Gaziantep Devlet Hastanesinde görevli Dr.Ersin Arslan’ın, bir hasta yakını tarafından öldürülüşünü takiben çoğu yerleşim birimlerinde protesto eylemleri oldu. *
Sağlık çalışanları ve kurumlar da ordaydı. Hastanelerdeki performans uygulamalarının çalışma barışını yok ettiğini, giderek daha fazla çalışmaya ve hata yapmaya zorladığını, hatta bu sistemin hayata geçmesini engelleyemedikleri için cinayete ortak olduklarını dile getirdiler. Bu cinayetin faili, hastanın 17 yaşında olan torunu değil, sağlıkta dönüşüm programı ve onun uygulayıcılarıdır, dediler. Sağlık hizmetlerinin ticarileştirilmesinin, yaşanan olumsuzlukların sebebi olduğunu vurguladılar. Sonuçta hem sağlık çalışanlarının hem de ezilenlerin, emekçilerin mağduriyeti gündeme geldi.*
Ümmüsüm de oradaydı; Ümmüsüm bir şey istemeye, söylemeye gelmemiş, gelmek zorunda hissetmiş kendini sadece. Aslında gelişiyle o kadar çok şeyi söylemiş oluyor ki…*
Kim bu Ümmüsüm, diyeceksiniz. Güvenpark’ta, Karanfil’de, Konur’da mendil satarak geçimini sağlayan, üstelik yüzde doksan görme kaybı olan bir kadın. Kocasından ayrı yalnız yaşıyor, geceleri de çalışmak zorunda olduğu için uğradığı tacizlerden, atılan laflardan da bir o kadar mağdur.
Ümmüsüm güvencesiz çalışmak zorunda kalan bir kadın. “Doktorlar iyi olsunlar ki beni iyileştirsinler, hastayım bedava bakılmak istiyorum” diyor. “Geliş sebebim bu, kimseden bir şey istemeye gelmedim” derken, söze dökmese de, sosyal devleti çekerseniz hayatımızdan, emekçileri, hele de her türlü güvenceden yoksun kadınları mahvedersiniz, demeye getiriyor. Ümmüsüm farkında; mağdur edilenlerin bile mağdur ettiği bir sistemin içinde acıların en büyüğü hep kadınlara düşüyor. Hem bir kadın olarak hem de sınıfsal durumundan ötürü geminin en sağlıksız en tehlikeli yerinde olduğunun da ayrımında. Biliyor ki çıkacak şiddetli bir rüzgârda denize ilk düşeceklerden. Çünkü Ümmüsüm hem kadın, hem hasta, hem yoksul bir emekçi.
“Kimseden bir şey istemeye gelmedim” diyerek, aynı kaderi yaşamaya mahkûm edilmiş binlerce kadının sessiz çığlığını fısıldıyor Ümmüsüm. Eyleme katılışı ile yalnız, güvencesiz emekçi kadınların sesi olmuş, uygulamada olan sağlık sisteminin en çok da kadınları vurduğunu, bir cümle ile gümbür gümbür haykırıyor. Eylemde var oluşu ile ‘devlet baba’ sının kendisini, ataerkil yapının hüküm sürdüğü ailelerdeki kız çocuk olarak görmekten vazgeçmediğini, üstelik patriarkal kapitalizmi Ümmüsümler üzerinden her gün yeniden üretip beslediğini haykırıyor… Kimseden bir şey istemiyorum mesajı ile, tarif mi gerekir arif olana, ben neden buradayım, hangi sözümü söylemek adına gelmiş olabilirim ki sorusunu soruyor, artık yeter, bir düşünün kafa yorun demeye getiriyor.
Ümmüsümlere, yaşamak yerine, var olmak seçeneği sunulurken ne yazık ki çoğumuz onun kadar cesaretli olamıyor; devletin, vatandaşına vermesi gereken sosyal güvenceyi kocadan umar hale düşürülüyoruz. İşsiz, binlerce evli kadının mesleği hanesine “ev kadını” diye yazılmasının başka ne açıklaması olabilir ki! Al sana meslek, al sana sosyal güvence der gibi ne yazık ki çoğu kadın evliliğin kıskacında ömür çürütmeye mahkûm ediliyor. Güvenceli işi olmayan kadınlara ‘devlet baba’ nın gösterdiği mecburi yön, bu ne yazık ki. Aksi yönü seçerek kocasından ayrılan Ümmüsüm’ün, çalıştığı güvencesiz işte karnı bile zor doyarken, paralı sağlık hizmeti şiddetinde iyice tükenir olması gözler önünde bir gerçek.
Temel bir vatandaşlık hakkı olan sağlığı, Ümmüsüm’ün sessiz çığlıklarına hapsedip hak olmaktan çıkaran patriarkal kapitalizmdir. Elverişsiz sağlığına rağmen gece yarılarına kadar çalışmak zorunda kalan bu emekçi kadını, geminin en kırılgan tarafında oturtup denize düşebileceğini bile bile buna göz yumanlar utansın! Ne diyelim? Sosyal devletin vatandaşına sunmak zorunda olduğu temel hizmetleri, binlerce Ümmüsüm’ün yaşamında bir hayal, bir lüks, dillerinde bir dua haline getirenler utansın! Ne diyelim?