Bize Yalan Söylediler

 wendoyildiz1.85 boyunda ve yaklaşık 90 kilo ağırlığındaki İranlı ev arkadaşımla yaptığım bir konuşmaya kadar, erkeklerin fiziksel olarak kadınlardan güçlü olduğu safsatasını gayet kabullenmiş ve bu durumu “devede de boy var ama” tesellisiyle geçiştirmeye çalışan bir feministtim.

 Ev arkadaşım 30 km uzaktaki başka bir şehirde üniversiteye gidiyordu ve özellikle kış aylarında hava kararmadan eve dönemiyordu. Her gün yolu kısaltmak için girdiği, o biraz karanlık ve izbe sokakta genellikle rokçu, anarşist, solcu vs. gençlerin gittiği bir bar vardı.

 Bu barın önünde sigara içmeye çıkmış on, on beş kişi olurdu. Arkadaşım bir gün bana oradan geçerken kendini ne kadar iyi hissettiğini, o kapının önünde duran gençlerden hiçbirisinin kendisine tuhaf tuhaf bakmadığını anlattı. Bunu anlatırken yüzünde “ öyle iyi insanlar ki” diyen mahçup bir gülümseme ve minnet duygusunu andıran bir ifade vardı. Bu konuşma kafamda hep bulanık duran, kabullenmekte zorlandığım bir meseleyi aydınlattı ve üzerimden büyük bir yük kalktığını hissettim. Mesele bedensel üstünlük meselesi filan değildi; bazı insanların/grupların saldırılabilir olduklarına inanılması ve bazılarının da kendinde böyle bir hak görme meselesi idi.
Kadına yönelik şiddette de mevzu boyumuzun kilomuzun ne kadar olduğu, kas kütlemiz ve yumruklarımızın gücü degil, biz kadınların toplum içerisinde zayıf halka ve hedef olarak görülmemiz.

Biz kadınlar hayatlarımızı hep bu hedefte olma bilgisi ve korkusuyla biçimlendiriyoruz.
Ben o gün ilk defa bir erkeğin de aynı şeyi yaşadığına tanık olmuştum. O konuşmada, onun da gece geç saatlerde sokakta yalnız kalmamaya, mümkün mertebe aydınlık ve kalabalık sokaklardan geçmeye çaba sarf ettiğini, içinde hep bir tedirginlik taşıdığını ve bunun onu ne kadar baskı altına aldığını görmüştüm. Sebebiyse sadece ve sadece Ortadoğulu olması ve bunun fiziksel görünürlüğüydü; bu görünürlük yani Ortadoğulu olması, bu güçlü Avrupa ülkesinde onu zayıf kılıyordu, yoksa epey kerli ferli bir abimizdi kendisi.
Erkeklerin fiziksel olarak kadınlardan daha güçlü olduğu ön kabulü, bu gücün aslında doğal bir durum olmadığı, güç denen şeyin toplumsal olarak üretildiği gerçeğini gizleyen ve kadınlara zarar veren bir mitten başka bir şey değil, inanın değil.

Filmlerde, dizilerde fiziksel şiddet sahnelerini izlerken dikkat edin, bırakın vuran kişiye aynı biçimde cevap vermeyi, kadınlar ellerini kaldırıp kendilerini korumaya bile çalışmazlar. Gerçek hayatta da buna benzer bir durum yaşanıyor. Kadınlar o kadar korkutulmuş ve sindirilmiş durumda ki, o korku dağları bekletiyor. Bu işin içinden “e o zaman onlar da korusunlar kendilerini” kolaycılığıyla çıkmak mümkün değil. Çünkü kadınlar hiçbir yerde, hiçbir şekilde kendilerini koruma, savunma ve gerekirse bunu fiziksel olarak da yapma hakkına ve gücüne sahip oldukları bilgisine ulaşamıyorlar. Her an “ başlarına kötü bir şey gelebileceği” bilgi ve korkusuyla donatılıyorlar. Kendilerini korumaları için “öğütlenenler” ise yine kadınların aciz olduğu ön kabulünden yola çıkıp, hayatlarını kısıtlamaya ve onları ancak bir erkeğin koruyabileceği düşüncesiyle bağımlı kılmaya yönelik. Bununla bağlantılı olarak, aile içinde yaşanan şiddette, kadınların şiddet çemberini kıramamalarının önemli sebeplerinden bir tanesi, hayatlarında bir erkek olmadan değerli olmadıkları yalanını içselleştirilmiş olmaları.

Elbette burada yapmak isteğim, bir şeyleri yarıştırmak değil, kadına yönelik şiddetin, erkeğin kas gücüyle ya da cinsel şiddetin, cinsellikle uzaktan yakından ilgisi olmadığını anlatmak. “Doğal” ve “normal” olanın kadının her an şiddete uğrayabileceği, erkeğin de şiddet uygulayabileceği olduğu bilgisiyle donatılmış olduğumuz. Bu sebeple son aylarda yaşanan kürtaj yasağı tartışmaları sırasında, bir Sağlık Bakanı çıkıp rahatça “kadının başına kötü bir şey gelirse” diyebiliyor; o “kötü şeyin” adının tecavüz olduğunu, bir suç olduğunu ve devletin görevinin bunu ortadan kaldırmak olduğunu düşünmekten ve söylemekten imtina ederek elbette. „Başına bir şey gelirse“ devletin çaresine bakacağını söyleyen Sağlık Bakanı’nın, aynı zamanda eril iktidarın sesine dönüşen bu cümleleri, bana Otorite kitabında Richard Sennett’in güce ilişkin şu sözlerini hatırlatıyor: “Paternalist gücün vaatleri aldatıcı ve aşağılayıcıdır: Kendini bana teslim et, ben sana bakarım; sana nasıl bakılacağını ben bilirim“. Devlet kadınları güçlendirecek politikalar oluşturmak yerine, kadını zaten zayıf olarak tanımlamayı ve bunun üzerinden söylemini kurmayı tercih ediyor. Bu noktada feministlerin on yıllardır anlatmaya çalıştığı sözleri tekrar söylemek gerek: kadınlar doğuştan güçsüz değildir, pekala kendilerine „bakabilirler“; meselenin kaynağı, ataerkil toplum yapısının ekonomik, politik, sosyal ve fiziksel olarak kadınları güçsüzleştirmek ve erkeğe tabi kılmak üzerine kurulu olması. Tüm bu sebeplerden, kadınların şiddete uğradıklarında verdikleri en yaygın tepki, görmezden gelmeye çalışmak ve kendiliğinden bu durumun sona ermesini ummak. Çünkü yapılabilecek şeyler olduğunu ve bunların neler olduğunu öğrenemiyor, öğrendiklerini uygulamaktan da çekiniyorlar. Kadınlar tepki verirlerse daha kötü olacağını, adamın saldırabileceğini, kimsenin kendisine inanmayacağını, rezil olacağını ve daha bin türlü şeyi düşünerek sessiz kalıyor. Şiddet uygulayan erkeklerin en güvendiği şey de bu işte! Kadının tepki vermeyeceği güveniyle bu kadar rahat hareket edebiliyorlar.

Değerli, önemli ve dokunulmaz olduğumuzu, biz izin vermediğimiz sürece hiç kimsenin sınırlarımızı ihlal etme hakkına sahip olmadığını değil, sürekli güler yüzlü olmamız ve katlanmamız gerektiğini öğreniyoruz ve bunun doğal bir sonucu olarak da bu konuda çok başarılıyız.

İşte bu yüzden, ister sevdiğimiz insan, en yakın arkadaşımız, isterse çocuğumuz, kim olursa olsun, sınır koymayı, bu sınırları korumayı öğrenmek zorundayız. Bu elbette çok kolay olmayabilir ama katlanmaktan daha hızlı ve sonuca ulaştırıcı bir yöntem olduğu su götürmez.

Örgütlenerek, tüm farklılıklarımızla yanyana durarak, kadın hareketinin birikimlerinden yararlanarak ve bu birikimleri birbirimize yorulmadan aktararak bizi zayıf ve güçsüz olduğumuza inandırmaya çalışan mekanizmanın karşısında durabiliriz.

Yıldız Koca

Yorumlara kapalıdır.