Posts Tagged ‘4320’

Devletin Görevi Kadınların Tamamını Şiddetten Korumaktır

Basın Açıklaması – 28 Aralık 2011

Devletin Görevi Bazı Nikahlı Kadınları Değil
“Her Kadını” Şiddetten Korumaktır!

Kadına karsı şiddet yasa taslağındaki “yakın ilişki içinde yaşayanlar” kavramı Başbakanlık tarafından taslaktan çıkarılmıştır. Oysa imam nikahlı ilişkilerden resmi nikah imkanı olmayan zorla erken evlendirilmiş kız çocuklara; aynı çatı altında nikahsız yasayanlardan, birlikte oturmadıkları halde bir ilişki içinde olanlara kadar, Türkiye’de yaşayan milyonlarca kadın şiddet yaşamaktadır.

Devamını Oku…

Şiddete Son Platformu’ndan TBMM Üyelerine Mektup/7 Mart 2012

Şiddete Son Kadın Platformu’nu oluşturan 237 kadın örgütü ve Platform’un taleplerini destekleyen tüm diğer kadın platformları ve kadınlar olarak bir kez daha belirtmeliyiz ki, aylardır tartışılan şiddet yasa taslağının, Bakanlıkta, Başbakanlıkta ya da TBMM’de bir odadan diğerine giderken bile uğradığı aleyhte değişikliklerden son derece rahatsızız.

Devamını Oku…

Şiddete Son Platformu Basın Açıklaması/3 Mart 2012

Şiddete Son Platformu, 03 Mart 2012 tarihinde 14 ilde eş zamanlı düzenlediği basın açıklamasıyla, “Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı”na ilişkin ilişkin tepki ve taleplerini dile getirdi:

Bilindiği gibi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bir süredir her platformda şiddet yasa tasarısının tanıtımını yapmaktadır. Hükümetin aceleyle kanunlaştırmaya çalıştığı bu yasa tasarısı şiddet mağduru kadınların ihtiyaçlarını karşılamaktan, kadına yönelik şiddeti önlemekten ve ortadan kaldırmaktan çok uzaktır. Yıllardır kadına yönelik erkek şiddetiyle mücadele eden kadın örgütlerinin bu haliyle bu tasarıyı sahiplenmelerinin, desteklemelerinin ve kabul etmelerinin mümkün olmadığı ortadadır.

Hükümet, Avrupa Konseyi’nin kadına yönelik şiddet konulu İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacıları arasındaolmasıyla sürekli övünmekle birlikte, gerek Bakanlık gerek diğer Hükümet yetkilileri tarafından kamuoyuna açıklanan pek çok konu tasarı metninde yer almamaktadır. Hükümet kadınlara yönelik şiddetle mücadeleye dair verdiği sözleri tutmamaktadır.

Bakanlık, tasarının hazırlığı ile ilgili yaklaşık bir yıldır çalışmaktadır. Kadın örgütleri, bu süreç boyunca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile çok sayıda toplantı gerçekleştirmiş, görüşülebilecek tüm kurumlarla yasa tasarısı müzakere edilmiş, kadınların talepleri defalarca yazılı ve sözlü şekilde ilgili kurum ve kişilere iletilmiş, kadın örgütlerince bir yasa taslağı metni kaleme alınmakla yetinilmemiş Bakanlığın metnine ilişkin de çok sayıda eleştiri ve öneri sunulmuştur. Kadın örgütleri tüm iletişim yollarını zorlayarak sürece müdahil olmayı talep etmelerine rağmen Bakanlık bu konuda çok geç harekete geçmiş ayrıca kadın örgütleri tarafından tasarıya eklenen düzenlemelerin Bakanlar Kurulu’nda imza aşamasında değiştirilmesini veya tasarıdan çıkartılmasını engelleyememiştir. Süreç,

Hükümet tarafından açık ve samimi şekilde yürütülmemiştir. Bugün gelinen noktada Hükümet tarafından yasalaşması için TBMM’ye gönderilen metin kadın örgütlerinin taleplerini karşılamamaktadır.

Tasarı ile 4320 sayılı kanun’un kazanımları geri alınıyor

Hükümetin yasalaşması için Meclis’e gönderdiği tasarı metni ile Bakanlığın Bakanlar Kurulu’na imza için gönderildiğini açıkladığı metin arasında çok ciddi farklar bulunmaktadır. Tasarının adı “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı” iken “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi” olarak değiştirilmiş, bir kez daha kadınların hayatının korunması yerine ailenin korunması tercih edilmiştir. Hükümetin bakış açısını yansıtan bu tutum dışında da mevcut tasarıda ciddi pek çok sorun bulunmaktadır.

Tasarının temel ilkelere ilişkin maddesinden Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere yapılan atıf ve şiddet mağdurlarına ilişkin verilecek destek ve hizmetlerin sunumunda temel insan haklarına dayalı, toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve süratli bir usul izleneceği ilkesi çıkarılmıştır. Ayrıca ev içi şiddet, kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet tanımları da tasarının dışında bırakılmıştır. Bu ilkelerden ödün verilerek, kadın erkek eşitliği ve fiili eşitlik kavramlarından korkularak kadına yönelik şiddetle mücadele edilmesi mümkün değildir.

Tasarının önceki halinde yer alan ve önemli bir kazanım gibi görünen Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri ise son düzenlemeyle ayrı bir hayal kırıklığına dönüşmüştür. Yasanın gereği gibi uygulanmasını sağlayacak en önemli mekanizma olan bu merkezlerin kadrosu 5557’den 362’ye indirilmiş, bu merkezlerde çalışacakların tercihen kadın olmasına ilişkin düzenleme tümden çıkarılmıştır. Kadına yönelik şiddetin bu denli yüksek oranlara ulaştığı ve günden güne arttığı bir ülkede 362 kadro ile kurulacak merkezlerin işlevsiz ve göstermelik kurumlar olacağı çok açıktır.

Meclis’e sunulan tasarıda, şu an yürürlükte olan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un kazanımları geri alınmakta ve 4320 sayılı Kanun’un çok daha gerisinde düzenlemelere yer verilmektedir. 4320 sayılı Kanun’da ve tasarının önceki halinde yer alan şiddet gören dışında çevresindeki kişilerin de şikâyetçi olabilmesini içeren “ihbar hakkı” son anda metinden çıkarılmıştır. Hâkimlerin dosya üzerinden ve şiddetin yazılı olarak belgelenmesini aramaksızın, dosyanın kaydedildiği gün tedbir kararı vereceği yönündeki düzenleme de tasarıdan çıkarılan düzenlemeler arasındadır. Bu düzenlemeler ile kadınlar yalnızlaştırılmakta, maruz kaldıkları şiddeti ispatlamaları istenmekte, hâkimlerin tedbir kararı verirken delil aramaları esas, aramamaları ise istisna haline getirilmektedir. Tüm bunlar, yasayı etkisizleştirecek müdahalelerin somut örnekleridir.

Prestij malzemesi olarak kullanılan bir yasa değil, gerçek bir yasa istiyoruz

Tasarı, 1 Mart sabahı alelacele Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’na (KEFEK) ve gene aynı gün içerisinde Adalet Komisyonu’na gönderildi. Komisyon toplantılarına katılan Bakan Fatma Şahin kadınlara Adalet Komisyonu’nun eski tasarıyı dikkate alacağı sözünü verdi. Ancak eski tasarı da daha önce defalarca belirttiğimiz gibi kadınların taleplerini yeterince dikkate almamaktaydı.

Kadın örgütlerinin yasaya ilişkin başlıca talepleri şunlardır:

– Kadına yönelik şiddetin insan haklarına aykırılık teşkil ettiğinin açıkça ifade edilmesi,
– Ayrımcılık yasağı, fiili eşitsizlikler gibi şiddetin arkasındaki dinamiklere dair düzenlemelere yer verilmesi,
– Temel ilkeler bölümünde uluslararası sözleşmelere ve özellikle İstanbul Sözleşmesi’ne atıf yapılaması,
– Cinsel yönelim ve cinsel kimliği ifadelerinin yasaya eklenmesi,
– Mağdur yakınlarının ve şiddete tanıklık edenlerin de koruma kapsamına alınması,
– Kadın örgütlerinin şiddet ile ilgili her türlü davada müdahilliklerinin kabul edilmesi,
– Sığınaklar ve cinsel şiddet kriz merkezlerine ilişkin düzenlemelere yer verilmesi,
– Tedbir kararlarının gerektiğinde süresiz verilebilmesi,
– Çocukların velayet hakkının koruma süresince, kadının talebi ile şiddet mağduru tarafından kullanılacağı, çocukların şiddet uygulayan ile kişisel ilişkisinin bu süre boyunca kaldırılacağı veya denetime tabi tutulacağı düzenlemesine yer verilmesi,
– Şiddet uygulayanların yanı sıra, şiddeti azmettirenlere ve yardım edenlere karşı da tedbir alınması ve bu kişilerin de tedbir kararına aykırılıktan ötürü cezalandırılması,
– Hâkim ve savcılar dâhil olmak üzere bu vakalarda görev alacak herkese yönelik kadının insan hakları, toplumsal cinsiyet, kadın erkek eşitliği konularını içeren eğitimler verilmesi,
– Şiddet ile ilgili yasal başvuru süreçlerinde taraflar arasında arabuluculuk ve uzlaşma girişiminde bulunulamayacağının düzenlenmesi,
– Şiddet mağdurlarının zararlarının tazmin edilmesi,
– Hakkında koruyucu tedbir kararı verilen şiddet mağduru kişilerin sosyal güvencesinin şiddet uygulayan kişiye dayandığı hallerde, gizliliği ihlal etmemek için tedbir süresi boyunca mağdur lehine ücretsiz sağlık tedbirine karar verilmesi,
– Yasanın uygulamasını etkili şekilde izleyecek ve denetleyecek Şiddet Önleme ve İzleme Merkezlerinin kurulması.

Bizler, Hükümet tarafından prestij malzemesi olarak kullanılan bir yasa değil ihtiyacı karşılayan, etkili ve gerçek bir yasa istiyoruz. Adalet Komisyonundan kadın örgütlerinin tüm taleplerini karşılayan bir metnin çıkması için kadın örgütleri olarak mücadele etmeye devam edeceğimizi bir kez daha duyuruyor, Hükümeti kadınları gözardı eden tutumunu ısrarla sürdürmekten vazgeçmeye ve kadın örgütlerinin yasaya ilişkin taleplerini dikkate almaya davet ediyoruz.

Şiddet Yasa Taslağı ve Geldiğimiz Nokta

Deniz Bayram

Kanun hükmünde kararname ile kurulduğu günden bu yana kadınlar, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı`nın adında, `kadının` adının olmamasına dair eleştirileri ile protestolarına devam ederken, yeni bakanlık, şiddete karşı yeni bir yasa taslağını gündeme getirdi. Görüyoruz ki, uluslararası alanda kadına yönelik şiddetten dolayı mahkum edilmiş ilk ülke olarak tarihe geçilmesi ve kadın cinayetleri ile şiddete dair çetele tutulması karşısında, bakanlığın ilk adımı yeni bir şiddet yasası yapmak yönünde oldu.

Yürürlükte olan 4320 sayılı yasa, elbetteki pek çok eksiklikleri olan yetersiz bir yasaydı ve 1998 yılından bu yana adı da dahil olmak üzere, kadın hareketinin eleştirdiği bir yasa olmuştu. Kadınlar, bu yasal yetersizlik ve uygulamanın, kadının şiddetten korunması ve şiddetin ortadan kaldırılması anlayışından uzak olması nedeni ile kendilerini şiddete karşı işlevsiz bir süreç içerisinde buluyorlardı. Bu süreç, her gün beş kadının öldürüldüğü bir gerçekliği karşımıza çıkardı.

Bu doğrultuda, yeni yasa ile şiddete karşı nasıl bir mücadele verileceği, tam da İstanbul Sözleşmesi`nin İstanbul`da imzaya açılmasının akabinde başlaması ile en önemli gündemimiz haline geldi. 236 kadın örgütünün oluşturuduğu ‘’Şiddete Son Platformu’’ tarafından hazırlanan ve İstanbul Sözleşmesi ve diğer uluslararası sözleşmeler referans alınarak hazırlanan yasa taslağı, bu süreçte `kadın örgütlerinin yasa taslağı` olarak bakanlığa sunuldu.

Bakanlık tarafından hazırlanan ve yapılan çalışmalarda ve basında, yasada yer alması planlanan elektronik takip sistemi, şiddet uygulayan erkeklerin rehabilite edilmesi gibi pek çok konu haber edildi. Ancak sorulması gereken soru, şiddet, patriyarkadan, erkek egemen bir sistemden beslenirken, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve temelde bununla mücadele politikalarının yasaya ne denli yansıyacağı idi.

Şiddet Yasa Tasarısı `Amaç Ve Kapsamı`

Kadına yönelik şiddete karşı mücadele içerisinde dünya örneklerine baktığımızda, yasalar ya İspanya modelinde olduğu gibi bütün mevzuatı reforme eden, geniş kapsamlı ve `eşitlik` perspektifini yansıtan şiddet yasaları olarak ya da sadece ‘’uzaklaştırma-koruma kararı’’ yasaları olarak düzenleniyor. 4320 sayılı yasa, bu modellerden salt ‘’koruma kararına’’ ilişkin bir yasadır. Oysa ki, şiddet yasasında öncelikle, şiddetin özel dinamiklerinin göz önünde bulundurularak, eşitlik ekseninde düzenlemelerin yer alması asıldır. Bir şiddet yasası, işe bu nedenle fiili eşitsizlikleri, toplumsal cinsiyet rollerini tanımlamakla, amaç ve kapsamı ile temel ilkelerini bu doğrultuda hazırlamakla başlamalıdır.

Yeni yasanın tüm kadınları ve çocukları koruyan bir yasa olması kadınlar için çok önemliydi. Başbakanlık`a sunulması ile; ‘’yakın ilişki’’ ifadesinin çıkarılması sonrasında, kadın örgütleri olarak yaptığımız basın açıklamasında da ‘’canımız üzerinden pazarlık yapmayız’’ diyerek tüm kadınların yasa kapsamına alınmasından vazgeçmeyeceğimizi belirttik. Böylece, yasa taslağında, kadınların, çocukların , şiddet gören aile bireyleri ve tek taraflı ısrarlı takip mağdurları yasa kapsamına alındı. Tek taraflı ısrarlı takip mağdurlarının (stalking) yasa kapsamına alınması ile kadın ve erkek arasında hiçbir şekilde ilişki bulunmaması halinde de, ısrarlı takibe maruz kalan kadınların yasadan yararlanması mümkün oldu.

Yasanın amaç ve temel ilkeleri konusunda getirilen en önemli düzenleme, kanunun Türkiye`nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin de esas alınarak uygulanması hakkındaki hükmüdür. Zira, Anayasa 90. madde uyarınca temel hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda iç hukuk yasalarından da öncelikli uygulama alanına sahip olan uluslararası sözleşmelerin uygulamada neredeyse adının olmadığı bir gerçek. Böylece esasında zaten uygulanması gereken uluslararası sözleşmelere bu yasa lafzında düzenleme getirildi.

Yasa Tasarısının Öngördüğü Uygulama

Bakanlığın göreve geldiği tarihten bu yana, karşımıza pek çok taslak örneği geldi. Zaman zaman bütün bu örnekleri yeniden yorumlama ve üstüne yazıp çizmeyi bitiremeden yeni taslak metinleri karşımıza çıktı. Ancak, 10 Ocak 2012`de yayınlanan yeni taslak, bütünüyle bir sistem değişikliğini öngören farklı bir taslak olarak karşımıza çıktı. Bu taslağa göre, yargılama muhakemesi yapılması gereken ve ancak hakimin görevi olabilecek konuların, mülki amirlerin görev alanı olarak hazırlandığını gördük. Koruyucu ve önleyici tedbirlerden kadın açısından hayati önem taşıyan birçok hususun ve temel hak ve özgürlükler ile ilgili konuların yargı organlarının görev alanından çıkartılıp özellikle küçük yerlerde ‘’bağımsız olmayacağı’’ aşikar olan ve esasında siyasi otoriteler olan mülki amirlere verilmesi bu yasa kapsamında kabul edilemez bir olguydu. Bu konuya ilişkin olarak yaptığımız itirazlar öncelikli olarak dikkate alındı. Gelinen son noktada, taslakta, sadece kadının kolayca ulaşabilmesini sağlayan barınma yeri sağlanması, geçici yardım yapılması, acil durumlarda fiziki koruma sağlanması gibi kadını koruyucu ve yargılama muhakemesi gerektirmeyen hususların mülki amirler tarafından verilmesi, hakimlerin de diğer hususlarda ve esasta tüm konularda (mülki amirler tarafından verilen tedbirler hakkında da) karar alması düzenlendi. Bununla birlikte hakimlerin alacağı tedbirlerin sınırlı tutulması yerine uygun göreceği başkaca tedbirlere de hükmedebilmesi düzenlendi.

Şiddet halinde, özellikle akut durumlarda, şiddet uygulayanın derhal uzaklaştırılması ve kadının şiddet ortamından uzak kalmasının sağlanması konusunda kolluğun yetkilerinin arttırılması da yasaya girmiş oldu. Çünkü özellikle akut durumlarda, yetkili olmadığını ifade ederek herhangi bir işlemde bulunmayan kolluğun artık şiddet uygulayanı derhal uzaklaştırma, şiddetin önlenmesi ve şiddet uygulayan bireyin yaklaşmaması konusunda ilk aşamada yetkili olacak.

Bizler biliyoruz ki, hayati tehlikesi var olan öyle vakalar var ki, kadının içinde bulunduğu bu tehlikenin sonlandırılması için bazen, kimlik değiştirilmesi gibi gizlilik esasını alan tedbirlerin alınması zorunludur. Yasa taslağında da hayati tehlikenin mevcut olduğu şiddet olaylarında, Tanık Koruma Kanunu hükümleri uyarınca, kanunda belirtilen makamlar tarafından, kimlik ve ilgili olabilecek bilgi ve belgelerin değiştirilmesi mümkün olacak.

Tedbir Kararına Uyulmaması Halinde Ne Olacak?

Şiddetin cezasızlık hali, şiddetin meşru görüldüğünün bir göstergesidir. Temelde verdiğimiz mücadele konularından biri de bu cezasızlık haline ilişkindir. Şiddetin uygulanması halinde, kadının şiddet ortamından derhal uzaklaştırılması sağlansa da, şiddet uygulayanın tedbir kararına uymaması halinde, bir tokatla başlayıp kadın cinayetlerine giden bir süreç var önümüzde. Bu nedenle tedbir kararlarına uyulmamasının bir yaptırımı olmaması, beraberinde şiddetin tekrarını, sürekliliğini getirmektedir.

4320 sayılı yasada, tedbir kararına aykırılık halinde verilecek hapis cezasının neredeyse uygulanabilirliği söz konusu değildi. Ceza dosyalarının açılması; verilen cezaların ertelenmesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kısa süreli seçenek yaptırımlar gibi fiili olarak uygulanmayan bir hal teşkil ediyordu. Yani ‘’teoride yer alan ceza’’ esasında ‘’fiili bir cezasızlık’’ haline dönüşüyordu.

Yeni yasa tasarısında kadınlar özellikle, bu işlevsiz cezai kuruma işlerlik kazandırmak istediler. Süreç içerisinde Bakanlık tarafından düzenlenen taslakta ‘’zorlama hapsi’’ kavramı yasaya girdi. Ne var ki, taslağın 10 Ocak 2012 tarihinde yayınlanan halinde, erkeğin taahhüt etmesi halinde zorlama hapsinin uygulanmayacağına ilişkin düzenleme, esastan itiraz ettiğimiz bir konuydu. Yasanın caydırıcılık mekanizmasının, şiddet uygulayan erkeğin taahhüdüne bağlı tutulması itirazlarımızın temel noktasını oluşturdu. Böylece, ‘’taahhüt’’ şartı taslaktan çıkartıldı. Halihazırdaki düzenlemeye göre, tedbir kararına uymayan kişilerin ‘’fiili başka bir suç teşkil etse bile’’, üç günden on güne kadar zorlama hapsine, tedbir kararına uymamanın tekrarı halinde ise altı ayı geçmemek üzere on beş günden otuz güne kadar zorlama hapsinin uygulanması söz konusu olacak.

Yasa tasarısı tedbir kararlarının süresi bakımından da yeni bir düzenleme getirdi. Kadınların, tehlike esasının gözetilerek tedbir kararlarının gerektiğinde süresiz verilebilmesi talebine yer verildi. Uygulamada karşılaşılan en önemli sorunlardan biri, tedbir kararı için başvurulan mahkemelerin verdikleri yetkisizlik kararları idi. Kadınlar, bu süreçte, adli prosedür içerisinde ikincil mağduriyetlerle karşı karşı kalıyor ve tedbir kararının alınması gecikiyordu. Tasarının getirdiği yeni düzenlemede özel bir yetki usulü getirildi ve tedbir kararlarının en kolay ulaşılabilecek, aile mahkemesi, mülki amir ve kolluk tarafından alınacağı konusunda mutabık kalındı.

Şiddet Yasasına İlişkin Süreç İle Birlikte Kadınların Mücadelesi Devam Ediyor

Yasa taslağında, olumlu olarak değerlendireceğimiz noktaların yanı sıra var olan eksiklikler konusunda kadınların mücadelesi önümüzdeki süreç içerisinde de devam ediyor.
Yasa taslağında, 7-24 çalışacak olan ve ‘’tek kapı’’ esasını benimseyen kadın merkezlerinin kurulmasını öngören düzenleme yeni bir yapılanma olarak karşımıza çıktı. Öngörülen bu merkezlerin yeni yapılar olarak karşımıza çıkması ve bu yeni yapılar üzerine çalışmaların devam ettiğini, yasada yer alan düzenlemenin geliştirilerek daha iyi bir şekilde formüle edilmesi gerektiğini vurgulamak gerekiyor. Çünkü, merkezlerin işlerliği, bu merkezlerde kadın örgütleri ile sağlanacak işbirliği, merkezlerin çalışma esaslarının kapsamlı düzenlenmesi konusunda kadın hareketinin talepleri devam ediyor.

Kadın örgütleri kadına yönelik şiddet davalarında ‘’taraftır’’ ve kadın örgütlerinin müdahilliğinin ve şiddet gören kadınlar ile yanyana olmamızın yasal olarak tanımlanması gerekmektedir. Şiddete ilişkin her türlü davada kadın örgütlerinin müdahilliğinin düzenlenmesi, sürecin en başından bu yana ısrarcı bir şekilde üzerinde durduğumuz bir konu oldu. Ne var ki, yasa taslağında bu husus ‘’davaya katılma’’ başlığı altında sadece bakanlığın müdahalesi, davaya katılması şeklinde düzenlendi.

Yasanın uygulayıcılarının, yasanın uygulanması bakımından şiddetin var olan meşruiyetinin elimine edilmesi için, kadının insan hakları, toplumsal cinsiyet, eşitlik konusunda eğitim almalarının uygulamada yaşanan sıkıntıları ortadan kaldırmak için önemli olduğunu defalarca dile getirdik. Bu eğitimler, basit bir şiddet eğitimi değil, gerçek anlamda, öğrenilmiş toplumsal cinsiyet rolleri, cinsiyet ayrımcılığı yasakları, kadının insan hakları ve eşitlik olgularına dayanmak zorundadır. Bu eğitimin, yasanın temel uygulayıcıları olarak karşımıza çıkan hakim ve savcılara verilmesinin de bu noktada önemi büyüktü. Her ne kadar mevcut yasada, kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki personel ve üyelerinin eğitimi düzenlenmiş olsa da hakim ve savcıların toplumsal cinsiyet eğitimi sürecine dahil edilmemeleri önemli bir eksiklik olarak karşımıza çıkıyor.

Son olarak, 15 Ocak`tan sonra yapılan çalışmaları da içeren yasa taslağının son hali, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü web sitesinde yayınlandı. Bundan sonraki süreçte, yasadaki olumlu noktalar nezdinde kazanımlarımızın kaybedilmemesi, eksikliklerin ise yeni formüller ile geliştirilmesi için mücadelemiz devam ediyor.

Kadına yönelik şiddetle mücadele politik bir mücadeledir. Şiddeti meşru gören bir anlayışın karşısında duran bir mücadeledir. Her gün beş kadının öldürdüğü bir ülkede, bu mücadele içerisinde sözümü kurarken Charlotte Bunch`un sözünü hatırlıyorum hep; “bir ulusal ya da etnik grup erkeklerin kadınları öldürdüğü veya sakatladığı oranda bir diğer gruba zarar verseydi bu durum olağanüstü hal ya da savaş ilanını gerektirirdi.“

Sözümüz yasal mücadeleye geldiğinde ise, perspektifi değiştirmek bu meşruiyet anlayışını ve eşitsizliği ortadan kaldırmak için bütün yasal düzen içerisinde; yeni şiddet yasasının yasalaşma sürecinden uygulanamasına kadar; anayasadan, iş kanununa, ceza kanuna kadar bütün mevzuata dair sözümüzün bitmediği bir noktada olduğumuzu vurgulamak gerekiyor.

Aile Sever Bakan ile İşimiz Çok Zor…

Önce “N.Ç”yi evlatlık alıp, “bizim kızımız” ilan eden, hemen sonrasında 11 yaşında “evlilik dışı” hamile olan çocuğun “17 yaşında” olduğunu açıklayan ve “Ağrı valisini arayıp mahkemenin hızlanması ve doğumdan önce resmi nikahın kıyılmasını isteyen” Fatma Şahin’in, “kadın”ın değil, “aile”nin bakanı olduğunu ne zamandır söylüyoruz.

Ama feminist hareket içinde böyle düşünmeyenlerin; Fatma Şahin’in mevcut hükümette bu bakanlığa getirilebilecek en iyi isim olduğunu, ona bir şans vermek gerektiğini söyleyenlerin sayısı da hiç az değil.

Devamını Oku…

Kadınlar İçin mi; Aile için mi?

25kasim2010taksimeylem_thumb Feministler, kadın örgütleri ‘4320 sayılı ailenin korunması hakkında kanun’un erkek şiddetini geriletecek, erkek şiddetine karşı kadınları güçlendirecek şekilde değiştirilmesi için yıllardır mücadele ediyorlar. Yasanın mantığının aileyi korumak için değil şiddet gören kadın için kurulması gerektiğinden hareketle yasanın adının da değiştirilmesini istiyorlar. 230 civarında kadın örgütünün imzaladığı taslak metin Bakanlığın eline ulaştı. Aylardır çeşitli toplantı ve temaslarla yasanın daha iyi çıkması için çabalar sürüyor. Madde madde kadınlar için daha iyi bir yasa formüle edilmeye çalışılıyor. Ancak görüşmelerde olumlu davranan Bakanlık yetkilileri yasa taslağını sürekli kadınlar aleyhine kırparak geriye götürüyorlar Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı’ndan Çiğdem Hacısoftaoğlu’nun 19 Eylül 2011 tarihinden 31 Aralık 2011 tarihleri arasında yasa taslağındaki değişikliklere ilişkin notlarını sizlerle paylaşıyoruz.Devamını Oku…

Cinayetten Savcılık da Sorumlu/İstanbul Feminist Kolektif

İstanbul Feminist Kolektif üyeleri, sevgilisi tarafından öldürülen Arzu Yıldırım’ın ölümünde ihmali olduğu iddiasıyla Ümraniye Cumhuriyet Savcısı Feridun Kabadayı hakkında suç duyurusunda bulundu.

Kadın Cinayetlerine İsyandayız Kampanyasını yürüten İstanbul Feminist Kolektif üyeleri, Yıldırım’ı sevgilisi Metin Çilingir’in, hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunduktan iki gün sonra öldürdüğünü hatırlattılar. Yıldırım’ın ölümünde, korunması için gerekli önlemleri almayan cumhuriyet savcısı Kabadayı’nın da sorumluluğu bulunduğunu belirttiler.

“Tek suçlu Metin Çilingir mi?”

Ümraniye Savcılığının önünde yapılan basın açıklamasında Kadın cinayetlerinde erkek şiddetiyle ilgili suç duyurularını önemsiz sayan, görevini yapmayan, kadınları korumasız bırakan savcıların da sorumluluğu bulunduğu vurgulandı ve “Gözümüz savcılıklarda” dendi:
“Ümraniye’de sevgilisi tarafından öldürülen Arzu Yıldırım’ın çantasından savcılığa verdiği ‘öldürüleceğim’ dilekçesi çıktı. Arzu dilekçeyi verdikten iki gün sonra öldürüldü. Suçlu sadece Arzu’yu savcılığa dilekçe vermesini bahane edip de öldüren Metin Çilingir mi sizce?

Arzu Yıldırım’ın çığlığını duymayan, onu haklarına dair bilgilendirmeyen, can güvenliğinin sağlanabileceği ve güçlenebileceği bir sığınağı göstermeyen herkes sorumlu değil mi ölümünden? Onu, ‘Arzu Yıldırım’ı ölümle tehdit ettiği öne sürülen Metin Çilingir’in ifadesinin alınması’ talimatını eline tutuşturarak karakola yollayan Ümraniye Savcılığı’nın sorumluluğu göz ardı edilebilir mi?”

“Kadınları korumak imkansız değil”

Kalkan, savcılıklara “daha çok kadının ölmemesi için konunun önemine uygun davranmaları” çağırısında bulundu: “Savcılar, suç duyurularını savcılık kalemlerinde süründürmeden, suç duyurusu yapan kadınlarla yüz yüze görüşmelidir.

Aile mahkemesinin; tanıksız ve belgesiz 4320 sayılı kanun gereğince şiddet gören kadına koruma kararı verebileceği bilgisiyle davranmalı, kadının eline emniyete götürmek üzere dilekçeyi tutuşturacağına şiddet gören kadını Aile Mahkemesine yönlendirmelidir.
Kadınlar derhal güvenliklerini sağlayacak sığınaklara yönlendirilmeli ve tüm bu süreçlerde can güvenleri sağlanmalıdır.”

“Hükümet somut adımlar atmalı”

Kalkan, hükümeti de kadın erkek eşitsizliğini derinleştiren uygulamaların ve kadın cinayetlerinin önüne geçmek için somut adımlar atmaya çağırdı: “Sığınaklar hala yetersizin de altında. Kadın katillerine haksız tahrik indirimi uygulanmaya devam ediliyor, yeni yasal düzenlemeler, özel önlemler yok. Var olan yasalar dahi uygulanmıyor. Ve savcılıklar koruma talep eden kadınları dahi koruyamıyor! Acilen önlem alınmasını, adım atılmasını, hükümetin, yargının, savcılıkların görevlerini yapmalarını hatırlatıyoruz.”

İstanbul Feminist Kolektif / 18.02.2011