Feministler, Kadınlar ve Politik Özne Olmak…

Gülnur Acar Savran

İstanbul Beyoğlu’nda bağımsız feminist adayımızla katıldığımız seçim sürecinde, çeşitli vesilelerle, feministler olarak “politik özne” olduğumuzu dile getirdik. Bu ifadeyle tam olarak ne kast ediyorduk peki? Her şeyden önce şunu: Erkek egemenliği/patriyarka, içinde yaşadığımız toplumların en temel kurucu dinamiklerinden birisi ve toplumun bütününü şekillendiriyor. Başka bir deyişle, ekonomik, politik, kültürel, bedensel, cinsel boyutlarıyla bütünlüklü bir egemenlik biçimi…

Dolayısıyla da bu egemenlik biçimine karşı çıkış, feministler açısından ancak bütünlüklü bir politikayla, bugüne kadar bize sunulan cinsiyet-körü ve erkek egemen politikalara alternatif oluşturacak feminist politikalarla mümkün olabilir. Seçim süreci boyunca bu alternatif feminist politikayı açıklamayı amaçladık; kendi kurtuluşumuzun yolunu nasıl örmeyi tasarladığımızı anlatmaya çalıştık. Toplumun kaynaklarının dağılımında ve kullanımında, kentlerin düzenlenmesinde, kamu hizmetlerinin örgütlenmesinde kadınların iradesinin kendi ihtiyaçlarına göre belirleyici olabilmesi için atılabilecek adımları topluma sunduk.

Kendimizi seçim sürecinde göreve talip adaylardan biri olarak konumlandırmakla ayrıca, hep bildiğimiz bir noktaya bir kez daha dikkat çekmiş olduk: Kadın adayları desteklemekle feminist adayları desteklemenin aynı anlama gelmediğini vurguladık bu kampanyayla. Kadınların politikadan dışlanmalarına karşı çıkmak ve politikaya katılımlarını mümkün kılacak çeşitli önlemler tasarlamakla, kadınların özgürleşmesinin ve kurtuluşunun önünü açacak alternatif bir feminist politikayı savunmak, tümüyle bağlantısız olmasa da apaynı şeyler değil. Kadınların siyasete katılımlarının artması, kuşkusuz bu alandaki erkek egemenliğinin aşındırılmasının kapısını aralar; ama toplumun bütününü bu açıdan dönüştürecek politikalar ancak feminist bir program temelinde mümkün olabilir. Kadınlar ancak feminist tahlil ve feminist politika dolayımıyla politik özne haline gelirler: Kadın oldukları için değil, feminist oldukları için.

Bunların ötesinde, seçimlerde kendi adayımızı çıkartmakla, bugüne kadar bizi kendileriyle eşit bir düzlemde görmemiş olan herkese şu mesajı vermeye çalıştık: Feminizm,  “kadın sorunu” adı altında hiçbir partinin/platformun programına bir alt başlık olarak eklenemez. Herhangi bir politik platformda da feministler ancak diğerleriyle eşit bir politik özne olarak kabul edildiği sürece var olabilir… Bunu bu biçimde dile getirirken, feminizmin politik bir hareket olduğunu anlatmaya çalışıyorduk: Erkek egemenliğine karşı çıkışın, “kadın çalışması”  türünden ifadelerle tanımlanmasının ve soyut bir “demokrasi” mücadelesi düzleminde ele alınmasının bize yetmediğini göstermeyi hedefledik.

Peki ya kendi dışımızdaki kadınlar?

Ancak bence iş burada bitmiyor. Feminizmin başka kadın hareketlerinden temel farklarından biri de kadınlar için politika yapmayı kadınlar adına politika yapmaktan ibaret görmemesi. Feminist politika, kadınların kendi kurtuluşlarının öznesi olmalarının yolunu açmak zorunda… Feministler olarak, kendimizden daha az özgürleşmiş, daha az “aydınlanmış”, daha çok “mağdur” olduğu varsayılan başka kadınları özgürleştirmeye, kurtarmaya soyunmadığımızı; kendimizi de ezilenler tarafında gördüğümüzü, kurtuluşumuzun ancak hep birlikte olacağını bugüne kadar söyleyegeldik. Şayet bu doğruysa, o zaman mümkün olduğu kadar çok sayıda kadını politik bir özne olarak aktifleştirmek feminist politikanın öncelikli bir sorunu. Kendimizi politik bir özne olarak konumladığımızda, giderek bütün kadınların kendilerini kolektif bir politik özne olarak kurmalarının yolları üzerinde düşünmekten kaçınamayız.

Mevcut biçimiyle seçimler, bu tür bir bütünleşmenin en elverişli yolu olmayabilir. Ne var ki, seçimlere katılış tarzımızın da feminist politikaya uygun olması gerektiğini en azından kendimize çok söyledik. Ama seçim sürecinde bunu ne kadar gerçekleştirebildik?  Feminist politikaları anlatmanın ve savunmanın ötesinde, kendi dışımızdaki kadınları bu politikaların oluşturulmasına ne kadar katabildik? Kadınların kendi politik taleplerini oluşturmaları için ne kadar alan açabildik?

Öte yandan, hepimiz hatırlarız, geçen seçimlerde kota tartışmaları sırasında kadınların “politik bir kategori” olup olmadığı meselesi sık sık gündeme getirildi. Bu mesele tam da, kadınların kendilerini kolektif bir politik özne olarak kurmalarının ikinci boyutuyla ilgili: Kadınların gerek cinsel yöneliş, anne olup olmamak, ücretli çalışan ya da tam zamanlı ev kadını olmak gibi patriyarka temelli dinamiklerle, gerekse sınıf, ulus, inanç vb başka egemenlik ve eşitsizlik biçimleriyle kendi içinde bölünmüş bir toplumsal grup olduğunu biliyoruz. Bu bölünmüşlükler de kadınlar arasında farklı önceliklere yol açıyor. İşte feminist politikanın bence taşıması gereken bir başka özellik bu noktada ortaya çıkıyor: Kendiliğinden politik bir özne oluşturmayan kadınların, patriyarka içindeki ortak ezilmişliklerinden hareketle kendilerini kolektif bir özne olarak kurmalarının önünün açılması… Bunun için de, birbirinden farklı öncelikleri olan kadınların kadınlık durumları ve ihtiyaçları arasında mümkün olduğu kadar köprülerin kurulması… Bu farklı kadınlık durumlarının erkek egemenliği karşısındaki ortaklığının açığa çıkarılması… Mümkün olduğu kadar çok sayıda kadının, birbirlerinin taleplerini benimsemesi… Başka bir ifadeyle, feminist politika dolayımıyla kadın dayanışmasının kurulması… Kuşkusuz başka toplumsal egemenlik ilişkilerinin bu süreçte önümüze çıkaracağı engelleri yok saymadan.

Aslında bu söylediklerimin alçak gönüllü bir örneğini, Seçim İçin Feminist Kolektifin Cihangirli kadınlarla buluşma toplantısında yaşadık. Toplantıda, önce bir kadın Cihangir’de çocuk parkı için mahalleli anneler olarak neler yaptıklarını anlattı. Bir başka Cihangirli kadın ise, akşamları işinden çok geç döndüğünü ve gece eve giderken kendini güven altında hissetmek istediğini dile getirdi. Ardından ilk konuşan kadın, anne olduğundan beri bu duyguyu unuttuğunu, bunun kendisine hatırlatılmasının önemli olduğunu ve mahallede bu konuda da bir şeyler yapmak gerektiğini söyledi. Dediğim gibi, bu karşılıklı deneyim aktarımı kadın dayanışmasından ne kast ettiğimin çok küçük bir örneğiydi.

Gerek kadınların kendi taleplerini oluşturmaları, gerekse kadınlar arasında sözünü ettiğim türden bir feminist dayanışmanın kurulması anlamına gelen “kolektif özneleşme” sürecini, seçimlerin çok öncesinden kurmaya başlamak gerekiyordu. Ama bu seçimler, feministler olarak katıldığımız ilk seçimlerdi ve bize böyle bir yönelişin gerekliliğini gösterdi. O zaman, bu deneyimi geleceğe yönelik olarak değerlendirmek ve kendi dışımızdaki kadınlarla buluşma biçimlerimizi tartışmaya başlamak anlamlı olmaz mı? Kuşkusuz kadınlar arasındaki ilişki, feministler olarak sadece seçimler bağlamında yaşadığımız bir sorun değil. Ancak bundan sonra katılacağımız seçimlere feminist bir yöntemle hazırlanmak ve seçimleri yine feminist bir tarzda yürütmek söz konusuysa şayet, sadece kadınlara çeşitli vaatlerde bulunmakla yetinemeyiz. Katılımcı çalışma biçimleri ve yapılarla tüm kadınları aktifleştirmeye yönelik çaba harcamaya yönelmeliyiz. Yaşadığımız bu ilk seçim deneyimi, geleneksel/dar anlamıyla siyaset alanına feminist politik özne olarak çıkma deneyimiydi. Bir dahaki, neden “kadınların kendilerini kolektif özne olarak kurmaları” yolunda seçimler vesilesiyle atacağımız yeni bir adım olmasın?

Bu yazı Feminist Politika Dergisi 2009 Bahar 2. Sayı’da yayınlandı.

Yorumlara kapalıdır.