıza ve ilkelerimize öncelik tanımalı, karşı tarafın dayattığı koşullara tabi kalmamalı, eşitlik ihlal edildiğinde geri adım atmayıp terk etmeye hazır olmalıyız.
Son söz yerine
Feministler olarak duygusal ve cinsel ilişkileri tartışırken sıklıkla ‘kadınların mağduriyetini sabitlemek’ ve ‘cinsel özgürlükçülük’ uçları arasında gidip geliyoruz. İlişkilerimizi ölümcül erkek şiddetinden soyutlayarak düşünemezken, mağduriyetlerin kolektif tarihi üstümüzde çok ağırken, kadınların özgürlüğü üzerine söz söylemek hiç kolay değil. Bu yazıda kadınların güçlenmesinde feminist olmanın, kadın dayanışmasının ve partiyarkaya karşı mücadelenin rolü ve içeriği üzerine kafa yorduk. Bu tartışmanın, kadınlar olarak mağdur olmaktan çıkıp ilişkilerimizin faili olmaya giden özgürleşme yolunda önemli bir rolü olduğuna inanıyoruz. Özgürlüğü ve mağduriyeti birbirinin zıddı olarak görmeden, birlikte düşünmeye, tartışmaya devam…
*Bu yazının kısa bir versiyonu Feminist Politika’nın 22. sayısında aynı başlık altında yayınlanmıştır.