Author Archive

Bülten: Mutfak Cadıları

mutfak_cadilari_cilt-1-1

M u t f a k  C a d ı l a r ı

2010 yılının başında,  kadın emeğ­inin­ femini­st poli­ti­kanın esas konularından bi­r­i olarak daha çok kadını kapsaması gerekti­ği­; tartışmaların yayılması, emek konusunun “uzmanlık” alanı olmaktan çıkması, sokakla ilişkisinin güçlenmesi için eyleme yüzünü dönmesi­ gerekt­iği­ düşünceler­iyle SFK Kadın Emeği­ grubu kuruldu. Grup, kadın emeği­ ­ile ­ilgi­l­i geli­şmeler­i yakından tak­ip etmek ve bi­r kamuoyu oluşturmak, tartışmaları derlemek ve olabildi­ğ­ince ortak bi­r d­il oluşturabi­lmek amacıyla, 2010 Mart’ında Mutfak Cadıları’nı çıkarmaya başladı. Mutfak Cadıları bülteni­n­i çıkarma neden­imi­z sadece gündem­ taki­p etmek değ­il, aynı zamanda pol­it­ik refleksleri­mi­z­ kadın emeğ­ini­ gündemi­ne alacak şek­ilde örgütlemekti­. Mutfak Cadılarında “Esnek Çalışma, Taşeronlaşma, Kadın İstihdamı, İş Güvenl­iğ­i, Üç Çocuk, Torba Yasa, Ücretl­i/Ücretsi­z Emek Kıskacı” gi­bi­ konular ­ile i­lgi­li­ bolca yazıldı, tartışıldı. Mutfak Cadıları’nın son sayısı Haziran 2014’de yayınlandı.

Haziran 2014

Kadınlar Için İş Ilanları: Kadınlara Iş Vermiyor “Lutfediyoruz”
Evdeki Teröre Karşı Direnişte Ücretli Çalışmanın Önemi
Sanat Dünyası ve Kadın Emeği

Ocak 2014

Sağlıkta Cinsel Taciz ve Şiddete Karşı Önlem Alınmıyor
Sağlıkta Dönüşüm ve Kadın Emeği
Kadınların Kısmi Zamanlı Çalışması Tercih Mi Zorunluluk Mu?
Anne Üniversiteleri: Masumiyetten Uzak Bir Adım

Mart 2013

Küçük Asker De Bebek Baksın!
Cin Fikirli Akp’nin Kuluçka Paketi:

Aralık 2012

Bırakın Evi Bok Götürsün!
Alınyazısı Değil, Yargıtay Kararı!
Bırakın Camlar Pis Kalsın!
Yeni Sendikalar Yasası ve Kadınlar
Mr. Muscle’in ‘İstikbali’ Pek Parlak Değil!

Temmuz 2012

El Emeği, Göz Nuru Çarkları (Veya Birikimin Hamalları: Kadınlar)
“Ayda 10 Bin Dolar Dahi Verilse Bu İşi Yapmam”
Cidden Bunlar “Kadın İşi” Midir?

Mayıs 2012

Sendikalarda Cinsiyetçilik, ‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’
Ya Kır Dizini Otur, Ya Da Maaş Yok!
Yaşasın 1 Mayıs!
Ümmüsüm’ün Eylemi!

Aralık 2011

ABD ve Türkiye’de Krizin Patriyarkal Halleri ve Feminist Politika
Çalışmak Yormaz, Öldürür!
Ev Kadınlarının ‘’Meslek Hastalığı’’ Olur Mu?

Ekim 2011

Ev Eksenli Çalışma Görülmüyor!
Yargıtay: 41 Yaşındaki Dul Kadının Evlenme Şansı Yüzde 2
Küçük Girişimciler…

Eylül 2011

Hükümetin Kadınlara Vaadi: Daha Fazla Güvencesizlik ve Esnek Çalışma
Kadın Emeği Politikalarımızda Geçen Yıl
Yaşamak İçin Erkek Şart!
Bu Çağrı Merkezlerinde Neler Oluyor?

Ağustos 2011

Bir Kere Olmadı.. Birkaç Kere Oldu.. Olan Şeyler
Öğrenci Olmak, Çalışan Olmak ve Kadın Olmak
Asıl Derdiniz Ne Sizin?
Ev İşleri ve İdeoloji

Temmuz 2011

İşyeri Mutfağındaki İş Gerilimi De, Ya Evdeki Ne?
Sevgilim Yemek Pişiriyor!
Ev İşçileri ve Özel İstihdam Büroları

Haziran 2011

Nasıl Çalışıyoruz?
Güçlenen Aile; Zayıflayan Kadın
Haydi, Kadınlar Okula Temizliğe!
Ebelerin Talepleri Haklı Ama Eksik

Mayıs 2011

Kadınların Davos’u’na Eleştiri
Krizin Faturasını Ödemeyi Reddeden Kadınlar
Ücretli / Ücretsiz Emek Kıskacında Kadınların 1 Mayısı

Mart-Nisan 2011

Bizi Hiç Mi Anlamayacaksınız Ya Hu?
CHP’nin Aile Sigortası: Ama Bu Kimin Sigortası?
Kadınlar ve Sendika Çıkmazı
8 Mart Hangi Kadınların Günü…

Şubat 2011

Torba Yasa’da Güvenceli Esneklik, Esnek Beceri Demek
Torba Yasa ve Esneklik
Torba Yasa’ya Esastan İtirazımız Var!

Ocak 2011

‘Pompacı Genç Kız’ Değil, Işçiyim!
İşsizlik Estetik Yaptırıyor
Ağ ören kadınlar…
Kooperatifler esnek, güvencesiz, düşük ücretli kadın emeği cennetleri mi?
İşyerlerinde Taciz Olunca Ne Oluyor?

Aralık 2010

İstatistiklerin Kadınlarla İmtihanı
Sendikalarda Kadınlık Halleri
Kamu Çalışanlarına Eziyete ‘Ebeveyn İzni’ Makyajı!

Kasım 2010

Yüzyıllardır Söylüyoruz: Süs Bebek Değiliz
Hem Evden Hem De İşten Kurtulmak Istiyoruz!
Herkes kadın istihdamı istiyor, kimin için?
Kadınlar için esneklik diyarı: Hollanda

Ekim 2010

Yüzyıllardır Söylüyoruz: Yasa Önünde Eşitlik
İşsizlik Kimin Sorunu, Kimin Çözümü?
Bu Yarışmanın Galibi Mağlup
Bakıma Muhtaç Özürlülerin Bakımı

Eylül 2010

Kadın İşsizliği Artıyor
Güvenle Al, Esnekçe At
Ev işleri hiç bitmez
Fırsat Eşitliği Genelgesi Kadınları mı, Erkek Egemenliğinin Meşrutiyetini mi Güçlendiriyor?

Ağustos 2010

Yüzyıllardır Söylüyoruz: Kamusal Alanda Eşit Olmak İstiyoruz
Uyumlulaştırmanın Bir Başka Vehçesi
Doğum Borçlanması: Alacaklıyken Borçlu Çıkarıldık…
Burçak yası tutanlar

Temmuz 2010

Üç Çocuk ve Sonrası
Yüzyıllardır Söylüyoruz: Kreş Istiyoruz
Alıyoruz Veriyoruz; Patriyarkaya Can Veriyoruz
Soyut Eşitlik Değil, Somut Eşitlik İstiyoruz!

Haziran 2010

Kadın Girişimciliği: Kimin için, Ne pahasına?
Erkeklerden Alacaklıyız
Kadınların Emeği Yeni Sendika Yasa Taslağı’nda Da Görünmüyor!
Başbakan’a Cevabımızdır: Mevcut Durumu Korumak Değil, Yıkmak Istiyoruz
Maden Emekçisinin Anası, Kadını ve Çocuğu Olmak!
Kadınlar Iş Ararsa

Mayıs 2010

Esnek Çalışma Koşulları Kadın İşçileri Öldürüyor
Nasıl Bir İstihdam İstiyoruz?
Çoksun Ama Yoksun!
Uzman Annelik
Ölümüne Fedakârlık

Nisan 2010

Yüzyıllardır Söylüyoruz: Kadınlarla Kadınlar İçin
Kadın Girişimciliği
Mucizeler Yaratan Ev KadınlarıTüm yazılar
Çağrı Merkezleri: Kadın Çalışanlar İçin Yeni BirOlanak mı?
“Çalışmak İstiyoruz” Ama Esnek Değil!

Mart 2010

En Az 3 Çocuk
Regl İzni Tartışması
Sera Tekstil’de Günlük Kadın İşçi
Sermayenin Moderni İle Muhafazakârı Arasında Fark Yok
Türkiye’de Yaşanan Sektörel Değişim ve Kadın İstihdamına Yansımaları

 

 

 

 

Bülten: Mor Nokta

mornokta-logo

Sosyalist Feminist Kolektif “Kadın Cinayetlerine ve Erkek Şiddetine Karşı Çalışma Komisyonu” Ocak 2012- Ocak 2013 tarihleri arasında 6 Sayı ‘Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta’ e-bültenini hazırladı.

Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta Ocak-Şubat 2012

“İsyan(Dayız)! Politikası” Sakine Günel
“Kadın Değil, Aile Sever Bakan İle İşimiz Çok Zor…” Meriç Eyüboğlu
“Kocam Çok Sinirli” Pınar Önen
Erkek Şiddeti, “Yakinim Olur”Sa… Dilek Şentürk
“Kadına Yönelik Suçlarda Müdahillik” Candan Dumrul
“Fatma Şahin Neye Müdahil?” Cemre Baytok
“Kadının Beyanı Esastır!” Hasbiye Günaçtı
Ayşe Yılbaş Davası 21 Şubat’ta!
Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta – Haberler
Takip Edilen Davalar

Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta Mart-Nisan 2012

“Şiddet Yasası Kimin İçin?” Gülsen Ülker
“Şiddet Kimin Suçu, Neyin Utancı?” Ebru Sorgun
“Kürt ve Kadınsan, Sahada Dayak Yiyebilirsin!” Başak Günseven
“Ayşe Yılbaş Aramızdan Ayrılalı 4 Yıl Oldu!” Meriç Eyüboğlu
“Erkek Yargı: Demet’in Hiç Mi Suçu Yok?” Songül Yıldız-Fatoş Hacıvelioğlu
“Öznur İçin…” Gül Demir
Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta – Haberler

Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta Mayıs-Haziran 2012

“Tecavüz Suçunda ‘Kadın Ceza Hukuku’” Deniz Bayram
“Bakanlık Suçtan Zarar Görüyor Mu?” Candan Dumrul
“Cezaevinde Taciz Davası” Fatoş Hacıvelioğlu
“’Hayır’sız, ‘Yardım’sız, Feminist Dayanışma” Fatma Mefkure
“Erkeklere, Tecavüz Etmemeyi ‘Öğretin’” Filiz Karakuş
Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta – Haberler

Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta Temmuz-Ağustos 2012

“Bize Yalan Söylediler” Yıldız Koca
“Çare’siz’ Değilsiniz, Çare ‘Biz’ Olmakta” Pınar Önen
“’İyi Hal’li Bir Kadın Katili: Hasan Mersinli” Candan Dumrul
“Kadın Koca’yı Öldürünce?” Hasbiye Günaçtı
“Kadın Cinayetlerine Yeni Bahane: Kürtaj” Demet Bolat
“Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın Bir Çocuğa Nasıl Baktığının Resmidir” Hasbiye Günaçtı
Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta – Haberler

‘Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta’ Eylül-Ekim-Kasım 2012

“İşte ‘Kutsal Aileniz’!” S.Dilek Şentürk
“Patriyarkanin Kabusu Nevinlerin Çoğalmasıdır!” Candan Dumrul
“F.Ş.’Nin İnatçı Cesareti” Banu Paker
“Cinayete Beraat Neden Olumlu?” Cemre Baytok
Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta – Haberler

‘Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta’ Ocak 2013

“‘Şikayet Yok’ Bahane: Tacizcileri Her Daim Korumak Şahane! “Merih Topal
“Katil Erkek Aklının ‘Delilik’ Oyunlarından Bilinçli Kadın Düşmanlığına Uzanan Bir Davalık Serüveni: Nejla Yıldız Cinayeti” Candan Dumrul
“Erkek Adalete Sığınan Bir Kadın Katili” Songül Yıldız
“Ataerkinin Günahı Kadınların Boynuna!” S. Dilek Şentrürk
“İntihar Değil Kadın Cinayeti” Demet Bolat
Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta – Haberler

 

 

 

 

SFK Kampanyaları

 

Sosyalist Feminist Kolektif Öncesi Kampanyalar…

“Kadınlar Dayağa Karşı Kadın Dayanışmaya” Kampanyası

“Kadınlar Dayağa Karşı Kadın Dayanışmaya” Kampanyası Tanıtım/1987
“Kadınlar Dayağa Karşı Kadın Dayanışmaya” Kampanyası Bildirisi
Kadınlar Dayağa Karşı Dayanışmaya/Miting Çağrısı-17 Mayıs 1987
Kadınlar Dayağa Karşı Dayanışmaya /Stella Ovadia/Ekim1987
Kadınlar Dayağa Karşı Dayanışmaya / Feminist Dergisi-1987 Kasım
Bağır! Herkes Duysun’ Kitabı Çıktı -1988

Cezaevlerindeki Şiddete Karşı “Siyah Eylem”/1989

Cezaevlerindeki Şiddete Karşı “Siyah Eylem”

“Bugün İsyanımız Siyahla”
Siyah Protesto
Önemli Olan Siyahtı, Kadın Olmaktı…

2007 Genel Seçimleri: “Vesikalıları Destekliyoruz!”

2007 Genel Seçimleri: “Vesikalıları Destekliyoruz!”
Seçimlerde Ayşe ve Saliha’nın Yanındaydık.
Biz Feministler, Vesikalı Adayları Destekliyoruz.
Ne Merkezin, Ne Sağın, Ne Solun Adayıyız, Diptekilerin Bağımsız Adayıyız.

‘Novamed Greviyle Kadın Dayanışması’ Kampanyası/2007 Eylül-Aralık

‘Novamed Greviyle Kadın Dayanışması’ Kampanyası 
Novamed’li Kadınlar 1 Yıldır Grevdeler Biliyor Muydunuz!
Neo-Liberal Saldırıya Karşı Kadın Dayanışması
Novamed’de Yeni Bir Sözleşme Yapılamaması İhtimali Yüksek

Kadınlar İçin Sosyal Haklar: ‘SSGSS’ye Esastan İtirazımız Var’ Kampanyası/2007 Aralık-2008 Nisan

Kadınlar İçin Sosyal Haklar: ‘SSGSS’ye Esastan İtirazımız Var’

Sosyal Güven(Siz)Lik Yasa Tasarısı Geri Çekilsin!/19 Nisan 2008
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Yasa Tasarısına Esastan İtirazımız Var!/Bildiri
Biz Kadınlar Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısına İtiraz Ediyoruz!/15 Nisan 2008
Tadilat Yetmez. Sosyal Güven(Siz)Lik Yasa Tasarısı Geri Çekilsin!
Ssgss’ye Yönelik Eleştiri ve Taleplerimizin Feminist Politika Açısından Uzantıları

“Bedenimiz Bizimdir-Tacize Karşı Mor İğne” (2008 Ocak- Mart)


“Bedenimiz Bizimdir-Tacize Karşı Mor İğne” Kampanyası 
Mor İğneler Ellerimizde
Yeniden Mor İğne!

 

Parçası Olduklarımız

2009 Mart Yerel Seçimleri:”Bey-Oğlu’na Feminist Sözümüz Var!” / Feminist Kolektif (İstanbul)

Kadın Cinayetlerine İsyandayız Kampanyası/ İstanbul Feminist Kolektif  (2010-2014)

Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu

Kadınların Gezi Direnişi (Haziran-Eylül 2013)

Barış İçin Kadın Girişimi

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu

Kadın Emeği Platformu

 

1 Mayıs’larda Sokaklardaydık!

Sosyalist Feminist Kolektif örgütlendikten sonra ilk 1 Mayıs’ı olan 2009 yılından, faaliyetini sona erdirdiği 2016 yılına kadar her sene 1 Mayıs’ta alanlarda oldu. İstanbul, Ankara ve İzmir’de 1 Mayıs’a feministlerin bir parçası olarak katıldı. Adana SFK 1 Mayıs mitinglerine kendi pankartıyla katıldı. Eskişehir SFK kendi dövizleriyle, kimi zaman SFK pankartıyla, çoğunlukla Eskişehir MOR-El ile 1 Mayıs mitinglerinde yer aldılar.

Sosyalist Feminist Kolektif 2009 ve 2013 yılında kendi bildirisini ve afişini de bastırıp, yaygınlaştırdı. 2015 yılında 1 Mayıs’taki sözünü sosyalistfeministkolektif.org’tan duyurdu.

İşçi sınıfının ve emekçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü… Sömürüye, ezilmeye, yoksulluğa isyanın haykırıldığı gün olan 1Mayıs’ta feministler, evdeki görünmeyen emeği görünür kılmak; cinsiyeti ve cinsel yönelimi nedeniyle ezilen, ayrımcılığa uğrayan, aşağılanan, hor görülen, tecavüz edilen, öldürülen, ezilenlerin de ezileni kadınların sesini duyurmak için alanlarda oldular.

2009 1 Mayıs’ı, 2007 ve 2008 1 Mayıs’larında gösterilen kararlılığın ve direnişin üzerinden, bu yıl da aynı kararlı tutum sayesinde kazanımla sonuçlandı. Devlet Taksim meydanını “makul” de olsa açmak zorunda kaldı. Feministler de Taksim’e giren kalabalığın içindeydi.

1 Mayıs 2009 İstanbul

dsc00201 dsc00281

1 Mayıs 2009 Adana

vlcsnap-2016-10-12-17h03m24s723

1 Mayıs 2010 İstanbul

Zorlu mücadelelerin ardından 32 yıl sonra, 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’na üç koldan girildi. Feministler Şişhane kolundan Taksim’i girdiler.

 

img_1106 img_1119

1 Mayıs 2010 İzmir

  feminist-iz 1 Mayıs videosu

1 Mayıs 2010 Ankara

 

 1 Mayıs 2011 İstanbul

img_1106 img_3687
1 Mayıs 2011 Adana

2011adana-1

 1 Mayıs 2012 İstanbul

img_3348

1 Mayıs 2012 Ankara

1 Mayıs 2012 Eskişehir

2012 İzmir

1 Mayıs 2013 İstanbul/Beşiktaş

img_20130501_182433

sfk-3

480-320

img_0512

1 Mayıs 2013 Ankara

1mayisankara2013

1 Mayıs 2014 Adana

img_0282

1 Mayıs 2014 Eskişehir

2014eskisehir1mayis

1 Mayıs 2014 Ankara

img-20140501-wa0020

1 Mayıs 2015 İstanbul/Beşiktaş

20151mayis

 

Sosyalist Feminist Kolektif’i Sonlandırırken…

Sevgili kadınlar, feminist yoldaşlarımız,

Yaklaşık bir yıldır feminist hareketin içinde SKF’lı kadınlar olarak yer almadık. SFK 8. Kamp tartışmalarında “SFK’yı ve SFK adıyla yapılan tüm faaliyetleri dondurma” kararını almıştık. Kamp sonrası yapılan tek kolektif faaliyet 1 Kasım 2015’te Feminist Politika 28. sayıyı çıkarmak ve dağıtımını yapmak oldu. Ağustos 2015 kampımızı izleyen bir kaç ay boyunca birlikte yola devam edip etmeyeceğimizi tartıştık, sonrasında ise örgütlülüğümüze son verme kararı aldık. Aşağıdaki metin ile bu kararımızı gecikmeyle de olsa sizlere duyuruyoruz. Feminist mücadeleden asla vazgeçmeden, yollarımızın SFK’nın sınırlılıklarını da aşabilen feminist örgütlerde yeniden kesişeceği inancıyla, biricik SFK deneyimimizi noktalıyoruz.

Yaşasın feminist mücadele!

SFK’yı Sonlandırırken…

En başta şunu belirtmemiz gerekir ki; SFK’nın geldiği yerle ilgili tartışma sürecinin gerek iç, gerekse dışa dönük kısmını da katarak, hakkını yeterince veremedik. Bu kimi zaman SFK’dan, kimi zaman tartışma sürecini yürütmeye gönüllü olan bizlerden, kimi zaman da memleket ikliminin yarattığı motivasyonsuzluktan kaynaklandı. Yoksa bu süreci Şubat ayı gibi bitirmeyi planlıyorduk. Yedi aylık bir gecikme ve sarkmanın sorumluluğunu alarak herkesten özür diliyoruz.

Bu metnin şu ön kabulle okunmasını isteriz. Hiçbir metin, özet görevini alan kişilerin niyetlerinden bağımsız olarak, bütünüyle ortak bir yürüyüşü anlatamaz. Ne duyguları tam taşıyabilir, ne de belli bir zaman diliminin özgün şartları nedeniyle süreci tam tarif edebilir. Yazacağımız her şey eksik, yarım ve belki de hatalı olacaktır. Bunun sorumluluğu da bize aittir. Bu metin, ortaklaştırmaya çalıştığımız bir sürece, SFK’nın kocaman geçmişine düştüğümüz küçük bir not… Ve tabii ki de feminist mücadeleye…

SFK’nın geldiği son durumu sizlerle paylaşmadan önce nasıl yola çıktığımızı hatırlatmak isteriz:

“Sosyalist feministlerin, örgütlülükleriyle, politikalarıyla, feminizmin ve çoğulcu feminist mücadelenin önünü kesmeyecek kimi özgün faaliyetleriyle, sistem dışı feminizmi de güçlendireceğine inanıyoruz. Örgütlülüğümüzün temelini de, feminist ilkelerimiz oluşturuyor: Özel alanın politik olduğunu bir an bile unutmamaya çalışan, kadın dayanışmasını merkezine alan, içimizdeki ve dışımızdaki her türlü iktidar biçimi ve hiyerarşi ile kavga eden, karar alma süreçlerinden uygulamaya kadar tüm süreçlerde katılımcılığı öne çıkaran, bizi bir arada tutan olmazsa olmazlarımızdan taviz vermeden feminist temelde çoğulculuk ilkesini savunan bir örgütlülüğe doğru yola çıkıyoruz…” diyerek başlatmıştık Sosyalist Feminist Kolektif olarak sürdürdüğümüz yolculuğa… Yıl 2008’di… Yani geride tam sekiz yıl bıraktık.

Ve yine yola çıkarken çeşitli sınavların bizi beklediğinin bilincinde olarak şöyle dile getirmiştik: “Yaş, bilgi, deneyim farklılıklarımız ve büyük çoğunluğumuzun İstanbul’da yaşıyor olmasının, çeşitli hiyerarşilere yol açma tehlikesini barındırdığını görüyoruz. Buna engel olmak, katılımcı bir yapı oluşturmak, bizi bekleyen çok önemli bir sınav.” Nitekim SFK, sadece kurulduğu şehir olan İstanbul’da değil, zamanla Ankara, İzmir, Eskişehir, Muğla, Adana ve Samsun’da, hatta yurt dışında yaşayan kadınların da dahil olduğu bir yapıya dönüştü.

Örgütsel varoluşumuzun ayaklarından biri, görünür ve örgütlü bir feminist mücadeleyle beraber politik gündemimizi taşıdığımız Feminist Politika dergisi oldu. Dergimiz bizim için hep araçtı ve bu nedenle de feministlere ve kadın mücadelesinden kadınlara hep açık oldu. Yine yola çıkarken şunu dedik: Fon almayacaktık, projelerle yürümeyecektik, varlığımızı kendi imkan ve olanaklarımızla ve dayanışmayla sürdürecektik. Bunu gerçekleştirebildik mi? Gönül rahatlığıyla evet diyebiliriz. Mekanımız da bunun sonucunda oluştu. Sistem dışı feminizm içinde bir bileşendik. Yani politik mücadelesini iktidara karşı da yürüten, lobicilik faaliyeti yürüten feminist mücadeleyi kendisi yürütmeyen ama destekleyen, sokağın değiştirici gücüne inanan, eşitlik değil kurtuluş perspektifiyle hareket eden bir örgütlenmeydik. Kendimizi sistem dışı feminizm içinde bir alternatif olarak görmemeliyiz dedik. Yani farklı farklı feminist örgütlenme ya da güçlenmelere karşı kendini ikame eden politik bir anlayışı savunmadık.

Ama zaman zaman örgütsel kibre kapılmadık değil. Feminist dostlarımızdan “Çok içe kapalı bir yapı olarak görülüyorsunuz/içe kapalısınız” eleştirisini alıyorduk. Sık sık şu hatırlatmayı yapar bulduk kendimizi: Gücümüzü hem başka feminist kadınlar ve gruplarla dayanışmamızdan alacağımızı, hem kendi varlığımızla onlara güç vereceğimizi unutmayalım. Feministler olarak birlikte güçleneceğimize ilişkin bu inancımızı, yani feminist çoğulculuk anlayışımızı da titizlikle korumak zorunda olduğumuzun bilincindeydik.

Uzun soluklu bir mücadele sürecinde belli eşiklerde kendimizle yüzleşmeyi, hedeflerimizle gerçekleştirebildiklerimiz arasındaki farkı, yapabildiklerimizi-yapamadıklarımızı, çıkan sorunları, çözüm olanaklarını çeşitli zeminlerde uzun uzun tartıştık. Ancak birbirimizle yüzleşmeyi ve anlaşmazlıklarımızı aşmayı tam anlamıyla beceremedik. Siyaset yapma alışkanlıklarımız, biçimlerimiz ve farklılıklarımız yer yer gerilimlere yol açtı. Geleceğe iyi bir deneyim metni bırakan bir “Tazelenme” süreci yaşadık. Ama yeterince açık ve şeffaf olamadık.

Her uzun soluklu mücadelede olduğu gibi biz de tüm bu sekiz yıllık deneyimde bazı ayrılıklar, uzaklaşmalar yaşadık. Her ayrılığın, uzaklaşmanın dayanışmamızı, feminist politikamızı eksilttiğini hissettik; bu uzaklaşmaları anlamaya, sonraki süreçleri bu durumları azaltacak şekilde örmeye çalıştık. Bazen birbirimizi anladık, bazen farklı noktalara düştük.

SFK’lı kadınlar olarak birbirimizden farklılaşmamızda Türkiye’de içinden geçtiğimiz siyasi süreçlerin de etkisi oldu muhakkak. Özellikle Gezi direnişini izleyen dönemde, toplumsal muhalefetin bir bileşeni olmakla bağımsız feminist çizgimizi korumak arasındaki dengeyi kurmakta zorluk yaşadığımızı söyleyebiliriz.

Ağustos 2015’te gerçekleştirdiğimiz son kampımızda; yaşadığımız yedi yıllık deneyimin politik ve örgütsel değerlendirmesini yaparak; feminist örgütlenme birikimine bir iz bırakacak “Nasıl bir politik hat?” ve “Nasıl bir feminist örgütlenme?” soruları çerçevesinde bir iç tartışma sürecine girme kararı aldık. Sosyalist Feminist Kolektif kurumsal adıyla yaptığımız tüm faaliyetleri durdurma ve bir örgütlenme olarak SFK’yı dondurma kararı aldığımızı sizinle de paylaşmıştık. Bu süreçte Feminist Politika’yı sadece bir sayı (Kasım 2015) çıkardık. Bu tartışma süreci vesilesiyle SFK’nın kuruluş aşamasından bu yana geçen sürenin birlikte bir tahlilini yapmaya çalıştık. Bu bağlamda, bu tahlili berraklaştıracak ve sonuca ulaşmamıza rehberlik edecek belli başlı sorular etrafında toplantılar gerçekleştirdik. Bu süreçte kimi zaman değişen, kimi zaman çakışan, kimi zaman ise örtüşen politik eğilimlerimizi, politika yapma biçimlerimizi ve ilişki kurma hallerimizi daha görünür kılmayı amaçladık. Bu tartışma süreci sonunda ortak tek bir değerlendirmeye ulaşamayacağımızı biliyorduk. Bu nedenle sizlerle tartıştığımız soruları, bu sorulara verilen kimi tespitleri paylaşmayı daha doğru bulduk. Bu sürecin hedeflediğimiz katılımcılıkla geçmediği notunu da ekleyerek;

– SFK’nın bütünlüklü feminist politika yaparken, her alana (muhalefetin gündemi de dahil) söz söylemesi, her alanla ilgili politika üretmesi gerekli miydi?
– Bütünlüklü politik perspektif ile politika yapmak (beden, barış, kadın emeği, şiddet vs.) örgütlenme modelimize uygun muydu?
– SFK iç işleyişinde ana akım haline gelen eğilimlerin güçlenmesi çoğulculuğumuzu zayıflattı mı?
– Merkezi yanları güçlü olan bir feminist örgütlenme mümkün mü? Ağ örgütlenme modeli kadınlar arasındaki eğilim, yetenek, özel alan farklılıklarını kapsadığı için merkezi yanları güçlü bir feminist örgütlenmeye göre daha mı uygundur?
– Feminist bir örgütlenmede bireylerin özellikleri ne kadar belirleyici oluyor, bundan kaçınmak mümkün mü, bu sorun hangi mekanizmalarla aşılabilir?

Son söz olarak;
SFK mekanı bir feminist mekan olarak zaten hepimizindi, ama artık işleyişini, yükünü, kirasını vs feminist hareketin üstlendiği bir mekana dönüştü. Feminist örgütlenme tartışmaları da bir yandan sürüyor. Örgütler canlı organizmalar gibi biter, ölür. Aslolan hareketin kendisidir. Bizim yolculuğumuzun bütün acı ve tatlı deneyimleriyle hepimizi ve feminizmi güçlendirmesi umudunu güçlü bir şekilde taşıyoruz. Umarız bu tartışmalar/metin bundan sonraki örgütlenmelere küçük de olsa katkı sağlar…

Not: Ek’te üç yıl önce Tazelenme Komisyonu’nun büyük emek ve çabayla yürüttüğü sorunlarımızın tespiti notlarını bulacaksınız. Feminist mücadelemizde birlikte yan yana iken ışık tutması ümidiyle.

26 Eylül 2016

EK: Tazelenme Metni

Tartışmalarımız yoğunlaştıkça sorular şekillendi, sorular içinden sorular çıkardık. Ama öncelikle belirtmeliyiz ki SFK’nın bundan 3 yıl önce gündemine aldığı tazelenme ihtiyacı, bu ihtiyaç karşısında oluşturulan komisyon ve yoğun emekler sonucu çıkartılan Tazelenme Metni hala geçerliğini korumakta, tespitleri oldukça yerinde bulunmakta ve bu sorunlarımızı çözmemize yönelik bir kılavuz niteliğini korumaktadır. Yıllar sonra dönüp baktığımızda esasen tazelenme süreci bize bugün geldiğimiz noktanın sinyallerini vermiş ve bir şekilde hem zihinsel hem de pratik olarak yapmamız gerekenleri önümüze koymuş. Bu nedenle geldiğimiz bu noktayı şöyle okumak da mümkün; tazelenme süreci SFK için bir dönüm noktasıydı, tazelenmenin gerektirdiği şeyleri yapamadığımız için sorunlarımız birikti ve çözüm noktasında kitlendik.

Bunu akılda tutarak bu değerlendirmenin okunmasını önemli buluyoruz.
Toplantılarımızın en başında görünür olan nokta da tazelenme süreciyle işletmemiz gereken ama geçen sürede yapamadığımız bir yüzleşme, halleşme haliydi. Bunu yapamadıkça bireysel tartışmalarımız daha da arttı; sorunlarımız derinleşerek çoğaldı. Belki tazelenme sürecinde bunun koşulları vardı ama geldiğimiz bu noktada en fazla altı çizilen tespit, artık yüzleşmenin/halleşmenin bir ihtiyaç olarak kalmasıyla birlikte bunu yapmanın koşullarının ortadan kalkmasıydı. Aşağıda öncelikle dondurma kararından sonraki toplantılarımıza çağrı yaparken ortaya koyduğumuz sorularımızı dile getirdik.
o Bütünlüklü bir siyaset SFK gibi üye sayısı çok olan, başka illere de yayılmış böylesi bir merkezi yapıda mümkün mü, uygun mu?
o SFK’nın bütünlüklü feminist politika yaparken, her alana (muhalefetin gündemi de dahil) söz söylemesi, politika üretmesi ne kadar doğruydu?
o Patriyarkal kapitalizm tezinin kendisi, ayrı bir sürü alanda politika yapmayı nasıl etkiledi, bizim örgütlenme yapımız bu tezin karşılığını vermek için elverişli miydi?
o Bütünlüklü politik perspektif (beden, barış, kadın emeği, şiddet vs) örgütlenme modelimize ne kadar uygundu?
o Feminist örgütü mü feminist hareketi mi öncelemek idi yaptığımız?
o Karma siyasete de söz söyleyen bir feminizm anlayışı, örgütün bugünkü noktaya gelmesini etkileyen bir etken mi yoksa sadece feminist –kadın gündemini benimseyen bir politik hat mı olması gerekirdi?
o Özel hayatlara dokunan “müdahil” bir feminist örgütlenme mi yoksa genel siyasetin sözünü yaygınlaştırmayı – eylemini örgütleyen bir örgütleme mi olması gerekirdi?
o Yapı içindeki “ana akım”ı güçlendiren mi yoksa farklılıkları da kendi içinde örgütleyen bir feminist örgütlenme mi olmalıydı?
o SFK iç işleyişinde ana akım haline gelen eğilimlerin güçlenmesi çoğulculuğumuzu zayıflattı mı?
o Genişleyen-kitlesel bir feminist örgütlenme mi yoksa daha dar, sözün yaygınlaşmasını önceleyen bir örgütlenme mi olmalıydı?
o Merkezi yanları güçlü olan bir feminist örgütlenme mümkün mü? Ağ örgütlenme modeli, kadınlar arasındaki eğilim, yetenek, özel alan farklılıklarını kapsaması için daha uygun bir örgütlenme olabilir mi?

Yapı ile ilgili kimi sorular ve yorumlar

• SFK gibi bir yapılanma feminizmi daralttı mı?
• Patriyarkal Kapitalizm tespitine paralel, bütünlüklü bir politika her alanda bir şey yapmak ise bu politika,bu kadar büyümüş bir örgütle mümkün mü? Yani tutarlılık bu kadar büyük bir örgütte mümkün mü?
• Rastgele büyüdük ama nasıl büyümezdik, önlemi var mıydı? Var olsa bile o önlemi alır mıydık? Almalı mıydık?
• Bu kadar geniş bir örgütün merkezi karar almasına gönderme yapıldığında, politik farklılıklarımızı (başörtüsü queer gibi) biraz bastıra sindire yaptık. Ama bunu eylediğimiz alanlara ilişkin değil, konuşamadığımız tartışamadığımız alanlara ilişkin oldu.
• Örneğin bir dergi çıkarsam bütünlüklü bir tahlil ararım o dergide, yazılarda, ama feminist bir yapının pratikte bunu üstlendiğinde kendi arasında feminist ilişki kurma şansını yavaş yavaş yitiriyor. Böyle bir ağırlığı üstlenebilecek yapı feminist parti olabilir. Orada da feminist ilkelerden taviz verilmeye başlanmıştır. Parti; merkezi kararlar alan, komisyonları olan, kadınların öznel olarak ihtiyaç duyduğu dayanışmayı zorlaştıran bir yapı olur. Çünkü bütün bu tahlili yapmak kararlar almak (feminist ilişkiler ağında kararlar almak) yani örgütün her alanda ne söylediğini içselleştirmek ancak daha çok orada var olarak olabilir. Daha çok var olanlar politikayı üretecek, diğerleri de ah örgütüm politikayı üretti beni “temsil” ediyor hissedecek. Ah ne güzel bütünlüklü feminist politikaya sahip örgütüm var diyecek ama bu feminist bir şey olmayacak.
• Yapı ile bütünlüklü politika arasında bir uyumsuzluk olduğunu düşünüyorum. Bütünlüklü politika yaparken birçok şeye söz söylüyor gibi görünürken birçok kadın da kendini dışında hissediyor. Başka şeyleri konuşmak istiyor ama konuşamıyor.
• Ben örgütlü feminist politika yapılamayacağına inandım diyen arkadaşlar var içimizde. Feminist mücadele örgütlü yapılamıyor mu? Veya yapılabiliyorsa bunun ön koşulu ne? Patriyarkal kapitalizm feministleri her alanda söz söylemeye zorluyor. Biz bu sözü söylerken, sosyalist feministler olarak, örgütlü yapamaz mıyız? Örgütsüz mücadeleyi nasıl götürebiliriz ki?
• Politikayı, birbirimizi çok konuşamadık… Eylem odaklıydık… Bunun koşullarını yaratmayı zorlayabilirdik; illa gündemin arkasından her şeye yetişmeye çalışmayabilirdik.

İlişkilerimizle ilgili kimi sorular ve yorumlar

• İlişkilerimizi uzun süredir feminist olarak kuramadığımızı düşünüyorum.
• Özel hayatlarımızı sorgulamayışımız bir öz eleştiridir, anlamaya çalışmadık, hemen karşıdakinin feminizmi sorguladık… Oysa herkes gibi bizlerde öğrenme/değişme sürecindeydik… Bizler evrimini tamamlamış feminist öncüler değildik ki…
• Eşitlilik içinde bir örgütsel hayat olmaz, deniyor; bizim sınıfsal sosyal ayrışmalarımız da belirleyici oldu. Bu, örgütün kolektif karar alma ve davranma refleksini zayıflattı. Bizim SFK ile kurduğumuz ilişkide bu eşitsizlik belirleyici oldu.
• Bence “kadınlar adına mı politika yapıyoruz” yoksa “kendimiz için mi politika yapıyoruz” sorusu çok önemli bir soru. Annelik üzerine feminist bir yerden konuştuk, dosyalar hazırladık ama biz bu konuları tartışmaya çok uzun zaman ve emek ayırmadık aslında. Feminist bir ortam olarak, tüm kadınların kendi deneyimini yeteri kadar açabildiği bir ortam sağlayamadık.
• Türkiye’de politik gündemin ağırlığı SFL’ya yön verdi; böylece gündem etrafında politika yapmak isteyenlerin sözü daha görünür oldu.

Politik hat/farklılıklar ile ilgili kimi sorular ve yorumlar

• Karşımıza aldığımız yapı çok bütünlüklü bir yapı. Hem kapitalizm hem patriyarka. Hatta patriyarkaya karşı politika yapmayı öne koymak bile bütünlüklü. Bunun karşıtı; belli alanlara somutlaşan bir feminist örgüt olabilir. Bütün bir politikayı değil de erkek şiddetini, cinselliği, aileyi vs. bunlardan birini önüne koyan bir şey olabilirdi
• Bütünlüklü politikadan kastımız ne? Ortak bir algımız yok. Emek sermaye vs. üzerine yoğunlaşmak bütünlük getirmez. Örnek ekoloji meselesini, heteroseksizmi tartışmadık. Yani bunlar da eksik…
• Güncel hayatın içindeki reflekslerimizle de çok politika yaptık.
• SFK’yı büyüten şeyin kendisi hayatın içinden feminist söz üretmesiydi.
• Politikayı çok fazla emek, sermaye, el koyma üzerinden tartıştığımız için bir takım başka alanları tam feminizme ait görmeden politika yaptık.
• Bunun tersine diğer alanlarda queer, baş örtüsü gibi konularda çok fazla politik tartışma yapmadık, yaptıklarımızda ortaklaşamadık. Bunları tartışıp tüketemeyeceğimiz belli ama bunu esneklik haline getiremedik. Çoğulculuk yakalayamadık. Çok tartıştık ama çok az birbirimizi ikna ettik, en sonunda es geçtik. Çeşitliliğimizi farklılık olarak, esneklik olarak göremedik.
• Bütünlüklü sistem analizi de her şeye hemen yanıt vermez. Sorunun, yaratıcı ve esnek politik tartışma yapamamamızdan kaynaklandığını düşünüyorum. Örgütteki gevşeklik esneklik değil tam da politik esnekliğimizdeki eksiklik nedeniyle bize bu kırılmaları yaşattı.
• Kadın dayanışması ile feminist politika bazen karışıyor; barış mücadelesi, savaş, erkeklik, savaş karşıtı mücadele… BIKG de erkeklik ve savaş ilişkisi çok sorgulanmıyor mesela.
• Feminizmin dokunduğu her alanda söz söylemeye çalıştık ama feminizmin dolaylı merkez olduğu yerleri, tam merkezinde olan yerlere göre daha çok önceledik… Örneğin, Kürt meselesini heteroseksizme, beden politikasına kıyasla önceledik.

Temmuz 2014 tazelenme metni ve bu çerçevede konuşulanlar-tartışılanlar

Tazelenme komisyonu 2013 kampında kurulmuştu. Orada tazelenme tartışmalarının iki ayaklı olarak yürütülmesine ve tüm illerde sürdürülmesine karar vermiştik. Ancak sonrasında iller arası iletişim biçiminde devam edemedik. Biz burada İstanbul’da yaptıklarımızı aktaracağız.

İki ayaklı düşünülen tartışmalardan biri, hep birlikte yeniden motive olmak ve SFK’yı canlandırmak üzere örgüt içi yaşamımızı ve örgütlenme ilkelerimizi konuşmaktı. Bunun için, kuruluşumuzdan bu yana hangi ilkeleri belirlediğimizi, hangilerini hâlâ anlamlı gördüğümüzü ve hangilerinin eleştirilecek yanları olduğunu tartışmayı önümüze koymuştuk. İstanbul’da örgüt içi yaşam ve örgütlenme ilkeleri çerçevesinde bugüne kadar yapabildiklerimizi ve yapamadıklarımızı yazılı halde dökmek üzere görev alan komisyon, sfk içi tartışmalar nedeniyle bunu yapamadı.

İkinci ayağı ise eşitlenme oluşturuyordu. Buradaki kasıt şuydu: Kampta SFK’ya yeni katılan arkadaşların da dile getirdiği bir takım tartışma konularını da kapsayacak şekilde, SFK kurulurken benimsediğimiz politikaları ve başlarken metnini tartışmak, gerektiğinde dönüştürmek ve en nihayetinde hep birlikte bu ilkeleri yeniden içselleştirmekti. Böylece ortak sözümüzü birlikte yeniden oluşturacaktık. Bir feminist örgütün yeni katılan kadınları hazır bir programa çağırmasının doğru olmadığını da konuşarak hep birlikte bu tartışmaları yeniden yapabileceğimizi düşündük. Başlarken metninin çok genel olduğu yönündeki eleştiriler karşısında da bu metni ve içerdiği konuları genişleterek ve ayrıntılandırarak metni somutlaştırmak istedik. Bu çerçevede; “sosyalist feminizm”, “patriyarkal kapitalizm”, “hem sosyalist hem radikal feminist olmak mümkün mü?” başlıklı tartışmalar düzenledik. Feminist Politika dosyaları için yaptığımız tartışmaların bir kısmı da bu çerçevede düşünülebilir: “Çok eşlilik-tek eşlilik”, “muhafazakârlık” gibi. Ne var ki, bu tartışmalara yeni arkadaşları pek katamadık. Dolayısıyla da bu, kamp sonrası dönem için önümüzde bir ödev olarak hâlâ duruyor.

Bu arada SFK içi yaşamımızda ortaya çıkan bazı sorunlar ve krizler, bizi daha çok birinci kategoriyi, yani örgüt içi yaşamımızı tartışmaya yönlendirdi. Öncelikle eşitsizliklerimizi tespitle yola çıktık. Yakın ve uzun vadede çözebileceğimiz eşitsizliklerimizin olduğunu (zamansal ve mekansal, annelik vb.) bu eşitsizliklerin giderilebilmesi için daha dikkatli ve özenli olmak gerektiğini ve bunun mekanizmaları üzerine konuştuk. Bu kapsamda ilk konumuz annelik ve SFK’da anne olan ve olmayanların ilişkisiydi.

Ardından, gerek küçük gruplarda gerek Taksim ve Kadıköy’de yaptığımız daha büyük toplantılarda, örgütlenme ilkelerimizi, bu ilkelerimizi yaşama geçirecek mekanizmaları ve etik ilkelerimizi tartıştık. Bu toplantıların sonuncusuna katılım sayıca çok fazla olmasa da, atölyeler biçiminde düzenlediğimiz toplantılara geniş ve aktif bir katılım oldu, ayrıca küçük gruplarda, toplantılara katılmayan arkadaşlar da görüşlerini dile getirebildiler. Katılanlar için bu yüz yüze tartışmaların rahatlatıcı ve aidiyet duygularını geliştirici bir etkisi oldu.

Bu tartışmalardan şimdiye kadar oluşturduğumuz örgütlenme ilkelerinin hala geçerli olduğu ve son yıllarda ihmal ettiğimiz bu ilkeleri gözetmemizin gerektiği fikrinde ortaklaştık.
• temsiliyete dayalı olarak değil geniş toplantılarda karar alma,
• yüz yüze ilişkileri ve katılımcılığı mümkün kılacak şekilde küçük gruplar oluşturma,
• çalışma grupları ve komisyonlar oluşturma
gibi zaten benimsediğimiz ve hayata geçirmeye çalıştığımız ilkelerdi. Aynı zamanda SFK’nın ilk zamanlarında bazı üyelik ilkeleri de benimsemiştik:
• en az 5 dergi satmak,
• aidatları düzenli ödemek,
• İstanbul üye toplantısına katılmak,
• iller arası toplantılara katılmak,
• rotasyona tabi olarak bir komisyonda yer almak
gibi ilkeleri sürdürmemizin anlamlı olduğunu konuştuk.

*Buna karşılık bu ilkeleri hayata geçirmemizi sağlayacak mekanizmalar konusunda daha verimli tartışmalar yaptık.(Bunlar daha geniş bir biçimde atölye metinlerimizde yer alıyor.)
Geniş toplantılarda (kampanyalar, genel üye toplantıları ve diğer önemli toplantılar) bütün kadınların katılımını sağlamak için toplantı gündeminin önceden belirlenmesi ve en az bir hafta önceden herkese gönderilmesi; geniş toplantılara katılamayanların ve mail gruplarını etkin takip edemeyenlerin sözlerini söyleyebilmeleri ve tartışmalara katılabilmeleri için SFK’nın politik gündemine paralel tartışmaların küçük gruplarda yapılması; bilgi aktarımını sağlayabilmek için toplantıya katılamamış kadınlar için toplantı notlarının ivedilikle gruba atılması; yine toplantıda aktif katılımın sağlanabilmesi için toplantı gündemlerinin sadeleştirilmesi ve toplantılara katılamayanların toplantı notlarını okuyarak varsa öneri ve eleştirilerini gruba atması gibi mekanizmaları hayata geçirmenin yararlı olacağını konuştuk.

Bilgi ve deneyim aktarımı mekanizmalarını oluşturmak, SFK içindeki eşitsizliklerimizle baş etmenin en önemli yolu. Bunun için birinci olarak güncel politika deneyimlerimiz aktaracak küçük kitapçıklar (örn. kadının beyanı esastır, kadın cinayetleri, kadın emeği vb. konularda biriktirdiklerimiz) hazırlamanın yararlı olacağını konuştuk. Platform toplantılarına, medya ile ilişkilere vb. deneyimli ve deneyimsiz kadınların mümkün olduğunca birlikte katılmasının, toplantılarda deneyimli arkadaşlarla bu konuda fazla deneyimi olmayanların birlikte kolaylalaştırıcılık yapması gibi mekanizmaların yararlı olacağını vurguladık. Bu konularda birbirimizi teşvik etmeli ve hata yapmaktan korkmamalıyız! Ayrıca, bilgi ve deneyim aktarımının bir başka yolu olarak, toplantı kolaylaştırıcılığı ve yazı redaksiyonu gibi işler için küçük atölyeler düzenleyebileceğimizi düşündük.

Önemli kararların alınacağı toplantılar çok az katılımlı olduğunda toplantılarda karar almak yerine öneriler oluşturarak (mail grubundaki tartışmaları da gözeterek) bir sonraki toplantıda bu kararları alma yoluna gitmenin katılımcı bir karar süreci açısından anlamlı bir yol olacağını belirledik.

Kararlara katılmayanların fikirlerini ifade edebilecekleri kanalları açık tutarken (yazılı kararlara şerh düşmek gibi), feminist bir yöntem olarak yol vermeyi de sürekli olarak aklımızda tutmayı konuştuk.

Her küçük grup kendi ihtiyaçlarına göre kendi gündemini kendisi oluşturuyor. Ancak daha fazla kadının sözünün kapsanması ve SFK kararlarının çoğulculuğu sağlayacak şekilde alınması için, küçük gruplarda genel gündeme dair tartışmaların da yapılabileceğini ve bunun önemli olduğunu vurguladık. Küçük gruplardaki tartışmaları genel toplantıya taşımanın önemli olduğunu, bunun istendiğinde gündem önerisi haline getirilebileceğini konuştuk. Aynı zamanda küçük gruplar aktif tartışma gündemlerini ve belli çalışma konularını hazırlamak için aday olabilirler diye düşündük.

Sürekliliği olan SFK komisyonlarına küçük gruplardan en az bir kişinin katılımını (rotasyon ilkesini gözeterek) sağlamayı da hedeflerimizi arasına koyduk. Belli başlı işlerin de (nöbet, yayın dağıtım gibi) küçük gruplar arası rotasyonla devam edebileceğini düşündük.

Küçük gruplara, komisyon toplantılarına, üye toplantılarına katılamayacağımız durumlarda kendi küçük grubumuza ve/ya da morgüte bildirmek konusunda hassasiyet gösterelim dedik. Bunun da ötesinde, genel olarak SFK içinde yapılan eylem/etkinlik/toplantılara katılımcı olamayacağımız durumlarda mazeretlerimizi, SFK içinde ne süreyle ve nasıl konumlanmak istediğimizi morgüte bildirelim, ara verebileceğimizi, geçici ve sürekli olarak destekçi konumuna geçebileceğimizi göz önüne alalım diye konuştuk. Komisyonlarda aktif olamayacaksak, geçici olarak çekilmenin komisyonları hantallaştırmamak açısından bir yol olabileceğini düşündük.

Feminist bir kolektifte, temsiliyete dayalı politik örgütlerde başvurulan yaptırım mekanizmalarını işletemeyeceğimiz hepimiz bilincindeyiz. Yine de, bir kolektif olmanın gerektirdiği karşılıklı sorumluluğun bizi ayakta tutabilecek en önemli yol olduğunu vurgulamaktan çekinmemeli ve karşılıklı sorumluluklarımızı birbirimize hatırlatmalıyız. Karşılıklı sorumluluklarımızı hatırlatmayı ( kuşkusuz dışlayıcı değil kapsayıcı bir üslupla) hiyerarşi olarak görmemeli, bunun karşılıklı güven ilişkisinden kaynaklanan bir yöntem olduğunu göz önünde tutmalıyız.

Kol emeğine dayalı işlerin ortak sorumluluğumuz olduğunu unutmayalım. Erkeklerin bizlere yıktığı işleri biz de kadın arkadaşlarımıza yıkmayalım! Örneğin toplantı veya toplantı dışında mekanın düzenlenmesi, toparlanması, çay servisi gibi işlerin bizler için kolektifteki bazı yol arkadaşlarımız tarafından yapılacağını varsaymayalım.

Bütün bu çalışmalarımızı ve ilişkilerimizi kolaylaştırmak üzere bir takım etik denebilecek ilkeleri de konuştuk.

Eşitlikten, birbirimize benzemek yerine öznelliğimizi koruyarak, hepimizin yeteneklerini geliştirebileceğimiz ve bu yeteneklere göre, işler arası hiyerarşi oluşturmadan, mevcut işlere talip olacağımız, kendimizi özgürce ifade edebileceğimiz ve geliştirebileceğimiz bir alan yaratabiliriz. Bunun için de, feminist politikaya daha fazla vakit ayırabilen arkadaşlarımızın yaptıkları ve yapabilecekleri herşeyin genelde feminizme özelde de SFK’ya katkı anlamına geldiğini gözardı etmeyelim.

Öte yandan zamansal ve mekansal sınırlarımızın (çocuk bakımı, çalışma yaşamının yükleri, uzakta oturmak vb.) bize olanak tanıdığı ölçüde SFK’ya katkıda bulunmayı küçümsemeyelim. Kendimizi geride kalmış gibi hissetmeden/veya daha kısıtlı zaman ayırana bu duyguyu hissettirmeden, sürece dahil olmasını sağlayacak mekanizmayı oluşturarak, yapabileceğimiz kadar sorumluluk almaktan ve bu sorumlulukları yerine getirmekten imtina etmeyelim.

Toplantı adabı: Kolaylaştırıcının konumunu ve toplantıdaki rolünü, başvuracağı yöntemleri (konuşma süreleri, ilk tur ikinci tur konuşmalar, konuyu dağıtmama, ve ara ara toparlama konuşmaları yapma, toplantıyı saatinde başlatma, toplantının gündemi ve süresi hakkında gelenleri toplantı başında bilgilendirme) yeniden konuştuk.

Toplantılarda birbirimizi yabancılaştırmayacak şekilde davranmamız gerektiğini (örneğin herkesin sözünün önemli olduğunu unutmamak, ve aynı dikkatle dinlemek gibi) tartıştık. Toplantı sürerken sigara ve çay içmek için öbek öbek dışarı çıkmanın, sürekli giriş çıkışların da toplantının akışını bozduğunu unutmayalım! Toplantılarda ve kampta bir kolektifin üyeleri olduğumuzu göz önünde tutarak, yakın arkadaşlarımızla grup halinde oturmamaya özen gösterelim!

Gerginliklerin çözülmesi: Toplantıda olası bir gerginlik anında toplantıyı durdurmak ve gerginliği giderdikten sonra devam etmek gerektiğini konuştuk. Mail’de ve genel olarak birlikte çalışırken çıkan gerginliklerde de mümkün olduğu kadar anında müdahalede bulunmak, öznelerin birbirleriyle konuşmasını sağlamak gerektiğini konuştuk.

Karşılıklı gerginlikler oluştuğunda eleştirilerimizi yaparken karşımızdakinin kişiliğini ve geçmiş ilişkilerini gündeme getirmeden o anki somut duruma ve davranışına işaret etmek ve karşımızdakini belirli kodlar üzerinden değerlendirmeden söyledikleri üzerinden değerlendirmek gerektiğinin altını çizdik.

Mail: Mail grubunu etkin bir biçimde kullanabilmek için yazı dilimizde özenli olmak, dayatmacı, suçlayıcı ve tepeden bir dilden uzak durmak önemli. Böylelikle mail üzerinden politik tartışma sürdürmek ve hatta mail grubu üzerinden bazı kararlar almak mümkün olabilir dedik.

Kuşkusuz SFK olarak ortak işler (eylemler, kampanyalar vb.) yapmamız, SFK’nın var olabilmesi için kaçınılmaz. Ancak bugün geldiğimiz durumun da gösterdiği gibi; farklı alanlarda feminist politika üretmek ve toplantılar düzenlemek (örneğin göçmen kadınlar, kentsel dönüşüme feminist yaklaşım, barış süreci vb.), çalışma grupları kurmak veya böyle gruplarda yer almak isteyebiliriz. Bunun kanallarını açık tutmanın önemli olduğunu ancak SFK’yı da bu farklı alanlara katmak için grubu bilgilendirmenin önemli olduğunu konuştuk.

Kadın Emeği Platformu

Kadın Emeği Platformu 2013 Kasım başında faaliyetlerine başladı. SFK da, yaklaşık 2-2.5 yıl faaliyetlerini sürdüren platformun bileşenlerinden biriydi.

AKP hükümetinin “Kadın İstihdam Paketi” hazırlığı içinde olduğunu açıklamasının ardından emek örgütlerinden, kitle örgütlerinden, kadın örgütlerinden, feminist örgütlerden, siyasi partilerden kadınlar Kadın Emeği Platformunu oluşturdu. Platform mücadele hedefi olarak, “hükümetin ve sermayenin kadınların ücretli, ücretsiz emeğine yönelttiği her türlü saldırıyı deşifre edip ortak politikalar ve eylemler geliştirmeyi hedeflemektedir. Kadınların esnek ve güvencesiz çalıştırılması, çifte sömürünün derinleştirilmesi, kadın emeği ve bedeninin değersizleştirilmesine dönük her türlü uygulamaya karşı mücadele”yi belirledi.

yuruyus-resmi

Kadın İstihdam Paketi’ne karşı kurulan Kadın Emeği Platformu İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya’da kuruldu.

Platform 2 Kasım 2013 Cumartesi günü AKP’nin gündemdeki yasa tasarısını konuşmak için bir forum düzenledi. Kadınların ücretli ve ücretsiz çalışma hallerinin planlanan yeni yasal düzenlemelerden nasıl etkileneceğini ve tartıştı, taleplerini belirledi (2 Kasım KEP forumu sonuç metni)

Kadın Emeği Platformu (KEP), İstanbul Makina Mühendisleri Odası’nda 7 Kasım Perşembe günü bir basın toplantısı ile 2 Kasım forumunun sonuçlarını açıkladı. “AKP’nin kadın istihdamı paketini kabul etmiyoruz, taleplerimizin takipçisiyiz” dedi.

Kadın Emeği Platformu tarafından Kadın İstihdam Paketi adıyla anılan yasa tasarısı çalışmaları ile ilgili broşür hazırlandı. 

Ankara KEP Forumu Sonuç Metni yayınladı.

KEP, çalıştığı evin penceresinden düşerek yaşamını yitiren ev işçisi Rukiye Şimşek için Fındıklı’daki Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul İl Müdürlüğü önünde 19 Kasım 2013 tarihinde açıklama yaptı.

KEP 22 Kasım 2013’te İstanbul Ticaret Odası önünde bir basın açıklamasıyla, AKP’nin “Kadın İstihdamı Paketine” karşı, paketin “müjde” filan değil, bir “hak paketi” değil, kadınları daha da yoksullaştırma ve güvencesizleştirme paketi olduğunu tekrar duyurdu.

TRT-Diyanet, Türk Mühendis Mimarlar Odaları Birliği Gıda Mühendisleri Odası’ndan 21 Kasım 2013 tarihinde yayınlanacak olan ‘Yeni Güne Merhaba” programında “Gıdaların üzerindeki etiket kodları”nı konuşmak üzere gıda mühendisi bir bay talep etti. İzmir KEP, 6 Aralık 2013’te TRT İzmir Bölge Müdürlüğü önünde bu cinsiyetçi talebi protesto etti.
İzmir’de KEP 2 Şubat 2014 tarihinde “Kadın Emeği ve İstihdamı” Atölyesi düzenledi.

Antalya KEP 16 Şubat 2014 günü bir forum düzenledi.

31 Ekim 2014 tarihinde Isparta’nın Yalvaç ilçesi yakınlarında elma toplayan mevsimlik tarım işçilerini taşıyan midibüsün şarampole yuvarlanması sonucu 15 kadın işçi yaşamını yitirdi. KEP, 07 Kasım 2014 tarihinde İstanbul Çalışma ve İŞKUR İl Müdürlüğü önünde bir basın açıklamasıyla yaşanan bu iş cinayetinin sorumlusu Tarım ve Çalışma Bakanları olduğunu duyurdu.

KEP 29 Aralık 2014 tarihinde TMMOB MMO İstanbul Şubesi’nde düzenlediğimiz bir basın toplantısı ile asgari ücrete dair tespit ve taleplerini açıkladı.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, 8 Ocak 2015 tarihinde Ankara Palas’ta, “Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı”nı açıkladı.
KEP, Ailenin ve Dinamik Nüfusun Korunması Yasası’na ilişkin bir broşür hazırladı.

KEP; ‘AKP’nin Aile ve Nüfus Programına İtirazımız var’ demek için 27 Şubat 2015 tarihinde Taksim Tünel’den Galatasaray’a bir yürüyüş düzenledi.

AKP Hükümeti doğum izinleri ve yarım gün çalışma ile ilgili düzenlemeleri TBMM’den geçirdi.  Yasa 29 Ocak 2016 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe kondu.

Başbakanlık kararıyla 13 Nisan 2016 tarihinde konuya ilişkin bir tebliğ Resmi Gazete’de yayınladı.

Kiralık işçiliğin önünü açan ve kadınlar için kısa süreli, geçici ve güvencesiz iş ilişkilere mahkûmiyetin güçlendiren mahkûm Özel İstihdam Bürolarının kurulmasına ilişkin kanun mayıs ayında yasalaştı. Kiralık işçi çalıştırma koşulları ile ilgili yönetmelik Resmi Gazete’nin 12 Ekim 2016 tarihinde yayınlandı.

http://kadinemegiplatformu.blogspot.ae/

Kadın Emeği Platformu

 

Darbe-OHAL-Erkek Şiddetine Karşı Kadınlar Özgürlük ve Demokrasi İçin Sokakta!/13 Ağustos 2016

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu’nun çağrısıyla kadınlar Kadıköy’de buluştu. “Darbeniz, OHAL’iniz, şiddetiniz ve taciziniz, yerin dibine batsın erkekliğiniz!” sloganıyla kadınlar, demokrasi ve özgürlük için bildiri dağıttı

Bildiri metni: 

Darbeniz, OHAL’iniz, şiddetiniz ve taciziniz, yerin dibine batsın erkekliğiniz!

15 Temmuz darbe girişimi ve sonra ilan edilen OHAL sürecinde erkek devlet şiddeti hızla sürdü. Batman’da Amine abisi tarafından işkenceyle, Muğla’da Gizem “kocası” tarafından dövülerek katledildi; Bartın’da Cahide gece yarısı evine giren dört erkeğin saldırısına uğradı, parası gasp edildi. Yozgat’ta bir kadının yaşadığı köyde uzun zamandır toplu ve sistematik tecavüze uğradığı ortaya çıktı. Kolluk güçleri Barış Annelerine cinsel şiddet uyguladı. Erkeklik suçları OHAL gölgesinde de devam etti, ediyor.

15 Temmuz gecesi tankların paletlerinin, F-16’ların işgal ettiği sokaklar ve gökyüzü ‘Geceleri de meydanları da sokakları da terk etmiyoruz’ diye arşınladığımız alanlardı bizim. O sokaklar kanla, militarizmle, erkeklikle kuşatıldı. Darbecilere “erkek gibi davranın” diyen komutan da yeniden ve yeniden erkekliği kutsuyordu, “bireysel olarak silahlanın” diyen cumhurbaşkanı danışmanları da… Linç görüntüleri, cinsiyetçi küfürler, “idam isteriz” sloganları ile karşısındakini yok etmek üzerine kurulu erkek şiddeti her yerdeydi.

Biz sadece bunlar erkek şiddetini, kadın cinayetlerini daha da arttıracak diye düşünürken kıyafetinden dolayı ve bayrak sallamıyor diye saldırıya uğrayan kadınları, darbecilerin “karılarını” ganimetten sayan spor kulübü başkanlarını, darbe girişimi nedeniyle gözaltına alınan bir askerin 10 aylık bebeğine tecavüz tehdidi yönelten polisleri izledik. Ardından OHAL geldi. Erkek şiddetinin ve baskının egemen olduğu her durumda olduğu gibi, tecavüz ve işkencenin bir cezalandırma yöntemi olarak kullanıldığına tanık olduk, oluyoruz. Yapılan af tartışmalarının ardından, kadın katillerinin, tecavüzcülerin salıverilmesine olanak yaratılacağını görüyoruz.

Yıllardır mücadele ettiğimiz kadın düşmanı uygulamaların da pusuda olduğunun farkındayız. Daha önce infaz kanununa “tıbbi tedavi” ibaresiyle üstü kapalı olarak eklenen, kamuoyu tarafından ise hadım olarak adlandırılan bir yönetmelik OHAL döneminde hızla yürürlüğe girdi. Oysa tecavüz ve cinsel şiddet suçlarında toplumsal koşulları yok sayan, erkek egemenliğiyle mücadeleyi esas almayan bu tarz bir yöntem çözüm değildir, tecavüzü ve cinsel saldırıyı önlemez. Bu aynı zamanda insan haklarına aykırı bir uygulama. Son olarak boşanma komisyonu ile gündeme getirilen, kadınlar için boşanmayı zorlaştıran yasa önerileri, arabuluculuk, tecavüzcüyle evlendirme, müftüye resmi nikâh yetkisi verilmesi ve var olan haklarımızın gasp edilmesi gibi uygulamaların hayata geçirilmesine izin vermeyeceğiz. Artık yeter!

Erkeklikle silahlanmış iktidar savaşı en çıplak hali ile televizyonlarımızı, sokaklarımızı, meydanlarımızı, kulaklarımızı doldurdu! Oysa darbenin ardından meydanları ve yıllardır sokakları demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet için dolduran birçok kadın var. Erkekler ne kadar bu alanları elimizden almaya çalışsalar ya da bizi istedikleri zaman sokaklarda öne sürüp istedikleri zaman evlere hapsedeceklerini sansalar da, biz kadınlar erkek şiddetine ve onların üzerimizden yürüttüğü iktidar savaşlarına karşı mücadele etmeye devam edeceğiz! Kadın dayanışmasından aldığımız güçle hayatta kalmaya kararlıyız! Sokakları terk etmiyoruz!

13 Ağustos 2016

 

Barış İçin Kadın Girişimi

Barış İçin Kadın Girişimi (BİKG) 2009 yılında oluşturuldu. BİKG kadınların barış ve hakikat hakkı için, adaletin peşini bırakmadan adil bir barış için ve karşılıklı güvenin mümkün olduğu bir müzakere süreci için mücadeleyi sürdürüyor.

twitter  @barisicinkadin

Barış İçin Kadın Girişimi nasıl oluşturuldu?

Bizler barış için buluşan, barış için mücadele eden kadınlarız.

Bu ülkede yaşayan ve aynı şiddetten etkilenen, farklı politik ve sosyal çevrelerden, farklı kimliklerden, farklı inançlardan, farklı cinsel yönelimlerden kadınlar olarak yıllardır savaşa ve erkek egemen şiddete karşı mücadele ediyoruz. Savaşın kadınlar için ne anlama geldiğini biliyoruz.

Doksanlardan itibaren çeşitli zamanlarda kadın barış gruplarında bir araya geldik. Barış için Kadın Girişimi hep birlikte erkek egemenliğine ve savaşa karşı sürdürdüğümüz mücadelenin sonucu olarak 2009 yılının Mayıs ayında kuruldu. O günden beri barış talebini bütün ülkede yükseltmek ve barışın yolunu açmak için sokakları, evleri, okulları, işyerlerini barış noktaları haline getirmeye çalışıyoruz.

2009 nisanında kadına yönelik şiddete ve savaşa karşı  birlikte mücadele verdiğimiz arkadaşlarımız neden gösterilmeden gözaltına alındı. Barış için Kadın Girişimi bu tutuklamaların hem savaşa hem de erkek egemenliğine karşı mücadelemizi engellemenin bir yolu olduğu düşüncesiyle kuruldu. Kadınlara yönelik bu saldırıların amacı, kadınları sokaklardan ve politik alanlarından sürmekti. O günden bugüne halka halka büyümek, barış mücadelesinde Türkiyeli tüm kadınlar olarak birbirimize ulaşmak, sesimizi çoğaltmak için yolumuza devam ediyoruz. Barış koşullarının da, barışın da ancak “kadın sözünün” etkin olmasıyla mümkün olabileceğine inanıyor, bunun için mücadelemizi sürdürüyoruz.

Öldürmeye Değil Yaşatmaya Bütçe İstiyoruz

Dünyadaki değerlerin üçte ikisini biz yarattığımız halde, dünyayı ve bütün canlıların yaşamının yok eden ve zehirleyen savaşa karşı fikri sorulmayanlarız. Savaşların göç, yoksulluk, şiddet, tecavüz, ayrımcılık gibi sonuçlarını en fazla biz kadınlar yaşıyoruz.

Kadınların dışlandığı politikalarla, kadınların dışlandığı yönetimlerce alınan kararlar sonucunda kadınların eğitimine, sağlığına, güven içinde yaşamasına, kendini geliştirmesine, yeryüzünün korunmasına ayrılacak paylar savaşa, askeri operasyonlara, ölüme, bombaya, mayına harcanıyor.

Kadınlar koca ya da baba şiddetinden kurtulabilecekleri sığınma evlerinden, para kazanma ve hayatlarını sürdürme olanaklarından yoksun bırakılıp, fuhuşa, sokakta yaşamaya, şiddet gördükleri evlerine geri dönmeye ve ölüme terk edilirken, ülke bütçesi ise savaşa harcanıyor. Kadınların kazanılmış sosyal hakları ellerinden alınıyor. Anadilde eğitim hakkı olmaması bir yandan kadınların eğitiminin önünde engel teşkil ederken, diğer yandan kadınları kamusal hayatın dışında bırakıyor. Göçlerle sürüklendikleri yeni dünyalarda daha da yalnızlaşmalarına, erkeklere mahkûm olmalarına yol açıyor.

Savaş göç, köylerin boşaltılması, ormanların yakılması ve canlı hayatın yok edilmesi, yaşanan toprakların terk edilmek zorunda kalınması demek. Zengin ülkelerin yoksulları, yoksul ülkelerin en yoksulları olan biz kadınlar göçler sonunda daha da yoksullaşıyoruz, hayatın iyice kıyısına itiliyoruz.

Savaş Erkek Cinselliğini Silaha Dönüştürüyor

Savaş, ülkeyle, vatanla bayrakla özdeşleştirilen kadın bedenlerinin yağmalanması demek. Savaş kadınların gündelik hayatlarında da saldırının, tecavüzün, dayağın, kapatılmanın, bir kez daha meşrulaşmasının yolunun açılması demek.

Kadın bedeniyle özdeşleşen toprağın istilası, ele geçirilmesi, erkek cinselliğini savaş aracına dönüştürüyor. Savaş erkek cinselliğini silaha dönüştürüyor.

Savaş ve askerileşme, kadınları da daha çok doğurmaya, ev ve aile içinde kalmaya, hayatla ilgili taleplerinden vazgeçmeye, yöneltiyor, zorluyor. Kadınların anneliği hayatta sahip olabileceği tek özellik olarak benimsemeye yol açıyor.

Her türlü ev içi emeğin, yoksulluğun yükü iyice biz kadınların sırtına biniyor. Savaş, milliyetçilik ve ırkçılığı yükseltiyor, insanları birbirine düşman ediyor, komşuların birbirinin katiline dönüşmesi tehlikesi yaratıyor.

Savaşta da barışta da şiddet günlük yaşamımızın ayrılmaz bir parçası. Evde koca ya da baba şiddetine, sokakta hak aradığımızda devlet şiddetine, gözaltına alındığımızda cinsel saldırılara, tacize ve tecavüze maruz kalıyoruz. Erkek egemen sisteme ve savaşa karşı seslerimiz bastırılmak isteniyor, politik mücadele alanımıza müdahale ediliyor. Savaş kadınların ayrımcılığa, görünmez kılınmaya, erkek egemenliğine karşı mücadelesini zorlaştırıyor, zayıflatıyor.

Savaş, yaşadığımız toprakları erkeklerden ve silahlardan ibaret kocaman bir kışlaya çeviriyor. Eril dil ve erkek şiddet sokağa egemen oluyor. Savaş “erkeklik” anlamına geldiği için erkekliği zedelediği, aileye karşı olduğu düşünülen her türlü varoluş biçimi her zamankinden daha fazla bastırılmaya, yok edilmeye çalışılıyor. Savaş esnasında, zaten var olan LGBT bireylere yönelik düşmanlık ve şiddet de artıyor.

Bizler kadınlara karşı savaşın silahlı/silahsız, ordulu/ordusuz olarak bütün şiddetiyle sürmekte olduğunu düşünüyoruz. Günlük hayatta sevgi, şefkat, annelik, evlilik bağlarını içine alan düşünce ve inanışlar bu şiddetin üstünü örtüyor. Çatışma alanlarında kadınlara yönelen şiddet, barışta meşru addedilen bu şiddet sayesinde mümkün olabiliyor.

Bizler savaş ve savaştan rant ve çıkar sağlayanların bizleri inandırmak istediği gibi ‘Kürt sorununun’ çözümsüz olduğunu düşünmüyoruz. Kimsenin düşüncelerinden, inançlarından, kimliğinden, cinsel yöneliminden dolayı ayrımcılığa ve şiddete maruz kalmayacağı, barış içinde bir yaşam mümkün. Barışın bize hediye edilmeyeceğini, bunun için mücadele etmemiz gerektiğini biliyoruz. Barış için ısrar ediyoruz. Biz kadınlar yeryüzünün bütün canlıları için yaşanabilir bir dünya istiyoruz.

Kadınlar olmadan barış olmaz.

Barış İçin Kadın Girişimi

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu 2014 Temmuz ayında kadın cinayetlerine karşı acil önlem alınması talebiyle oluşturuldu. Platform, erkek şiddetine ve erkek şiddetini güçlendiren politikalara karşı faaliyetlerini sürdürdü.

facebook.@cinayetlerekarsiacilonlem

twitter: @Katliam_Var
Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu Tarihçesi

2014
10 Temmuz – İstanbul Cağaloğlu’nda ASPB İL Müdürlüğü baskını

Eylem videosu
17 Temmuz – İllerde eş zamanlı eylem için basın toplantısı, Cezayir salonu
20 Temmuz – 15 ilde eşzamanlı eylem/ Her yerde kadın cinayeti, Meclis olağanüstü toplansın!
17 Ağustos – Beşiktaş’ta parkta kadın cinayetleri konulu forum
24 Ağustos- Hanime Aslan duruşmasına çağrı, Çağlayan Adliyesi
28 Ağustos – Hasret Kara’yı 43 yerinden öldüresiye tornavidalayan Yakup Kara’nın serbest bırakılmasını protesto eylemi-Kartal Anadolu Adliyesi

4 Eylül – Sefaköy’de Show TV stüdyo binası önünde Seda Sayan protestosu, suç duyurusu
16 Eylül – Dicle’nin duruşmasına çağrı, Bakırköy Adliyesi
21 Eylül – Jesca eylemi, Kurtuluş/ Kâğıtsız göçmen kadınlar erkek şiddetinin hedefi oluyor…
26 Eylül – Ebru Torun duruşmasına çağrı, Kartal Anadolu Adliyesi
17 Ekim – Sena’nın duruşmasına çağrı, Bakırköy Adliyesi
23 Kasım – Kadıköy iskelede eylem/ Her yerde kadın cinayeti, Meclis olağanüstü toplansın!
25 Kasım – Kadın vekillere mor eşarp ve mektup gönderme
26 Kasım – Hanime Aslan duruşmasına çağrı, Çağlayan Adliyesi
4 Aralık- Dicle’nin duruşmasına çağrı, Bakırköy Adliyesi
6 Aralık- Yazılı açıklama/ Fıtrat gölgesinde erkek şiddeti önlenemez!
15 Aralık- İstanbul Sözleşmesi Türkiye İzleme Platformu tarafından hazırlanan Grevio adaylarıyla ilgili dilekçeyi ASPB’ye gönderdik
18 Aralık- Dicle’nin davasında karar: Hasan Yıldırım’a önce müebbet hapis verildi, ceza iyi hal indirimiyle 8 yıl 4 aya düşürüldü

2015
11 Ocak – Erkek şiddetine karşı güçlenme deneyimlerimiz konulu atölye
31 Ocak – Kadıköy eylemi/ Hayatımızdan ve geleceğimizden elinizi çekin!
4 Şubat – TBMM Kadına yönelik şiddeti araştırma komisyonuna kadın örgütlerinin hazırlayıp yolladığı metne imzacı olduk
14 Şubat – Kadıköy’de Özgecan eylemi

12 Mart – Sena’nın 3. duruşması
13 Mart – Hanime Aslan duruşmasına çağrı, Çağlayan Adliyesi. Karar çıktı. Katil oğul Dursun iki kez ağırlaştırılmış müebbet alırken, koca Hızır azmettirici olarak 20 yıl ceza aldı.
22 Şubat – Taksim’de eylem/ Güldünya, Ayşe, Özgecan… Kadınların isyanı büyüyor!
29 Mart- Taksim’de eylem/ Kadın katillerine indirim, Nevinlere müebbet!
27 Nisan – Sena’nın 4. duruşması, Bakırköy Adliyesi
4 Haziran – Ebru Torun davasında karar: Servet Bilik müebbet hapis cezası aldı
19 Haziran – Sena’nın davasında karar: Osman Şengül 9 yıl hapis cezası aldı
5 Temmuz – Kadıköy eylemi/ Kadın katliamı sürüyor! Susmuyoruz, yılmıyoruz, dayanışmayla hayatlarımızı savunuyoruz!
13 Aralık – Forum: Kadın Cinayetlerinin Önlenmesinde Ceza ve Toplumsal Müdahilliği Tartışıyoruz!/
Kadın cinayetlerinde ceza ve yasal süreç
Şiddeti izleme, müdahil ol! Peki nasıl? Aile ve toplum bunun neresinde?
2016
17 Ocak – Kadıköy Yeldeğirmeni’nde sokak isimleri öldürülen ya da öldürmek zorunda kalan, hatta devlet şiddetiyle öldürülen kadın isimleriyle değiştirildi.
12 Nisan – 24 Ocak tarihinde üniversiteli bir arkadaşımıza Bağdat caddesinde cinsel saldırıda bulunan Cengiz Ay’ın yargılandığı davaya çağrı, Kartal Anadolu Adliyesi
6 Mayıs – Bağdat caddesinde cinsel saldırı davası 2.duruşmasına çağrı, Kartal Anadolu Adliyesi
Karar: Cengiz Ay cinsel saldırı suçundan 45 yıl hapis cezasına çarptırıldı

22 Mayıs – ‘TBMM Boşanma Komisyonu haklarımızı gasp etmek için işbaşında!
Sessiz kalmıyoruz!’ eylemi Kadıköy

4 Haziran –“Boşanmak yok, Doğum kontrolü ihanet.” diyenlere inat KADINLAR SOKAKTA’ eylemi Taksim
18 Haziran – ‘#Hayatımız Bizim, boşanma komisyonu raporunu tanımıyoruz!’ Eşzamanlı eylem

13 Haziran – Darbeniz, OHAL’iniz, şiddetiniz, taciziniz, yerin dibine batsın erkekliğiniz!
Kadınlar özgürlük ve demokrasi için sokakta!

 

Hayatımız Bizim/18 Haziran 2016

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu, 17 Hazıran 2016 tarihinde birçok ilde eşzamanlı olarak Meclis Boşanma Komisyonu’nun raporunu protesto etmek için eylem yaptı.

İstanbul Beşiktaş’ta yapılan eylemde yalanlar ve gerçekler açıklandı:

1) Yalan (devlet): Ülkemiz büyük tehdit altında! Toplumumuz çözülüyor, aileler dağılıyor. Yuvayı yapması gereken dişi kuş, ‘okuyacağım’ diye, ‘çalışacağım’ diye, ‘kendi ayaklarım üzerinde duracağım’ diye yuvayı yıkmayı tercih ediyor! Aile kutsaldır, önlenemez şekilde artan boşanma hızına hep birlikte bir dur demenin zamanıdır!

Gerçek (kadınlar): Aslında boşanma yalnızca %1,7 arttı. Ve evlenenlerin sayısı da daha fazla. Aslında boşanmaların çoğu 16 yıllık evliliklerde yaşanıyor. Yani aslında ancak bunca yıl sonra kadınların canına tak edip ayrılabiliyorlar. Boşanan kadınların %74’ü kocasından şiddet görüyor mesela. Türkiye’de kadınların güvenliği açısından esas sorun boşanma değil, her gün kocası ya da eski kocası tarafından 3-5 kadının öldürülmesi değil mi? Bir kadının 15-20 yıl boyunca her gün şiddet görerek yaşamak zorunda bırakılması değil mi? Ya ölmemek için bazen öldürmek zorunda kalmamız, bize yönelen bıçağı kapıp kendimizi savunduğumuz için ömrümüzü hapiste çürütmemiz? Sadece %14’ünü kadınların oluşturduğu “meclisimiz” onca dert varken kafayı boşanmamıza, şiddetten, baskıdan kurtulmayı seçebilmemize mi takmış?! Buna karşı biz kadınlar susmuyoruz, sesimizi yükseltiyoruz!

2) Yalan (devlet): Aileler yıkılmasın diye danışmanlık hizmeti vermemiz gerek… Hem 1 de yetmez 3 kere: Evlilik sırasında, boşanmadan önce, boşanma sırasında. Yeter ki kadınlarımız güvende olsun, erkeklerimiz mağdur olmasın, çocuklarımızın aileleri dağılmasın. 81 ile aile danışmanlığı merkezi lazım! Aile danışmanlığı için özel hat şart! Böylece hep birlikte esenlik ve huzur içinde yaşayıp, hayırlı nesiller yetiştireceğiz!

Gerçek (kadınlar): Oh ne âlâ! Biz öldürülüyoruz. Hatta ölmemek için öldürmek zorunda kalıyoruz, siz ne diyorsunuz! Her gün kadınların öldürüldüğü bu ülkede, nüfusun yarısını oluşturan biz kadınlar için sığınak sayısı yetersiz, haberiniz var mı? Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeler gereğince 10 bini aşkın nüfuslu yerleşim yerlerine en az bir kadın sığınağı, 50 bini aşkın nüfuslu yerleşim yerlerinde en az bir kadın danışma merkezi ve her 20 bin kadın için bir tecavüz kriz merkezi bulunmalı. Peki, var mı? Nerdee… Nüfusu 100 bini aşkın çeşitli illerde bile yok. Ama “devletimiz” o paraları aile danışmanlığı merkezi kurmak için harcasın öyle mi? Kadınların şiddet gördükleri için arayabilecekleri, yalnızca bu iş için ayrılmış bir acil telefon hattı bile yokken aile danışmanlığı hattı açılsın öyle mi? Kadınların can güvenliği yokmuş, ne önemi var – öyle mi? Kadın cinayetleri, kadınlara çocuklara cinsel istismar en çok da sizin ‘huzurlu’ dediğiniz o yuvalarda, evlerde oluyor, çünkü belli ki sizin huzurunuz bizim susmamıza bağlı!

3) Yalan (devlet): Kadını korumak, aileyi korumak demektir! Kadınların iyiliği için, şiddete maruz kalmamaları için efendim, boşanmayı engelleyeceğiz. Boşanma olmadığında huzur vardır; huzurlu ailede kavga, dövüş olmaz. Siz bayan arkadaşlarımızı tenzih ederek söylüyorum, bazıları devletimizin kadına yönelik şiddetle mücadele için aldığı önlemleri kötüye kullanıyorlar. Erkeklere haksızlık ediyorlar, iftira atıyorlar. Bizim gücümüzü kullanarak onları evlerinden uzaklaştırıyorlar, erkeklerin kendi mülklerini satmalarını bile engelliyorlar!

Gerçek (kadınlar): Kadınlar için en iyisini ‘nafaka mağduru erkeklerden, ‘mağdur boşanmış babalar’ platformundan, dinlemiş olan ey komisyon! Bizi dinlemeden bizim adımıza karar vermek de neymiş! Sizin gözünüzde çeyrek de, yarım da, tam da olsak, kendimiz için en iyisini biz biliriz. İyi biliriz. Yeter ki bizi parayla, çocuğumuzla, canımızla tehdit eden, baskı uygulayan erkekler yakamızdan düşsün. Yeter ki devlet onları kollamayı bıraksın. Boşanmaya karar verdiğimiz zaman bizi “kocandır, döver de sever de” diye ikna edecek aile danışmanı değil, erkeklerin bizi öldürmesini engelleyecek mekanizmalar sağlasın. Biz yıllardır mücadele ediyoruz. Şiddetten korunmak adına yasada var olan önleyici ve koruyucu tedbirler bizim kazanımlarımız, bizim haklarımız. Biz bunları etkili bir şekilde uygulatmak için uğraşırken siz bir de bu hakları gasp etmeye çalışıyorsunuz! Şiddetten kurtulmak, kendimizi ve bazen çocuklarımızı korumak için erkekleri evden uzaklaştırmak adına aldığımız tedbir kararlarını delile bağlayarak bizi öldürtmek mi istiyorsunuz? Sizin için yeterli delil nedir mesela? İlla bıçaklanmamız, vurulmamız mı gerek? Bu arada, erkeklerin o satmaya çalıştıkları, kira kontratını bitirmeye çalıştıkları evler bizim evimiz. Tapu, kontrat kimin üstüne olursa olsun! O evin bütün kahrını çektikten sonra bir de boşanmak isteyince, şiddetten kurtulmak isteyince sırf erkekler istedi diye sokakta mı kalalım?! Siz delil delil diyorsunuz ya, bu şarkı da bizden size gelsin! Ki daha uygun.

4) Yalan (devlet): Siz değerli hanımların da iyi anlayacağı üzere, bazı kadınlar nafakayı geçim kapısı olarak görüyor. Bir ömür boyu yatıyorlar. İşte bu, erkeğe şiddettir, onun hakkını yemektir! Hâlbuki eşitlik bizim için çok önemli. Bayanlar ve erkekler arasında böyle ayrım yapılması hiç doğru değil. Bu mağduriyetin önüne geçmeliyiz. Kadınlarımıza istihdam kursları açıyoruz. Aynı Avrupa ülkerinde olduğu gibi nafaka almak yerine kendilerini eğitsinler, meslek edinsinler istiyoruz.

Gerçek (kadınlar): Hani kadın erkek eşitliği fıtrata tersti? Birden nafakaya gelince mi eşit olduk? Hem 5 çocuk doğur, hem sakın ev işini aksatma, hem evdeki kocaya, çocuğa, yaşlıya, hastaya bak hem de bir yandan boşanınca nafakaya ihtiyacın olmasın – çünkü eşitsin! Almanya’da erkeklerin ücretli ebeveyn izni var mesela – hem de sadece üç gün değil, çünkü çocuk bakmak ortak sorumluluk, haberiniz var mı? Yalnızca nafaka konusundaki düzenlemeyi örnek alırken diğer sayfalara hiç mi göz atmadınız? Zaten bizim ömrümüzden yediklerinizle yükseldiniz, sonra da bize istihdam diye diye ancak takı kursu açıyorsunuz. Hem “annelik görevimizi” aksatmayacağız, hem takı tasarlayıp 5 çocuğa bakarken sizden hiçbir hakkımızı alamayacağız. İstediğiniz gibi kadın olabilmek için esnek çalışacağız, ne güvencemiz ne emeklilik hakkımız olacak. Üstüne üstelik nafaka deyince mağdur olan yine siz! Ama biz mağdur olduğumuza, ‘kusurlu’ olmadığımıza dair size uygun delil sunmalıyız. Verecek olanın gelirine göre hesaplanan nafaka zaten çoğumuz için geçinmeye bile yetmiyor. Yasal olarak vermesi gerektiği halde vermeyenleri saymıyoruz bile! Bu nafakayı almak için işe girmeyiz, kendi ayaklarımız üzerinde durmaya çalışmayız mı sandınız? Kim inanır buna?

5) Yalan (devlet): Eşcinsellik hastalıktır. Toplumsal çöküntüdür. Ahlaki yozlaşmadır. Kimse alternatif harflerle yeni cinsiyetler türetemez!

Gerçek (kadınlar): Dünya Sağlık Örgütü’nün Uluslararası Hastalık Sınıflandırmasının 10, 10-CM, 10-CA, 11 versiyonlarında arandı, arandı, ama aradığınız kriterlere uygun kayıt bulunamadı. Yani yanlış biliyorsunuz. Hastalık arıyorsanız, mesela ebola hastalık. Sıtma, verem, ishal, kızamık… Mesela diyabet, obezite bunlar da hastalık. Bizim hayatlarımızı, cinselliğimizi nasıl yaşayacağımız ise size rağmen bir hastalık kategorisinde yer almıyor. Onca katliamla, tacizle, tecavüzle, çocuklara cinsel istismarla çökmeyen ahlâkınız, bize gelince çöküyorsa herhalde doğru yaptığımız bir şeyler var. Ayrımcılığı ve nefret cinayetlerini engellemekle yükümlüyken bunları körüklemekten, meşrulaştırmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz.

6) Yalan (devlet): Biz de tabii ki şiddete, tecavüze karşıyız – yanlış anlaşılma olmasın. Tecavüz, şiddet sapkınlıktır. Bunları yapan erkekler hasta ve rehabilite edilmeleri gerekiyor.

Gerçek (kadınlar): Tutturmuşsunuz bir hastalık… Boşanan kadınların %74’ü kocalarından şiddet görüyor. Bu erkeklerin tamamı mı ‘hasta’? Eğer hepsi birden ‘hastaysa’, erkek şiddeti ‘hastalık’ değil ‘normal’dir. Sorun olan da normal olmasıdır. Eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ’dan, Melih Gökçek’e, TBMM İnsan Hakları Komisyonu başkanına çeşitli erkeklerin ‘tecavüze uğrayan kadın doğursun’ diyebilmesidir mesela. Ensar Vakfı’nda sistematik cinsel istismar için ‘bir kereden bir şey olmaz’ diyebilen birisinin bakan olmasıdır. Aile Bakanı olmasına şaşırmamak lazım tabii. Yıllardır mücadele ettiğimiz toplumsal bir sorunu bireylerin ‘sapkınlıklarına’, ‘hastalıklarına’ indirgemeye çalışıyorsunuz. Erkek şiddetinin rehabilitasyonla değil zihniyetin değişmesiyle çözüme yaklaşacak bir mesele olduğunu göz ardı ediyorsunuz. Siz konuşmayı bırakmadıkça bu şiddet ‘normal’ olmaya, toplumsal bir gerçeklik olmaya devam edecek. Biz bu nedenle kendi hayatlarımıza sahip çıkıyoruz, her gün ve her şekilde çıkmaya da devam edeceğiz!

“Boşanmak Yok, Doğum Kontrolü İhanet…”miş!/4Haziran 2016

“Boşanmak yok, Doğum kontrolü ihanet…”miş!

Bugün burada dağıttımız, bu elinizde bulundurduğunuz prezervatif “ihanet” değil. Ayıp da değil. Günah da değil.

Bu prezervatif eczanelerde bulunur, süpermarketlerde genelde kasaların önündeki raflarda bulunur. Ama aynı zamanda devlet tarafından ücretsiz dağıtılır. Yalnızca bu mu? Kadınlara spiral ve doğum kontrol hapına da ücretsiz ulaşılır, hakkında bilgi verilir.

Yani “ihanet” diyenlere inanmayın (cumhurbaşkanı olsalar bile) yanlış biliyorlar. Doğrusunu biz kadınlar biliyoruz; çok iyi biliyoruz hem de. Çünkü bu bizim bedenlerimizle, bizim hayatımızla ilgili.

Herkesin ücretsiz bir şekilde doğum kontrol yöntemlerine ve bunlarla ilgili bilgiye erişebilmesi gerektiğini biliyoruz mesela. Buna hakkımız olduğunu biliyoruz.

Bakamayacağımız veya istemediğimiz çocukları doğurmanın bizim için de, çocuklar için de iyi olmadığını biliyoruz.

Bu yüzden ne zaman, nasıl, kaç tane çocuk doğuracağımıza, hatta doğurup doğurmayacağımıza karar verebilmek için çeşit çeşit doğum kontrol yöntemlerini bin yıllardır biliyoruz, geliştiriyoruz, kullanıyoruz. Doğum kontrolün ve kürtajın hepimiz için erişilebilir, ücretsiz ve güvenli olması gerektiğini deneyimleyerek öğrenen biz kadınlar bu talebimizden, bu hakkımızdan asla vazgeçmiyoruz.

Hayatımız Bizim!

Hayatımızı kurmak için evlenmek zorunda olmadığımızı da biliyoruz. Baskı veya şiddet içinde yaşamaktansa boşanabileceğimizi, boşanırken haklarımızı alabileceğimizi biliyoruz. Boşanma Komisyonu önerileriyle bunu değiştirmeye çalışıyor. Ama daha iyi, daha eşit, daha adil bir yaşam için mücadele ederken elimizdekileri yitirmeye hiç mi hiç niyetimiz yok!

Kimi zaman şiddet göre göre evli kaldığımız, boşanmak isteyince ölümle tehdit edildiğimiz, hatta öldürüldüğümüz bu ülkede, bizi boşanmaktan vazgeçmeye ikna edecek aile danışmanına mı ihtiyacımız var?! Yoksa daha fazla, daha erişilebilir, daha iyi koşullarda sığınaklara mı? Kadınların cevabı: B!

Boşanma komisyonu raporuna göre bizden beklenen hayat: Kendimiz çocuk dahi olsak evlenelim. Evliliğimiz “başarılı ve sorunsuz” olursa “kocamız” suç bile işlemiş sayılmayacak hem de. Sonra en az 3, mümkünse 5 çocuk yapalım. Şiddet de görsek boşanmayı düşünmeyelim. Zaten “küçük çocuğun var, yuvanı dağıtma, çocuk için dayan” diyen akraba, konu komşudan bol ne var? Biz boşanmak yerine bir tane daha çocuk doğuralım, böylece hep dayanmamız, hiç ayrılmamamız gereksin. Ayrıca olur da bir şekilde boşanırsak (ve hayatta kalırsak) nafaka kısıtlansın, çünkü hem erkeklere haksızlık, hem de bizi işe girmekten vazgeçiriyor. Kendi ayaklarımız üzerinde durmamız için nafaka olmaması şart. Zaten biz o doğurmak zorunda olduğumuz 5 çocuğu büyütürken nasıl oldu da işe girmek için gerekli eğitimi, becerileri, imkanı edinemediysek… Hep kabahatliyiz, hep kusurluyuz. Öyle mi?

Değil. Biz başka bir hayatın mümkün olması için yıllardır mücadele ediyoruz. Hayatlarımıza farklı şekillerde her gün, her an sahip çıkıyoruz. Ve şimdi bize nasıl yaşamamız gerektiğini dikte edenlere, erkeklere, devlete, iktidara, cumhurbaşkanına bir çift sözümüz var: Bu hayat SİZİN değil, BİZİM! Sizin çerçevesini çizdiğiniz o hayatta bize, biz kadınlara yer yok, nefes yok. Biz hayatlarımızdan da, kendimizden de vazgeçmeyi reddediyoruz!

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu eylemi, 4 Haziran 2016/İstiklal Caddesi

prev2 prev1

Dergi: Feminist Politika

Dergilerimizi internet ortamında görüntülemekte sorun yaşıyorsanız, dilediğiniz derginin üzerine sağ tıklayarak (Mac için kntrl+tık), hedef dosyayı bilgisayarınıza kaydetmeyi seçebilirsiniz.

PDF dosyalarını açamıyorsanız, bilgisayarınıza Acrobat Reader yüklemek için tıklayın

Feminist Politika 28

SAYI 28

28.sayı dosyamızda “Kadınlar hayatlarına sahip çıkıyor” dedik. Çilem Doğan’ı, Nevin Yıldırım’ı, Yasemin Çakal’ı basına yansıyan hikâyelerinden tanıyorsunuz: Onlar hayatlarını başka biçimlerde savunma alternatifleri kalmamış, erkek şiddeti karşısında meşru müdafa hakkını kullanan kadınlar. Çilem ve Yasemin ile avukat arkadaşlarımız cezaevinde görüştü; Nevin’in sesini, onun mektuplarından derlediğimiz bir yazıyla yansıtmaya çalıştık. Çeşitli korunma – direnme stratejileri geliştiren, Hasret’in yaptığı gibi boşanan, Deniz gibi trans kadın olmayı seçen, kadın dayanışmasıyla güçlenen daha niceleri var. Dosyamızda birçok tekil hikâyenin yanısıra, büyük resme bakmayı deneyen feminist kadınların yazılarına da yer verdik.
Feminist Politika Sayı 28 İçindekiler

Feminist Politika 27

SAYI 27

27.sayımızın dosyasında kadınların yol hikayelerine kulak verirken, özgür seyahatlerden zorunlu göçlere uzanan yelpazeyi biraz dalgalandırdık. İsteyerek çıkılan keşif yolculuklarının getirdiği heyecanı, özgürlük duygusunu, bazıları sonradan hazza dönüşen kimi acılı zorlanmaları paylaşan yazıları; ufku belirsiz, zorunlu göçlerin kadınları yaşamlarında köklü değişimlere, mücadelelere ve güçlenmeye götürüşünü anlatan yazılarla harmanladık.
Kadınların yol hikayelerinin kadınların kendilerini nasıl değiştirdiğine bakmak istedik.
Gidilemeyen yolculukları, seçilemeyen yolları tarif edebilmenin, hikayeleştirmenin yolculuğun
kendisi kadar besleyici olabildiğini de fark ettik. Yol hikayelerimizin bizi feminizm yolculuğumuz hakkında birlikte düşünmeye davet etmesi, yol göstermesi dileğiyle.
Feminist Politika Sayı 27 İçindekiler

Feminist Politika 26

SAYI 26

26.sayıda dosya konumuz: AKP’nin ‘makbul kadın’ politikaları
12 yıldır “makbul kadın” yaratmaya çalışan AKP politikalarının yarattığı iklimde nefes alamıyoruz. AKP politikalarına karşı duruşu ve onların deşifre edilmesini amaçlayan Feminist Forum’a katılan feminist isimlerin forum konuşmalarını bu sayı dosyamıza taşıdık. “AKP’nin ‘makbul kadın’ politikaları” başlıklı dosyamız bununla sınırlı değil elbet. Aileden Diyanet’e, kadınları muhtaç bireyler olarak gören yardım politikalarından, iş gücü piyasanın kadınlar aleyhine örgütlenmesine kadar geniş bir yelpaze sunan yazıları da bulacaksınız.
Feminist Politika Sayı 26 İçindekiler

Feminist Politika 25

SAYI 25

25. sayıda dosya konumuz: Savaş, militarizm, direniş ve kadınlar…

Savaşın, kadınlara nasıl şiddetin bin bir yüzü olarak döndüğünü hep konuştuk, konuşmaya da devam edeceğiz. Bu şiddet biçimleri tecavüzden başlayarak, fuhuş, yerinden edilme/zorunlu göç, ekonomik şiddet ve çocuklarıyla birlikte aç kalmaya kadar uzanıyor… Öte yandan militarizmin günlük yaşamın bütün hücrelerine sinmiş olduğu bir ülkede nasıl ‘sağduyu’nun, sıradan aklın bir parçası haline geldiğini tekrar tekrar gözler önüne sermeye ihtiyacımız var. Bu dosyada bir yandan bunları yapmaya çalışıyoruz. Bunların ötesinde, çatışma dönemlerinde kadınların direniş biçimlerinin taşıdığı çeşitlilik, örneğin anneliğin bu amaçla nasıl mobilize edilebildiği de, savaş ve çatışma dönemlerine dair kadın hakikatlerinin özgünlüğü de, gerek başka ülkelerde gerekse bu ülkede yaşanan deneyimlerde aşikâr.  Dosyamızda bunların yanı sıra, daha tartışmalı bir alana da adım atıyoruz: Kadınların direnişinin şiddetle, silahla ilişkisine yer verdik.
Feminist Politika Sayı 25 İçindekiler

Feminist Politika 24

SAYI 24

24.sayıda dosya konumuz yeni muhafazakar politikalarla sermayenin ihtiyaçlarına göre hızla yeniden şekillenerek kadınlara dar edilen kentsel mekanlar; kısaca söylersek Aile- AVM –AKP kıskacında kadın. Yaşanılan dönüşümler ile var olan eşitsizlikler bir kat daha artarken, kadınlar kamusal alanlarda ayrış- tırılırken, AVM’ler dışında kadınların var olabilecekleri kamusal alanlar birer birer erirken elbette ki feministlerin de bu dönüşümlere dair bir sözü var. İçinde yaşadığımız kentleri kendi ihtiyaçlarımıza göre şekillendirme hakkı- mızı talep ediyoruz, kadınlar vardır diyoruz. Dosyamızda üniversitelerde okumak için farklı kentlere giden genç kadınların deneyimlerinden, LGBTİ bireylerin ve örgütlerinin kentte yer bulabilme mücadelelerine; kadınların yaşamını kolaylaştıracak kentsel planlama örneklerinden kadınlar plajı meselesine; kadınların vatandaşlık mücadelelerinden Kadifekale’deki genç kadınların kent deneyimlerine kadar geniş bir yelpazede tartışmalarımızı çeşitlendirdik
Feminist Politika Sayı 24 İçindekiler

Feminist Politika 23

SAYI 23

23. sayı “Kadın Cinayetlerine İsyandayız!” kampanyasının başlaması ile birçok şehirden feminist kadınların enerjisini de içine katarak hazırlandı. Kadınları aileye, evliliğe hapsetmeye çalışan ve şiddete iten politikalar, hayata dair kendi tercihlerini gerçekleştirmeye, boşanmaya çalışan kadınları korumuyor. Yargı desteğiyle, kadınların canlarına kast eden erkekler cezasızlıkla ödüllendiriliyor. Devletin sessizliğini protesto etmek üzere kadın örgütleri İstanbul Aile İl Müdürlüğünde bir eylem gerçekleştirerek; hazırladıkları bildiriyi burada okudular ve pankartlarını binanın her yanına asarak kampanyanın açılışını yaptılar. Kadın Cinayetlerine İsyandayız Kampanyası bir yandan kadınların hayatlarının artık sistematik bir halde erkekler tarafından ellerinden alındığına dikkat çekerken, diğer yandan dayanışmaya çağırıyor ve kadınları güçlendirmeyi hedefliyor. Kadın Cinayetleri aynı zamanda bu sayıda mini dosya konusu olarak kampanyadan dava süreçlerine, öz savunma yollarından trans ve lezbiyen LGBT cinayetlerine farklı konu başlıkları altında ele alınıyor. Bu dosyada kampanya hakkında bir yazıyı da bulabilirsiniz.
Feminist Politika Sayı 23 İçindekiler

 Feminist Politika 22

SAYI 22

Toplu taşıma araçlarındaki erkek işgaline karşı farkındalık yaratmayı amaçlayan feminist kampanya,
dergimizi yayına hazırladığımız sırada, hem sosyal medyanın hem de ana akım medyanın gündemine düştü ve büyük yankı buldu. Metrobüs, otobüs, metro duraklarına sticker yapıştırma eylemi, twitter’da #yerimiişgaletme ve #bacaklarınıtopla hashtag’i ile sürüyor. Bacaklarını V şeklinde açarak oturmayı ve kadınları bu yolla taciz etmeyi alışkanlık haline getiren erkeklere yaptığımız uyarının kadınlar tarafından bu denli sahiplenilmesi, bunun yaygın bir taciz olduğunun da göstergesi. Feminist Politika’nın 22. sayısında iki ayrı dosya hazırladık. “Patriyarka: Muhafazakârlığın sağ kolu” başlıklı ana dosyamızda, dünyada ve Türkiye’de gelişen ve son otuz yıla damgasını vurmuş olan muhafazakâr söylem ve pratikleri feminist bir perspektifle irdeledik. Mini dosyamız ise, “Göçmenliğin kadın hali” başlığını
taşıyor ve göçmen kadınların maruz kaldığı sömürü ve şiddeti gözler önüne sermeyi amaçlıyor. Bugüne dek pek az üzerinde durulmuş, erkek yetkililerin perde arkasında tutmayı başarmış olduğu bu can yakıcı olguyu gündemleştirmek için bu dosya bir başlangıç.
Feminist Politika Sayı 22 İçindekiler

 

SAYI 21

AKP-Cemaat kavgasının her gün yeni bir atakla sürdüğü, Türkiye gündeminin çalkantılı sular misali hepimizi salladığı ve kendi politik hattımızı güçlendirip büyütmenin önemini bizlere tekrar tekrar hatırlattığı bugünlerde, yeni sayımızı hazırladık. Bu sayıyı, kadınların hep gündeminde olan ancak AKP süreciyle birlikte daha da öne çıkan bir konuyu,  muhafazakârlığı tartışmaya başlamak amacıyla, Ayşe Toksöz ve Özlem Barın imzalı bir muhafazakârlık yazısıyla açmak istedik. Söz konusu tartışmayı, bir sonraki sayımızda dosya konusu olarak sürdürmeyi ve genişletmeyi hedefliyoruz.

21. sayımızın dosya konusu ise, feminist politikaya içkin bir soru etrafında örüldü: Farklılıklarımızla nasıl dayanışacağız? Bu soruya yanıt ararken, farklılıklarımızla bir arada durabilmenin yollarına, zorluklarına, güzelliklerine ve deneyimlerine daha yakından bakabilmeyi umuyoruz.
Feminist Politika Sayı 21 İçindekiler

 

SAYI 20

Mutluluğun formülünün, bir kadın, bir erkek ve şarkının devamında söylendiği gibi bir de bebek olmadığını fark edeli neyse ki uzun zaman oldu. Feministler olarak, bize dayatıldığını sürekli söylediğimiz aile kurumunun altını oymak ve onun bir parçası olan imzasız ama kurumlaşmış heteroseksüel ilişkilere alternatif ilişki biçimlerini aramak, sormak, yaşamak politikamızın önemli bir parçası olmalı herhalde. 20. sayıda özellikle; erkeklerle ilişki kuran kadınların, kendilerini ahtapot misali saran, nefes aldırmayan tek eşli hallerini, bu hallerin onlara kattıklarını ve onlardan aldıklarını, aldatmayı, aldanmayı sorguladık. Kıskançlık, sadakat ve biricik olma kaygılarımızın bizi cinselliği tek insanla yaşama zorunluluğuna mahkûm etmesinin uzun vadede yaşattığı sorunları görmeye çalıştık. “Geleneksel ilişki normlarının dışına çıkmanın ufkunu nasıl geliştirebileceğimiz” sorusunu sormak, bu sayıdaki dosyamızın temel kaygısı. Diğer yandan, tek eşlilik – çok eşlilik, “kadınlar ve erkekler için geçerli toplumsal koşullar göz önünde bulundurulduğunda aynı mı yaşanır?” sorusu kritikliğini koruyor. Bu dosyayı tartışırken, cinsel özgürlük söyleminin, kadınlar söz konusu olduğunda ve erkeklerle eşitsiz ilişkiler içindeyken eşit şekilde ele alınamayacağını da söyledik.
Feminist Politika Sayı 20 İçindekiler

 

SAYI 19

2013 yazı çok sıcak, çok hareketli başladı. Bu sayımızı yepyeni bir coşku ve telaş içerisinde, Gezi direnişi dahilindeki eylemler, forumlar arasında tamamladık. Dergi hazırlık sürecimizin son bir ayını geceli gündüzlü dolduran bu yeni gündeme, farklı illerdeki direniş biçimlerine SFK penceresinden göz attığımız bir mini dosya ile bakıyoruz. An itibarıyla parklardaki kadın forumları, cinsel tacize karşı atölyeler de sürüyor. Önümüzdeki sayıda buralardan çıkan sonuçlara da değinebileceğiz.

19. sayıda ana dosyamız, “Türkiye’de mor yıllar: 1980’lerden bugüne…” başlığını taşıyor. Konu geniş; dolayısı ile feminist hareketin tüm seslerini kapsama gibi bir iddiamız da yok. Kadın mücadelesinin güncel zeminini belirginleştirip ayaklarımızı sağlam basmamızı, soracağımız yeni soruları da hedefe yakın yerden kurmamızı sağlamaya dair bir girişim bu. Teorik tartışmalara değil, sürecin içerisinden deneyim aktarımlarına odaklandık.
Feminist Politika Sayı 19 İçindekiler

 

SAYI 18

Coşkuyla kutladığımız 8 Mart’ı geride bıraktığımız ve 1 Mayıs için “ezilenlerin de ezdikleri” olarak erkek egemenliğine ve kapitalizme karşı feminist sözümüzü alanlarda haykırmaya hazırlandığımız günlerdeyiz. Her zaman farklı görünümleriyle ister istemez gündemimizde olmasına karşın uzun zamandır enikonu ele alamadığımız aileyi geçen sayımızda az biraz didikledik; “Aile yıkılmayacak kale değil,” dedik ve aileye feminist bir gözle bakmaya çalışarak başka birlikte yaşama biçimlerinin neler olabileceğine dair ipuçları yakalamaya çalıştık. Bu hayatların neler olabileceğinin izini bu sayımızda da sürmeye devam ediyoruz. Geçen sayıda ikincisini yayınladığımız “Lezbiyen aşkın feminist eleştiri için kazanım ve imkânları”nın üçüncüsü bu izlerin peşine düşen yazılardan biri. “Benim Çocuğum” filmi, heteroseksizm eleştirisi ile yüreklerimize su serperken aileye mahkumiyetimiz meselesini ne kadar ele alıyor? Dergide bu sorunun da peşine düşüyoruz. Aile konusundaki diğer iki yazıdan biri, içine doğduğumuz aileden nasıl vazgeçemediğimizi anlatıyor; diğeri ise genel olarak sol muhalefetin evlilik ve aile konusundaki sınırlı bakışına dikkat çekiyor.
Feminist Politika Sayı 18 İçindekiler

fp-sayi17

SAYI 17

Bildiğiniz üzere, bir önceki sayımızda aşk denen mefhumun kadınlar için anlamını tartıştık. Bu sayımızda evlilikle sonlanan şeyin “aşk” olmadığının farkındalığıyla, aşkın bir üst aşaması olarak görülen ailenin, birbirine “âşık” bir erkek, bir kadın ve onların “aşklarının meyvesi” çocuklardan başka bir şey olduğunu anlatmaya çalıştık.

Bunu anlatmaya çalışırken de, “mutluluk mekânı” olarak kurgulanan “aile evleri”nin kadınlara sunduğu boşluk duygusundan, popüler film ve dizilerin aileyi ele alış şekillerine; dünyada yeni muhafazakârlığın ve neoliberalizmin aileye etkisinden, bunun Türkiye’de AKP ve Gülen Cemaati cephelerindeki yansımalarına; evlilik – boşanma, zorunlu annelik, duygusal / cinsel ilişkilerde yoksunluk, heteroseksüelliğin dayatılması, aile ilişkilerinde kadın emeğine zorbaca el konması gibi bir dizi konuya el attık.
Feminist Politika Sayı 17 İçindekiler

fp-sayi16

SAYI 16

İki ayda bir elektronik ortamda yayımladığımız, kadın emeği alanındaki yazılarımızın yer aldığı “mutfak cadıları” bültenimiz artık dergimizin içinde de yer alacak. Bu sayıyla birlikte “tecrübeden tercümeler” adında yepyeni bir çeviri köşemiz var artık ve son sayfalarda sizi bekliyor.

16. sayı dosyamızda “aşkın kanunu yeniden yazmak” ve “aşka veda etmek” olasılıklarını birlikte tartışalım istedik. Bir reddedişten öte politik eleştiri çıtasını yükseltmeye dair bir çaba bizimkisi. Genel anlamda siyasetin boşluk tanımayacağı gerçeğinden yola çıkarak, alternatif ilişki biçimlerinin izini sürmeye çalıştık.
Feminist Politika Sayı 16 İçindekiler

fp sayi15

SAYI 15

Malum, kürtaj yasası tartışmaları son aylarda bizi en çok uğraştıran mesele oldu. “Kadın örgütleriyle birlikte hazırlanıyor” diye övünülen Şiddet Yasası, kadınların mücadelesine karşın budana budana çıkarılmışken, bu kez de bir Kürtaj Yasası polemiği düştü ortaya. Parçası olduğumuz Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu olarak yakın takipçisi olduğumuz bu süreci, mini dosya halinde sayfalarımıza taşıdık. Kadınların güçlü tepkisi karşısında yasa apar topar geçirilemedi belki ama, düzenlemeler yolda. Sağlık çalışanlarının itirazlarına rağmen hemen yapılıveren sezaryen düzenlemesi gibi…
Feminist Politika Sayı15 İçindekiler

fp sayi 14

SAYI 14

Feminist Politika 14. sayısıyla 1 Mayıs’ta alanlarda!
Son üç ay yine çok yoğun geçti. 13. sayının dumanı tüterken biz uzun süredir aklımızda olan bir ziyareti gerçekleştirdik Şubat başında. Aralık sonunda Uludere’de yaşanan katliamı unutmamıştık ve oradaki kadınlarla dayanışmak için düştük yola. Acıyı yakından paylaşmak ve dayanışmaktı amacımız. Bu, bir ziyaretle hemen gerçekleşmeyecekti belki ama uzakta olan kadınlara kısa süreliğine de olsa daha yakındık.
Feminist Politika Sayı 14 İçindekiler

fp sayi 13

SAYI 13

Bu sayımızda yüksek katılımlı ve coşkulu geçen konferans sürecinin kafamızda uyandırdığı soruları bir an önce tartışmaya başlayalım istedik. Yurt dışından gelen, kadın emeği konusunda önemli çalışmalar yapmış feminist dostlarımızın sunumları, bizlere dünyanın başka yerlerinde de feminist politikanın açmazların içine düştüğünü ve yeni mücadele zeminleri yaratmamız gerektiğini gördük. Türkiye’de son yıllarda yakaladığımız dinamiğin değerini bir kez daha anladık, “Peki bizde durum ne ve bundan sonra neler yapabiliriz?” diye sorduk. Bu nedenle “Güncel feminist politika” konulu dosyamızla karşınızdayız.
Feminist Politika Sayı 13 İçindekiler

fp sayi 12

SAYI 12

Bu sayımız, 12-13 Kasım 2011’de İstanbul’da düzenlediğimiz “Kadın Emeği Konferansı” dönemine denk geldi. Konferans hazırlıkları nedeniyle aktif, dinamik ve heyecanlıyız… Konferans programını ve konuşmacıların daha önce yayınlanmış önemli makalelerinin özetlerini derginin ortasında çek-al formunda bulabilirsiniz.
Feminist Politika Sayı 12 İçindekiler

Feminist Politika Sayı 11

SAYI 11

Kadına yönelik şiddetin yaygın olarak sürdüğü günümüzde, feminist hareket olarak cinsellik alanını politikleştirmemiz hiç kolay olmadı. “Cinsellik ve pornografi ” dosyamızda cinselliği konuşup yazarken, kişisel deneyimlerimizden hareketle, heteroseksüelliğin bizi nasıl biçimlendirdiğini; görünür olmayan ve hatta içselleştirdiğimiz cinsel baskıyı açığa çıkarmayı deneyerek daha dönüştürücü, özgürleştirici bir cinselliğin ve politikanın olanaklarını aradık.
Feminist Politika Sayı 11 İçindekiler

Feminist Politika Sayı 10

SAYI 10

Yeni çıktı, dumanı üstünde, buyurun yeni sayıya… Dergimize lezzet katabilmek için, bu sayının yayın grubu epey uğraştı. Dosya konusu sıkıcı, bunu biliyoruz. Bazı bakımlardan adeta “yüzyıldır söylüyoruz” dosyası: Feminizmin diğer politik hareketlerle ilişkisi… Ama şimdiden söz veriyoruz; gelecek sayı çok daha eğlenceli olacak.
Feminist Politika Sayı 10 İçindekiler

Feminist Politika Sayı 9

SAYI 9

Sokakta, aktif dergi satışlarımızda yaptığımız gibi, “Feminist Politika! Yeni sayısı çıktı!” diye seslenerek yine karşınızdayız. Dokuzuncu sayımızın dosya konusu “politik bir hareket olarak feminizm”. Feminizmi politik bir hareket olarak kurmaya çalışmanın taşıdığı anlamları, kadınların kolektif özne oluş serüvenini mümkün olduğunca geniş bir çerçeve içinde ele almaya çalıştık. Kadın hareketi ve hukuk mücadelesi, karma örgütlerin kadın alanı üzerinden feminizme yaklaşımı, akademi ve feminist politik hareket ilişkisi, iki binli yıllarda feminizm, dosyada bulabileceğiniz yazılardan. Bu dosyamızda birçok feminist yol arkadaşımızın da katkıları var.
Feminist Politika Sayı 9 İçindekiler

Feminist Politika Sayı 8

SAYI 8

Nasılsınız? Feminist Politika’yı özlediğinizi umarak yine karşınızdayız… Sekizinci sayıda dosya konumuz “kürtaj hakkı”: Son yıllarda ‘sağlıkta dönüşüm’ kisvesi altında giderek muhafazakarlaşan neoliberal politikalarla elimizden alınmaya çalışılan kazanımlarımızdan biri. Kürtaj hakkı kadınların kendi bedenleri ve yaşamları üzerindeki denetimlerinin asgari koşullarından birisi ve tam da bu yüzden patriyarkal baskıların konusu olmaya devam ediyor.
Feminist Politika Sayı 8 İçindekiler

Feminist Politika Sayı 7

SAYI 7

Feminist Politika’nın karıncaları üç ay boyunca çalıştılar, araştırdılar, incelediler, haber kovaladılar, söyleştiler. Bakalım ortaya neler çıktı. 6. sayının dosya konusu kadınlara yönelik sosyal politikalar. Her geçen gün sosyal hakların daha da çok budandığı yasal düzenlemelere tanıklık ettiğimiz bu günlerde, “tam da zamanı” dedik ve dosyamızı oluşturduk. Çocuk bakımından yaşlı bakımına, sağlıktan boşanmış kadınların sosyal haklarına kadar dosyamızda yok yok…
Feminist Politika Sayı 7 İçindekiler

fp sayi 06

SAYI 6

6. sayının dosya konusu kadınlara yönelik sosyal politikalar. Her geçen gün sosyal hakların daha da çok budandığı yasal düzenlemelere tanıklık ettiğimiz bu günlerde, “tam da zamanı” dedik ve dosyamızı oluşturduk. Çocuk bakımından yaşlı bakımına, sağlıktan boşanmış kadınların sosyal haklarına kadar dosyamızda yok yok…
Feminist Politika Sayı 6 İçindekiler

fp sayi 05

SAYI 5

Bu sayımızın dosya konusu “kadın cinayetleri”, başlığı da “kadın cinayetleri politiktir” oldu. Kadına yönelik şiddet, feminist hareketin haliyle değişmez gündemi. Gazetelerin üçüncü sayfalarını ve her gün ortalama en az üç kadının öldürülme, tecavüz ve yaralanma haberlerinin yıllardır istikrarla sürdüğünü düşünecek
olursak, bu mücadele de, bu gündem de sürekli olmaya devam edecek, ta ki her şeyi
değiştireceğimiz günlere kadar!
Feminist Politika Sayı 5 İçindekiler

fp4

SAYI 4

Dördüncü sayıdaki dosyamızda Bedenimiz Bizimdir diyoruz. Böyle bir dosya yapmaya karar verdiğimizde işimizin zor olduğunu biliyorduk. Beden politikalarının feminizmin olmazsa olmaz koşulu olduğu bilinciyle, bu sayı için çalışmaya başladığımızda tek sayıda konuyu her yönüyle ele alamayacağımızın farkındaydık. Dosyamızın, beden politikalarını daha kapsamlı bir biçimde konuşmaya, tartışmaya girme çabası olarak değerlendirilmesini istiyoruz.
Feminist Politika Sayı 4 İçindekiler

fp sayi 03

SAYI 3

Feminist Politika’nın üçüncü sayısının dosya başlığını “ücretli/ücretsiz emek kıskacında kadınlar” olarak
belirlerken muradımız, kadınların ücretsiz emeği ile işgücü piyasasındaki konumları arasındaki mevcut bağları ortaya koymak ve “aile ve iş yaşamını uyumlulaştırma” güncel tartışmalarına feminist bir müdahalede bulunmaktı.
Feminist Politika Sayı 3 İçindekiler

fp sayi 02

SAYI 2

Feminist Politika ikinci sayısıyla yeniden karşınızda. Bu sayımızın dosya konusu yerel seçimler; dosyanın baslığı ise, “Talep etmekten talip olmaya: Yerel seçim deneyimi”. Çeşitli feminist grup ve kadınların oluşturduğu “Seçim için feminist kolektif” olarak İstanbul Beyoğlu’nda bağımsız adayımızla katıldığımız yerel seçimler, bir ilk deneyim olarak, bize göre bir dosyayla değerlendirilmeyi hak ediyordu. Bu yüzden, dosyamızı ağırlıklı olarak bu deneyimin değerlendirmesine ayırdık.
Feminist Politika Sayı 2/İçindekiler

fp sayi 1

SAYI 1

Bir dergi fikri üzerine konuşmaya başladığımızda, hem örgütlenmemizin hem de sistem dışı feminist politikanın ihtiyaçlarını tartışmaya koyulmuş olduk. Feminist Politika’nın sadece feminizm içi bir ayrım olarak sosyalist feminizmin değil, feminist hareketin sesi olmasını umut ediyoruz. Bir yandan feminist hareketin kolektif siyasal özne olarak kendi gündemini yaratmasına aracı/yardımcı olmasını, diğer yandan gündemin bize dayattıklarının bizleri kendi belirleyeceğimiz gündemden koparmamasını sağlamayı amaçladık. Güncel gelişmelere ilişkin politika üretirken, Türkiye’deki feminist hareketin deneyimlerini göz önünde bulundurmaya, yani feminist geleneğin birikimini yansıtmaya da çalışacağız. Feminist yol arkadaşlarımızın çıkardığı diğer yayınların bir tamamlayıcısı olmak, hareketin ihtiyaçları karşısında yayınlar aracılığıyla da dayanışmak, yani mevcut feminist yayınlarla görev paylaşımıdır bizim için esas olan.

Bu sayıdaki dosya konumuz ” Neo-liberalizm, AKP ve Kadın Emeği”. Dergi hazırlıklarımız esnasında belirlediğimiz dosya başlığı dünyada gitgide büyüyen ekonomik krize denk düşünce, krizin AKP politikaları ile alacağı sonuçları birlikte değerlendirmek ihtiyaç oldu. Orta sayfalarımızda Sosyalist Feminist Kolektif’i oluştururken kendimizi anlatmak için uzun tartışmalardan sonra sonuçlandırdığımız Başlarken metnini bulacaksınız.
Feminist Politika Sayı 1 İçindekiler

Tarihimiz

Başlarken
Politik Hattımız/Başlarken
Biz Kimiz?
Sosyalist Feministlere Çağrı
SFK Kampları
SFK 8. Kamp (28 – 30 Ağustos 2015)
SFK 7. Kamp ( 28 – 31 Ağustos 2014)
SFK 6. Kamp (29 Ağustos – 1 Eylül 2013 )
SFK 5. Kamp (30 Ağustos – 2 Eylül 2012)
SFK 4. Kamp (19 – 21 Ağustos 2011)
SFK 3. Kamp (29 – 31 Ağustos 2010)
SFK 2. Kamp (14 – 16 Ağustos 2009)
SFK 1. Kamp (30 – 31 Ağustos 2008)
Sonlandırırken…
Sosyalist Feminist Kolektif’i Sonlandırırken…

Kadıköy’de Sokak İsimlerini Hayatını Savunan Kadınların İsimleriyle Değiştirildi/16 Ocak 2016

Kadınlar sokak isimlerini değiştirdi

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu, 16 Ocak’ta Kadıköy’de sokak isimlerini hayatını savunan kadınların isimleriyle değiştirdi.

Yaklaşık 200 kadın ve LGBTİ örgütü ile grubunun üye olduğu Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu, 16 Ocak 2016’da Kadıköy Yeldeğirmeni’nde yaptığı eylemde sokak isimlerini hayatını savunan kadınların isimleriyle değiştirdi. Kadınlar, çoğunlukla erkek isimlerinin yer aldığı sokak adlarını gösteren tabelalarının yanına kadınların isimlerinin yer aldığı mor tabelaları astı. Maruz kaldığı erkek şiddeti sonucunda, hayatını kurtarmak için şiddeti uygulayan erkeği öldürmek ya da yaralamak zorunda kalan kadınların isimleri sokaklara asılırken, etraftan destek verenler oldu.

Kadınlar, astıkları sokak isimlerinin fotoğraflarını ekleyerek sosyal medya üzerinden şu paylaşımlarda bulundu:#NevinYıldırım kendisine silah zoruyla tecavüz eden erkeği öldürdü. Erkek adalet ağırlaştırılmış müebbet istedi. #HayatımızıSavunuyoruz
#NevinYıldırım : “Yaşadığım hiçbir şeyi gönüllü yaşamadım, tecavüze uğradım, köylüler onu engellemeyerek bana yapılan şiddete göz yumdular”
#NevinYıldırım bize toplumun, devletin ve yargının eril ve ikiyüzlü ahlakını gösterdi. Ama biz #HayatımızıSavunuyoruz
#YaseminÇakal kendisini ve çocuğunu korumak için sürekli şiddet gördüğü kocasına direndi. Öldürmeseydi öldürülecekti. #HayatımızıSavunuyoruz
#YaseminÇakal : “Cezaevine düştüm, oğlumun canını kendi canımı kurtardım diye!” #HayatımızıSavunuyoruz
#YaseminÇakal : Mahkemede gene hesap veren ben, hapishaneye düşen ben… Bu adalet mi?” #HayatımızıSavunuyoruz
#ÇilemDoğan hep şiddet gördü. Hayatını savunmak içi öldürmek zorunda kaldı. “Hep mi kadınlar ölecek” dedi #HayatımızıSavunuyoruz
#ÇilemDoğan : “Bir kadın isterse kendini doğurabilir, dağ başında bile kalsa dimdik durabilir. Mücadele verebilir, sıfırdan başlayabilir”
#ÇilemDoğan : “Kadın arkadaşlarım, hiçbir zaman kirpiğiniz yere düşmesin. Alnınız hep dik; dimdik onurlu kalsın.” #HayatımızıSavunuyoruz
#NerminUzunyurt kendisine tecavüz etmeye kalkan erkeği öldürdü. 18 yıla kadar hapsi isteniyor. #HayatımızıSavunuyoruz
#EmineYıldırım sürekli eziyet gördüğü kocası için “daha fazla dayanamadım ve vurdum” dedi. #HayatımızıSavunuyoruz
#GülfidanKuşoğlu koca şiddetine dayanamayıp öldürmek zorunda kaldı. Meşru müdafaa gerekçesiyle beraat kararı verildi. #HayatımızıSavunuyoruz
#BedriyeAltun kendisine şiddet uyguladığı sırada “kocasını” bıçakladı. 8 yıldan 12 yıla kadar hapsi isteniyor. #HayatımızıSavunuyoruz
#ÇiğdemUysun kendisini darp eden, öldürmeye çalışan eski “sevgiliye” karşı direndi. “Kurtulmak için bıçakladım” dedi. #HayatımızıSavunuyoruz
Nevin, Yasemin, Çilem, Emine, Bedriye, Gülfidan, Çiğdem… Suç değil, erkek şiddetine karşı meşru müdafaa! #KadınlarHayatlarınıSavunuyor

Ego Eril midir? Bir Çiçek-Böcek Tartışması

ego-natureEgo eril midir? Bir çiçek-böcek tartışması

Dilan Özdemir

“Erkeklere, erkeklere, en çok onlara, bu kendilerini, sonra yine kendilerini sevenlere kızgınlığım. İki düğmeli, üç düğmeli ceketleriyle duyarsızlar ordusu yığın yığın geçiyorlar. Ceketsiz, kravatsızlarda biraz olsun umudum vardı… Oysa tek dolaşmıyor onlar – güçsüzler. Rastlamadım işte, birilerine rastlamadım – Rast-la-san-da, rast-la-ma-san-da av-va gi-di-yo-ruz.”
Sevgi Soysal

Ego eril midir? Bu soruyu düşünüyorum uzun zamandır. Kadın veya erkek her insanın, neye hizmet ettiği fark etmeksizin her topluluğun aslında bir ego ile hareket ettiğini düşünüyorum mesela.

Sokakta, iş yerinde, okulda, cafede, barda ve hatta gelişen teknoloji sayesinde artık evde bile egomuzla mı hareket ediyoruz? Ve aslında neye hizmet ediyoruz?

Sorular her zaman yanıt bulmaz yazılan yazılarda. Sorular sorarız hayatla ilgili, düzenle ilgili ve bunun üzerine kitaplar, makaleler okuruz kimi zaman. Bazen bir yanıt bulmak yerine kafamız daha çok karışır. Bu yazı yukarıdaki sorulara yanıt verecek mi bilemem ama ben kendi yaşantımdan yola çıkarak, biz kadınların her gün karşılaştığı ve mücadele etmek zorunda olduğu eril bir egodan bahseceğim. Okulda sınıf hâkimiyetini sağlamak adına, gücünü kendi lehine kullanan öğretmenler, eğitimcilerde; sokakta gördüğü her kadınla ilgili görüşünü sesli ifade edebilecek cüreti kendinde bulabilen erkeklerde; toplumun en küçük birimi olarak tariflenen aile kurumu içerisinde çoğunlukla baskın baba, ağabey ve eş figürlerinde; ve özellikle AKP ile birlikte toplumda daha çok yaygınlaşan kadın düşmanı politikalarda vücut bulmuş bu eril ego, hayatımızın her alanında kendini gösteren bir baskı unsurudur.

Üniversiteyi ilk kazandığım zaman İngilizce hazırlık sınıfı için bir seviye tespit sınavı yapılmıştı. O sınavda okutman kendinden emin bir edayla, “Bu sınav sizin bu okulda girdiğiniz en kolay sınav olacak” demişti. O küçümsenmişlik hissini hatırlıyorum. Sonra bölüm derslerimde aslında ne kadar da “boş” olduğumuzu ve bu üniversitenin bizi birer “dolu” bireyler haline getireceğini hissettiren çokça akademisyen tanıdım. Çok benzerdi hissettiklerim ilk sınavımda hissetiklerimle. Her dersin hocasına göre kendi dersi en önemlisiydi mesela. Hayata, edebiyata, bilime dair her şeyi sadece üniversitede öğrenebilirdik ve öğrenmemizin en önemli kısmı o dersti. O ders, ayrı ayrı bütün derslerdi. Eğitim ve öğretimin “yüksek bir kurum” tarafından çizilen bir çerçevede ve bu çerçevenin dışına çıkamayan eğitim kadrosuyla varlığını sürdüren akademilerde öğrenmemiz, yetişmemiz ve geleceğimizi kazanmamız bekleniyordu. Yıllarca ben de bu çerçeveye uygun bir biçimde okumuş, başarılı olmuş ve o üniversiteyi kazanmıştım. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birinde okuyabildiğim için çok şanslıydım ve o şansı üniversitenin çizgilerini aşmayacak bir biçimde değerlendirmek durumundaydım. Bana bahşedilen bu hakkı bulamayan milyonlarca genç vardı, öyle değil mi? Vardı elbet, bu yüzden ben kutsanmışlar listesindeki adımı onurlandıracak bir başarı elde etmeliydim. Değerli ve başarılı mı hissetmeliydim kendimi, bilmiyordum. Ama öyle hissetmek yerine böcek gibi hissettiğim zamanlar oldu. Her şey hazır, okunacak kitaplar, üzerinde yazılacak yazılar, nasıl ve ne sıklıkta çalışırsak başarılı olacağımız, her şeyin tarifi açık. Herhangi bir konuya eleştirel bir bakış açısı getirmeye kalksam, sanki üstüme basıp öldürmeye çalışıyorlar ama ben ölmedikçe daha da güçlü oluyordum. Eril bir bakış açısıyla oluşturulan bir eğitim sistemi içerisinde başarılı olmaya çalışıyordum herkes gibi: Kadınların ve erkeklerin yapabileceği ayrı meslek dallarından başlayan ve eğitimin her ayrıntısında kendini var eden bir eril ego ürünü aslında okumak bu ülkede.

Toplu taşımada da böyle hissettiğim zamanlar oldu. Otobüste ısrar kıyamet yer vermeye çalışan o bey amca mesela. Ayakta durmakta bana kıyasla daha fazla zorlanıyordu ama bana yer vermesi gerekiyordu. Çünkü ben otobüste ayakta gitmekte zorlanacak, korunması ve kollanması gereken küçük bir böcektim. Çiçek demiyorum, yanlış anlaşılmasın, böcek diyorum. Steril ortamlarda yaşamını sürdürebilen, ne çok sıcağa dayanabilen, ne de çok soğuğa ama ısırdığında ağzının ortasında vurulması gereken bir böcek. Uğur böceği gibi belki de, zararsız ama zarar verme ihtimalinde hamam böceği muamelesi gören bir böcektim. Yeri kabul etmedim, arkada başka bir bey amcamız ayakta yolculuk etmemi kabul edememiş olsa gerek ki ayakta durmakta zorlanmam için elinden geleni yaptı yol boyunca. Muhtaç değilsem eğer birine, öyleyse tüm zorluklara göğüs germeliydim öyle değil mi? Bana çarpıp geçebilirdi bu yüzden, omuz atabilirdi veya birinin elindeki çantasını benim omuzuma yük bindirmesinde hiçbir sakınca yoktu. Birkaç kez fren yaptı otobüs düşecek gibi oldum, “Ben sana demiştim” ifadesi ile yüzüme bakan insanlar gördüm. Küçücük bir böcektim işte o anda da.

Aile zaten eril hâkimiyetin en büyük araçlarından birisi. Her ailede bir baba figürü, bir ağabey figürü, eğer kan bağının kuvvetli yaşandığı ailelerdeysek dayısı, amcası, dedesi ve hatta eniştesi insana kendini böcek gibi hissettirebilir. Benim bir ağabeyim yok, bağları kuvvetli bir aile değiliz ve dolayısıyla bir babam var hâlihazırda. Kendisi de çok fazla hayatıma yön vermeye çalışan, karar verme süreçlerimde beni yönlendirmeye çalışan bir baba olmadı. Ama ilk defa bir yerde yazım yayınlandığında “Aferin” dedi mesela. Der çünkü ben onun kızıyım, ben onun böceğiyim. Minik tatliş bir böcek, güzel bir şey yapmışsam kesin onunla ilgilidir. Bir kadın olarak çocukluğumuzdan itibaren nasıl giyinmemiz, nasıl davranmamız, nasıl yaşamamız, arkadaşlık biçimlerimiz, hangi mesleği yapmamız gerektiği, nasıl bir eş seçip nasıl bir aile kuracağımız öğütler dizisi olarak her gün karşımıza çıkar. Kurallar bellidir. Kim tarafından belirlenmiştir? Ailemizin er kişileri tarafından, onların sahip oldukları deneyimler tarafından. Mevzu, en yakınımız, babamız bile olsa tamamlanamayan bir X kromozomundan fazlası değil yani.

Hayatımdaki erkekler sonra, en çok da onlar hissettirdi benim bir böcek olduğumu. Uğur böceği olarak başlayan ve hamam böceğine kadar giden süreçler dizisi işte erkeklerle ilişkilerim de. Başta uğur böceği gibi eline alıp, oynayıp okşamak için elinden geleni yapanlar, bunun için işi ağaçlara tırmanmaya vardıranlar da olmuştur. Elinin üstünde daima hazırda seveceği bir uğur böceği olmam nasıl da mutlu ederdi onları. Ama olmadı, uçmak istedim kimi zamanlar. Beyinlerinin tam ortasına konup birkaç hücrede kalıtımsal değişiklikler yapmak istedim bazen. Sivrisinek muamelesi gördüğüm zamanlardı, iyi hatırlamam o anları. Metaforu bir yana bırakırsak, er kişi bir kadın için, bir kadının hayatına girebilmek için bin bir yolu denermiş, girdikten sonra her şey değişirmiş. Yani Ferhat’ın dağları deldiği zamanların üstünden çok geçse de er kişilerin bu konuda çabaları pek değişmedi. Kendini önemli hissettiği anda ego patlaması yaşayıp tüm her şeyin patlamasına sebep olan er kişilerimiz, bizim çağın hikâyeleri yani. Sen ona bir kelime et diye, aylarca tepinen er kişilerimizden bahsediyorum. Hayatına aldığında kendini senin hayatının en merkezinde tarifleyip sanki onsuz bir hiçmişsin gibi davranan er kişilerimiz. Hayatını gasp edip, onsuz yaşayamazsın hissi veren, gitse ölecekmişsin sanan, tek başına asla hiçbir şeyi başaramayacağını düşünen ve bunu her daim hissettirmekte hiçbir beis görmeyen, onu hayatından çıkaramayacağını zanneden er kişilerimiz. Ferhat ile Şirin hikâyesi fazla romantikti belki. Ya da bilmiyoruz, Şirin başkaldırsaydı eğer, Ferhat o deldiği dağları başına yıkmaya kalkar mıydı Şirin’in? Mecnun çölde bulduğu bir kaşık suda boğmaya kalkar mıydı Leyla’yı?

Ve tabiî ki 13 yıllık AKP iktidarı… Kendinizi bir böcek gibi hissettirmek dışında bir işe yaramazlar. Zaten onun dışındaki icraatları da kutu kutu paralarla gündem olmak ve durmaksızın katliamlar yapmak. Örneğin, 15 yaşındaki bir çocuğun ölümünün emrini “ben verdim” diye meydanlarda bağırır, sonra sen “katilsin” demek için sokağa çıktığında toması karşılar seni. Böcekmişsin gibi üstüne gaz atar, su sıkarlar. Kendileri saraylarında zevki sefa eylerken asgari ücret tartışmalarında kendini böcek gibi hissedersin mesela. Milyonları sokağa dökmüş güzel gözlü Özgecan’ın katillerinin müebbet alması seni mutluluktan dört köşe eder, lütuftur bu artık olması gereken değil. Düzen böyle yani, zaten bizim olması gereken şeyleri bize verdiklerinde mutlu oluruz. Peki, neden bir böcek gibi hissetmemizi isterler? Öncelikle iktidarlarına kafa tuttuğumuz için, bir arada olduğumuzda, el eleyken daha güçlü olduğumuzu bildikleri için. Sonra, kadın olduğumuz için elbette. “Bir kadın olarak sus” diyen bir zihniyete karşı ve ona rağmen bir kadın olarak sokakta dimdik durup hesap soracak gücü kendimizde bulabildiğimiz için. Devletin tüm kurumlarında ilmek ilmek örülmüş bu eril düzene karşı her kımıldamaya kalktığımızda böcekmişiz gibi ezmeye kalkmaları, korkularındandır belki de. Olur da bir gün oynatırsak düzenlerini yerinden korkusuyla sahip oldukları eril egolarının can çekişmesidir.

Bizi bir çiçekten bir böceğe dönüştüren bu yaşamda bütün zorluklar eril bir egonun hâkimiyetinden doğar diyebilir miyiz? Kadınları bir “çiçek” benzetmesi ile kutsayanla aynı ego değil midir her yerde böcek gibi ezmeye kalkan? Kadınlar bir çiçek kadar narindir, güzeldir ama başkaldırana kadar. Ters yaptığı an ezmek gerekir. Buradan yola çıkarak ailemizdeki baba-ağabey figürünün hayatımızdaki baskısının zemini de eril bir egoya dayandırılabilir. Kız çocukları babalarının gözdeleridir ama ya laf dinlemezlerse? Annelerimizi de birer baskı aracına çeviren o eril egonun arkasına saklanmaktır esasen. “Babana söylerim” diye tehdit edilerek büyütülen bir nesiliz hiç şüphesiz. İlkokulda aile bireyleri tarafından öğretmenine şikâyet edilen, aile ziyaretlerinde usturuplu oturması ve konuşması gereken, yolda yürürken “düzgün” yürümesi gerektiğini düşünen, lisede etek boyu ile daima ilgilenilen bir nesiliz. Aynı ego tarafından durmadan bir böcek gibi ezilmeye mahkûm edilen bir neslin kadınlarıyız.

Tarihten bugüne yaşanan binlerce savaşın sorumlusu da benzer bir eril egodan kaynaklanıyor olamaz mı? Yönetmek ve ele geçirmek isteği bir eril ego ürünü değil midir? Devletler bunu birbirine yapar ve ne tesadüftür ki, devletleri çoğunlukla erkekler yönetir. Bir yansıma olarak sosyal yaşamda da benzer bir içgüdü ile hareket edilir. Evlilikler, ilişkiler, öğretmen–öğrenci ilişkisi aynı yönetme ve yönetilme isteğiyle dolup taşar. Ve doğumu itibariyle o zihniyet tarafından durmadan kendini sakınması öğütlenen biz kadınlar; eşsiz ve iyimser bir çiçek benzetmesiyle karşı karşıya kalırız günün birinde böcek gibi ezilerek.

Tam da bu yüzden barış talebi en çok kadınlara yakışıyor belki de. Sebebi de ölen küçücük çocuklara anne içgüdüsüyle yaklaşmalarından, narin olmalarından değil zannedildiği gibi. Aksine, bebekliğinden itibaren önce pembe renk dayatmasıyla, sonra hayat boyu eril bir zihniyetle savaşmak zorunda olan, çoğunlukla yenilen, yenilmesi için kurulan bu düzende alternatifleri için mücadele etmeye devam eden, tarihin bir noktasında elbet dünyayı ters yüz edecek kadınlar bilir en çok barışın kıymetini. Eril egodan sıyrılmış bir beklentidir çünkü “barış”. O kadınlar, el ele yürüyeceklerdir karanlıktan çıkarken… Erkeklerin, devletlerin egolarına inat.

 

 

Hayat Kadını mı Dediniz?

medya-cinsiyetilik-1Dursaliye Şahan

Hayat kadını mı dediniz?

Hürriyet’in başlığı aynen şöyle:
“Esad ülkeni ne hale getirdin bak?”
Efendim Şanlıurfa’da polis huzur operasyonu yapıyor ve bir mahalle baskınında 50 kadar Suriyeli kadın fuhuş yaparken tutuklanıyor.
Olay bu!
Ve arkasından yukarıdaki başlık atılıyor.
Hani dersiniz ki, bu güne kadar Türkiye’de hiç fuhuş ticareti yapılmamış.
Hatta niyetlenenler bile vatandaşlıktan çıkarılmış.
Sanki bu ülkede bir zamanlar genelev patroniçesi Matild Manukyan’a vergi rekortmeni olduğu için üstün hizmet madalyası filan asla verilmemiş.
Orta Avrupa ülkelerinden binlerce kadını iş vaadi ile kandırıp zorla seks kölesi yapan çetelerin hiç biri Türkiye’li değil.
Filmlere, romanlara konu olan o Soğukoluk beldesi tamamen efsane.
Yani Esad’ın halkına yaptığını başka kim yapmış ki?!
Şimdiki gençlerin deyimi ile Oha yani!
Yılların gazetesi. Onca ekip. Bu kadar iddialı çıkışlar.
Ve sonuç?
İlkokuldaki duvar gazetesini aratmayan amatör bir bakış.
Ey haber merkezinin değerli editörleri!
Üzerinde yaşadığınız Türkiye topraklarında genelevler bizzat devletin izni ile resmi olarak çalıştırılır.
Vergiye tabiidirler.
Hatta bildiğim kadarı ile artık orada çalışan kadınlar da sigortalı olmak durumundadırlar.
Kahraman polislerimiz tarafından tutuklanan o kadınlara gelince, tamamen hayatta kalabilmek için bedenlerini satmaktalar.
Muhtemelen bazılarının çocukları bile var.
Ahlaki boyutuna gelince; yalan yanlış haberden, taraflı gazetecilikten daha fazla günahı yok.
Sağlıcakla kalınız

 

Maçımız Erkek Egemen Futbol Kültürüyle!

karsi-lig-soylesi2Karşı Lig üç sezondur Kadıköy Kalamış’ta oynanıyor. Lig’de mahalle dayanışmalarından, çeşitli politik gruplardan ve taraftan gruplarından oluşan 17 farklı takım forma giyiyor. Toplumu apolitikleştirme aygıtı olan endüstriyel futbolun tersine Karşı Lig politikadan beslenen, politik eylemlere dâhil olan, gündeme kafa yorup söz üreten ve dayanışmayı örmeyi hedefleyen alternatif bir lig. Lig’de küfür edilen hakemler yok, ne küfür ediliyor ne de hakemlerin kontrol mekanizmasına ihtiyaç duyuluyor. Oyuncular ve takımlar arası dayanışmayı kurarken kazanma hırsının unutulması hedefleniyor. Ancak hepsinden önemlisi futbolda tribünleri ve sahaları işgal eden erkekler ve erkek egemen kültüre inat, kadınlar da erkeklerle birlikte sahada top koşturuyorlar. Karşı Lig’in oyuncularından Şule Akın ve Aslı Öz ile Karşı Lig’de kadın oyuncu olmak ve sahada feminist mücadele üzerine konuştuk…
Söyleşi: Başak B.

 

 Karşı Lig’e katılmaya nasıl karar verdiniz?

Şule: Kadıköy civarındaki gezi sonrası kurulmuş dayanışmalar arasında altı takımdan oluşan kısa bir turnuva yapıldı ve o turnuvada her takımda bir kadın oyuncu oynayacaktı. Ben de o maçtan itibaren Yeldeğirmeni Dayanışması’nın takımı olan “Forza Yeldeğirmeni”nde oynamaya başladım.
Aslı: Futbolu hiç sevmiyordum ve oynamayı da düşünmüyordum. Yakın çevremdeki arkadaşlarımın Karşı Lig’de oynaması sebebiyle futbol fikrine biraz daha yakınlaştım ve Çapultura takımında oynamaya başladım.

 Karşı Lig’den önce futbol oynamış mıydınız?

Şule: Evet, üniversitedeyken salon futbol takımında oynamıştım.
Aslı: Hayır, oynamamıştım.

Devamını Oku…

Birlikte Eğleniyoruz! (Tekne Gezisi-Parti vb)

Sosyalist Feminist Kolektif İstanbul’da 3 Kasım 2008 tarihinde mekan açılışını birlikte eğlenerek yaptı. Mekan açılmadan 20 Eylül Cumartesi 1.Tekne Gezisini gerçekleştirdi. 2009-2010-2011-2012 ve 2014 yılı Aralık ayında ‘erken yılbaşı partisi’ düzenledi. 2008, 2009, 2010, 2012 ve 2013 yıllarında organize ettiği tekne gezilerinde feminist dostlarıyla buluştu. İstanbul’da 2011 yılında ‘yaza merhaba’ partisi yaptı. SFK Ankara, Adana ve Eskişehir’de de kadın kadına partiler düzenledi.

20 Eylül 2008 Tekne Gezisi/İstanbul

vlcsnap-2016-10-16-15h20m56s070-kopya

vlcsnap-2016-10-16-15h21m58s767

2 Kasım 2008 Mekan Açılışı/İstanbul

vlcsnap-2016-10-16-15h17m57s850vlcsnap-2016-10-16-15h18m26s599-kopya

2010_sfk_yilbasi-aralik2010

2010yilbasi

2012_tekne

17 Haziran 2012

2012_yaza

2012erkenyilbasi

20 eylül 2013

2013_tekne

2013ankaraparti

25 Aralık 2014

2014_25aralik2014

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor

54fcb8bef630990908cac0dbİstanbul Feminist Kolektif, hayatta kalmak için öldürmek, şiddete başvurmak zorunda kalan kadınların hikâyelerini, davalarını,  Ocak 2015- Ekim 2015 arasında her ay Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor raporuyla duyurdu. Aynı dönemlerde İstanbul’da ölmemek için öldürmek zorunda kalan Yasemin Çakal’ın, tecavüzcüyü öldüren Nevin Yıldırım’ın davalarını da takip eden İFK, bu raporlarla herkesi  madalyonun öteki yüzüne, bu şiddete karşı direnen kadınların akıbetini takip etmeye davet ediyor.

İFK Ocak 2015 raporunu şöyle duyurdu:

“Konumuz: Yıllardır maruz kaldığı erkek şiddetine, işkencelere ‘şiddetle’ karşılık vermek durumunda kalan, yaşamak için öldürmek zorunda bırakılan kadınlar…

Erkek şiddetinin, kadın cinayetlerinin hızı kesilmiyor. Ancak, bir yandan da her gün daha çok sayıda kadın hayatına sahip çıkıyor. Kendi özgürlük alanlarını büyütüyorlar.

Bir süredir, feministler olarak kadınların hayata tutunma çabalarını, erkek şiddetine direnişlerinin, özgürlük arayışlarının haberlerini, hikâyelerini öne çıkarmaya çalışıyor, Isparta’da Nevin ve İstanbul’da Yasemin’in davalarını takip ediyoruz.

Medyada yer alan haberler üzerinden bir derleme yaptık. Kendini korumak için erkekleri yaralayan, öldüren kadınların haberleri, devam eden davalar ve yargı kararları, konuyla ilgili eylemler ve örnekleri az da olsa erkek şiddetini izlemeyen, müdahale edenlerle ilgili haberler…

Bu ilk rapor, erkek şiddetiyle mücadele konusundaki tartışmalarımızda bize farklı yollar da açar diye umuyoruz. Her türlü öneri, eleştiri ve katkılarınızı bekliyoruz.”

İstanbul Feminist Kolektif’in 2015 yılında aylık olarak hazırladığı raporları, raporlarla ilgili yazıları ve raporlara konu olan kadınlarla söyleşileri, hayatlarına sahip çıkan kadınların hikâyeleri derlenerek, Güldünya Yayınları’ndan Kirpiğiniz Yere Düşmesin” / Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor adıyla yayınlandı.

Feminist Politika dergisinin son sayısının dosya konusu  “Çilem, Nevin, Yasemin, Hasret, Öykü… Kadınlar hayatlarına sahip çıkıyor” oldu.

Feminist Politika 28


Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Ocak 2015

Yaşamak için öldürmek zorunda bırakılıyoruz! Peki, biz şimdi sizlere ne mi sunmak istiyoruz? Yaşamları ve canları için mücadele eden kadınların; şiddet gördüğü evde, sokakta, mahallede erkekler engellenmediği için canlarına tak ederek ve genellikle de canını kurtarmak için şiddete başvurmak durumunda kalmış kadınların, medyada duyulan haberleri üzerinden aylık bir döküm sunmayı hedefliyoruz. Yani, kadınların tuzluk uzatmadığı, boşanmak istediği, dilediği kıyafeti giydiği, facebook hesabı açtığı, izinsiz sokağa çıktığı için öldürülmelerinin tam tersi bir yerden, şiddetten kurtulmak ve ölmemek için şiddete başvuran kadınların haberlerini paylaşacağız.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Şubat 2015

Kadınların direnişini ön plana çıkardığımız bir 8 Mart’ın daha ardından hayatına sahip çıkan kadınların haberlerine yer verdiğimiz bu ayki raporu paylaşıyoruz. Buradaki talebimiz, erkek şiddetini önlemek için aileyi değil kadını güçlendirecek, boşanmayı değil şiddeti engelleyecek politikaların oluşturulmasını yine ve yeniden gündeme taşımak. Biliyoruz ki şiddet uygulayan erkekler engellenemediği için kadınlar, kendilerini korumak adına şiddete başvurmak zorunda kalıyorlar. Şubat ayı içinde gördüğümüz meşru müdafaa yönündeki iki beraat kararı bizler için umut verici oldu. Bu vesileyle tekrarlıyoruz: Kadınların erkek şiddetine karşı çaresiz bırakıldığı erkek egemen sistemde, kendini kurtarmak için yaptığı her savunma bir meşru müdafaadır ve bu tavrın hukuktaki karşılığı cezasızlık olmalıdır!
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Mart 2015

Kadınların erkek şiddetine direnişi meşru müdafaadır!

Üçüncüsünü paylaştığımız bu raporda yine geçtiğimiz bir ay içinde, kendisini korumak, canını kurtarmak için şiddetine, tacizine maruz kaldığı erkekleri yaralamak ya da öldürmek durumunda kalan kadınların haberlerini derledik. Nevin’in, Yasemin’in ve başka kadınlarla ilgili devam eden davaların haberlerini ve erkek şiddetini izlemeyen, müdahale edenlerin haberlerini de bu sayıda
okuyacaksınız.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Nisan 2015

Biliyoruz ki sesini duyamadığımız, her gün en yakını tarafından erkek şiddetine maruz kalan pek çok kadın hayatına sahip çıkıyor! İstanbul Feminist Kolektif olarak 2015 yılının Ocak ayından beri kendini erkek şiddetine karşı savunan kadınların hikâyelerini topluyoruz. Bu hikâyeler, erkek şiddeti sonucunda öldürülmeye direnen, kendini şiddet kullanarak savunan kadınların hikâyeleri. Kadınlar artık son bir şans daha vermeyerek erkek şiddetinden kurtulmak için her yolu deniyorlar. Bu süreçte davasını yakından takip ettiğimiz kadınlardan biri de Yasemin Çakal. O da tıpkı Nevin gibi hayatına sahip çıkmak istedi ve bu nedenle yargılanıyor.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Mayıs 2015

Geçtiğimiz ay içinde yine kadınlar kendilerine yıllarca şiddet uygulayan, işkence eden erkekleri canlarını kurtarmak için öldürmek zorunda kaldı. Yine kendilerini taciz eden erkekleri yaralamak, kendilerini savunmak için şiddet uygulamak zorunda kaldı. Bizim Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor isimli aylık raporlarımızda ortaya koymaya çalıştığımız kadınların erkek şiddetine karşı kendini savunma hikâyeleri, sadece medyadan derleyebildiğimiz haberleri içeriyor. Oysa biliyoruz ki sesini duyamadığımız, her gün en yakını tarafından erkek şiddetine maruz kalan pek çok kadın hayatına sahip çıkıyor! Karşı geliyor, bağırıyor, yakınındaki başka kadınlardan destek istiyor, bazen de başka çıkış yolu kalmadığı için, şiddetten ve hatta öldürülmekten kendini korumak için erkeği yaralıyor, öldürüyor. Bu rapordakiler hayatına sahip çıkan kadınlardan sadece bazıları. Bizim bu raporla istediğimiz ise rakamların ötesinde bu hikâyeleri görünür kılmak.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Haziran 2015

Hayatlarımıza sahip çıkıyoruz! Bu ayki raporda yine kadınların erkek şiddetine karşı direniş hikâyelerini okuyacaksınız. Erkeklerin tacizinden bıkan üç kadın tacizi sonlandırmak için erkekleri yaraladı, bir kadın tacizciyi öldürmek zorunda kaldı. Kocasının şiddetinden yıllardır kurtulamayan,sığınağa yerleşse de kocasıyla barıştırılıp tekrar şiddet yuvasına dönmeye zorlanan bir kadın, toplumda kendisine karşı örülen erkek dayanışmasına inat, çocuklarıyla sokaklarda hayatını sürdürme mücadelesi veriyor. Bir öğrenci kadın, tacizci minibüs şoförünün Özgecan tehdidine karşı direndi, şiddeti engelledi. Kadınlar, erkeklerden gördükleri şiddete karşı kendilerini savunmak için boks öğrenmeye başladı. İşte tüm bu hikâyeler, kadınların erkek şiddetine karşı direnişlerinin çeşitli halleri… Hepsinin ortak noktasında aynı sıkıştırılmışlık, aynı çözümsüzlük var. Kadınlar sadece kendini savunmak için erkeği yaralamak ya da öldürmek zorunda kaldığında değil, tacize ya da tecavüze uğramadan, katledilmeden önce de erkek şiddetine türlü şekillerde direniyor. Her zamanki gibi tekrarlıyoruz, devlet erkek şiddetini engellemediği için kadınlar bu şiddetin içinden çıkacak yol bulamıyor. Aile, toplum, yargı bu şiddeti onayladığı, meşru gördüğü için kadınlar bu cendere içinde kendilerine bir çözüm yaratmak zorunda kalıyorlar.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

KADINLAR ERKEK ŞİDDETİNE DİRENİYOR!

Gün geçtikçe çok daha fazla sayıda kadın hayatına sahip çıkıyor, erkek egemenliğine direniyor. Kendine yeni bir hayat kuruyor. Erkek şiddetine karşı kendini savunuyor. Tüm bu karşı çıkışların erkek şiddetini artırıcı etkisi olsa da, kadınlar istemedikleri bir hayata artık ‘hayır’ diyor. Bazen bu direnişlerinde katlediliyorlar. Bazen de şiddet uygulayan erkeğe şiddetle karşılık veriyor, onu yaralıyor, öldürülmemek için öldürüyor.

2015 yılının ilk 6 ayında kadınlar 14 erkeği öldürmüş, 17 erkeği de yaralamış. Öldürülen erkeklerin tümü kadınların tanıdıkları erkekler, bazen kocaları, bazen sevgilileri, bazen eski sevgili ya da kocaları. Kadınların bir kısmı öldürdükten sonra kendisi teslim olmuş ve basına yansıdığı kadarıyla “pişmanım” diyen neredeyse yok. Kadınların hissettiği anlık bir cinnet değil. Kadınlar kendilerine başka bir yol bırakılmadığının farkındalar.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Temmuz 2015

Biz yaşadıklarımızdan, gördüklerimizden çok iyi biliyoruz ki, devlet erkek şiddetini engellemediği için kadınlar kendi canını kurtarmak zorunda kalıyor. Aile, medya, toplum, yargı erkek şiddetini meşru görüyor, kadınların yıllarca çektiği işkencelere “kader” deniyor. Kadınlara bu sıkıştırılmışlık içinde çare bırakılmıyor. Biz istiyoruz ki, bunun sıradan bir cinayet değil, meşru müdafaa olduğu anlaşılsın! İstiyoruz ki, kendisini sürekli tehdit eden tecavüzcüyü öldüren Nevin’e eli titremeden müebbet veren yargı, Çilem’in ifadesini iyi dinlesin, içinde bırakıldığı çaresizliği görsün, şiddet gördüğü erkeği öldürmek zorunda bırakılan kadınlar ceza almasın! Biz çoktan öğrendik de yargı ne zaman öğrenecek, “öldürmeseydi öldürülecekti?” demeyi?
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Ağustos 2015

İçinde yaşadığımız bu zor günlerde, her yanımız şiddet ve umutsuzluk sarmalıyla çevrilmişken, inatla hayatlarına sahip çıkan kadınların seslerini duyurmaya, gazetelerin satır aralarına sıkışmış cümlelerin içindeki hikâyeleri bulup çıkarmaya çalışıyoruz. Aşağıda paylaştığımız haberler ise sadece bulabildiklerimiz, duyabildiklerimiz. Kimisi boşanmak istediği için, kimisi cinsel ilişkiye girmek
istemediği için, kimisi de gördüğü şiddete daha fazla dayanamadığından kendi yaşamlarına dair karar verip hayatlarını savunmaya çalışan kadınların hikâyesi. Tıpkı Nevin, Yasemin, Çilem, Eda gibi… Bu hikâyelerde karşılaştığımız, öfkelerini ve uğradıkları haksızlıkları artık saklayamayan kadınların yaşadıkları erkek şiddetine karşı direniş biçimleriydi aslında. Peki, geçtiğimiz ay içinde neler mi gördük? Aldığı üç aylık uzaklaştırmanın bitmesini bekleyen Hasan’a karşı Eda’nın direnişini, ayrılması durumunda çıplak fotoğraflarını tehdit unsuru olarak kullanan Durmuş’a karşı Songül’ün direnişini ve yine Yalvaç’ta cinsel ilişkiye girmek istemediği için Osman’a karşı Gönül’ün direnişini, kocasının şiddetine maruz kalan Vildan’ın isyanını gördük. Ancak bu arada yargıya olan umudumuzu artırabilecek bir kararla da karşılaştık. Hem de beraatla sonuçlanan bir karar. Sakarya’da dört yıl önce kocasını öldüren G. Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin suçu meşru müdafaa sınırları içinde işlediği kararıyla beraat etti. G.’nin vücudunda yıllarca gördüğü işkenceye bağlı morluklar bulunuyordu. Kararın onaylanmasının ardından G., haksız yere tutuklu kaldığı süre için tazminat davası açtı. Davanın sonucunda ise G.’ye cezaevinde kaldığı her gün için 65 TL ödenmesine hükmedildi.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Eylül 2015

Kadınların hayatlarını savunma karşısında ise yargının ikiyüzlülüğünü, erkek adaleti görüyoruz. Kadın cinayetlerinde fail erkekler haksız tahrik  sığınarak bir kaç yılla kurtulurken, kocasını bıçaklayan Nurhan için mahkeme 13 yıl 4 ay ceza verdi. Trabzon’da bir kadın sokakta kendini takip eden tacizciyi ifşa ederek yardım isteyince çevredekiler olaya müdahil oldu. İstanbul Feminist Kolektif olarak takip ettiğimiz Yasemin’in davasında ise yeni bir gelişme yok. Maruz kaldığı sistematik şiddete dair rapor beklenirken, Yasemin günlerini hapishanede geçirmek zorunda kalıyor. Adalet erkeklerin lehine tesis ediliyor; erkek egemen düzenin her gün, çeşitli biçimde cezalandırdığı kadınlara reva görülen adaletsizlik yargı kararlarıyla katmerleniyor. Biz ise bu adaletsizliği ifşa ederek, kadın dayanışmasını örerek direniyoruz. Halen cezaevinde olan Çilem’in mektubuyla daha da güçleniyoruz: “Kadın arkadaşlarım, hiçbir zaman kirpiğiniz yere düşmesin”.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Ekim 2015

Türkiye’de şiddet dozu yüksek bir dönemden geçiyoruz Biz kadınlar biliyoruz ki, şiddet özellikle de devlet tarafından meşrulaştırıldıkça, devletin ‘düşman’laştırdığı kadınlar başta olmak üzere tüm kadınların hayatına doğrudan etki ediyor. Ancak neredeyse bir senedir hazırladığımız bu raporla dikkat çekmeye çalıştığımız gibi artık kadınlar karşılaştıkları şiddete ‘yeter’ diyor, karşı geliyor. Ayrıca kadınlar eylemlerini inkâr etmiyor, kaçmıyor, erkekleri öldürdükten ya da yaraladıktan sonra genellikle ‘yapmadım’ demiyor, gidip teslim oluyor. Ve neden yaptığını anlatıyor. İşte tam da bu hikâyeleri, kadınların neden şiddete başvurduklarının hikâyesini ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Zira orada kadınların hayatlarındaki sıkışmışlık, hayatlarından sıkılmışlık, tükenmişlik, çıkışsızlık var.

Bu ay, haberlere yansıdığı kadarıyla kadınların hayatlarını savundukları, istemedikleri hayatlardan çıkmak için uğraştıkları, sıkıştırıldıkları kabuğu kırmak için şiddete başvurmak zorunda kaldıkları olayları derledik. Kadınların fiziksel şiddetine maruz kalan erkekler hemen ‘erkekler de şiddet görüyor’ argümanını öne sürebiliyorlar, F. tarafından yaralanan İ.S.’nin söylediği gibi, hatta İ.S.’nin
‘kendisinin karısına bir kere el kaldırmamasını’ bir lütuf olarak söylemesi de şiddetin ‘meşru’ öznesini ele veriyor. Kadınlar sadece fiziksel şiddet uygulayan erkeklere değil hayatlarını farklı şekillerde kısıtlamak isteyen erkeklere karşı da hayır diyorlar. Kredi kartını kullanmalarını, facebook’a girmelerini sınırlamaya çalışan adamlar, kadınların hayatları üzerindeki kontrollerini kaybetmek
istemiyorlar ve kadınlar buna direnip, ‘hayat benim’ diyor. Tıpkı ikisi de İstanbul’da yaşayan F. ve A. gibi. Aynı şehirde birbirlerinden habersiz bu iki kadın, bizim de hayatlarımız üzerindeki denetimin gündelik hallerini fark etmemizi sağlıyor.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Cizre’de Nur Mahallesi Düşerse Kadıköy’de Bağdat Caddesi de Düşmüş olacak!

cizreHülya Osmanağaoğlu

9 gün süren sokağa çıkma yasağı, evlerin aşırı sıcak banyolarında sadece alt bezleriyle yatırılan bebekler, kuyuların diplerindeki çamurlu suları tülbentlerle süzerek içen ve tek odaya sıkışmış onlarca insan, bahçede abdest alırken keskin nişancılarca vurulan yaşlı kadın, annesiyle babaannesinin ölülerinin arasında saatlerce yaralı yatan bebek… Daha niceleri… Hepsini okumuştuk gitmeden önce ama yaşayanlardan dinlemek bir başka ağırlık yarattı yüreklerimizde.

Barış için Kadın Girişimi’nin politik dayanışmanın yanı sıra duygu paylaşımını da olanaklı kılan ve hepimize “ne iyi oldu” dedirten örgütlenmesiyle 150 kadın Cizre’ye gittik. Yukarıda yazdıklarımdan çok daha fazlasını hem Cizre kuşatması süresince özgür medya hem de birlikte Cizre’ye gittiğimiz kadın arkadaşlar yazdı/yazıyor. Biraz gördüklerimden ne anladığımı/hissettiğimi paylaşmak istiyorum…

Devamını Oku…

Kadın Örgütlerine ve Feministlere… /2015 Kamp sonrası duyuru

Sosyalist Feminist Kolektif olarak sekizinci kampımızı 28-30 Ağustos 2015 tarihleri arasında Şile’de gerçekleştirdik. SFK deneyimini feministlere açacağımız, nasıl bir politik hat ve nasıl bir feminist örgütlenme tartışmasını da yürüteceğimiz bir sürece karar verdik. Bugüne kadar eylem birlikteliği yaptığımız sokakta yan yana geldiğimiz kadın örgütlerine ve feministlere geldiğimiz noktayı açıklamayı bir sorumluluk olarak değerlendiriyoruz. Bu süreçte Sosyalist Feminist Kolektif kurumsal adıyla yaptığımız tüm faaliyetleri durdurma ve bir örgütlenme olarak SFK’yı dondurma kararı aldık.

SFK kendisini yedi yıl boyunca bütünlüklü bir politika yapmaya çalışan, devletten-sermayeden ve erkeklerden bağımsız bir örgüt olarak tarif etti. Bunun yanı sıra kalabalık ve geniş bir örgütlenme modeline dönüştü.

Devamını Oku…

SFK 8. Kamp (28 – 30 Ağustos 2015)

img_1379-1

Bu sene 8.  kampımızı Şile Grand Otel’de 69 kişinin katılımıyla 28-30 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirdik.

Gündem başlıklarımız

SFK kurulurken neleri hedeflemiştik? Bu hedeflerin ne kadarını yapabildik ve yapamadık? Nerelerde yavaşladık, durduk?
Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 28/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 28 
DOSYA: Çilem, Nevin, Yasemin, Hasret, Öykü… Kadınlar hayatlarına sahip çıkıyor

4 Ankara’da artık ilk soru: Orada mıydın? / Hatice Erbay
5 Yeni dönem… Yeni bir barış mücadelesi… / Candan Yıldız
6 Yeni savaşlar ve özyönetim / Nazan Üstündağ
8 Rojava devriminden özyönetime kadınlar / Evrim Kurdoğlu
9 Devletin anneliği inşası: Britanya ve Fransa örnekleri / Deniz Ulusoy
11 Ataerkinin “kutsadığı”, sermayenin “fetişleştirdiği” kadınların becerikli parmakları Türkiye’yi büyütebilir mi? / Melda Yaman
14 Göçmen olmak, kadın olmak / Aslı Davas
DOSYA: Çilem, Nevin, Yasemin, Hasret, Öykü… Kadınlar hayatlarına sahip çıkıyor
17 Kadınlar hayatlarına sahip çıkıyor
19 “Anlatmak kolay mı, zor mu hiç bilen yok” / Hasbiye Günaçtı
22 “Sonunda bana kendini öldürttü.” / Çilem Doğan ile söyleşi: Fatoş Hacıvelikızı – Songül Yıldız
25 Hayatını savunduğu için cezaevinde: Yasemin Çakal / Söyleşi: Perihan Meşeli – Diren Cevahir Şen
27 “Biliyoruz. Direnmek her zaman daha güvenlidir” / Açelya Uçan
28 “Translar iki kere doğar” / Deniz Şapka 30 Hasret hayatta kaldı ve boşandı! / Filiz Karakuş
31 Şiddete direnmek: İtiraz, isyan, adalet / Nehir Kovar – Tuğçe Canbolat
33 Yaşam ve ölüm arasındaki kadınlar: Hep mi kadınlar ölecek? / Şöhret Baltaş
35 Nevin Yıldırım’la aramızdaki farklar / Nermin Yıldırım
37 Aynı bıçak: “Cepte taşınan” ve “mutfaktan kapılan” arasındaki fark / Cemre Baytok
39 Sahi ya, biz kimden müdahale bekliyoruz? / Ayşegül Taşıtman
41 Bu bir kahramanlık değil, direniş hikayesi
43 Erkek şiddetine, kalemin ve hafızanın gücüne inanarak meydan okumak / Gizem Aslan
45 Nasıl feminist oldum? / Ayfer
46 Kamu kurumları ve kadına yönelik şiddetle mücadele yöntemleri / Seda Çavuşoğlu
48 Feministlere… / Sosyalist Feminist Kolektif 49 Kamp Armen, Ermeni halkına iade edilmedi hâlâ / Reyhan Demir
50 Feminist sanatçılar vardır! / Zeynep Kaçar ile söyleşi: Tuğçe Eda
52 Kaybettiğimiz Zeliş’imizi bir yerlerde bulmak / Sezen Yalçın
54 Arkadaşıma Dokunma! / Ayşe Günaysu 56 Lezbiyen olma rehberi / Feride Güler
57 Feminizmi savunurken, feminizmi savuşturmak: Küçük Feministin Kitabı / Hande Öğüt
59 Bir kadın bir motosiklet on ülke / Asil Özbay
60 erktolia / Dilara Gürcü
61 Sorun küresel ve çok büyük olabilir, çözüm tek; dayanışma ve mücadele / Özgül Kaptan
62 Türkiye’den haberler
64 Dünyadan haberler
66 Feminist Politika dergisi nasıl çıkıyor? / Suzan Saner

“Ben de O Balık gibi Diyarbakır’dan İstanbul’a Düştüm”

hanimtosunSöyleşi: Nacide Berber

Hanım Tosun’un göç ve mücadele hikayesi uzun ve zorlu bir yol hikayesi. Feminist Politika’nın dosya konusu için Hanım’la bir araya geldik; paylaştığı hikayesi ve deneyimiyle biz de içimizde başka türlü yollar aldık… Bu memlekette alamadığımız yollar için de bir kere daha başımızı önümüze eğdik… Ama Hanım’ın hikayesi herkese olduğu gibi bize de güç verdi. Kendi deyimiyle ayakta kalmak, mücadeleye devam etmek ve anlattıkları üzerine ek hiçbir söze gerek olmadığı için hemen sözü kendisine veriyoruz. *

Devamını Oku…

Fuat Uğur ve Kadın Düşmanı Erkekler

Women gather for 8th March demonstration in Beyoglu. Women in Turkey still struggle for their rights against discrimination, oppression and patriarchal system which draw women away from political, economical and social life. They continue to raise their voices against increasing domestic violence, sexual harrasment, rape, honour killings, being discriminated because of their sexual choices. poverty, invisible labor at home, cheap labor at work and war in general.

Women gather for 8th March demonstration in Beyoglu. Women in Turkey still struggle for their rights against discrimination, oppression and patriarchal system which draw women away from political, economical and social life. They continue to raise their voices against increasing domestic violence, sexual harrasment, rape, honour killings, being discriminated because of their sexual choices. poverty, invisible labor at home, cheap labor at work and war in general.

Bu yazı, Türkiye Gazetesi yazarı Fuat Uğur’un 13 Ağustos tarihli ‘ Figen Yüksekdağ ve ruh kanseri kadınlar ‘ başlıklı yazısına istinaden yazıldı.

Devamını Oku…

Bir Kadın Olarak Susmuyoruz

1-1438196826Diren Cevahir Şen

CHP’nin çağrısı ile olağan üstü gündemle dün, yani 29 Temmuz 2015 günü toplanan 25. Dönem TBMM’si, bu ilk toplantısıyla barış umutlarını bu coğrafyada belki de ilk kez yeşerten çatışmasızlık sürecinin devamına ve barışa yönelik ortak bir adım atmaktan çok uzaktı. AKP’li ve MHP’li milletvekilleri ölümlerin araştırılmaması yönünden oy kullanıp bolca HDP’li vekillere sataştı, HDP’lilerin konuşmalarını böldü.

Sonra sahneye halihazırda milletvekili olmayan ve görevi yeni hükümet kurulana kadar “geçici” olarak hükümet etmek ve koalisyon görüşmeleri için ortam hazırlayıp ülkeyi diğer seçime sağ salim götürmek olduğu halde üzerimize bombalar yağdırma hükümeti olan AKP hükümetinin başbakan yardımcısı Bülent Arınç çıktı.

Kadınlara yönelik düşmanca, tehditkar ve aşağılayıcı tavırlarıyla bilinen, bu mevzudaki sabıkası hayli kabarık olan Bülent Arınç, HDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan’a yönelik “Hanfendi sus. Bir kadın olarak sus, sus!” diye bağırarak kadınlara karşı ne kadar nefret dolu olduğunu yeniden gösterdi. Bundan tam 1 sene önce partisinin bir il kongresinde “Kadın dediğin iffetli olur, kalabalıkta kahkaha atmaz.” diyen Bülent Arınç, dün de bu tavrını meclise taşıyarak, yine tüm kadınları azarladı, kadınlara had bildirdi, ayar verdi ve parmak salladı.

Bülent Arınç meclisi de halk arasındaki tabirle sadece erkeklerin at koşturabileceği bir alan sanıyor olabilir. Lakin meclis, yarısından fazlası kadın olan ülkenin iradesiyle seçilen bir meclis. Netice olarak meclis bir “erkek” meclis olsa da bu dönem o mecliste %40’ı kadın vekillerden oluşan bir HDP grubu var. O kadınlardan biriyse dün itiraz ediyor, susmuyor, konuşuyor diye Bülent Arınç tarafından azarlanıyor.

Tüm bunların ardından sosyal medyada başlayan ve geniş etki yaratan #BirKadınOlarakSusmuyorum hashtag eylemi ve gelen tepkiler üzerine Arınç, “HDP’li kadın vekiller şov yapıyor.” diyor. Özür dilemesini beklemiyoruz elbette. Özür dilemek derin bir pişmanlık içerir zira. Ve fakat kadına yönelik nefret söylemi geçmişi ortada olan bir Arınç pişman olacağa, hicap duyacağa da benzemiyor. Aksine kendisi her geçen gün bu nefret söylemini yeniden üretiyor.

Uğradığı taciz/tecavüz sonrası bunu haykırdığında “Yalnız başına gezmeseydi, mini etek giymeseydi, hareketlerine dikkat etseydi”lerle suçlanan, bunlarla itham edilmekten korkup uğradığı tecavüzleri yıllarca anlatamayıp susup sonunda canına “tak” eden ve “o” erkeği öldüren kadınlar artık susmayacaklar, daha çok konuşacaklar. Kendilerine “görev” biçilen rolleri kabul etmeyecekler. Evde, sokakta, iş yerinde ve mecliste erkek/devlet şiddetine ve savaşa karşı, barış için mücadele etmekte kararlılar. Sallanan parmakları indirmeye, verilen ayarları bozmaya da…

Oy isterken kadınları es geçmeyen, en çok da kadınların oyuna ihtiyaç duyup, seçim çalışmaları sırasında kadınlara türlü vaatler verip meclise girince kadınları azarlayan Bülent Arınç ve onun hemcinsleri şunu iyi bilmeliler: Kadınlar bedel ödeyerek bugünlere geldiler ve mücadeleyi daha da ileri taşıyacaklar. Kadınlar erkek/devlet şiddetine karşı yek vücut konuşmakta, itirazlarını sunmaya, sokaklara çıkıp haykırmaya, itaat etmemeye ve bir kadın olarak susmamaya da kararlılar.

Asma Yaprakları, Elmalar ve Kadınlar

mevsimlikDemet Özmen

…Bir Anadolu efsanesine göre bir kadının çocuğu hastalanır, hekimlere başvurur bir çare bulamaz. Hekimlerden biri vahşi ve evcil hayvanların sütlerinin karışımını çocuğa içirmesini söyler. Kadın dağ dağ, diyar diyar gezer ve süt karışımını bulur ama geç kalmıştır. Çocuğunu kaybeden kadın süt karışımını bahçeye döker. Bahar vakti ekinlikten şimdiye kadar görmediği bir bitki çıkar. Kadın bu fidana çocuğunun hatırası olarak bakıp büyütür. Birkaç yıl sonra bitki kol atar meyve verir. Kadın meyvenin tadına bakar çok beğenir. Bir kısmının suyunu çıkarır, şişelere koyup tavan arasına kaldırır. Birkaç yıl sonra tavan arasına çıktığında unuttuğu şişeler gözüne takılır ve onu içince neşelenip oynar, nara atıp şarkı söyler. Sesi duyan eşi, komşuları da şişede kalmış üzüm şırasından içip aynı şekilde davranırlar…

Devamını Oku…

Onlar hala HEMŞİR

balkesir-1987-k-eczaclarÖzlem Gassalkızı & Hasbiye Günaçtı

Bütün kadınların, ama önce sağlık hizmeti alanında çalışan kadınların bu güne gelirken nasıl engellediğini; yolunun nasıl kesildiğini ve nasıl yok edildiğini anlatan kitapta (Cadılar Büyücüler Hemşireler) şöyle bir cümle var:

“Bizim öykümüzü anlamak, yeniden savaşmak zorunda olduğumuzu anlamak demektir”

Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 27/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 27

DOSYA: Kadınların yol hikayeleri

4 Bu daha başlangıç… Filiz Kerestecioğlu ile söyleşi: / Firdevs Hoşer / Diren Cevahir Şen
8 İmam nikahı kararı: Freni patlamış patriyarka / Selin Nakıpoğlu
10 Hayatımıza neden sahip çıkıyoruz? / Begüm Acar
12 mutfak cadıları: SeraPool’de direnen kadınlar, sendikacılar, feministler / Necla Akgökçe
13 mutfak cadıları: Ev kadınlarına emeklilik hakkı / Filiz Karakuş – Yeşim Dinçer
14 Beden: Cinselliğim benim mi? / Feride Güler
16 Nasıl Feminist Oldum? Dünyayı güzellik kurtaracak, bir kadını sevmekle başlayacak her şey / Zeynep Ekin
DOSYA: Kadınların yol hikayeleri
18 “Mahreminiz yanınızda mı hanımlar?” ya da “Seyahat engeliniz var mı?” ya da “Gitmeyi sevmek” / Elif Can
20 Yurtdışına okumaya gitmek / Deniz
21 Yurtdışına çalışmaya gitmek / Berrin
22 “LGBT mülteciler diğerleri gibi değil” / Yas Asemoon ile söyleşi: Cemre Baytok – Suzan Saner, Çeviri: Feride Eralp
23 Pippa’nın yolu… / Hilal Esmer
25 Sömürü, taciz ve sınırdışı korkusu arasında göçmen kadınlar / Emel Coşkun
27 Bizimkisi bir göç hikayesi / Perihan Meşeli
28 Göç yolları / Ülkü Sarıca
29 Almanya’da göçmen işçi kadınların göç hikayeleri / Gülay Toksöz
30 Aaa kadın taksici! / Çiğdem Akman ile söyleşi: Umut
32 Gökyüzünde cinsiyetçilik / Eylem Ateş
33 İki teker üstünde / Esra Ertan
34 Ne güzeldir yollarda olmak şimdi… / Enise Şeyda Kapusuz
35 Kadın seyyahlar / Umut
37 Konar – göçer Sarıkeçililer’de kadın ve göç / Ayşe Hilal Tuztaş Horzumlu
39 Kadın fındık işçileri / İclal Ayşe Küçükkırca
41 “Ben de o balık gibi Diyarbakır’dan İstanbul’a düştüm” Hanım Tosun ile söyleşi: / Nacide Berber
42 Kadınların meclis yolculuğu / Söyleşi: Candan Yıldız – Öznur Subaşı
46 Uluslararası sularda kürtaj / Hazal Atay ile söyleşi: Öznur Subaşı
48 Yaban (Wild): Bir kendine dönüş hikayesi / Gülhan Davarcı
49 Kadınların masalsı hareketi / Suzan Saner – Yeşim Dinçer
50 Çocukla ve kocayla “tatil”? / Dişeps
51 Amargi dijital alemde / Aksu Bora
52 Ağlayan gelin – ters lale / Anita Toutikian ile söyleşi: Özlem Kaya
53 Bellek: Bir seçim deneyimi: Vesikalılarla feministlerin buluşması / Lale Bakırezer
55 Mor Çatı’dan: 25 yıldır Mor Çatı / Açelya Uçan – Feride Güneri
57 Kadınlık halleri: Annelik yolum / Zoraki Dikenligül
59 Kitap: Mavi Kumru Moteli’nin kadınları / Hande Öğüt
61 Kitap: Ne salt arşiv ne de bir dizi metin: Feminizm Kitabı / Ayşe Panuş
62 Türkiye’den haberler
64 Dünyadan haberler
66 Çeviri: / Ayşe Yılmaz

 

AKP’nin “Makbul Kadın” Dayatmasına Hayır!

photo_816054048480772Sosyalist Feminist Kolektif 2014 yaz kampında 2014-2015 döneminde sürdüreceği kampanya gündeminin ne olacağı üzerine bir tartışma yürütmüştük. Kampanya başlığı olarak da ‘Özgür Kadınlar – Özgür Mekanlar’, ‘Özgür Kent- Özgür Kadın’, ‘Aile, Ev, TOKİ, AKP, AVM Kıskacında Kadın’ önerileri ortaya atılmıştı. Kadınların kent çeperine itilmesi ve bunun kadınların hayatını ekonomi, ulaşım gibi etkenler yoluyla zorlaştırması konuşulmuştu. Kamp sonrası çıkardığımız Feminist Politika 24. sayının dosya konusunu da ‘Aile-AVM-AKP Kıskacında Kadınlar’ olarak belirlemiştik.

Kampta belirlediğimiz kampanya önerisi gerçekleşmedi. SFK’nın Kasım, Aralık ve Ocak aylarında yaptığı aktif tartışmaların ağırlıklı konusu ise AKP’nin muhafazakâr ve aile vurgulu politikaları oldu. O dönemlerde değiştirilen yönetmelikle, ilkokullarda kız öğrencilerin başlarını örterek derse girmelerinin serbest bırakılması da SFK’da muhafazakârlık ve dini muhafazakârlık tartışmalarını tetikleyen uygulamalardan birisiydi.

AKP iktidarının kadın politikaları her gün yeni bir icraatıyla ve söylemiyle gündemimizden düşmüyordu. AKP, biz kadınları ayrıştırarak ‘makbul/makbul olmayan’ şeklinde karşı karşıya getirmeye çalışıyor ve ‘makbul olmayan’ kadınların yaşam alanlarını günbegün daraltıyordu.  SFK olarak 21 Şubat 2015 tarihinde Karaköy Mimarlar Odası’nda “AKP’nin ‘Makbul Kadın’ Politikasına Karşı Feminist Forum” düzenledik.

Feminist Politika 26.sayı (Mayıs 2015) dosya konusu “AKP’nin ‘makbul kadın’ politikaları” olarak belirlendi. Mayıs ayında da ‘makbul kadınlık dayatması’ üzerinden iki haftalık mini  kampanya yürüttük.

“Makbul kadın’ dayatmasına hayır diyoruz” başlıklı, “7 haziran seçimlerinde emeğimizi, bedenimizi ve hayatlarımızı savunmak için AKP’ye hayır diyeceğiz” alt başlıklı bildirilerimizi hazırladık.
Kampanyaya, 10 Mayıs 2015 tarihine denk gelen Anneler Gününde bir sosyal medya eylemi ile başladık. Sosyal Medya görsellerimizi ‘makbul kadınlık dayatması’ üzerinden çeşitlendirdik. 15 Mayıs tarihinde sosyal medya eylemimizi tekrarladık.photo_815559828530194

16 Mayıs’ta Beşiktaş pazarı çıkışında stant kurduk. Standımızda, dosya konusu “AKP’nin makbul kadın politikası” olan dergimizi sattık, bildirilerimizi dağıttık. HDP 2. bölge milletvekili adayı feminist arkadaşımız Filiz Kerestecioğlu da standımızı ziyaret etti. (Sosyalist Feminist Kolektif’in “AKP’nin ”Makbul Kadın” Dayatmasına Hayır!” kampanyası için Beşiktaş’ta yaptığı eylemin videosu)

19 Mayıs’ta Kadıköy Salı pazarında bildiri dağıttık.

Mini kampanyamızın son eylemini Kadıköy Bahariye’de yaptık. Bildiri dağıttık. Standımıza uğrayan kadınların
‘Makbul kadın olmayacağız’ hatıra pankartıyla fotoğraflarını çektik. SFK ritim grubunun sokak konseriyle de mini kampanyamızı sonlandırdık.

Derleyen: Filiz Karakuş

Sosyal Medya Görselleri/ “Makbul Kadın” Dayatmasına Hayır!

AKP’nin “Makbul Kadın” Dayatmasına Hayır! /Mayıs 2015

sfk-anneler-gunu-sosyal-medya7 Haziran seçimlerinde biz kadınlar emeğimizi, bedenimizi ve hayatlarımızı savunmak için oy kullanacağız!
Eğer AKP’ye oy verirsek neye oy vermiş, neye ‘evet’ demiş olacağız? ‘Makbul kadın’ olmaya.
Yani;
Ne zaman evleneceğine, kaç çocuk yapacağına, ne zaman ve nasıl doğuracağına, nerede ne kadar güleceğine ve ne giyeneceğine devlet büyüklerinin karar verdiği, kocasının babasının sözünden çıkamayan, çıkmaya kalktığında dayağı, azarı, ölümü göze alan, gardiyanı erkek olan hapishanelerde müebbet almış kadın olmaya.

Hükümetin istediği gibi, ya ‘makbul kadın’ olacaksın ve hizaya geleceksin ya da erkek şiddetine razı olacaksın.
Çünkü Tayyip Erdoğan ve AKP’li yöneticiler, giydiğimiz kıyafetten attığımız kahkahaya kadar bütün özlemlerimizi, arzularımızı, davranışlarımızı kontrol altında tutma; ceza ve ödül mekanizmalarını erkeklerle birlikte bizzat yürütme niyetindeler.
Kadınların esas görevinin aile içinde konumlanmak olduğuna ilişkin ideolojik hegemonyayı güçlendirmek, kadınları ücretli emek gücü içinde eğreti bir bileşen haline getirmek ve kadın emeğinin değerini daha da ucuzlatmak istiyorlar.

Devamını Oku…

“Makbul Kadın” Dayatmasına Hayır!/Bildiri

AKP’nin ‘makbul kadın’ dayatmasına hayır!

7 Haziran seçimlerinde biz kadınlar emeğimizi, bedenimizi ve hayatlarımızı savunmak için oy kullanacağız!

7 Haziran Genel Seçimlerine sayılı günler kala tekrar hatırlatıyoruz.

Bize çizilen makbul kadınlık sınırlarını tanımıyoruz.

Evli, mümkünse üç çocuklu, evi çekip çeviren, yatakta seksi, dışarıda hanımefendi, hamarat, çocuk ve yaşlı bakımını ‘ah’ demeden üstlenen, itaatkâr, ücretli çalışsa da ev işi ve bakım hizmetlerini ihmal etmeyen, annelik kariyerinden vazgeçmeyen, hamileyken gezmeyen, boşanmaktansa ömür boyu köleliği göze alan ‘makbul kadınlar’ olmayacağız.

‘Makbul kadın’ olmak için flörtten, kahkahamızdan, dekoltemizden, gezmemizden, kürtaj hakkımızdan, sevişmekten, kızlı erkekli oturmaktan, evlenmemekten, hemcinslerimize âşık olmaktan, erkek şiddetine karşı meşru müdafaadan, hayatımıza sahip çıkmaktan vazgeçmeyeceğiz.

Aile değil, kadınız! Anne değil, kadınız!

AKP hükümeti aile merkezli politikalarıyla kadınların, aileye ve erkeklere bağımlılığını güçlendiriyor. Yere göğe koyamadıkları çekirdek aile, kadınların ve çocukların erkek şiddetine, cinsel saldırı ve istismara maruz kaldıkları bir yer aynı zamanda. AKP sadece sistemli söylemiyle değil, kurduğu mekanizmalarla, yasalarla kadın erkek eşitsizliğini derinleştiriyor. Genel ahlak, fıtrat, aile değerleri kadınları ezmenin, güçsüzleştirmenin gerekçesi oluyor.

Hükümet ve Diyanet işbirliğiyle yürütülen evlilik ve aile danışmanlığı, kadının aileye ve erkeğe olan bağımlılığını pekiştirmeye yarıyor. Erkek şiddetini meşrulaştırıyor. Boşanmak istedikleri için kadınlar her gün öldürülürken, hükümet ‘boşanma ombudsmanlığı’ kurup boşanmaları engellemeye çalışarak kadınların can güvenliğini tehlikeye atıyor. Aile’siz kadını yok sayan politikalar, kadınların güvencesiz, istikrarsız, düşük ücretli işlerde çalışmasına neden oluyor. Bütün sosyal politikalar, bakım hizmetlerinin kadınların görevi olduğu kabulü üzerinden oluşturuluyor.

Ailenin devlete olan ihtiyaçlarını azaltan, bakım hizmetlerini kadının yüklendiği geleneksel aile, kadınlara değil erkeklere, devlete ve neoliberalizme yarıyor.

AKP’ye rağmen direniyoruz!

Kadınların fıtratında direniş var!

Çekin kirli ellerinizi üzerimizden! Bedenimize, emeğimize, kimliğimize dokunmayın!

Makbul/makbul olmayan diye kadınları bölmenize izin vermeyeceğiz.

Ne sözde eşitlik ne sözde adalet istiyoruz!

Kimseye çocuk borcumuz yok, hele hükümete hiç yok!

Ev kadınlığı en büyük kayıt dışı çalışma! Hem 7-24 durmadan, hem güvencesiz! Ne kıdem var ne emeklilik! Önce borçlarınızı ödeyin. Devletten, sermayeden, erkeklerden alacaklıyız!

Biz kadınlar; Ne itaatkârız ne sabrımız kaldı!

Hükümetin bütün engellemelerine ve biz özgür kararlar verdikçe erkek şiddetine maruz kalmamıza rağmen; Gücümüzün farkındayız!

Üç çocuk, beş çocuk doğurma baskısına rağmen, doğurmak istemiyorsak doğurmuyor, istediğimiz kadar çocuk doğuruyoruz! Emin olun, tek mesleğimiz annelik değil!

Evlenmeden çocuk yapan, boşanan kadınların sayısı giderek artıyor!

Her gün daha çok sayıda açık eşcinsel ilişki yaşanıyor! LGBTİ Hareket güçleniyor!

Siz, erkek şiddetini önleyemediniz ama kadınlar erkek şiddetine karşı direnme yollarını buluyor.

Siz, kürtaj hakkını engellemek için uğraşadurun, kadınlar güvenli, erişilebilir, ücretsiz kürtaj hakkı için sokaklara döküldü. Kürtaj haklarına sahip çıkıyor ve kullanıyor.

Feminist hareketin sözü, eylemleri kadınlarla yavaş yavaş buluşuyor. Kadınlar hayatlarını değiştirmek için çabalıyorlar.
Biz kadınlar; Hayatlarımız, özgürlüğümüz, kurtuluşumuz için mücadeleye devam edeceğiz!

Yaşasın Feminist Mücadele!

‘Makbul Kadın’ Olmayacağız!

Sosyalist Feminist Kolektif/ 15 Mayıs 2015

Kadın Katillerine İndirim, Nevin’e Müebbet!/29 Mart 2015

KADIN KATİLLERİNE İNDİRİM, NEVİN’E MÜEBBET!

Nevin Yıldırım’ı artık herkes tanıyor!

Tecavüze uğrayan, tehditle, silah zoruyla bu “ilişki”ye mahkum edilen kadın…

Yaşananlar bütün köy tarafından bilindiği halde, topluca görmezden gelinen, arka dönülen kadın…

Bu nedenle Nevin, tecavüzcü Nurettin Gider’i öldürdükten sonra başını bir çuvala koymuş ve meydandaki köy kahvesinde gün boyu hakkında dedikodu yapan adamların önüne fırlatmıştı.

İstanbul’un merkezinde ya da Yalvaç’ın bir köyünde, tecavüze uğrayan, hamile kalan bir kadının seçenekleri nedir? Köy halkı tarafından taşlanarak öldürülmek, “namus” bahanesiyle en yakınları tarafından katledilmek, yargıya başvurduğu durumda “rızan var!” diye geri çevrilmek…

Nevin Yıldırım, ailenin, toplumun, yargının bizi sıkıştırdığı o cendereden kurtulmak, yaşadıklarını değiştirmek için çareyi, tecavüzcü erkeği öldürmekte aradı.

Nevin Yıldırım’ı artık herkes tanıyor! Erkek yargı tarafından bırakalım meşru müdafaayı, iyi hal indirimi uygulanması bile çok görülen kadın!

Pek çok şehirde kadınlar sokakta…Çünkü yargının ikiyüzlülüğüne, erkek katillere bol keseden dağıttığı “haksiz tahrik” ve “iyi hal” indirimlerini, yargılanan kadın olduğunda evde bırakmasına ÖFKELİYİZ…

Nevin’i tecavüzcüye karşı korumayan devletin, Nevin’le dayanışmak için giden kadınlara Yalvaç Adliyesinin kapısında kurduğu polis barikatını, aralarında çok sayıda avukat da olan kadınları keyfi olarak adliyeye dahi almayışını, Yalvaç Başsavcısı Mustafa Manga’nın “dağıtın” talimatı vermesi üzerine, 4 kadının yaralanmasına neden olan şiddetini tanıyoruz.

Ama hayatına sahip çıkan kadınlara ve/veya onlarla dayanışan kadınlara verdiğiniz “mesajı” UMURSAMIYORUZ…Bunu böyle bilin!

Kadın düşmanı, cinsiyetçi yargıya bir kez daha soruyoruz; Erkek şiddeti davalarında verilen cezaları “haksız tahrik indirimi”, o da yetmezse “iyi hal indirimi” ile kuşa çeviren yargı sistemi, söz konusu kadınlar olunca neden cimrileşiyor? Kendisine karşı bir dünyaya rağmen mahkemede ayakta durabilen Nevin’in iyi hal indirimi bile almamış olması, onlarca kadın katilinin yaptığı gibi takım elbise giyip pişmanlık beyanlarında bulunmadığı için mi?

“Cilveli saat sorduğu”, “telefonla mesajlaştığı”, “tuzu fazla kaçırdığı”, “mini etek giydiği”, “boşanmak istediği”, “aldattığı” gerekçeleriyle öldürdüğünü söyleyen kadın katillerine kolayca uygulanan haksız tahrik indirimi, bir kadının tecavüze uğramasını, şiddet ve tehdit altında rızası olmayan bir “ilişkiye” zorlanmasını, haksız tahrik indirimi için neden yeterli koşul saymıyor?

Çok değil, duruşmadan bir gün önce (24 Mart 2015 tarihinde), 24 yıldır evli olduğu Fatma’yı öldüren katil Kemal Balaban’a, cinayeti “haksız tahrik” altında işlediği gerekçesiyle haksız tahrik indirimi uygulayıp ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını 10 yıla indiren yargı, bir gün sonra Nevin’e müebbet hapis cezasını eli titremeden veriyorsa, kadınların kendi adaletlerini sağlamak dışında seçenekleri kalıyor mu?

Bir gün arayla verilen bu iki karar arasındaki fark, kadınların yaşam haklarının yok sayılması, erkeklerin kollanması değil de nedir?

Öldürülmeyen kadınların hayatlarının erkek yargı tarafından çalınmasına, hayatta kalmayı başardığımız durumda bile en ağır bedelin bizlere ödetilmesine itiraz ediyoruz!

Bir kez daha duyana duymayan ilan ediyoruz; Nevin gibi pek çok kadın hayatta kalmak için, hayatına sahip çıkmak için erkek şiddetine direniyor ve direnmeye de devam edecek!

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu
#KadınKatliamıVar

29 Mart 2015/Galatasaray-Taksim

 

AKP’li Öznur Çalık’a Soruyoruz: Neden Özgecan’ın Öldürülmesine Göz Yumdunuz?

ak_partili_calik_kadin_cinayetleri_artmadi_gorunurlugu_artti_h19257513 yıllık AKP iktidarı döneminde kadın cinayetlerinin görünürlüğü arttı diyorsunuz. Peki, istatistiklere de yansıyan bu görünürlük neden arttı? Çünkü, biz kadınlar artık erkek şiddetine itiraz ediyoruz. Sessizce boyun eğmiyoruz. Erkek şiddetinin kendi utancımız olduğunu öğreten erkek egemen ideolojiye karşı haykırıyoruz. Sokaklara dökülüyoruz. Polisten, yargıdan ve devletin diğer kurumlarından bizi korumasını talep ediyoruz. Kocamız, nişanlımız, ya da sevgilimiz olan bir erkeğin şiddetine ya da tecavüzüne maruz kaldığımızda devletin görevini yapmasını bekliyoruz.

Devamını Oku…

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2015

54fcb8bef630990908cac0dbDİRENİŞİMİZDEN, MÜCADELEMENİZDEN GERİ DÖNÜŞ YOK!

Kadınlara yönelik saldırılar süredursun, bizler 13. defa Feminist Gece Yürüyüşü’ndeyiz, yine sokaklardayız, hep sokaklardayız!

Yine zor bir yıl geçirdik. Kadın cinayetleri katliam düzeyine vardı. Eşit değilsiniz, fıtrata aykırı, kahkaha atmayın, aman sakın kürtaj olmayın diye diye öldürttüler, öldürdüler kadınları. Özgecan’ın ardından kınama mesajları gönderenler, kadın cinayetlerindeki sorumluluklarını hiç sahiplenmedi. Cani dedikleri adamın kendilerinden biri olduğunu, kadınların ne yapıp ne edeceğine karışanların erkek şiddetini körüklediğini görmek istemediler. Beslediğiniz erkek egemenliği Özgecan’ı aramızdan aldı, her gün tüm kadınların hayatlarını tehdit ediyor.

Kadın düşmanlığı, hükümetin “aile paketi”nde, toplu taşımada, değerler eğitiminde, mecliste, evde, sokakta…hayatımızın her alanında bizlere saldırıyor.

Fakat biz bugün burada tüm bu saldırılar karşısındaki direnişten, erkeklere, AKP’ye rağmen hayata tutunma mücadelemizden söz etmek istiyoruz.

AKP hükümeti istihdam politikalarıyla, “kadınlar erkeklere emanettir,” söylemleriyle kadınları evliliğe, aileye mahkum etmek istiyor. Evlenene, çocuk doğurana altınlar, teşvikler; evlenmiyorsanız hayatı size zorlaştırmak için kısıtlanmış sosyal haklar… Bizim bu yalanlara kandığımız yok, kendi istediğimiz hayatları kurmanın mücadelesini veriyoruz, dayanışmasını kuruyoruz. Evlenmeyen kadınların sayısı her geçen gün artıyor.

Evlen diye tutturan boşanmaya da engel oluyor. Boşanma ombudsmanlığı kuran devletten, “yuvanı yıkma, bir şans daha ver,” diye akıl veren komşuya, boşanmak güçleştiriliyor. Kadın cinayetlerinde en sık okuduğumuz öldürme sebebi, kadının boşanması ya da boşanmak istemesi. Bunca engele rağmen AKP’nin korkulu rüyası gerçek oluyor, kadınlar boşanmaktan vazgeçmiyor.

Esnek çalışmalı, doğum yardım ve izinli yeni paket gözümüzü hiç boyamadı. Kadın istihdamına esnek ve güvencesiz hale getirdiğinizi, bunun sonucunun, ücretli ve ücretsiz emeğimizin daha fazla sömürülmesi demek olacağını görüyoruz. Yalanlarınıza kanmıyoruz.

Kadınlara üç çocuk, beş çocuk doğurma baskısı, devletin en üst katlarından yapılırken, anneliğin bir kadının hayatındaki en önemli kariyer olduğu telkin edilirken, biz kadınlar, “bedenimiz bizimdir, hayatımızla ilgili karar hakkı bizim” diyoruz. Kürtaj yasağının meclisten geçmesine yol vermedik. Bunun üzerine fiili kürtaj yasağı başlatıldı, koca İstanbul’da sadece üç hastane isteğe bağlı kürtaj yapıyor. Biz bunu ifşa edince, Sağlık Bakanlığı hastanelerin işlediği bu suçu engelleyeceğine, feministlere yalancı dedi. Bizse haklarımızın takipçisi olmaktan da, bu yasağa karşı birbirimizle dayanışmaktan da vazgeçmiyoruz.

Erkek şiddetine karşı kadınlar susmadı! Susmayacak! Kadınlar şiddete maruz kaldıklarında haklarını daha çok kullandılar. 2013’te erkeği karakola şikâyet eden kadın sayısı 82 bin 205 iken 2014’te 118 bin 14 oldu.

Medyanın bile yer yer  ‘erkek terörü’ diye duyurmak zorunda kaldığı kadın katliamlarına karşı örgütlü sesimiz daha da yükseldi. Kadın cinayetleri davalarında haksız tahrik, yani erkeklik indirimi uygulayan erkek yargı, kadınların örgütlü mücadelesinden korkmaya başladı. “Karı koca arasına girilmez,” tavrının, kadınların öldürülmesine giden süreci hazırladığı gerçeği daha görünür oldu. Şiddeti izlemeyip müdahale edenler arttı.

Hayatta kalabilmek için kendilerine şiddet uygulayan erkekleri öldüren kadınların hikâyelerini duyar olduk. Erkek şiddetine karşı meşru müdafaa haktır!

Kızlı erkekli yaşayamazsınız dediler, sana ne dedik. Kızlı erkekli de yaşıyoruz, hemcinslerimize de aşık oluyoruz. Homofobik baskılara, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin anayasaya konmaya çalışmasına gösterilen dirence rağmen buradayız dedik ve on binler onur yürüyüşünde yürüdü, yeni LGBTİ inisiyatifleri kuruldu. Trans cinayetlerine karşı örgütlü mücadeleye devam edildi.

Yanı başımızda büyüyen Kobanê direnişine damgasını vuran kadınlar, mücadele azmimizi artırdı. Sadece IŞİD’e değil, Ortadoğu’da kadınları ezen erkek egemenliğine karşı, Ortadoğu’nun tüm kadınları için savaşan YPJ, sınırın öte yanındaki bizleri güçlendirdi, kendi gücümüzü hatırlattı.

Bütün bu güçlenme, mücadele ve direniş, kadın düşmanı ve aile merkezli AKP’ye rağmen, AKP’nin bizleri nefes alamaz hale getirmeye çalışan politikalarına rağmen gerçekleşti.

Bugün Türkiye’de kadın düşmanlığının yanı sıra, bizzat cumhurbaşkanı tarafından feminizm düşmanlığı da yayılmaya çalışılıyor. Çünkü AKP iktidarı biliyor ki dinsel muhafazakârlıktan güç alan, aile dışında hayat kuran kadınları yok sayan politikaları gerçekleştirebilmenin doğrudan karşısında duran örgütlenme, feministlerdir. Kadınların güçlenmesinden AKP’nin ödü kopuyor. Feminist sözü tehdit görüyorlar. Onlar erkek egemenliğine karşı sürdürülen direnişi kırmak için feminizme saldırıp dursunlar, biz feminist mücadelemizle güçleniyoruz.

Feminizm, öncelikle kadınların kendi hayatlarına sahip çıkmalarını öngörüyor. Kendisine feminist desin demesin, feminizm, bütün kadınların hayatına değiyor.

Her gün daha çok kadın örgütlenerek, kendi yaşamını dönüştürerek feminist hareketi güçlendiriyor, kadın dayanışmasını örüyor. Feministler için, kadınlar için geri dönüş yok!

İstanbul Feminist Kolektif

08.03.2015

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul

İstanbul Feminist Kolektif ‘in feministlere açık çağrıyla yaptığı toplantılarda organize edilen “8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü” örgütlenme süreçlerinde, Sosyalist Feminist Kolektif  üyeleri de, 2009-2015 yılları arasında aktif olarak yer aldı.
8mart2016 (1)

İlk Feminist Gece Yürüyüşü 2003 yılında yapıldı ve 2005 yılında sürekli yapılmasına karar verilerek “8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü” olarak adı konuldu.

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2015

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2014

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2013

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2012

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2011

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2010

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2009

8 Mart, Bal ve Patriarkal Gürültü

sor-v3 Bilgesu Yaprak

Susmuyor, konuşuyor patriarka. Kulaklarımızda çınlayan erkeklerin değil, erkekliğin sesi. Satır satır, her saniye…
***
“Kadın dediğin evinde oturur. Ben ona kraliçeler gibi bakarım hem, ne gerek var çalışmasına? Otursun çocuklara baksın, yemek yapsın.”

Bazı feminist grupların bakış açısı, kadının çalışması, çocuk yapmaması, yuva kurmaması gerektiği yönünde olsa da, benim desteklediğim feminizm anlayışının temelinde kadının ne isterse onu yapması yatıyor. Biz kadınların, kimsenin bizim adımıza karar vermesine, doğruyu yanlışı belirlemesine ihtiyacımız yok. Ve evet, bir kadın isterse ev hanımı olabilir, çocuk yetiştirebilir. Fakat burada, erkeğin yorumuna odaklanmak istiyorum. Bu topraklarda “kaşık düşmanı” gibi bir terim varken yüz yıllardır, ‘ben kadınıma kraliçeler gibi bakarım’ komedisini nasıl algılamamız bekleniyor?

“Her kadın bir anne adayıdır ve annelik kutsaldır. Öyle ya, cennet annelerin ayağı altındadır.”

Sinsice, iltifat edercesine suratımıza atılan tokatlardan biri de bu bakış açısı. Alt metinde kadının sadece damızlık olarak görüldüğünü vurgulamaya gerek var mı bilmiyorum. Ama evlilik dışı çocuk sahibi olan kadınların anneliğine sıraladığınız hakaretler aklıma geldikçe, iki yüzlülüğünüzden gözlerim yaşarıyor. E ama annelik? E fakat kutsal?

“Kadınların hala eşitsizlikten söz edebiliyor olması bana biraz garip geliyor. Seçme seçilme hakkı, çalışma özgürlüğü.. Hatta artık kadınlar iş hayatında yönetici bile olabiliyorlar!”

Cam tavanı mimari bir öğe sanan bir insanın, bazı kadınların yönetici bile olabildiği şeklindeki yorumuna verecek çok yanıt aradık, bulamadık. Böylece bırakıyoruz.

statusquo“Kadınlar çiçektirler. Narin, duygusal varlıklardır. Şefkat ve ilgi isterler. Hem onlar bize Allah’ın emanetleri, değil mi?”

Yine enfes bir sempati maskesi altına gizlenmiş saçmalıklar yumağı. Kadının kimsenin kimseye emaneti olmadığı, çiçek böcek olmadığı konusunu bir netleştirelim önce. Akabinde ise, lütfen artık beyninize kazınsın: Şefkat, ilgi, nezaket isteyen süs bebekleri değiliz. Birey olarak saygı görmek, eşit hak ve özgürlükler istiyoruz! Bu kadar basit!

“Aslında kadın vücudu çok estetik. Ama tabi salıp gitmek olmaz. Kadın dediğin bakımlı olacak, alımlı olacak. Böyle kolları kıllı kızlar filan görüyorum bazen, resmen midem bulanıyor! Oysa pürüzsüz bir ten, sütun gibi bacaklar, bele kadar uzanan saçlar, ince bir bel, iri göğüsler… Sanat eseri olabilecekken, kezban olmayı seçecek kadar üşenmelerini anlamıyorum.”

Şimdi henüz on yaşındaki kız çocuklarının bile estetik cerrahi operasyonlarına neden özendiğini anlıyoruz değil mi? Kırmızı ruj sürse “ucuz” olan, doğal olmamakla suçlanan kadının sırtına, öte yandan yine benzer zihniyet tarafından kusursuz olmak gibi de bir misyon yükleniyor.  Kadının fiziksel olarak, görünmez bir korse yutmuş gibi durması arzulanıyor mesela. Kadının vücudunda saçları, kaşları ve kirpikleri dışında tek bir tüy bile bırakmaması ve bu çabayı ömür boyu sürdürmesi bekleniyor. Kadının her daim güzel kokması, tertemiz olması,  bembeyaz dişlerini sergileyecek şekilde kocaman bir gülümseme ile dolaşması –ama asla kahkaha değil, hafif kadınlar gibi, ne o öyle!- , kusursuz saçlarıyla erkeklerin akıllarını başlarından alması, tüm bunları yaparken de “doğal” olması bekleniyor. Zarif, kutsal, tatlı şişme bebekler olarak, başka işimiz ne ki!
international-womens-day-10

“Ya tamam anlayışsızlık etmek istemiyorum ama bu PMS dönemi bana biraz yalan geliyor. Naza kaprise bahane olsun. Haksız mıyım? Hem biz de sünnet olduk zamanında, bu kadar patırtı gürültü koparmıyoruz ama.”

Yaşadığımız akıl almaz hormonal değişimlerin size yansıması bizi de çok üzüyor. Tabi bizi üzen başka şeyler de var. Mesela bir şeye sinirlendiğimizde hemen “Regl dönemindesin herhalde.” yorumuyla karşılaşmak. Çünkü regl olma ihtimalimiz, haklı bir tepki gösteriyor olma ihtimalimizden daha kuvvetli, değil mi? Ayrıca elbette sizin padişah kostümleri, davullar, zurnalar, konvoylar ile yedi cihana duyurulan, cümleten kutlanan sünnetiniz ile bizim reglimiz tamamen aynı. Korkuyla annemize koşup çamaşırımızdaki kanı gösterdiğimizde yediğimiz tokatla başlıyor bizim şenlikler. Akabinde kimseye belli etmeden, sürekli pantolonumuzu kontrol ederek, ağrımızı sızımızı gizlemeye çalışarak, hiçbir şey yokmuş gibi geçirmeye çalıştığımız günler ile devam ediyoruz kutlamalara. Sürekli duyduğumuz “Adet dönemindeki kadının yaptığı yemek yenmez, hatta aynı sofraya dahi oturulmaz. Kanaması bilip abdest alana dek, bastığı toprak bile kurur!” gibi cümleler ile de neşemize neşe, gururumuza gurur katıyoruz. Ne güzel değil mi? Harika!
***
Bugün 8 Mart. Bugün televizyon programlarında kadının değeri, önemi konuşulacak. Bugün belki kırmızı bir gül, belki balonlar, belki yatağa servis edilen kahvaltılarla kutlanacak bazı kadınların varlığı. Bazı kadınlar bunu dahi yaşayamayacak. Özetle, olsa olsa ağzımıza bir parmak bal çalınacak; fakat bu balın tadı, dilimizde zehir kalacak. Bu zihniyet değişmedikçe, kadın aldığı her nefeste bu zorbalıklara maruz kalacak ve hiçbir gün, aslında bizlerin olmayacak…

Ne zaman ki bu zihniyetin köklerini söküp atacağız, işte o gün kazanacağız takvimleri, sokakları ve hayatı. Ne zaman ki beklentimizin güller değil, varlığımıza duyulan saygı olduğu anlaşılacak, işte o zaman kırk gün kırk gece kutlayacağız kadınlığı!

 

Kadına Karşı Şiddete Karşı

501-260Sibel DAĞ
dagsibel@hotmail.com

I.

‘Kadına yönelik şiddet’ toplumsal yaşamda artık epey bilinen ve rahatlıkla kullanılan bir tanımlama. Her ne kadar tamlamanın içinde şiddetin failiyle ilgili bir giz varsa da bu kullanım kadın merkezli bakış açısının yerleşmesi açısından oldukça önemli. Başta kadın hareketi olmak üzere konuyla ilgili farkındalık yaratmayı hedefleyen tüm öznelerin tam da bu faili analiz etmekle ilgilendiğini biliyoruz. Eril olanla yani. İfadede adı geçmediği için hafif torpil görse de bu basbayağı erkek şiddeti.

Erkek şiddeti deyince de en başta kocalar, babalar, abiler akla geliyor çünkü aile içi şiddet, kadına yönelik şiddet türlerinden en yaygın olanı ve özel alana ait bir sorun olarak görüldüğü için de ihmal edilmiş bir alan. Kadın hareketinin temel kazanımlarından biri de ‘aile içinde kadına yönelik şiddet’in kamu sağlığını, insan haklarını ve ceza hukukunu ilgilendiren, bu nedenle de kamusal alanda tanımlanması ve ele alınması gereken bir sorun olduğu görüşünü yaygınlaştırmış olmasıdır. 1

Aile içi şiddet, kadına yönelik şiddet türlerinden biridir ve “temelini cinsiyetlerin toplumsal hayattaki eksik ve kusurlu yapılanışından alır” 2. Bu kusurlu yapılanış namus cinayetlerinden lgbti’lerin maruz kaldığı ayrımcılığın, nefretin ve cinayetlerin, erkek mağduriyetinin de kaynağı aynı zamanda. “Kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak tanımlanmış kadınlık ve erkeklik rollerinden kaynaklı yaşadıkları tüm şiddet türleri ve bunların yaşandığı tüm mekanlar (ev, sokak, işyeri, okul, karakol, kışla) ‘toplumsal cinsiyete dayalı şiddet’ kapsamına giriyor”. 3

Kadına yönelik şiddet aile içini aşan bir şekilde yaşam döngüsü içinde ele alındığında neredeyse doğum öncesi dönemde başlayıp ölene kadar devam eden bir süreç olarak değerlendiriliyor. 4 Cinsiyet seçiminin kız çocuklar aleyhine belirlenmesi, kız bebeklerin öldürülmesi, zorla evlilik, kadın ticareti, intihara zorlanma, kadın cinsel organına zarar verme vb geleneksel uygulamaları da kapsayan kadına yönelik şiddetin diğer türleri arasında silahlı çatışma durumlarında kadınların insan haklarının ihlal edilmesi de var. 5 2002 yılında kurularak faaliyetlerine başlayan Uluslararası Ceza Mahkemesi sistematik tecavüz-ırza geçme, cinsel kölelik, fuhuşa zorlama, gebeliğe zorlama, kısırlaştırmaya zorlama gibi eylemlerin belli kriterlere göre insanlığa karşı suç, savaş suçu ve soykırım suçu kapsamına alınmasını mümkün kılmıştır. 6

Her ayrıntıda kadınların biyolojik varlığının toplumsal normlarla anlamlandırıldığını bir kez daha görüyoruz. Kadın bedeni toplumu terbiye etmenin alanı olabiliyor, hem fiziksel hem simgesel anlamda. Tüm bu nedenlerle kadına yönelik şiddet tarihsel, toplumsal, siyasal, hukuksal açılardan çok geniş bir alanın konusu. Kadın yönelik şiddet 1993 tarihli Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi’nin birinci maddesinde, “ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” şeklinde tanımlanıyor. 7 Şiddet pratikleri de yaygın olarak fiziksel-psikolojik-ekonomik-cinsel şiddet şeklinde sınıflandırılıyor.

Kişinin zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan (veya sonuçlanması muhtemel) her tür tutum, davranış ve eylem ‘şiddet’ kapsamına girse de bu sözcükle daha çok fiziksel şiddet akla geliyor ve nerdeyse aile içi şiddetle özdeş bir kullanımla gündelik dile yerleşmiş durumda. Şiddet sözcüğünün ne zaman dolaşıma girdiği ayrı bir çalışma konusu ama bilinen o ki kadınların ilk eylemlerinde ‘dayak’ sözcüğü var ve o eylemler mücadele tarihinde çok önemli bir yere sahip. [Feminist hareket açısından artarda yapılan kampanyalar, protesto eylemleri ve tartışmaları hızlandırmasından dolayı yeni bir dönem başlangıcı sayılan “Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü” (Mayıs 1987) kadınların özel alanda yaşadıkları şiddeti kamusal alana taşıyıp sorunsallaştırdıkları ilk yürüyüştü. Ayşe Gül ALTINAY, Yeşim ARAT, Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet, İstanbul 2007, s.18]

Gerçekten fiziksel şiddet tamlaması biraz estetik durmuyor da değil. Örneğin görüşme yaptığınız kadının “babam bana fiziksel şiddet gösterdi” demesi ile “babam üzerime kaynar su döktü, kaburgamı kırdı” demesi arasında büyük bir fark hissediyorsunuz. Çok ‘şiddetli’ bir fark… Aslında toplumun da böyle hissetmesini istiyorsunuz. Bu sözcüğü kullanan herkesin… Şiddet üzerine aldıkları önlemleri sıralayan bir devlet büyüğünü dinlerken mesela, ya da TV’de kadın programında bir uzman soğukkanlı açıklamalar yaparken. Dayağa, işkenceye giden yolun nasıl itina ile döşendiğini görmeyen her yorumun nasıl da “kadınlar çiçektir” yapaylığına hapsolacağını görüyorsunuz. Herkes şiddete karşı ama neyin şiddet olduğu neyin olmadığı noktasında tereddüt başlıyor. Cinsiyetçi-ayrımcı davranışlar ve kodlarla ilgili muğlaklık diz boyu. Bu nedenle bir devlet büyüğü tarafından meydanlarda bir kadın için laf arasında sarf ediliveren “kadın mı kız mı belli değil” cümlesinin ciddiyeti anlaşılmayabiliyor.

Kaba şiddet ve cinayetin bol olduğu yerde diğer ayrımcılık ve şiddet türleri görünmez kalıyor haliyle. Üstelik kocaların, babaların, eski eşlerin, sevgililerin yaptıkları toplumun bütününden bağımsız ele alındığında sterillik de sağlanmış oluyor. Yani bu manyak kocalar dışında her şey yolundaymış gibi ideal bir toplumda yaşadığımız yanılgısı var. Şiddet birtakım haddini bilmezlerin işi olduğu müddetçe sorun yok sanki. Oysa tersinden, “aslında şiddetsizlik mümkün mü” diye sormak gerekmez mi? Muhtemelen döven adam sadece karısını dövmüyor; maçlarda da, kendinden olmayana karşı gösterdiği tavırda da aynı kişi olarak varlığını sürdürüyordur. Amiyane tabirle şiddet iliklerimizde, önce bunu kabullenmek gerek. Yoksa sığınma evinde kalan bir kadının diğerinin saçını yolmak suretiyle kafa derisinde oluşturduğu küçük kelliğin içimizde yarattığı büyük boşluğu kavramamız güç olurdu.

İliklerimize işlemiş bu musibetin en çok da kadınları bulmasının bir anlamı olmalı elbette. Biz bunları tartışa dururken ölümü ile medyada gündeme gelmediyse eğer adını duymayacağımız yüzlerce kadının hayatında şiddet son hızıyla yaşanmaya devam ediyor. Kendisi bir çırpıda tüketilen bir sözcük ama hikayeler öyle değil. Gece vücudunda sigara söndürerek tecavüz eden kocasından sabah eve gelen sucunun eline gizlice sıkıştırdığı not sayesinde kurtarılmış kadınla görüşme yaptığınız sırada bunu yapan o kocanın şu an bir yerlerde hayatına devam ettiğini düşünmek, işyerinde veya kahvehanede sohbet ediyor olduğunu bilmek en hafifiyle çok tuhaf!

Kocaların, babaların ruh hastası olduklarını düşünüyorsunuz, belki öyle olmalarını diliyorsunuz, sonra üzülerek pek de ‘toplum dışı’ olmadıklarını kavrıyorsunuz. Çoğu işine gücüne giden, düzenli hayatı olan insanlar. Muhtar var, müzisyen var, öğretmen olanı var, patron olanı… Kendi düzenini tıkır tıkır sürdüren varlıklar yani! Anlaşılan açıktan görünen özelliklerden değil, daha derinde bir yerlerde konuşlanan bir haleti ruhiyeden söz ediyoruz. Güçlü, yenilmez doğaları müsaade etmediği için mahrem alanlarda ortaya çıkmaya alışmış erkeklik hallerinden, bu hallerin bazen şirazeden çıkmasından, ormana götürdüğü karısının burnunu kestikten sonra karşısına geçip sigara içmelerden… [http://www.milliyet.com.tr/cinsel-organi-yakildi-burnu-kesildi-gundem-1899144/ ]

Bu psikolojiyi irdelemeyi ilerleyen satırlara bırakalım ama insanların bu kadar hastalıklı olup bu kadar normal hayatlar sürmeleri gerçekten dehşete düşürmüyor mu insanı? Önce hastalık, sağlık, normal, anormal kavramlarının nasıl birbirinin yerine geçebileceğini idrak ediyorsunuz. Sonra tımarhane denen sınırın dışı normal kabul edildiğinden (veya hastalığın orada sıkışması gereken bir şey olduğunu bildiğimizden) toplumun arızalarının gizlendiğini anladığınızda iş çözülüyor. Yani bu normallik denen halin nasıl patolojik olduğunu kavrıyorsunuz, “karnından sıpayı, sırtından sopayı” normalliği… Burada kritik sözcük tutarlılık aslında… “Kocasının nikahında” tabiriyle kocasının sözünden çıkan kadının kötü muamele görmesi arasındaki tutarlılık.

Sonuçta toplumun kabul ettiği (onayladığı) ile reddettiği arasındaki diyalektik ilişkiden bahsediyoruz. Kızını kötü niyetli insanlara karşı korumak isteyen bir babanın, onun davranışlarına sınırlama getirmesi çok masum görünebilir; ama aynı babanın yan apartmanda ‘dul’ yaşayan veya ‘açık’ giyinen kadın için beslediği niyetler tam da bu masum kaygının tamamlayıcısı olabilir. Çocukların sağlığı adına pornografiyi yasaklayacak kadar korumacı tavır alan bir toplum için çocuk evliliğinin meşru olması gibi. Bu gerçekten pek çok açıdan kurcalanması gereken bir ikiyüzlülük… Namus gibi erkek icadı kavramlarla cinsel alanın erkeğin yararını gözetecek şekilde dizayn edildiği gerçeğini biliyoruz. Erkeğin içgüdüsünü destekleyen en karanlık uzlaşmayı belki de ensest gerçeğinde görüyoruz. Kadına kesinlikle inanılmaması veya kuyruk salladın diye suçlulaştırılmasından feci bir tavır daha var; baba tecavüzüne maruz kalmış bir genç kızın susması yönünde çabalayan aile silsilesi… Evet inandıkları durumda da kadın sussun istiyorlar. O halde soru şu, bu sır açığa çıktığında parçalanacak olan nedir ki mağdurdan değil failden yana tavır alınır?

Kabul edelim ki sexüel patalojilerin gizlenmesini mümkün kılan bir toplumsal var, bu toplumsalı örgütleyen bir siyasal da var. İBB’ye ait bir havuzun 2013 yaz dönemi pr ogramında öğrenciler yaş ve cinsiyete (4-6 yaş dahil) göre gruplara ayrılmış ve 12 yaş kız öğrencilerin ders saatinde erkek ebeveynlerin havuza gelmesini engelleyen bir kural konmuştu. Düşünmeden edemiyor insan, 12 yaş kız çocukların yanında erkek veli içeri almayan kamu yöneticileri hangi klasmandadır, koruyan mı tehlike arz eden mi? Belli ki ve ne yazık ki bu kural havuzun kenarında çocuklarını izleyecek ana babaların hoşuna gitmişti, tribünlerin onayı olmadan bu uygulamayı sürdürmek zor olurdu zaten.

Yüzyılların ürünü olan erkek egemen zihniyetin bugünkü muhafazakar iktidarla yaptığı dans ve bunun kadınlar aleyhine yansımaları başlı başına bir konu. Kadına karşı şiddeti konu eden ve 2012 yılında yürürlüğe giren 6284 sayılı kanun, kadın örgütlerinin tüm karşı koyuşuna rağmen, “ailenin korunması” ibaresiyle başlamıştı. Hükümetin yasal düzeydeki girişimleri, uygulamaları veya açıklamaları pek çok platformda tartışılıyor, eleştiriliyor ve bu durum sonlanacağa da hiç benzemiyor. Değil alt metinler, kullanılan dilin direkt kendisi infial yaratmaya yetecek güçte. Dilimize Mor Çatı sayesinde ‘sığınmaevi’ olarak yerleşmiş bir hizmet için (kanunda ve kamu hizmetlerinde) ‘konukevi’ tabirinin yeğlenmesi de sorunu dayandırdıkları varsayımın açık bir göstergesi sayılabilir.

Gündelik yaşamdan kamu hizmetlerine dek, erkek egemen sistemin verileri itinayla işlenmiş durumda. Bu izleri takip edince görüyoruz ki bazen açık bazen örtük ama mutlaka bir kadın karşıtlığı var. Erkeğin olmadığı yerde erk’in devraldığı bir karşıtlık. Böyle olunca sıradan vatandaşı geçelim, geç vakte kadar dışarıda gezdiğin için baba dayağını hak etmişsin diyen polis, bekareti duruyor diye tacize soruşturma başlatmayan savcı, kocanın tecavüzünü suç saymayan hakim, karı-koca kavgası diye darp raporu vermeyen hekim tuhafımıza gitmiyor. Taktığı poşuyu delil sayıp bir genci (25 ay) içeri atabilecek süratte bir kanun uygulayıcılık varken kadına yönelik suçlarla ilgili hala bir yasa olmaması çok anlaşılır oluyor. Sonuçta kadın cinayeti işleyenler gibi kanun koyucular-uygulayıcılar da bu toplumun içinden geliyor, entelektüel kapasiteleri, analitik düşünme becerileri, değer sistemleri toplumun diğer kesimlerinden farklı değilse farklı bir bakış beklemek abesle iştigal.

Sorun ‘erkek akıl’, kimin taşıdığı önemli değil. Hatta zarar gören de yalnızca kadınlar değil. Erkek egemen sistem aslında erkeklerin de aleyhine bir sistem. Militarist pratiklere maruz kalmak belki ilk akla gelebilecek dezavantaj.[Gazeteci İsmail SAYMAZ’ın şüpheli asker ölümlerinin incelendiği çalışmasında askerlik kurumunun tüyler ürpertici gerçeklerine tanık olmak mümkün. Esas Duruşta Cinayet, İletişim Yay, 2014] Gündelik hayatta kadınların karşılaştığı şiddet biçimlerinin normalleşmesiyle militarist yapının erkeklik rollerini pekiştirmesi arasındaki sıkı ilişki toplumsal cinsiyet çalışmalarında önemli bir vurgu. Ve bunun öznesi olan erkeklerin de pekala ‘müşteki’ konumuna girebildiği açık. Bu anlamda ataerkil normları sorgulayan, toplumsal cinsiyet rollerinin erkekler üzerindeki dayatmaları ve bunun ağır bedellerini tartışan erkeklik çalışmalarının da hız kazandığı görülmekte.8

II.

Kadına şiddet sorunu düşünülürken erkeklerin mercek altına alınmaması, iflah olmazlar düşüncesinden öte bir çeşit doğal felaket kabulü ile yaygın tabirle “onunla yaşamayı öğrenmek” stratejisi sanki. ‘Rehabilitasyon’un temelinde kadını korumak var, tedbir niyetiyle de olsa kadınlar (ve çocukları) sığınma evlerinde kapalı tutulurken adamlar dışarıda hayatı kendi istedikleri şekilde organize etme olanağı buluyor ve de tehditle, şantajla gücüne güç katabiliyor. Aslında gerçek, bir zavallı mahlûkata ödün vererek onu sakinleştirmeye çalışıyor olduğumuz.

Şiddet uygulayan erkeğin özellikleri incelendiğinde sahiden ortaya acınası bir durum çıkmıyor değil. İnsanların genellikle ‘yetersizlik duygusu’ ile baş edemediği için şiddeti bir çıkış yolu olarak gördüğünü; dayak atan kişilerin aslında eksik, zavallı hissettiklerini, karşıdakini güçsüzleştirdikçe kendilerini güçlü hissettiklerini biliyoruz. Şiddetle ilgili bazı psikanalitik görüşleri aile içi şiddet konusuna uyarlayan Işıl Vahip, “evde eşini döven erkeklerin çoğu, sanılanın aksine dışarıda çok uyumlu, anlayışlı görünür. Bu bireyler, evde saldırgan bir tutum sergiledikleri halde, dışarıda yineleyici biçimde, kendi yaşamını istediği gibi yönetemeyen edilgin kurbanlar durumuna düşer” diyor.9  Düşük benlik saygısı, bağımlılık, özgüven eksikliği, engellenmeye karşı düşük tolerans gibi şiddet uygulayan bireylerde görülen özelliklerin çocukluk yaşantılarıyla bağı ve gelişimsel süreçlerle ilişkisi psikiyatri-psikoloji literatüründe ele alınan bir konu.10

Şiddettin nedenleriyle ilgili olarak bilimsel çalışmalar ışığında geliştirilmiş çok çeşitli açıklamalar var. Şiddet uygulayan bireylerin (ve mağdurların) kişilik özelliklerine (genetik yatkınlık, endokrin yapılar, beyin disfonksiyonları) odaklanan biyopsikopatalojik modeller indirgemeci olmakla eleştirilse de 11 şiddet eğilimi olan erkekler arasında ‘kişilik bozukluğu’ tanısı olanlara sık rastlanıyor.12 [DSM-IV’e (Amerikan Psikiyatri Birliği’nin psikiyatrik hastalıkları sınıflandırma sistemi) göre kişilik bozuklukları: Paranoid Kişilik Bozukluğu (KB), Şizoid KB, Şizotipal KB, Histriyonik KB, Borderline KB, Narsisistik KB, Antisosyal KB, Obsesif-Kompulsif KB, Çekingen KB, Bağımlı KB. Bkz: Enes BAŞAK, “Kişilik Bozuklukları Türleri ve Tanımları” http://www.medikalakademi.com.tr/kisilik-bozukluklari-psikiyatri/#%5D

“Ya benimsin ya toprağın” kalıbının bu bozukluğun hangi derecesi veya türüne girdiği elbette bu yazının sınırını aşıyor ama toprağa verilen kadınların fazlalığına bakılırsa burada öfke kontrolündeki başarısızlık, duygularını saldırganlık dışında bir yolla ifade etmeyi bilmemek gibi iletişimsel sorunlardan daha fazlası olduğunu kestirmek zor değil. Erkek egemenliğine dayalı toplumsal cinsiyet rollerinin erkeklere sosyal bir kimlik yüklemenin ötesinde zihinsel, duygusal bir donanım kazandırdığını unutmamak gerekir- kadın cinsi üzerinden, anadan bacıya avrada, onun cinselliği üzerinden kendi özdeğerini belirleyen bir donanım bu. Bu anlamda toplumun erkekler için sosyal psikoloji deneylerine benzer bir düzenek olarak işlev gördüğünü gözden kaçırmamak gerekir.

Bir gruba belli ayrıcalıklar tanındıktan sonra diğerlerine yönelik tavırlarının nasıl aniden değiştiğini gözlemlemek açısından ABD’li ilkokul öğretmeni Jane Elliot’un 1969’da öğrencilerine yaptığı deney 13 iyi bir örnek olabilir: Eliot bir gün sınıfa gelip öğrencilerini mavi gözlüler ve kahverengi gözlüler olarak iki gruba ayırır. Mavi gözlülere kahverengi gözlülerden daha iyi, daha üstün, daha akıllı oldukları gerekçesiyle bazı özel ayrıcalıklar tanır. Dakikalar  içinde, mavi gözlüler kahverengi gözlülere aşağılayıcı sıfatlar takmaya, alay etmeye başlarlar; kurallara uymadıklarını düşündüklerinde kahverengi gözlüleri cezalandırmak için çok hevesli olurlar. Deneyin ikinci gününde, Elliot önceki gün yanlış yapmış olduğunu söyleyerek ayrıcalıkları bu sefer kahverengi gözlülere verir. Yine dakikalar içinde olan kahverengi gözlüler mavi gözlülere aynı aşağılayıcı/ayrımcı muameleleri yapmaya başlarlar. Toplumumuzda kadınların yaşadığı aşağılanmalara bakınca otorite eliyle yaratılmış bir kurgunun içinde olduğumuz hissine kapılmamak imkansız. Erkekler ve onun kaburgasından yaratılmış kadınlar arasında yaşanan deneyin sonuçlarını izliyor gibiyiz. Namusuna halel gelen erkeğin duygularını ve bu sebeple kalkıştığı işleri aldığı cezadan daha meşru kılan bir sistem, bir tertibattan başka ne olabilir?

Kurgu böyle olunca da bir anda cinnet geçiren hep erkekler oluyor! Kendisine karşı koyan kadını bastırmak için akıllara zarar yöntemler keşfetmekte hiç zorlanmayan erkekler… Kadınını çok sevenlere has kezzap dökmek gibi yöntemler… Ve bunlar basitçe aşırı sevme-sevilmeme, kıskançlık sözcüklerine gelip sıkıştığında kimseye yabancı gelmiyor pek, belli ki bir bağışlayıcılık var, belki de tüm toplumun yaptığı şey daha göz yumulur bir şey? Aslında ne kadar kanıksadığımızı anlıyoruz. Yatağın örtüsü bozuk diye, eve birini mi aldı diye kadını hastanelik eden adamlarla kaynıyor her yer. Nasıl bir tehlikeyle yaşadığımızı fark dahi etmiyoruz.

Hakaret, aşağılama, kontrol, baskı, tehdit, engelleme, özgürlükten yoksun bırakma gibi çeşitli şiddet davranışlarının ötesinde vahşet dolu olaylardan söz ediyoruz. Boşanma davası açtığı kocası tarafından İzmir’de 10 gün rehin tutulup bıçaklanarak öldürülen Yeşim Baytar’ın sırtına kocasının jiletle ismini kazımış olması küçük bir ayrıntı olamaz herhalde? Ölümle sonuçlanan şiddet olaylarının çoğunda ağır işkence var. Bu henüz hayatta olanlar için işkencenin sürmekte olduğunun da kanıtı aynı zamanda.

Bu vahametin çok da farkında değiliz çünkü; birincisi işkence görünmez bir eylem, kocası tarafından kafası çekyatın altına sıkıştırılıp saatlerce öyle tutulduğu için yüzüne kan oturan kadına komşusunun “ama kocan hiç belli etmiyor, çok iyi bir insan” diyebilmesine sebep olan bir görünmezlik. İkincisi ve daha da kötüsü, görünür olsa bile cinayete varmadığı müddetçe suç gibi algılanmıyor, “bir anlık sinir, olmuş bir kaza” türünden olağanlaştırma her zaman devrede. Bu psikopatolojik durumun erkeklere ‘hasta’ kontenjanından bağışlanma fırsatı tanıması ise cabası. Oysa burada tam yerine oturan bir sözcük var: Taammüden. Esas olarak potansiyelini gerçekleştirmesini destekleyen bir düzen içinde her bir erkeğin bu durumdan ne kadar hoşnut olduğuna bakmak lazım. Bu anlamda durum hiç iç açıcı değil. Hatice Meryem hikayelerine özgü can yakıcı bir sadelik ve basitlikte işleniveriyor cürümler, eve kilitleyip günlerce aç susuz bırakmalar, çamaşır ipiyle elleri bağlayıp maket bıçağıyla açılan kesiklere tuz basmalar… Kırıldıktan sonra kendi kendine kaynayan kemiklerinden bahseden kadın sayısı hiç az değil. Serinkanlılık cidden önemli bir şey, karısını baltayla öldürmeden önce abdest alıp namaz kılmayı başarmak mesela ve bunu yapan katilin 81 yaşında olması ve iftarda ses duyulur diye cinayeti işlemek için sahuru beklemesi… [Ramazan ayı içinde (02.07.2014) gerçekleşen bu elim olaydaki ironik ayrıntılardan biri de merhumun adının Adalet Kahraman olmasıydı.]

Dolayısıyla erkeklerin derin tahlillere muhtaç bu ‘klinik’ durumu masaya yatırılmayı fazlasıyla hak ediyor. Ve ister hastalıklara ister erkek egemen sistemin sakatlamasına dayansın bu ‘kişilik bozukluğunun’ suç işlemesine fırsat veren koşulları, yeniden işleyen mekanizmaları tartışmak kadına yönelik suçlarla mücadele açısından bir kez daha önem kazanıyor. Suç önemli bir kavram. Eğer müeyyidesi varsa bir şey suç olarak kabul ediliyor demektir ve eğer o şey ceza yöntemine bırakılmayacak kadar önemseniyorsa çözüme kavuşması için politika üretilmesi gerekir.

III.

Şiddetin suç davranışıyla ilişkisi çeşitli disiplinlerden pek çok araştırmacının ilgisini çekmiş bir konu: Erkek mahkumlarla ve suç öyküsü bulunan erkek hastalarla (psikotik) yapılmış iki ayrı araştırmada da 14 bu kişilerin sosyodemografik özellikleri, özgeçmişleri ve klinik özelliklerinin suç davranışıyla ilişkisi istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuş. Sosyodemografik özelliklerin doğuştan gelen diğer özellikler kadar değişmez olmasının verdiği ilhamla bu bulguların tersinden işlenmesinin hangi sonuçlara ulaştıracağı merak uyandırıyor. Kapalı alanda (cezaevi ve hastane) bulunan bireylerden örneklem oluşturarak onların taşıdığı özellikler üzerinden genellemelere ulaşılması dışında hangi koşulların suça bulaşmaya veya ruh sağlığı açısından ciddi boyutlarda hastalanmaya elverişli ortam yarattığı şeklinde bir varsayımla yola çıkmak da mümkün. Aslında açık alandaki büyük örneklem kümesinden bunu az çok kestirebiliyoruz. 3.sayfa haberleri gibi pek de bilimsel olmayan ölçme yöntemleriyle!

Aile içi şiddete neden olan risk faktörleri açısından bakıldığında eşler arasındaki saldırganlığın ekonomik olarak güçlü kesime oranla daha çok işçi ve orta sınıftan olan çiftlerde daha fazla yaşandığını, erkeğin eğitim seviyesinin azlığı ve işsiz olması ya da iş yaşamındaki istikrarsızlığı ile kadının şiddete maruz kalması arasında bir ilişki olduğunu gösteren araştırma sonuçları bulunmakta.15

Bu sonuç, şiddet yaygınlığı açısından belli grupları suçlulaştırmaya bahane olması için değil, bu grupların yaşam şartlarının kadına şiddete çözüm aşamasında kapsam dışı bırakılmaması için değerlendirilmesi gereken bir sonuç. Nitekim şiddetin yalnızca belli gruplarda yaşandığına itiraz eden, şiddet uygulayanların sadece düşük gelir düzeyli, eğitimsiz ailelerden geldiği inancının aksine her gelir düzeyinden, her eğitim seviyesinden, her meslek grubundan ve her yaştan kadınların şiddete maruz kaldığını gösteren araştırmalar var.16

Belki de bu iki veri yan yana konduğunda çıkan sonuç şu: Elbette erkek şiddeti mesleğin ve kazancın garanti edemediği bir sorun; yani şiddet her yerde karşımızda ama şiddetsizliğin bir gelişmişlik gerektirdiğini reddetmek olası değil. En basitinden Maslow’un ihtiyaç kuramına göre yüksek derecedeki gereksinimlerin giderilmesi için daha alt derecedeki gereksinimlerin tatmin edilmiş olması gerekir. Yani fizyolojik ihtiyaçlar ve güvenlik ihtiyacı (karnını doyurma, barınak, düzenli çevre) karşılanmadan ait olma, sevgi, saygı gereksinimleri ve kendini gerçekleştirme gereksinimleri karşılanamıyor.

Dolayısıyla temel gereksinimler karşılanmayınca bir toplumda üreyen sorunları tartıştığımızda sınıfsal bir analize doğru yürüyor oluyoruz. Zaten “sosyo-ekonomik etmen” denen şey ekonomik girdilerin toplumsal çıktısı değil mi bir anlamda? Yoksulluk varsa mesela yalnızca maddi ihtiyaçlardan mahrum kalmak değil başka insani maliyetler de var demektir. İşsiz, evsiz, güvencesiz, yardıma muhtaç kitlelerin artmasıyla kolay yönetilmeye uygun hale gelmesi arasındaki ilişki maskelendiği müddetçe bu maliyetlerin artmasından doğal bir şey yok.

Bilindiği üzere şiddet türlü eşitsizlik düzeylerinin, adaletsiz uygulamaların had safhada olduğu bizim gibi toplumlarda başvurulması kaçınılmaz bir yol. Sorunlarla baş etmekte kullanılan en kestirme yol. Hal böyle olunca, bireyi toplumsal bilinç üzerinden açıklamaya çalışmış Wilhelm Reich’ın meşhur sözünde dediği gibi “asıl açıklanması gereken, neden aç insanın çaldığı ya da sömürülen adamın grev yaptığı değil, neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir.” Asıl sorulması gereken tüm toplumun nasıl çıldırmadığıdır. Yoksa zaten çıldırmış olduğumuzun farkında mı değiliz?

Linç ve benzeri toplu şiddet olaylarının mesela toplumsal meşruiyetinin bu kadar yüksek olması yeterince korkunç değil mi? Kamusal tartışmada çoğu kez şiddetin kendisi değil maruz kalan kişi ya da grupların hak edip etmediği önem kazanıyor, bu haklılığa da elbette fail karar veriyor, mağdur bir travestiyse veya Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya kalktıysa mesela işi zor.

Şiddetsizlik mümkün mü sorusunun böyle bir işlevi de var: Nasıl bir toplumda yaşadığımızın farkında mıyız? Bu soruyu 30 yıl savaş yaşayan bir toplum üzerinden yeniden düşünmek de gerekebilir. Savaş yalnızca silahlı güçler arasında yaşanan bir süreç değil çünkü, savaş koşullarının bir toplumda yarattığı görünmez tahribatlar var. Gazetelerde yer alan öldürülmüş ve işkence edilmiş insan bedenlerine ‘düşmana’ ait olmalarından dolayı yıllarca hınçla bakmamızın, sırtından bıçaklı bir kadının gazetedeki [7 Ekim 2011 Habertürk] çıplak resmine daha rahat bakabilmemize katkısı olmuştur pekala. Bu noktada yaşadığımız tüm sorunları, korkuları bir ötekine nefret-öfke duyarak aşmayı öğrenmemizden de bahsetmeliyiz, bezen öteki ırk, bazen öteki din, bazen öteki cins… Toplumsal hiyerarşinin düzenlenmesi ve bu düzenin hakim sınıflar yararına işlemesi için her tür ayrımcılığın nasıl işlevsel olduğundan bahsetmeliyiz.

Kadrajı büyüttüğümüzde göreceğiz ki kadına yönelik şiddet yalnızca bireysel güdülenmeyle ortaya çıkan bir davranış değil. Şiddet uygulayanın motivasyonunu genel olarak mağdurun kim olduğuna bakarak saptamak da olası. Şiddete uğrama riski yüksek olan grupları alt alta sıraladığımızda faile de yakından bakmış oluyoruz bir anlamda: En başta kadınlar (sırasıyla kız çocuğu, adolesan kızlar, gebe kadın, 30 yaş altı çocuklu kadın, HIV(+) kadın, yaşlı kadın), sonra çocuklar, yaşlılar, özürlüler, göçmenler, mülteciler, etnik azınlık mensupları17. Üstünlüğe dayanan bir cesaret, ama ille de karşıdakinin güçsüzlüğü… O halde güce dayalı bu çarkın kadın sorununa geçen dişlilerini tahlil etmek hayati önem taşıyor; erkek egemen sistemin diğer ayrımcılık, baskı, şiddet ve sömürü biçimleriyle nasıl uyum içinde çalıştığını izlemek de. Elbette iktidar sahipleri kendi çıkarları için dönen bu çarkın yarattığı toplumsal patolojilerle ilgilenmeyecek. Onun işi ortaya çıkan ‘kişilik bozukluğunu’ kadını öldürdüğünde hafifletici sebep olarak kullanmak.

Kadına yönelik şiddet özerk bir sorun olmasına rağmen diğer şiddet alanlarından ve süreçlerinden yalıtılarak ele alındığında mücadele yöntemlerinin zayıflaması kaçınılmaz bir şey. Şiddeti ortaya çıkaran ve pekiştiren faktörlerin bir çember gibi birbirini tamamlıyor olması bütüncül bakışı zorunlu kıldığı gibi adeta kaçınılmaz olan şiddetin neden kader olmadığını anlamayı da kolaylaştırmakta. Bu arada şiddetin kaçınılmazlığının erkekleri masumlaştırdığını söyleyemeyiz. Gayet açık ki erkek şiddeti erkeği cani kadını ölü yapıyor. Hayatta kaldığında da yüzünün morluğundan, gözünün patlağından utandığı için hastaneye-polise gitmeyen yine kadın oluyor. Ola ki 155’i aramaya cesaret ederse ekip aracına bindirilip mahalleden götürüldüğü anı unutmuyor, unutamıyor. Pek çok kadının bir dahaki sefere polis çağırmaması sadece yaşadıkları utancın değil, onları izleyen gözler olduğunun da kanıtı. Sahiden o polis aracı o mahalledeki o eve ikinci (üçüncü, beşinci, …) seferini neden yapsın ki…

Şu bir gerçek ki kadına yönelik şiddet öyle kolay kapatılacak bir konu değil. Bu nedenle kadına yönelik şiddetle mücadelede “eğitim şart” kolaycılığına kaçan, en hafif tabirinden ‘hafif’ yaklaşımlar sırf bir samimiyet sorunu değil aksine manipüle etme sorunudur. Toplumsal cinsiyet rollerini üreten tüm toplumsal kurumların ve ilişkilerin değişken haline gelip gelmediği şiddetle mücadele çabalarında önemli bir ayrım noktasıdır. Dolayısıyla ancak bu sorunun bütün bileşenleriyle mücadeleyi göze alan kadın hareketi gerçek bir kılavuz olabilir. Kadına karşı olanların şiddete karşı durması beklenemez..

1 –  Bkz: http://www.kadindayanismavakfi.org.tr/siddet-nedir /Erişim Tarihi: 05.02.2014
GERİ GİT

2 – Bkz: http://www.kadindayanismavakfi.org.tr/siddet-nedir /Erişim Tarihi: 05.02.2014
GERİ GİT

3 – Yasemin Yüce TAR, “Üniversitelerde Kadına Yönelik Şiddet Nasıl Tartışılıyor?” , Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu, Ankara, 27-28 Nisan 2012- I.Cilt-s.25 GERİ GİT

4– Nükhet SUBAŞI, Ayşe AKIN, “Kadına Yönelik Şiddet: Nedenleri ve Sonuçları”
http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/SayfaDosya/kadina_yon_siddet.pdf /Erişim Tarihi: 01.02.2014 GERİ GİT

5– Melike DİŞSİZ, Nevin HOTUN ŞAHİN, “Evrensel Bir Kadın Sağlığı Sorunu: Kadına Yönelik Şiddet”, s.51
http://hemsirelik.maltepe.edu.tr/dergiler/cilt1sayi1agustos2008/cilt1sayi1a2008/50_58.pdf /Erişim Tarihi: 01.02.2014 GERİ GİT

6 – Devrim AYDIN, “Uluslararası Ceza Mahkemesi Temel Belgeler Derlemesi”, Ank:2006
http://www.ihop.org.tr/dosya/ucm/ucm.pdf /Erişim Tarihi: 13.02.2014
GERİ GİT

7- Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı 2012-2015, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Ankara, S.9
http://www.kadininstatusu.gov.tr/upload/kadininstatusu.gov.tr/mce/2012/kadina_yonelik_sid_2012_2015.pdf /Erişim Tarihi: 03.03.2014
GERİ GİT

8– Egemen KEPEKÇİ, “(Hegemonik) Erkeklik Eleştirisi ve Feminizm Birlikteliği Mümkün mü?” Kadın Araştırmaları Dergisi Yıl: 2012/2, Sayı: 11, Sf. 59-86
GERİ GİT

9 – Işıl VAHİP, “Evdeki Şiddet ve Gelişimsel Boyutu: Farklı Bir Açıdan Bakış” Türk Psikiyatri Dergisi 2002; 13(4): 312-319
GERİ GİT

10 –  Peykan GÖKALP, “Şiddet Ve Nefrete Psikanalitik Yaklaşım, Hekime Şiddet Nereden Çıktı”, İstanbul Psikanaliz Derneği, http://www.ttb.org.tr/siddet/images/stories/file/pdfler/psikanalitikyaklasim.pdf Erişim Tarihi: 21.03.2014
– İlyas ÖZGENTÜRK, Vedat KARĞIN, Halil BALTACI, “Aile İçi Şiddet ve Şiddetin Nesilden Nesile İletilmesi”, Polis Bilimleri Dergisi Cilt:14 (4)
GERİ GİT

11 -Ayten Zara PAGE, Merve İNCE, “Aile İçi Şiddet Konusunda Bir Derleme” , İstanbul Bilgi Üniversitesi, Türk Psikoloji Yazıları, Aralık 2008, 11 (22), 81-94
GERİ GİT

12 – Canani KAYGUSUZ, Melek KALKAN “Kadına Yönelik Şiddete Psikoloji İçinden Bakmak” Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu, Ankara, 27-28 Nisan 2012, I.Cilt, s.86
GERİ GİT

13 – Nükhet SUBAŞI, Ayşe AKIN, “Kadına Yönelik Şiddet: Nedenleri ve Sonuçları” s.13
http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/SayfaDosya/kadina_yon_siddet.pdf Erişim Tarihi: 01.02.2014
GERİ GİT

14 – Murat PAKER, “Psikolojik Açıdan Önyargı ve Ayrımcılık”, Ayrımcılık: Çok Boyutlu Yaklaşımlar, Der: Kenan ÇAYIR Müge AYAN CEYHAN, Bilgi Üniversitesi Yay, İst:2012
-Hüseyin GÜLEÇ, Medine Yazıcı GÜLEÇ, Semra Ulusoy KAYMAK, Mürüvvet TOPALOĞLU, İsmail AK, “Şiddet İçeren Suç Davranış Öngörülebilir mi? Erkek Mahkumlarda Yürütülen Bir Cezaevi Çalışması” (Klinik Psikiyatri 2011;14:94-102)
– Fatih ÖNCÜ, Mustafa SERCAN, Can GER, Rabia BİLİCİ, Cenk URAL, Niyazi UYGUR, “Sosyoekonomik Etmenlerin ve Sosyodemografik Özelliklerin Psikolojik Olguların Suç İşlemesinde Etkisi” Türk Psikiyatri Dergisi 2007; 18(1):4-12 
GERİ GİT

15– Ayten Zara PAGE, Merve İNCE, “Aile İçi Şiddet Konusunda Bir Derleme”, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Türk Psikoloji Yazıları, Aralık 2008, 11 (22), 81-94- s.84 GERİ GİT

16 – Doç. Dr. Dolunay ŞENOL, Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ, “Kadına Yönelik Şiddet Algısı-Kadın ve Erkek Bakış Açılarıyla” http://kasumer.kku.edu.tr/anasayfa/dokumanlar/KADINA_YONELIK_SIDDET_ALGISI_KITABI.pdf Erişim Tarihi: 01.02.2014
GERİ GİT

17 – Nükhet SUBAŞI, Ayşe AKIN, “Kadına Yönelik Şiddet: Nedenleri ve Sonuçları”
http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/SayfaDosya/kadina_yon_siddet.pdf Erişim Tarihi: 01.02.2014 GERİ GİT

Erkek Şiddetine Karşı Kadınların İsyanı Büyüyor/22 Şubat 2015

Özgecan’ın bindiği minibüste kaçırılıp tecavüz edilerek katledilmesi Türkiye’nin gündemine oturdu. İnsanlar sokaklara döküldü, şiddet lanetlendi, masum olduğu vurgulanan kadınlar yüceltildi. Hem siyasetçi erkekler hem sokaklarda eylemlerdeki erkekler nutuklar attı. İdam, hadım, insanlık, canilik, vicdan tartışıldı. Kadın cinayetleri, eşitlik, mini etek, iffetli-iffetsiz kadın ayrımı tartışıldı. Ama kimse bu cinayetin sorumluluğunu almadı!

Bu olaya toplumda geniş kesimlerin tepki vermesi elbette önemli. Ama madem artık hepimiz bu konuyu konuşuyoruz, o zaman toplumdaki ikiyüzlü tavırla da yüzleşmenin zamanı! Özgecan’ın katledildiği gün İzmir’de de Enver Özdemir karısı ve 2 kızını tabancayla vurarak öldürdü. Özgecan’ın katledilmesinden bir hafta sonra Antalya’da 22 yaşındaki Hüsne, sevgilisi Şahin Koçar’ın evine gitmeyi reddedince önce dövüldü, sonra arabadan aşağıya atılıp üzerinden geçilerek katledildi. Hüsne’nin arabada olan kardeşi inerek etraftan yardım istese de kimse oralı olmadı! Çengelköy’de Tahir Kart karısını öldürüp parçalara ayırarak çöp konteynırına attı. Yıllardır şiddeti izleyen komşular hiçbir şikayette bulunmadı!
img-20150222-wa0001 img-20150222-wa0003 img-20150222-wa0021 img-20150222-wa0002
Canilik değil erkek şiddeti!

Yanı başınızda, komşunuz karısını döverken ses çıkarmadınız, sokakta bir erkek sevgilisini döverken, hatta bıçaklarken öylece izlediniz, yanından sessizce geçtiniz. Peki, siz erkek egemenliğini her gün güçlendiren bu dayanışmanıza rağmen neyi protesto ediyorsunuz?

Bu coğrafyada her gün en az 3 kadın en yakınındaki erkekler, yani kocası, sevgilisi, babası, abisi tarafından katlediliyor. Ve bu cinayetler yıllarca süren işkencenin, sistematik şiddetin ardından, kendini göstere göstere geliyor! Kadın cinayetleri ne kadar vahşice işlense de katillerin hiçbiri ruh hastası değil, hepsinin ortak özelliği erkek olmak ve devlet yetkilileri tarafından bu katillerin sırtının sıvazlanması! Aile Bakanı Ayşenur İslam ne yapıyor? Kadına yönelik şiddetin devletin politikalarıyla, hükümetin söylemiyle hiç alakası yokmuşçasına “şiddet uygulayan kişilerin niteliklerine bakmak”tan, “şiddet uygulayan prototip”ten bahsediyor. Yani her gün 3 kadının öldürülmesini karakter özelliklerine bağlayıp hızla sorumluluğu üzerinden atıyor. Biz kadınlar sokaklara döküldük, isyanımızı büyütüyoruz. Size bunun canilik değil, karakter meselesi değil, erkek şiddeti olduğunu anlatmak için daha kaç kadının hunharca katledilmesi gerek?

Kadın katliamını önlemek için erkekleri engelleyin!

Bizi katleden erkekler mahkemelerde tahrik indirimi, iyi hal indirimi almaya devam ediyor. Erkek yargının mensupları, cinayet ile erkeğin yıllardır süren sistematik şiddeti arasındaki bağlantıyı kurmaktan aciz, kadın katilleri için adeta indirim yarışına giriyor. Bizi katleden erkeklerin ailede, kahvede, mahallede, dizilerde herkes sırtını sıvazlıyor. Öyle ki, karısını öldüren bir adam çıkıp, “Öldürme hakkımı kullandım” diyebiliyor! Kadınlara söylenenler ise: Yuvanı yıkma, erkektir yapar, çocuğun için sabret, sen de mini etek giyme, o saatte sokakta ne işin vardı, bağırmamışsın demek ki rızan vardı! Suç öldüren, tecavüz eden erkekte değil, kadında aranıyor!

Cumhurbaşkanından valisine, bakanından okul müdürüne iktidarın tüm neferleri bas bas kadınlarla erkeklerin eşit olmadığını bağırıyor. Kadınların boşanması engelleniyor, kahkaha atması ayıplanıyor, çalışması ancak anne olması şartıyla destekleniyor, erkeklerle eşit olmadığı açıkça söylenerek kendi ayakları üzerinde duran kadınlara had bildiriliyor. AKP kadınların değil ailenin güçlenmesini esas alıyor, erkek şiddetini engellemekteki sorumluluğunu ört bas etmek için hadımı, idamı tartışmaya açıyor. Oysa biz çok iyi biliyoruz ki esas mesele, kadınlar katledildikten sonra erkekleri idam etmek değil, cinayete giden süreçte erkek şiddetini engellemek, kadınların güçlenmesini sağlamaktır!

Yasta değil isyandayız! Erkek şiddetine direniyoruz!

Biz kadınlar hayatlarımıza sahip çıkıyoruz! Ne karakol, ne yargı, ne aile, ne mahalleli, ne komşu, ne akraba! Yıllarca sustunuz, gözünüzün önündeki şiddete ses çıkarmadınız, erkekleri engellemediniz! Biz kadınlar artık ölümü göze alarak boşanıyoruz, toplumdan dışlanmayı göze alarak tecavüzcüleri teşhir ediyoruz! Bizler birbirimizden cesaret buluyoruz. Erkek şiddetine karşı mücadelemizi, dayanışmamızı büyütüyor, birbirimize güç oluyor, çare oluyoruz!

Bizler erkek şiddetine karşı canımızı savunuyoruz! Ama buradan Meclis’e görevini tekrar hatırlatıyoruz. Yaşamın yarısını oluşturan kadınlar, her gün ölüm tehdidi altında yaşıyor. Var olan yasalar uygulanmıyor. Kolluk, mahkemeler görevini yapmıyor! Bu katliamı engellemek sizin göreviniz! Artık tek bir kadının dahi katledilmesine tahammülümüz yok!

Siz erkek aklınızla konuştukça, eşit değilsiniz dedikçe daha çok öldürülüyoruz. Konuşma sırası artık kadınlarda. Kadın katliamını engellemek için taleplerimizi dikkate almak zorundasınız!

– Tecavüzde rıza aranmaz. Tacizde, tecavüzde kadının beyanı esastır!
– Aile değil kadınız! Kadın Bakanlığı kurulsun!
– Kadın katillerinin cezalarında iyi hal-tahrik indirimlerine hayır!
– Erkek şiddetini önlemeyen Ayşenur İslam da cinayetlerin failidir. İstifa etmek için ne bekliyor?
– Evlilik, aile eğitim programları kaldırılsın. Boşanmalar değil erkek şiddeti engellenmeli!
– Fıtrat dediniz, eşitliğe saldırdınız. Kadınlar için gerçek eşitlik!
– İç güvenlik paketi, kadınların da güvensizliği! Hayır!

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu
22.02.15

Erkek Şiddeti ve Feminist Tutum

tesadf_deil_erkek_iddeti_150Gerek Özgecan’ın katli, gerekse bu vahşetin sonrasında ortaya çıkan toplumsal hareketlenme, birçok tartışmayı beraberinde getirdi. Bir yandan “idam, hadım, linç” sesleri yükseledursun, bir diğer yandan da bu olaya dönük tepkilerin içinden eril zihniyetin yeniden ve yeniden fışkırdığını görmek durumunda kaldık. Katilin anasına, bacısına küfredenlerden tutun da, yedi sülalesinin bir yerlerine koyan insanlara bazen meram anlatmaya çalıştık, bazen öfkemizden ne yapacağımızı bilemedik.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir diğer ses, koroya eklenmekte gecikmedi: “ Bu kadın-erkek meselesi değil, bu bir insaniyet meselesi.” “Olayı politikleştirmeyin, burada çok insani, çok vicdani bir durum var.” Bu sesin nasıl “üretildiğini” yani münferit olmayıp bizatihi ideolojik bir alt yapısı olduğunu görmek zor değil. AKP’nin eşitlik mücadelesini bile zoraki bir “eş değerlik” kabulüne indirgemek adına kurdurduğu bir STK (?) olan KADEM, televizyonlarda günlerdir bu söylemi yaygınlaştırmaya çalışıyor. Hülya Gülbahar başta olmak üzere feministler bu algı yönetiminin söylem mekanizmasına ne kadar çomak sokarsa soksun, söz yayılıyor: “Mesele kadın-erkek meselesi değil.”

KADEM’i, kadın meselesine dair hassasiyeti ancak genç bir kadının hunharca katledilip yakılmasıyla ortaya çıkan güruhu bir kenara koyalım (şimdilik). Kadınlar bu ve benzeri tepkilerle Kadıköy Boğa’da -kadınların çağrısıyla- gerçekleştirilen eylemde de karşılaştılar. Feministler, yıllardır tüm yayın organlarında, kitaplarda, röportajlarda yeterince net şekilde ifade ettikleri şeyi, yani kadının özne olduğu eylemin katılımcısının kadınlar olması gerektiğini bir kez daha anlatmaya mecbur bırakıldılar. Mecbur bırakıldılar çünkü böyle acılı ve öfkeli olduğumuz bir günde dahi erkeklere laf anlatmaya çalışmak, tercih değil ancak bir zorunluluk olabilir.

Kısaca özetlersek, bir yandan kadın konusundaki duyarlılığı son derece güdük bir kesimin, diğer yandan AKP’nin “bu kadın-erkek meselesi değil” demesiyle uğraşırken, bir diğer yandan bazı sol grupların da farklı argümanlara dayanarak aynı söylemi yinelediğine şahit olduk. O söylem, bugün İleri Haber’de yayımlanan bir yazıda vücut buldu. *

Yazının başlığı “Kapitalist Şiddet ve Feminist Tutum”. İlk olarak IŞİD vahşetinin kurbanı olmuş bir kadınla giriş yapılıyor yazıya, ardından Ukrayna’daki tecavüz ile devam ediyor. Bir sonraki örnekte, Özgecan’ın katillerinin “ülkücü” oluşundan bahsediliyor.

Milliyetçiliğin, milliyetçi-muhafazakarlığın, köktendinciliğin kendini var ediş biçimi tamamen erildir. Bu ideolojiler, kendilerini ve kurumlarını inşa ederken, kadını ancak bir araç olarak görür ve şekillendirirler. Dolayısıyla, bu düşünce yapılarının iktidar olduğu alanlarda tecavüzün, kadına yönelik şiddetin, kadını erkek ile eşit görmeyen bir “eksik cins” olarak tanımlamanın ve buna bağlı sonuçların oluşumu kaçınılmazdır. Ancak bu mantıktan yola çıkarak, tersi ideolojilerde kadınları dikensiz gül bahçesinin beklediği yönünde bir atmosfer yaratmaya çalışmak abesle iştigaldir. Türkiye’de kadına yönelik şiddetin ideolojilere göre istatistiki tutulmuş değil. Ancak senelerdir sığınma evlerinin, kadın hareketlerinin çalışmalarından biliyoruz ki, kadına yönelik şiddet, eğitim, statü, ideoloji, demografik profil vb. kriterleri tanımaksızın uygulanıp devam ettiriliyor. Katillerin ülkücü kimliği, bu ülkede kontrgerillanın ülkücülerle kurduğu politik ilişkiyi refere etmektedir ve bu ilişki, her tür şiddet biçimiyle birlikte tecavüzü de içeren yapıdadır. Bunu inkâr etmek mümkün olmamakla beraber, Özgecan gibi katledilen onlarca kız kardeşimizin katilinin ortak noktası ne ülkücülük, ne dindarlık, ne de eğitimsizliktir. Bu korkunç ortaklık, katillerin erkek oluşundan başka bir şey değildir.

Yazının devamından aynen alıntılıyorum: “Özgecan için oluşan toplumsal tepki, hem kadına yönelik bireysel (eril) şiddet hem de iktidar (siyasal hegemonya) şiddeti açısından birlikte ortaya konmak durumundadır. Bu bakımdan Feminist ve/veya sol-sosyalist olduğunu iddia eden kimi çevrelerce gerek eylemlerde gerek sosyal medyada ortaya konan erkek karşıtlığı üzerinden gelişen seksüel analiz son derece sorunludur. ”

Burada yazarın söylemek istediği şeyi kabaca AKP karşıtı kitle hareketinin, bu cinayet karşısında karma bir şekilde tepki vermesini engellememek gerekir, şeklinde okuyabiliriz. Sol partilerin birçoğunun, AKP karşıtı toplamı nitelikli hale getirmek, bu toplamı mümkün olduğunca sola çekmek gibi bir programı olduğunu, bu heterojen, savruk hareketi gerçek bir kitle muhalefetine dönüştürme amacı güttüğünü biliyoruz. Şahsi olarak, bu amaçla hiçbir sorunum olmadığını belirtmek isterim. Ancak çok iyi biliyoruz ki, bu kitle ile bir gelecek tahayyüllerinin olması, bu kitlenin her dediğini uygulayan bir parti modelini gerekli kılmıyor. Yani kendi ilkeleri söz konusu olunca bu kitle ile yer yer pazarlığa giren, yer yer anlaşmazlığa düşen ve hatta yer yer onu kaybetmeyi dahi göze alan yapıların, feministlerin bu toplamın tüm talep ve enerjilerini karşılıksız kabul etmelerini beklemeleri ve daha ötesine geçerek hareketi böldürmeyiz şerhi düşmeleri tek kelimeyle yersizdir.

Devam ediyoruz: “Bu bakımdan Feminist ve/veya sol-sosyalist olduğunu iddia eden kimi çevrelerce gerek eylemlerde gerek sosyal medyada ortaya konan erkek karşıtlığı üzerinden gelişen seksüel analiz son derece sorunludur. Bir tek AKP ve düzen karşıtı sloganın atılmaması, içeriğin bütünsel olarak ortaya konmamasının yanı sıra, aynı hassasiyeti gösteren; tümüyle insani bir yaklaşımla eyleme katılan erkek bireylerin dışlanması; tüm bu şiddetin sorumlusu sayılırcasına, adeta potansiyel tecavüzcü ilan edilircesine kortej dışına atılmaları ciddi bir akıl tutulmasıdır.”

Burada eleştiriye katılma-katılmamaktan çıkıp aleni yanlışları düzeltmek gerekiyor. “Bir tek AKP ve düzen karşıtı slogan atılmaması” ifadesi, sabrı zorlamaktadır. Burada, kendini ispat etme yükümlülüğü feministlere ait değildir, bu asılsız iddiayı ortaya atanlarındır.

Yazının devamında öyle cümleler var ki, her birini tek tek alıntılayıp cevap verme isteği duymamak mümkün değil. “İçi boş feminist söylem” lafından tutun da, feminizmin patriyarkayla kapitalizmin birlikte işleyişine değinmediğini iddia etmeye ve feminizmi “metafizik” bir ideoloji olarak adlandırmaya giden analizlere ve finalde feminizmi emek mücadelesini bölmekle suçlamaya kadar bir dizi temellendirilemeyecek ve en önemlisi tarih tarafından, kadın hareketinin tarihi ve bu tarihten damıtılan teori ile çürütülecek iddiayla (hakaret demek de mümkün) karşı karşıyayız.

Yazının geri kalanında ise, kapitalizmin ve emperyalizmin şiddetle göbek bağına değiniliyor. Buradaki üslubun altını çizmek gerek. Yazı, Türkiye’de gerçekleşen bir kadın cinayeti ve ona verilen toplumsal tepkiden yola çıkıyor, devamında feminizm eleştirisi yapıyor ve ardından birtakım açıklamalara girişiyor. Burada gizlenen alt metin, feminizmin, şiddete, onu üreten yapılara, şiddetin dayanağını oluşturan ekonomik, tarihsel, kültürel nedenlere dair hiçbir söz söylemediğini, hiçbir toplumsal eylemlilik oluşturmadığını savlamaktadır. Birkaç paragraf sonrasında ise, yazar “Amerika’yı yeniden keşfetme” çabasına giriyor. Diyor ki, anneler de çocuklarına şiddet uygulamaktadır. Buradan da şiddetin yalnızca erkekler tarafından değil, bizzat kadınlar tarafından erken yaşlarda bireylere dayatıldığını, dolayısıyla şiddetin müsebbibi olarak erkekleri gösteremeyeceğimiz sonucuna varmamız bekleniyor. Yazıda okuru canevinden vuracak “Tansu Çiller” örneği de verilmiş. Sanki feministler, patriyarkanın kendi devamını sağlamak adına kadınları da erkekleştirdiğini, bu erkekleştirme sürecinde evlilik, annelik gibi kurumların ve rollerin başat rol oynadığını söylemezmiş gibi, kadınların eksik cins olarak algılanmaları sebebiyle iktidar olma şansı elde ettiklerinde, kendilerini ispat edebilmek adına erkekleşmeyi tercih edebildiklerini hiç yazmamışız, çizmemişiz gibi… Yazar, bir bakıma feminizmle, feminist teori ile değil, kendi kafasındaki “feminizmler” ile kavga ediyor. Zira onlarca farklı yoruma sahip, onlarca farklı akımdan oluşan feminist teorilerden hiçbirinin kadınların şiddet uygulamadığı yönünde bir iddiası yoktur.

Yazı kadın meselesi dışında o kadar çok şeye dayanıyor ve bunun yükünü feminizme yüklüyor ki, cevap verirken bile savrulmamak mümkün değil. Tekrar olduğu gibi alıntılıyoruz: “Ayrıca tüm antropolojik, tarihsel bulgular ve bugünkü ilkellerin arasında yapılan araştırmalar, ilkel komünal toplumlarda eril bir tecavüzün olmadığını gösterdi.”

Kısa ve net bir cevap: Hayır, hiçbir sosyal bilim –hele de bu konularda metodolojisi ve söylemiyle kılı kırk yaran antropoloji- böyle bir şey söylemedi. Burada iki yanlış var. “Bugünkü ilkel” söylemi güncel antropoloji söylemi açısından tamamen yanlıştır. Hadi işi zorlaştırmayalım. Bugün yaşamını farklı coğrafyalarda devam ettiren medeniyet dışı toplumlardan söz ediyorsak, onların yaşamları ile ilk avcı-toplayıcılara dair fikir edinmek, sosyal bilimler açısından hatalı bir çıkarım yapma yoludur. Diğer hata ise, bugünün ya da geçmişin “ilkel”lerinde tecavüze (eril tecavüz denmiş, bu lafa dokunmayacağım bile) dair bulguya rastlanmadığı iddiasıdır. Bu yönde belli tezler olsa dahi, bunlar kanıtlanmış ya da yaygın kabul görmüş değildir. Bugün söz konusu tarihte yaşayan toplumlarla ilgili en genel kabul gören tez, elimizdeki sınırlı kanıta dayanarak söylediklerimizin çoğunun birer varsayım olduğudur. Tecavüzle ilgili M.Ö 9000 gibi bir tarihsel aralığa denk gelen zaman dilimine dair elimizde nasıl bir kanıt olabilir sorusunu bir kez daha soralım. Zaten derdimiz bu değil, olmamalı. Velhasıl bilim bize o dönemde tecavüzün (ve hatta eril tecavüzün!) uygulandığına dair kanıtlar sunsun, bu bizim tecavüze karşı tavrımızda bir değişikliğe yol açmalı mıdır? Elbette hayır! Devam ediyoruz: “Şiddet tamamıyla kapitalizmin sömürü, yabancılaştırma ve hiçleştirme sarmalının ürettiği bir yıkıcılıktır. İnsanın doğasını tarihsel, sınıfsal, diyalektik anlayıştan kopartarak, şiddet ve tecavüzün erkek doğasının ve cinsel kimliğinin bir sonucu olduğunu söylemek, erkeği karşısına alan bir kadın mücadelesi tarif etmek ve bunu erkek düşmanlığına vardırmak düpedüz liberal burjuva taraftarlığıdır. Sol ve sosyalist yapıların, bu feminist pratiğin ve söylemin karşısında durması, ideolojik bir eleştiriyi ve tutumu süreklileştirmesi, sınıf mücadelesinin saflarının sıklaştırılması ve bilimsel tutumdan kaymama noktasında elzemdir.”

Yazar, iddiasını sürdürüyor. Şiddetin mevcudiyetini ve bütün biçimlerini kapitalizme daha da genelleştirelim, sınıflı topluma bağlıyor. Sınıflı toplum düzeninin, şiddetin yaygınlaşması, çeşitlenmesi ve hayatın her alanında bir araç hale gelmesinde şüphesiz çok büyük bir rolü var. Ancak şiddeti salt bununla açıklayabilir miyiz? Bu sosyal bilimlerin (itirazları duyuyorum, egemen sosyal bilim anlayışının değil, pek çok Marksist sosyal bilimcinin de dahil olduğu bir tartışma bu) hâlâ tartıştığı ancak net şekilde cevap veremediği bir soru. Bu sorunun net bir cevabının olmayışı, bize bir tarihsel sorumluluk yüklüyor. Şiddetin önlenebilmesi ve bir araç olarak toplumsal kabulünün ortadan kalkması için, bugünden mücadele etme zorunluluğu. Feminist hareket, tam da bundan bahsediyor, kendini tam da buraya konumluyor. Ancak feministler, bunu yaptıkları için şiddeti erkek doğasına yükleyen liberal bir burjuva taraftarı konumuna indirgeniyor! İnsaf. Daha önce de değindik, birçok feminizm var. Bu yazının hepsi adına konuşmak gibi bir iddiası olamaz. Ancak benim de aralarında bulunduğum birçok kadının, Türk ve Kürt feminist hareketinin sayısız öznesinin “özcü” bir yaklaşıma sahip olduğunu söyleyecek ne var ellerinde? Erkeklerin, kadının özne olduğu eylemde yürümemesi gerektiği iddiası. Bu kadar indirgemeci bir yaklaşım olabilir mi? Derdimizin erkeklikle, patriyarkal sistemin erkeği ile olduğunu, cinsiyet dışında “toplumsal cinsiyet” diye ayrı bir kategori olduğunu bas bas bağırmamıza rağmen, sokaktaki adam ağzıyla “feminizm erkek düşmanlığıdır” demek için bu kadar uzatmaya gerek yok. Zaten niyet kendini giderek daha net ortaya koyuyor. Sol, bu feministlerle yollarını ayırmalı, sınıf mücadelesinin saflarını sıklaştırmalı, bilimselleşmeli.

Sol, bu feministlerle yollarını zaten ayırıyor. Bunu pek de çaba sarf etmeden, tacizcileri, tecavüzcüleri parti-dernek bünyesinde barındırarak, şef tacizlerini görmezden gelerek, yönetim kademesinden kadınları dışlayarak, ayak işlerini kadınların üstüne yıkarak yapıyor. Sene boyunca kadın politikası üretmeyip her 8 Mart’ta kadınlara üstünlük taslayarak, eril diliyle “halk siyaseti yapıyorum” diye övünerek yapıyor. Siz, bu söyleminizi devam ettirerek buyurun sınıfla yakınlaşın, eşit işe eşit ücret diye bağıran, hem fabrikada patron tarafından, hem evde kocası tarafından sömürülen milyonların gerçek taleplerinize kulaklarınızı tıkayın; siz Ankara’da “ne patrona ne kocaya kendimizi gayrı sömürtmeyiz” diyerek çadırlarda direnen Tekel işçisi kadınları “burjuvalıkla” itham ededurun. Siz bilimsellikle yakınlaşıp “ilkel toplumda eril tecavüz yoktur” deyin. Haydi devam edin, yalnız bir kez daha söylüyoruz, yolumuzdan çekilin.

* İlgili yazıya bu linkten ulaşabilirsiniz: http://ilerihaber.org/kapitalist-siddet-ve-feminist-tutum/10565/

Canilik Değil, Erkek Şiddeti!

kadikoy-ozgecanEcehan Balta-Özlem Barın

Kadına yönelik şiddet; bir kadına yönelmiş görünse bile, aslında tüm kadınları susturmayı, bedenlerini ve hatta zihinlerini kontrol altına almayı hedefler. Örneğin, bir sokakta taciz hikâyesi dinlerseniz, o sokaktan artık kolay kolay geçemezsiniz. Özgecan’ı öldüren dolmuşçu olunca, bütün kadınların aklına dolmuşta yaşadıklarından başlayarak “teğet geçtikleri tehlikeler” üşüşür. Anneleri şiddete uğramış kadınlar, uğramamış olanlara göre kendileri de iki kat fazla şiddet görürler. Babaları şiddet uygulayan oğlan çocukları şiddete daha eğilimli olurlar. Şiddet etrafınızı ne kadar çevirmişse, o döngünün içinden çıkmak da o kadar zor olur.

Bir gün bir komşunuz dayak yerse, sizin de yeme olasılığınız artmış demektir. O yüzden şiddet, Ayşe’ye ya da Fatma’ya yönelik değildir, “kadın”a yöneliktir

Şiddet, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin hem nedenlerinden, hem de sonuçlarından birisidir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini sürdürmek için bu eşitsizlikten çıkarı olanların kullandığı bir araçtır, aynı zamanda bu eşitsizliğin bizzat kurucu öğelerinden biridir.

Kadınların emeklerinin, bedenlerinin, kimliklerinin baskı ve denetim altında tutulmasında zorun, yani şiddetin sistematik bir rolü var, özellikle de kadınların bu baskı ve denetim karşısında özgürlük taleplerinin arttığı durumlarda.  Belki hayatında “toplumsal cinsiyet” lafını bile duymamış olan bir erkek, karısını “konuşmuyordu”, “yemek tuzluydu”, “camdan baktı” gibi gerekçelerle (!) bıçakladığında, aslında onu dize getirmeye, itaat etmesini sağlamaya, bedenini ve zihnini kontrol etmeye çalışıyordur. Evlilikte “dayağın cennetten çıkma” olduğunu bilirseniz, bir gün bir komşunuz dayak yerse, sizin de yeme olasılığınız artmış demektir. O yüzden şiddet, Ayşe’ye ya da Fatma’ya yönelik değildir, “kadın”a yöneliktir.

Kadınlar kamusal alanda daha görünür oldukça, daha eğitimli, daha savunmalı hale geldikçe, erkeklerin öfkesinin daha fazla nesnesi oluyor. 

Yani, birincisi; şiddet bir cins olarak kadınlara yönelikse, Özgecan öldürüldüğünde, bütün kadınlara tecavüzcü erkeklere direnmememiz, geç saatte dolmuşa binmememiz, okula gitmememiz, bir erkekle yalnız kalmamamız gerektiği mesajı verilmiş olur. Bir kadın öldürüldüğünde, bütün kadınlara ayar verilir.

İkincisi, bugün kadınlara yönelik tacizin, cinsel saldırının, tecavüzün, şiddetin ve kadın cinayetlerinin adeta sıradanlaştığı, kadınların kırıma uğradığı bir toplumda yaşıyoruz. Belli ki, kadınlara yönelik “ayarın” dozunu artırmak gerekmiş ki bu ayar her kadının hergün, her saniye kendini tehdit altında hissetmesine yol açacak “kadın kırımı” (feminicide) düzeyine erişmiş durumda. Kadınlar kamusal alanda daha görünür oldukça, daha eğitimli, daha savunmalı hale geldikçe, erkeklerin öfkesinin daha fazla nesnesi oluyor. Ancak kadına yönelik şiddetin en ağırı olsa bile, tek biçimi feminisid değil. Kadınlar her gün, cinsel, fiziksel, psikolojik, ekonomik şiddetin çeşitli boyutlarını, gündelik hayatın tüm alanlarına sirayet etmiş bir biçimde  yaşıyorlar. Örneğin, “kadının fıtratı farklı”, “eşitliğe inanmıyorum” gibi beyanlar; kadınları cins olarak ikincilleştiriyor ve açık bir psikolojik şiddet barındırıyor. Üstelik, doğrudan şiddet kullanımını da artırıyor, çünkü meşrulaştırıyor.

Yasal metinlerin bu şekilde düzenlenmesi, kadınlara yönelik şiddetin cinsiyetçi doğasının belirtilmesi kadınların şikayetçi olmalarında ve yaşadıkları şiddeti görünür kılmada ciddi bir artış sağlamış durumda

Fakat yine de feminisid kavramı üzerinde biraz duralım. Kavram son yıllarda Latin Amerikalı feministler tarafından kadına yönelik şiddetin, özellikle de kadın cinayetlerinin cinsiyete dayalı cinayetler olarak kabul edilmesi ve yaptırımların da bu doğrultuda geliştirilmesi gerektiği talebiyle birlikte önerildi. İnanılmaz ölçüde artan kadın cinayetlerinin toplumdaki genel suç artışıyla birlikte düşünülüp, münferit cinayetler olarak görülmesine karşı bizzat kadınlara yönelmiş bir erkek şiddeti olarak kavramsallaştırılabilmesinin aracı olarak öneriliyor kavram. Feminisid kavramı bugün Latin Amerika’da bazı ülkelerin yasal metinlerine kadın cinayetlerini tanımlamak üzere girmiş durumda. Cinayetlerin faillerine yönelik daha etkili soruşturma yöneltilmesi ve cezaların da bu özel kategori altında artırılması öngörülse de uygulamada çok önemli bir ilerleme henüz kaydedilmiş değil. Diğer yandan yasal metinlerin bu şekilde düzenlenmesi, kadınlara yönelik şiddetin cinsiyetçi doğasının belirtilmesi kadınların şikayetçi olmalarında ve yaşadıkları şiddeti görünür kılmada ciddi bir artış sağlamış durumda.

Elbette kadınların kadın oldukları için şiddete maruz kaldıklarını ve bu şiddetin giderek artarak bir kırıma evrildiğini adını koyarak kabul etmek önemli. Bu aynı zamanda önlemeye yönelik önlemlerin geliştirilmesinde de önemli bir adım. Ama yine de kavramın şiddetin sistematik karekterini ortaya koymakla birlikte şiddetin faillerini, yani erkek özneleri ve şiddetin sistematik karekterini patriyarkal düzenden almasını gizleyen bir tarafı var, özellikle de ana akım metinlerde kavramın bu şekilde yüzeysel bir kullanımı da gelişmekte. Feminisid kavramı kadınlara yönelen şiddetin sistematikliğine, artışına vurgu yapıyor ve bunu kadın düşmanı politikalara bağlıyor. Neoliberal muhafazakarlık altında gittikçe aratan kadın düşmanlığına vurgu yapması açısından tüketici olmasa da dönemin ruhunu ifade etmesi açısından elverişli bir kavram.

AKP; aile yapısındaki dönüşümün; kadınların daha fazla söz ve hak talep etmesinin şiddeti artırdığı tespitiyle, şiddetin çözümünü de kadınları daha fazla aile içine gömmek, “geleneksel” aile yapısını muhafaza etmekte buluyor

Bugün Türkiye’de de AKP iktidarı altında kadın cinayetlerinin gittikçe artması ve sıradanlaşması karşısında kadın kırımı kavramını gittikçe daha fazla kullanır olduk. Bir yandan bu artışı, bir yandan sistematik hale gelmiş olmasını, bir yandan da bizzat AKP’nin açıktan kadın düşmanı politikalarını bütünsel bir şekilde ifade eden bir kavram. Ancak hemen eklemek gerekir; bu sorun AKP ile başlamadı, AKP ile de bitmeyecek. Hatta AKP; aile yapısındaki dönüşümün; kadınların daha fazla söz ve hak talep etmesinin şiddeti artırdığı tespitiyle, şiddetin çözümünü de kadınları daha fazla aile içine gömmek, “geleneksel” aile yapısını muhafaza etmekte buluyor. İşte sonra, “sokağa çıkmayın; okula gitmeyin, mini etek giymeyin” başlıyor. Yani, “istediğimiz gibi kadınlar olun, biz de sizi dövmeyelim, öldürmeyelim”.

Özgecan’dan sonra şiddetin önlenmesi için önerdikleri “pembe otobüs” mesela: Erkeklerle yalnız kalmayın diyorlar. AKP o yüzden “kadın” vurgusu yapmaktan özellikle kaçınıyor, o yüzden kadınları 27 yaşına kadar evlendirmeye, 30 yaşına kadar da çocuk sahibi yapmaya çalışıyor. Elbette bu suni “çözüm” de, farklılaşan toplumsal dinamiğe göre evrilmeyen bir muhafazakarlık, dönüp dolaşıp şiddeti artırıyor. Ama toplumsal değişim devam ettiği, kadınlar daha fazla özgürlük talep ettiği sürece, kadına yönelik şiddet de “olağan akış içinde” son bulmayacak.

Şiddet bir kişi tarafından uygulanıyor. O kişi de, dünyanın neresindeki istatistiklere bakmak isterseniz bakın, çok büyük bir çoğunlukla erkektir

Üçüncüsü, şiddet bir pasif alıcı olarak kadının “başına gelmiyor”. Şiddet bir kişi tarafından uygulanıyor. O kişi de, dünyanın neresindeki istatistiklere bakmak isterseniz bakın, çok büyük bir çoğunlukla erkektir. Daha da ötesi, o kişi; yine çok büyük bir çoğunlukla, en yakınımızdaki kişi; babamız, abimiz, sevgilimiz, kocamızdır. Kadına yönelik şiddet, diğer şiddet türlerinden farklı olarak; ağırlıkla ev içinde yaşanır. Yani kendimizi en güvende hissetmemiz gereken yer, hapishanemiz olur. Şiddet kadın cinsini kontrol altına almaya yönelikse, kadınların ezilmesinden farklı derece ve düzeylerde, ama nesnel olarak çıkarı olan erkek cinsinin bireyi, kadına yönelik şiddet uygulasa da uygulamasa da; şiddete seyirci kalıyorsa, şiddeti savunuyor demektir. Bu söz, ezberden söylenmiyor. Şiddet toplumsal cinsiyet eşitsizliği düzeninin devamı için bir araçtır. Bu düzenin devamından çıkarı olanlar, onu yeniden üretiyor, sürdürüyor, sürdürülmesine sessiz kalıyorsa, masum değildir. Bilin ki, toplumsal cinsiyet eşitsizliği sistemi, kadının erkekten duyduğu “korku” ve bu korkunun gerçekleşmesinin bir ihtimal olarak da olsa orda bir yerde duruyor olmasından, yani o korkunun nesnel zeminini oluşturan potansiyel şiddetten kaynaklanıyor.

Şimdi, toparlayacak olursak;

Şiddet, bir bütün olarak kadın cinsine yöneliktir. Nedeni, toplumsal cinsiyet eşitsizliği düzenini sürdürmektir. Şiddetin faili erkektir ve genellikle de en yakınımızdaki erkektir. Şiddetin sonuç doğurması için gerçekleşmesi gerekmez. Şiddet tehdidi de aynı işlevi görür.  

Peki, bu çerçeve ne işimize yarayacak?

Birincisi, demek ki, üç tane faili astığımız zaman şiddet bitmeyecek. Hatta idam cezasının geri gelmesinden en çok zarar görenler bu hukuk sistemi içinde muhtemelen tecavüzcü erkekler olmayacak.

Ama “caydırıcı ceza” tanımının hukuka bir şekilde girmesi gerekiyor. O kadar çok erkek, “kadınlara tecavüz etmenin cezasının bu olduğunu bilmiyordum” şeklinde savunma yapıyor ki, şaşırırsınız.

Aynı zamanda kadın cinayetleri, taciz, şiddet gibi suçlar, madem bir cinse yöneliyor, o zaman “kadına yönelik suçlar” başlığı altında değerlendirilmeli ve “kadın kırımı” tanımı ceza yasasına mutlaka girmeli.

Kadınlara yönelik ayrımcılığı pekiştiren tüm “çözüm önerilerine” de karşı olmalıyız. Madem şiddet ayrımcılığın nedeni ve sonucu, ayrımcılığı pekiştirmek şiddeti azaltmaz, tersine artırır.

Ama kadınların korunmasını esas alan yasal ve kurumsal yapı da mutlaka dönüşmeli. Aile Bakanı Ayşenur İslam’la birlikte, Bakanlığın da ortadan kalkmasını istemeliyiz. Kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddeti önlemeyi geleneksel aileye dönüşle değil, kadının bir birey olarak haklarının savunulmasıyla çözüleceği perspektifi ile, bir Kadın Bakanlığı kurulmalı.

Tüm bu talepleri güçlü bir şekilde tam da bu dönemde yükseltmeliyiz, diğer taraftan erkek şiddeti karşısında kadın dayanışmasını güçlendirmeliyiz. Hepimizin erkek şiddeti tehdidi altında yaşadığımız, erkeklerin korku salmaya devam ettikleri bir ortamda, korkuya teslim olup özgürlüklerimizden vazgeçmememiz ve daha fazlasını kazanmamızın yolu politik olarak kadın dayanışmasını yükseltmekten, kadınlar olarak örgütlenmekten geçiyor.

Kadın dayanışmasının bu örgütlü biçimi bugün özellikle Kürt kadın hareketinin kullandığı biçimiyle “öz savunma geliştirmek” demek. Gece yarısı üst kattan gelen çığlığı duyduğumuzda apartmandaki tüm kadınlar olarak kapıya dayanmamız demek, kendimizi savunmak, birbirimizi korumak demek. Erkek şiddetini bir dayanışma içinde özneleriyle teşhir etmek, yaşam alanlarımızdan çekilmemek, bu alanları artırmak demek.

Öfkemizi, isyanımızı erkeklere yöneltirken birlikte güçlenmenin yolları üzerine daha fazla düşünmeliyiz, kadınlar olarak!

Özgür Bir Kenttir Elimizden Aldığınız!

ozgurbirkent1Özlem Çelik

Özgecan’ın yaşadıkları hepimizin hayatta en az bir kere düşündüğü, bu ihtimalin çok yakınlarında olduğunu bildiği bir olaydı ve de tesadüf değildi

“Dolmuşa bindiğinde, şoförün kapıyı kapatıp, gaza basıp ıssız bir yere götüreceği korkusunu yaşamayan; bu korku yüzünden tek kalmamak için son inenle birlikte inmek zorunda kalmayan,
ıssız bir sokakta iki adımda bir arkasına tedirginlikle bakmadan yürüyebilen, arkasından gelen kişinin adımlarının temposuna kulak kesilmeyen,
yanından geçen birinin kendisini taciz edebileceği korkusu yaşamayan,
eve yemek siparişi verdiğinde bile tekse eğer, siparişi getiren kişinin yalnız olduğunu anlamaması için elinden geleni yapan,
hayatında hiç tacize uğramamış olan,
bindiği taksinin plakasını almak zorunda kalmayan,
hayatında bir kere olsun tecavüze uğrama korkusu yaşamamış olan bir kadın kaldı mı bu ülkede?”

Özgecan’ın ardından bu alıntı birçok kadının facebook sayfasında paylaşıldı. Özgecan’ın bundan birkaç gün önce yaşadıkları bir taş gibi oturdu içime. Hepimize oldu bu. Doğru ama, feminist olan ya da olmayan kadınlar bu tecavüz ve cinayet ardından neden bu kadar hızlı sokağa çıktılar?

Devamını Oku…

Özgecan’ın Öldürülmesinin Sorumlusu Kim/Kimler?_İstanbul Feminist Kolektif

ifkİstanbul Feminist Kolektif’in açıklamasını aşağıda okuyabilirsiniz:

Özgecan’ın tecavüz sonrası öldürülmesinin toplumun tüm kesimlerinden aldığı tepki, kuşkusuz kadın cinayetlerinin önlenmesi, erkeklerin engellenmesine yönelik bir fırsat yaratması açısından önemli. Fakat Özgecan’ın öldürülmesi hakkında yapılan tartışmaların çoğu bu yönde bir umut doğurmuyor. Çünkü başta iktidar olmak üzere hiçbir siyasi grup Özgecan’ın öldürülmesinin sorumluluğunu almak istemiyor. Özgecan’ın tecavüz sonrası öldürülmesi münferit bir olay gibi tartışılıyor. Ancak canilerin yapabileceği bir olay. Dolayısıyla eylemden eyleme koşan, demeç üzerine demeç veren erkekler kendilerini bu vahşi cinayetin dışında görüyorlar. Oysa Özgecan’ın katledilmesi hiç de tesadüf değil.

Özgecan’ın başına gelenleri önlenmeyen erkek şiddetinden, sürekli kadınlar hakkında konuşan siyasetten, kadınların kahkahasına, dekoltesine karışıp iffetli-iffetsiz kadın ayrımı yapanlardan, kadınların hayatını kontrol etmeyi kendine hak gören erkeklerden bağımsız göremezsiniz. Tecavüze faili olan erkekten ve erkek egemenliğinden soyutlayarak bakamazsınız.

GB”>Yapılan değerlendirmelerin bir kısmı ise Özgecan’ın ve tüm kadınların maruz kaldığı erkek şiddetinin tüm biçimlerini bir kez daha gözler önüne seriyor. Sokakta, dolmuşta özellikle de hava karardığında tek başına kalmanın tedirginliği yaşamamış tek bir kadın dahi yok. Ne bu ülkede, ne de dünyada. Erkekler tarafından hayatında en az bir defa tacize-şiddete uğramamış kadın olmadığı gibi.

Kadınları kontrol ve denetim altında tutmak erkeklere tanınmış bir hak. Kızının gece sokağa çıkmasına izin vermeyen baba, sevgilisine tokat atan erkek, kadınlara annelik kariyerini teşvik eden bakan, “kadın- erkek eşit değildir” diyen Cumhurbaşkanı, kadın ve erkek arasındaki toplumsal cinsiyet eşitsizliğini besleyen, bu eşitsizlikten güçlenen, erkeklikten faydalanan her erkek Özgecan’ın, her gün şiddete, tacize ve tecavüze maruz kalan kadınların failidir. Bilhassa “Tecavüze uğrayan kadın doğursun,” “O da mini etek giymeseymiş” gibi tecavüzü meşrulaştıran, kadınları sindirip erkekleri cesaretlendiren mesajlar veren devlet, kadınlara yönelik sistematik erkek şiddetinden, kadın cinayetlerinden, tecavüzlerden sorumludur.

Bugün idam naraları atanlara soruyoruz: erkek egemenliğine karşı, kadınları güçlendirecek ne yaptınız şu zamana kadar? İdam naraları atanlar, “her yerde kadın cinayeti, tecavüz var, o zaman, herhalde erkek şiddeti uygulayan her erkek idam edilsin” diyorsunuz. Demek kendinizi biliyorsunuz! Tecavüzü erkekleri hadım ederek, cinayetleri katilleri idam ederek önleyemezsiniz.

Her gün erkek şiddetine maruz kalıyoruz çünkü sokakta-yan komşunuzda bir kadını kocası-sevgilisi-babası- abisi dövdüğünde sesinizi çıkarmıyorsunuz, mahkeme salonlarında tecavüze uğrayan kadınların beyanı sorgulandığında, “rıza” arandığında galeyana gelmiyorsunuz, erkekleri engellemek yerine kadınlara mahsus pembe otobüs isteyenlere gereken cevabı vermiyorsunuz, “tecavüze uğrayan kadın kürtaj yaptırmasın, kendisi ölsün” diyen adamın koltuğunda oturmasına izin veriyorsunuz. Bazılarınız kadın haklarını savunduğunu iddia edip kadınları aşağılamaya, alanlara sokaklara kendini dayatmaya kalkıyor. Nasıl bir erkek dayanışması içinde hareket ettiğinizi sürekli hatırlatıyorsunuz.

Bugün pek çok kadın bu kadar baskıya rağmen, üzerimize salmaya çalıştığınız korkuya, her gün öldüren erkeklere rağmen hayatlarını savunuyor. “Hayır” diyerek, öldürmeye çalışan erkekleri öldürmek zorunda kalarak. Katil erkeklerin öne sürdüğü gibi “aldattıkları”, “boşanmak istedikleri”, “erkeklik görevlerini yapmadıkları” için değil, bunu kendimize hak gördüğümüz için de değil; hayatta kalabilmek için!

İstanbul Feminist Kolektif / 15 Şubat 2015

Özgecan’ı ve Katledilen Kadınları Hiçbir Zaman Unutmayacağız!/14 Şubat 2015

Basına ve Kamuoyuna

En son Mersin’in Tarsus İlçesinde kayıp olarak aranan Özgecan Aslan’ın tecavüz edilip öldürüldükten sonra yakılmış cesedi bulundu. Kadın cinayetlerinin hızla artmasına neden olan erkek-yargı-devlet işbirliğine karşı hesap sormak için buradayız.

Katliam boyutuna varan kadın cinayetlerine isyandayız!

Kadına yönelik erkek şiddeti her geçen gün daha fazla artarken kadın cinayetleri de katliam boyutuna varıyor. Birçok durumda şiddet yuvasına dönüşen ailelerde kadınlar en yakınlarındaki erkekler tarafından öldürülürken erkek şiddeti sokaklara, iş yerlerine, toplu taşıma araçlarına ve tüm kamusal alanlara yayılıyor. Devletin hiçbir etkin önlem almadığı, çözüme yönelik irade ortaya koymadığı bu ülkede kadınlar her gün şiddet, taciz, tecavüz, cinayet tehdidi altında yaşamak zorunda bırakılıyor. Ne evlerde ne de sokaklarda güvenliğimiz var! Soruyoruz: Yapılan tüm yasal düzenlemelerin kâğıt üzerinde kaldığı, taciz, tecavüz ve kadın cinayeti davalarında mahkemelerin erkeklik indirimi vermek için yarıştığı, toplumun tüm bunları neredeyse normalleştirdiği, basının haberleri failin “gerekçeleriyle” sunduğu bir ülkede erkek şiddetinden, kadın katliamından kim sorumlu?

Biliyoruz ki hem iktidar hem de toplum tarafından kadınlara yönelik hız kesmeyen baskıcı ve cinsiyetçi saldırılar şiddetin daha fazla yayılmasına, sistematikleşmesine ve meşrulaştırılmasına neden oluyor. Bu nedenle kadın cinayetlerinin politik olduğunu buradan bir kez daha haykırıyoruz. Evlerde, iş yerlerinde, sokaklarda şiddet, taciz, tecavüz korkusu duymadan özgürce yaşamak istiyoruz. Artık tek bir kadının daha şiddet görmesine, katledilmesine tahammülümüz yok!

Özgecan’ı ve katledilen kadınları hiçbir zaman unutmayacağız!

Özgecan da tecavüz edilerek vahşice öldürüldü ve aramızdan alındı. Burada tekrar “çocuklarınıza çığlık atmayı öğretin” diyen ya da mahkemelerde “direnmediği”, “bağırmadığı”, gerekçesiyle neredeyse kadınları suçlu bulan, erkek şiddetine karşı mücadele eden ve kendisini savunan kadınların meşru müdafaa hakkını tanımayan, kadınları katledeni değil kadınların kıyafetini sorgulayan erkek egemen yargınızdan, Aile Bakanlığınızdan, devletinizden hesap soruyoruz. Siz faillerin lehine söylemlerde bulunarak ya da kararlar vererek kadınlara yönelik suçlara ortak oluyor, kadınlara karşı şiddeti, öldürmeyi teşvik ediyorsunuz. Failleri korudukça daha fazla kadının şiddet görmesine, öldürülmesine neden oluyorsunuz. Biz kadınlar erkek adalet değil gerçek adalet istiyoruz!

14 Şubat adı altında, aşk-sevgi söylemlerinizin ardında sizler kadına yönelik tacizi, tecavüzü, şiddeti görünmez kılarken, Özgecan gibi birçok kadın katledilirken, bizler yakınımızda olan tanıdığımız erkeklerin öldüren sevginizi istemiyor, öldüren sevgiye de sokaklarda, toplu taşımada, kamusal alanda erkeklerin şiddet ve öldürme tehdidine karşı da isyan ediyoruz. Sevginiz de nefretiniz de kadınları öldürüyor!
Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu

14 Şubat 2015 Kadıköy

İlerici- Gerici İkileminde Feminist Politika

foto-ifkEce Kocabıçak

İktidar partisinin liberal ilerici ya da dinci gerici olduğu ikilemi üzerinden politika yapmak bize yeni   olanaklar sağlıyor mu? Yoksa bu ikilem, patriyarkanın öznesi erkekler ile devlet arasındaki tarihsel bağı  görünmez mi kılıyor? Bu soruya yanıt verebilmek için öncelikle feminist politika açısından neyin ilerici, neyin gerici olduğunu tarif etmeye çalışacağım. Ardından, feminist zemin üzerinde yaptığım bu ayrıma sadık kalarak, liberal iktidarların her koşulda kadınlar için ilerici olup olmadığını tartışacağım. Böylesi bir tartışmanın liberal ilerici- dinci gerici ikileminin feminist politikaya getirdiği kısıtları göstermesini umuyorum. Son olarak, farklı bir kavramsal çerçevenin izinden giderek, erkekler ile patriyarkanın kurumları olan devlet, heteroseksüel aile, kültürel ve dini pratikler, şiddet ve cinsellik arasındaki ilişkiye ve kadınların bu kurumlarla mücadelesine değineceğim.[1]

Devamını Oku…

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor

510Peki, biz şimdi sizlere ne mi sunmak istiyoruz? Yaşamları ve canları için mücadele eden kadınların; şiddet gördüğü evde, sokakta, mahallede erkekler engellenmediği için canlarına tak ederek ve genellikle de canını kurtarmak için şiddete başvurmak durumunda kalmış kadınların, medyada duyulan haberleri üzerinden aylık bir döküm sunmayı hedefliyoruz. Yani, kadınların tuzluk uzatmadığı, boşanmak istediği, dilediği kıyafeti giydiği, facebook hesabı açtığı, izinsiz sokağa çıktığı için öldürülmelerinin tam tersi bir yerden, şiddetten kurtulmak ve ölmemek için şiddete başvuran kadınların haberlerini paylaşacağız.

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor! / Ocak 2015 Raporu

İstanbul Feminist Kolektif olarak, kadına yönelik erkek şiddetini önlemek ve bu şiddeti engellemek için uzun yıllardır mücadele ediyoruz. Mücadelemizin temelinde erkek şiddetine karşı kadın dayanışmasıyla hep birlikte güçlenmek; bu şiddetin evde, işte, mahallede, sokakta, ailede maruz kaldığımız çeşitli tezahürlerine karşı birlikte direnmek yatıyor.

Erkek şiddetini önlemek için devlet tarafından geliştirilen politikanın temelinde aileyi korumak ve güçlendirmek var. Bu amaçla bir yandan evlilik teşvik edilirken, diğer yandan boşanmalar engellenmeye çalışılıyor. Bununla da kalmayan bu politikalar önceliğini, ailenin muhafaza edilmesine ayırarak kadını şiddetten korumaya çalışıyorlar. Biliyoruz ki kadınlara tek adres olarak evlilik gösterildikçe, aile dışındaki yaşam biçimleri reddedildikçe ve “fıtrat” söylemiyle kadınlık ve erkeklik rolleri sabitlenerek benimsetilmeye çalışıldıkça, erkek şiddetinin önlenmesi imkansız!

Hayatta kalmak için erkek şiddetine direniyoruz!

Erkek şiddetini önlemek için kadınları cinsiyetçi rollerle aileye bağımlı kılan politikaların terk edilmesi gerekiyor. Ayrıca, devletin kadınları ‘korumak’ için geliştirdiği politikaların da erkek şiddetini önleyecek ve engelleyecek öncelikte olması, yani kadınların eşitliğini ve özgürlüğünü esas alması gerekiyor.

Her gün en az 3 defa karşılaştığımız kadın cinayeti haberlerini okurken, davalarını izlerken kadınların hayat hikayelerinde, öldürmeye kadar varan erkek şiddetinin hakaretle, aşağılamayla ya da tek bir tokatla başladığını görüyoruz. Pek çok kadının yaşadıklarının en az bir yakını tarafından bilindiğini, kimilerinin savcılığa giderek şikayetçi olduğunu, kimilerinin ise bir dönem sığınakta kaldıkları ya da koruma kararı aldıklarını biliyoruz. Peki, kadınlar yaşadığı şiddeti elindeki olanaklarla, ulaşabildiği yerlerle paylaşırken, kadınlara şiddet uygulayan erkekler neden engellenmiyor? Kadınlar şiddetten neden uzaklaştırılamıyor? Bunun üzerine hepimizin düşünmesi gerekmez mi?

Devlet kadın katliamının önlenmesinden sorumludur!

Bu coğrafyadaki kadın katliamının engellenmemesinde en büyük sorumluluğun devlette olduğunu biliyoruz; ancak hepimize düşen bir parça sorumluluğu da inkar edemeyiz. Özellikle çocuklu kadınların, en yakınındakiler tarafından kendilerini evliliğe mecbur hissettirildiğini ve kocalarına bir şans daha vermeleri için ikna edildiklerini biliyoruz. Böylesi bir toplumsal baskı karşısında “Hayır” diyebilmeyi başaran kadınların da karşısına bu sefer devlet destekli ‘Bir şans daha ver’, ‘Çocuğun var yuvanı yıkma’ söylemi çıkıyor. Boşanmış, aileden kopmuş kadınların tek başlarına yaşamalarına yönelik bir sosyal politika esastan reddedildiği için çok sayıda kadın kendileri için şiddet yuvası olan ailelerde yaşamaya devam etmek zorunda kalıyorlar.

Yaşamak için öldürmek zorunda bırakılıyoruz!

Peki, biz şimdi sizlere ne mi sunmak istiyoruz? Yaşamları ve canları için mücadele eden kadınların; şiddet gördüğü evde, sokakta, mahallede erkekler engellenmediği için canlarına tak ederek ve genellikle de canını kurtarmak için şiddete başvurmak durumunda kalmış kadınların, medyada duyulan haberleri üzerinden aylık bir döküm sunmayı hedefliyoruz. Yani, kadınların tuzluk uzatmadığı, boşanmak istediği, dilediği kıyafeti giydiği, facebook hesabı açtığı, izinsiz sokağa çıktığı için öldürülmelerinin tam tersi bir yerden, şiddetten kurtulmak ve ölmemek için şiddete başvuran kadınların haberlerini paylaşacağız.

Ocak ayına dair yaptığımız bu derleme, sadece medya yoluyla ulaşabildiğimiz olayları içeriyor. Cinsiyetçi haberlerin arasından kadınların hikayelerini çekip çıkarmak elbette zor. Bu haberler genellikle bir kadının kocasını/sevgilisini öldürmesinin başlı başına “haber değeri” taşıdığı varsayımıyla hareket ederken, sadece olaya odaklanarak şiddet geçmişine dair bilgiyi bize genellikle sunmuyor. Kadınların yıllarca gördükleri şiddet sonucu, kendilerini korumak için cinayet işlediklerini söyledikleri savunmaları ise gazete satırlarında tek cümleyle geçiştirilen birer “iddia” olarak kalıyor. Bu derlemede ayrıca, meşru müdafaa şeklinde işlenen cinayet ve yaralamaya ilişkin süren davalar ve yargı kararlarına dair haberlere, kendini savunma amacıyla uygulanan şiddete ve konuya ilişkin yapılan açıklama/eylemlere de yer verdik.

Buradaki talebimiz, erkek şiddetini önlemek için aileyi değil kadını güçlendirecek, boşanmayı değil şiddeti engelleyecek politikaların oluşturulmasını yine ve yeniden gündeme taşımak. Biliyoruz ki şiddet uygulayan erkekler engellenemediği için kadınlar, kendilerini korumak adına şiddete başvurmak zorunda kalıyorlar. Kadınların erkek şiddetine karşı çaresiz bırakıldığı erkek egemen sistemde, kendini kurtarmak için yaptığı her savunma bir meşru müdafaadır ve bu tavrın hukuktaki karşılığı cezasızlık olmalıdır! Erkek şiddetine karşı mücadelemizi büyütmek adına kadınların bu direnişini görünür kılmak istiyoruz!

Kadınlar Erkek Şiddetine Direniyor

1 Ocak’ta İstanbul Taksim Meydanı’nda yeni yıl kutlamalarında kalabalığın arasında tacize uğrayan bir kadın, arkasındaki tacizciye dönerek tekme attı ve, “Ne yaptığını sanıyorsun” diyerek bağırdı. Tacizci ise olay yerinden uzaklaştı.

44 yaşındaki Nermin, 3 Ocak’ta Beyoğlu Örnektepe’de yaklaşık 1 buçuk yıldır görüştüğü ve evinde tecavüz girişimiyle karşı karşıya kaldığı Eyüp Altıparmak’ı boğarak öldürdü. Polise teslim olan Nermin, Gayrettepe Asayiş Şube Müdürlüğü’ndeki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi. Nermin, şube çıkışında soru yönelten gazetecilere şöyle dedi, “Herkes hak ettiğini bulur.”

Malatya’nın Kuluncak ilçesinde Zekine, kocası Virani Kergir’i 3 Ocak’ta silahla öldürdü. Zekine, Virani Kergir’in ikinci karısıydı ve resmi nikahları yoktu. Yakalanan Zekine cezaevine gönderilirken, 5 yaşındaki kız çocuklarının Jandarma tarafından Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’ne bağlı bir yuvaya verileceği öğrenildi.

Konya’nın Selçuklu ilçesinde Bünyamin Gür, 5 Ocak’ta sabaha karşı eski sevgilisi Gülşah’ın, kardeşi Leyla ile birlikte yaşadığı evlerine zorla geldi. 23 yaşındaki Leyla, evi terk etmesini söylediği Bünyamin Gür’ü bıçakla yaraladı. Leyla, olayda kullandığı bıçakla gözaltına alındı.

İzmir’de Y. 8 yılda 4 kez yaşadığı evliliklerin hepsinde kocaları tarafından şiddete maruz kaldı. Her seferinde koruma kararı alan ve evliliklerini bu şiddet sebebiyle bitiren Y., son evliliğinde de şiddete maruz kalınca kocası A. için koruma kararı aldırarak boşanma davası açtı. Ancak, A.’nın uyguladığı şiddet sona ermeyince Y. bu kez A.’yı dövdü. A. ise, “Karım bana şiddet uyguluyor” diyerek koruma kararı aldı ve 12 Ocak’ta boşandılar.

Adana’da yaşayan Eda, sevgilisi Serhat K.’nın şiddetine sürekli maruz kalıyordu. 18 Ocak’ta gece yarısı yine darp edilince Eda, bu kez dayanamayıp mutfaktan aldığı bıçakla Serhat K.’yı bacağından ve göğsünden yaraladı. Ardından 112 Acil Servisi arayarak ev adresini verip ihbarda bulundu. Adana Devlet Hastanesi’ne kaldırılan Serhat K.’nın hayati tehlikesi bulunmadığı öğrenildi. Fatih Polis Merkezi’ne getirilen Eda, “Bana her gün şiddet uyguluyordu. Artık yeter deyip bıçakladım,” dedi.

Afyonkarahisar’da Fatma, dini nikahla yaşadığı Hasan Yılmaz’ı av tüfeğiyle vurarak öldürdü. Şiddetine sürekli maruz kaldığı ve daha önce ayrıldığı Hasan Yılmaz ile tekrar birleşmek durumunda kalan Fatma, 25 Ocak’ta Hasan Yılmaz’ı öldürdü. Fatma göz altına alınırken olayla ilgili soruşturma sürüyor.

Adana’da Deniz’in ayrılmak istediği ve ayrı yaşadığı kocası Mehmet Yıldırım, evlilikleri süresince birlikte aldıkları kamyonetten Deniz’e pay vermeyi reddetti. Deniz, adamın kulağını tırnağıyla kesti. Mehmet Yıldırım da Deniz’i yumruklayarak şiddet uyguladı. Her ikisine de ‘basit yaralama’ suçundan 29 Ocak’ta dava açılırken 1.5’ar yıl hapis cezası ile cezalandırmaları isteniyor.

Devam Eden Meşru Müdafaa Davaları Ve Yargı Kararları

Fatma, 23 yıldır evli olduğu ve kendisinden yıllardır şiddet gördüğü kocası Metin Kaymak’ı kafasına vurarak öldürdü. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 30 Aralık’ta görülen davanın karar duruşmasında heyet, müebbet hapis cezasıyla yargılanan Fatma’ya evliliği boyunca gördüğü şiddetten dolayı tahrik indirimi ve iyi hal indirimi uyguladı. Ceza, 18 yıl 4 ay’a indirildi. Duruşmada Fatma, “Sürekli dayak yiyordum, aldatılıyordum. Oğluma cinsel tacizde bulunuyordu. Ruh ve sinir hastası oldum sayesinde. Sonunda bana kafayı yedirtti,” dedi.

Bursa’nın Gemlik ilçesinde N., 20 yıl evli kaldığı ve 3 yıldır ayrı yaşadığı eski kocası Y. Z.’nin tecavüz girişimine maruz kaldı. Polise yapılan bu başvuru, 20 Mayıs 2014 tarihinde hazırlanan iddianameyle yargıya taşındı. Hastaneye sevki yapılan N.’nin vücudunun çeşitli bölgelerinde sıyrık, morluk ve ekimozlar oluştuğu tespit edildi. Yapılan yargılama sonucu koca Y.Z. hakkında ‘beraat’ kararı verildi. Beraate gerekçe ise Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nin “Cinsel saldırı suçunun basit halinin eşe karşı işlenmesi suç olarak düzenlenmemiştir” kararı oldu. Yargıtay’ın bu kararı sebebiyle sanığa ceza veremeyen Gemlik 1. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Levent Dağdeviren, bunun üzerine sanık için 5 Ocak’ta ‘eşe karşı yaralama’ suçundan suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.

5 ay önce eski sevgilisini öldüren Selma’nın yargılandığı davanın ilk duruşması Antalya 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Elazığ’da yaşayan 23 yaşındaki Selma, sevgilisi Semih Al’dan ayrılmak istediğini söyleyince Semih Al, Selma’yı elindeki fotoğraflarla tehdit etmeye başladı. Selma’ya tecavüz etti. Selma’nın kendisi hakkında şikayetçi olduğu Semih Al, 7 ayrı suçtan tutuklanmasına rağmen Selma, ailesinin ısrarı yüzünden şikayetinden vazgeçmek zorunda kaldı. Semih Al ise serbest bırakıldı. 10 Ocak’ta görülen duruşmada verdiği ifadede Selma, “Onun yüzünden annemle Elazığ’dan kaçıp Antalya’ya geldik. Ancak peşimi bırakmadı. Olay günü beni 10. kattan aşağıya sarkıttı. Kavga sırasında bıçakladım,” dedi.

Isparta’nın Yalvaç ilçesinde sürekli saldırısına maruz kaldığı tecavüzcüyü öldüren Nevin’in yargılandığı davanın 13’üncü duruşması 12 Ocak’ta görüldü. Feministler olarak takip ettiğimiz duruşmada Savcı Osman Çabuk mahkeme heyetine sunduğu mütalaada, “Nevin’in tecavüze uğramadığını, Nurettin Gider ile 3 yıl süren gönül ilişkisi olduğunu” iddia ederek Nevin hakkında ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası talep etti. Mütalaaya karşılık söz alan Nevin, “Ben namusumu temizledim. Ne gönüllü ilişkim vardı ne de o fotoğrafları gülerek ve poz vererek çektirdim. Tanıkların hepsi de onların yakınıydı. Para verdiler, konuşturdular,” dedi. Duruşma, 25 Mart tarihine ertelendi.

Kastamonu’da kendisine şiddet uyguladığı için kocası Mustafa Ö.’yü tabancayla öldürmekten yargılanan Nurgül’ün cezasına, kadına şiddet indirimi uygulandı. Ağırlaştırılmış müebbet cezasıyla yargılanan Nurgül’ün cezası 17 yıl 6 aya indirildi. 21 Ocak’taki duruşmada Mahkeme heyeti, cezaevinde 2 yaşındaki kızı ile birlikte kalan Nurgül’ün tutukluluğunun devamına karar verdi.

Kendisine evlendiği günden beri şiddet uygulayan, ölümle tehdit eden kocası Özkan Kaymaklı’yı öldüren Yasemin’in yargılandığı dava, 26 Ocak’ta İstanbul Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye devam etti. Olay günü Özkan Kaymaklı Yasemin’i çocuğuyla birlikte bir odaya kilitleyerek bütün gece aç ve susuz bırakmıştı. Sabah olduğunda Özkan Kaymaklı’nın şiddeti yeniden başladı. Yasemin ise bu şiddet karşısında kendisini ve çocuğunu savunmak amacıyla Özkan Kaymaklı’yı bıçaklayarak öldürdü. Duruşmada tanıklık eden Yasemin’in kardeşi Eda, 2 yıllık evlilikleri boyunca ablasının maruz kaldığı ve kendisinin tanık olduğu şiddeti anlattı. Duruşma, 19 Mart’a ertelendi.

Zonguldak’ta geçen yıl 8 Ocak’ta şiddetine sürekli maruz kaldığı 18 yıllık kocası Muhammet Ali Erke’yi boğarak öldüren Ayşegül’ün yargılandığı davanın 30 Ocak’ta görülen duruşmasında Ayşegül’ün tutuksuz yargılanmasına devam edildi. Savcı mütalaasında, “Eylemini haklı görülebilir bir korku ve telaştan kaynaklanan güdü ile savunma sınırını zorlayarak gerçekleştirdiği” kanaatiyle sanığa ceza verilmemesini istedi. Ayşegül, eyleminde meşru savunma ve zorunluluk hali olduğu gerekçesiyle 24 yıla kadar hapis istemiyle tutuksuz yargılanıyor.

Konuyla İlgili Eylemler

İstanbul Feminist Kolektif 30 Aralık’ta kendilerini korumak için şiddete maruz kaldıkları, canlarına kast eden erkekleri öldürmekten ceza alan mahpus kadınlara yeni yıl için dayanışma kartı gönderdi. “Yeni yıla girerken erkek şiddetine direnen kadınlara selam olsun!” diyen kartlar, İstanbul’dan Isparta’ya, Konya’dan Antep’e birçok kadın cezaevine gitti. Kolektif, “Kadınların bu cinayetleri, katil erkekler gibi keyfinden değil, erkek egemen sistemden aldıkları güçle değil, sadece kendilerini ve çocuklarını kurtarmak için işlediklerini biliyoruz,” dedi. Açıklamada ayrıca, “Canını, hayatını savunduğu bu direnişte erkekler gibi ceza indirimi peşine düşmeyen ve erkek yargının kadın katillerine uyguladığı bu indirimlerden nasiplendirilmeyen kadınların yalnız olmadığını herkese duyurmak istiyoruz,” denildi.

İstanbul Feminist Kolektif üyeleri, kendisine yıllardır şiddet uygulayan kocası Özkan Kaymaklı’yı öldüren Yasemin’in yargılandığı davanın 26 Ocak’taki duruşmasına katıldı. Yapılan açıklamada, “Yasemin kendisini savunmasaydı, ya kendisi ya çocuğu, belki ikisi de ölecekti. Şimdi ise Yasemin, kendisine ve çocuğuna sistematik olarak şiddet uygulayan, ölümle tehdit eden kocasını öldürmekten yargılanıyor,” denilirken, Yasemin’in meşru müdafaadan tahliye edilmesi talep edildi. Açıklamada ayrıca, Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin delilleri toplamadan, acele ile yargılama sürecini bitirmek istediği vurgulandı.

Şiddeti İzleme, Müdahil Ol!

İstanbul Esenyurt’ta Mehmet Ali Ünal, 14 Ocak’ta karısı Asiye’nin arkadaşı olarak evlerinde kalan Aysel’e cinsel saldırıda bulundu. Saldırıya uğrayan Aysel, işte olan arkadaşı Asiye’yi aradı; ancak Mehmet Ali Ünal’ın müdahalesiyle telefon yere düştü. Açık kalan telefondaki sesleri duyan Asiye, polisi arayarak kocasını şikayet etti. Mahkeme heyeti, sanık Ünal’ı ”cinsel saldırı” suçundan 12 yıl hapis cezasına çarptırdı. Cinsel saldırı suçunun teşebbüste kaldığına dikkat çeken mahkeme, cezayı 6 yıla indirdi. Sanığın duruşmalardaki iyi halini de dikkate alarak cezayı 5 yıla indiren mahkeme, tutuklu kaldığı süreyi göz önüne alarak sanığın tahliyesine karar verdi.

İstanbul Feminist Kolektif

Violence Against Women Cannot be Eradicated by Ignoring the Expertise and Experience of Women’s Organizations!

kadin-siginaklar-ve-danisma-dayanisma-merkezleri-kurutlay-i-sona-erdiCauses and consequences of violence against women and women killings (femicide) in Turkey have been voiced repeatedly by women’s organizations for many years. The Emergency Measures Coalition Against Femicide and Violence comprised of 124 women’s organization, has been demanding that the Turkish Parliament take urgent action against male violence resulting from patriarchy, inequalities in practice and everyday life, and all kinds of discrimination against women since July 2014. After years of struggle and calls to action (by the women’s movement) Parliament finally set up a commission called “Parliamentary Research Commission to Explore the Causes of Violence Against Women in order to Determine the Necessary Measures for Prevention.”

However, to our great dismay, the commission’s first steps have led to great disillusionment. The vast majority of independent women’s groups, who have been working relentless in the field of violence for years, were not invited and excluded from the meeting of NGOs planned to take place on 5th February 2015 in Ankara. Thus, the commission has made it clear from the start that it is only willing to work with NGOs who share the government’s political views, rather than working with organizations who have expertise in this field.

Why would the parliamentary commission of a country with record high levels of violence against women act in such a way? We see this as a strategy to trivialize and ignore women’s groups who have been fighting violence against women for years and have amassed great knowledge and experience in this sphere. In attempting to resolve such a mammoth problem, we would have expected commission members to cooperate with both independent and public women’s groups involved in running shelters and counseling centers, together with the many women’s organizations who make up the Shelters and Consultation Centers Convention in its 18th year.

We are faced with an alarming situation whereby the commission, consisting largely of ruling AKP parliamentarians, is ignoring calls to include these relevant organizations claiming it will later ask for written feedback. It seems the Turkish government and state is adding a new one to its existing failures and deficiencies in addressing violence against women. With the exception of a few NGOs working on violence they did invite, they are on the whole choosing to work with organizations, which are not well equipped on the subject. This is a clear indication of not only the AKP government’s authoritarian style of governance, which lacks tolerance for opinions other than its own, but also the lack of political will to formulate a successful and workable action plan to end violence against women.

We, the undersigned women’s organizations protest this attitude and invite the Turkish Government, Parliament and all involved political parties to rectify this fault. We ask the commission to issue a public statement about the criteria used in choosing the organizations with which to cooperate, and the reasons why such an anti-democratic process was employed. We also demand that the knowledge and expertise of women’s organizations which have been at the forefront of the struggle to eradicate violence against women for decades be urgently and meaningfully included in the commission’s work.

 

  1. Adana Women’s Solidarity Center and Shelter Association – Adana Kadın Dayanışma Merkezi ve Sığınmaevi Derneği (AKDAM)
  2. Adıyaman Association of Women and Life – Adıyaman Kadın Yaşam Derneği (AKAYDER)
  3. Ankara Feminist Collective-Ankara Feminist Kolektif (AFK)
  4. Antalya Women’s Counselling and Solidarity Centre – Antalya Kadın Danışma Merkezi ve Dayanışma Derneği
  5. Ataşehir Women’s City Council – Ataşehir Kent Konseyi Kadın Meclisi
  6. European Women’s Lobby Coordination Desk for Turkey- Avrupa Kadın Lobisi Türkiye Koordinasyonu
  7. Ayvalik Independent Women’s Initiative – Ayvalık Bağımsız Kadın İnisyatifi
  8. Independent Women’s Association – Bağımsız Kadın Derneği
  9. CEDAW Civil Society Executive Committee – CEDAW Sivil Toplum Yürütme Kurulu
  10. Association for Gender Equality Watch – Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği (CEİD)
  11. Çanakkale Association for the Utilization of Women’s Handicrafts – Çanakkale Kadın El Emeğini Değerlendirme Derneği (ELDER)
  12. Divriğili Womens Association – Divriğili Kadınlar Derneği
  13. Diyarbakir Grand Municipality Center for Research and Implementation of Women’s Issues – Diyarbakır Kadın Sorunlarını Araştırma ve Uygulama Merkezi (DİKASUM
  14. Disabled Women’s Association – Engelli Kadın Derneği
  15. Ergani Selis Women’s Association – Ergani Selis Kadın Derneği
  16. Association for Equal Life-Eşit Yaşam Derneği
  17. Equality Watch Women’s Group (EŞİTİZ) – Eşitlik İzleme Kadın Grubu
  18. Association for Life Equality – Eşit Yaşam Derneği
  19. Home-based Working Women’s Group – Ev Eksenli Çalışan Kadınlar Grubu
  20. Adana Housewives Association – Adana Ev Hanımları Derneği (EVKAD)
  21. Femin & Art International Women Artists Association – Femin & Art Uluslararası Kadın Sanatçılar Derneği (10 Branches)
  22. Rainbow Women’s Association – Gökkuşağı Kadın Derneği
  23. Women’s Coordination of People’s Democratic Party – Hakların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Koordinasyonu
  24. Hurriyet campaign for End to Domestic Violence! – Hürriyet Aile İçi Şiddete Son! Kampanyası
  25. IRIS Watching Groups for Equality -İRİS Eşitlik Gözlem Grubu
  26. İstanbul Feminist Collective – Istanbul Feminist Kolektif (İFK)
  27. İstanbul Union of Women’s Organisations-İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği
  28. İzmir Women’s Solidarity Association – İzmir Kadın Dayanışma Derneği
  29. The Association for the Support and Training of Women Candidates – Kadın Adayları Destekleme Derneği, Ankara (KA-DER)
  30. Platform for Urgent Action Against Femicide – Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Platformu
  31. Association for Women’s Studies – Kadın Çalışmaları Derneği
  32. Woman Solidarity Foundation – Kadın Dayanışma Vakfı
  33. The Association for Women’s Training and Employment – Kadın Eğitim ve İstihdam Derneği (KEİD)
  34. The Collective for Women’s Labour- Kadın Emeği Kolektifi
  35. Gender Equality Association – Kadın Erkek Eşitliği Derneği (KAZETEDER)
  36. Women’s Party – Kadın Partisi
  37. Women for Women’s Human Rights – New Ways (WWHR) – Kadının İnsan Hakları -Yeni Çözümler Derneği (KİH-YÇ)
  38. Women’s Solidarity Foundation – Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV)
  39. Kaos Gay and Lesbian Cultural Research and Solidarity Association – Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği (Kaos-GL)
  40. Cappadocia Women’s Solidarity Association – Kapadokya Kadın Dayanışma Derneği
  41. Black Sea Women’s Solidarity Association – Karadeniz Kadın Dayanışma Derneği (KarKad-Der)
  42. Kardelen Women’s Centre – Kardelen Kadın Merkezi
  43. Independent Women’s Gazette – Bağımsız Kadın Gazetesi (KAZETE)
  44. The Initiative for Women’s Labour and Employment-Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi (KEİG)
  45. Women from Trade Union of Public Workers – Kamu Emekçileri Sendikası’ndan (KESK) Kadınlar
  46. Red Pepper Association – Kırmızı Biber Derneği
  47. Red Umbrella Sexual Health and Human Rights Association – Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği
  48. Koza Women’s Association – Koza Kadın Derneği
  49. Lambdaİstanbul LGBTI Solidarity Association – Lambdaİstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği
  50. The Association for Women Cooperation from Mardin – Mardin Mardin Ortak Kadın İşbirliği Derneği
  51. The Association for LGBT 7 Colours Training and Research from Mersin– Mersin LGBT 7 Renk Eğitim ve Araştırma Derneği
  52. Purple Roof Women’s Shelter Foundation – Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı
  53. Mor Salkım Women’s Solidarity Association – Mor Salkın Kadın Dayanışma Derneği
  54. Muş Women’s Roof – Muş Kadın Çatısı
  55. Muş Women’s Association – Muş Kadın Derneği (MUKADDER)
  56. Pink Life LGBTT Solidarity Association – Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği
  57. Petrol-İş Trade Union Women’s Magazine – Petrol-İş Sendikası Kadın Dergisi
  58. Selis Women’s Association – Selis Kadın Derneği
  59. Women Without Borders – Sınır Tanımayan Kadınlar
  60. Sosyalist Feminist Collective (SFK)- Sosyalist Feminst Kolektif
  61. Association for the Study of Social Policies, Gender Identity and Sexual Orientation – Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPoD LGBTİ)
  62. The Union of Turkish Women-Türk Kadınlar Birliği
  63. TMMOB Women’s Working Group of İzmir – TMMOB İzmir Kadın Çalışma Grubu
  64. The Association for Turkish Women University Graduates – Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği
  65. Flying Broom Women Communication and Research Association-Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği
  66. Van Women’s Association – Van Kadın Derneği
  67. The Association for Women’s Solidarity and Home for Life -Yaşam Evi Kadın Dayanışma Derneği

 

Feminist Politika Sayı 26/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 26

DOSYA: AKP’nin “makbul kadın” politikaları

4 Nelere isyandayız, neler bekliyoruz? / Adana SFK
6 Evlerde “ayna” var! / Candan Yıldız
8 Erkeklere mahsus hukuki müessese: İyi hal indirimi! /Candan Dumrul
10 .Akdeniz’de Kadın İstihdamının Seyri ve düşündürdükleri / Hülya Osmanağaoğlu
11 Gayrimüslim kadınlar açısından evlenme, evlenmeme ve aşık olma hakkı / Rita Ender
13 Batı’da nefretin yeni nesnesi:Müslüman kadınlar / Ayşe Toksöz- Özlem Barın
15 Bugüne ve geleceğe1915’ten bakınanın sorumluluğu / zorunluluğu üzerine bir deneme / Gülhan Davarcı
17 Kadın Sağlığı Hareketinden Sesler üzerine / Suzan Sazer
19- Hastanenizde kürtaj yapılıyor mu? – ?!…/ Hazal GüneI
20 Patriyarkaya karşı şiddetten arınmış feminist mücadele /GizemAslan
DOSYA: AKP’nin “makbul kadın” politikaları
22 “Yeni Türkiye” kurulurken: Güçlü aileye neden ihtiyaç var? / Yeşim Dinçer
24 SFK’nın iki sorusu üzerine düşünceler: AKP ve “biz” feministler / Alev Özkazanç
26 ”Yeni” Türkiye’nin kadın politikası / Gökçeçiçek Ayata
28 Devletin aile rejimine dair sorulacak çok soru var / Feyza Akınerdem
30 feminist forum notlan … / ayşe düzkan
32 AKP,cinsellik ve LGBTİler / Yeşim Tuba Başaran
34 Yeni şişede eski şarap? AKP elinde devlet ve patriyarka / Selin Çağatay
36 AKP’nin bitmeyen dansı: Neoliberal mi desem,muhafazakâr mı? / SimtenCoşar
38 “Kutsal çatı” olarak ”Yeni Türkiye’de” aile•.. / Ece Öztan
40 AKP’nin “Aile Paketi”: “Annelik kariyeri”ne teşvik paketi! / Fatoş Hacıvelioğlu
42Yeniden… AKP’nin aile ve sosyal politikaları / SakineGünel
44 Seçim stratejilerinin esir aldığı sosyal yardımlar: Hanenin yoksulluğu, kadınların yoksunluğu / Damla Eroğlu
46 Hanemizdeki Diyanet / Sevgi Adak
48 Kadın hakları açmazda mı? / Deniz Kandiyoti
50 Eşitlik, eşdeğerlilik ve adalet / Christine Delphy
53 Babalarımızın ne hayrını gördük? / Elif Can
54 Nasıl feminist oldum? / S.Dilek Şentürk
55 Sevgili yol arkadaşımız Ferhunde Ôzbay’ı kaybettik! / Asena Günal
56 Günışığı Kapısı: Cadıların muhalefeti ve mağlubiyeti/ Hande Öğüt
58 Söyleşi:Kadınların sineması,kadınların direnişi, direnişin sineması / Özlem Güldemir
60 Söyleşi:İşgal edilen toprak kadın gibidir. İkisi de başka bir gerçeklik hayalini kuruyor / Tuğçe Eda Sarıgül
62Türkiye’den haberler
64 Dünyadan haberler
66 Kadınlar olmadan, değişim mümkün değildir! / Podemos’lu Feministler Çevresi

Feminist Politika Sayı 25/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 25

DOSYA: Savaş, militarizm, direniş ve kadınlar
4 Kızların örtünmesi: Ne özgürlük, ne esaret; erkek egemenliği /Cemre Baytok – Selin Çağatay
7 Fıtrat söylencesi / Gülnur Acar Savran
8 Cinsel taciz ile cinsel özgürlük arasında / Söyleşi: Öznur Subaşı – Cemile Gizem Dinçer
12 Sosyal haktan hayırseverliğe: Sosyal yardımlar / Dilek Karafazlı
14 Maddeci feminizm üzerine – 2/ Özgül Saki
16 Peki kadın adalet karşısında neye eşit olacak? /Söyleşi: Baka Ergener – Cemre Baytok
18 Bitmeyen aile … / Esra Gedik
20 Fıtrat, GREVİO ve İstanbul Sözleşmesi /Selime Büyükgöze
22 Yırca’da olan biten kimin mücadelesi? Neyin mücadelesi? /Deniz Bayram
DOSYA: Savaş, militarizm, direniş ve kadınlar
24 Savaşın mağdurlan, direnişin özneleri
25 Militarizmin feminist eleştirileri / Ayşe Gül Altınay
27 Militarizmi tecavüz ekseninde tartışmak / Aysun Eyrek
28 Eli silahlı kadınlar / Nükhet Sirman
30 Savaş ve erkeklik / Söyleşi: Özlem Kaya
33 Şiddetsizlik Eğitim ve Araştırma Merkezi: Şiddetsiz bir dünya için … / Hilal Demir
34 Savaşta” kaçtılar ama ayrımcılık ve ırkçılıktan kaçamıyorlar / Söyleşi: Emel Coşkun
36 “Anaların acısı” barış getirir mi? / Filiz Karakuş
38 Kadınların savaş hakikatlerinin peşinde / Hilal Alkan
40 Kadın şairlerde savaş / Meryem Fehime Oruç
41 Kadmlar ve kadın gerillalar / Burcu Şentürk
42 Savaşta üçüncü bir cephe olarak gönüllülük / Feride Eralp – Ayşe Toksöz
44 Ama’sız vicdani ret mümkün mü? / Zozan Özgökçe
45 ”Rojava’daki devrim toplumdaki kadın algısını değiştirdi” / Begüm Acar
46 Kadın ordulaşması / Söyleşi: Evren Kocabıçak:
48 Kadın devrimi / Nazan Üstündağ
50 Sahte toplumsal cinsiyet uzlaşısını bozmak / İlknur Karanfil
51 Feminizm ve örgütüm bana ne yaptı? / Deniz Özgür
52 Çocuk var mı? Düşünmüyor musunuz? / Elif Can
53 Nasıl Feminist Oldum? / Meliha Tekin
54 Bellek; Zabel Yesayan / Ayşe Panuş
55 Femini(te)st
56 Sevcan Çerkes ile söyleşi / Tuğçe Eda Sarıgül
58 Atölye Amargi: Havalar iyi gitsin / Azize Çelik
59 Frances Ha “nın bana hissettirdikleri / Başak B.
60 Kitap: Hayriye’ye methiye Sevgi Adak
61 Kitap: Aynı özgürlük düşünün peşinde. .. / Ayşe Panuş
63 Türkiye’den haberler
64 Dünyadan haberler
65 Londra’da Feminizm Konferansı üzerine izlenimler

Kadına Yönelik Erkek Şiddeti ve Cinayetler “Aile” Meselesi Değil “Toplum” Meselesidir/31 Ocak 2015

Kadına yönelik erkek şiddeti ve cinayetler “aile” meselesi değil “toplum” meselesidir.

Kadına yönelik erkek şiddeti ve aynı şiddetin ardından gelen cinayetler bir anlık öfke, cinnet gibi nedenlerle açıklanabilecek sıradan “adli” vakalar değildir. Erkek egemen sistemin ve hükümetin kendi eliyle sürekli beslediği cinsiyet eşitsizliğinin bir sonucudur. Bu nedenle sorun bütün toplumu ilgilendiren politik bir mevzudur.

Türkiye kadın hareketinin otuz yıllık mücadelesi ile kadına yönelik şiddetle mücadele için yeterince kapsamlı önleyici yasalar yürürlüğe girmiştir. Ancak şiddet oranları ve cinayetlerin her geçen gün katlanarak artması, sorunun asıl nedenlerinin görmezden gelindiğinin açık göstergesidir. Tam da aile içinde oluşan şiddetin ve aile bireylerince işlenen cinayetlerin, kadınların “itaatkâr, evinin kadını, 3 çocuk kariyeri sahibi” olmaları üzerine kurulu aileyi güçlendirme politikalarıyla ve sadece adli yöntemlerle önlenemeyeceği özellikle son on yıldır yeterince kanıtlanmıştır. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün henüz yeni açıkladığı rakamlara göre 2014 yılında, 6284 Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanundan yararlanarak şiddetten korunmak için emniyete yapılan başvurular %75 artmıştır.

İçinde şiddet olan ailenin korunmaması gerekir. Şiddete katlanarak “boşanmaması”, “çocuklarını perişan etmemesi” önerilen, yalnızlaştırılan kadınların ailenin kurtarıcısı olması beklenmemelidir. Aile içinde ya da değil, kadına yönelik şiddetin önlenmesi için her alanda cinsiyet eşitliğinin sağlanması dışında bir çözüm yoktur. Buna yönelik kapsamlı sosyal politikalar yerine, sadece kadınlara yüklenen, pekiştirilen hatta kurumsallaştırılan ve artık uygulanan muhafazakarlaştırma ve aile politikaları kadın cinayetlerinin katliam boyutlarına varan oranlarda artmasının en önemli nedenidir.

“Kadın ve erkek eşit değildir”, “diğer cinsiyet kimlikleri ve cinsel yönelimler sapkınlıktır, hastalıktır” türü söylemlerin toplum önünde ifade edilmesi, bunların savunulması fikir özgürlüğü meselesi değil açıkça ayrımcılık ve nefret suçudur. Bu söylemlerin siyasal erk tarafından kullanılması ise mevcut ayrımcılık ve nefret ideolojisini meşrulaştırır, kurumsallaştırır.

Bu nedenle; Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu’nda bir araya gelen bizler; Kadın ve trans cinayetlerinin önlenmesi için,
· * İstanbul Sözleşmesi’nin hayata geçirilmesi için gerekli adımların bütün kesimlerce derhal atılmasını,
· * Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Türkiye İstatistik Kurumu’nun şiddet ile ilgili bütün gerçek! verileri kamuoyuna açıklamasını,
· * Mecliste oluşturulan soruşturma komisyonu ve meclisin, başta cinsiyet eşitliği ve ev içi şiddetle mücadele alanında çalışan kadın ve LGBTİ örgütleri olmak üzere, hak mücadelesi ve insan hakları alanlarında bu meseleyi sahiplenen bütün örgütlerin görüşlerinin dikkate alınarak acil önlemler oluşturulmasını,
Talep ediyoruz.

Taleplerimizi bir kez daha dile getirmek üzere 31 Ocak Cumartesi günü bütün Türkiye’de alanlardayız.

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu

31 Ocak 2015-Kadıköy

Davutoğlu’nun Nüfus ve Aileyi Koruma Programı* Ya da Reklamlarla Kadınların Değişen Hayatı…

Mandatory Credit: Photo by Voisin/Phanie / Rex Features (714210dt) Model released - Pregnant woman working. Various - 2007

Mandatory Credit: Photo by Voisin/Phanie / Rex Features (714210dt)
Model released – Pregnant woman working.
Various – 2007

Hülya Osmanağaoğlu 

1980’lerin ortasıydı sanırım, tek kanallı televizyonda “değişmeyen tek şey değişimdir” diyen bir reklamla anlamıştık 80 öncesinin pankart yazarlarının reklamcı olduğunu. Kimileri yaratıcı reklam metinleri yazarak eski hünerlerini konuştururken kimilerinin payına afişlerden öğrendikleri kostiklerle duvar kâğıdı ustası olmak düşmüştü tabii. Dünyada reklamcılık nasıl bu kadar gelişti bilmiyorum ama burada memleketin eski solcularının sermayenin reklam anlayışına ciddi katkılarda bulunduğu da bir gerçek. Sonra toplumsal dönüşümleri reklamlarla takip eder olduk. Eh feminizmin etkisi de reklamlardaki kadın imajlarını değiştirir oldu. Kadınlara ilişkin feminizan vurgusuyla öne çıkan reklamların belki de en ünlüsü bir kadın pedi reklamındaki “çocuk da yaparım kariyer de” şarkısıyla yapılandı. Sözleri ve müziği “tek taşımı kendim aldım” diyen Nil Karaibrahimgil’e aitti (Ama kendi de evlendi demeyelim lütfen. Neticede “Girls Just Wanna Have Fun” diyen Cyndi Lauper’la “Papa Don’t Preach” diyen Madonna da evlendiler).

Devamını Oku…

Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmaları Raporunda Öne Çıkan Bulgular

tnsaTürkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmaları (TNSA), ülke genelinde sağlık ile ilgili konular ağırlıklı olmak üzere birçok konuda araştırma verileri üretiyor. TNSA 2013, Türkiye’de 1968 yılından beri her beş yılda bir Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü (HÜNEE) tarafından yürütülen araştırmaların onuncusu, ayrıca uluslararası düzeyde yürütülen Nüfus ve Sağlık Araştırmaları programı içinde gerçekleştirilen beşinci araştırmadır.
TNSA-2013’te 11,794 hanehalkı ve 15-49 yaş arasında toplam 9,746 kadınla görüşmeler yapıldı. TNSA 2013 verileri, bakılan, odaklanan konulara göre de farklılık gösteren çok zengin veriler içermekte. Biz de, kadınlar açısından önemli bulduğumuz verileri öne çıkan başlıklar altında özetleyip yorumlamaya çalıştık.

Devamını Oku…

Emma Sulkowicz, Tecavüz ve Yatak Performansı

emma1Bilgesu Yaprak

Colombia Üniversitesi öğrencisi Emma Sulkowicz, okul arkadaşı Paul tarafından yurt odasında tecavüze uğradığında ikinci sınıftaydı. Emma’nın ağzından dökülen “Hayır!” çığlıklarının ve yanaklarını kaplayan yaşların Paul için herhangi bir önemi yoktu.  Hem daha önce sevişmemişler miydi sanki? Bunca yaygaranın amacı neydi? Biraz daha rahat dursa her şey daha kolay olabilirdi. Gerçi bunun da zevki başkaydı sanki. Paul saldırısının ardından pantolonunu giydi. Kemerini takıp saçlarına çeki düzen verdi. Emma’dan çaldığı huzur ve güven duygusunun yerine korku ve mutsuzluk tohumları ekip Emma’yı yatağın üzerinde bırakarak odadan ayrıldı. Böyle şeyler olurdu hem, ne de olsa kadınlar utanır, anlatmazlardı.

Fakat Emma’nın utancı ve sessizliği çok uzun sürmeyecekti.

“Büyük bir duygusal travmaydı. Yaşadığım şeyin peşine düşecek gücüm yoktu. Ardından aynı kişi tarafından tecavüze uğrayan iki kadın öğrenciyle tanıştım…” diyecekti Emma Sulkowicz gazetecilerin “Neden olayın hemen üzerine şikayetçi olmadınız?” sorusuna cevap olarak. Emma olayı okul yönetimine taşımaya karar verdiğinde, adaleti sağlamanın o kadar kolay olmadığını anlayacaktı. Diğer iki öğrencinin de şikayetlerine rağmen, okul idaresi yeterli kanıt olmadığı gerekçesiyle davayı kapattığında Emma korkunç gerçekle bir kez daha yüzleşmek zorunda kaldı, tecavüzcüsüyle aynı kampüsü paylaşacaktı. Bu da her gün odasından çıkmaya korkacağı, ona benzeyen birini gördüğünde bile tedirgin olacağı anlamına geliyordu.

emma2

Emma okul idaresinin umursamazlığına yanıtını bitirme tezi ile verdi. Yatak Performansı / Yükünü Taşı adlı performans sanatı aracılığıyla omuzlarındaki yükü görünür hale getiren Emma’nın projesi, aynı zamanda bir protesto niteliği taşıyor. Projenin kurallarına göre, Emma kampüs içerisinde olduğu her dakika, yatağını yanında taşımak zorunda. Kampüsten çıktığı zamanlarda yatağı güvenli bir yere bırakması ve kampüse döndüğünde ilk iş yatağı tekrar sırtlanması gerekiyor. Taşıma konusunda insanlardan yardım istemesi yasak, ancak gelen yardım tekliflerini kabul etmekte özgür. Proje, tecavüzcüsü okuldan atılana ya da Emma okuldan mezun olana dek sürecek. Aktivist bir altyapısı bulunmayan Emma, cinsel taciz politikalarına karşı kişisel tepkisini ortaya koyarken, sessiz bir direniş sergiliyor. Tecavüz kültürünü besleyen mitleri yıkma amacı taşıyan bu performans, beyaz küpe hapsolmadığı için kamusal bir nitelik taşıyor. Bu yılın en önemli sanat olaylarından biri olarak değerlendirilen projeye diğer öğrencilerin gösterdiği ilgi de zamanla artış göstermekte. Böylelikle yardım teklifleri çoğalıyor ve performans, kolektif bir hal alıyor. Sürekli olarak varlığını koruyan yükü simgeleyen yatak, Emma’nın cesaretinin de bir göstergesi. “Yataklar yatak odalarımıza aittir. Güvenli, özel alanlarımıza. Ve ben şimdi, özelimi insanlarla paylaşıyorum.” diyor genç kadın bir dergiye verdiği röportajında.

emma3Tecavüze uğrayan kadınların bu durumu insanlara duyurması, zamanla yaygınlaşmakta. Yeni nesil aktivistler artık kurban kelimesi yerine “survivor” ifadesini tercih ediyorlar ve bu durumu görünür kılmanın öneminin altını çiziyorlar. Kadınların tecrübelerinin gerçekliğini paylaşması, aynı durumu yaşayan diğer kadınlara da yol göstermek, örnek olmak açısından son derece önem taşıyor. Emma’nın yaşadığı durumun tek suçlusu tecavüzcüsü değil. Okul yönetimin tutumu, Emma’nın yaşadığı travmanın daha da büyümesine sebep oluyor. Bu tutum, sadece tek bir okulun taşıdığı bir kusur değil. Zira bu bir okul problemi değil, kültürel bir problem. Her kolejde tecavüz kültürü bulunuyor. Okullarda her beş öğrenciden birinin tecavüze uğradığı, fakat şikayetçi olsalar dahi davanın kanıt yetersizliğinden dolayı kapatıldığı biliniyor.* Bu durum, okulların imajlarını öğrencilerin güvenliğinden daha önde tuttuğunu açıkça gözler önüne seriyor. Okul için bu tip durumlar, öğrenci kaybına neden olmamasını ve medyaya yansımamasını umdukları sıradan birer dosya niteliği taşıyor. Bir okula girmenin bedeli %20 tecavüze uğrama ihtimali anlamına geliyor. “Hiçbir okul bunların dile getirilmesini ve öğrenci kaybı yaşamayı istemiyor” diyor Dana Bolger** ve ekliyor: “Fakat biz onların en hassas yerlerine vuracağız, itibarlarına!”

emma4Bolger’in işaret ettiği tekmeyi vurmanın birçok yolu olmakla beraber, beni en çok bu tekmeyi sanat aracılığıyla atan kadınlar ve işleri etkiliyor. Sadece okul yönetimleri değil, tecavüz kültürünü yaşatan, yeniden üreten ve koruyan tüm otoritelerin, tüm sistemlerin bu tepkiyi görmesi ve sessizliğin bozulması gerekiyor. Tepki, sanat formunda olduğunda izleyici, eser yoluyla sanatçının tecrübesine dahil oluyor her defasında. Emma’nın yatağı hepimizin sırtında bir yüke dönüşüyor örneğin. Tori Amos’un başından geçen tecavüz üzerine yazıp seslendirdiği Me and a Gun’da, Tori her “Ben Barbados’u hiç görmedim,  bu yüzden bundan kurtulmalıyım” dediğinde, sırtına dayalı bir bıçak; tecavüze uğrayan bir kadını hayatta tutan sebebin ne kadar basit ve çocuksu olabileceğini fark ediyoruz hepimiz utançla. Tracey Emin’in çalışmaları, her seferinde başka bir perspektiften hatırlatıyor bize tecavüzü ve sebep olduklarını. Nazan Öncel’in üvey babasının tecavüzleri üzerine yazdığı Demirden Leblebi’yi dinliyor ve boğazımızdaki düğümle Nazan’ın şarkıyı yazma sebebini anlattığı cümlelerini anımsıyoruz: “Ağzımda acı, zehirli bir tad vardı; ben de tükürdüm…”

Birçok şarkı, birçok perfomans, birçok resim, birçok kitap… Erkek egemen sistemin ve tecavüz kültürünün yıkıldığı güne kadar, işte böyle güçlenecek kadınlar. İşte böyle yırtıp atacaklar utanç perdesini ve bu kültürün üzerine tükürecekler ağızlarındaki zehiri. Bir acıyı, göğüs gererek paylaşacaklar; paylaşacağız. Olup biteni görünür kılmanın çaresi gözler önüne sermekse her şeyi, tüm duvarları beraber yıkacağız.

Ben inanıyorum, sessizliğimiz bir kenara bırakıp karşılarına dikildiğimizde kazanacağız bu mücadeleyi ve güvenle yürüyeceğiz caddelerde.

Ve inanıyorum; kadınlar güzel şarkılar yazacaklar bir gün, yatakların yeri sırtımız değil evimiz olacak ve bahar dalları çizeceğiz tuvallere.

*Campus Sexual Assault Study
**Dana Bolger: Co-Director at Know Your IX, Contributor at Feministing.com, Feminist Anti-Violence Activis

görsel:  http://fc00.deviantart.net/fs70/f/2014/255/c/d/atlasweb_by_luctras-d7yyl2n.png

Sosyalist Feminist Kolektif: Elifhan Köse’nin yanındayız!

Son yıllarda AKP’nin politikalarını eleştiren, protesto eylemlerine katılan çok sayıda akademisyen çeşitli gerekçelerle soruşturmaya tabi tutuluyor ve işten çıkarılıyorlar. Bu politikalara baş kaldıranlar kadın akademisyenler olduğunda baskı iki kez artıyor ve AKP iktidarı adeta bir “cadı avı” gerçekleştiriyor.

Devamını Oku…

Erdoğan is right! We do not care about fıtrat*!

25kasimeylemfotoA day before 25 November, International Day for the Elimination of Violence Against Women, President Erdoğan made a statement about the difference of nature or disposition (fıtrat) between women and men. Previously, in 2010, he had stated that he did not believe in equality between women and men due to their dispositions. We replied to this statement by saying that “the more you tell us not being equal with men, the more we get killed.”

Devamını Oku…

Burası Kimin Ülkesi?

kadinlarBilgesu Yaprak

Çok değil birkaç gece önce, Kadıköy’ün göbeğinde genç bir kadın evine girerken saldırıya uğradı. Tanımadığı bir adam, kadın binaya girerken üzerine atladı. Aç bir hayvan gibi. Avının canını isteyen bir vahşi hayvan gibi atladı kadının üzerine. Kadının bir canı, bir ruhu, bir önemi yokmuş gibi saldırdı ve gözünün içine bakarak koparmaya çalıştı bir göğsünü kadının. Kadın nasıl bir güçle itebildi adamı üzerinden, nasıl bağırabildi boğazını yırtarcasına, adam can korkusuyla nasıl kaçmaya başladı, mahallenin gençleri ayakkabılarını bile giymeye fırsat bulamadan nasıl düştüler adamın peşine, genç kadın nasıl devrildi kapı önünde, bütün komşular nasıl toplandı, nasıl oturttular kadını sandalyeye, kahve hangi evden geldi, suyu kim uzattı, kim sordu ilk “Ne oldu çocuğum?” diye, kimse anlamadı.

Hikayeyi bile dakikalarca anlatamadı kadın, camda sigara içerken tesadüfen olaya tanıklık eden bir başka kadının dudaklarından döküldü olup bitenler. “Birden atladı kızın üzerine. Binanın içine soktu, göğsünü kavradı. Daha nasıl anlatılır ben bilmiyorum, nefret edermiş gibi koparmaya çalıştı…” Bir komşu kadın akıl etti, bir kontrol etmek lazımdı. Genç kadını eve soktular, soyup göğsüne baktılar. Yaşlı başlı kadınlar hayatlarında ilk defa böyle bir şeye tanık olmuşcasına çığlık attılar. Abiler geldi sonra. “Polise gidelim mi kızım?” dediler. “Bak şahit de var.” Ama genç kadın gözünün yaşını silip başını iki yana salladı. “İstemiyorum. O muameleye katlanacak gücüm yok artık…” Eskiden olsa “Yanına kâr mı kalsın? Bugün sana, yarın başkalarına mı yapsın?” denir, tepki gösterildi. Bu defa kimse itiraz etmedi. Herkes biliyordu sistemi, piyes sergilemenin vakti değildi…

***

2014 Türkiyesinde genç bir kadın tek başına evine yürümekten korkuyor şimdi. Tüm entelektüel birikimi, tüm aktivist tavrı, savunduğu tüm gerçekler bir gecede çalınmış gibi sayıklıyor günlerdir evinde. “Kıyafetim de çok düzgündü. Saat de geç değildi ki. Kimseye bakmamıştım. Kimseye gülümsememiştim. Ben bir şey yapmadım ki. Ben bunu haketmedim ki…” Sanki dünya üzerindeki herhangi bir birey, herhangi bir sebeple böyle bir şey yaşamayı hakedebilirmiş gibi. 2014 Türkiyesinde genç bir kadın evinde bile yalnız kalamıyor şimdi.

Sanki o adam binadan hiç çıkmamış gibi, sanki her an yeniden üzerine atlayıp yarım bıraktığı işi bitirebilirmiş gibi. 2014 Türkiyesinde genç bir kadın aynada göğsüne bakamıyor şimdi. Gözü kapalı sürüyor ilaçlarını, bir parça çürük bile görmekten korkuyor çünkü. 2014 Türkiyesinde bir kadın savaşmak bile istemiyor şimdi. Tek çare buradan gitmekmiş gibi, burası onun ülkesi değilmiş gibi… Sahi, kadınların arkalarına bakmadan adım bile atamadıkları, her geçen gün korkudan bir düğme daha kapadıkları, evlerinin kapılarını üç defa kilitledikleri bu ülke, kimin ülkesi?

***

Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi.” -Tezer Özlü

 

Çözüm Sürecinin Neresindeyiz?

bikg25kasimBarış İçin Kadın Girişimi, düzenlediği “Kadınlar çözüm sürecinin neresinde” başlıklı basın toplantısıyla kalıcı bir barışın inşası için tüm tarafları kadınların sürece eşit ve nitelikli katılımını politikalarının parçası haline getirmeye davet etti.

Devamını Oku…

Her Yerde Kadın Cinayeti, Meclis Olağanüstü Toplansın!/23 Kasım 2014

Biz kadınlar, bugün burada ve birçok başka ilde, erkekler tarafından katledilen kadınlar ve translar için toplandık. Bu topraklardaki kadın katliamında her gün en az 3 kadın erkekler tarafından öldürülüyor! Bu erkekler koca, eski koca, eski sevgili, baba, abi, dayı, kuzen. Her gün sokakta, otobüste, vapurda, evimizde, soframızda, yatağımızda bizimleler. Katilimiz ve onların azmettiricileri aslında en yakınımızdaki erkekler…

Her yer katliam, katiller hanemizde

Kadın cinayetine giden yol azarla, küfürle, tokatla başlıyor. Cinayet bir anlık öfkeyle değil, yıllarca süren işkenceler sonucunda, kendini göstere göstere geliyor. Bize bu şiddeti uygulayanlar ise, erkek egemen sistemden aldıkları güç ve yetkiyle, “Öldürme hakkımı kullandım” diyebiliyorlar. AKP’nin yaratmaya çalıştığı muhafazakar toplum düzeninde kadını değil aileyi esas alan politikalar sebebiyle her geçen gün kendini meşrulaştıran erkek şiddetine karşı susmuyoruz! Tokattan cinayete giden sürecin önlenmesi için her zaman yaptığımız gibi sokaklara çıkıp isyanımızı dile getiriyoruz ve getirmeye devam edeceğiz!

Aile değil kadınız, kadınlar isyandayız!

Erkek şiddeti yıllar içinde hem ruhumuza hem bedenimize işliyor. Şiddeti adım adım izleyen aile fertleri, komşular, iş arkadaşları, mahalleli, köylü susuyor. Şikayet dilekçesini alan karakoldaki polis, şiddet görmüştür raporu veren hastanedeki doktor, cinayet haberlerini süsleyerek sunan medya susuyor. Kadınlar olarak tüm bu yok sayılmaya rağmen “bir şans daha vermiyor”, şiddete başkaldırmaya, direnmeye devam ediyoruz!

Biz kadınların erkeklerin bizi denetim altına almak için uyguladıkları erkek şiddetine sessiz kalmıyoruz. Erkeklere itaat etmiyor, şiddet sarmalından çıkmak için mücadele ediyoruz. Erkek şiddetine direnişimizde ve yeni hayat kurma mücadelesinde yalnız olmadığımızı biliyoruz. Kadın dayanışmasının gücü yanında herkese sesleniyoruz. Şiddete tanık olmayın, müdahale edin!

Dayaktan cinayete, bir şans daha verme!

Kadınlar erkek şiddetine uğrayıp karakola gittiğinde şiddet gördüğü eve geri gönderiliyor. Müftülüklerin görevlendirdiği yetkililer ailenin ne kadar kutsal olduğuna dair vaazlar veriyor. Kadınlara karşı şiddeti önlemekle yükümlü bakanlığın bizzat atadığı görevliler, kadınları boşanmamaya ikna etmek için şiddet gördüğü kocalarıyla barıştırmaya çalışıyor!

Kadınlar olarak ölümü göze alıp evden ayrılıyor, bin bir tehdit altında boşanma davalarının peşinden koşmak zorunda kalıyoruz! Buradan hükümete ve kadını özne olarak görmeyen politika yapıcılarına sesleniyoruz: Kadınların hayatı sizin elinizde değil! Boşanmayı değil, cinayeti engelleyin! Kadınları boşanmaktan vazgeçirmeye değil erkekleri şiddet uygulamaktan caydırmaya uğraşın!

Boşanmayı değil, cinayeti engelle!

Devlet önlem aldığını söyleyip duruyor, yasalar çıkarıyor, konuyla ilgili çok prestijli uluslararası sözleşmeleri imzalıyor. Ama pratikte hiç de öyle olmuyor! Erkekler kadınları sokak ortasında, koruma altında, adliyede, sığınağın içinde bile öldürüyor. Öldürülen kadınları korumaya yönelik hiçbir tedbir almayan, var olan yasaları uygulamayan, erkek şiddetini ortadan kaldırmak bir yana önlemeyi bile görev saymayan devlet, işlenen cinayetlere ortaktır! Her gün öldürülme tehdidiyle yaşayan kadınların sorumluluğunu üzerine almayan ve onlardan bihaber olan bakan için bir kez daha soruyoruz: Ayşenur İslam kimin bakanı?

Kadın cinayetleri politiktir!

Kadınları öldürüp mahkemelerde türlü çeşitli bahanelerin arkasına sığınan erkeklerin savunmaları hep aynı: “Çok uzun süre telefonda konuşuyordu, beyaz tayt giyiyordu, cilveli saat sordu, gözü dışardaydı, sevişmek istemedi, tuzluğu uzatmadı…” ve daha yüzlercesi… Bu bahaneler karşısında mahkeme heyeti, yıllarca uygulanan şiddeti bir türlü delil saymıyor ve cinayete gerekçe uyduruyor. Eğer kadın biraz “şanslıysa” ve öldürülmemişse erkek hemen serbest bırakılıyor. Yaralı kurtulan kadının ölümüne giden bütün yollar açılıyor. Peki, faillerin tutuklanması için kadınların ölmesi mi gerekiyor?

Erkek adalet değil, gerçek adalet!

Yıllardır politik olarak takip ettiğimiz kadın cinayeti davalarında gördük ki: Kadının erkek şiddetine dair beyanını esas almayan devlet, söz konusu erkek olunca, “Beni aldattı, erkekliğime laf etti” gibi aslı ve tanığı olmayan ifadeleri şiddet ve cinayet için geçerli ve yeterli kabul edip cezada tahrik indirimi uyguluyor. Buradan yetkililere sesleniyoruz: Tahrik indirimi erkeklik indirimidir, yeni kadın ve trans cinayetlerini teşvik eder!

Erkek vuruyor, devlet koruyor!

Yıllarca nefret suçlarına maruz kalan, cinsiyet kimliği yüzünden toplumdan dışlanan, aşağılanan, çoğunlukla seks işçiliği yapmak dışında bir alternatifi kalmayan trans kadınlar da erkekler tarafından her gün öldürülüyor. Erkek egemen sistemin ikiyüzlü ahlak anlayışı yüzünden nefret cinayetleri her gün artıyor, normalleştiriliyor. Bir gün önce müşteri olarak giden erkekler, bir gün sonra toplumun transfobik linç kampanyası içinde yerini buluyor, transları katletmekte baş rolü üstleniyor. Trans cinayetlerini hem hukuk hem de toplum hoş görüyor. Ama bizler biliyoruz ki, trans cinayetleri münferit değil, tesadüf değil, politiktir!

Trans cinayetleri politiktir!

Bizler buradan milletvekillerine sesleniyoruz: Bu ülkede yaşanan kadın katliamında sizin de sorumluluğunuz var! Nüfusun yarısını oluşturan kadınlar her gün ölüm tehdidi altında yaşarken, her gün katledilirken sizler kadınların da oylarını alarak geldiğiniz o koltuklarda nasıl rahat oturuyorsunuz?

Meclis toplansın, acil önlem alınsın!

Bizler Meclis’in kadın ve trans cinayetleri gündemiyle acil olarak toplanmasını istiyoruz! Artık tek bir kadının ya da transın öldürülmesine dahi tahammülümüz yok! Meclis acil olarak tek gündemli toplanmalı, bu katliamı önlemek için görevini yapmalı; kadın ve trans kadın cinayetleri için özel ve süresiz bir komisyon oluşturmalı, özel olarak kadın ve trans cinayetlerine yönelik bir bütçe hazırlamalı, sığınakların sayısını artırmalı, kadın ve LGBTİ örgütlerinin rehberliğinde acil eylem planı oluşturmalıdır!

Yaşasın kadın dayanışması!

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu!

23 Kasım 2014

Başörtüsü ve Erkek Egemenliği Üzerine

gezi-park-ya-hep-beraber-ya-hi-birimizHülya Osmanağaoğlu

Benim de üyesi olduğum Sosyalist Feminist Kolektif’in web sitesinde yayımladığı “Kız çocuklarının bedeni sizin ideolojik savaş alanınız değildir” başlıklı açıklamaya  ilişkin bir dizi tartışma ve eleştiri gündeme geldi. Bu eleştiriler üzerine özellikle SFK içinde tartışmaya devam ediyoruz. Yazdığımız yazının hedefi erkekler, erkek egemenliği ve bizzat AKP iktidarıydı. Ancak şu anda değişik zeminlerde yan yana geldiğimiz kadın arkadaşlarla bir tartışma söz konusu ve ben de Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi’nin açıklamasına da göndermeler yaparak düşüncelerimi ifade etmeye çalışacağım.

Devamını Oku…

Kız Çocuklarının Bedeni Sizin İdeolojik Savaş Alanınız Değildir!/2014 Ekim

basortu3Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle birlikte siyasi otoritesini pekiştiren AKP, “Yeni Türkiye” söylemi çerçevesinde özellikle eğitim sistemindeki düzenlemelerde açıkça görüldüğü gibi yeni muhafazakâr bir anlayıştan dini muhafazakâr bir anlayışa evriliyor.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın, öğrencilerin kılık ve kıyafetine dair yönetmelikte yaptığı değişiklik sadece imam-hatip ortaokulu ve liselerinde tüm derslerde, diğer okullarda ise seçmeli Kur’an-ı Kerim dersinde kız öğrencilerin başlarını örterek derse girmelerinin serbest bırakılmasıyla sınırlı kalmadı. Ortaokuldan yani 5. sınıftan itibaren öğrenciler başlarını kapatabiliyor. Eğitimdeki imam hatipleşmeyle birlikte sayıları artan seçmeli din dersleri ve başörtüsünün 9 yaşında kız çocuklarına kadar indirilmesi, AKP’nin kadınlara yönelik en son saldırısı. Başbakanın “dindar bir nesil yetiştirme” hedefine uygun olarak düz lise seçeneğinin kaldırılması ve okulların imam-hatiplere dönüştürülmesi, okullarda mescit açılmasının zorunlu olması vb. uygulamalarla, başta Aleviler olmak üzere Sünni inanca sahip olmayanlara ve inançsızlara Sünni İslamın dayatılmasıdır.
“Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum, yaradılıştan farklıyız ” diyerek kadın ve erkeğin toplumsal rollerini yaratılıştan gelen farklara dayandıran dinci – muhafazakâr AKP’liler bulundukları siyasi mevkilerde kadınların giyim kuşamı, hal ve hareketleriyle ilgili sürekli görüş belirtiyorlar. Kamusal alanda dini referanslarla kız çocuklarına başörtüsü serbestliği getirmek, erkek cinselliğini engellenemez ve saldırgan olarak varsaymak, kız çocukların bedenini ise tahrik nesnesi olarak belirlemektir. Hükümet, imam-hatiplerle kız ve erkek öğrencilerin okullarının ayrıştırılmasına yöneldiği gibi, kamusal alanda da kadın / erkek ayrıştırılmasının önünü açacak köklü bir değişime gitmektedir. Milli Eğitim’deki bu değişiklik itaatkâr kadın kimliğinin ideolojik olarak inşa edilmesi sürecinin önemli bir ayağıdır.

Devamını Oku…

Atatürk Havaalanı’nda Kobane Eylemi

havaalaaniSavaşa Karşı Kadın İnsiyatifi Kobane’deki duruma dikkat çekmek ve dayanışma mesajlarını duyurabilmek için 9 Ekim’de Atatürk Havalimanı’nda bir eylem gerçekleştirdi. Sert müdahalede ciddi yaralanmalar da gerçekleşti.  Savaşa Karşı Kadın İnsiyatifi yaşananlara dair açıklama yaptı:

“Bir çok kadın örgütünden kadınların bir araya geldiği ‘Savaşa Karşı Kadın İnisiyatifi’ olarak bu akşam saat:19:00’da Atatürk Havalimanı dış hatlar bölümünde IŞİD’in Kobanê’de kadınlara tecavüz ederek, köleleştirerek gerçekleştirmek istediği katliama karşı pankart açarak bir protesto eylemi yaptık.

‘IŞİD öldürüyor! AKP Geçit Veriyor! Dünya Seyrediyor! Kadınlar Direniyor!’ pankartını açtığımız anda havaalanında bulunan kolluk kuvvetleri -polis, özel güvenlik ve sivil polisler- küfür ve hakaretlerle üzerimize saldırarak hem sözel, hem cinsel hem de fiziksel şiddet uyguladılar. Eyleme katılan 46 kadın hakaret ve küfürlerle darp edilerek, yerlerde sürüklenerek göz altına alındı. Gözaltında, bindirildiğimiz otobüste, götürüldüğümüz Bakırköy Devlet Hastanesi, Kadına Yönelik Şiddet ve Rehabilitasyon merkezinde de kolluk kuvvetlerinin cinsel, sözel ve fiziksel şiddeti sürdü.

Demokratik gösteri hakkını kullanan kadınlara yönelik kolluk kuvvetinin yasadışı ve kabul edilemez taciz ve şiddetini kınıyor, buna yönelik her türlü yasal süreci başlatacağımızı kamuoyuna duyururuz.”

Savaş Böyle Bitirilmez! Kobanê’de IŞİD’e Destek Vererek Türkiye’de ve Kürdistan’da Barış Olmaz!/SFK

suruc Her gün Türkiye’de çözüm sürecinin devam ettiğini hükümet yetkililerinden dinliyoruz. Her gün Suriye ve Irak’ta ve Türkiye’nin güney sınırlarında süren savaşı, IŞİD’in binlerce insanı katlettiğini, yerinden ettiğini izliyoruz. TBMM’de tezkere onaylandı. ABD’nin başını çektiği koalisyonun IŞİD’e karşı saldırı başlattığını, bombaların atıldığını medyadan takip ediyoruz. Ne var ki, Türkiye’nin bir bölümünde ve karşı sınırı Kobanê’de olanlardan yeterince haberdar değiliz.

Kaygılıyız!
Ortadoğu’da kadınları kıskaca alan, yaşam alanlarını gitgide daraltan, yok sayan, katleden İslamcı hareketlerin/rejimlerin karşısında katılımcı demokrasiyi, kadınların özgürlük mücadelesini kendisine temel almış olan Kobanê’nin durumu karşısında kaygılıyız. Yaşananlar sınırın öte yakasında, bize uzak, bizden olmayanların kavgası değil.

Devamını Oku…

Murat Bardakçı ve Popo Meselesi

murat_bardakciDursaliye Şahan

Seneler ve seneler öncesi, Merdivenköy İlkokulu’ndayız. Öğretmenimiz Meliha Hanım. Din dersindeyiz. Hangi duaydı hatırlamıyorum ama kısa bir duayı 42 öğrenci sırayla okuyoruz.

Sınıfımızda bir gayrimüslim var. Aleko. Sıra Aleko’ya gelince okuma kesildi. Ne “okurum” diyor Aleko ne de “okumam”. Başını önüne eğmiş, susuyor. Çocuk aklı işte, sıra arkadaşı durmadan dürtüyor. “Hadi Aleko!” demek istiyor. Aleko istifini bozmuyor. Öğretmen yerinden kalktı, tak tak (hep yüksek topuklu giyerdi) yanına geldi. Çok kızdığı zamanlardaki gibi kaşlarını çattı. Kitabı önüne doğru itti. Aleko kıpkırmızı. Öğretmen bir daha itti. Aleko kalktı sınıftan çıktı. O sessiz, sakin Aleko’nun o gün gösterdiği cesarete hâlâ şaşarım…

Neyse Aleko konusu uzun. Şimdi gelelim bugüne.

Star Tv’de  bir program: Melek. Popüler konuk bir din adamı. Fatih Çıtlak.

Çıtlak giyimi ve duruşu ile bir hocadan çok holding patronlarına benziyor. (Elbette bu hata ya da kusur değil. Tanımayanlar biraz gözünün önüne getirsin diye söylüyorum.)
Program canlı yayın yapıyor. Telefonda bir konuk soruyor.
“Hocam ben olacakları önceden rüyamda görüyorum. Bundan nasıl kurtulabilirim?”
(Çocukluğumdan bu yana insan üstü bir yeteneğim olmasını hep istemişimdir ama maalesef.)
Stüdyodaki izleyici konuklar ve Melek hanım haliyle biraz şaşkın.
“Hocam ne dersiniz. Böyle bir şey olabilir mi?”
El cevap: “Evet, bazen olacaklar bizlere önceden ayan olabilir. Bu tür rüya görenler vardır. Hatta bir şey daha söyleyeceğim. Bunu iyi dinleyin. İnanmayacaksınız ama;  gayrimüslimler bile görebilir.”
Elimde kaşık;”‘Anaaa!” durumunda, acaba daha ne söyleyecek diye bekliyorum.
Stüdyoda onca izleyiciden ve programı sunan aslında bir tiyatrocu olan Melek Baykal’dan şöyle bir soru bekliyorum.
“Niye ki hocam? Dünyadaki 7 milyar nüfusun sadece %23’ü müslüman. Yani geri kalan milyarlarca insan rüya görme yeteneğinden yoksun mu ki, bize ayan oluyor da onlara ayan olamıyor?”

Kapattım kalktım. Böyle bir yazı yazmaya da niyetim yoktu aslında.

Birkaç gün geçti. Gazetelerde bir haber. Murat Bardakçı program sırasında kendisine mesaj atan bir izleyicisine kızınca epey bir giydirmiş. Ne geri zekalılığı kalmış, ne salaklığı.
Neymiş efendim? Seyirci demiş ki, “O fonda çaldığın müzik Ermeni müziği. Onu niye çalıyorsun?”
Bardakçı hızını alamamış son cümlesini patlatmış.
“Niye Kim Kardashian’ın koca kıçını seyrediyorsunuz? O da Ermeni. Her gün onu seyrediyorsunuz.”
Kim Kardashian benim de dikkatimi çeken bir ikoncan. Kendisini ayrı bir gözle izliyorum. Doğrusu Ermeni olduğunu da Bardakçı’dan öğrenmiş oldum.

Bu güne kadar alıştığımız ölçülerin dışında bir ikoncan olması bana göre manidar. Ama önce Murat Bardakçı’ya öncelikle şunları söylemek istiyorum.

  1. Okuyucu, izleyici, seyirci Kim Kardashian’ı arayıp bulmuyor. Doğrudur, medya her gün en az bir adet Kardashian pozunu servis ediyor. O abartılı popoyu özellikle öne çıkararak üstelik.
  2. Çünkü Kim Kardashian Ermeni kadını olduğu için değil, belli bir kesime ikoncan olarak sunulmaktadır. Tüketimden uzaklaşan obez kesime karşı kapitalist sistemin bulduğu yeni bir can simididir. Kocası ile birlikteki görevi bu. İri, kilolu ama güzel, bakımlı ve haliyle arzulanan bir kadın imajı veriyor. İşe yaramasaydı bu kadar süre medya onu manşetlerin hemen yanındaki sağ üst köşeden inatla burnumuza sokmazdı.
  3. Hal böyleyken biçare medya mağdurlarını Kardashian’ın poposunu seyrettiği için suçlamak büyük haksızlık diye düşünüyorum.

Bu arka arkaya sıraladığım olayların “birbiri ile ne alakası var?” diyeceksiniz… En hafif deyimi ile, üçü de düşmanlık tohumu ekmektedir. Geri kalanını size bırakıyorum.

Tıkanıklıkları Aşmak İçin “Tazelenme Metni”/2014 Eylül

Tartışmalarımız yoğunlaştıkça sorular şekillendi, sorular içinden sorular çıkardık. Ama öncelikle belirtmeliyiz ki SFK’nın bundan 3 yıl önce gündemine aldığı TAZELENME ihtiyacı, bu ihtiyaç karşısında oluşturulan komisyon ve yoğun emekler sonucu çıkartılan Tazelenme Metni hala geçerliğini korumakta, tespitleri oldukça yerinde bulunmakta ve bu sorunlarımızı çözmemize yönelik bir kılavuz niteliğini korumaktadır. Yıllar sonra dönüp baktığımızda esasen tazelenme süreci bize bugün geldiğimiz noktanın sinyallerini vermiş ve bir şekilde hem zihinsel hem de pratik olarak yapmamız gerekenleri önümüze koymuş. Bu nedenle geldiğimiz bu noktayı şöyle okumak da mümkün; tazelenme süreci SFK için bir dönüm noktasıydı, tazelenmenin gerektirdiği şeyleri yapamadığımız için sorunlarımız birikti ve çözüm noktasında kitlendik. Bunu akılda tutarak bu değerlendirmenin okunmasını önemli buluyoruz. Devamını Oku…

Kağıtsız Göçmen Kadınlar Erkek Şiddetinin Hedefi Oluyor…/13 Eylül 2014

Kadınlara çağrı;

Kağıtsız göçmen kadınlar erkek şiddetinin hedefi oluyor…

Uganda’lı Jesca’nın öldürülmesi, Türkiyede yaşayan kağıtsız göçmen kadınların maruz kaldıkları cinsel şiddeti bir kez daha su yüzüne çıkardı.

Jesca’nın umutla geldiği İstanbul’dan tabutta veda ettiği yerde, KURTULUŞ SON DURAKTA buluşuyoruz.

Uganda’lı Jesca Nankabirwa yaklaşık bir yıldır Türkiye’de yaşıyordu. Sultangazi’de bir tekstil fabrikasında aylık 900 liraya çalışarak memleketindeki iki çocuğunun masraflarını karşılıyordu. Jesca, 6 Eylül 2014 Cumartesi günü kaybolduktan dört gün sonra arkadaşlarının çabaları ile Yenibosna Hastanesi’nin morgunda bulundu. Şimdilik savcılık raporlarına ‘şüpheli ölüm’ olarak geçti. Yakalanan kişi, ifadesi alındıktan sonra delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. Katil, pek çok Türkiye’li kadının katili gibi aramızda geziyor.

Jesca’nın hikayesi göçmen kadınların maruz kaldığı ayrımcılığın en vahim örneklerden sadece biri. Yoksulluk ve savaşın göçe zorladığı, yolu Türkiye’ye düşen göçmen kadınlar, ayrımcılık ve kötü muameleye, ucuz ve güvencesiz çalışmaya, en izbe mekanlara fahiş kiralar ödemeye mahkum ediliyorlar. Yetmezmiş gibi erkeklerin cinsel şiddet ve tacizine maruz kalıyorlar. Bu ülkede kağıtsız yaşayan göçmen kadınlar sınır dışı edilme korkusu ile yaşadıkları cinsel tacizi ve tecavüzü şikayet etmeye bile cesaret edemiyor.

Jesca bu ülke yasalarının değersizleştirdiği, sahipsizleştirdiği göçmen bir kadın olduğu için öldürüldü. Jesca gibi yüzlerce kadın her gün aynı baskı ve yaşam tehdidi ile karşı karşıya var olma savaşı veriyor.

· Jesca’yı öldüren kişinin cezasız kalmaması,

· Acil olarak, Türkiye’de yaşayan göçmen kadınların cinsel şiddete uğradığında başvurabileceği, güvenlik kuvvetleri dışında, sivil ve çok dilli bir kriz merkezi kurulması,

· Sınırdışı edilme korkusu olmadan sağlık, barınma ve hukuki destek sağlayan koruma mekanizmalarının oluşturulması,

· İstanbul Sözleşmesi’nin göçmenleri de kapsayan şiddeti önleme ve koruma hükümlerinin hayata geçirilmesi

Taleplerimizi hep beraber en güçlü şekilde seslendirmek üzere, 13 Eylül Pazar günü saat 13 te, Kurtuluş Son durakta buluşuyoruz.

#Göçmenkadınlar yalnız değildir!

#KadınKatliamıVar
Her yerde kadın cinayeti, Meclis olağanüstü toplansın!
Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu

sizin anneleriniz canavar olmadığı İçin mi?

11firdevs hoşer

geçen yıl bebeğini evde bırakıp annesinin yanına tatile giden genç kadını bir ara çok konuştu ülkem insanı. sonra unuttu, unuttuk… her gün onlarca buna benze gündemimiz vardı çünkü.

bu genç kadın dünden beri tekrar gündemimizde. ceza almış, hem de müebbet.

toplumun vicdanı, karar verenin vicdanı rahatlamıştır sanırım. zira bir “canavar anne” daha “ceza”sını çekecek…

ben karar veren hakime sormak isterdim: sizin anneniz canavar olmadığı için mi bu kararı verdiniz? merak ediyorum çocuğunu annesinden gizlemek zorunda kalan genç kadın canavar da çocuğunun yüreğine bu korkuyu salan anne/baba sütten çıkmış ak kaşık mı? hiç onların da sorumlu olduğu aklınıza gelmedi mi? bu korkunun nasıl bir çaresizlik yaratacağı ya da…

Devamını Oku…

Jesca Nankabirwa İçin Yürüyoruz./13 Eylül 2014

jesca2 Basına ve kamuoyuna:

Jesca Nankabirwa göçmen olduğu Türkiye’de erkek şiddetine hedef oldu, öldürüldü. Jesca, yaşamını kazanmak üzere geldiği Türkiye’den tabutta uğurlandı.
Uganda’lı Jesca Nankabirwa yaklaşık bir yıldır Türkiye’de yaşıyordu. Sultangazi’de bir tekstil fabrikasında aylık 900 liraya çalışarak memleketindeki iki çocuğunun masraflarını karşılıyordu. Jesca, 6 Eylül 2014 Cumartesi günü kaybolduktan dört gün sonra arkadaşlarının çabaları ile Yenibosna Hastanesi’nin morgunda bulundu. Şimdilik savcılık raporlarına ‘şüpheli ölüm’ olarak geçti. Yakalanan kişi, ifadesi alındıktan sonra delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. Katil, pek çok Türkiye’li kadının katili gibi aramızda geziyor.
Jesca’nın hikayesi aslında göçmen kadınların maruz kaldığı ayrımcılığın en vahim örneklerden sadece biri. Yoksulluk ve savaşın göçe zorladığı, yolu Türkiye’ye düşen yüzbinlerce göçmen, sadece göçmenlik konumu, cinsiyeti ve tenlerinin renginden dolayı ayrımcılık ve kötü muamele ile karşılaşıyor, ucuz ve güvencesiz çalışmaya, en izbe mekanlara fahiş kiralar ödemeye mahkum ediliyorlar. Yetmezmiş gibi erkeklerin cinsel şiddet ve tacizine maruz kalıyorlar. Bu ülkede kağıtsız yaşayan göçmen kadınlar sınır dışı edilme korkusu ile yaşadıkları cinsel tacizi ve tecavüzü şikayet etmeye bile cesaret edemiyor. Şikayetçi olabilen, sığınmacı ve ‘kağıtlı’ göçmen kadınlar ise çoğunlukla bir sonuç almak şöyle dursun, bir de karakollarda taciz ediliyor, horlanıyor ya da en iyi ihtimalle baştan savılıyorlar.
Her fırsatta halkının misafirperverliği ve yardımseverliğinden bahsedilen bu ülkede, özellikle kağıtsız göçmen kadınlar, “iyilikler” şöyle dursun sadece kadın, kimsesiz ve hakkını arama olanaklarından yoksun oldukları için cehennemi yaşıyorlar. Aile ve yakınlarını arkalarında bırakarak, pek çok zahmete katlanarak gelen bu kadınlar, onları göçe zorlayan nedenlerin sorumlusuymuş gibi adeta cezalandırıyorlar. Zaten Türkiyeli kadınların maruz kaldıkları cinayet, şiddet, taciz, tecavüz, zorla evlendirilme, çocuk yaşta evlendirilme gibi suçlarla mücadelede tam olarak işlemeyen adalet ve yeterli olmayan koruma ve destek mekanizmaları, kağıtsız göçmen kadınlar söz konusu olduğunda tamamen ortadan kalkıyor. Kağıtsız göçmenlerin temel insan hakları ve diğerlerine göre daha yoğun olarak maruz kaldıkları cinsel şiddet, ne yerelde ne de göç politikalarına yön verilen uluslararası platformlarda çözüm boyutunda ele alınmıyor. Vatandaşları taciz ve şiddete maruz kalan pek çok ülkenin Türkiye’deki temsilcilikleri ise diplomatik nezaketlerini korumaya devam ediyor.
Jesca bu ülke yasalarının değersizleştirdiği, sahipsizleştirdiği göçmen bir kadın olduğu için öldürüldü. Jesca gibi yüzlerce kadın her gün aynı baskı ve yaşam tehdidi ile karşı karşıya var olma savaşı veriyor.
Biz kadınlar, Jesca’yı öldüren kişinin cezasız kalmamasını, başka davalara da örnek olacak şekilde caydırıcı bir ceza ile adaletin gerçekleşmesini istiyoruz. Daha önemlisi, acil olarak, Türkiye’de yaşayan göçmen kadınların cinsel şiddete uğradığında başvurabileceği, güvenlik kuvvetleri dışında, sivil ve çok dilli bir kriz merkezi kurulmasını; sınırdışı korkusu olmadan sağlık, barınma ve hukuki destek sağlayan koruma mekanizmalarının oluşturulmasını istiyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nin göçmenleri de kapsayan şiddeti önleme ve koruma hükümlerinin hayata geçirilmesini istiyoruz.
Biz Türkiyeli kadınlar, göçmen kadınların yanındayız ve erkeklerin göçmen kadınlara karşı işledikleri suçları tüm kadınlara karşı işlenmiş sayıyoruz. Başta Jesca’nın davası olmak üzere bundan sonra göçmen kadınların maruz kaldığı her türlü sömürü ve cinsel şiddetin takipçisi olacağız ve bunu yapanları teşhir edeceğiz.
Yaşasın kadın dayanışması!
jezca113

Seda Sayan’ı Kınıyoruz!/3 Eylül 2014

Seda Sayan’ı Kınıyor ve Hakkında Suç Duyurusunda Bulunuyoruz!

Maalesef kadın cinayetlerisürerken bu cinayetlerden katiller kadar engellemeyen devlet, calandırmayanyargı ve meşrulaştıran medya da sorumludur. Bizler mahkemelerden televizyonprogramlarına bu sorumluluğu hatırlatmak için mücadele ediyoruz. Oysa bu sorumluluk herkesin, hepimizin!

Medyada suçun ve suçlununövüldüğü, kadınlara yönelik şiddete yataklık eden bir dile, görsel kullanımıza ve yayınlara çok sık rastlıyoruz maalesef. Bunun en vahim örneklerinden birine 2 Eylül 2014 tarihli Seda Sayan Show’da gördük. Evlendiği-birlikte olduğu 5 kadından ikisini öldüren bir katil bir koca Seda Sayan’ın “hiç bu kadar güler yüzlü katil gördünüz mü” nazireleri arasında ağırlandı. Suç ve suçlu Seda Sayan tarafından açıkça övüldü ve tüm program boyunca kadınlara yönelik şiddete yataklık edildi. Tüm bunlardan dolayı Seda Sayan’ı kınıyor ve hakkında suç duyurusunda bulunuyoruz.

Seda Sayan ve katilleri sevimli, kadın cinayetlerini meşru göstererek yayın yapan herkese diyoruz ki:
Bir kadının daha şiddet görmesine, aramızdan alınmasına tahammülümüz yokken bu cinayetleri besleyen, teşvik edenlere tahammül göstermeyeceğiz.

Bizler ve bizi destekleyen kamuoyuyla birlikte yayınlarınıza izin vermeyeceğiz. Dün grubumuzun ön ayak olduğu, tüm sosyal medyaya yayılan örgütlü tepkimizle Seda Sayan Show’un sponsoru programdan desteğini çekti. Bugün kadınların bedenleri, ölümleri, acıları üzerinden reyting almaya çalışan Seda Sayan’a dur demek için burdayız! Suç duyurusu sonrası da Seda Seyan’la mahkemede de görüşeceğiz. Ve programlarında kadınlara yönelik şiddeti ve kadın cinayetlerini, bu suçları işleyenleri öven, teşvik eden, meşru gösteren herkesin dur demek için karşısında olacağız, mahkemelerde de görüşeceğiz.
Siz bu programları yayınlayamaz hale gelene kadar tepkimiz ve eylemlerimiz sürecek!

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu

SFK 7. Kamp ( 28 – 31 Ağustos 2014)

Sosyalist Feminist Kolektif’in 7. Kampını 28-29-30-31 Ağustos 2014 tarihinde Dikili-Bademli’de gerçekleştirdik.

7. Kamp gündemleri içinde en yoğun tartışmaları, SFK’nın son bir yıldır kendini tazelemek için yaptığı tartışmalar ışığında hazırlanan ve SFK’nın bundan sonraki örgütlenme ilkelerini belirleyecek tazelenme metni üzerinden yürüttük.

Devamını Oku…

43 Yerinden öldüresiye vurulan Hasret’in yanındayız!/26 Ağustos 2014

Hasret’i Koruyun Yakup Kara’yı Derhal Tutuklayın!

Hasret’i gazetelerdeki “Tornavidayla 43 yerinden yaraladı, mahkeme, serbest bıraktı” haberlerinden hatırlarsınız. 15 yıllık evlilikleri boyunca karısı Hasret’e şiddet uygulayan Yakup Kara, boşanma arifesinde karısını tornavidayla 43 yerinden yaralayarak öldürmeye teşebbüs etmesine karşın elini kolunu sallayarak geziyor!

Her gün üç kadının öldürüldüğü, Kadın Katliamı Var dediğimiz Türkiye’de boşanma sürecinde olduğu karısını, defalarca tehdit eden, yaralayan en son tornavidayla planlayarak 43 öldürücü yerinden bıçaklayan koca elini kolunu sallayarak geziyor. Demokratik bir ülkede olması gerekenden yani bunlardan devletin haberdar olduğu anda müdahale etmesinden söz etmiyoruz, her seferinde Hasret’in karakola gittiği, şikayetçi olduğu, dava açtığı halde hiçbir ceza almamasından söz ediyoruz.

Hayata tutunmaya çalışan Hasret ve çocukları ile mahalleli dayanışıyor! Hasret maruz kaldığı şiddete karşı susmayarak onlarca kez karakola başvurmuş, iki kez koruma kararı alınmasını sağlamış. Yakup Kara bir kez de 120 gün hapis cezasıyla cezalandırılmış, ancak bu para cezasına çevrilmiş. Boşanma sürecinde de durmayan şiddet, en son 8 Ağustos’ta Yakup Kara’nın karısını 43 yerinden tornavidayla yaralamasıyla ölüm sınırına gelmiş. Bu olaydan bir hafta sonra teslim olan Kara, ne yazık ki pek çok davada erkek suçluların lehine işletilen tahrik indiriminden yararlanmak için mahkemeye “Beni tahrik etti. Kendimi kaybettim” senaryosunu sunmuş ve serbest bırakılmış.

Şimdi Hasret’in elinde yeniden alınmasını sağladığı 2 aylık korunma kararı var. Bu karar ile Yakup Kara’nın yasa gereği Hasret’in çalıştığı ve yaşadığı mekanlara belirli mesafeden fazla yaklaşmaması gerekirken, öldürmeye teşebbüs eden Yakup Kara, Hasret’in evinin tam karşısındaki iş yerinde, göz teması kuracak yakınlıkta bulunuyor. Hasret’in başına bir şey gelmemesi için mahalleli ve kadınlar tedirgin bekliyor…

Kadınların birçoğu, şiddet gösteren erkekler engellenmediği, mahkemeler şiddet gösteren erkekleri tutuklamak için neredeyse kadınların öldürülmelerini beklediği ve kadınlara verilen koruma kararları uygulanmadığı için öldürülüyorlar. Kadınların karakola, savcılığa şikayet etmelerine rağmen şiddet görmelerinden devlet sorumludur. Biz Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu’nu oluşturan 150 kadın örgütü bugün Yakup Kara hakkında planlayarak öldürmeye tam teşebbüsten suç duyurusunda bulunmak için buradayız. Şu ana kadar Yakup Kara’yı engellemeyen, gerekli cezayı vermeyeni görevini yapmayanlar hakkında da suç duyurusunda bulunuyor ve diyoruz ki Hasret’in başına gelenler ve gelecek olanlardan devlet sorumludur!

Hasret’i koruyun, Yakup Kara’yı derhal tutuklayın!

#KadınKatliamıVar

Her yerde kadın cinayeti, Meclis olağanüstü toplansın!

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu

26-agus_adliye_cagri_web

Açık İlişki

imagesYasemin Nur Ural

İlişki biçimleri günümüzün en çok tartışılan konuları arasında, özellikle de sol çevrelerde. Bu ortamlardaki, kadın-erkek cinselliğinin dışavurumundaki eşitsizliklerin sebepleri çoğul. Bunun da sadece bazı Ortodoks Marksist erkeklerin söylemleri ile davranışları arasındaki rahatsız edici devasa gediğe indirgenebilirliği naif bir düşünce olur. Var olan yapıdan bazıları ziyadesiyle faydalanıyor, bunu alenen destekliyor ve değiştirmek için kılını kıpırdatmıyor olsa da sanki sorun bari bireylerin ötesinde hepimizin bilincini oluşturan ve bizim de desteklediğimiz çerçevede yatıyor gibi geliyor bana. Dünyanın pek çok yerinde hala meşru cinsel özneleştirme aygıtı olarak evlilik, bunun yasal imkânının sine qua non yani olmazsa olmaz koşulu ve burjuva ailenin temelini oluşturan tek eşlilik pratiği – erkek egemenliğinin kristalleşmiş biçimi olarak bu yasal hakkı cinsiyetlerden sadece birisine sunan bazı devletlerin politikalarının meşruluğunu tanımayarak es geçiyorum –hala çok yaygın bir şekilde geçerliliğini sürdürmekte.

Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 24/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 24

DOSYA: Aile- AVM- AKP kıskacında kadınlar

4 Sınıra yolculuk / Burcu Konakçı
6 “On iki hamile şüphelisi tespit ettik müdürüm” / Yeşim Dinçer
7 “Hanımların dikkatine” / Dilek Şentürk
8 Aşinalıktan birlik olmaya: Soma’da kadınlarla dayanışmaya / Melda Yaman
11 Kadınlar arasında kendimize bakmak / Feride Güler
12 Başörtüsü sadece başörtüsü değildir! / Ayşe Panuş
14 Dindar nesil için döşenen yolda eğitim kurumları hizmetinizde! / İlkbahar Atılgan
16 Göçmen kadınların hakları: “Kaçağa düşen” devlet iradesi / Belinda Mumcu
18 Maddeci feminizm üzerine – 1 / İlgi Kahraman
20 El ele yürüdüğümüz yol / Öznur Subaşı
DOSYA: Aile- AVM- AKP kıskacında kadınlar
22 Neoliberal, yeni-muhafazakâr kentsel-mekansal dönüşüm ve kadınlar / Cemre Baytok
24 Mahrem mekanlar kimin rahatı için? / Sakine Günel
26 Kentsel dönüşüm: Neyin dönüşümü? / Özlem Çelik
28 Şifa niyetine Viyana / Çiğdem Durukan Pozam
30 Ben, LAMBDA ve bir barınamama hikayesi / Özlem Çolak
32 Manzaraya bakma hakkı / Ezgi Burgan
33 Evden çıkış, eve dönüş: Eğitim sürecinde kadınlar / Mualla Gökçe
34 Kentli kadının çıkmazına tarihsel bir bakış / Çiğdem G.D.
36 Kadınlar plajı: Pozitif ayrımcılık mı yoksa imtiyaz mı? / Serpil Yalçın Elban
38 Edibe Şahin ile söyleşi / Pınar Önen
41 Bir erkeklik sempozyumu / Söyleşi: Burcu Şentürk
44 “Canavar anne” ya da kamu vicdanı da erkek / Şöhret Baltaş
47 …Ve pazarcı kadın bağırır: Geeeeeel abla gel! İkizlere özgürlük / Özlem G.
50 Marlene Schafers ile söyleşi / Mehtap Doğan
52 Kitap: Sınır Bilgisi / Pınar Önen
54 Nasıl feminist oldum? / Merve Kızılay
55 Femini(te)st
56 Sosyalist Feminist Kolektif 7. kampını yaptı
58 Türkiye’den haberler
62 Dünyadan haberler
64 Feminist politikleşme: Bir yorum / bell hooks
66 Hiç şaşırmadık!

Devrim Özgürleştirir…

devrimozgurlestiriÖzgür Can Sunata

Eyy Sarıgazi’de fahişeleri teşhir ettiğinin reklamını Dünya ile paylaşan cepheli en büyük solcular! Ben korktum sizden, beni titrettiniz, bravo.

Yapabileceklerinizden endişeliyim. Çok farklı olsak da, yelpazenin solu adına kaygı duyuyorum…

Sözün bittiği yerde bir şov izledik hepimiz. Aklıma ilk şu geldi, gücünün yettiği birini tespit edip buradan şov yapmak, delikanlılığa sığar mı? Sonuçta cepheliler için  “delikanlı” olmak çok forslu bir şeydir.

Devamını Oku…

Call Upon the Parliament of Turkey to Hold an Emergency Meeting to Address the Rampant Femicide Occuring Throughout Turkey!

stopvilanceWe hereby call upon international feminist and LGBTI organizations and individuals to support us in our demand, that the Parliament of Turkey hold an emergency meeting to address the rampant killing of women in Turkey.

We refuse to stand by and watch as increasing numbers of women and trans women are killed in Turkey, encouraged by a lack of preventive measures, lax laws, and the fostering of a social culture which normalizes violence against women and essentially negates the existence of women as individuals by prioritizing “the family” at all costs.

Devamını Oku…

Kadın Cinayetlerine Karşı Eşzamanlı Eylem/20 Temmuz 2014

Bizler kadın örgütlerinden, feminist ve LGBTİ örgütlerden, siyasi partilerden, demokratik kitle örgütlerinden yaklaşık 150 imzacı olarak biraraya geldik. Bugun buradan bir kez daha belirtiyoruz. Bizler kadın ve trans cinayetlerine karşı birlikte ses çıkarmakta kararlıyız ve Cinayetlere Karşı Acil Eylem Grubu olarak Meclis bu konuyla ilgili tek gündemli toplanana kadar kampanyamızı sürdüreceğiz.

Her Yerde Kadın Cinayeti
Meclis Olağanüstü Toplansın!

Her hafta, kocası, babası, erkek kardeşi, oğlu, boşanmak/ayrılmak istediği kocası/sevgilisi, müşterisi tarafından öldürülen kadınların ve trans kadınların haberlerini duyuyoruz.
Kadınlar her gün kendi hayatları hakkında karar vermek isterken, erkekler tarafından öldürülüyor. Bu cinayetlerin sürekliliği, cinayetleri durdurmayan, gereken önlemleri almayan devletin eril yapısını gözler önüne seriyor. Hukuk sistemiyle cinayetler meşrulaştırılıyor, teşvik ediliyor.

Yaşadığımız erkek şiddeti cezasız kalırken, aileye mecbur bırakıldığımız politikalar oluşturulurken biz kadınlar her gün öldürülüyoruz.

İki gün içinde 6 erkek kadınlar tarafından öldürülseydi, devlet refleksi harekete geçerdi, hükümetten olaganüstü tedbirler alması beklenirdi.

Türkiye’de her gün kadınlar öldürülüyor.

Ve biz soruyoruz: İki gün içinde 6 kadın cinayeti işlenmişken, kadın cinayetleri, evde, işyerinde, sokakta, her yerde, özel ve kamusal alanda her an yaşamımızı tehdit eder hale gelmişken, meclis nerede?

Meclis olağanüstü toplansın!

Kadın cinayetlerine karşı isyanımızı haykırmak için ev işi, çocuk bakımı dayatmalarına kulak asmadan sokaklardayız. Meclisin olağanüstü toplanması için ses çıkarıyoruz;

Siz aile, aile dedikçe kadınlar öldürülüyor!

Siz ses çıkarmadıkça kadın cinayetleri meşrulaşıyor!

Siz haksız tahrik dedikçe, hayatımız tehlikeye giriyor!

Ailenin korunmasına dair değerleriniz boş; kadın bedenini denetleyen, tahakküm altına alan politikalarınız ve erkek şiddeti ile mücadele ediyorMUŞ(!) gibi yapan söylemleriniz erkek şiddetine arka çıkıyor, şiddet uygulayan erkekleri koruyor ve kolluyor.

Devlet kadın cinayetlerinden sorumludur!

Kadınlara ilişkin nadiren konuşurken gördüğümüz Aile Bakanı Ayşenur İslam, erkek şiddeti konusunda konuşmuyor; konuştuğunda ise, kadın cinayetlerini normalleştiren bir dil kullanıyor. “Kadınlar koruma altındayken öldürülmüyor” diyen Aile Bakanı, 6284 Sayılı Yasa’dan habersiz olduğu gibi, aynı zamanda kadın cinayetleri açısından bakanlığını “temize çekmeye” çalışan bir söylem geliştiriyor. Bir sözümüz var Aile Bakanı’na:
Devlet, kadın cinayetlerini gündeme almayan ve etkili mücadele yöntemleri kurmayan yasama ve yürütmesi ile, haksız tahrik indirimleri ile, erkeklere “teşvikler” sunan yargısı ile kadın cinayetilerinden sorumludur.

Hükümet kadın cinayetlerinden sorumludur!
Hükümetin büyük “reklam” çalışmaları ile yürürlüğe koyduğu 6284 sayılı yasa kağıt üzerinde kaldı. İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı olmakla övünedursunlar, kadınların öldürülmesi karşısında ne kadar siyasi irade yoksunu olduklarını gördük.

Mekanizmaları hâlâ kurulmamış, cinsiyetsizleştirilmiş 6284 sayılı yasa, şiddete karşı koruma ve önleme talep eden kadınların talepleri karşısında, gereği gibi inceleme ve değerlendirme yapmayan mahkemeler tarafından kopyala-yapıştır kararlarla uygulanıyor. Erkek şiddetine karşı etkili yöntemler ile mücadele etmeyen sisteme , “şiddetle cinayetin ne ilgisi var?” diyen erkek egemen yargı mercilerine, şunu söylüyoruz: Kadın cinayeti bir tokatla, aşağılamakla başlıyor!

Ailenin kadından önce geldiği, kadın yerine ailenin ikame edildiği bir anlayış, aile merkezlerinden, aile avukatlarına, aile hekimlerine kadar herkes tarafından bize dayatılmak isteniyor; kadınların içinde öldürüldüğü, şiddet gördüğü, emeğinin sömürüldüğü, dışına çıkmak istediğinde öldürüldüğü aile, devletin erkek egemenliğinin yansıması olarak bir devlet kurumu olarak işliyor.

Devlet sığınakları, hâlâ bir “mekanizma”ya evrilememiş ve Şiddeti Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM), kadınların ya şiddet ortamına geri dönmesine neden olmuş ya da erkek şiddeti karşısında kadınları daha da savunmasız bırakmıştır.

Hayatlarının her alanında ayrımcılık ile karşı karşıya kalan trans kadınlar, seks işçileri her an öldürülme tehlikesi ile karşı karşıya. Şiddete uğradıklarında sessiz kalan polis devleti seks işçilerini gittikçe daha güvencesiz koşullarda çalışmaya iterek ve keyfi para cezalarına çarptırarak cinayetleri ve şiddeti meşrulaştırıyor.

Bugüne kadar kadın cinayetlerini istatiksel bilgiye sığdırmaya çalışan devleti göreve çağırıyoruz.

Meclisin, kadın ve trans cinayetleri gündemi ile olağanüstü toplanmasını ve bu toplantıda, kadın örgütlerinin belirlediği cinayetleri önleyebilecek temel şartları doğrultusunda acil bir eylem planı oluşturmasını talep ediyoruz!

Biliyoruz ki biz kadınlar bir araya gelebilirsek cinayetleri önleyebiliriz. Bu yüzden meclis, kadın ve trans cinayetleri gündemiyle olağanüstü toplanana kadar sokakları boş bırakmıyoruz!
Bugün İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Bursa, Marmaris, Fatsa, Kocaeli, Kayseri, Çanakkale, Eskişehir, Adana, Dersim, Ovacık, Antakya, Urfa, Denizli, Mersin, Samsun, Van’da kadın cinayetlerine karşı isyanımızı haykırmak için ev işi, çocuk bakımı dayatmalarına da kulak asmadan sokaklardayız. Meclisin olağanüstü toplanması için ses çıkarıyoruz!

ADANA EV HANIMLARI DAYANIŞMA VE KALKINDIRMA DERNEĞİ
ADIYAMAN YAŞAM DERNEĞİ
AKDAM KADIN DAYANIŞMA MERKEZİ VE SIĞINMA EVİ DERNEĞİ
AMARGİ İZMİR
ANARŞİST KADINLAR
ANKA LGBT
ANKARA FEMİNİST KOLEKTİF
ANTALYA KADIN DANIŞMA MERKEZİ VE DAYANIŞMA DERNEĞİ
AYVALIK BAĞIMSIZ KADIN İNİSİYATİFİ
BAĞIMSIZ KADIN DERNEĞİ – MERSİN
BAĞLAR KADIN KOOPERATİFİ – DİYARBAKIR
BARIŞ İÇİN KADIN GİRİŞİMİ
BATMAN SELİS KADIN DANIŞMANLIK MERKEZİ
BATMAN HEVÎ UMUT KADIN ATÖLYESİ
BERFİN KADIN MERKEZİ – SİİRT
BERJİN AMARA KADIN MERKEZİ – VİRANŞEHİR
BODRUM KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ KADIN ARAŞTIRMALARI KULÜBÜ (BÜKAK)
BUCA EVKA-1 KADIN KÜLTÜR VE DAYANIŞMA EVİ
BURSA MOR SALKIM KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
CEREN KADIN DERNEĞİ – DİYARBAKIR
ÇANAKKALE BAĞIMSIZ KADIN KOLEKTİFİ (ÇABA)
ÇİĞLİ EVKA-2 KADIN KÜLTÜR EVİ (ÇEKEV)
DEMOKRATİK ÖZGÜR KADIN HAREKETİ (DÖKH)
DERSİM ROŞTÎYA ASMÊ LGBTİ OLUŞUMU
DERSİM YAŞAM KADIN MERKEZİ
DERSİM YENİGÜN KADIN DAYANIŞMA DERNEĞ
DİDİM KİBELE KADIN YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA DERNEĞİ
DİKASUM-DİYARBAKIR BÜYÜKŞEHİR
EKİN CEREN KADIN MERKEZİ-DİYARBAKIR KAYAPINAR
EKMEK VE GÜL PROGRAMI VE DERGİSİ
ELDER KADIN EL EMEĞİNİ DEĞERLENDİRME DERNEĞİ
EGELİ KADIN YAZARLAR/EKYAZ PLATFORMU
EPİDEM-DİYARBAKIR YENİŞEHİR
ESENYALI KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
EŞİT YAŞAM DERNEĞİ
EŞİTLİK İZLEME KADIN GRUBU – EŞİTİZ
EV KADINLARI DERNEĞİ – ADANA (EVKAD)
EV-EKSENLİ ÇALIŞAN KADINLAR ÇALIŞMA GRUBU
FİLMMOR KADIN KOOPERATİFİ
GİRİŞİMCİ KADINLARIN DESTEKLENMESİ DERNEĞİ (GİKAD)
GÖÇMEN DAYANIŞMA MUTFAĞI KADIN GRUBU
GÖKKUŞAĞI KADIN DERNEĞİ
GÜLŞİLAW KADIN MERKEZİ – NUSAYBİN
HALKEVCİ KADINLAR
İLERİCİ KADINLAR DERNEĞİ
İMECE EV İŞÇİLERİ SENDİKASI
İMECE KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
İSTANBUL FEMİNİST KOLEKTİF
İŞTAR KADIN MERKEZİ – MERSİN
İZMİR BAĞIMSIZ KADIN İNİSİYATİFİ
İZMİR KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
İZMİR FEMİNİST KOLEKTİF
JİNWAR KADIN MERKEZİ – ÇINAR
KADEM DİYARBAKIR-SUR
KADIN ADAYLARI DESTEKLEME DERNEĞİ – KA.DER
KADIN DAYANIŞMASI
KADIN DAYANIŞMA VAKFI
KADIN EMEĞİ KOLEKTİFİ
KADIN EMEĞİ VE İSTİHDAMI GİRİŞİMİ PLATFORMU
KADININ İNSAN HAKLARI YENİ ÇÖZÜMLER DERNEĞİ
KADINLARLA DAYANIŞMA VAKFI
KADINLARA HUKUKİ DESTEK MERKEZİ (KAHDEM)
KAMPÜS CADILARI
KAPADOKYA KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
KARDELEN KADIN MERKEZİ – DİYARBAKIR BAĞLAR
KARADENİZ KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
KARYA KADIN DERNEĞİ
KAYSERİ KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
KAZDAĞI KADIN DAYANIŞMA GRUBU
KESKESOR LGBTİ DİYARBAKIR OLUŞUMU
KIRMIZI BİBER DERNEĞİ
KIRMIZI ŞEMSİYE CİNSEL SAĞLIK VE İNSAN HAKLARI DERNEĞİ
KOZA KADIN DERNEĞİ
KÜRTAJ HAKTIR KARAR KADINLARIN PLATFORMU
LAMBDAİSTANBUL LGBTİ DAYANIŞMA DERNEĞİ
MALATYA HOMOFOBİ VE TRANSFOBİ KARŞITI GENÇLİK İNİSİYATİFİ
MAVİ KALEM DERNEĞİ
MAYA KADIN MERKEZİ-BOSTANİÇİ
MERSİN KADIN EMEĞİ KOLEKTİFİ DERNEĞİ
MERSİN LGBTİ 7 RENK DERNEĞİ
MEYA KADIN MERKEZİ-SİLVAN
MOİRA SAKARYA KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
MOR ÇATI KADIN SIĞINAĞI VAKFI
MOREL ESKİŞEHİR LGBTİ
MSGSÜ KADIN ARAŞTIRMALARI KULÜBÜ
MUĞLA KADIN DAYANIŞMA GRUBU
MUŞ KADIN DERNEĞİ (MUKADDER)
NUJEN KADIN MERKEZİ-BİSMİL
NUJİYAN KADIN MERKEZİ – LİCE
ODTÜ LGBTİ
ÖZGÜR GENÇ KADIN
PELJİN KADIN MERKEZİ – DERİK
PETROL-İŞ KADIN DERGİSİ
PEMBE CARETTA LGBTQ
SELİS KADIN DERNEĞİ – DİYARBAKIR
SELİS KADIN MERKEZİ – ERGANİ
SINIR TANIMAYAN KADINLAR
SİTİYA ZİN KADIN MERKEZİ – CİZRE
SMYRNA İŞ VE MESLEK SAHİBİ KADINLAR DERNEĞİ
SOSYALİST FEMİNİST KOLEKTİF
SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ
SPOD LGBTİ (SOSYAL POLİTİKALAR CİNSİYET KİMLİĞİ VE CİNSEL YÖNELİM ÇALIŞMALARI DERNEĞİ)
ŞANLIURFA YAŞAM EVİ KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
ŞİDDETE SON PLATFORMU (271 ÖRGÜT)
TÜRKİYE KADIN DERNEKLERİ FEDERASYONU
UÇAN SÜPÜRGE KADIN İLETİŞİM VE ARAŞTIRMA DERNEĞİ
ULUSLARARASI KADIN HAKLARI & KALKINMA FORUMU (AWID)
VAKASUM – VAN
VAN KADIN DERNEĞİ (VAKAD)
VAN MAVİ GÖL KADIN DERNEĞİ
VAN YAŞAM, KADIN, ÇEVRE, KÜLTÜR VE İŞLETME KOOP.
YENİ DEMOKRAT KADIN
YOĞURTÇU KADIN FORUMU
ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBE KADIN KOMİSYONU
DİSK KADIN KOMİSYONU
EMEK PARTİ’Lİ KADINLAR
GENEL-İŞ SENDİKASI’NDAN KADINLAR
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER PARTİSİ / HAK-PAR KADIN KOMİSYONU
HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ / HDK KADIN MECLİSLERİ
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ / İHD KADIN KOMİSYONU
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ / İHD ANKARA ŞUBESİ KADIN KOMİSYONU
İSTANBUL EĞİTİM-SEN 2 NOLU ŞUBE KADIN KOMİSYONU
İSTANBUL EĞİTİM-SEN 5 NOLU ŞUBE KADIN KOMİSYONU
İSTANBUL EĞİTİM-SEN 6 NOLU ÜNİVERSİTELER ŞUBESİ KADIN KOMİSYONU
İSTANBUL EĞİTİM-SEN LGBTİ KOMİSYONU
İSTANBUL KESK’Lİ KADINLAR
İŞCİ DEMOKRASİSİ PARTİSİ’NDEN KADINLAR
İZMİR KENT KONSEYİ KADIN MECLİSİ
KADIN PARTİSİ
MAHALLE YAŞAM DAYANIŞMA DERNEĞİ’NDEN KADINLAR
NİLÜFER KENT KONSEYİ KADIN MECLİSİ
ÖDP KADIN KOORDİNASYONU, İZMİR
ÖDP’Lİ KADINLAR
SOSYALİST YENİDEN KURULUŞ PARTİSİ KADIN MECLİSİ
TMMOB’Lİ KADINLAR
TOPLUMSAL DAYANIŞMA İÇİN PSİKOLOGLAR DERNEĞİ (TODAP) KADIN KOMİSYONU
TÜRK TABİBLER BİRLİĞİ / TTB KADIN HEKİMLİK VE KADIN SAĞLIĞI KOLU
TÜRKİYE GAZETECİLER SENDİKASI KADIN KOMİSYONU
TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ KADIN RUH SAĞLIĞI ÇALIŞMA BİRİMİ
YEŞİL SOL KADINLAR
78’LİLER FEDERASYONU’NDAN KADINLAR
ANTAKYA KADIN EMEĞİ KOLEKTİFİ

20 Temmuz 2014

Arrêtez le harcèlement sexuel et le viol! Les femmes migrantes ne sont pas seules!

gocmenChaque jour, les femmes migrantes sont confrontées au harcèlement sexuel, la violence et le viol sur les d’Aksaray, de Laleli, de Beyazit et de Kumkapi, au travail et aux maisons. Les femmes migrantes viennent en Turquie pour échapper à la guerre et la violence masculine et trouver refuge ou de pouvoir envoyer de l’argent à leurs familles. En raison de la politique migratoire turc et le droit du travail sont restrictive ; elles sont obligés de travailler sans permis. Cette situation que nous définissons comme sans papier est surtout considéré comme fugitif est maltraité par les employeurs et les propriétaires. Ces violations de droits des humaines, racisme et discrimination deviennent graves comme le harcèlement sexuel et la violence masculine.

Devamını Oku…

Soma Ziyaretinden Notlar

soma-uyku-haram-7Hilal Eyüpoğlu

Bu zamana kadar Somadaki insanların yaşadığı travma ve büyük acıdan çokça bahsedildi. Bu acıyla ne yapılacağına dair siyasetçilerden, sosyal bilimcilerden, siyaset bilimcilerden ve psikologlardan öneriler geldi. Ama acı çekerken insanların ne söyledikleri, acıyı büyüten ve öfkeyi ayakta tutan gerçeklikten genellikle bahsedilmedi. Bazı açıklamalarda öfkenin yas sürecinin bir parçası olduğu ve sorumlularla ilişkili olmadığı, zaten yaşanması gereken doğal bir duygu olduğu ifade edildi. Ancak Soma’nın halet-i ruhiyesini anlamak için oradaki insanların öfkesi doğaldır demek yetmiyor. Soma’nın öfkesine ve bu öfkenin nedenlerine bakmak zorundayız. İş koşullarından kaynaklı toplu bir katliamın analizi, sadece bireysel yas sürecini anlamaya çalışarak ve oranın gerçek sesine bakmadan yapıldığında eksik kalacaktır. Bu nedenle bu yazıda önceliği hızlı siyasi ve psikolojik analizler yerine sade bir anlama çabasına vermek istiyorum.

Devamını Oku…

Her Yerde Kadın Cinayeti/17 Temmuz 2014

dsc_0798 dsc_0787Her Yerde Kadın Cinayeti
Meclis Olağanüstü Toplansın!

Her hafta, kocası, babası, erkek kardeşi, oğlu, boşanmak/ayrılmak istediği kocası/sevgilisi, müşterisi tarafından öldürülen kadınların ve trans kadınların haberlerini duyuyoruz.
Kadınlar her gün kendi hayatları hakkında karar vermek isterken, erkekler tarafından öldürülüyor. Bu cinayetlerin sürekliliği, cinayetleri durdurmayan, gereken önlemleri almayan devletin eril yapısını gözler önüne seriyor. Hukuk sistemiyle cinayetler meşrulaştırılıyor, teşvik ediliyor.

Yaşadığımız erkek şiddeti cezasız kalırken, aileye mecbur bırakıldığımız politikalar oluşturulurken biz kadınlar her gün öldürülüyoruz.

İki gün içinde 6 erkek kadınlar tarafından öldürülseydi, devlet refleksi harekete geçerdi, hükümetten olağanüstü tedbirler alması beklenirdi.

Türkiye’de her gün kadınlar öldürülüyor.
Ve biz soruyoruz: İki gün içinde 6 kadın cinayeti işlenmişken, kadın cinayetleri, evde, işyerinde, sokakta, her yerde, özel ve kamusal alanda her an yaşamımızıtehdit eder hale gelmişken, meclis nerede?

Meclis olağanüstü toplansın!

Kadın cinayetlerine karşı isyanımızı haykırmak için ev işi, çocuk bakımıdayatmalarına kulak asmadan sokaklara çıkıyoruz! Meclisin olağanüstü toplanmasıiçin ses çıkarıyoruz;

Siz aile, aile dedikçe kadınlar öldürülüyor!

Siz ses çıkarmadıkça kadın cinayetleri meşrulaşıyor!

Siz haksız tahrik dedikçe, hayatımız tehlikeye giriyor!

Ailenin korunmasına dair değerleriniz boş; kadın bedenini denetleyen, tahakküm altına alan politikalarınız ve erkek şiddeti ile mücadele ediyorMUŞ(!) gibi yapan söylemleriniz erkek şiddetine arka çıkıyor, şiddet uygulayan erkekleri koruyor ve kolluyor.

Devlet kadın cinayetlerinden sorumludur!

Kadınlara ilişkin nadiren konuşurken gördüğümüz Aile Bakanı Ayşenur İslam, erkek şiddeti konusunda konuşmuyor; konuştuğunda ise, kadın cinayetlerini normalleştiren bir dil kullanıyor. “Kadınlar koruma altındayken öldürülmüyor” diyen Aile Bakanı, 6284 Sayılı Yasa’dan habersiz olduğu gibi, aynı zamanda kadın cinayetleri açısından bakanlığını “temize çekmeye” çalışan bir söylem geliştiriyor. Bir sözümüz var Aile Bakanı’na:
Devlet, kadın cinayetlerini gündeme almayan ve etkili mücadele yöntemleri kurmayan yasama ve yürütmesi ile, haksız tahrik indirimleri ile, erkeklere “teşvikler” sunan yargısı ile kadın cinayetlerinden sorumludur.

Hükümet kadın cinayetlerinden sorumludur!

Hükümetin büyük “reklam” çalışmaları ile yürürlüğe koyduğu 6284 sayılı yasa kağıt üzerinde kaldı. İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı olmakla övünedursunlar, kadınların öldürülmesi karşısında ne kadar siyasi irade yoksunu olduklarını gördük.

Mekanizmalarıhâlâ kurulmamış, cinsiyetsizleştirilmiş 6284 sayılı yasa, şiddete karşı koruma ve önleme talep eden kadınların talepleri karşısında, gereği gibi inceleme ve değerlendirme yapmayan mahkemeler tarafından kopyala-yapıştır kararlarla uygulanıyor. Erkek şiddetine karşı etkili yöntemler ile mücadele etmeyen sisteme , “şiddetle cinayetin ne ilgisi var?” diyen erkek egemen yargımercilerine, şunu söylüyoruz: Kadın cinayeti bir tokatla, aşağılamakla başlıyor!

Ailenin kadından önce geldiği, kadın yerine ailenin ikame edildiği bir anlayış, aile merkezlerinden, aile avukatlarına, aile hekimlerine kadar herkes tarafından bize dayatılmak isteniyor; kadınların içinde öldürüldüğü, şiddet gördüğü, emeğinin sömürüldüğü, dışına çıkmak istediğinde öldürüldüğü aile, devletin erkek egemenliğinin yansıması olarak bir devlet kurumu olarak işliyor.

Devlet sığınakları, hâlâ bir “mekanizma”ya evrilememiş ve Şiddeti Önleme veİzleme Merkezleri (ŞÖNİM), kadınların ya şiddet ortamına geri dönmesine neden olmuş ya da erkek şiddeti karşısında kadınları daha da savunmasız bırakmıştır.

Hayatlarının her alanında ayrımcılık ile karşı karşıya kalan trans kadınlar, seks işçileri her an öldürülme tehlikesi ile karşı karşıya. Şiddete uğradıklarında sessiz kalan polis devleti seks işçilerini gittikçe daha güvencesiz koşullarda çalışmaya iterek ve keyfi para cezalarına çarptırarak cinayetleri ve şiddeti meşrulaştırıyor.

Bugüne kadar kadın cinayetlerini istatistiksel bilgiye sığdırmaya çalışan devleti göreve çağırıyoruz.

Meclisin, kadın ve trans cinayetleri gündemi ile olağanüstü toplanmasını ve bu toplantıda, kadın örgütlerinin belirlediği cinayetleri önleyebilecek temelşartları doğrultusunda acil bir eylem planı oluşturmasını talep ediyoruz!

Biliyoruz ki biz kadınlar bir araya gelebilirsek cinayetleri önleyebiliriz. Bu yüzden meclis, kadın ve trans cinayetleri gündemiyle olağanüstü toplanana kadar sokakları boş bırakmıyoruz!
20 Temmuz’da kadın cinayetlerine karşıisyanımızı haykırmak için ev işi, çocuk bakımı dayatmalarına da kulak asmadan sokaklara çıkıyoruz! Herkesi de olduğu yerde sokaklara çıkmaya çağırıyoruz! Meclisin olağanüstü toplanması için ses çıkarıyoruz!

#KadınKatliamıVar

EYLEM PROGRAMI

16 TEMMUZ ÇARŞAMBA
DERSİM / Sanat Sokağı

17 TEMMUZ PERŞEMBE
MERSİN / Taş Bina Önü, 12:30

18 TEMMUZ CUMA
VAN / Sanat Sokağı,18:00

20 TEMMUZ PAZAR
İSTANBUL / Kadıköy Boğa Heykeli, 14:00
ANKARA / Güven Park, 14:00
ANTALYA / Kapalı Yol Halk Bankası, Karaalioğlu Parkı, 21:30
İZMİR / Alsancak Garı, 18:30
BURSA / Nilüfer Metro İstasyonu, Beşevler durağı, 22:00
MARMARİS / 21:00
FATSA / Sahilde oturma eylemi, 21:00
KOCAELİ / Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı İl Müdürlüğü önü, 17:00
KAYSERİ / Cumhuriyet Meydanı Almer Önü, 16:00
ÇANAKKALE / Kordon Boyu, 20:00
ESKİŞEHİR / Adalar Migros Önü, 17:00

21 TEMMUZ PAZARTESİ
ADANA / İnönü Parkı, 18:30

İMZALAR:
1 Adana Ev Hanımları Dayanışma ve Kalkındırma Derneği
2 Adıyaman Yaşam Derneği
3 AKDAM Kadın Dayanışma Merkezi ve Sığınma Evi Derneği
4 Amargi İzmir
5 Anarşist Kadınlar
6 ANKA LGBT
7 Ankara Feminist Kolektif
8 Antalya Kadın Danışma Merkezi ve Dayanışma Derneği
9 Ayvalık Bağımsız Kadın İnisiyatifi
10 Bağımsız Kadın Derneği – Mersin
11 Bağlar Kadın Kooperatifi-Diyarbakır
12 Barış İçin Kadın Girişimi
13 Batman Selis Kadın Danışmanlık Merkezi
14 Batman Hevî Umut Kadın Atölyesi
15 Berfin Kadın Merkezi -Siirt
16 Berjin Amara Kadın Merkezi-Viranşehir
17 Bodrum Kadın Dayanışma Derneği
18 Buca Evka-1 Kadın Kültür ve Dayanışma Evi
19 Bursa Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği
20 Ceren Kadın Derneği-Diyarbakır
21 Çiğli Evka-2 Kadın Kültür Evi (ÇEKEV)
22 Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH)
23 Dersim Yaşam Kadın Merkezi
24 Dersim Yenigün Kadın Dayanışma Derneği
25 Didim Kibele Kadın Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
26 DİKASUM-Diyarbakır Büyükşehir
27 Ekin Ceren Kadın Merkezi-Diyarbakır Kayapınar
28 Ekmek ve Gül Programı ve Dergisi
29 Elder Kadın El Emeğini Değerlendirme Derneği
30 Egeli Kadın Yazarlar/EKYAZ Platformu
31 EPİDEM-Diyarbakır Yenişehir
32 Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği
33 Eşit Yaşam Derneği
34 Eşitlik İzleme Kadın Grubu – EŞİTİZ
35 Ev Kadınları Derneği – Adana (EVKAD)
36 Ev-eksenli Çalışan Kadınlar Çalışma Grubu
37 Filmmor Kadın Kooperatifi
38 Girişimci Kadınların Desteklenmesi Derneği (GİKAD)
39 Göçmen Dayanışma Mutfağı Kadın Grubu
40 Gökkuşağı Kadın Derneği
41 Gülşilaw Kadın Merkezi-Nusaybin
42 Halkevci Kadınlar
43 İlerici Kadınlar Derneği
44 İmece Ev İşçileri Sendikası
45 İmece Kadın Dayanışma Derneği
46 İstanbul Feminist Kolektif
47 İştar Kadın Merkezi-Mersin
48 İzmir Bağımsız Kadın İnisiyatifi
49 İzmir Kadın Dayanışma Derneği
50 İzmir Feminist Kolektif
51 Jinwar Kadın Merkezi-Çınar
52 KADEM Diyarbakır-Sur
53 Kadın Adayları Destekleme Derneği – KA.DER
54 Kadın Dayanışması
55 Kadın Dayanışma Vakfı
56 Kadın Emeği Kolektifi
57 Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi Platformu
58 Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği
59 Kadınlarla Dayanışma Vakfı
60 Kadınlara Hukuki Destek Merkezi (KAHDEM)
61 Kampüs Cadıları
62 Kapadokya Kadın Dayanışma Derneği
63 Kardelen Kadın Merkezi-Diyarbakır Bağlar
64 Karadeniz Kadın Dayanışma Derneği
65 Karya Kadın Derneği
66 Kayseri Kadın Dayanışma Derneği
67 Kazdağı Kadın Dayanışma Grubu
68 Keskesor LGBTİ Diyarbakır Oluşumu
69 Kırmızı Biber Derneği
70 Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği
71 Koza Kadın Derneği
72 Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu
73 Lambdaistanbul LGBTİ Dayanışma Derneği
74 Malatya Homofobi ve Transfobi Karşıtı Gençlik İnisiyatifi
75 Mavi Kalem Derneği
76 Maya Kadın Merkezi-Bostaniçi
77 Mersin Kadın Emeği Kolektifi Derneği
78 Mersin LGBTİ 7 Renk Derneği
79 Meya Kadın Merkezi-Silvan
80 Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı
81 MorEl Eskişehir LGBTİ
82 MSGSÜ Kadın Araştırmaları Kulübü
83 Muğla Kadın Dayanışma Grubu
84 Muş Kadın Derneği (MUKADDER)
85 Nujen Kadın Merkezi-Bismil
86 Nujiyan Kadın Merkezi-Lice
87 ODTÜ LGBTİ
88 Özgür Genç Kadın
89 Peljin Kadın Merkezi-Derik
90 Petrol-iş Kadın Dergisi
91 Pembe Caretta LGBTQ
92 Selis Kadın Derneği-Diyarbakır
93 Selis Kadın Merkezi-Ergani
94 Sınır Tanımayan Kadınlar
95 Sitiya zin Kadın Merkezi-Cizre
96 Smyrna İş ve Meslek Sahibi Kadınlar Derneği
97 Sosyalist Feminist Kolektif
98 Sosyalist Kadın Meclisleri
99 SPoD LGBTİ (Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği)
100 Şiddete Son Platformu (271 örgüt)
101 Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu
102 Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği
103 Uluslararası Kadın Hakları & Kalkınma Forumu (AWID)
104 Urfa Yaşam Evi Kadın Dayanışma Derneği
105 VAKASUM-Van
106 Van Kadın Derneği (VAKAD)
107 Van Mavi Göl Kadın Derneği
108 Van Yaşam, Kadın, Çevre, Kültür ve İşletme Koop.
109 Yeni Demokrat Kadın
110 Yoğurtçu Kadın Forumu
111 Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şube Kadın Komisyonu
112 DİSK Kadın Komisyonu
113 EMEK Parti’li Kadınlar
114 Genel-iş Sendikası’ndan Kadınlar
115 Hak ve Özgürlükler Partisi / Hak-Par Kadın Komisyonu
116 Halkların Demokratik Kongresi / HDK Kadın Meclisleri
117 İnsan Hakları Derneği / İHD Kadın Komisyonu
118 İnsan Hakları Derneği / İHD Ankara Şubesi Kadın Komisyonu
119 İstanbul Eğitim-sen 2 Nolu Şube Kadın Komisyonu
120 İstanbul Eğitimsen 3 No’lu Şube Kadın Komisyonu
121 İstanbul Eğitim-sen 5 Nolu Şube Kadın Komisyonu
122 İstanbul Eğitim-sen 6 Nolu Üniversiteler Şubesi Kadın Komisyonu
123 İstanbul Eğitim-sen LGBTİ Komisyonu
124 İşci Demokrasisi Partisi’nden Kadınlar
125 İzmir Kent Konseyi Kadın Meclisi
126 Kadın Partisi
127 Mahalle Yaşam Dayanışma Derneği’nden Kadınlar
128 Nilüfer Kent Konseyi Kadın Meclisi
129 ÖDP Kadın Koordinasyonu- İzmir
130 Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi Kadın Meclisi
131 TMMOB’li Kadınlar
132 Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği (TODAP) Kadın Komisyonu
133 Türk Tabibler Birliği / TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu
134 Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın Komisyonu
135 Türkiye Psikiyatri Derneği Kadın Ruh Sağlığı Çalışma Birimi
136 Yeşil Sol Kadınlar
137 78’liler Federasyonu’ndan Kadınlar

Göçmenliğin Kadın Hali

serpil-odabasi-gocmen-kadinEmel Coşkun

Türkiye’nin ayrımcı göç ve çalışma yasaları göçmen kadınları sadece kayıtdışı işlerde hak ihlalleri ile başbaşa bırakmakla kalmıyor cinsel taciz ve hatta tecavüze karşı da savunmasızlaştırıyor

Her gün onlarca kadın savaştan, erkek şiddetinden kaçarak sığınmak ya da çalışmak amacıyla Türkiye’ye geliyor. Biraz sohbet ederseniz ya alkolik bir kocanın şiddetinden ya aile baskısından ya da yoksulluktan kaçıp geldiğini anlayabilirsiniz. Ellerinde kısa süreli turist vizeleriyle havaalanına ya da Yenikapı’daki otobüs garına inen bu kadınlar belki de birkaç yıl ülkelerine dönmeyeceklerini biliyorlar. Çünkü Türkiye’ye gelmek için varını yoğunu ortaya koyup katlandıkları zahmete değmesi gerek. Kenyalı bir göçmen kadın çocuğunu annesine bırakarak Türkiye’de iş bulabilmek için bir acenteye 3 bin 500 dolar ödediğini söylüyor. Şimdi o acente ortada yok, onu havaalanında bir başına bırakmış. ‘En az üç yıl kalacağım’ diyor. Geri dönüşünün doğuracağı sebeplerin ağırlığı o kadar fazla ki, planlarını ancak şöyle ifade edebiliyor: `Ne pahasına olursa olsun burada çalışacağım, en az üç yıl kalacağım.` 

Devamını Oku…

Göçmen Kadınlar Yalnız Değildir

gocmenkadinlar22Onlarca kadın örgütünden kadınlar 12 Temmuz Cumartesi günü Beyazıt ve Kumkapı sokaklarında, işyerlerinde, evlerde göçmen kadınların yaşadığı taciz, tecavüz ve emek istismarına karşı eylem yaptı. Beyazıt tramvay durağında yapılan basın açıklamasında özellikle bölgedeki taciz ve tecavüze vurgu yapan kadınlar bir önce göçmen kadınları koruyucu mekanizmaların kurulmasını istedi:

“Her gün Aksaray, Laleli, Beyazıt ve Kumkapı sokaklarında, iş yerlerinde, evlerde göçmen kadınlar tacize, şiddete ve hatta tecavüze uğruyor. Göçmen kadınlar savaştan, erkek şiddetinden kaçarak sığınmak amacıyla ya da ailelerine para gönderebilmek için Türkiye’ye geliyor. Türkiye’nin kısıtlayıcı göç ve çalışma yasalarından dolayı çoğu izinsiz çalışmak zorunda kalıyor. ‘Kaçak’ olarak nitelendirilen ama aslında ‘kağıtsız’ olarak tanımladığımız bu durum çoğu işveren, esnaf ve ev sahibi tarafından suistimal ediliyor. Bütün göçmenleri etkileyen ayrımcı, ırkçı ve insan haklarına aykırı bu uygulamalar kadın göçmenler söz konusu olduğunda ayrıca taciz, tecavüz ve erkek şiddeti ile çok daha vahim bir hal alıyor.

Devamını Oku…

Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’ne Ayakkabılarımızla Girdik

bskw0ewcuaq9ehb

Özgürcan Sunata

“Hele bir sor niye girdik?”
Hatta şöyle sor “Bunca zamandır niye girmediniz?”

Ahh kız kardeşim!.. Öyle bir memleket ki gündemleri hiç bitmez. Hep tarihi, kritik eşiklerdeyiz.

Bu kritik zamanlarda nedense biz kadınlar günde 3-5 ölüp gideriz. Cinayet haberlerimiz sadece gazetelerin 3. sayfalarında “vah vah” eşliğinde başlayan sohbetlerin özneleri olur. Sonrası hiç… Oysa kadın cinayetleri bizatihi politikanın konusudur.

Şimdi biz girdik, sallandırdık ya pankartımızı, meğer ne ayıp etmişiz! Sayın müdüre kalırsa suç işlemişiz. Daha neler, geç bile kaldık! İsyanımızı anlamak yerine “Çalışan kadınları darp ettiler” lafını ortaya atan bir badem bıyık için cevap vermeye değer mi bilemedim. Zaten sorumluların samimiyetine inansaydık niye gidelim değil mi? Sonuçta, ummadığımız bir açıklama olmadı bu da. Bilakis doğru yolda olduğumuzun sağlaması gibiydi.

Hani bunlar kaldırdılar ya Bakanlıktan “kadın” kelimesini… Yerine de “aile” yazdırdılar ya o tabelaya… O şeklen değil, bir zihniyetin geliyorum demesiydi. Her şey gün gibi ortadaydı.

Tıpkı şiddet gibi, çözümsüzlük geleceğini bağırıyordu bize.
Gördük bunu, söyledik, iplemediler. Biz yine 3-5 öldürülmeye devam ediyorduk.

Fakat unuttukları bir şey var ki ülkede feministler var, kadın hareketi var. Biz, onların samimiyetsizliğine, yalanlarına pabuç bırakmayacağız.

Güzel kız kardeşim, takmışlar, varsa yoksa “aile” diyorlar. Bence olup bitenlerden haberleri yok. Bu hayli güçlü bir tez olarak aklımın bir köşesinde…

Ailenin çözüm olmadığını söylemekten dilimizde tüy bitti. Ailenin değil, kadının korunması gerek, dedik. Bağırdık, çağırdık, yazdık bunları. Aramızdan Bakanlıkla görüşüp bunu bizzat söyleyenler de oldu, belki hatırlarsın!

Ve bugün, Bakanlığın önünde feminist kadınlar isyan ediyor! “Can güvenliğimiz yok. Sadece son 2 günde 6 kadın öldürülüyor. Ey ülkenin parlamenter rejimi!.. Acilen bırakın işinizi gücünüzü, toplayın meclisi, bunu bir masaya yatırın” diyor.

Görüyor, duyuyorsun ya kız kardeşim, biz kadınlar her gün en yakınımızdaki erkekler tarafından katlediliyoruz.

3 çocuk doğurmak istemedik diye, belki kürtaj olmak istedik diye, ev işi yapmak istemedik diye, başkasını sevdik diye… Bilirsin işte, sebepli-sebepsiz, bir bahaneyle öldürülüyoruz.

Ah kız kardeşim, en temel hakkımız olan “yaşam hakkı” elimizden alınıyor. Üstelik Hükümetin çok sevdiği, her derde dava gördüğü “kutsal aile” içinde… Ve onlar, Aile Bakanlığı, kadınları güvence altına almak için pratik adımları atmakla görevli, yetkili. Bu görevi yerine getirmediklerine dair bir sürü kanıt var elimizde. Kadından taraf olmadıklarına dair pek çok vaka gördük, müdahale etmediklerini gördük.

Onlar bu işi yapmaya niyetli değilse biz ne yapalım?

Söyle bana, ne yapalım? Adamları mı vuralım? Biz de silahlanalım mı?
Biz makul insanlarız nihayetinde. Çalışın, dedik. Engelleyin, dedik. Yasaları uygulayın, emrinizdeki yürütme organlarını ve diğer Bakanlıkları baskılayın, dedik. Ama ne çare!.. Hala her gün 3-5 ölüyoruz.

Ve artık tek bir kadının ölmesine bile tahammülümüz kalmadı.
İşte bunun için kadınlar bugün Bakanlığa ayakkabılarıyla girdi.

 

Biseksüel ve Evli Bir Feminist: Kurukahveci Adeola Hanım

kurukahveci3Evliliğim üniversiteyi yarım bırakıp aile evine dönmüş ve annesiyle nasıl mücadele edeceğini bilemeyen birinin aklına ilk gelen kaçış planıydı diyebilirim. Beni ailemden kurtarsın diye seçtiğim adamsa, dindar ailemin aksine, dinle hiç alışverişi olmayan, aslında evlilikle de bir alışverişi olmayan ama en az benim kadar ailesinden kaçmaya çalışan biriydi. Ben namaz kılmak, oruç tutmak ve sürekli bir başörtüsü kavgası vermekten kurtulmak istiyordum; o ise içinden sigara parasını alıp kalan maaşını ailesine vermekten ve ailenin bitmek bilmeyen borçlarından kurtulmak istiyordu. İkimizin de evlenmekten ödü patlıyordu ama ailelerimizden de iyice bunalmıştık.

Devamını Oku…

Rojava’da Kadın Ailenin Eş Başkanı Olacak

2013_0802_rojovaRojava Demokratik Halk hareketi (TEV-DEM) siyasetteki ‘eş başkanlık’ sistemini aileye taşıyor. Artık aile reisi hem kadın hem de erkek olacak. TEV-DEM Sözcüsü Çınar Salih “Aile bir kriz yaşıyor” diyor ve bu yeni süreçte eşitlik dengesini kadının lehine çevirmeye çalıştıklarını söylüyor. Salih ile yaptığımız söyleşi:

Sizin için epey soru hazırladık ancak Kürt kadınları bizi şaşırtmaya devam ediyor. Bugün de yeni bir kavram duyduk sizden ; “aile eş başkanlığı”… Bunun ne olduğunu ve Rojava’da nasıl işlediğini bizimle paylaşır mısınız?

Demokrasi aslında katılımcılık ve çoğulculuktur. Bize göre şimdiye kadar yaşam tek yönlüydü. Bu yaşamın içinde egemen taraf olarak sadece erkekler vardı; ekonomi, siyaset vb. konularda erkek egemenliği vardı. Bize göre temel sorun şudur: Bu sistemde kadınlar köle olarak görülmüştür ve bunun sebebi erkek egemen sistemdir.

(Bu ara gülüşmeler oluyor. Çınar çeviriyi beğenmiyor, fikirlerini Türkçe olarak bizimle paylaşıyor.. Türkçe’yi nasıl öğrendiğini sorduğumuzda yine gülerek “valla biz komşuyuz, Türkiye’de yaşayan akrabalarım da var” diyor.)

İktidar, kadın ve erkek arasındaki ilişkilerden başladı öncelikle. Buradan bakarak erkek ve kadın sorunlarını tespit ediyoruz ve aileden başlıyoruz. Meseleye buradan bakarsak erkek ve kadın sorunlarını halledebiliriz. Ekonomi, siyaset her zaman erkek egemen olduğu için biz öncelikle bunun kaynağı olan aileden başlamak istedik. Bizim yanımızda mesala Hıristiyan olan topluluklar var. Onlar kamusal alanda bizden daha açıklar ama onlarda da aile içinde erkekler egemen ve kadın erkek eşitliği yok. O yüzden ailenin demokratikleştirilmesinden başlayarak toplumu değiştirmek istedik. Çünkü aile erkektir. Aile bir kriz yaşıyor bu süreçte. Erkek ve kadın eski şekilde idare edemiyorlar. Çocuklar ailelerini dinlemiyor, bu yapıya itiraz ediyorlar. Bu yeni süreçte aile değişmeye mecbur. Bu da kadının aleyhine değil lehine olacak. Biz bu eşitlik dengesini yakalamak için çalışıyoruz. Erkek ve kadın olarak bu dönüşümü birlikte yapmayı hedeflediğimiz için, başkanı olmayan, kadın ve erkeğin eşit olduğu bir aileden söz ediyoruz. Siyasetteki “eş başkanlık” sistemini biçimsel ve kurumsal olarak değil, ruhuyla ve mantığıyla aileye taşıyoruz. Siyasette olduğu gibi kadın aktif olarak sistemi değiştirme gücünü aileye kadar taşıyacak.

Peki “aile eş başkanlığı” sistemini anlattığınızda ne gibi soru ve sorunlarla karşılaşıyorsunuz.

Pek sorunlarla karşılaşmadık. Bu yeni bir şeydir. İnsanlar eski aile yapısından bıkmışlar, anlamaya çalışıyorlar. Tepki varsa da bu olumlu bir tepkidir.

Buna bağlı olarak o zaman soralım; Kuzey Kürdistan’da Kürt Özgürlük Hareketi’nden kadınlar, kadınların kurtuluş ideolojisi olarak “Jineoloji” yi gündeme getirdiler. Yurt dışında da bununla ilgili bir konferans yapıldı. Bu coğrafyada da tartışılıyor. Feminizmi dışlamayan ancak feminizmi de aşan bir ideoloji olduğu vurgusu var. Siz ne düşünüyorsunuz, Rojava’da da tartışılıyor mu bu kavram?

Jineoloji bir kadın bilimi olarak ortaya konulmuş. Zaten biz asıl olarak Jineolojiyi bir anlamda pratikleştiriyoruz. Rojava’da kadın hareketi buna uzak değil, tam tersine pratik bir zemini var. Konferans, toplantılar çok yapamadık ama pratikte bunu yaşama geçiriyoruz, deneyimliyoruz.

Kadınlar Rojava’da erkek işleri olarak görülen mesleklerde çalışıyor. Mesela kadın trafik polisliği gibi. Nasıl işliyor, onlara tepkiler var mı , yoksa kadındır diye kuralları reddetmeler oluyor mu?

Bizde kadın her alanda var. Kadın işi , erkek işi ayrımı kalmadı Rojava’da. Siyaset alanında diplomaside hiçbir yere sadece erkekler gitmiyor. Artık halk da, biz de erkeklerin bizsiz bir yerlere gitmesini kaldıramıyoruz. Bunu çok renksiz ve acayip görüyoruz. Yaşamın her alanında mücadele veriyoruz. Erkekler vermiyor, biz alıyoruz haklarımızı. Bu nedenle bize minnet etmemizi söyleyemezler. Mücadele ettikçe kendilerini ağırdan satacak bir durumları kalmıyor. Erkekler bir şey yaptığında abartıyorlar, oysa biz de onların yaptıkları şeyleri yapabiliyoruz. Hatta yaptıklarımızı daha insancıl yapıyoruz. Örneğin, savaşta Cenevre kurallarını daha çok uyguluyor kadınlar. Savaşı erkekler gibi daha radikal ve kötü yönlere çekmiyorlar. Hani erkeklerin içinde ne zaman ortaya çıkacağı belli olmayan bir canavar var, oysa kadınlar her zaman bunu durdurabiliyor. Yaşamın her alanında var kadınlar. Yaşlı kadınlar da siyasetin içinde. Bizim yaşlı kadınlarımızın da örgütü var, toplantılara giriyorlar. Örneğin bir aile içinde, biri YPG’de, diğeri örgüt asayişte, başka biri okulda, bir diğeri konfederasyonda. Yani her biri bir örgütte. Boşta olan, dışarıda kalan kimse yoktur. Tabii ki aktif örgütlenmeye katılmayanlar da var.

Kadın ekonomisi kuruyoruz. Kadın meclislerimiz de oluştu. Bunların altında komünler var. Kadınlar hem genel siyasette hem de kendilerine ait özgül kadın komünlerinde yer alıyorlar. Erkekler bizle dalga geçiyor ; “hem kendi hakkınızı alıyorsunuz hem de bizim hakkımızın yarısını alıyorsunuz”. Yani onlara bir çarık bırakıyoruz. (Gülüşmeler) . Bu yolda ilerliyoruz. Olumsuz tepki yok.

Kadınların ekonomik açıdan güçlenmesi için ekonomik birimlerden bahsettiniz. Nedir bunlar, nasıl işliyor?

Kadın ekonomi meclisimiz var. Kadına yönelik projeler geliştiriyor. Mesela tekstil alanında… Özgül iş yerleri var. Yeni bir oluşum ve deneme sürecindeyiz. Ekonomiyi komün ve kooperatif üzerine oturtuyoruz. Bizim şansımız var. Kapitalizm bizde çok gelişmemiş. Kapitalist ekonomi yok gibi. Şehirler hala büyümemiş ve ham. Yeni ekonomik sistemin bizde zemini var, bu sistemi daha kolay uygulayabiliriz. Bizim de çok deneyimimiz yok, aklımız yettiğince yapacağız. Erkekler bize yıllardır, ekonomi sizin işiniz değildir demişler, biz şimdi gidip diyoruz ki hayır ekonomi asıl bizim işimizdir, siz bizden çalmışsınız. Bunu geri almak çabasındayız.

Kadın mahkemeleri ne durumda, işliyor mu?

Kadın mahkemelerini kurmadık. Ama mahkemelerde ve adalet sistemi içinde kadın örgütleri var. Kadın evlerimiz var, onların içinde de komiteler… Herhangi bir sorunu çözmek için “ara buluculuk” yapıyor bu komiteler. (Çınar ıslah kavramını kullanıyor). Örneğin kadın ya da erkek; iki kişi arasında sorun çıktığında çözüm bulmada aracılık yapıyorlar.

Peki bu örgütlenme kadınlar açısından nasıl tezahür ediyor. Mesela boşanmalarda bir artış oldu mu?

Böyle bir şey söyleyemeyiz. Ama son 15 yıldır, Esad rejimi tarafından uygulanan baskı ve yaratılan kaos ortamı aileleri de etkiledi. Diğer yandan mevcut aile de yenilmeyeye dönük bir kriz yaşıyor. Bu sırada boşanmalar da olacaktır. Bir kaos süreci ve bu sürecin aile üzerinde olumsuz etkileri var. Biz bu yüzden aileyi bu kaos ortamından çıkarmak, demokratikleştirerek yaşanabilir bir ortam yaratmak istiyoruz.

Kadın görüyor, gelişiyor, gözü açılıyor. Artık o kuyunun içinde kalamıyor. Mevcut aile ve evlilikleri derin bir kuyu olarak görüp bırakıyor. Bu bir yanıdır. Diğer yanda ise ciddi bir sözleşme olmadığından sağlam bir temel üzerine oturmadığı için evlilikler bitiyor. Tabii ki bırakacaklar çünkü en baştan yanlış bir temelde kurulmuş. Bizim toplumda boşanmak ayıp bir durumdur. Boşanan kadın zaten ölüdür. Biz bu zihniyete karşı mücadele veriyoruz. Boşanmak tam bir özgürlük olmasa da bağımsızlıktır. Birlikteliği oluşturan sevgi ve saygı yoksa orada yaşam yoktur. Bu durumlarda birlikteliğin sürmesi için köprü olmuyoruz.

Aile içinde kadın şiddet gördüğünde bunu nasıl çözüyorsunuz?

Sara isimli bir kurumumuz var. Bağımsız bir dernek. Bizim topraklarda namus meselesi; Kürtlerin genelinde var ama bizde çok daha katıdır. Bir namus cinayeti yaşandığında kadınlar ayaklandı yürüyüşler yaptı. Etkisi de oldu. Bu bir zihniyeti değiştirme mücadelesi ve sürüyor. Yekitiya Star olarak bazı kanunlar çıkarttık. Çok eşliliği kaldırdık. Hukukçu kadınlar, kadınlar lehine birçok kanun çıkarttı.

IŞİD’le ilgili de biraz konuşalım. Hepimizin bildiği gibi IŞİD kadınlar açısından büyük bir tehlike arz ediyor. İşgal ettiği yerlerde ilk yayınladıkları fetva kadınların zorunlu olmadıkça dışarıya çıkmamaları ve örtünmeleri. Bu konuda siz nasıl bir tehdit ve tehlike görüyorsunuz ve nasıl tedbir alıyorsunuz?

Savaşıyoruz… Kadınların erkeklerden daha çok tepki vermesi gerekiyor. Çünkü erkekler bir şekilde kendilerine bir yer bulabilirler ama kadınlar asla. Çünkü IŞİD kadınlara karşı bir katliamdır. Onun için kadınlar IŞİD’e karşı daha fazla mücadele vermeli. Tabii erkek sistemler kadınlara karşı katliamcıdır. Bunlar (IŞİD) cihad nikahı yapıyor. Bunlara karşı çıkmak gerekiyor. Nasıl eskiden kadınlar kendilerini savunmak için suya atlamış, burada da topyekun savunmaya geçeceksin. IŞİD, doğru bir örgütlenme ve siyasi bir çizgi olmazsa hepimizi ezip geçer. Bizim kendimizi savunacağımız askeri güçlerimiz var. Kadınları örgütlenmenin dışında bırakmak, kendimizi savunmasız bırakmaktır ve tehlikelidir.

YPG’ye katılan evli ve çocuklu kadınlar var mı?

Var. Kendi çocuğunu ailesinin yanına bırakarak YPG’ye katılan kadınlar var. Evli olmayan kadınlar kadar fazla değiller ama varlar.

Kürtler dışındaki diğer halklardan kadınlarla ilişkileriniz nasıl erkeklere kıyasla?

Süryanilerin az da olsa kendi örgütlenmeleri var. Araplarda ise siyasal ve toplumsal örgütlenme yok , böyle bir bakış açısı da zayıf. O yüzden çok zorlanıyoruz. Ancak bireysel olarak içlerine girerek örgütlenebiliyoruz. Ama YPG’ye Arap kadınlar katılıyor. Mesela erkekler kızıyor, ama kadınlar geri dönmeyeceğiz savaşacağız diyor. Epey de bir katılım var. Ama farklı bir örgütlenmeleri yok. Bizim bu durumumuzdan etkileniyorlar ve etkileneceklerdir de.

Hepimiz biliyoruz ki erkek egemen sistemde ev işleri, yaşlı ve çocuk bakımı kadınlar tarafından yapılıyor. Farklılıklar olsa da dünyanın her yerinde aynı. Siyasette ve ailede eş başkanlık vb. durumları konuşurken, ev içi emek ve iş bölümünü de konuşuyor musunuz?

Akademiler açtık ve gayet iyi çalışıyorlar. Kadınları bilinçlendirmek amacıyla kuruldu. Sadece kadınlara özgü, erkekler yok burada. Kadınlara dayatılan yaşam felsefesi ve yaşam biçimini anlamak, çözümlemek gerekir. Çünkü dayatılanları kadınlar doğal görüyor. Bunu kırmak ve bunların sonradan dayatıldığını anlamak için akademilerde kadınlar eğitim alıyor. İş bölümü bizde de sorundur. Bazı ailelerde daha orantılı yapılmaktadır, kırılan yerler vardır ama bir bakıyorsunuz kadın hem işe gidiyor ve koştura koştura eve geliyor ve yemek yapıyor. Bunu kıramamışız henüz. Bunun da mücadelesini veriyoruz. Ama biz kadın erkek rolüne girsin istemiyoruz. Egemenliğin ve iktidarın cinsiyeti yoktur. Biz yaşamı daha güzel hale getirmeyi amaçlıyoruz.

Akademileri biraz daha açar mısınız?

Bu akademiler 30-35 kişilik, dönemsel katılıma açık. Daha çok meclis ve örgütteki kadınlara eğitim veriliyor. Toplumsal cinsiyet, kadın tarihi, dünya kadın hareketi, feminizm, hakikat felsefesi gibi derslerimiz var. Eğitim komisyonları sorumlu olduğu dersleri veriyor. Akademiye katılanlar akademide kalıyor. Çocuğu olanlar en fazla bir ay kalıyor. Bir çeşit kamp gibi burası.

Vakit kalmadı. Uyarılıyoruz arkadaşlar tarafından. Son olarak, feminizme dönersek. Jineolojiyi konuştuk biraz. Rojavalı kadınlar feminizmle ilgili ne düşünüyor, kendilerine feminist diyen var mı? Bu ideolojiyi ne kadar tartışıyorsunuz?

Valla Rojavalı kadınlar feminizmle tanışmamış, hatta ismini bile duymamış. Bu devletin yarattığı durum. Bizim dış dünya ile ilişkimiz gelişmedi. Ama son yıllarda yani özgürleştiğimiz bu dönemde, Rojavalı kadınlar da feminizmi duymaya başladı. Kadın sorunu kadına özgü değil, topluma bağlı bir durumdur. Kadını yok ederek toplumu, özgürlüğü ve yaşamı yok ettiler. Kadın yaşamdır. Biz daha geniş bir açıdan bakıyoruz. Bir uçta kadın diğer uçta erkek gibi ayrıştırarak değil de sorunu toplumsal olarak çözmeye çalışıyoruz.

Rojava’da farklı cinsel yönelimler ve kimliklerle ilgili açığa çıkan bir hareket var mı?

Yoktur.

Türkiye kadın hareketine, feministlere söyleyeceğiniz son bir şey var mı?

Biz kendimizi sizlere çok yakın hissediyoruz. Eminiz siz de öyle hissediyorsunuz. Rojava’da ne kadar gelişirsek,  Kuzey de bundan o kadar etkilenir. İnanıyoruz ki kadın hareketi daha aktif bir hale gelecek. Bizim hedefimiz en ücra yerdeki kadına da ulaşmak. Bu Türkiye’de biraz eksik kalmış gibi geliyor bana. Sizi topluma daha az inmiş görüyoruz.

20.06.2014

* TEV-DEM (Rojava Demokratik Halk hareketi) : 6 siyasi partinin oluşturduğu bir çatı örgütlenme. Ayrıca onlarca da sivil toplum örgütü var bu çatının altında. Her bir oluşumun bir temsilcisiyle bir genel koordinasyon oluşturulmuş. Yekitiyi Star da bu çatının içinde. Altta komünlerden başlayarak halk meclislerine doğru örgütlenme var. Bu çatıda başkan ve eş başkanlık yok.

Gökkuşağı Bayrağının Öyküsü

gokkusagi4Gökkuşağı renklerini taşıyan bayrağın LGBT hareketinin sembolü olarak ilk defa bundan 36 yıl önce,21 Haziran haftası, San Francisco Eşcinsel Özgürlük yürüyüşü sırasında kullanıldığını biliyor muydunuz? Bayrağı Judy Garland’ın “Gökkuşağının Üzerinde” adlı şarkısından ve Stonewall ayaklanmasından esinlenerek tasarlayan Gilbert Baker,

Devamını Oku…

Suçlu Erkek Korunur, Mağdur Kadın Ezilir: Burası Türkiye

feminaA., dayanışma istediği için Feminist Kolektif ile tanışan çok genç bir kadın. Yakın zamanda sonuçlanan tecavüz davasından bir kez daha “mağdur” edilerek çıktı. Hukuk yolları tıkanmış durumda ve AİHM’e gitmenin de sonuç vermeyeceği söylenmiş kendisine. Kamuoyu oluşturup Yargıtay’dan yeni bir duruşma talep edilmesi olasıymış ama küçücük yaşında 3,5 yıldır bu mücadeleyi veren A. artık devam edemeyecek kadar yorgun.

Aşağıda okuyacağınız yazı, A tarafından kaleme alındı. “Yeni TCK” masallarıyla kadınları aldatacağını düşünen AKP iktidarının, bu erkek yargı düzenini sürdüren hukukçuların ve  el birliğiyle mağdur kadını bir kez daha mağdur eden erkek  toplumun dikkatine sunulur… Devamını Oku…

Lice’de İki Canın Katledilmesi ve Dağdaki Çocukları Gözleyen Anneler

10450439_635787899840722_2697159934054147893_n

Tuğba-Ruşen-Filiz

Barış için Kadın Girişimi’nden kadınlar olarak dağdaki çocuklarının geri gelmesi için Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde 20 Mayıs’tan beri oturma eylemi yapan annelerle görüşmek üzere 8 Haziran’da Diyarbakır’a gitmeye karar verdik. Fakat biz yola çıkmadan önce, 7 Haziran günü Lice’de kalekol yapımını protesto eden halkın üzerine askerin açtığı ateş sonucu Ramazan Baran (26) ve Hacı Baki Akdemir (46)’in hayatını kaybettiği ve biri ağır olmak üzere pek çok yaralının olduğu haberi geldi. Biz de 8 Haziran Pazar gününü Lice’de olanları yakından gözlemlemek ve halkla dayanışmak üzere Lice’de geçirmeye ve Pazartesi gününü eylem yapan aileler ve yetkililerle görüşmek üzere Diyarbakır’da geçirmeye karar verdik.

Lice’ye doğru yola çıkmadan önce Diyarbakır’da defnedilen Ramazan Baran’ın cenaze yürüyüşüne katıldık. Yürüyüş halkın yoğun katılımıyla yapıldı. Ramazan Baran, “kî zava, kî zava” sesleriyle toprağa verildi. Bu slogan bir taraftan Ramazan’ın damat olacak yaştayken öldürülmüş olmasının acısını ortaya koyarken diğer yandan da halkın yılmadığının ve direnişin devam ettiğinin/edeceğinin de sembolü olarak okunabilir. Ramazan Baran’ın Diyarbakır’da kendine bir cay ocagi acmak uzere olduğunu, hafta sonlari Lice’ye direnişe destek vermek için gittiğini öğrendik yakınlarından. Lice’nin Biryas Köyü’nde yalnız yaşayan Baki Akdemir’in cenazesi ise köyünde defnedildi.

Cenazeden sonra DÖKH’ün ayarladığı minibüsle DÖKH’ten Elif’in mihmandarlığında Lice’ye gitmek üzere yola çıktık. Diyarbakır-Lice yolu özel tim tarafından kapatılmış olduğundan Lice’ye Hazro yolundan gittik ve fakat burada da yol kapalıydı ve askerlerin eskortluğu olmadan yola devam edemeyeceğimiz söylendi. Aksi takdirde güvenliğimizden emin olunamayacağı söylendi. Güvensizliği yaratanın askerlerin oradaki varlığının olduğu gerçeğini ise bizi korumak isteyen “askerlerimiz” nedense bilmiyorlardı! Nihayetinde güvenliği başka bir şekilde sağladıklarını söyleyip eskortsuz gitmemize izin verdiler.

Ramazan Baran ve Hacı Baki Akdemir’in çapraz ateşle öldürüldüğü, pek çok insanın yaralandığı yere; Biryas (Yukarı Çalıkbükü) Köyü yakınına gittik. Halkın büyük kısmı burada toplanmıştı; Hacı Baki Akdemir’in taziyesi için gelenler burada kabul ediliyordu ve halk gece çadır kurup orada kalmayı planlıyordu. Biryas Köyü’nde Lice Belediye Başkanı Rezan Zoğuroğlu, Milletvekili Nursel Aydoğan, direnişe destek olmak için gelen Diyarbakır Barış Anneleri, BDP yöneticileri, Hacı Baki Akdemir’in kızkardeşi ve Lice halkıyla görüştük ve Jinha haber ajansına gözlemlerimizi anlattık. Oradakilerden Lice ilçe merkezinde hayatın durduğunu, yaşlılar ve engelliler dışında herkesin protestoların olduğu bölgelerde olduklarını öğrendik.

Biryas’tan sonra kalekol inşaatının bulunduğu ve 15 gündür halkın çadırlarda nöbet tuttuğu Korxa (Abalı) Köyü yakınındaki mevkiye geldik. Burada bizi “hoş geldiniz, başımızın üstüne geldiniz, ama geç geldiniz” diyerek karşıladılar. Biryas ve Korxa’daki halkın bize söylediği karakol/kalekol ve baraj yapımları durduruluncaya kadar eylemlerine devam edecekleriydi. Direnişleri ziyaret ettiğimiz yerden, yürüyerek 15 dakika mesafedeki, askerlerin konuşlandığı tepeye çıktık. Bir gün öncesinde, askerlerin Barış annelerine ve halka, yönelik gaz bombası ve kurşun attığı tepede hala boş kovanlar ve gaz kapsülleri duruyordu. Halk boş kovanların bir kısmını toplayarak bir kayanın çevresine toplamış olmasına rağmen hala çalıların arasında onlarca kovan vardı. Bu tepenin direnen halkın gece kalmayı planladığı yere çok yakın olması kaygı uyandırıcıydı. Çünkü askerler 4-5 tane akrep ve 3 tane zırhlı araç ile bekliyorlardı konuşlandıkları yerde ve gözlem yapmak için tepeye çıktığımızda, kadın ekibini görür görmez araçlarına binip motorları çalıştırarak, hala bir tehdit olduklarını hatırlattılar.

Baraj ve Kalekol inşaatlarını gördükten ve dinlenmemiz için ikram ettikleri çayı içtikten sonra dönüş yoluna çıktık. Kadınlar ve gençler karakol yapımına izin vermeme konusunda çok kararlı konuşuyorlardı ve yıllardır Lice’nin maruz kaldığı devlet şiddetinden örnekler vererek, yeni bir karakola tahammülleri olmadığını anlattılar. Zaten yeteri kadar karakolun olduğunu ve buralarda konuşlanan askerlerin yaşam alanlarını kısıtladığını anlattılar. Kadınlar köyün çevresinde asker tarafından gözetlenmeden tarlalarına gidebilmek ve barış döneminde olduklarını hissetmek istediklerini özellikle belirtiyorlardı.

Dönüşte, Lice’ye giderken kullanamadığımız -çünkü asker Lice’ye desteğin gitmesini istemiyordu- yoldan döndük, yolda 2 kez, yaklaşık 5 metre arayla özel tim tarafından durdurulduk. Kimlik kontrollerine izin vermeden, ama taciz etmek için olduğu aşikar olan bekletmelerine maruz kalarak Diyarbakır’a gelebildik.

20140608_1523129 Haziran Pazartesi günü öğlen saatlerinde çadırlarını belediye önünden Dağkapı Meydanı’na taşımış olan, dağdaki çocuklarının geri dönmesini talep eden, çoğunluğu annelerden oluşan aileleri ziyaret ettik. Yirmiye yakın ailenin büyük bir kısmı Diyarbakır dışından gelmişti (Mersin, Erzurum, Kars, Ardahan, Antep vs.) ve talepleri savaşın durması ve dağdaki tüm gerillaların geri gelmeleriydi. Çocuklarının dağdan dönmeleri durumunda ceza almamalarını da talep ediyorlardı. Bu konuda bazı aileler telaşlı iken, bazı aileler hükümetin onlara söz verdiğini, çocuklarının ceza almayacaklarını söylüyorlardı. Dağa giden gençlerin çoğu üniversiteden örgütlenip gitmişti, yaşları 16’dan küçük olan çok azdı ve aileler çocukları için “kaçırıldı” değil “beyinleri yıkandı” diyordu. Onların yanında ilk hissettiğimiz şey ailelerin polis ve AKP tarafından abluka altına alınmış oldukları ve manipüle edildikleriydi. Polis; sivili, üniformalısı, polis arabası, toması, akrebiyle bu aileleri korumak bahanesiyle kuşatmıştı ve yanlarına gelen herkesi kayıt altına alıyor; muhalif basını engelliyor; politik grupların ailelerle iletişimini kısıtlıyordu. BDP karşıtlığıyla bilinen, devlet ve AKP yanlısı 72 sivil toplum örgütü ailelerin maddi gereksinimlerini üstlenmişti. Ailelerin çevresinde HÜDA PAR üyelerinin de dolaştığı söylendi bize. Bizimle konuşurken maddi desteği nerden aldıkları gibi soruları geçiştirdiklerini ve birbirlerini fazla konuşmamaları için uyardıklarını gözlemledik. Aileleri manipüle etmek hevesinde olan sadece iktidar değildi tabii ki; yolları Kürdistan’a nadiren düşen ve buradaki devlet şiddetini hiçbir zaman haber yapmayan Ulusal Kanal da röportaj yapmaya gelmişti ve muhabir, kadınlara sufle vererek ne söyleyeceklerini belirliyordu. Ailelerin tek düşündüğü ise seslerini mümkün olduğunca geniş bir kitleye ulaştırabilmek ve çocukları için başlattıkları bu girişimin sonuç almasıydı. Tek bir tarafı hedef almadıklarını, hem devlete hem de PKK’ye seslendiklerini söylüyorlardı.

Ailelerden sonra, pek çok ailenin çocuklarının geri gelmesi ya da en azından iletişim kurabilmeleri yönündeki talepleriyle ilgilenen Mazlum-Der’e gittik. Burada bizi Mazlum-Der yöneticileri ve diğer gönüllüler karşıladı. Mazlum-Der’deki yetkililer Cenevre Çağrısı adlı sivil toplum kuruluşunun çağrısıyla PKK’nin de imzaladığı ‘Çocukların Silahlı Çatışmaların Etkilerinden Korunmasına Dair Taahhütname’ye göre PKK’nin 18 yaş altı çocukların çatışmalarda bulunmasını engellemek konusunda yükümlülüğünün olduğunu ve buna göre, eğer 18 yaş altında dağ kadrosunda bulunan çocuklar varsa bunların ailelerine iade edilmeleri gerektiğini anlattılar. Diğer yandan, PKK’nin anlaşma gereği, 16-18 yaş arası katılımlara şerh koyduğunu ve bu yaş aralığındaki gençleri müzakereye tabii gördüklerini de eklediler. Mazlum-der’e başvurmuş olan Böçküm ailesinin 15 yaşındaki çocukları Sinan Böçküm’ün Cenevre Çağrı’sı aracılığıyla PKK ile yapılan görüşmeler sonucu dağdan gönderildiğini; fakat Sinan’ın geri dönme konusunda isteksiz olduğunu gözlemlediklerini, gönderildiğinden bu yana evden çıkmadığını anlattılar. Ailelerin eyleminin nasıl bir sonuç doğuracağı konusunda ise barış sürecinin seyrinin belirleyici olacağını ama AKP adım atmadığı sürece dağa gidenlerin geri gönderilmeyeceklerini düşündüklerini söylediler. Ailelerin provoke edildiğini yukarıda da söylediğimiz gibi Mazlum-Der temsilcileri de söyledi.

Son olarak görüştüğümüz Fırat Anlı’dan ailelerin eylemlerinin başlaması ve geldiği nokta konusunda bilgi aldık. Anlı da bir taraftan bu sürecin daha iyi yönetilebileceğini ama hatalar yapıldığını söylerken bir taraftan da ailelerin AKP tarafından siyasi malzeme haline getirilmesinin aileler ve “barış süreci” açısından olumsuzluklarına değindi. Bu eylemlerin doğru bir yere kanalize edilebildiği sürece yeni bir tartışmayı sağlayabileceğini söyledi. Örneğin, PKK’den çocuklarla ilgili bir düzenleme talep edilebilir; yaşı küçük olanların durumlarıyla ilgili daha şeffaf bilgi sahibi olmak ve aileleriyle iletişim kurmalarını sağlamak gibi. Anlı bu aileler için belediye olarak yapabileceklerinin sınırlı olduğunu ve yetkileri dahillinde gerekli görüşmeleri yaptıklarını belirtti ve bundan sonra Barış Anneleri gibi onlarla aynı acıyı paylaşan ve BİKG gibi barış için çaba harcayan oluşumların sorumluluk alması gerektiğini söyledi. Diyarbakır halkının eyleme katılan ailelere karşı tepkili olduklarını, ailelerin bu eylemini; zaten devlet tarafından ezilirken bir de halk tarafından protesto ediliyor olmak olarak algıladıklarını, tepkinin adresinin yanlış olduğunu düşündüklerini anlattı. Ayrıca Kürdistan’da halkın karakol, kalekol ve baraj yapımına karşı yaptıkları protesto eylemlerine askerin silahla karşılık vermesiyle yaşanan ölümlerin ve yaralamaların, halkın barış sürecine ve devlete karşı güvensizliğini artırdığını ve Türkiye halkları arasındaki mesafenin kapanması gerekirken giderek açılmasından korktuğunu belirtti.

Diyarbakır’da iki gün süren görüşmeler ve gözlemlerimiz, Lice’deki karakol, kalekol ve baraj yapımlarına itiraz eden halkın da, çocuklarının dağdan dönmesini dileyen ailelerin de farklı ifade tarzları ile barış özlemlerini dile getirmek olarak düşünülebileceğini gösteriyor bize.

Barış İçin Kadın Girişimi İzlenimlerini Aktardı

bikg0Barış İçin Kadın Girişimi, Lice’de kalekollara karşı direnen kadınlar ve PKK’ye katılan çocuklarının geri gelmesi için Diyarbakır’da eylem yapan kadınlarla yaptığı görüşmenin sonuçlarını 17 Haziran’da yaptığı basın açıklaması ile duyurdu. Açıklamalarının tam metni şöyledir:

Karakol Gölgesinde Barış Umudu

Barış İçin Kadın Girişimi olarak geçtiğimiz haftasonu kalekol protestolarının devam ettiği Lice’yi ve Diyarbakır’da dağdaki çocukları için eylem yapan anneleri ziyaret ettik.

Ramazan Baran ve Baki Akdemir’in öldürüldüğü Birkas (Yukarı Çalıbükü) köyünün kadınları ve gençleriyle konuştuk. Licelilerin ve aslında Diyarbakır’dan Muş’a, Bingöl’e kadar uzanan bölgenin neden kalekol istemediğini, kalekolların orada ne anlama geldiğini bir kez daha dinledik. Diyarbakır’da çocuklarını isteyen, günlerdir bekleyen annelerin feryadının aslında nasıl da bir barış feryadı olduğunu kulaklarımızla duyduk.

Lice’ye BİKG olarak geçen sene de gitmiş ve yapımına başlanan kalekolların özellikle kadınları nasıl tedirgin ettiğini ve yaşamlarını nasıl etkilediğini yakından gözlemlemiştik. Çözüm sürecine dair Ocak 2014’te paylaştığımız temas ve gözlem raporumuzda bunları ayrıntılı olarak paylaşmıştık. Ne yazık ki kaygılarımızın hiç de yersiz olmadığını tam 1 yıl sonra yaşananlar ve Lice’de gördüklerimiz doğruladı. Çatışmasızlık süreci artık asker ölümlerinin yaşanmıyor olması nedeniyle Batı’da bir rahatlama yaratmışken Kürdistan’da kalekol yapımlarının devam ediyor olmasının sürece dair büyük bir kaygı ve güvensizlik yarattığını gördük, dinledik. Ayrıca bölge halkının kaygılarını doğrularcasına ve ’90’ları hatırlatırcasına yollarda askeri arama noktaları ve buralarda devasa bir asker, özel tim yığınağı gördük. Bölgede havanın her an savaş koşullarına ve acımasız bir ortama dönüşebileceği kaygısını biz de hissettik.

BİKG’den bir grup kadın, ölümlerin olduğu gecenin sabahında Lice’de aldık soluğu. Önce Diyarbakır’da Ramazan Baran’ın cenaze törenine katıldık. İçine ağlayan öfkeli ama çok kontrollü binlerce kişi defnetti Ramazan’ı. Cenazeye katılan insanlar hem sessiz ve vakur, hem de öfkeliydi. Gençler arada tepkilerini gösteriyordu, fakat genel olarak sürecin bozulmaması için büyük bir çaba sarf edildiğini ve biriken öfkenin içe akıtıldığını gözlemledik.

Ardından Lice’de Ramazan ve Baki’nin çapraz ateşle sırtından vurularak öldürüldüğü Birkas (Yukarı Çalıbükü) köyüne doğru yola çıktık. Hani üzerinden gittğimiz yol Lice’ye 20 km kala asker tarafından kesilmişti. Kendimizİ tanıttık ve Lice’ye gitmek istediğimizi söyleyince, bizi engellemek istemediklerini ancak güvenlik sorunu nedeniyle eskortsuz gönderemeyeceklerini belirttiler. Biz asla eskort istemediğimizi, bizim açımızdan bir güvenlik sorunu olmadığını, Licelilerin bizi beklediğini ve halkın yanının bizim için güvenli olduğunu vurguladık. Kısa bir müzakereden sonra yolu açtılar ve devam ettik.

Kalekol Demek Gözetleyen Erkekler Demek

bikg2Birkas (Yukarı Çalıbükü) köyünde çok öfkeli, ama öfkesini de yasını da kontrol etmeye çalışan kadınlar gençler karşıladı bizi. Bir yandan da taziye çadırı kurmaya çalışıyorlardı. Çok kararlılardı. Kalekol inşaatları durana kadar asla vazgeçmeyeceklerini söylediler.

Daha önce kalekol yapımına son verileceğine söz verildiğini ancak bu sözün tutulmadığını anlattı kadınlar. Direniş boyunca defalarca gerçek mermi kullanıldığını, köylerin basıldığını, ev içlerine gaz bombaları atıldığını anlattılar. Kendi topraklarında böyle bir zulüm ve yaşamlarının kısıtlanmasına artık asla izin vermeyeceklerini söylediler. Devlete hiç güvenmiyorlar. Ancak barış istekleri de bir bu kadar güçlü. Bunu her defasında bıkmadan usanmadan dile getirdiler.

Gözlemlerimiz ve dinlediklerimiz de bir kez daha gösterdi ki kalekolları istememek için yeterince nedenleri var. Çünkü bölgedeki asker sayısı artıyor. Kalekollar her yeri her an gözetim altında tutan bir dolu erkek demek. Özellikle kadınlar bu yüzden de istemiyor ve bu inşaatlara izin vermemek konusunda da oldukça kararlılar. Lice halkı devletin bir savaş hazırlığı olduğu kanısında. Kadınlar hiç tereddütsüz gençlerle askerler arasına siper ediyorlar kendilerini. Diyarbakır’dan Muş’a, Bingöl’e kadar bir işgal havası var bölgede ve insanlar çok kaygılı ve öfkeli. İtilip kakılmaya, yaşam alanlarının daraltılmasına, saldırılmaya, aşağılanmaya tahammülleri kalmamış durumda.

“Karakol yapımına neden bu kadar karşılar?” sorusunu soranların o coğrafyayı görmeden bunun cevabını anlamasının oldukça zor olduğunu belirtmek istiyoruz.

Öncelikle bu yapılar sıradan karakol değiller. Kale gibi, şato gibi; hatta bir kısmının yerin metrelerce altına uzanan eklentileri var. Licelilerin yaşam alanlarını çevreleyen tepelerin neredeyse hepsinin üzerine konuşlandırılmışlar. Yani Lice’nin dört bir tarafı kale gibi karakollarla çevrilmiş durumda. Üstelik karakolun Lice ve tüm bölge için anlamı, hafızası da batıdakinden çok farklı. Orada kalekol; asker baskısı, ölüm, işkence demek. 1990’lı yıllar boyunca bölgede özel timlerin, askerlerin, JİTEM ve korucuların Kürt halkına uyguladığı göç ettirme, öldürme, kaybetme, tecavüz demek. Liceli genç bir kadın da şöyle ifade etti bunu: “Üzerimizde denenmemiş hiç bir zulüm kalmadı. Ben toprağımda özgür yaşamak istiyorum. Abluka altında değil.”

Diyarbakırlı Anneler Barışa Katkı Sunmak İstiyor

bikg3Ziyaretimizin ikinci günü Diyarbakır’da çocuklarını isteyen, günlerdir bekleyen annelerle görüştük. Ana akım medyada gördüğümüz, okuduğumuzdan farklı bir tabloyla karşılaştık. Eylemlerinin barışa katkı sunacağını düşünüyorlar. Çocuklarımız kaçırılmadı, ama propaganda yapıldı diyorlar. Çoğunluğun çocuğu zaten 18 yaş üstünde. Bir kısmı ise 16 yaşın altında. Dönmelerini, herkesin dönmesini, ceza almamasını istiyorlar ve siyasilerin elini taşın altına koymasını istiyorlar. Ceza alacaklarsa dağda kalsın diyenler de vardı. Hükümetin onlara söz verdiğini ve cezaevine girmeyeceklerini söylediler. “Bu nasıl çözüm süreci? Bir yanda kalekol inşaatı, bir yanda bu çocuklar dağa gidiyor.” dediler. “Savaşa mı hazırlanılıyor?” diye sordular. Lice’deki katliamdan sonra eyleme bir gün ara vermişler. Onlar da çok kararlılardı. Biz ordayken iki günlük açlık grevine başlamışlardı. “Çocuklarımız gelinceye kadar açlık grevi yaparız” diyenler de vardı.

Bu arada öğrendik ki bu annelerle kucaklaşmak ve acılarının ortak olduğunu söylemek isteyen Barış Anneleri’ni polis zor kullanarak uzaklaştırmış, hırpalamış. Ortak bir çığlığı ve feryadı olan kadınların bir araya gelmesini istememiş. Devlet ve erkek sistem bir çeşit anneliği öne çikararak adeta “makbul annelik” yaratak kadinları bölmeye calışıyor. Farklı kadınlık ve annelik hallerinin böyle karşı karşıya getirilmesinin tehlikeli ve de maksatlı olduğunu düşünüyoruz.

Diyarbakır ve Lice’de konuştuğumuz kadınların barışa giden yolda somut beklentileri ve talepleri var. Çocuklarının dönmesi için eylem yapan kadınlardan birinin “Bu nasıl barış, kale dikerek mi barışacağız?” sorusunu biz de soruyoruz!

Kadınlar Çözüm Sürecini Konuşuyor, Barışta Israr Ediyorlar

Barış talebi ve ısrarını bölgede çok net hissettik ve duyduk. Batı’da da benzer bir ısrar ve anlayış olduğunda, çözüm için gerekli adımların daha çabuk atılacağına inanıyoruz ve bunun için BİKG olarak çözüm sürecinin pek çok tartışmayı da beraberinde getirdiği bugünlerde “Kadınlar Çözüm Sürecini Konuşuyor, Barışta Israr Ediyor” başlıklı bir konferans hazırlığı yapıyoruz.

bikgBizler 5 yıldır BİKG’de savaşı ve barışı konuşan kadınlar olarak biliyoruz ki barış, toplumun tüm ezilenlerini ilgilendiren, onları siyasi süreçlerin öznesi kılan bir toplumsal yeniden yapılanmadır. Biliyoruz ki barış Lice’den Gezi’ye, Roboski’den Soma’ya uzanmalıdır. Siyasi iktidarın Lice, Gezi, Roboski ve Soma’da yaşanan tüm gerçeklerin üzerini örtmeye çabalamaktadır. Bizler hakikatleri ancak birlikte ve el birliğiyle inşa edebiliriz. Geçtiğimiz yılın bize öğrettiklerinin başında şu geliyordu: Gerçek ve kalıcı bir barış, ancak barışın herkesin meselesi haline gelmesi, toplumun her kesiminin gündemine girmesi, herkesin arzusu olması, yani barışın toplumsallaşması ile tesis edilebilir. Şimdi, barışın toplumsallaşması için neler yapabileceğimizi hep birlikte konuşup tartışmaya ihtiyacımız var.

“BİKG’in öğrendikleri”, “Savaş nasıl yaşandı? Barış nasıl kurulur?”, “Barışın toplumsallaşması” konulu atölye çalışmaları ile “Atölye önerilerinin tartışılması ve sonuç” adlı 4 oturumdan oluşacak konferansımızı 28 Haziran Cumartesi günü saat 9:30’da TMMOB Mimarlar Odası’nda gerçekleştirileceğiz.

Son olarak;

Ziyaretimiz sırasında bir kez daha gördük ki kadınlar direnişin hem öncüsü hem de inatçısı. Çünkü kalekollar ve askerin varlığı çok doğrudan hayatlarına müdahale demek. Bu kadar erkek egemen bir yerde, kadınlar mücadele etmezlerse evden dışarı çıkamazlar demek.

Barış isteği Kürdistan’da çok güçlü ama Batı’da aynı güç, ivedilik ve hayatilikle karşılığını bulmuyor. Batı’da ölümlerin olmaması yeterken, Kürtler çok kaygılı. Ne olacağını bilmek mümkün değil ama bildiğimiz ve inandığımız bir şey var ki o da barıştan başka çare yok. Bunun için de devletin, hükümetin, siyasi partilerin bunu bir an evvel idrak etmesi, çözüm sürecine uygun mekanizmaları kurması, askeri varlığını azaltması, gerekli yasal çerçeveyi oluşturması gerekiyor. Ve elbette tüm bunları yaparken kadınların tüm mekanizmalarda eşit temsilinin sağlanması ve taleplerinin karşılık bulması, barışın toplumsallaşmasının tek garantisi.

Gördük, tanıklık ettik; acıyla, zulümle sınanan çok güçlü bir barış isteği var Kürdistan’da. Ama çok derin kaygılar da var bir yandan. Zapt edilmiş bir öfke, ama ille de ille de “barış” diyen kararlı kadınlar var…

Barış İçin Kadın Girişimi / 17.06.2014

Bir Sınırdışı Sebebi Olarak ‘Bulaşıcı Hastalık’

respeto

Perihan Meşeli

Ne vize ihlali ne izinsiz çalışma ama ‘yasadışı fuhuş yapmak’ olarak yorumlanan ‘bulaşıcı hastalık’ taşımak göçmen kadınlar için öncelikli sınırdışı edilme sebebi haline geliyor.

Türkiye’ye gelen binlerce göçmen kadından biri Nona Gürcistan’ın zorlu ekonomik koşulları nedeniyle ailesini ardında bırakmış uzun yıllar önce… kendisine bir hayat kurmak için ‘taşı toprağı altın’ İstanbul’a gelmiş. Artık memleketine dönmek istemiyor. Burada tanıştığı sevgilisiyle yıllardır birlikte yaşıyor. İkamet tezkeresi için başvurusunu yapmış, aylar sonrasına verilen randevu tarihini iple çekiyor, daha sonra da çalışma izni için başvuracak. Kayıtdışı çalışmak istemediği için umutla beklediği günlerin birinde sevgilisinin evde unuttuğu cep telefonunu ona vermek üzere çalıştığı kahvehaneye götürüyor. Gitmişken, mutfağa girip kendisine bir çay koymak istiyor. İşte tam o sırada polisler geliyor. “İçki, kumar, zina, karı satma, haraç, mafya, tefecilik,..” şeklinde sıralanan çeşitli suçlardan oluşan bir ihbar nedeniyle polis ekipleri işyerine baskın yapıyorlar. Bulabildikleri tek ‘suç’ içeride sigara içilmesi. Tam mekandan ayrılacaklarken Nona’yı elinde çay bardağı ile görüyorlar. O andan itibaren Nona’nın içtiği o çay adeta zehir oluyor. Büyük bir suç işlemişçesine önce sorgulamaya maruz kalıyor… Derdini anlatmaya çalışıyor güzel Türkçesiyle, kahvehane sahipleri de orada çalışmadığını ısrarla söyleseler de nafile… Polisin gözünde bir kadının kahvehanede olması, hem de bir ‘yabancı’ olması, olsa olsa bir tek şeyin göstergesidir: ‘fuhuş’. Nona karakola götürülüyor, ifadesi alınmadan önce avukat isteyip istemediği bile sorulmuyor, ancak tutanak avukat istememiş gibi tutuluyor ve imzalattırılıyor. Sonrasında bu ülkede göçmen kadınların ortak kaderi haline gelen zorunlu “bulaşıcı hastalık taşıyor mu?” testlerine tabi tutuluyor. Kan testi sonucunda Anti HBs (Hepatit B’ye karşı bağışıklığı gösteren bir ölçüm) denilen değer 0-9.9 arası olması gerekirken Nona’da 1.000 çıkıyor. İşte artık polisin gözünde Nona’nın ‘aslında fuhuş yaptığı’ bu değerlerle de tescillenmiş oluyor!

Ertesi gün “bulaşıcı hastalık” sebebiyle Kumkapı Yabancılar Şube’ye teslim edilmek üzere geceyi karakolda geçirmek zorunda kalıyor Nona. Tuhaf bir şekilde, teknik bir gözaltı değil, sınırdışı edilecek göçmenler için adeta uydurulmuş, gözaltının kibarcası “muhafaza altına alma” işlemi yapılıyor. Ne vize ihlali ne izinsiz çalışma ama ‘yasadışı fuhuş yapmak’ olarak yorumlanan ‘bulaşıcı hastalık’ taşımak göçmen kadınlar için öncelikli sınırdışı edilme sebebi haline geliyor. Üstelik de var olmayan bir hastalık yüzünden…

Karakolda kaldığı gece, Kumkapı’nın köhne odalarına atıldığında kendisinin herhangi bir hastalığı olmadığını defalarca ifade etmesine rağmen, kimse onu dinlemiyor, üstelik azarlanıyor. Nona’nın sevgilisi bir arkadaşımıza ulaşıyor ve hep beraber Kumkapı’ya gidiyoruz. Yaptığımız araştırmalarda AntiHbs’nin hastalık değil tam tersine vücut tarafından üretilen koruyucu bir protein olduğunu, vücutta fazla olması ise sarılık virüsünü kapma ve hastalanma ihtimalini çok daha azalttığını öğreniyoruz. Verilen kararın yürütmesinin durdurulması ve iptali için dava açacağız ve fakat karar (fiili uygulamada “valilik oluru” olarak geçiyor) Nona’nın 17 gün Kumkapı’ya götürülmesinden sonra çıkıyor. Yani 17 gün boyunca, uygulama bir yana, hukuken Kumkapı’dan çıkma ihtimali bulunmuyor. Kendisinin neden orada tutulduğuna ilişkin sebeplerin boş bırakıldığı, matbu tebligatta, özetle,“Geri Gönderme Merkezi’ne yazılı olarak itiraz hakkına sahipsiniz. Ancak bu itirazınız, hakkınızdaki merkezde tutulma ve sınırdışı edilme kararlarının uygulanmasını ortadan kaldırmaz” deniyor. Yani itiraz da etseniz sınırdışı edileceksiniz.

17’inci gün Nona’nın sınırdışı edilmesinin gerekçesini içeren karar nihayet geliyor: “…tarihinde hastalıklı olan ve 4817 sayılı kanuna muhalefet suçundan yakalanan…”. Yürütmeyi durdurma istemli dava açıyoruz, bir hafta geçmeden Kumkapı Yabancılar Şube’deki Gürcistan uyruklu herkes sınırdışı edilip yurda giriş yasağı konuluyor, Nona dahil. Emniyete sunduğumuz dilekçeler de durduramıyor bu gidişi. Nona’yla ağlamaklı vedalaşıyoruz, umudunu yitirmemesi, davanın takibini yapacağımıza dair yaptığımız konuşmalara kendim de yabancılaşıyorum.

Nihayetinde Nona gittikten birkaç hafta sonra yürütmeyi durdurma istemimiz reddediliyor. Bu sefer Bölge İdare Mahkemesi’ne itiraz ediyoruz, yine reddediliyor. Yürütmeyi durdurma talebimiz reddedilse de açtığımız dava devam ediyor. Davayı açtıktan altı ay sonra yapılan duruşmada Anti Hbs’nin ne olduğuna dair uzman görüşü istiyoruz ve İstanbul Tıp Fakültesi, Nona’nın bulaşıcı hastalık taşımadığı, Hepatit B’ye karşı bağışıklığı olduğuna dair yazı gönderiyor ve tam sekiz ay sonra mahkeme Nona’nın sınırdışı edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesine karar veriyor. Sevinelim mi üzülelim mi bilemiyoruz. Uzun uğraşlarla Nona’nın bulaşıcı hastalık taşımadığını, ayrıca bulaşıcı hastalık taşısa da, izinsiz çalışsa da bunların insan haklarına aykırı bir şekilde sınırdışı edilme sebebi olmadığını vurguluyoruz. Nihayetinde, basit bir internet araştırmasıyla bile fark edilebilecek olan bir hataya itirazımız aylar sonra kabul ediliyor. Ancak bu kabul ne fuhuş ne de izinsiz çalışma üzerinden değil, hastalık verileri üzerinden kabul ediliyor. Şu an dava temyizde.

Bu davada Nona her şeye rağmen bir şekilde hakkını arama girişiminde bulunabildi, peki ya hukuk sistemine erişim şansı dahi olmayan diğer binlerce göçmen kadın? Avrupa’da 19. yüzyılda terk edilen zorla muayene uygulaması Türkiye’de hala devam ediyor. Hastalık taşımak ve/ya örtülü olarak ‘yasadışı fuhuş’ yapmak sebebiyle her yıl 2 binden fazla göçmen kadın sınırdışı edilmeye devam ediyor. Bir sınırdışı sebebi olarak kullanılan ‘bulaşıcı hastalık’ uygulaması göçmen kadınlara doğrudan ‘fahişe’ olarak yaklaşan ırkçı erkek zihniyeti beslerken, kadınları ise ‘sınırdışı’ korkusu ile erkek şiddetine karşı savunmasızlaştırıyor. Göçmen kadınları cezalandıran ve yok sayan bu sisteme karşı kadınlar olarak acil olarak bir söz üretmemiz gerekiyor.

Bu yazı Feminist Politika’nın 22. sayısında yer alan “Göçmenliğin kadın hali” dosyasında yayımlanmıştır.

“Türkiye Est İmpossible”*

siginmacilar-2Size bunları yazarken acaba bu devlet yüzünden kaç sığınmacı ve mülteci sağlık hizmetlerinden faydalanamadığı için ölüyor kendime soruyorum…

Martina Gaidzik

Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ve KADAV Afrika kökenli HİV pozitif ile yaşayan sığınmacı bir kadın için kalacak yer arıyordu. Tarlabaşı’nda rutubetli sobasız bir odada 18 kadın ve erkekle beraber kalıyordu. Bazı erkekler aynı ülkeden, fakat ‘düşman’ etnik gruptan olduğu için kadın kendi kimliğini saklaması gerekiyordu. Tecavüze uğramamak için… Kış aylarında kağıtsız bir şekilde Türkiye’ye gelmek için dağlardan geçerken bir erkek grubu eşyalarını ve ayakkabısını çaldığı için ayak başparmağı kangren olmuştu, kirli su içmekten ise midesi rahatsızdı. Kendi ülkesinde de, dağlarda da tecavüz uğramıştı…

Devamını Oku…

‘Bekar Bayana’ Kiralık Oda

kiralik-oda-22

Kristen Biehl

Kumkapı’da ‘bayana kiralık oda’ ilanlarının pek çoğunun arkasında aslında romantik ilişki kurma fırsatı kollamaktan çekinmeyecek olan erkekler bulunuyor

İstanbul’a yalnız olarak gelen yabancı kadın göçmenler için barınma konusu önemli sorun alanları arasında yer alıyor. Daha geçtiğimiz yılın Kasım ayında yaşanan ‘kızlı-erkekli’ evlerde oturma konusunda gündeme gelen söylemlerin yansıttığı gibi, Türkiye’nin muhafazakar toplum yapısı gereği bireylerin ‘bekar’ olarak nasıl ve kimler ile yaşadığı, toplumu ilgilendiren bir sorun alanı olarak görülüyor. İstanbul’a hem tarihsel olarak hem de günümüzde devam eden iç göçler bağlamında ortaya çıkan ‘bekar odaları’ bu algının bilinen en somut örnekleri arasında yer alır (Toksoy 2005). 1990’lı yıllar itibariyle özellikle eski Sovyet Bloku ülkelerinden İstanbul’a çalışma amaçlı gelen kadın göçmenler nezdinde de buna benzer algı ve pratiklerin üretilmeye devam ettiği söylenebilir. Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden İstanbul’a bekar olarak gelen erkek işçi göçmenlerin ilk adresi Eminönü yakınlarındaki Küçükpazar bölgesi ise (Toksoy 2005), yabancı kadın göçmenler için bu adres Kumkapı semtidir.

1960’lara kadar Ermeni ve Rum vatandaşların yoğun olarak yaşadığı Kumkapı, İstanbul’u son yüz yılda dönüştüren farklı göçlerin hem gidenler hem gelenler bağlamında bıraktığı izleri yoğun olarak taşır. Ve tarihi yarım adanın meskun alan olarak kalan nadir semtlerinden biri olması dolayısıyla da bu izlerin en somut göstergesi barınma biçimlerinin dönüşümünde gözlemlenir. Bugün Kumkapı Türkiye’ye çalışma ve/ya başka ülkelere geçiş amaçlı gelen çok çeşitli göçmen ve mülteci topluluklarına başka semtlere göreceli olarak ucuz, esnek ve erişilebilir, çalışma yerleri ve özel hizmetlere yakınlık bakımından da merkezi barınma imkanları sağlamakla ön plana çıkıyor. Dolayısıyla oda kiralama işi de gün geçtikçe yaygınlaşan, emlakçısından muhtarına, bakkalından terzisine, yerlisinden yabancısına, eski mahalle sakinlerinden yenisine pek çok insanı ev sahibi, kiracı, aracı veya devren kiracı gibi farklı konumlarda birleştiren bir sektör haline gelmiş bulunuyor. Bunu algılamak için mahallede duvarlara, ev ve dükkan pencerelerine asılan sayısız ‘kiralık oda’ ilanlarına bakmak yeterlidir. Bu işin toplumsal cinsiyet boyutu ise bu ilanların detayında gizli.

İlanlar genel olarak ‘bekar’, ‘aile’, ‘yabancı’ ve ‘bayan’ kelimelerinin bir arada veya ayrışık türevlerinden oluşuyor. ‘Bekar’ ve ‘aile’ vurguları şüphesiz Türkiye genelinde konut kiralama alanında yerlisi yabancısı herkesin karşısına çıkabilecek ayrımlardır. Fakat Kumkapı’da gözlemlenen ‘bayan’ vurgusu hem genel toplumsal cinsiyet normlarının hem de mekanın kendi içinde ürettiği cinsiyetçi ayrımcılıkların ve istismar mekanizmalarının fevkalade bir yansımasıdır. ‘Aile’ apartmanlarında dairesi bulunan mülk sahipleri genel olarak bekar kişilere ev/oda vermeyi tercih etmezler, ki burada bekarlıktan kasıt medeni durum değil, o kişinin o anda yalnız olarak yaşayıp yaşamayacağı ile ilgidir. Çünkü Kumkapı’da yerliler nezdinde bekar olarak yaşamak demek, bir yandan gerekliliğe, diğer yandan ise bir yaşam biçimi tercihine işaret etmektedir. Türkiye yaygın olarak bilindiği üzere özellikle eski Sovyet Bloku ülkelerinden gelen kadın göçmenlere ev ve bakım hizmetlerinde, tekstil atölyelerinde, konfeksiyon mağazalarında, turizm ve eğlence sektöründe kazançlı iş imkanları sağlamakta. Dolayısıyla binlerce kadın ailelerini geride bırakıp, eş ve çocuklarını geçindirmek ya da onlara daha iyi bir gelecek sunmak için Türkiye’ye geliyorlar. Kumkapı’da ‘bayana oda’ kiralayanlar da şüphesiz bu gereklilikten doğan ihtiyaca karşılık veriyorlar. Ve aslında pek çok mülk sahibi için bekar bir erkeğe ev/oda kiralamaktansa ‘bayana’ kiralamak daha kabul edilebilir görülüyor çünkü hem ailenin namusuna bir tehdit oluşturmuyorlar hem de kadın olarak mala daha iyi bakacakları ve evden çıkmaları talep edildiği taktirde ses çıkarmayacakları düşünülüyor. Kiralık ilanlarında görülen ‘bekar’ ve ‘bayan’ ayrımlarının altında yatan sebeplerden biri de budur.

Ama diğer taraftan bu ayrımın gizlediği, özellikle Kumkapı ve komşu semtlerinde göçle gelen sosyo-ekonomik dönüşümler çerçevesinde anlamlı hale gelen başka çıkarlar da bulunuyor. 1990’lı yıllar itibariyle Türkiye’ye eski Sovyet Bloku ülkelerinden gelen göçmen kadınların yerli erkekler ile flört etme konusunda rahat ve açık olduklarına dair Türkiye’de yer edinmiş yaygın kanı, Kumkapı’da barınma sektörüne de işlemiş durumda. Diğer bir deyişle ‘bayana kiralık oda’ ilanlarının pek çoğunun arkasında aslında romantik ilişki kurmayı amaçlayan ve/ya bu fırsatı kollamaktan çekinmeyecek olan erkekler bulunuyor. Göçmen kadınlar Aksaray ve Laleli gibi civar bölgelerde zaten fuhuş ve bu tür ilişkilenmelerin yoğun olması dolayısıyla sokaklarda sıkça tacize uğruyorlar. Kumkapı’da ise bu taciz durumu onları evlerinin içlerine kadar takip ediyor… Ev sahiplerinden veya birlikte evi paylaştıkları komşuları tarafından kira istememe teklifleri veya evden çıkarma tehditleri ile sürekli taciz edilen göçmen kadınlar, hatta bazen en aşırı durumlarda fuhuş çetelerine teslim edilebiliyorlar. Bazı erkekler ise, pek çoğu aslında zaten resmen evli olan, evlenme vaadinde bulunuyorlar. Ancak bu evlilikler ağırlıklı olarak dini nikahtan ibaret oluyor. Dolayısıyla Kumkapı pek çok yerli erkeğin gözünde hem bu tür ilişkileri kollayabilecekleri hem de toplumsal baskı görmeden ikinci eşlerini, metreslerini, sevgililerini barındırılabilecekleri bir yer olarak görülüyor. Şüphesiz bu tür ilişkilere sıcak bakan kadınların sayısı da çok olabilir. Bir kısmı maddi nedenlerden dolayı bu teklifleri kabul ederken bir kısmı ise gerçekten sevgi bağı ile bağlanabiliyor ya da bazen bu iki gerekçe de birbirine bağlı olabiliyor (Bloch 2011; Yukseker 2004). Fakat sebepleri ne olursa olsun, Türkiye’ye artarak yönelen göç(lerin) kadınlık ve iktidar ilişkilerini barınma gibi en temel insan ihtiyacı olan bir alanda yeniden ve çok derinden şekillendirmekte olduğu aşikardır.

Kaynakça:
Bloch, A. (2011) ‘Intimate Circuits: modernity, migration and marriage among post-Soviet women in Turkey’, Global Networks, vol. 11, no. 4, pp. 502-521
Toksoy, G. (2005) ‘Fotoğrafta Sosyolojik Göz: İstanbul’da Bekar Odaları’. Aylin Dikmen Özarslan (ed.) Sanat ve Sosyoloji. İstanbul: Bağlam Yayınları
Yükseker, D. (2004) ‘Trust and Gender in a Transnational Market: The Public Culture of Laleli, İstanbul’, Public Culture, vol. 16 (1), 47-65.

* Bu yazı Feminist Politika’nın 22. sayısında “Göçmenliğin kadın hali” dosyası içinde yayımlanmıştır.

 

Kadınlar İçin İş İlanları: Kadınlara İş Vermiyor “Lütfediyoruz”

cyber_woman_iiBir zamanlar böyük devlet bakanlarımızdan Mehmet Şimşek “Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek görünüyor” demişti. Hele bir de bu kadınların işgücüne katıldığını bir düşünsenize erkeklerimiz işsiz kalır alimallah! Bu laflar bir zamanlar yine bir devlet böyüğümüzün “Halk plajları doldurdu vatandaş denize giremiyor” lafını hatırlatırcasına buram buram ayrımcılık kokmaktadır, hem de en kötü esanslısından, cinsiyetçilik kokulu ayrımcılık.Devamını Oku…

Evdeki Teröre Karşı Direnişte Ücretli Çalışmanın Önemi

labirent “Birleşik Krallık kapsamında yapılan son araştırma gösteriyor ki, acil durumlarda 100 pound gibi bir paraya erişim imkânı olmayan kadınlar, diğerlerine oranla yaklaşık 3 misli daha fazla erkek şiddetine mazur kalıyor”
Sylvia Walby, Avrupa Birliği’nde kadına yönelik şiddet konferansı, Mart 2014

Bugün Türkiye’de, kadınların ezici bir çoğunluğu ev dışında ücretli bir işte çalışma imkânından yoksun. Ücretli bir işte çalışanlarımız ise, kendisine erkeklerden bağımsız bir hayat kuracak çalışma koşullarından yoksun. Bu yazı ile, kadınların ücretli istihdam olanaklarından dışlanıyor olmasının, erkek şiddetine karşı verdiğimiz mücadeleyi nasıl belirlediğini incelemeye çalıştık. Yazı kapsamında kullandığımız veriler, Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2008 yılında yaptığı Kadına Yönelik Aile içi Şiddet araştırmasına dayanıyor.Devamını Oku…

Sanat Dünyası ve Kadın Emeği

kadin-sanatclar-page-0Sanat(1) alanında kadın emeği üzerine konuşmak için bu alanda çalışan bir grup kadın – sanatçı, küratör, yazar, akademisyen, eğitmen, koordinatör, çevirmen – biraraya geldik. Bu alan farklı rolleri üstlenmeye açık olabildiği için ama aynı zamanda tek bir iş yaparak hayatımızı kazanmak mümkün olmadığı için birçoğumuz bu işlerin ve benzerlerinin birkaçını aynı anda yapıyoruz. Şaşalı sanat ortamında çalışma koşulları ve kadın ve erkeklerin deneyimlediği zorluklar ve sömürü bu konuda yazılan, çizilen, konuşulanlar olmasa görünmez kalacak. Çünkü üzerine daha rahat konuşabilir olan genelde sanatın düşünsel, politik veya manevi yanları. Medyada ise çoğunlukla bu işin piyasası.

Devamını Oku…

Özne olmak, Güçlenmek, Özgürleşmek: İlişkiler Üzerine Feminist Notlar*

iliskiemekcileriSelin Çağatay – Cemre Baytok

Feminist Politika’nın 20. sayısının dosya konusu “Aşklarımız, eşlerimiz: farklı ilişki biçimleri” idi. Kadınlar olarak aileye, evliliğe, anneliğe mahkûm edildiğimiz bir hayata karşı çıkışımızın bir ayağı da tekeşli, heteroseksüel birliktelikleri tartışmaya açmak, duygusal ve cinsel ilişkilerimizi feminist bir bakış açısından ele almak. Dosyamız da, bu doğrultuda, tek eşliliğin, çok eşliliğin, alternatif ilişki biçimlerinin sorgulandığı ve derinleştirildiği, erkekler ve kadınlarla aşk ilişkilerindeki farklılıkların, benzerliklerin feminist bir bilinçle değerlendirildiği, aldatma, kıskançlık, sadakat, dayanışma ve özgürlük gibi kavramların sorgulandığı yazılar içeriyordu.

Biz bu yazıda, “Aşklarımız, eşlerimiz” dosyasından aldığımız ilhamla, feminist ilişki kurma biçimi, kadın dayanışması ve patriyarkayla, heteroseksizmle mücadele gibi sıklıkla dile getirdiğimiz kimi ilkeleri tartışmaya açmak istiyoruz. Feministler olarak ilişkilerimizi özgürce yaşamamızın yolu bu ilkeleri benimsemekten geçiyor. Ancak, bu ilkelerin oluşturduğu etik-politik çerçeve, bize tekil durumlarda nasıl bir tavır alacağımıza dair bir reçete sunmuyor. İlişkilerimiz söz konusu olduğunda feminizm, kadın dayanışması ve partiyarkaya karşı mücadele somut olarak neye tekabül ediyor? Bu ilkeleri feminist bir ezber üretmekten kaçınarak nasıl düşünebiliriz ve ilişkilerimizi bunların ışığında nasıl şekillendirebiliriz? Yazımızda bu sorulara cevap vermeye çalışacağız.

Devamını Oku…

Challenging Conservative Neoliberalism in Turkey: The Socialist Feminist Collective

2014_ankara

 Selin Çağatay

The politics of gender in Turkey have undergone significant changes under the Justice and Development Party (AKP) rule. Since it came to power in 2002, the AKP carried the decades-long neoliberal socio-economic restructuring to its final stage while imposing a conservative and increasingly Islamist worldview upon social, cultural and political spheres of life. At the heart of this conservative neoliberalism lies the reorganization of gender relations towards a more profound exploitation of women’s paid and unpaid labor. On the one hand, women’s increasing employment in flexible, insecure, low-paid jobs is celebrated as “women’s inclusion in the labor market.” On the other hand, conservative discourses that sanctify motherhood and pro-family policies make sure that women remain the main if not the only providers of housework and care work. This dual process reinforces women’s double burden, as a gendered division of labor persists at home while a gender-segregated labor market becomes the economic norm.

Devamını Oku…

Erkek Şiddeti Azalmıyor, Çünkü En Önemli Yasa Hala Kâğıt Üzerinde!/Mor Çatı

mor-atMor Çatı 6284 sayılı kanun uygulamaları izleme raporunu yayınladı.

Erkek şiddetinin engellenebilmesi için uzaklaştırma ve diğer tedbirleri içeren 6284 sayılı yasa ile ilgili uygulamalar Mor Çatı tarafından 1 yıl boyunca düzenli olarak izlendi. 15 Nisan 2013-15 Nisan 2014 tarihleri arasında Mor Çatı Dayanışma Merkezi ile iletişime geçen 1377 kadın ve çocuğa ilişkin bilgiler kayıt altına alındı. Ayrıca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, İstanbul Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi, İstanbul Valiliği, Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bilgi edinme hakkı çerçevesinde soru soruldu ve elde edinilen bilgiler derlendi. [1] Hazırlanan 6284 Sayılı Kanun Uygulamaları İzleme Raporu aşağıda özetlenen sorunları ortaya koyuyor.

Aile Mahkemeleri tarafından çıkarılan kararlar, kadınların ihtiyaçlarını karşılayamadı

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından verilen cevapta, “Yasanın yürürlüğe girdiği 20.3.2012 tarihinden Şubat 2014’e kadar Türkiye genelinde 26.504 koruyucu, 183.215 önleyici tedbir kararı verilmiştir” denildi. Verilen cevapta bu tedbirleri talep eden kaç kadın olduğu bilgisi ise verilmemiştir. Aile mahkemelerinin çıkardığı kararların benzer tedbirleri içerdiği görüldü. En sık verilen tedbirler; şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmama, uzaklaştırma, yaklaşmama ve iletişim araçlarıyla rahatsız etmeme olarak tespit edildi. Kadınların kanun hakkında ayrıntılı bilgiye ulaşamamaları ve bu konuda bilgilendirilmemelerinin, haklarına erişimde zorluk yarattığı görüldü.

Kadınların “delil” sunması isteniyor

Mahkemelerin tedbir isteyen kadınlardan delil istediklerine tanık olduk. Şiddete maruz kaldığına dair delil sunamayan kadınların daha kısa süreli olarak kararlardan faydalandığını ya da hiç faydalanamadığı gözlemlendi. Daha önce şiddet uygulayan kişiyi 6284 Sayılı Kanun kapsamında uzaklaştıran ve bu süre içinde şiddet uygulayanla hiçbir şekilde iletişim kurmayan kadınlar, tekrar koruma kararı talep ettiklerinde, şiddet sürmediği gerekçesiyle ret cevabı ile karşılaştılar. Oysa birçok şiddet uygulayan için uzaklaştırma kararı etkili oluyor ve şiddet uygulayanlar, yeniden harekete geçmek için kararın süresinin bitmesini bekleyebiliyorlar. Örneğin, dayanışma içinde olduğumuz bir kadın, koruma kararı bittikten iki gün sonra, uzaklaştırılan eşi tarafından saldırıya uğradı.

Yasa şiddeti geniş tanımlıyor, ancak yasa uygulayıcılar hala fiziksel şiddet dışındaki şiddet biçimlerini risk kapsamında görmüyor. Bu nedenle yasada engel bulunmamasına rağmen psikolojik, cinsel vb. şiddet biçimlerini yaşayan kadınlar yasadan yararlanamayabiliyorlar.

Erkekler uzaklaştırma kararına uymamaları durumunda çoğu kez ceza almıyor

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bilgi edinme kanunu kapsamında sorulan soruya verilen yanıtta, 2917 şiddet uygulayan hakkında önleyici tedbir kararını ihlal etmesi nedeniyle zorlama hapsi kararı verilmiştir, dendi. Açılan dava sayısına ilişkin verilen bir yanıt olmamakla beraber, bu süre içinde verilen önleyici tedbir kararı sayısı 185.215 olarak bildirildi. Aradaki ciddi fark, şiddet uygulayanların çoğunun kararı ihlal etmediğinin değil, birçok ihlalin cezalandırılmıyor olmasının sonucu olarak görülebilir.

6284 Sayılı Kanun’dan faydalanan bir kadın, şiddet uygulayanı defalarca karakola şikâyet ettiği halde, şiddet uygulayan hakkında herhangi bir yaptırımda bulunulmadığını, şikâyetlerinden birinde kolluk yetkilisinin, şiddet uygulayanın “yolunun üstünde yaşadıkları” (aynı çevrede yaşadıkları) gerekçesiyle şikâyeti almak istemediğini de belirtti. Şiddet uygulayanın 6284 kararını ihlal etmesi nedeniyle şikâyette bulunan bir başka kadın, kolluk yetkilisi tarafından “Aslında iyi bir adama benziyor, çocuğuyla da ilgili” denildiğini ifade etti.

Kadınların şikâyetleri karakolda hala göz ardı edilebiliyor

Şiddete maruz kalan kadınların ilk adımda başvurduğu kurumların başında gelen karakollarda, şikâyetlerin kayda alınmadığı, personelin yeterli bilgiye sahip olmadığı, şiddet yaşantısından gelen kadınlara suçlayıcı tavırla yaklaşıldığı, şiddet uygulayanın lehine manüpilasyon yapıldığı, “şikâyet etsen de bir şey çıkmaz, sonra daha kötü olur” denilerek şikâyetçi olmaktan vazgeçmesinin teşvik edildiği durumlar belirlendi.

Tedbir kararı için yapılan başvuruların ikametgâhın bulunduğu yere yönlendirilmesi yasaya aykırı

6284 Sayılı Kanun’un 8. Madde’sinde “Tedbir kararları en çabuk ve en kolay ulaşılabilecek yer hâkiminden, mülkî amirden ya da kolluk biriminden talep edilebilir.” denmiştir. Buna rağmen, tedbir kararı almak isteyen kadınlara ikametlerinin bulunduğu yere başvurmalarının söylendiği görüldü. Bu durumun hem kollukta hem de mülki amirliklerde yaşanıyor olduğu belirlendi.

Görevli personel erkek şiddetini toplumsal sorun olarak görmüyor

Dayanışma içinde olduğumuz birçok kadın, karakolda arabuluculuk yapılıp şiddet uygulayanla tekrar bir araya getirilmelerine çalışıldığını belirttiler.

Kadınların kanun uygulayıcılarının ve sosyal hizmet personelinin tutumu ile ilgili sıkıntılar yaşadıkları görüldü. Kanun uygulayıcılarının kadınları suçlayıcı bir tavır içerine girmeleri ve erkek dayanışması sergilemeleri nedeniyle zorluk yaşadıklarını belirten kadınlar oldu.
Şiddete karşı mücadelede yetki verilen kurumlarda sıklıkla uygulanan yöntemlerden birinin bezdirme olduğu saptandı. Kadınların, gittikleri kurumlarda çalışanlar tarafından haklarını kullanmaktan vazgeçmeleri için eksik veya yanlış bilgilendirme ile ya da süreçte karşılaşacakları zorlukları atlatamayacakları gibi söylemlerle yönlendirilmeye çalışıldığı görüldü.

Gizlilik sağlanamıyor, kadın ve çocukların güvenliği tehlikeye atılıyor

Kanuna göre, kadın ve çocukların can güvenlikleri söz konusu olduğunda tüm resmi bilgilerinin gizli tutulması gerekirken, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bunu ihlal ettiği, “gizli kayıt” sisteminin işlemediği görüldü. Şiddet uygulayan erkekler sistemin açıklarını kullanıp çocuklarının yeni kayıt yaptırdığı okullara ulaşabildiler. Milli Eğitim Bakanlığı’nın internet sisteminde gizli kayıtla ilgili olarak hazırladığı butonun işlevinin, birçok okul yöneticisi tarafından bilinmediği görüldü.

SGK kayıtlarının gizlenmesinde de sorunlar yaşandığı tespit edildi. Kadınlar işe girdiğinde SGK kayıtları gizlenmediği için şiddet uygulayan tarafından çok çabuk bulunabildi. Kararların çıkması sürecinde hayatlarına devam etmek için mücadele eden kadınlar, çoğunlukla sigortasız işlerde güvencesiz çalışmak zorunda kaldı. Kadınlar çocuklarıyla birlikte yaşadıkları için, çocuğun kaydı gizlenmeden sağlık hizmeti alması durumunda, şiddet uygulayan kolaylıkla annenin yerini de tespit edebildi. Buna rağmen kadınların kayıtları için gizlilik kararı verilirken çocuklar için verilmeyebildiği görüldü.

Gizli kayıt yapıldığı halde, hastane randevu sisteminden faydalandığı için şiddet uygulayan tarafından yaşadığı yer tespit edilen kadınlar oldu. Şiddet uygulayanın Sağlık Bakanlığı’nın internetteki hastane randevu sisteminden ya da ALO 182 Sağlık Bakanlığı hastane randevu sistemini arayarak kadınların ve çocukların aldıkları hastane randevularını öğrenebildikleri görüldü.

Yasaya göre kadınlara verilmesi gereken maddi yardım boş vaatten öteye geçemedi.
Kaymakamlıklardaki görevliler, maddi yardımdan yararlanmak isteyen kadınlara konuyla ilgili bilgilerinin olmadığını belirttiler, nitekim kaymakamlıklarda konuyla ilgili bir birim de bulunmuyordu.

Geçici maddi yardım ile ilgili Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na sorulan soruya gelen yanıta göre, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten, dilekçenin yazıldığı 6 Mart 2014’e kadar geçen 2 yıllık süreçte, sadece 371 kadına geçici maddi yardım sağlanmıştı. Mor Çatı’ya başvuran kadınlardan 8’i bundan faydalanmak için mülki amirliklere yazılı başvurdu, 7’si bu desteği alamadı.

Kanun’da yer alan desteklerde birisi de, şiddete maruz kalan kişiye yakın koruma tahsis edilmesidir. Koruma hizmeti talep eden birçok kadın bu hizmetten kısıtlı olarak faydalanabilmiştir. Kanun’da hiçbir masraf alınmayacağı, şiddete maruz kalan kişinin masraflardan muaf olduğu belirtilmesine rağmen, kadınların koruma istediklerinde korumanın masraflarını da karşılamak zorunda olduklarının belirtildiği tespit edildi.

Kimlik ve diğer bilgilerin değiştirilmesi kadınlara yeni güçlükler getirdi

6284 Sayılı Kanun’da hâkim tarafından verilecek koruyucu tedbir kararlarından biri de kadınların Tanık koruma kanunu uyarınca kimlik ve diğer bilgilerinin değiştirilmesidir (Madde-4/ç). Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan bilgi edinme kanunu kapsamında aldığımız bilgiye göre, kanunun yürürlüğe girdiği 20 Mart 2012 tarihinden yanıtın geldiği 6 Mart 2014 tarihine kadar, 123 kadının kimlik bilgi ve belgeleri değişti. Mor Çatı’nın dayanışma içinde olduğu, kimlik değişimi için başvuran ve kanun çıktıktan kısa bir süre sonra başvuruda bulunarak bu hakkı elde eden bir kadın, başvurusunu yaptıktan 1 yılı aşkın süre sonra kimliğini değiştirebildi. Kimlik değişimi sürecinde, güvenliği sağlanamayacağı gerekçesiyle çocuğunun okul kaydı özel bir okula alındı fakat okulun masrafları karşılanmadığı için ekonomik zorluk yaşadı. Yine bu süreçte uzun bir süre çalışmasına izin verilmemesi ve verilen maddi yardımların ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde olmaması da zorlayıcı bir diğer unsur oldu. Kimliği değiştikten sonra İŞKUR’a başvuruda bulunan kadın, geçmiş iş deneyimlerinin ve eğitim bilgilerinin silinmesi nedeniyle iş bulmakta zorluk yaşadı. Uygulamadan faydalanan bir başka kadın, kimlik değişimi ile çocukların gizli kaydı da dâhil birçok sorunu çözmüş oldu. Bununla beraber, kimlik bilgilerinin değişmesinin kadın ve çocuklar için psikolojik ve teknik birçok zorluğu beraberinde getirdiği görüldü. Kimlik değişimine ihtiyaç duyulmadan kadın ve çocukların korunabileceği mekanizmaların bir an önce devreye girmesi, kanunun kadınları güçlendirmesi için oldukça önemli. Erkekler hayatlarına devam ederken, şiddetten uzaklaşan kadınlar kendilerini gizlemek ve hayatta kalmak için mücadele etmeye devam ediyor.

Şiddet Önleme Merkezleri sayıca çok az, hizmet yeterli değil

Yasa kapsamında kurulması öngörülen ŞÖNİM’lerin sayısı Türkiye ölçeğinde hala sembolik düzeyde. Oysa Sosyal Hizmet ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun kaldırılmasıyla birlikte bu alanda büyük bir boşluk doğmuş durumda. Şiddete uğrayan kadınların alabilecekleri destekler konusunda yeterli bilgiye ulaşamadıkları, bunun da erkek şiddeti ile baş etmelerini çok daha zor hale getirdiği görülüyor. Sembolik sayıdaki ŞÖNİM kadınlara yeterli sayıda sığınak, ayni ve nakdi destek, kreş desteği, mesleki eğitim desteği, iş bulma desteği sağlamakta yetersiz kalıyor.

7/24 esasına göre ve şiddete maruz kalan kadınların “oradan oraya” gitmesinin önüne geçmek için hizmet vereceği duyurulan ŞÖNİM’lere başvuran kadınların, sığınak için karakola, hukuki destek için Baro’ya, nakdi yardımlar için mülki amirliğe, iş bulmak için İŞKUR’a yönlendirildiği ve bu yönlendirmelerin de sistemli yapılmadığı, saat 5 itibariyle kendilerine destek verecek hizmetli bulamadıkları görüldü.

[1] Erkek Şiddetini Önlemede 6284 Sayılı Kanun adı ile yayınlanan izleme raporu ve  “Erkek Şiddetini Önlemede 6284 Sayılı Kanun” broşürü Mor Çatı’nın konu ile ilgili projesi kapsamında hazırlandı. Bu projeye Hollanda Başkonsolosluğu finansal destek sağladı.

Bütün Anneler ve Kızları Yazmalıydım…

sohret-baltas222Şöhret Baltaş, bütün anneler ve kız evlatlar için kaleme aldığını söylediği “Annemle Konuşmalar”ı yazarken yaşadığı ikilemleri, düşüncelerini ve feminist literatürden nasıl faydalandığını Yoğurtçu Kadın Forumu’nda kitabı vesilesiyle yaptığı konuşmada anlattı…

Şöhret Baltaş / Annemi 2009 yılında kaybettim. Yas dönemim çok uzun sürdü ve ben bunun tek başına bir yas değil, aynı zamanda bir hesaplaşma dönemi olduğunun farkına vardım. Annem ve ben hakkında düşünmeye başladım. Düşüncelerimi yazıya dökme kararı verdiğimde, aslında bir başka roman üzerinde çalışıyordum, neredeyse ilk 50 sayfası yazılmıştı ve romanın kurgusu zihnimde hazırdı. Onu olduğu gibi bir kenara bıraktım ve annemle ben’i yazmaya oturdum. Ancak karşımda bir sorun duruyordu: Ben özel olarak Şöhret ve annesi Gülsevin’in hikâyesini, bir tür yaşam öyküsünü değil; tıpkı annem ve ben gibi aşk ve gerilimle yüklü bir bağ kuran bütün anneler ve kızları yazmalıydım; çünkü özel olarak biz de aynı hikâyenin bir parçasıydık; üç aşağı beş yukarı…

 

Devamını Oku…

Güldünya’nın İlk Kitapları Hazır!

gulunya-logo1990’lı yılların sonunda ve 2000’li yılların başında Pazartesi Dergisi’ni çıkartan Kadın Kültür ve İletişim Vakfı bünyesinde yeni bir yayınevi kuruldu; Güldünya Yayınları.

Adını, 2004 yılında, iki ağabeyi tarafından sokak ortasında vurulduktan sonra kaldırıldığı hastanede yine ağabeyleri tarafından öldürülen Güldünya Tören’den alan yayınevi, kısa bir süre içerisinde kitap yayınlamaya başlıyor.

Güldünya Yayınları, feminist teori ve politika kitaplarının yanı sıra dünyanın dört bir yanından kadın hareketi ve farklı feminist örgütlenme deneyimleri, kadın biyografileri ve tanıklık derlemeleri, kadın edebiyatçıların eserlerini ve kadın sanatçılar tarafından ya da onlar üzerine hazırlanmış kitapları yayınlayacak.

Güldünya Yayınları’nın ilk kitabı Yoko Ono’nun sekseninci yaş günü şerefine yayınladığı çizim ve yazılarından oluşan, dünyada da büyük ilgi gören Meşe Palamutu/Acorn olacak

Devamını Oku…

Feminist Bir Anneler Günü Değerlendirmesi

ykf-agZeynep Kurtuluş Korkman

Anneliğin sahtekarca yüceltildiği (“anneler kutsaldır” ve “cennet annelerin ayakları altındadır”) ve bu yüceltmenin tüketime yönlendirildiği (“anneler gününü kutlamanın ve annenize verdiğiniz değeri göstermenin doğru yolu, mutfak eşyaları ve kozmetik ürünleri hediye etmektir”) bir ortamda, feministlerin anneler günü eleştirisi de bu yüceltmenin ve onun aldığı ticari formun ifşa edilmesine yöneldi.

Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 23/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 23

DOSYA: Cinsel özgürlük: Olanaklar ve sınırlılıklar
MİNİ DOSYA: #KadınKatliamıVar

4 Cumhurbaşkanlığı ve feminist siyaset / Hülya Osmanağaoğlu
5 Feminizm neoliberalizmle ne yapsın? / Simten Coşar
8 İktidar karşısında bütüncül bir feminist mücadeleye doğru / Cynthia Cockburn ile söyleşi ve çeviri: Cemile Gizem Dinçer, Özlem Çelik
10 Şöhret Baltaş’la söyleşi, Annemle Konuşmalar / Candan Yıldız
12 “Zorunlu” istihdam ve kadın: Güney Afrika ve Hindistan / Zeynep Ekin Aklar
14 Dikkat: Flört ilişkilerinde şiddetli sevgiden uzak duralım! / Türküler Erdost – Dilek Aslan
17 Kıllar, tüyler, kilolar… Ben bunlardan ibaret miyim? / Zeynep Ülgen
DOSYA: Cinsel özgürlük: Olanaklar ve sınırlılıklar
20 Cinsellik: Şiddetin kaynağı mı özgürlüğün anahtarı mı? / Müge Yetener
22 Cinsel özgürlük, kimin özgürlüğü? / Özge Demirel – Yasemin Gümüş
23 Kimin rızası, kimin arzusu, kimin bakışı? / Deniz Ulusoy
25 Çocukluk ve pedofili / Ezgi Sarıtaş
27 Bir iktidar alanı olarak çocuk bedeni ve cinsel örseleme / Yasemin Şafak
29 TCK değişiklikleri: Amaç patriyarkal pazarlıkta el artırmak! / Candan Dumrul
30 Zorla, erken yaşta evlilikler / Ekin Sönmez – Yıldız Akvardar – Işık Akyollu Denizman
32 Mutlaka bir neden bulmak gerekiyor, “Durup dururken olmadı ya bu” / Seçin Tuncel – Berna Savcı – Bilge Taş
33 Ensest tabusu ile patriyarka ilişkisine antropolojik bir bakış / İlgi Kahraman
34 Lanetlenmiş geçmişimiz, normalleştirilmiş bütün geleceklere bedeldir / Aylime Aslı Demir
36 Üç adımda “cinsel özgürlük” / Çiğdem G.D.
38 Kadınlar ensesti görmezden mi geliyor? / Berna Savcı
39 Yeni şehirli kadın, mutlu musun gerçekten? / Gül Arıkan
40 Üç-leme-aşk / Dijan Özkurt
41 Nasıl Feminist Oldum? Feminizmi kitaplardan değil kadınlardan öğrendim / Tuğçe Ercan
42 Evlenmeden çocuk yapılamaz mı? / Ceren Tuncer ile Söyleşi: Mehtap Doğan
MİNİ DOSYA: #KadınKatliamıVar
44 Kadın cinayetlerine isyandayız – hâlâ ve daima! / Filiz Karakuş
46 Feminist dava takibi ne demektir? / Deniz Bayram
48 Kadınlar iftiharla sunar: Erkek şiddetine karşı “öz hakiki savunma” / Cinayetlere İsyandayız Kampanyası Öz Savunma Komisyonu
49 Kadınlar arasında yaşanan şiddet olaylarına feminizm nasıl yaklaşacak? / Nehir Kovar – Selen Erdoğan
50 Bitti dediysem… / Selime Büyükgöze 51 “Kadınlar çözüm sürecini konuşuyor, barışta ısrar ediyor” 52 “Fotoğrafı kaldıran” kadınlar / Özlem Kaya
54 Kuzey Kıbrıs meclisinde feminist bir ses / Doğuş Derya ile söyleşi: Tuğçe Sarıgül
56 Neden vegan bir feminizm, neden feminist bir veganlık? / Gizem Aslan
58 Mor Çatı’dan: 6284 Sayılı Kanun nasıl uygulanıyor? / Açelya Uçan
60 Özgürlük mü? / S. Dilek Şentürk
61 Kitap: Kıvrımlar ve kapılar / Derya Demircioğlu
62 Türkiye’den haberler
64 Dünyadan haberler
66 Bellek: Hay Gin: Türkiye’nin son Ermeni kadın dergisi / Lerna Ekmekçioğlu

Emeğimiz, Bedenimiz ve Kimliğimiz için 1 Mayıs’ta Alanlardayız!

img_3426EMEĞİMİZ, BEDENİMİZ VE KİMLİĞİMİZ İÇİN 1 MAYIS’TA 1 mayıs alanındayız!

Emeğimiz hayatın her alanında, evde ve işte, sömürülüyor. İşyerinde cinsiyetimizden dolayı ezilen, ayrımcılığa uğrayan, aşağılanan biziz. Evde her türlü ev işinin sorumluluğu bizde. Yetmez gibi erkekler tarafından her türlü şiddete maruz kalan, tecavüz edilen, öldürülen yine biziz. İsyanımızı bağırmak için her yıl olduğu gibi bu yılda 1 Mayıs alanındayız Biliyoruz ki dayanışmamız ve mücadelemiz bizleri güçlendiriyor. Patriyarkal kapitalizme, heteroseksizme, dur demek için 1 Mayıs’ta sokaklardayız!

Ücretli çalıştığımızda daha düşük maaşla, niteliksiz, güvencesiz işlere kadınları tercih edenlere karşı, daha yoğun sömürüye karşı örgütleniyoruz. Ev dışında ücretli çalışan kadınlara, ev ve bakım işleri de eklenince, gece-gündüz, hafta sonu-hafta içi 7/24 mesaideyiz. Kadınlara rağmen SENDİKALARDA DA kararların erkekler tarafından verilmesine alışmayacağız, sendika yönetimlerinde kadınların da yer alması için, ezilenlerin de ezileni, yoksulların en yoksulu kadınların lehine politikaların hayata geçmesi için sözümüz var, isyanımız için eylemdeyiz.

Kadın ve emek düşmanı AKP iktidarına sesleniyoruz:
Aile kurmadan, yaşayamazsınız dediniz, oysa kadınlar en çok kutsal aile masalı içinde katledildi. Kutsallarınız bi bitmedi. Bu defa anne olmanın ne kadar kutsal bir şey olduğunu söylediniz ama hamile kadınları sokakta görmeye tahammülünüz bile yoktu, doğan çocukların bakımını Allaha havale ettiniz. Mevlam kayırmadı. Sizin haberiniz yoktu. Anne olmak istemeyenleri ise duymadınız. Kürtajı fiilen yasakladınız. Kadın katili oldunuz. Kadınların bedenleri üzerinden erkeklik yapamazsınız. Yasak ne Ayol!! Yasak demekle bitmiyor bi öğrenemediniz. Çok çocuk daha da çok çocuk doğurun dediniz, erken emekli ederiz dediniz ama çocuk bakımını emekten saymadınız, kreş parasını cebimizden çaldınız. Emeğimizi; güvencesiz, esnek, sigortasız ve ucuz emek saydınız. Yani biz nerede, ne zaman, nasıl istersek siz, orada çalışmak zorundasınız ve işimiz bitince de eve geri göndeririz dediler.

Erkek egemen sisteminize itaat etmeyeceğiz.

Bu yüzden kapitalizm ve patriyarkayla, heteroseksizmle, milliyetçilikle, muhafazakarlıkla, hesabımız bitmedi! Erkeklerle ve devletle hesabımız bitmedi!

Bu nedenle;
İNADINA DEĞİL
• EZİLDİĞİMİZ için isyan etmeye devam edeceğiz.
• İNANDIĞIMIZ için sözümüzü her yerde söyleyeceğiz.
• DİRENDİĞİMİZ için ücretli-ücretsiz emeğimizin hakkını savunacağız
• İTAAT ETMEDİĞİMİZ için boşanmaya devam edeceğiz.
• GÜÇLENDİĞİMİZ için kadın dayanışmasını daha da büyüteceğiz.
• MÜCADELE ETTİĞİMİZ için taleplerimizden vazgeçmeyeceğiz !
• MARUZ KALDIĞIMIZ şiddete, tacize her yerde HAYIR diyeceğiz.
• İSTEMEDİĞİMİZ yasakları delmeye devam edeceğiz.
• KURTULUŞUMUZ için örgütleneceğiz!
HER GÜN ama her gün güçlenerek SOKAKLARA çıkmaya devam edeceğiz.

Patriyarkal kapitalizme karşı, feminist mücadelenin meşalesini taşımak için 1 Mayıs’ta alanlarda olacağız.

Kendisine Tüküren Hikaye

kthCemile Özyakan Demirci

“Ellerimin arasından kayıp gittin. Bir leke kaldı senden geriye, koca bir kan lekesi. Ne çok istemiştim seni, ne çok hazırlanmıştım sana. Ne ağır sözcükmüş “hazırlanmak”. Ne çok şeye hazırlandım da, gelmediler, olmadılar, olamadılar. Şimdi neden farklı, peki?

Devamını Oku…

“Burada İlk Öğrendiğim Kelime ‘Kaç Para'”

kumkap11Aşağıda yazılanlar hemen yanı başımızda Kumkapı’da yaşanıyor. Siyah kadınlar öfkeliler. Neden mi? Okumaya devam edin…

Söyleşi: Emel Coşkun

Kumkapı’da ziyarete gittiğim evin kapısını açtığımda karşımdaki kadınlar “Kusura bakmayın biz Afrikalı kadınları arıyoruz” diyerek üst kata yöneldiler. “Evet aradığınız yer burası” dedim, içeri davet ettim. Arkadaşlarının evine gelmelerine rağmen, beni, yani ‘beyaz bir kadını’, karşılarında görünce şaşırdılar. Ürkekler, çünkü yandaki komşudan marketteki reyoncuya, banka memurundan polise kadar çoğu kişi tarafından gözle, sözle ve hatta elle tacize uğruyorlar, aşağılanıyorlar. İşyerlerinde ise sadece kölelik benzeri çalışma koşullarından değil ırkçılık, cinsel taciz ve tecavüzden de mustaripler. İşte bu yüzden siyah kadınlar öfkeliler. 

Afrika’nın çeşitli ülkelerinden Türkiye’ye gelen dört kadına burada yaşadıklarını konuştuk…

Devamını Oku…

Kürtaj hakkımızdan vazgeçmeyeceğiz, kürtaj yasakçılarına oy vermeyeceğiz!

kurtajkararAKP hükümetinin kürtaj hakkımızı yasal olarak almaya gücü yetmedi. Yasaya dokunamadı ancak bu süreçte fiili yasaklara ve engellemelere devam etti! 2012 yılından önce kadınların kürtaj yaptırabildiği hastane sayısı iyice azalmıştı. 2012 sonrasında ise AKP hükümeti adım adım kadınların kürtaj yaptırmaları için alanı daraltmaya çalıştı. Önce ikna odaları kurmayı planladı. Sonra buna bile gerek duymadan kürtajın yasaklandığını duyurdu. Gebelik fişlemesiyle kadınların gözünü korkutmaya çalıştı. 01.05.2013 tarihinde çıkardığı sağlık uygulama tebliğinde ise kürtaj –tıbbi tahliye hanesi tamamen çıkarılmıştı. Kürtaj ödemesi yapılacak bir sağlık hizmeti olmaktan çıkarılmıştı. Bu durum kürtaj yaptıran sınırlı sayıda hastanenin de devreden çıkmasını hızlandırdı. Hastane idareleri de bu durumu ‘kürtaj yasak’ diye duyurmaya başladılar.

Kürtajın gizlice yasaklandığı bilgisi kamuoyunda yaygınlaşınca kadınların tepkisinden çekinen AKP hükümeti kürtajı tekrar ücretsiz sağlık kapsamına aldı. Sağlık Bakanlığı iki gün önce “tıbbi bir hizmet bile değil” dediği kürtajı hemen ertesinde, Sağlık Uygulama Tebliği’ne (SUT) eklemek zorunda kaldı.

Soruyoruz, yapılmayan kürtajın parasını ödemek ne demek?

Kürtaj hizmeti veren devlet hastanesi kalmadığına göre ücretsiz kürtaj hakkı bir yalandan ibaret değil de nedir?

Bizi kandıramazsınız! Hemen hemen hiçbir hastanede kürtaj yapılmazken, kadınlar hastane kapısından geri döndürülürken kürtaj hakkımızı nasıl kullanacağız?

Üniversite hastaneleri ve özel hastanelerde kürtaj yaptırmak isteyen kadınların ödemesi gereken 382 TL bir asgari ücretin yarısı demek. Özel hastanelerin hastalara faturaladığı ek kalemleri de sayarsak, bu paran varsa kürtaj olabilirsin demek değil de nedir?
Parası olmayan için yine merdiven altı kürtajın yolu açılmış olmayacak mı?
Sorunumuz çözülmedi; kürtaj hizmeti veren kamu hastanesi sayısı giderek azaldı. 17 milyonluk sözde mega kent İstanbul’da kürtaj yapan sayılı hastane kaldı. 10 haftalık yasal süreye rağmen uygulamada 8 haftayla sınırlı olarak kürtajın yapılması, bu süre zarfında kürtaja erişimi adeta imkânsız hale getirdi!

Dolayısıyla acilen doğum yapan her hastanede kürtaj da yapılmalı. Kürtaj ulaşılabilir, sağlıklı ve ücretsiz bir hak olarak kurulmalı!

Yasal haktan üç çocuğa ve ardından…

Bu ülkede kürtaj 1983’den beri yasal. Aynı zamanda hem kürtaj hem de doğum kontrolü ücretsizdi. AKP hükümeti sağlığı paralı hale getirirken önce kadınların ihtiyaçlarından kısıntıya gitti, kadınların doğum kontrolüne ve kürtaj hizmetlerine doğrudan ulaştıkları AÇSAP’ları kapattı! Başlarda tümden kaldırmayıp doğum kontrol ilaç ve yöntemlerini gerçek ihtiyacı karşılamayacak şekilde azalttı.

Bugün birçok kadın “prezervatif kalmadı”, “doğum kontrol hapları haftaya gelecek” gibi nedenlerle aile sağlığı merkezlerinden eli boş gönderiliyor. Artık kadınların kaç çocuk ve hangi yöntemlerle doğuracağının kararı da Başbakana sorulacak!

Doğum kontrolü bırakılarak, baskı ve yasaklarla, “üreme sağlığı” politikalarıyla kadınlar doğurmaya zorlanıyor.

Tecavüz durumlarında, kadınların kürtaj olmasının önüne mahkeme kararıyla engeller konuluyor. Yasa 20 haftaya kadar kadının kürtaj olmasına olanak tanırken, tecavüz travması yaşayan kadınlar, savcı izni gerekçesiyle süre aşımına uğratılıyor ve kürtaj yaptıramıyor.

Tecavüz durumlarında kadınların kürtaj isteği yeterli sayılsın!

Isparta’da Nevin Yıldırım tecavüz sonucu hamile kalarak istemediği çocuğu doğurmak zorunda kaldı. Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın şu sözleri kadınların uğradığı mağduriyete hükümetin nasıl baktığının çarpıcı bir göstergesiydi: “Tecavüz gebeliklerinde doğursunlar devlet bakar!”

Son günlerde yaşanan bir diğer örnek ise 16 yaşındaki genç bir kadının tecavüze uğrayarak hamile kalmasıydı. F.T. kürtaj olmak istemiyle Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurduğunda mahkeme, “Anne yönünden sorun yaratmadığı ve başka bir zorunluluk hali olmadığı” gerekçesiyle F.T.’nin talebini reddetti.

İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi, son dönemde “Kürtaj yasaklandı” veya “Eş rızası gerekli” gibi nedenlerle kürtaj işlemi yaptıramayanlarla ilgili başvurular aldığını açıkladı. Bunun üzerine basında yer alan bir araştırmaya göre, bazı hastanelerde “Kürtaj yasaklandı”, bazılarında ise “Bekâr anne adayları dâhil tüm kadınlar için eş rızası istiyoruz,” şeklinde haberler yayılmaya başladı.

Yasada engel olmamasına rağmen bekar kadınlar eş izni gerekçesiyle mağdur ediliyor.
Türk Jinekoloji Derneği, kürtaj uygulamasının gizlice yasaklandığını belirterek,
“…kamu hastanelerinde kayıt sisteminde kürtaj işlemi için kullanılan ‘tıbbi tahliye kodu’ kaldırıldı. Sistemde kadın doğum doktorları kürtaj işlemi yapamamaktadır. Yasal olarak belirlenmiş 10 haftalık sürede kürtaj talep edenlere hizmet verilmemektedir,” açıklamasında bulundu.

Bu ülkede kadınların, birinci basamak sağlık hizmetlerinde doğum kontrol yöntemlerine ücretsiz olarak erişmeye hakkı var!

Kürtajı yasaklama girişimlerinden vazgeçmediler. Kürtaj engelleniyor!

Kadının sağlığını tehdit eden durumlarda bile yapılması zorunlu kürtajlar için üç hekim raporu ve bakanlık iznine kadar vardırıldı. Kamu hastanelerinde kürtaj yaptıramayan kadınlar sağlıksız, niteliksiz koşullarda ve yaşamlarını hiçe sayarak kürtaja razı gelmek zorunda kaldılar.

Sağlık Bakanlığı, dünyada etkili ve kadınlar için daha az yıpratıcı bir yol olan “tıbbi düşük yöntemi” için 2000 yılından beri yürütülen çalışmaları yok saydı. Yetmedi, bu ilaçları piyasadan toplattı. Oysa aynı ilaçlar, kadınların doğumları sırasında da hayati öneme sahip.
AKP’nin aile politikaları üzerinden şekillenen kadın bedeni ve cinselliğini denetleme siyaseti, kadınların doğurup doğurmama, anne olup olmama gibi kendi yaşamlarını belirleyen bir konuda karar almalarının önünde bir engel oluşturdu. Kadınların mahrem bilgileri kayıt altına alındı. Gebeliklerin sürdürülmesi konusunda psikolojik baskı uygulandı.

Sezaryen kararını da kadına ve hekime bırakmayıp bakanlıktan idare ettiler

Ücretsiz, sağlıklı, güvenli doğum kontrol ve kürtaj hizmeti sağlanmadığı, kürtaj yasaklandığı ve doğum kontrolü sadece kadınların üzerine yıkıldığı müddetçe kadınlar ölüme terk edilmiş olacak.

Doğum kontrol yöntemlerini kolay erişebilir, ücretsiz ve yaygın olarak sunmak devletin görevidir; hükümet bu hizmeti vermek zorundadır. Hükümeti imzaladığı uluslararası sözleşmelere uymaya çağırıyoruz!

Son on yılda AKP yasaya aykırı olarak kamu hastanelerinde kürtaj yaptırmamaktadır. Biz kadınlar, ücretsiz kürtaj hakkımızla birlikte kamu hastanelerinde kürtaj hizmetinin kadınlar için erişilebilir olmasını istiyoruz!

Kamu hastanelerinde kürtaj servislerinin yeniden açılmasını talep ediyoruz!

Kamu ve özel hastanelerde kürtajda 10 haftalık yasal süreye uyulması ve yasal süresinin 12 haftaya çıkartılmasını;

Evli kadınların gebeliklerini sonlandırmak istediği durumlarda eşlerinden izin isteyen uygulamanın kaldırılmasını istiyoruz!

Bütün sağlık kuruluşlarında doğum kontrol hizmeti ve kürtaj hizmeti veren birimler oluşturulmalı. Tıbbi düşük seçeneği de dahil olmak üzere her kadın duygusal ve fiziksel zorluk yaşamadan nitelikli, sağlıklı koşullarda ücretsiz kürtaj hakkına erişebilmelidir.

Kadınları doğurmaya zorlamak için yapılan baskılara, gebelik testi ile kadınları izlemeye, mahremiyet ihlallerine son verilmelidir.

Sezaryen gerekli durumlarda tercih edilecek bir doğum yöntemidir. Bu karar kadının ve hekimin kararı olmalıdır, başbakanın değil!

Tecavüz durumunda oluşan gebeliklerde kadının beyanı esas alınarak, isteği halinde gebelik sonlandırılmalıdır.

Kadınların yasal hakkı olan kürtajı engelleyen kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunuyor, yasa dışı eylemleri nedeniyle cezalandırılmalarını talep ediyoruz.

AKP politikaları nedeniyle ölecek kadınların yasını tutmadan bugün haykırıyoruz.

Kürtaj yasakçılarına oy vermiyoruz! Tüm kadınlara sesleniyoruz: Kürtaj yasakçılarına oy yok demek için 28 Mart Cuma günü mor giyip sokağa çıkıyoruz! Kürtaj hakkımızdan vazgeçmeyeceğimizi seçimlere günler kala AKP hükümetine yeniden hatırlatıyoruz.

Bedenimiz bizim, kararımız bizim, hayatımız bizim!

Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu

Kürtaj: Yasa ve Uygulama/İstanbul Feminist Kolektif

Büyük izlemek için tıklayın.

Devlet ücretsiz doğum kontrolü yöntemlerine erişimi kısıtlıyor, kürtajı uygulamada erişilmez kılıyor. Kürtaj “yasal” ama… Üç doktor imzalı sağlık raporu ve evli-bekar-dul  her kadın için “eş izni” isteniyor. Tıbbi zorunluluk yoksa sağlık güvencesi kapsamına alınmıyor… Devlet kadın sağlığını hiçe sayıyor. Konuyu etraflıca anlatan videoyu İstanbul Feminist Kolektif hazırladı.

 

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2014

indirBedenimiz, hayatımız, kararımız bizim! Aileniz sizin olsun!

Biz kadınlar, feminist gece yürüyüşümüzün 12’inci yılında yine Taksim’deyiz! Her sene burada daha da çok kadın Patriarkaya, heteroseksizme, erkek şiddetine karşı isyanımızı haykırıyoruz.

Biz kadınlar her 8 Mart’ta olduğu gibi bugün de tekrarlıyoruz!  Evde, işte, sokakta ve hayatın her alanında cinsiyetçi işbölümü ve uygulamalarını reddediyoruz!  İster tam zamanlı evde, ister ev dışında çalışalım, karşılığı ödenmemiş emeğimiz için; bütün ev işlerini ve bakım yükünü üstümüze yıkan erkeklerden alacaklı olduğumuzu her fırsatta dile getirmekten vazgeçmeyeceğiz.

Geçen 8 Mart’tan bu yana erkekler tarafından şiddete uğrayan, öldürülen kadınların hikayelerine dair haberlerin ardı arkası kesilmedi. Biz, bu hikayelerin ardında yüzyıllardır süregelen erkek egemen sistemin yattığını biliyoruz!

Ancak 11 yıldır iktidarda olan AKP hükümeti de, muhafazakar politikalarıyla erkek şiddetini besleyen adımlar atıyor. Başbakanın, “Ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum,” sözleri AKP’nin kadına bakış açısının ta kendisi. AKP kadının “fıtratı” gereği zayıf ve muhtaç olduğunu düşündüğünü söylemleriyle gösteriyor. Bu bakış açısının ürettiği çözümler ise şiddeti önlemekten uzak!

AKP, kadınların istihdamını arttırıyorum yaldızıyla, bizi hem esnek çalışmaya hem de çok çocuk doğurmaya zorluyor. AKP’nin bize vaat ettiği bir tek gelecek var: Evlilik.

Evlilik baskısı kadınların çocuk yaşta zorla evlendirilmelerine zemin hazırlıyor!

Ailenin korunması ve devamlılığını temel alan ve cinselliği üremeye indirgeyen Patriyarka ve heteroseksizm biz kadınları iki kere vuruyor, cinsel yönelimimiz ya yok sayılıyor ya da yine erkeklerin arzu ve fantezi nesneleri haline dönüştürülüyoruz.

Nüfus cüzdanlarımızın rengini mutlak cinsiyet kimliği olarak dayatan, sadece lezbiyen, biseksüel, trans kadın olduğumuz için cinsel şiddete, tacize, tecavüze, mobbinge, ayrımcılığa daha açık hale getiren erkek egemen heteroseksist düzene isyan ediyoruz. AKP’nin Nefret Suçlarıyla ilgili yasal düzenleme yaparken LGBT bireyleri koruma kapsamı dışında bırakmasını ise, AKP’nin LGBT cinayetlerini seyretmeye devam edeceğini ilan etmesi olarak görüyoruz.

 

“Her kürtaj Uludere’dir” sözleriyle düğmeye basan Başbakan’ın ve AKP Hükümetinin kürtajı yasaklayan yasa çıkarmasına karşı mücadele ederek kürtaj hakkımızın yasaklanmasına engel olduk. Fakat AKP yasal olarak yapamadığını uygulamada yapıyor. Devlet hastaneleri 10 haftalık yasal süre içinde olsa dahi isteğe bağlı kürtajda hastane kapılarından kadınları geri döndürüyor.  En son İzmir’de kürtaj butonunun kaldırılması ile kürtaja ulaşımın engellendiğini gördük.

“Kadınları şiddetten korumak” için 6284 sayılı yasa çıkalı iki yıl olmasına rağmen yasada belirtilen haklardan kadınlar yararlanamıyor. Yasada olmasına rağmen geçici maddi yardım alamıyorlar. Çocukların okula gizli kayıt yaptırma hakkı gerektiği gibi işlemiyor. Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri’nde (ŞÖNİM)  ihtiyaçlarımıza yönelik destek verilmiyor.

Sığınaktan çıkarılıp, öldürülüyoruz. “Kendi isteğiyle çıktı” deniliyor. Bunu kabul etmiyoruz!

Yargılama süreçleri erkek egemenliği üzerinden işletiliyor!  Mücadelemiz cinayette tahrik, tecavüzde rıza arayan erkek adalete karşı gerçek adalet için!

Artık kocamızdan, babamızdan, erkek kardeşimizden, sevgilimizden gördüğümüz şiddetin kader olmadığını biliyoruz! Artık ev işlerinin,  bakım hizmetlerinin kadınlık görevi olmasına itiraz ediyoruz!   Ölümü bile göze alarak bu şiddete karşı çıkıyor, erkeklere itaat etmeyi reddediyoruz!

Bu sene sokaktaki mücadelemizi Gezi mücadelesine kattık. Polis şiddetine karşı direndik. AKP’nin politikalarının yarattığı öfke bizi sokaklara döktü. Patriyarkanın savaş aracı olarak yönelttiği cinsel taciz ve tecavüz gözaltılar sırasında karşımıza çıktı.  Polisin bu erkek silahını özellikle politik kadınlara sistematik olarak yönelttiğini, kadın mücadelesini bu yolla susturmaya çalıştığını çok iyi biliyoruz. En son Gezi direnişinde de görüldüğü gibi, biz kadınlar bu baskı ve şiddet karşısında yılmak yerine mücadelemizi daha da büyütüyoruz.

Türkiye’nin son bir yılında çok şeye tanık olduk. AKP Hükümeti’nin baskısı, şiddeti, kadın düşmanı politikaları dışında yolsuzlukları da su yüzüne çıktı. Başta Başbakan olmak üzere AKP Hükümetinin politikasının özeti,  AKP’de yolsuzluk, kadınlara yoksulluk ve şiddettir.

Önümüzde yerel seçimler var. Bizim cinsiyetçi adaylara, cinsiyetçi politikaları sorgulamayan partilere verecek tek bir oyumuz bile yok! Oyumuz kadınlardan yana bir yerel yönetim için!  Oyumuz yaşadığımız mekanı, kenti değiştirmek için!

30 yıldır konuşan silahlar son bir yıldır sustu. Kürt sorununun çözümü umudunu taşıdık hep birlikte. Ancak, bu çözüm süreci ne iyi gidiyor ne de şeffaf!  Biz bu sürecin hızlanmasını, yasallaşmasını ve kadınların taraf olarak katılmasını istiyoruz! Acil çözümün ve başta ana dilde eğitim olmak üzere çözüm süreci taleplerinin birçoğunun feministlerin de talebi olduğunu tekrarlıyoruz.

Feminist gece yürüyüşümüzün 12. yılında 12 yıldır yürüdüğümüz sokaktayız. Sokaklarımızı, meydanlarımızı, alanlarımızı bizden almak isteyenlere inat! Patriyarkaya, heteroseksizme, kapitalizme,  militarizme karşı mücadele etmeye, feminist mücadeleyi örmeye devam edeceğiz.

Feminist İsyan

İstanbul Feminist Kolektif

8 Mart 2014

 

 

 

“dünyalı kadınlara çağrımızdır…”

Women gather for 8th March demonstration in Beyoglu. Women in Turkey still struggle for their rights against discrimination, oppression and patriarchal system which draw women away from political, economical and social life. They continue to raise their voices against increasing domestic violence, sexual harrasment, rape, honour killings, being discriminated because of their sexual choices. poverty, invisible labor at home, cheap labor at work and war in general.

Women gather for 8th March demonstration in Beyoglu. Women in Turkey still struggle for their rights against discrimination, oppression and patriarchal system which draw women away from political, economical and social life. They continue to raise their voices against increasing domestic violence, sexual harrasment, rape, honour killings, being discriminated because of their sexual choices. poverty, invisible labor at home, cheap labor at work and war in general.

elif can

konuya hızlı gireyim. nasıl oldu bilmiyorum. kendime geldiğimde her yer toz içerisinde. ama öyle bildiğimiz tek tabaka, uysal tozlardan değil. en az beş yıl alınmamış! tam karşıda mutfak desem değil, çöplük desem hiç değil bir yer… bunlar bulaşık olamaz. burası benim evim olamaz. bir saniye, ben neredeyim? şöyle bir bakınayım, nerede olduğumu anlayayım diye kımıldamak istiyorum ama üzerime, artık nereden geliyorsa bunlar, bir dünya kirli çamaşır devriliyor. çamaşır deryasından güç bela sıyrılıp çıkacakken tam karşıdaki yıkanmış fakat katlanmamış, katlansa bile ütülenmemiş, ütülense bile yerine yerleştirilmemiş temiz çamaşır dağıyla göz göze geliyorum. ışıldayan beyazlar bana göz mü kırpıyor öyle? renkliler “katla bizi” diye bir türkü tutturmuş halay mı çekiyor? çamaşırlar benimle iletişim mi kuruyor?

Devamını Oku…

SFK: AKP’nin ‘Makbul Kadın’ Politikasına Karşı Feminist Forum/21 Şubat 2014

AKP, kadınların bedenleri, emekleri ve kimlikleri üzerinden toplumsal cinsiyet rollerini pekiştiren politikalarına tüm hızıyla devam ediyor; “makbul bir kadınlık” tanımı yaparak birçok kadını bu tanımın dışında bırakıyor ya da bu tanıma uygun bir yaşama zorluyor. Bu yaşam aynı zamanda, heteroseksizmin farklı cinsel kimlik ve yönelimleri dışladığı ve baskı altına aldığı bir yaşam. Patriyarkanın kadınları ayrıştırma politikaları yeni değil; yüzyıllardır tüm coğrafyalarda kadınlar arasında ayrıştırıcı kategorilerin ve tanımların inşa edildiğine ya da aramızda halihazırda mevcut olan farklılıkların bizi birlikte hareket etmekten alıkoymak amacıyla manipüle edildiğine şahit olduk. Günümüzde AKP eliyle uygulanan bu ayrıştırıcı politikalara karşı, farklılıklarımızı ve ortaklıklarımızı tartışmak ve ortak bir mücadele hattının imkanlarını gözden geçirmek üzere 21 Şubat tarihinde Feminist Forum’da buluşuyoruz.

Forumumuz, geniş bir yelpaze içinde yer alan altı konuşmacının sunumlarıyla açılacak. Aşağıdaki iki temel sorunun hem sunumlar hem de forum süresince yapacağımız tartışmalar açısından yol gösterici olacağını düşünüyoruz:

– AKP’nin kadın politikalarını nasıl tahlil ediyorsunuz ve bu politikalarda hangi noktanın/noktaların öncelikli olduğunu düşünüyorsunuz? Şiddet, aile, hukuk, annelik, sosyal haklar, istihdam, kapitalizm, muhafazakarlık ve benzeri kategoriler arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?

– İlk soruyla bağlantılı olarak, AKP ile mücadele ederken hangi politikaların öne çıkarılması ve hedeflenmesi gerektiğini düşünüyorsunuz? Ortak ve etkili bir mücadele hattının hangi temelde kurulabileceğini düşünüyorsunuz?

Her konuşmacının 15’er dakikayla sınırlandırmasını umduğumuz sunumları, tartışma bölümü ve sizi de aralarında görmekten mutlu olacağımız katılımcıların söz alarak en fazla 10 dakika konuşabileceği, geniş katılımlı bir forum takip edecek. Bu son bölümde AKP’nin erkek egemen politikalarına karşı neler yapabileceğimizi ve ortak bir mücadele hattının mümkün olup olmadığını tartışacağız.

Program Akışı:
– 09.30 – 10.00 : Tanışma ve Açılış Konuşması
– 10.00 –11.30 : Sunumlar (Alev Özkazanç, Ayşe Düzkan, Feyza Akınerdem, Gökçeçiçek Ayata, Yeşim Başaran, Yeşim Dinçer)
– 11.30 – 11.45 : Çay – Kahve Arası
– 11.45 – 13.15 : Tartışma
– 13.15 – 14.15 : Yemek Arası
– 14.15 – 15.45 : Forum
– 15.45 – 16.00 : Çay – Kahve Arası
– 16.00 – 17.00 : Forum

Yer: Karaköy Mimarlar Odası
Tarih: 21 Şubat Cumartesi, 09.30
Kemankeş Cad. No:31, Karaköy/İstanbul – Avrupa, Türkiye

Sosyalist Feminist Kolektif

Bir Güneş Doğmalı Üzerimize

skount-street-art-illustrations-graffiti-1Seda Kahraman

Küçük cam kırıkları gibiydik hepimiz. Kırıklarımız kendi canımızı acıtıyor öte yandan çevredekileri rahatsız ediyordu. Oysa onların değil bizim canımız yanıyordu. Anlamamakta direndiler onlar her zaman. Masum bir sevgiyle büyümekte olan hislerimizi öldürmeye çalıştılar her daim. Yadırgadılar bizleri, suçlayıcı bakışlarla öldürdüler içimizdeki masumiyeti… Sanki dünyayı ellerinden alıyorduk. Bazılarıysa bizden çekiniyorlardı. Fark ettikleri zaman bir adım geri atıyorlardı. Onlar bizi hiç sevmediler. Kendi beden görüntüleri gibi ruhlarını da insan zannederek bizi insan sınıfından dışarıya çıkardılar. Hep yanlış olduğumuzu öne sürdüler. Bazıları vaaz vermeye çalıştılar saatlerce. Tek suçumuz inancımızdı, hislerimizdi; onlardan farklı oluşumuzdu onları kızdıran.

Devamını Oku…

Bir Sevgililer Günü Fantezisi

anatomica-red-heartElif Can

Bugün en sevildiğimiz, çok sevildiğimiz gün! Bugün kalpli yastıkların, pelüş ayıcıkların – bazen de pelüş olmayanların –, kurutulmuş ve henüz ölmüş güllerin, simlerin, pembe ve kırmızı ambalajların, yürüyen merdivenlerine felç inmiş AVM’lerin günü!

“Acaba herhangi bir şey değişmiş midir?” diye erkenden kalkıp üç yıl önce bugün bana bahşedilen kahve makinesinden kahveler içtim kana kana. Ardından yine iki yıl önce bugün teslim aldığım tost makinesinde birkaç minik tostik yaptım kendime. Tost makinesi de kahve makinesi de kırmızı. Belli ki çok seviliyormuşum, ortada en az bir adet aşk varmış. Fakat kadir kıymet bilmemişim ve bugün elimde kala kala bu kırmızı, sıcak makineler kalmış.

Devamını Oku…

Kadının Beyanı Esastır, Çünkü…

unnamedMehtap Doğan

Hayatın erkek bakışına ve erkek egemenliğine göre biçimlendirildiği, hane içinde kocanın üstünlüğünün kabul edildiği patriyarkal düzende, koşullarımızın erkeklerle eşit olmadığını biz kadınlar çok iyi biliyoruz. Ataerkil toplumun yarattığı korkunç sonuçları hafifletmek amacıyla, “taciz ve tecavüz suçlarında kadının beyanı esastır; aksini ispat erkeğin yükümlülüğündedir” ilkesini benimsiyoruz.

Devamını Oku…

Uçurumda Ruh İntiharı Sayıklamaları

gocmen1

Ortadoğulu göçmen bir ailenin tek kızı olarak Türkiye’de büyüdüm. Çocukluğum ve ilk gençliğim ailemle birlikte geride bırakılanlara bakarak geçti. Yedi-sekiz yaşlarımdayken yalnız başıma odamın penceresinden, evin yakınlarındaki havaalanından kalkan uçaklara iyice ufalıp gözden kayboluncaya dek bakar, ülkeme döndüklerini ve beni de götüreceklerini hayal ederdim.

Devamını Oku…

Nerden Baksan Tutarsız!/İstanbul Feminist Kolektif

tayyipsiz_tacizsizİstanbul Feminist Kolektif’ten Başbakana: Sen konuştukça kadının beyanı esas olmaktan çıkıyor. Sen sus kadınlar konuşsun!”

Başbakanın açıklamalarına karşı İstanbul Feminist Kolektif’ten yapılan açıklama şöyle:

“Biz feministler, Kabataş’ta başörtülü bir kadının saldırıya uğradığı beyanını duyar duymaz bu saldırıyı kınadık ve kadınlar arası dayanışma gösterdik. Çünkü, “kadının beyanı esastır” ilkesini benimseyen ve bunun mücadelesini veren kadınlar olarak, kadının kim olduğuna ve suçlamanın içinde bulunduğumuz Gezi direnişine yönelmiş olmasına bakmaksızın, yapmamız gereken buydu. Bir kadın tacize uğradığını beyan ettiğine kadının beyanını doğru kabul edilmeli ve aksi kanıtlanana kadar bu kabulün gerekleri yerine getirilmelidir.

Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 22/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 22

DOSYA: Muhafazakârlık: Patriyarkanın sağ kolu

4 İktidar karşısında bütünsel bir feminist mücadeleye doğru / Cynthia Cockburn ile söyleşi ve çeviri: Cemile Gizem Dinçer – Özlem Çelik
6 Özne olmak, güçlenmek, özgürleşmek: İlişkiler üzerine feminist notlar / Selin Çağatay – Cemre Baytok
8 Kadın sağlıkçılar için kalite ve performans: GülümsEMEK / Aslı Davas
10 Perçinci Rosie / Saadet Kıcır 12 İnsanın içindeki sürgünün götürdüğü yer… Sıfır noktası… / Mahinur Şahbaz
DOSYA: Muhafazakârlık: Patriyarkanın sağ kolu
14 Muhafazakârlık: Patriyarkaya her daim yandaş / Yasemin Özgün
16 Hayat tarzı siyaseti üzerine / Nükhet Sirman
18 Hayat tarzı mı, hayatın kendisi mi? / Feyza Akınerdem
19 Fetüsün yaşam hakkını savunanlar, aslında neyi savunuyor? / Sakine Günel
21 Neoliberal muhafazakârlık ve toplumsal cinsiyet: Orta ve Doğu Avrupa deneyimleri / Selin Çağatay
24 Yeni muhafazakârlığın cinsel siyaseti / Yeşim Dinçer
26 Şu fıtrat dedikleri… / Deniz Ulusoy
28 Muhafazakârlığa karşı feminizm / Handan Koç
30 Kemalist muhafazakârlığın modern mağdurları: İclal, Aysel, Oya ve diğerleri… / Kıvılcım Turanlı
32 Modanın muhafazakâr hali / Söyleşi: Sezen Yalçın
34 Yoksa siz hâlâ annenizin muhafazakârlığını mı? / Hazal Halavut
36 Sorusu olan var mı? / Hasbiye Günaçtı
38 “İsimlerin de cinsiyetleri var” / Ali Arıkan ile söyleşi: Mehtap Doğan
MİNİ DOSYA: Göçmenliğin kadın hali
41 Kağıtsız olmanın dayanılmaz ağırlığı / Emel Coşkun
43 “Türkiye est impossible” / Martina Patrizia Gaidzik
44 ‘Bekâr bayana’ kiralık oda / Kristen Biehl 46 Bir sınırdışı sebebi olarak ‘bulaşıcı hastalık’ / Perihan Meşeli
47 Her mültecinin içinde bir gül ağacı boylanır / Sema Merve İş
48 Sığınakta göçmen kadına yer yok / Merve Çağşırlı
49 “Bir sosyal sorumluluk projesi hedefi” olarak Mor Çatı / Selma Toluay
51 Nasıl Feminist Oldum? Canım Kadınlar / Gül Arıkan
52 e haliyle kadınlık halsizlikleri / Elif Can
53 Bir feministin kafa karışıklıkları / S. Dilek Şentürk
54 MelodiKA müzik kolektifi / Söyleşi: Gand
56 Kitap tanıtımı
57 Öfkeli protestolarda neden orta yaşlı kadınları göremiyoruz? / Melissa Benn, Çeviren: Büşra Ul
58 Yolun sonu deniz… / Esra Özban – Cemile Gizem Dinçer
60 Yerel seçim, kimin için? / Nihal Şirin Pınarcıoğlu – Begüm Acar
62 Türkiye’den haberler
64 Dünyadan haberler
66 Hiç Şaşırmadık! 8 Mart’ta yine erkek şiddeti

Rıza

childbride2Özgür Can

Kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesi konumuz. Aslında bu konunun varlığı bile insanı insan olmaktan utandırmaya yetmeli. Ama malesef öyle olmuyor.

Ne oluyor? Görüyoruz işte, “zorlama yok” deniyor, “adamlar pedofoli (hasta)” deniyor, “geleneklerimiz, göreneklerimiz” deniyor… Psikoloji ve geleneksel kodlarla durumu hoş karşılamasak da, anlamamız bekleniyor. Oysa yok bunun anlaşılacak bir tarafı.

Mesele sadece psikoloji alanına devredilemeyecek kadar kapsamlı. Düğünü yapanlar, anneler, babalar.  Çil çil altın takanlar hala, dayı, teyzeler. Şıkır şıkır göbecikler atanlarsa karşı komşular olunca, öyle “adam pedafoliymiş” demekle yırtamıyoruz malesef…

Mahallenin, köyün, yörenin, her neresiyse imamı da hazır. 3 kulvuallah, 1 elham, dinimiz, amin. Olay anında görünmeseler de, ne dolaplar döndüğünü çok iyi bilen koca koca savcılar, ailenin birlik ve bütünlüğü için özel tahsis  edilmiş akla zarar bakanlar… Hepsi ortağı bu törenle tecavüzün.

Kimse “yok bu iş olmaz, izin vermem”  demiyorsa,  meselenin hastalık olarak lanse edilmesi saçma. Herşey hazır; etimolojik, antropolojik, otantik ortamlar.  Öyle bir hava var ki, kız çocuklar “koca, koca” diye yanıp tutuşuyor… Ee ne yapsın erkek de dahil zavallı köy halkı kızı memnun etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ayol koskoca bilmem ne abi savuruyor orta yerde göbecikleri, biz hala vır vır…

Biz feministler kızın bu hakkını gasp ediyoruz…

Pardon ama, küçük kız çocuklarının rızasını ne zamandan beri başınızın üstünde tutuyordunuz? Kız çocukları hastalansa, okumak istese, yapmadığınızı bırakmazsınız; ama evlenecekse  telli duvaklısınız. Ne de olsa iyi niyet taşlarıyla döşenmiş insanlığınız bu hususta, insanın anası-babası ona kötülük yapmaz değil mi?

İşte bizim tüm bu iyi niyetten ve hatta destekten hiç haberimiz yok, haksızlık ediyoruz değil mi? Sonuçta evlilik bir halı, ver altına tüm pislikleri gizlesin… Hakikaten de evlenecek o küçük kıza sorsan, “rızam yok” demez. Zorlasan dahi demez… Neden demez?  Çünkü bunu demesinin bedeli var. Dayak var, ceza var, öldürülmek var, dışlanmak – kovulmak var. Bu mu rıza? Erkek egemen sistem mi rıza? Kim bu Rıza… Ah ulan Rıza…

Lay lay lom, nenem dedemle, annem babamla örnekleri bitmez. Kime sorsan var böyle yakınları… Tabi hikaye yıllarca sonra dinlenirken, kimse kendi hayatının acılarını söylemek istemiyor. Hani o ailenin birlik bütünlük, birbirine bağlı, birbirine zarar vermek istemez görüntüsüne zeval vermek istemiyor. Ton ton ninenizin, minnoş dedenizden çektiğini, babanızın, annenize neler yapmış olabileceğini aklınıza getirmek istemezsiniz. Kim ister ki? Bildiğimiz şu ki; bir kadın mutlu bir aile tablosu verdirmek için yetiştiriliyor.

Kimin tarihi, kimin geleneği, yazılan tarihin erkek olduğu, kültürlerin belirleyicisinin erkekler olduğu yalan mı? Bunu bilmeyelim mi?

Küçük bir kız çocuğu istediği için veya  istemek zorunda bırakıldığı için, onunla birlikte olmanın adı da tecavüzdür beyler. Bunu isteyen kıza “lapin” atlarsanız siz de tecavüzcü olursunuz. Aklıselim düşünen, olgun, deneyimli ve büyük olansanız; küçük kız çocuklarının bu konudaki isteklerini suistimal etmeye, pişmalığa çevirmeye hakkınız olamaz.

Kadın Düşmanı Barolara Çağrı

barokadindusmaniAvukat Candan Dumrul hakkında Ankara Barosu’nun açtığı soruşturmayı protesto ettiler.

Ankara Kadın Platformu üyesi kadınlar Ankara Adliyesi önünde bir araya gelerek Fethiye davasında tecavüz sanıklarının avukatlığını yapan Muğla Barosu Başkanı Mustafa

İlker Gürkan’ın şikayeti üzerine Ankara Kadın Platformu üyesi avukat Candan Dumrul hakkında Ankara Barosu’nun açtığı soruşturmayı protesto etti. Kadınlar basın açıklaması sonunda “Biz de Candan gibi düşünüyoruz, o halde bizi de soruşturun” dedi ve kendilerini ihbar etti.

Fethiye davasında tecavüz sanıklarının avukatlığını yapan Muğla Barosu Başkanı Mustafa İlker Gürkan’ın 11 Ocak 2012 günü Uluslararası Hukuk Kurultayı’na konuşmacı olarak çağrılması üzerine, Ankara Kadın Platformu üyesi tüm kadınlar, Ankara Baro Başkanlığı’na gönderilen faks sonuçsuz kalınca, kurultaya katılarak adı geçen konuşmacıyı protesto etmişti.

Bu protestoda Ankara Kadın Platformu adına konuşma yapan Av. Candan Dumrul’u Ankara Barosu’na şikayet eden Mustafa İlker Gürkan’ın başvurusu üzerine Ankara Barosu Gürkan’ı haklı bularak Dumrul hakkında soruşturma başlattı.

Ankara Kadın Platformu üyesi kadınlar bugün Ankara Adliyesi önündeki basın açıklamasında, “Biz kadınlar bugüne kadar her gün giderek artan yeni tecavüz, taciz ve kadın cinayetlerine karşı adliye önlerinde, mahkeme salonlarında, alanlarda mücadele ederken şimdi de Barolara karşı mücadeleye başlıyoruz.” dedi.

BAROLAR KADIN DÜŞMANLIĞI YAPIYOR

Açıklamada Çanakkale’deki bir taciz davasında da Kültür Sanat Sen Kadın Sekreteri Deniz Özsaygı’ya yönelik benzer bir sorulturma başlatıldığını vurgulandı: “Tecavüz sanıklarının avukatlığını yapanları düzenledikleri kurultaylarda konuşmacı yapanlar bu yetmezmiş gibi tecavüze, tacize karşı mücadele eden kadınları da soruşturmaya kalkıyorlar. Üstelik bu olayın bir benzeri Çanakkale’deki taciz davasında Kültür Sanat Sen Kadın Sekreteri Deniz Özsaygı’ya Çanakkale Baro Başkanı tarafından sendika üyelerinin uğradığı tacize karşı mücadele ettiği için hakkında dava açmak kaydıyla yaşatılıyor.”

GELİNCİK PROJESİ BUNLARIN ÜSTÜNÜ ÖRTMEYE YETMEZ

Kadınlar açıklamanın ardından “Biz de oradaydık” diyerek kendilerini ihbar etti: “Candan DUMRUL ve Deniz ÖZSAYGI tecavüze, tacize, kadına yönelik her türlü şiddete karşı mücadele eden kadınları ve kadın dayanışmasını engellemek maksadıyla seçilmişlerdir. Ancak nafiledir, korkunun ecele faydası yoktur. Ne Gelincik projeleri, ne de Baro yönetimleri biz kadınları ve dayanışmamızı engelleyemez. Burada soruşturulmak istenen Candan DUMRUL değil, bütün kadınlardır. O nedenle basın açıklamasından sonra hepimiz Ankara Barosu’na “Biz de oradaydık, biz de Candan gibi düşünüyoruz, o halde bizi de soruşturun” diyeceğiz ve kendimizi ihbar edeceğiz.”

Açıklamanın tamamı şöyle:

Sadece bu ülkede yaşayan kadınlar olmakla bile biliyoruz ki, cinsel saldırı davalarında failler değil, kadınlar yargılanır. Kadınlar “yollu’’ olmakla, “komplo’’ kurmakla suçlanırlar. Erkek sanıklar ise her zaman saygın ve suçsuzdurlar. Tıpkı Fethiye davasında olduğu gibi…

Kamuoyunun yakından takip ettiği bu davada 2007 yılında ilaç verilip uyutularak 2’si çocuk 8 kişinin tecavüzüne uğrayan kadın arkadaşımız maruz kaldığı travma nedeniyle hafıza kaybına uğramış, psikiyatrik yardım alıp olayın ayrıntılarını hatırlayınca tecavüz sanıkları hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Savcılık tecavüz zanlılarının “saygın kişiler oldukları, tecavüz gibi adi bir suçu işlemeyecekleri’’ gerekçesiyle dava açmamıştır.

Kadınların mücadelesi sonucu açılan davada sanıkların avukatlığını Muğla Barosu başkanı Mustafa İlker Gürkan üstlenmiştir. Bakanlık zorlaması ile açılmış olan bu davada Gürkan’ın Baro Başkanlığını sürdürürken sanıkların vekilliğinin üstlenilmiş olması, mağdurun adil yargılanma hakkının sınırlarını daraltan, avukatlık mesleğinin bağımsızlığına gölge düşüren siyasi bir tercihtir.

Zira Baro başkanı davanın vekiliyken, mağdura adli açıdan yardımcı olmak görevini üstlenebilecek Muğla Barosu Kadın Hakları Komisyonu’nun bu görevi tarafsız biçimde yapamayacağı açıktır.

Ayrıca mağdura zorunlu vekil tayin etme görevi de bulunan Baro’nun başkanının, sanıkların avukatı sıfatıyla bu görevi yapması hem etik bir problem hem de adalet duygusunu yaralayıcı bir husustur.

Baro Başkanı mağdur kadın arkadaşımızın adalet hakkını sınırlamakla kalmamış, mahkeme önünde demokratik eyleme katılan kadınları polise işaret ederek, gözaltına alınmalarını sağlamaya çalışmış, uyguladığı baskının sınırlarını dayanışan kadınlara doğru genişletmiştir.

Sanık savunmalarını mağdur kadının anne babası boşandığı için dengesiz ve iftira atmaya yatkın oluşu üzerine kurarak da siyasi duruşunu netleştirmiş, boşanmış anne baba çocuklarını potansiyel komplocular olarak işaretlemiştir.

Üstelik Muğla Baro Başkanı Mustafa İlker Gürkan, savunmasını yaparken mağdur kadının tüm özel hayatını, anne-babasının boşanmış olmasından, kullandığı ilaçlara kadar didik didik etmiş, yaşadığı psikolojik sorunlar nedeniyle böyle bir suç uydurduğunu ima etmiş, tanık sıfatıyla dinlenecek olan annesini tehdit etmiş, bunula da yetinmeyerek mağdur kadının çeşitli gazete ve dergilerde cinsel suçlarla ilgili yazılar yazmasını mahkemeye dedil olarak sunmuştur.

Muğla Barosu Başkanı ve sanıkların avukatı Mustafa İlker Gürkan’ın 11.01.2012 günü TBB Özdemir Özok Kongre Merkezi’nde düzenlenen Uluslararası Hukuk Kurultayı’na konuşmacı olarak çağrılması üzerine, Ankara Kadın Platformu üyesi tüm kadınlar, Ankara Baro Başkanlığını bilgilendirmek üzere bir faks göndermişler, ancak programda bir değişiklik olmayınca, Anayasa’dan ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden kaynaklanan haklarını kullanarak konuşmayı protesto etmişlerdir.

Mustafa İlker Gürkan’ın son marifeti, Ankara Kadın Platformunun bir üyesi sıfatıyla protesto metnini okuyan Candan Dumrul’u Ankara Barosu’na şikayet etmek olmuş, ardından Ankara Barosu tarafından soruşturma açılmıştır.

Fethiye davası mağdurunun adil yargılanma hakkını savunmayı ve insan hakları kavramının içeriğinin boşatılmasına dikkat çekmeyi amaçlayan bu protesto eylemi aynı zamanda avukatlık mesleğinin onurunu korumaya da yöneliktir.

Ankara Barosu gibi hukukun üstünlüğünü savunması beklenen bir sivil toplum kuruluşunun, demokratik protesto hakkını kullanan bir kadına açtığı dava, biz kadınlar açısından ibret vericidir.

Baroların üyeleri üzerindeki disiplin yetkisi sadece mesleki alandaki faaliyetleriyle sınırlı olup, Candan Dumrul’un bir kadın olarak katıldığı protesto eylemi nedeniyle soruşturulmak istenmesi tek kelimeyle abesle iştigaldir.

Demokratik bir hakkın kullanımından ibaret olan bir eylemi yargılamak, katılan kadın vatandaşı soruşturmak, otoriter, baskıcı, vesayetçi zihniyetin uzantılarıdır. Ankara Barosu’nun vardığı vahim nokta açısından son derece dikkat çekicidir.

Bu olayın bir benzerini Çanakkale’deki taciz davasında Kültür Sanat Sen KadınSekreteri Deniz Özsaygı yaşamıştır. Sendika üyesi bir kadına cinsel saldırıda bulunan amirin avukatı olan Çanakkale Baro Başkanı N.Ç. davasından çıkan kararı toplum vicdanını yaralar nitelikte bulduğu yönünde bir açıklama yapmıştır. Deniz Özsaygı’nın bu çelişik durumu eleştirmesi üzerine Çanakkale Baro Başkanı, kendisine dava açarak karşılık vermiştir.

Kadına yönelik şiddetle mücadele etmek samimiyet ve tutarlılık ister. Ancak kadına yönelik şiddetle mücadele etme amaçlı Gelincik projesini yürüten Ankara Barosu’nun bu soruşturmayı başlatmadaki tutumuyla kadına yönelik şiddetle mücadele konusundaki samimiyeti de ortadadır. Biz biliyoruz ki, kadına yönelik şiddet sadece lafta kalan prestijli projelerle önlenemez. Kadına yönelik şiddet, bunun karşısında mücadele eden kadınları cezalandırmakla da önlemez, bilakis bu şekilde sürdürülür.

Başından beri iktidarın, suçluları korumak, mağdurun mağduriyetini arttırmak için her türlü çabayı gösterdiği bu süreçte, Ankara Barosu’nun aldığı tavrı kınıyor, demokrasi ve adil yargılama hakkına saygı göstermeye, yetki sınırlarını aşmamaya çağırıyoruz. Ankara Barosu’na varoluş nedenini ve savunmakla sorumlu olduğu insan haklarını hatırlatıyor ve soruşturmanın hemen sona erdirilmesini istiyoruz.ddet sadece lafta kalan prestijli projelerle önlenemez. Kadına yönelik şiddet, bunun karşısında mücadele eden kadınları cezalandırmakla da önlemez, bilakis bu şekilde sürdürülür.

O nedenle basın açıklamasından sonra hepimiz Ankara Barosu’na “Biz de oradaydık, biz de Candan gibi düşünüyoruz, o halde bizi de soruşturun” diyoruzve kendimizi ihbar ediyoruz.”

Uçan Süpürge

 

Can Başkent’e Cevap; Biber Acıdır..

canÖzgür Can – Feminist

Birikim dergisinde çocuk gelinlere ilişkin Metin Solmaz bir yazı paylaşır. Merin Sever gerekli cevabı verir. Bence mevzu kapanır.

Fakat sonra  “benim bedenim, benim kararım” sloganının da yanlış olduğunu yazıya iliştirmiş olan Metin Solmaz’ın makalesine destek gecikmez, gelir.  Can Başkent aylardır içinde tuttuğu, belki bazı kişilerle paylaştığı konuyu, Birikim aracılığıyla tekrar gündeme taşır.

Devamını Oku…

Barış İçin Kadın Girişimi Çözüm Süreci Raporu

rozetBarış İçin Kadın Girişimi, kadınların çözüme ve barışa dair beklentileri, talepleri, gerekli yasal düzenlemeler, savaş hakikatleri ve güvenlik reformu konularının yer aldığı, kadınların barış sürecine yaklaşımlarını ve çözüm için önerilerini sundukları raporu açıkladı. ‘Barış İçin Kadın Girişimi Çözüm Süreci Raporu’nu paylaşıyoruz:

Devamını Oku…

Mutfak Cadıları Ocak 2014 bülteni çıktı!

mutfak_cadilari_cilt-1-1Mutfak Cadıları’nın Ocak 2014 sayısında ele aldığımız konular şöyle;

2003 yılında uygulanmaya başlanan Sağlıkta Dönüşüm Programı özellikle kadınların yoğunlukta olduğu sektörde güvencesiz ve esnek çalışma biçimlerini dayatıyor.

Kadınların kısmi zamanlı çalışmayı seçmesi, gerçekten kadınların özgür iradeleriyle yaptıkları bir seçim mi?

Gözümüz aydın, sonunda Anne Üniversitesi de açıldı…

Sağlık Sen’in “Sağlıkta Kadın Çalışan ve Sorunları” araştırması sektörde kadınların maruz kaldığı cinsiyete dayalı ayrımcılığı gösteriyor.

Sağlıkta Dönüşüm ve Kadın Emeği

hemsire2003 yılında uygulanmaya başlanan Sağlıkta Dönüşüm Programı 1980’den beri hedeflenen reform hamlelerini seri bir biçimde yaşama geçirmiştir. Kadınların yoğunlukta olduğu ve giderek feminize olan sağlık sektörü; neoliberal politikaların paralelinde özelleştirme sürecini yaşamaktadır. Reform adı altında devlet sağlık alanında özel sektörü teşvik etmektedir. Sağlık hizmetlerinin metalaşmasına yol açan sağlıkta yeniden yapılanma süreci, sağlık sektöründeki tüm meslek mensuplarının çalışma koşullarını ve istihdam şekillerini dönüştürmüştür. Devamı için

Kadınların Kısmi Zamanlı Çalışması Tercih mi Zorunluluk mu?

images_ksmiKadınların kısmi zamanlı çalışmayı seçmesi, gerçekten kadınların özgür iradeleriyle yaptıkları bir seçim mi, yoksa dayatılan ev ve bakım emeğinin kadınlara başka bir seçenek bırakmamasından mı kaynaklanıyor? Örneğin, kamu kreşlerinin özelleştirildiği, mevcut çalışan ücretlerinin yüksek kreş ve bakıcı giderlerini karşılamaya yetmediği ve erkeklerin ev içinde hiçbir sorumluluk üstlenmediği toplumsal bir iklimde kadınların evden, kısmı zamanlı işlerde daha kısa süreli ve düşük ücretlerde çalışması gerçek bir seçim olarak değerlendirilebilir mi? Kısmi zamanlı çalışmanın güvenceli hale getirilmesi, tam zamanlı güvenceli işlerin getirdiği avantajların yerini alabilir mi, kadınların aileye olan bağımlılıklarını aşındırarak, kadınları ücretsiz ve ücretli iş yükümlülüklerinin kıskacından kurtarabilir mi? Bu soruları, AKP hükümetinin de zaman zaman referans verdiği, iş ve aileyi uyumlaştırma politikalarıyla birlikte güvenceli esnekliğin de bir norm haline gelmeye başladığı Avrupa ülkelerinden örneklerle cevaplayalım. Devamı için

Anne Üniversiteleri: Masumiyetten Uzak Bir Adım

anne-universitesi-nde-dersler-basladi-4012942_oEğitim şart dediler, annelik en zor meslek dediler…
Değerler dediler, hayırlı evlatlar dediler…
Kadın değil anne dediler, aile dediler…
Tv programlarını yapmak, gazete çıkarmak, kurs vermek, kadın bakanlığını kaldırmak vs yetmedi; sonunda Anne Üniversitelerini de açtılar…

İlki İstanbul’da 2012 yılında Esenler Belediyesi Şehir Düşünce Merkezi ve Yıldız Teknik Üniversitesi işbirliği ile başladı. Dediklerine, yazıp çizdiklerine göre üniversite (!) iki dönemi arkasında bırakmış,  üçüncü dönemi başlamış.

İkincisi ise Ankara’da Büyükşehir Belediyesi ve Gazi Üniversitesi işbirliği ile geride bıraktığımız Kasım ayında açıldı. Devamı için

Sağlıkta ayrımcılık var; cinsel taciz ve şiddete karşı önlem alınmıyor

Sağlık Sen’in “Sağlıkta Kadın Çalışan ve Sorunları” başlıklı araştırma, sektörde kadınların karşı karşıya kaldığı sorunları bir kez daha açığa çıkardı. Devamı için

Ayda bir elektronik bülten olarak yayınlanır.

Her türlü katkı, görüş ve eleştiri için: sosyalistfeministkolektif@gmail.com

 

 

 

 

 

Çocuk Gelinler Cehennemi

muhtarDursaliye Şahan 

Türkiye’de ne var? Örneğin DASK var. Zorunlu Deprem Sigortası. Ev alırken veya miras kaldığında bile tapunuzu alabilmek için yaptırmak zorundasınız. Hatta afet sonrası ödeme yapılmayan köy evlerine bile getirilmiş. Üstelik köylerde şehirdeki evlerin 5 misli prim alındığı söyleniyor.

Bu sigortadan kaçış yolu?

Diyelim ki yeni evinize su veya elektrik bağlatmak istiyorsunuz. Elektrik veya Sular İdaresi sigorta fotokopisini mutlaka dilekçenin altında görmek istiyor. Yani kaçma ihtimali sıfır. Pardon! Bir yolu var aslında. Mülkten vazgeçmek.

Şimdi gelelim şu haberlerde tekerleme haline gelen; çocuk gelinler konusuna.

Devamını Oku…

Pis Kokulu Gül Bahçesinden Kaçış

rose_thorndeniz can 

 ‘peitho,
aphrodite’nin
baştan çıkaran kızı,
şaşırtıyorsun
biz aşık olan ölümlüleri’*

 kadınlarla ilişki yaşamaya ya da ilişkilenmeye dair tarihim, geç ergenlik denilebilecek dönemlere denk geliyordu. aslında ilişkilere ve cinselliğe dair sorgulamalara paralel de olan bir dönemdi bu. kadınlarla ve de feminizmle tanışına kadar, tek eşli heteroseksüel ilişkiler dışındaki tüm ilişki biçimleri benim dışımda ya da fantezi dünyamın içindeydiler. bunu da farketmem -ya da şöyle diyelim- kendime itiraf etmem de, ilk kez bir kadınla yakınlaşınca oldu.

Devamını Oku…

Bütün “Dar Alanları” Genişletmek İçin…

feminaBaşlarken…

Bu metin aracılığıyla bir çağrı yapmak istiyoruz. Birlikte düşünmeye, fikir üretmeye ve tartışmaya çağrı! Bizim metnimiz aklımızdaki soruları ortaya dökmenin ilk adımı olsun, isteyenler de bu tartışmaya kendi metinleriyle katılsınlar ve birlikte bir tartışma inşa edelim istiyoruz. Çünkü konu çok çetrefilli!

Konumuz “özel”, kişisel, duygusal, cinsel ilişkiler. Üstelik bunların belirli bir siyasi çevre içinde olanları! Pek çoğumuzun, geçtiğimiz günlerde sosyal medyadaki bir “erkeklik” ifşası ve ardından gelen özür/özeleştiri vesilesiyle haberdar olduğu bu tartışma, aslında uzun zamandır “biz bize” yürüyen, devam eden bir tartışma. (Bu “biz bize” halini birazdan açacağız.) Meselenin gündeme geliş biçimi sol çevrelerde yazıp çizdikleriyle tanınan bir erkeğin ismi üzerinden olsa da, bu münferit ya da tekil bir olay değil. Yani tek bir erkek tarafından ya da tek bir kez yapılıvermiş bir olay değil. Bu son olayda sosyal medya üzerinden adı ve yaptıkları kamusallaştırılan erkeğin aynı davranış biçimini çok sayıda ilişkide sergilemiş olmasına karşın ancak ifşa ve teşhirden sonra “hatasını anlamış olması” ve kamusal özründe/özeleştirisinde belirli bir siyasi çevre içinde bu meseleleri tartışmanın güvenilir politik mekanizmalarının geliştirilmesini dilemiş olması, ilişkiler üzerine bu tartışmayı kamusal olarak başlatmak için iyi bir “fırsat” oldu. Bu “fırsatla” ilgili bir özeleştiriyle başlayalım öyleyse.

Devamını Oku…

Sağlıkta Cinsel Taciz ve Şiddete Karşı Önlem Alınmıyor

A US Army doctor examines a patient.

A US Army doctor examines a patient.

Sağlık Sen’in “Sağlıkta Kadın Çalışan ve Sorunları” başlıklı araştırma, sektörde kadınların karşı karşıya kaldığı sorunları bir kez daha açığa çıkardı. 

Araştırma, 30 ilde 1360 kadın çalışanın katılımı ve yüzyüze görüşme metoduyla gerçekleştirildi. Sonuçlara göre, sağlık çalışanı kadınların;

– Yüzde 79,3’ü Türkiye’de, yüzde 43,6’sı çalıştığı kurumda cinsiyete dayalı ayrımcılık olduğunu düşünüyor.

– Yüzde 58’i cinsiyetinden dolayı kendini dezavanatajlı hissediyor.

– Yüzde 61’i terfi ve işe alımlarda erkeklere öncelik tanındığı görüşünde.

– Yüzde 39’u, “aynı eğitimi almış olmama rağmen çalıştığım kurumda erkek çalı¬şanlarla eşit fırsatlara sahip değilim” diyor. “Erkek olsaydım şimdiye kadar terfi etmiştim” diyenlerin yüzde 40’ı geçiyor olması da bu veriyi destekler nitelikte.

– Yüzde 46’sı, üst düzey bir pozisyon için gerekli donanıma sahip olduğu ancak “ailevi sorumlulukları”nın bunu engellediği görüşünde.

Devamını Oku…

Sağlıkta Dönüşüm ve Kadın Emeği

hemsire2003 yılında uygulanmaya başlanan Sağlıkta Dönüşüm Programı 1980’den beri hedeflenen reform hamlelerini seri bir biçimde yaşama geçirmiştir. Kadınların yoğunlukta olduğu ve giderek feminize olan sağlık sektörü; neoliberal politikaların paralelinde özelleştirme sürecini yaşamaktadır. Reform adı altında devlet sağlık alanında özel sektörü teşvik etmektedir. Sağlık hizmetlerinin metalaşmasına yol açan sağlıkta yeniden yapılanma süreci, sağlık sektöründeki tüm meslek mensuplarının çalışma koşullarını ve istihdam şekillerini dönüştürmüştür.

Devamını Oku…

Kadınların Kısmi Zamanlı Çalışması Tercih mi Zorunluluk mu?

images_ksmiKadınların kısmi zamanlı çalışmayı seçmesi, gerçekten kadınların özgür iradeleriyle yaptıkları bir seçim mi, yoksa dayatılan ev ve bakım emeğinin kadınlara başka bir seçenek bırakmamasından mı kaynaklanıyor? Örneğin, kamu kreşlerinin özelleştirildiği, mevcut çalışan ücretlerinin yüksek kreş ve bakıcı giderlerini karşılamaya yetmediği ve erkeklerin ev içinde hiçbir sorumluluk üstlenmediği toplumsal bir iklimde kadınların evden, kısmı zamanlı işlerde daha kısa süreli ve düşük ücretlerde çalışması gerçek bir seçim olarak değerlendirilebilir mi? Kısmi zamanlı çalışmanın güvenceli hale getirilmesi, tam zamanlı güvenceli işlerin getirdiği avantajların yerini alabilir mi, kadınların aileye olan bağımlılıklarını aşındırarak, kadınları ücretsiz ve ücretli iş yükümlülüklerinin kıskacından kurtarabilir mi? Bu soruları, AKP hükümetinin de zaman zaman referans verdiği, iş ve aileyi uyumlaştırma politikalarıyla birlikte güvenceli esnekliğin de bir norm haline gelmeye başladığı Avrupa ülkelerinden örneklerle cevaplayalım.

Devamını Oku…

Anne Üniversiteleri: Masumiyetten Uzak Bir Adım

anne-universitesi-nde-dersler-basladi-4012942_oEğitim şart dediler, annelik en zor meslek dediler..

Değerler dediler, hayırlı evlatlar dediler..

Kadın değil anne dediler, aile dediler..

Tv programlarını yapmak, gazete çıkarmak, kurs ve

rmek, kadın bakanlığını kaldırmak vs yetmedi; sonunda Anne Üniversitelerini de açtılar..

Devamını Oku…

Adanın Ötesi

adann-tesiOya Özgün Hazan

1
Kendi meskenlerindeki boz kırığı griye çalan bu feneri inşa etmeleri kronolojide kalın puntolarla belirtilecek yeni bir aşamaydı. Bunu şimdiden farketmeleri epey güçtü ancak ileride o kısımda altını çizerlerken kullandıkları fosforlu kalemin değerini anlamaları zor olmayacaktı. Alabildiğine parlak o fosfor rengi, bir mutluluğun alametiymişçesine kadınların gözünde belirmişti.

Az sonra kıyıya yanaşacak gemi için ufku gözlüyordu Nehir. Adadaki tek deniz feneri bu iş için biçilmiş kaftandı. Önceki akşam müthiş bir poyrazla, gözleri gibi korudukları fenerin tunç aynadan oluşan üst bölümü parçalara ayrılmıştı. O an için harala gürele el birliğiyle onardıkları tepe kısmı artık önemli ölçüde işlevini yitirmişti. Yaptıkları iş bölümü sonucu kendisine bu iş kolu çıkmıştı. Serden beri beklemeye ayrı bir anlam atfetmişti. Beklemenin o anki otobüs durağındaki durağan etkisini hissetmiyordu. Aksine film şeritlerinin düzineler düzineler halinde bobinlere geçişi misali bir şey hissediyordu içinde. Çağlayan hızındaki bu duygu durumuna o yüzden yerel duygu dilinde “umutlu bekleyiş” adını veriyorlardı.

Devamını Oku…

Erkek adalet değil gerçek adalet/iİstanbul Feminist Kolektif-24 Aralık 2013

filizdavafoto“Kendisini öldürmeye çalışan erkeğin soyadını taşımak istemediğini” söyleyen Fatma Yürek (Şen) ve “şiddet uygulayan erkeklerin, kadınları öldürene kadar serbest dolaştıklarını” söyleyen Filiz Yücel Karakuş hakkında mahkeme heyetine hakaretten açılan dava beraat kararı ile sonuçlandı. Bakırköy Adliyesi’nde buluşan İstanbul Feminist Kolektif dahilindeki kadınların dava öncesinde erkek adaleti teşhir edip gerçek adalet taleplerini dile getirmek üzere düzenledikleri basın açıklaması metnini aşağıda bulabilirsiniz.Devamını Oku…

Kadınların Ücretli-Ücretsiz Emek Kıskacı: AKP’nin Aile Politikaları ve Yeni Muhafazakarlık

Heinrich Böll Stiftung Derneği’nin 9-10 Kasım 2013 tarihlerinde düzenlediği ‘Başka Bir Aile Anlayışı Mümkün mü?’ başlıklı konferansında Deniz Ulusoy tarafından yapılan “Kadınların Ücretli-Ücretsiz Emek Kıskacı: AKP’nin Aile Politikaları ve Yeni Muhafazakarlık” konulu sunumu paylaşıyoruz:

538281_10151443685123728_1026932111_n

AKP’nin iktidara geldiğinden beri en çok vurguladığı noktalardan biri aileyi güçlendirmek. 2004’te zinayı yeniden ceza yasası kapsamına almaya çalışmakla başladı, 2008’de üç çocuk dayatmasını gördük. 2008 yılında yürürlüğe giren SSGSS yasası ile kadınlar ya babaya ya da kocaya bağımlı olarak aile içinde yaşamaya mahkûm edildi.  Derken bakanlığın adından kadın çıktı. Bunları aile ve ev kadınlığı eğitim programları, kürtajı yasaklama denemeleri ve yeni kürtaj düzenlemeleri izledi. “Aile ombudsmanlığı” düzenlemesiyle boşanmak isteyen kadınlara yönelik bir engelleme mekanizması başlattı. Son dönemde ardarda gelen haberler, artık evlilik ve aile kıskacının iyice daraldığını gösteriyor:

Devamını Oku…

Aile Dışında Hayat Var mı? Bir Kampanyanın Ardından…

Heinrich Böll Stiftung Derneği tarafından 9-10 Kasım tarihlerinde düzenlenen “Başka Bir Aile Anlayışı Mümkün mü?” başlıklı konferansta Sevgi Adak tarafından Sosyalist Feminist Kolektif’in “Aile Dışında Hayat Var” kampanyasına dair sunumunu aşağıda paylaşıyoruz:  

baskaaile

“Sosyalist Feminist Kolektif olarak 2013 yılının ilk aylarında yürüttüğümüz ‘Aile dışında hayat var’ kampanyası deneyimimizi paylaşmak ve bu deneyim üzerinden neler söyleyebiliriz, birlikte hangi soruları sorabiliriz, aile meselesini öncelikle feministlerin politik gündemi olarak nasıl devam ettirebiliriz noktaları üzerinden bir tartışma açmak istiyorum.

Neden böyle bir kampanya? Sanırım öncelikle bu soruyla başlamak lazım. Aile ideolojisi ve özellikle AKP’nin aileyi güçlendirmeye dayalı muhafazakâr politikalarına karşı bir kampanya örgütleme fikri 2012 yılında oluştu ve 2012 Ağustos ayında gerçekleştirdiğimiz SFK’nın 5. kampında bu konuda bir atölye çalışması yaptık. Kampanyanın ismi ve genel hatları ile içeriği de bu kamp sırasında tartışıldı ve ortaya çıktı.

Devamını Oku…

SFK 3. Takas Pazarı/8 Aralık 2013

Selam Kadınlar…

Havalar soğudu. Yazlıklar ve kışlıklar yer değiştirdi. Bu arada yeni ihtiyaçlar ve artık “bunu da hiç giymiyorumlar”, “bunu da hiç kullanmıyorumlar” ortaya çıktı. İşte biz de tam bu aşamada paranın sözünün geçmediği ama ihtiyaçlarımızın giderileceği bir dayanışma panayırı yine yapalım dedik. Bunu da yeni yıldan önce 8 Aralık Cumartesi günü yapalım dedik… Belli mi olur, belki yeni yıl gecesi giyecek yeni bir kıyafet buluruz.

Ne yapıyoruz? Kullanmadığımız ama başkalarının kullanabileceğini düşündüğümüz ikinci el kıyafetlerimizi veya eşyalarımızı 5 Aralık’a kadar temiz, sökükleri dikilmiş ve ütülü (gerekiyorsa) hale getirip Sosyalist Feminist Kolektif’e bırakıyoruz ve 8 Aralık Cumartesi günü beğendiklerimizi alıp gidiyoruz… (Eğer 5’ine kadar getiremezsek de dert etmiyoruz, 8 Aralık cumartesi gelirken yanımızda getiriyoruz.)

Unutmayın, bir kurşun kalem bile olsa panayıra katılmak için birşey bırakmalısınız.

Müziğimiz olsun, bol meyvalı sıcak şarabımız olsun, yeni yeni ama ikinci el cicilerimiz olsun, bi de keyfimiz yerinde olsun…

Yer: Sosyalist Feminist Kolektif (Tel sokak. No.20/3 Beyoğlu (Huzur Otopark karsisi))

Tarih: 8 Aralık Cumartesi

Benim Olan Senin Olsun!

takas_2012Havalar soğudu. Yazlıklar ve kışlıklar yer değiştirdi. Yeni ihtiyaçlar ortaya çıktı, giymediğimiz kullanmadığımız giysiler kenarda mı kaldı? İşte biz de tam bu aşamada paranın sözünün geçmediği ama ihtiyaçlarımızın giderileceği bir dayanışma panayırını tekrarlayalım dedik. Bunu da yeni yıldan önce 8 Aralık Cumartesi günü yapalım dedik… Belli mi olur, belki yeni yıl gecesi giyecek yeni bir kıyafet buluruz.

 

Devamını Oku…

Bir Cinsel Yönelim Otobiyografisi (yahut İsimsiz Biseksüeller Kulübü)

p_1_1Karşınızda ilk lezbiyen ilişkisini 25 yaşında yaşamış bir kadın var. Her sabah aynı kadınının hayaliyle uyanması da biraz öncesine denk gelir.

Feminist Politika’da bir köşe var: Nasıl Feminist Oldum… Bazen “Nasıl Biseksüel/Lezbiyen Oldum” diye de bir köşe olsa kimler neler yazar çok merak ediyorum. Mümkün mü böyle bir köşe? İpini çekiverirler valla! Lez/bi “olunur” mu? Tercih mi bu! Yönelim, yönelim!

Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 21/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 21

DOSYA: Farklılıklarımız… Köprüler kurmak, engelleri aşmak

4 Muhafazakâr denetim artarken derinleşen çatlak / Ayşe Toksöz, Özlem Barın
7 Barış, çözüm, seçim ve temsil süreçlerinde kadınlar… Gültan Kışanak ile söyleşi / Nimet Tanrıkulu
9 Bir 25 Kasım’ın daha ardından / Begüm Acar, Saadet Kıcır
11 Rojava’da devrimin öncüsü kadınlar! / Halime Yusif ile söyleşi / Özlem Kaya
13 Kadın istihdam paketinin açık yalanı: Doğum ve süt izni / Lale Tırtıl
15 Kadın emeği sömürüsüne bir katkı olarak özel istihdam büroları / Tuğba Özay Baki
17 Kadın sağlığı politikaları forumları / Filiz Ayla
19 Erkek adaletin “karar”lı müttefiki: Türkiye Barolar Birliği / Maria Puder
DOSYA: Farklılıklarımız… Köprüler kurmak, engelleri aşmak
22 Farklılıklarımızla alt alta üst üsteyiz / Gülnur Elçik
24 Ama bu da bir benzetişti / Selime Büyükgöze
26 Kürt kadınlarla Türk kadınların birlikte yürüyüşü / Mürüvet Yılmaz
28 Yan yana, kol kola, göz göze yürürken… / Nacide Berber
29 Senin annen bir ibneydi yavrum! / Sema Merve İş
30 Annelik: Kutsanan bir dayatma mı? Esirgenen bir hak mı? / Sezen
32 Ne hatırlat ne unut / Hasbiye Günaçtı
33 Hangi farklılıklar, nasıl bir dayanışma? / Jineps
34 Bir başka annelik için / İlkbahar Atılgan
36 Dindar kadınlarla dayanışma olasılıkları üzerine notlar / Tuğba Özcan
38 Genç kadınlarla dayanışmak… / Gülnur Acar Savran
39 Beden, akıl ve sürekli oluşum: Dayanışma “doğal” olabilir mi? / Çiğdem Güvercin
40 Farklıysak, farkı fark et / Özgür Can Sunata
42 “Telefonla konuşur gibi yapıp ‘şeks şeks’ diye soruyorlar” / Söyleşi: Emel Coşkun
44 Women Against Violence Europe – WAVE (Şiddete Karşı Kadınlar Avrupa) / Martina Patrizia Gaidzik 46 Yalnız yaşamak, erkeklerle yaşamak ya da üçüncü bir seçenek! / Fatoş Hacıvelioğlu
47 Biz biliriz birbirimizi / Dilek Şentürk
48 “Ve kadınlar, bizim kadınlarımız…” / Esra Dicle
50 Tezer Özlü ve ben: Karanlık ormanın sakinleri / Bengisu Gencay
51 Semiha Es Uluslararası Kadın Fotoğrafçılar Sempozyumu / Balca Ergener
53 Neriman Polat ve Mürüvvet Türkyılmaz ile son solo sergileri üzerine / Söyleşi: Asena Günal
55 “Cinsel tacizle suçlanan feminist” / Öznur Subaşı
56 Kitap tanıtımı
57 Türkiye’den haberler
59 Dünyadan haberler
61 Nasıl Feminist Olmasaydım? / Derin Eke
62 Cynthia Cockburn Londra’da Feminizm Konferansı’ndan aktarıyor: Bütünsel feminist direniş stratejileri oluşturmak / Kısaltarak çeviren: Balca Ergener
64 Barış İçin Kadın Girişim

Tayyip Bunlardan Sana Ne! / 17 Kasım 2013

sec1İstanbul Feminist Kolektif çağrısı ile pazar (17 Kasım) günü kadınlar Taksim’de Tünel Meydanı’nda Başbakan Erdoğan’ın “kızlı erkekli” açıklamalarını protesto etti.

“Nerede, nasıl, kimle Tayyip bunlardan sanane!” yazılı pankartın açıldığı eylemde Kürtçe ve Türkçe okunan basın açıklaması şöyle: Devamını Oku…

Öğrenci Evleri Tartışması: AKP Kadın Bedeni Üzerinde Tam Denetim İstiyor!

mimar-ve-muhendis-kadinlardan-kurtaj-eylemi-3677342_300Sakine Günel

Başbakan Tayyip Erdoğan öğrenci yurtlarıyla ilgili olarak yaptığı konuşmada, öğrenci evlerini kastederek “öğrencileri aynı apartmanın içinde komşuları ihbar ediyor. Buralarda nelerin olduğu belli değil. Karmakarışık her şey olabiliyor. Valiler gereğini yapıyor” dedi. Bu konuşmanın ardından Adana Valisi “Vatandaşın şikâyetini değerlendireceğiz” diyerek, AKP seçmenine “Birbirinizin yaşam tarzını denetleyin! Şikâyet edin!” mesajı verdi ve adeta ahlak polisliğini teşvik etti. 

Devamını Oku…

Kadınlardan Açıklama: “Duvarların ve Sınırların Ne Olduğunu En İyi Bilenleriz!”

ayse-gokkan-dayanisma

Devlete ve duvarlarına hepimiz için dur diyen Ayşe Gökkan’ın yanındayız!

Ayşe Gökkan’la dayanışmak için Galatasaray’da yapılan basın açıklaması şöyledir: 

“Bugün burada devleti ve hayatlarımızın ortasına örmeye kalkıştığı duvarı durdurmayı başarmış ve bizi özlediğimiz barışa bir adım daha yaklaştırmış olan Ayşe Gökkan’ın yanında olduğumuzu söylemek için toplandık. Nusaybin Belediye Başkanı Ayşe Gökkan hepimizin barış talebini bedenine ve direnişine taşıdı. Ayşe Gökkan yalnızca Nusaybin-Qamişlo arasına örülecek duvara engel olmadı. Devletin tüm duvarlarına, sınırlarına, halkları, tarihi ve hayatı ikiye bölen savaş mekanizmalarına karşı direndi. Devletin ilgili birimlerinin “duvardan vazgeçildiğine ” dair verdiği söz üzerine eylemini sonlandıran Ayşe Gökkan’ın direnişi, bugün sonlandırdığı ölüm orucundan çok önce başlamıştı.

Devamını Oku…

Bazı Kadınlar, Kadınları Sever

lesbian_pride_ii__by_misshaslerkaHasbiye Günaçtı

 

Heval;

Bana sarılmayışın, beni yanında yok sayışın, öyle sessizce arabaya doğru yol alışın. Hepsi bir ölüm zehiri gibi yüreğime damlıyor.  “.ocak” sen doğduğun için belki de yeni yıl. Seni içimde taşımanın ağırlığıyla geçiyor ilkbahar, sonbahar,  her neyse adları yaşadığımız. Beni cezalandır, bu beni kahretsin, bu beni ezsin yok etsin, diğer yaşadıklarıma sayarım eksilenleri. Bu acıyla yok olursam belki eksilir yüreğimin sızıları.

Boğazımda bir düğüm ,gözlerimde donmuş iki damlasın, hep öyle kalacaksın,

                                                                                           Heval.

 

O kadar çok beklemiştim ki çizginin ötesine geçmiştim. Bu hal beklemenin de gelenin de anlamsızlaştığı bir hâl idi. Doğumda çok ağrı çektiği için, ağrının sorumlusu saydığı bebeği görmek istemeyen kadınlar gibiydim. Senden bağımsız ama içinde sen olan bu düşlerimin sorumlusu yine bendim. Gelmeyeceğini bilerek otobüsten inmeni beklemek en lirik şiiri yazmak gibiydi.

Ayrılmıştık, kabullenme sürecimi yaşıyordum. Bir şeyden emin olduktan sonra kendimi onarmamın kolay olduğunu bildiğin ve artık başka birini sevdiğin halde; benim senden bütünüyle kopmamı istemiyordun. Hem biten duygularına karşı senden uzaklaşmamı hem de bitmemiş duygularla seni hatırlamamı istiyordun. Bencillik, değil mi? Bense söz verip tutmayışına, kaprislerine, sorumsuzluklarına karşı, hiç değilse yazıklanmanı istiyordum. Öfkeliydim, artık beni sevmediğin için değil, başkasını sevdiğini hissettiğim halde, bana açıkça söylemediğin için. Aşk bitmiş, geriye arkadaşlık kalmamıştı.  Acı çekmeni en çok da bunu anlaman için istiyordum. Anlasan, “Hatalıyım ama…” diye başlayan cümleler kurup, yalan söylemenin bir çeşit çaresizlik olduğunu anlatsan, içimdeki öfke susacaktı. Kendimi her şeyi konuşacak kadar sana yakın hissediyorken, sana dair şeyleri başkasından öğrenmek bunca yaşadıklarımız adına bana çok dokunuyordu.

Devamını Oku…

Berkecan ile Pelinsu Aynı Evi Paylaşırsa..

berkecanYeşim Dinçer

Başbakan’ın, “Kız ve erkek öğrencilerin aynı evde kaldıklarına dair istihbarat geliyor; duruma müdahil olacağız” sözlerini BirGün gazetesi manşete taşımış: “Berkecan sevgili yapmış amirim!” (6 Kasım 2013)
Başbakan ile birlikte yeni nesil isimleri de tiye alan başlığı ilk okuduğumda ben de gülümsedim açıkçası. İnsanın aklına Berkecan’ın kulağını çeken tatlısert  polis memurunun görüntüsü geliyor: “Evladım niyetin ciddiyse, hazır devlet kredi musluklarını da açmışken, Allah’ın emriyle gidip isteyelim kızı.”
Hemen ardından, “niye Berkecan?”; mesela “neden Pelinsu değil?” diye sordum kendi kendime..

Devamını Oku…

Yeniden Mor İğne!

feminist gazete-Mart 2008

Filiz karakuş

Taksim’deki cinsel saldırıdan sonra, bundan 19 yıl önce “Bedenimiz bizimdir cinsel tacize hayır” kampanyasında olduğu gibi yeniden mor iğnelerimizle sokaklara çıktık.

O zamanlar, cinsel taciz terimini çoğumuz ilk kez duymuş, cinsel taciz tanımını yapmak için ise başımızdan geçenleri, yanı başımızda yaşananları tek tek ortaya dökmüştük. Açığa çıkarmak, paylaşmak, haykırmak ve teşhir etmek gerektiğini ilk kez hep birlikte konuşuyorduk.  “Biz kadınlar”ın ötesinde  her birimiz özne idik. Kendimizi, kadınlık durumumuzu yeni keşfediyorduk. Öfkemizi büyütüyorduk.

“Giysim sarkıntılığa davetiye değildir!”, “Geceler ve sokaklar kadınların da hakkı!”,”Sarkıntılık gözle, elle, sözle tecavüzdür”, “Birimize yapılan sarkıntılık hepimize yapılmıştır”, ”Sarkıntılığı örtbas etme, teşhir et!”, “Utanma haykır, susma iğneyi batır!” sloganları deneyimlerimiz üzerinde yükselen kolektif aklın ürünü olarak ortaya çıktı.

Soyut erkeklerden değil, tek tek erkeklerden söz ediyorduk. Cahil, sapık, kültürsüz değil; kendilerini kadın bedeni üzerinde hak sahibi olarak gören, otobüste yanımızda oturan, işyerinde birlikte çalıştığımız, seviştiğimiz, alışveriş yaptığımız, birlikte politika yaptığımız erkeklerden.

Kampanyanın kısa vadeli hedefi; Kadınları cinsel tacizin utancını taşımamaya, sarkıntılık yapan erkekleri teşhir etmeye çağırmaktı.  Kadınları sokağa çıkmaya, erkeklerin egemenliğini sarsmaya ve bedenimize sahip çıkmaya çağırıyor, sokakta evde ve işyerinde erkeklerin tacizine vurgu yapıyorduk. Kampanyaya katılan, iğne alıp yakasına takan, gözünü  bize çeviren kadınlar evli, bekar; yaşlı genç; zengin, fakir; Türk, Kürt, Rum çeşitli yaşlardan, sınıflardan, her kesimden kadınlardı.

2008 yılında, en azından kaba saba anlamıyla cinsel taciz terimi herkes tarafından biliniyor. TCK 105.md cinsel tacizi suç olarak tanımlıyor ve bu suçu işleyen erkekler için ciddi bir ceza uygulanmasını emrediyor. Ancak bütün bu gelişmelere rağmen cinsel taciz hala güçlenerek sürüyor. Şikayete bağlı yargılama konusu olan cinsel taciz suçu, kadınların şikayetten çekinmesi ve şikayet edilse bile yasanın uygulanmayışı dolayısıyla istisnalar dışında yaptırımsız sonuçlanıyor.

“Yeniden Mor iğne!” pozitif yasalara ve kadınların toplumsal ezilmişliğine ilişkin sözlerin görünürlüğüne rağmen, kadınlara karşı erkek şiddetinin, erkek tacizinin suç sayılmamasına ve toplumsal olarak meşru görülmesine karşı feminist direnişin parçası. Son yıllarda Türkiye’de her kesimce dillendirilen, yüzlerce projeye konu olan kadına yönelik şiddete/tacize karşı mücadele bu şiddetin kaynakları ve dayandığı patriarkal sisteme pek değmeden yürümekte.

Yine bu bağlamda patriarkal şiddetin/tacizin esas yuvası ailenin kutsallığına dokunulmayıp, şiddet uygulayıcı erkek öznesi silikleştirilmekte. Şiddetin nedenleri üzerine onlarca madde sayılıp patriarkal sorgulama geriye itilmekte. Şiddet ve tacizin bir eğitimsizlik sorunu olduğu fikri giderek benimsenmekte/benimsetilmekte.

“Yeniden Mor İğne!”eylemlerinde; Taksim’deki cinsel saldırının; başta Türkiye’deki en büyük aile içi şiddete karşı kampanyanın mimari ve yürütücüsü olan Hürriyet gazetesi olmak üzere birçok kesim tarafından bir avuç magandanın, sarhoş serserinin işi olarak gösterilmesine karşı çıkıyoruz. Bu olayın Türkiye’nin bir utancı gibi sunulmasına karşı da sesimizi yükseltiyoruz. Bu yaşananlar erkeklerin utancıdır. Her Cuma Taksim’de iğne satarken; gece sokağa çıkmanın, üstümüzdeki giysinin, yüksek sesle gülmemizin ve aslında kadın olmanın; erkek tacizi için yeter şart olduğunu Taksim’deki saldırının tesadüf olmadığını söylemeye çalışıyoruz.

Feminist mücadele ve direnişimizi erkeklere, erkek egemen düzene karşı; bu düzeni pekiştiren sınıfsal/ulusal/etnik güç ilişkilerini de hesaba katarak sokakta veriyoruz. Eğer özel alanla kamusal alanın bağlantısını da kurarak patriarkaya karşı bütünlüklü bir mücadeleyi güçlendirebilirsek; Türkiye’deki kadın mücadelesinin kazanımları olan Türk Ceza Kanunu maddeleri bugünlerde olduğu gibi çoğunlukla kağıt üzerinde kalmaz. Kadına yönelik suçların meşruiyeti giderek azalır. Çeşitli kesimlerce yürütülen kadın-erkek eşitliğine ilişkin projeler daha anlamlı hale gelebilir. .

Kadınların türlü çeşitli davranışlarının cinsel taciz, cinsel saldırı, azar, şiddet, sindirme ve   öldürülmeye maruz kalmak için tahrik sayıldığı günlerden geçiyoruz. Yargı, bu erkekleri tahrik etme halini adeta kutsuyor. Dini muhafazakar AKP hükümetinden de güç alan yargı sistemi, aile ve toplum içindeki erkek egemenliğini koruyor.

Kadınların kurtuluşu için erkeklerden, sermayeden ve devletten bağımsız feminist örgütlenmemizi güçlendirelim. Bedenlerimizin ve emeğimize, bedenimize, kimliğimize sahip çıkmanın erkeklerdeki karşılığının tahrik olmasına karşı feminist sözümüzü ve mücadelemizi büyütelim. Bu mücadelenin bir parçası olarak yasal kazanımlarımıza sahip çıkalım. Takipçisi olalım.

Yeniden mor iğneyle, yeniden sokaklarda!!!!

Mor İğneler Ellerimizde

Bahar Çelik (Mor İğne Eylem Grubu’ndan)

“Valla kızım üstüne alınma ama kadın istemezse tacize uğramaz. Ben tacize uğrayacağıma inanmıyorum”. Bu sözler mor iğne vermek istediğim 50 yaşlarında iki kadına ait. Kelimeler onların ağzından dökülürken ben ise çoktan 14 yaşıma dönmüştüm. Hatırlıyorum, eve kan ter içinde gitmiş, anneme ağlamıştım. Bir adam peşime takılmıştı. Okul formam üzerimde. Eve kadar takip etmişti. Kaş göz işaretleri yapmıştı. Ama ben adamın peşimden gelmesine laf edeceğime, neden benim peşime düştüğüne dair sorular sormuştum kendime. Kim bilir adam peşime takılsın diye ne yapmıştım.

Devamını Oku…

Kadın Emeği Platformu Kuruldu.

Kadın Emeği Platformu 2 Kasım Cumartesi günü düzenlediği kuruluş forumunun sonuç metnini  dün yaptığı basın toplantısıyla açıkladı. AKP’nin kadın istihdam paketinin ‘müjde’ olmadığını ve bu paket ile ‘emek piyasası’nın kadın ve toplum aleyhine yeniden düzenleneceğini vurgulayan platform taleplerini açıkladı

Sendikalar, kadın örgütleri, feminist örgütler ve siyasi partilerden kadınlardan oluşan Kadın Emeği Platformu 2 Ekim’de gerçekleştirdiği “AKP’nin Kadın İstihdam Paketi kime müjde?” isimli forumun sonuç metnini açıkladı. Bu forumu kuruluş etkinliği olarak nitelendiren platform, yaptıkları basın açıklamasında Kadın İstihdam Paketi’ne karşı kurdukları platformun taleplerini de sıraladı.

TMMOB Makine Mühendisleri Odası’nda gerçekleşen basın açıklamasında kadınlara “doğum izni ve yardımı müjdesi” olarak lanse edilen yasanın aslında toplumsal yaşam ve “emek piyasası”nın kadın ve toplum aleyhine yeniden düzenlenmesi olduğu belirtildi. Patronların daha ucuz ve güvencesiz işçi ihtiyacına cevap verecek olan bu paketin ana temasının esnek, kuralsız ve örgütsüz çalışmayı yasalaştırma üzerine kurulu olduğu vurgulandı. Kadınlara bu paket ile sunulan tek seçeneğin, daha çok çocuk doğurarak ülkenin gelecekteki ucuz işgücü potansiyeline hizmet etmesi olduğunu söyleyen platform,  “kadınların aileye mahkum edilerek, iş yaşamındaki ve evdeki cinsiyetçi iş bölümünün derinleşmesini sağlayacaktır” dedi.

İstihdam paketinin dayattığı kadın esaslı esnek çalışma ve aile ile iş yaşamını ‘uyumlulaştırma’ yöntemlerine ‘esastan’ karşı çıkan platform bunun karşısında taleplerini de açıkladıktan sonra kadın emeğinin sömürülmesine karşı eylem ve etkinliklerine devam edeceklerini açıkladı. Ve tüm kadınları, erkek egemenliği ve sermayenin bu ittifakına karşı ses çıkarmaya çağırdı.

Kadın Emeği Platformu’nun talepleri:

  • Çocuk bakım izinlerinin, hiçbir hak kaybı ya da kismi zamanli çalışma dayatması olmaksızın, erkeklerle eşit hak ve sorumluluklarla düzenlenmesi gerekmektedir.
  • Yalnızca aile içinde değil hayatin tüm alanlarında kadın-erkek eşitsizliğinin ortadan kalkması, bakım hizmetlerinin kadının sorumluluğu olmaktan çıkarılması ve çocuklu-çocuksuz  özgür bireylerden oluşan bir toplum için politikalar hayata geçirilmelidir.
  • Kapatılan tüm kamu kreşleri açılmalıdır. Kadın/erkek olmasına bakılmaksızın, en az 50 işçi çalıştıran kamu/özel tüm işyerlerinde ücretsiz, (vardiya koşulları dikkate alınarak gerektiğinde 24 saat açık) bakım evleri ve kreşlerin açılması zorunlu olmalıdır.
  • İş yerlerindeki çalışma düzeni, kadınların ve erkeklerin çocuklarına bakma yükümlülüğüne uygun şekilde düzenlenmelidir.
  • Özel istihdam büroları kapatılmalı iş ve işçi bulma hizmetleri Çalışma Bakanlığı’na devredilmelidir.
  • Yasal hakların uygulanıp uygulanmadığını tespit için işyeri denetimleri yapılmalıdır.
  • Türkiye’nin de üyesi olduğu Uluslararası Çalışma Örgütü’nün(ILO), 183 Sayılı Annelik Koruması Sözleşmesi imzalanmalıdır.

Kuruluş metninin tam hali şöyle:

Kadın ve emek örgütleriyle, kadın ve erkek işçilerin örgütleriyle ile hiçbir biçimde müzakere edilmeden, gizlice hazırlanan ve medyada “kadınlara müjde” haberleriyle duyurulan yeni istihdam yasa taslağının ayrıntıları “sızdırma/ısmarlama haberler” yoluyla belirginleştikçe; bunun “doğum izni ve yardımı müjdesi” değil, meşruiyetini erkek egemenliği ve sermayenin uyumundan alan, toplumsal yaşam ve “emek piyasası”nın kadın ve toplum aleyhine yeniden düzenlenmesi olduğu açığa çıktı.

Bizler de sendikalardan, kadın örgütlerinden, feminist örgütlerden, siyasi partilerden kadınlar; fabrikalardaki, atölyelerdeki, tarlalardaki, okullardaki, plaza ofislerindeki işlerimizi, en çok emek harcadığımız ve karşılığını hiç alamadığımız ev işlerini erteleyip 2 Kasım Cumartesi günü AKP’nin bu yasa tasarısını konuşmak için buluştuk. Ücretli ve ücretsiz çalışma hallerimizin planlanan yeni yasal düzenlemelerden nasıl etkileneceğini ve ne istediğimizi tartıştık, taleplerimizi belirledik.

Bu istihdam paketi, TİSK, TÜSİAD, TOBB gibi patron kuruluşlarının yıllardır talebi olan, zaman ve içerik olarak esnek/kısmi/keyfi çalışma kurallarına tabi olacak daha ucuz ve daha güvencesiz işçi ihtiyacını karşılayacak bir düzenlemedir. AKP hükümetinin ve sermayenin “kadın istihdamını artırma” argümanıyla üstünü örtmeye çalıştıkları bu olgu, medya aracılığıyla yapılan propagandalar yoluyla, uzun çalışma saatleri, düşük ücret, insanlık dışı çalışma koşulları ile yaşamından bezdirilen kadın (ve erkek) emekçilere dizi dizi haklar getirecekmiş gibi sunulmaya çalışılmaktadır. Kreş yardımları, yarım gün ücret, kısmi SGK primi ödemeleri gibi, ya hiçbir yaptırımı olmadığından kağıt üzerinde bırakılacak ya da bir gecede geri alınıverecek pamuk ipliğine bağlı göz boyama amaçlı haklarla bezeli bu paket kadınların sosyal haklarına kavuşamayacağı bir düzenlemedir. Paketin çelik çekirdeği, esnek, kuralsız ve örgütsüz çalışmayı yasalaştırmaktır. AKP kadınların işgücüne katılımında esnek çalışmayı temel istihdam biçimi olarak önerdiği halde, bu desteklerden faydalanabilecek olanların tam zamanlı çalışan kadın işçiler olduğu bilinmektedir. Aile Bakanı Fatma Şahin’in “kadınlara birçok seçenek sunacağız” iddiasının tam tersine, kadınlara bu paket ile sunulan tek seçenek, daha çok çocuk doğurarak ülkenin gelecekteki ucuz işgücü potansiyeline hizmet etmektir. Çocuklarına bakabilecekleri, evin işini rahatça yapabilecekleri bir zaman yaratma vaadiyle her türlü kazanılmış hakkından vazgeçirilen kadınlar düşük ücretli ve düşük statülü islere zorunda bırakılmaktadır.  Bunun diğer bir sonucu da, kadınların aileye mahkum edilerek, iş yaşamındaki ve evdeki cinsiyetçi iş bölümünün derinleşmesidir.

Biz bu forum ile kuruluşunu ilan ettiğimiz Kadın Emeği Platformu olarak diyoruz ki:

Kadın istihdam paketi diye sunulan ama kadın emeği sömürüsüne dayanan;  kadını düzenli, güvenceli işler yerine, anneliğe ve ev kadınlığına hapseden; kısmi zamanlı düşük ücretli işçi olarak sömürmeye hazırlanan bu pakete esastan itirazımız var.

Çocuk bakım izinlerinin, hiçbir hak kaybı ya da kısmi zamanlı çalışma dayatması olmaksızın, erkeklerle eşit hak ve sorumluluklarla düzenlenmesi gerekmektedir. Çocuk bakım sürecine katılabilmeleri için çalışan babalara ücretli ve annelere devredilemez minimum bir çocuk bakım izni verilmelidir.

Kadınların da özgür zamana ihtiyaçları olduğu unutulmamalı, iş ve iş dışı zamanları dikkate alınarak düzenlemeler yapılmalıdır

Yalnızca aile içinde değil hayatin tüm alanlarında kadın-erkek eşitsizliğinin ortadan kalkması, bakım hizmetlerinin kadının sorumluluğu olmaktan çıkarılması ve çocuklu-çocuksuz  özgür bireylerden oluşan bir toplum için politikalar hayata geçirilmelidir. Bu model içerisinde eğitim ve sağlık sisteminin yeniden organize edilmesinden; çocuk, engelli, yaşlı bakım sorumluluğunun devlet/özel sektör ve toplum tarafından üstlenilmesine dek birey olarak kadınları hak ve özgürlük temelinde destekleyen politikalar geliştirilmelidir.

Kapatılan tüm kamu kreşleri açılmalıdır. Kadın/erkek olmasına bakılmaksızın, en az 50 işçi çalıştıran kamu/özel tüm işyerlerinde ücretsiz, (vardiya koşulları dikkate alınarak gerektiğinde 24 saat açık) bakım evleri ve kreşlerin açılması zorunlu olmalıdır. 50’den az çalışanı olan işyerlerindeki çocuklu bireyler için ise her mahalleye ihtiyacı karşılayacak kadar kreş açılması amacıyla devlet kendisi girişimde bulunmalı, belediyelere yasal zorunluluk getirilmeli, işverenler de bu mahalle kreşlerine destek olmakla yükümlü olmalıdır. Çalışmayan ebeveynlerin çocuklarının da mahalle kreşlerinden faydalanması sağlanmalıdır. Kreşin bir çocuk hakkı olduğu gerçeğinden hareket edilerek politika geliştirilmelidir

İş yerlerindeki çalışma düzeni, kadınların ve erkeklerin çocuklarına bakma yükümlülüğüne uygun şekilde düzenlenmelidir.

Kadın ve erkek işçilerin kendilerine ve ailelerine zaman ayırabilmeleri için yasal günlük/haftalık çalışma süreleri günde en fazla 7, haftada en fazla 35 saate indirilmeli, toplu iş sözleşmeleri ile daha altında süreler hedeflenmelidir.

Devletin anayasal görevi olan, yurttaşlarına geçimlerini sağlayacak işi bulma özel şirketlere devredilerek özel istihdam büroları aracılığıyla örgütsüz ve sendikasız, denetimsiz bir çalışma yaşamı kurulmaya çalışılıyor. Bu paketle esnekliğin kural haline getirilmesine itiraz ediyoruz. Kadın ve erkek emekçiler için; esnek değil, yarı zamanlı değil; güvenceli, eşdeğer işe eşit ücret ödenen işlerde çalışılması güvence altına alınmalıdır. Bu nedenle, özel istihdam büroları kapatılmalı iş ve işçi bulma hizmetleri Çalışma Bakanlığı’na devredilmelidir.

Bu istihdam paketi, Türkiye koşullarında, emekli olma yaşını 65’e yükselterek çalışanların emeklilik hakkını “mezara gömen” düzenlemeyi daha da ileri götürmektedir. Kısmi/esnek zamanlı çalışmayı kural; tam zamanlı/düzenli çalışmayı istisna haline getiren bu düzenleme ile öncelikle kadınlar ve sonuçta tüm çalışanlar için “emeklilik” artık “bir hayal” bile olmaktan çıkartılmaktadır.

Amaç, gerçekten istihdamda kadın-erkek eşitliğini sağlamak ise, kadın ve erkek emekçilerce hiçbir biçimde kabul edilmeyecek bu “yaşamsı” düzenlemeler çöpe atılmalı, hali hazırdaki yasal hakların uygulanıp uygulanmadığını tespit için işyeri denetimleri yapılmalıdır.

Ve hazırlanmakta olan yeni anayasada; erkek egemenliğini koruyan, güçlendiren tüm düzenlemeler çıkarılmalı, (kamu ya da özel) “çalışma hayatının tüm alanlarında (tüm iş ve mesleklerde ve her yönetim kademesinde) kadınlarla erkeklerin eşit yer alması esastır” ilkesi getirilmelidir.

Türkiye’nin de üyesi olduğu Uluslararası Çalışma Örgütü’nün(ILO), 183 Sayılı Annelik Koruması Sözleşmesi imzalanmalıdır.

Kadın Emeği Platformu olarak, AKP’nin yasalaştırmaya çalıştığı Kadın İstihdam Paketini kabul etmediğimizi ve mücadelemizle taleplerimizin takipçisi olacağımızı duyuruyoruz. Bundan sonraki süreçte hükümetin kadınların ücretli, ücretsiz emeğine yönelttiği her türlü saldırıyı deşifre edip ortak politikalar ve eylemler geliştireceğiz. Tüm kadınları, erkek egemenliği ve sermayenin bu ittifakına karşı ses çıkarmaya çağırıyoruz!

Novamed’de yeni bir sözleşme yapılamaması İhtimali yüksek

Sakine YALÇIN / Kasım 2010

Novamed ismi hepimize tanıdık gelmiştir. Bu isim, Antalya serbest bölgede 3 yıl önce yapılan kadın grevinin adresi. 2007′de 448 gün süren grevin ardından Petrol-İş işyerine girmişti. 45 ülkede fabrikası olan dev tekelin Türkiye işletmesinde, hamilelikler sıraya konuyor, tuvalete girenlere neden girdiğinin açıklamasını çizelgeye yazmaları dayatılıyordu.

Devamını Oku…

Novamed’li Kadınlar 1 Yıldır Grevdeler Biliyor Muydunuz!

Novamed Greviyle Dayanışma Kadın Platformu Basın Açıklaması
16.09.2007

Onlar 81 kadın
Antalya Serbest Bölgede Kan Seti üreten NOVAMED’de çalışıyorlar.
26 Eylül’den bu yana talepleri kabul edilmediği için grevdeler.

Novamed’de grev öncesi neler oluyordu?

Kimyasallardan korunmak için maske takılmasına izin verilmiyordu.

Devamını Oku…

Neo-liberal saldırıya karşı kadın dayanışması

 Feminist gazete-8 Mart 2008
 Necla Akgökçe

Kadınlar olarak 2007 yılında yüzakıyla çıktığımız önemli eylemlerden biri Novamed Grevi’ydi.  Birkaç sol grup dışında, kamuoyu, sendika ve grevci kadınlar,  grevin kazanılmasında kadının dayanışmasının ne kadar önemli bir rol oynadığı konusunda hemfikirler. Her görüşten feministler ve kadın hareketi yanlıları için dayanışma platformunun eylemleri kendi gücümüzü görme fabrikadaki kadının deneyimleri ile ortaklaşma açısından çok önemliydi.

Çok düşük ücretli, güvencesiz, yarım zamanlı çalışmalar, kötü çalışma koşulları, yüksek işsizlik oranı. Bunlara sosyal devletin ve sosyal hakların tavsiyesi, sağlık ve bakım hizmetlerinin özelleştirilmesi de eklenince neo- liberalizmin kadınları nasıl etkilediğine dair tabloyu tam olarak görebiliriz.

AB ülkelerinde yarım zamanlı işlerin büyük bir bölümü kadınlar tarafından yapılıyor, gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkelerde ise yapısal uyum programlarıyla özelleştirmelerle kamuda pek çok kadın işsiz kalıyor, tarım çözülüyor geniş bir kadın kitlesi işsiz kalıyor.

Yarım zamanlı işler düşük ücretli ve evde yapılan işler genellikle. Batı’da feministler bu tür çalışma biçimlerine karşı çıkıyorlar. Çünkü bu işlerle birlikte ev işleri ve bakım işleri kadınların sırtına yükleniyor. Evde yapılan yarım zamanlı işler  kadınların emek piyasalarına  uzmanlaşmasını engelleyip onları vasıfsızlaştırırken evdeki patriyarkal işbölümünü de derinleştiriyor.  “Ev yükümlülükleri ile iş yükümlülüklerinin birleştirilmesi” sloganı ile bu durumun ideolojisi de yapılıyor.  Temel amaç kadınlara tam zamanlı güvenceli iş filan değil…Çünkü bu talebin ardından kreş çocuk bakım hizmetleri vs gelecek… Eşit ücret mücadelesi de bir kenara itildi…  İşyerini temelden sarsan yapısal feminist taleplere artık yüz verilmiyor. Eviçleri ekonominin gereğine göre yeniden örgütlenirken, evişlerinin görünülmezliği artıyor, kadınlar üzerindeki patriyarkal baskı katmerleşiyor.

Güney’de yoksul ülke kadınlarına reva görülen ise güvencesiz çalışma, hizmetçilik, seks işçiliği, serbest bölgelerdeki ter atölyeleri.. Serbest bölgeler tümüyle kadın emeği üzerine şekillenmiş yerler. Kadın emeğinin en ucuz ve en edilgen olduğu Güney Asya ülkeleri ve Latin Amerika ülkelerinde çok yaygın…Kadın emeğinin ucuzluğu ve edilgenliği ise doğrudan doğruya o bölgedeki patriyarkanın gücüyle ilişkili. Genç kadınların din ve baba, koca baskısıyla edilgenleştirildiği yerlerde emek hem daha ucuz hem de örgütlenmeye daha az yatkın… Bu tür işyerlerinde kadınlar ustabaşılardan dayak  yiyiyorlar…Bunun yanında taciz ve tecavüz de onları baskı altında tutma biçimleri olarak işlev görüyor…

Neo liberalizmin sosyal devlete karşı biliyorsunuz. Sosyal devletin çocuk ve yaşlı hasta bakımı  hizmetlerinden en fazla yararlanan kesim tabii ki kadınlar. Hizmet ve bakım işleri özelleştirilince, bu işlerin çoğu kadınların sırtına yükleniyor. Neoliberalizmin erkek emeği üzerinden değil  kadının görünmeyen ve görünen emeği üzerinden kendine hayat imkanı buluyor.

Erkekler bu süreçte daha düzenli ve daha fazla gelir getiren işlerde çalışırken kadınlar erkeklere yemek pişirip, onların üzerlerini, yıkayıp paklayarak sahip oldukları işlerde kariyer yapmalarını da kolaylaştırıyorlar. Kadınlar evkadınılaştırılırken, dışarıdaki emekleri değersizleşiyor, yukarıda saydığımız güvencesiz işler onlara ait işler oluyor, erkeklerin emek piyasalarındaki değerini daha da artırıyor.

Ama Neo-liberal politikalar, Kuzey’in zengin ülkelerindeki kadınların geleceği ile Güneyin ve Doğu’nun yoksul ülkelerindeki kadınların kaderi birbirlerine bağlıyor. Bu da kadınlar arası dayanışmanın ve birlike mücadelenin şartlarını hazırlıyor. Aynı Novamed eyleminde olduğu gibi.

Kadınlar direndi, feminist kadınlar onlarla dayanıştı, dayanışma mail aracılığıyla dünyanın diğer ucundaki kadınları da harekete geçirdi. Ve serbest bölgeye Türkiye’de bir sendika girdi. Antalya’da Serbest Bölgede Alman Fresenius Medical Care çokuluslu şirketine ait Novamed isimli işyerinde 448 gün devam eden kadın grevi, başarıyla sonuçlandı.  Kadınlar 2 Ocak 2008 tarihinde işbaşı yaptılar. Aynı gün kendisiyle yapılan bir söyleşide Novamed sendika temsilcisi  Aysel Göncü şöyle söylüyordu;

“Kadınlar olarak şu anda en önemli hak kazanımımız özgürlük! Evde olsun, işyerinde olsun dışarıda olsun, bir özgürlük kazandık gerçekten. Erkeklere karşı ezilmediğimizi göstermiş olduk.”

Özgürlüğü kazanmak,  tek tek kadın olarak değil kadınlar olarak kazanmak… Bireyin, bireysel kurtuluşun, kimlik politikalarının öne çıkarıldığı, dayanışma ilişkilerinin çözüldüğü neo-liberalizmin ideolojik olarak hakim olduğu bir dönemde, “biz” demek “biz kadınlar” demek çok önemli. Biliyoruz ki, “biz kadınlarla” “biz feministler” arasındaki yol çok kısa ve çok dolaysız bir yol var.

Novamed Greviyle Kadın Dayanışması

Kadınlar hep birlikte patriarkaya ve kapitalizme karşı

1478006326_cff751523b_oAnlatılan Novamed grevinin hikayesidir:

“Burada çalışırken doğum yaptım. Son sıralı doğumlardan biriydi. Benden sonra zaten sendika girdi ve sıralı doğumu iptal ettiler. İki ay süre veriliyordu, bana ‘çalışmalara başlayabilirsin’ dediler. Yaptın yaptın! Yapmadığın zaman sıra başkasına geçiyordu.

Devamını Oku…

Kadınlar, Dayağa Karşı Dayanışmaya!/Stella Ovadia/Ekim1987

Stella Ovadia

Feminist Dergisi (3.sayı-Ekim 1987)

scan0005Başlattığımız kampanyanın başlığı kendi başına bir program. Kadınları, dayağa karşı dayanışmaya çağıran … Tabii ki kadınların hemcinsleriyle dayanışması, toplumun her alanında (hapishane, okul, ordu) yaygın olan dayak belasıyla karşılaştıkları “özel” alanda yalnız ve çaresiz bırakılmamaları için dayanışma ağları ve giderek sığnaklar kurulması son derece anlamlı ve gerekli. Ama dayağın ve dayağa karşı kadın dayanışmasının feminist açıdan anlamı nedir, değinmek istiyorum.

Çünkü fiziksel şiddet biçimi olarak dayak acı veren bir uygulama olduğundan her türlü hayırseverin doğal olarak karşısına aldığı bir yöntem. Ben de demokrat ve hayırsever bir insan olarak tutukluların, askerlerin, okul çocuklarının dövülerek hizaya getirilmesine karşıyım. Ve bu kadar geniş bir dayağa karşı kampanya açılsa eminim katılmayacak az insan bulunur. “İnsanperverlik” yeter çünkü dayağa  karşı çıkmaya. Ama “insan” türünden soyutlamalarla uğrasmadığımı anlatmıştım geçen sayıda. Kaldı ki bu kadar geniş anlamda alınan dayağa da sadece insanların -ve hayvanların neden olmasın?- canını yaktığı için değil egemenlik ilişkilerini sürdürme aracı oldugu için karşıyım. Hapıshaneye, orduya, bugünkü biçimiyle okula karşı oldugum gibi.

Dayak, cinsiyetlere bölünmüş toplumun, ezilen cins olan kadına karşı uyguladığı gündelik şiddetin parçası, en yaygın olanı ve cinayetten sonra en kabası. Babası ya da kocası tarafından öldürülme ­ ki bir yabancı tarafından öldürülmeden çok daha yaygın- o bir kerede biten bir işkence, dayak ise günlük bir uygulama, üstelik bugünkü yasalarımıza göre ancak büyük maddi zarar verdiği zaman -11 günlük doktor raporu- kamu davası konusu.

Dayak genel olarak bir eğitme -şartlandırma-, sindirme ve ceza yöntemi. Ev içinde ve okulda çocuklar, sirklerde hayvanlar, canları acıtılarak şartlandırılırlar. Büyüklerin, öğretmenlerın dayak atma hakkı vardır ama çocuklar el kaldıramaz, saygıda kusur olur!

Aynı şey orduda aynı fiziksel güçte ama hiyerarşik ilişkide yeri farklı iki erkek arasında da sözkonusu. Er dövülür ama erin subaya cevap vermesi bile ceza konusudur. Karakolda ve hapishanede dayak hem sindirme, eğitrne, hem cezalandırma, hem de işkence aracıdır. Şiddetin bu kurumlardaki yeri bu kurumların toplumdaki işlevlerinin icabıdır. Toplumlararası şiddet de savaş biçimini alır. Bu insan türünün sınıflı ve milliyetli topluluklardan ileri bir örgütlenmeye geçememiş olmasının belirtisi ve sonucudur. Bizim kadınlara yönelen dayakla uğraşmamızın nedeni, genelde sınıflı ya da milliyetli topluma karşı olmamız ya da uygulama olarak dayağı fazla can acıtıcı bulmamızla sınırlı değil. Bunu vurgulamakta yarar var.

Dayak, toplumun cinslere bölünmüş yapısının bir belirtisi. Ve bir belirti gibi ele alınmalı. Dayak toplumun başka kurumları için ne anlatıyorsa aile için de onu anlatıyor: Aile hiyerarşik bir yapılanmadır. Kadınlar üstünde hak ve söz sahibi olan babalar ve kocalar (kayınpeder. Kayınvalde, ağabey, nişanlı, sevgili gibi aynı konumdaki kimseler dahil) kadınları dayakla eğitiyor, dayakla cezalandırıyor. Aile egemenlik ilişkisi içeren bir kurum ve bu kurumda ezilen yerde olanlar kadınlar ve çocuklar. Şu anlamlı ayrıntıyı da unutmayalım; kadınlar yetişkin yaşta çocukken yediklerinden daha çok dayak yiyebiliyor!

Her erkeğin karısını dövmediğini kadınların kırsal ya da gecekondu bölgelerinde daha çok dövüldüğünü de aynı şekilde okumak mümkün: Her erkek karısını dövmüyorsa karısından istediğini başka yollarla alabildiği içindir. Nasıl ki eskiden karaderilileri çalıştırmak için dövmek gerekirken bugün mülksüz bırakmak yetiyorsa! Aynı şekilde, erkeklerin kadınları dövmekten vazgeçmeleri için onları eğitmek yettiğini ileri sürmek ezilenlerin (karaderili olsun, mülksüz olsun) mücadele etmeden hak elde edebileceklerini düşlemeye benzer.

Dayak  kadınlar üstündeki egemenliği sürdürme yollarından sadece biri. Kadınlara karşı gündelik şiddet dayak ve toplumumuzdaki atasözleri gibi dolaysız biçimlerden, aşağılama, hiciv (Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerinin Kadın Şenligi haberini verme biçimini hatırlayın!) laf atma, ahlaksal değer yargıları (kadınlara yakışmayan davranışlar: gece sokağa çıkma, açık saçık giyinme, konuşma vb .. ) gibi dolaylı biçimlere ya da doğrudan ekonomik yollara (ev işine ve analığa yazgı, erkeklerle aynı mesleki eğitim ve ücreti alarnama vb .. ) uzanan bir yelpaze oluşturuyor. Bu biçimler toplumdan topluma tarih içinde ve ekonomik yaptırımların yaygınlığına göre bölgeden bölgeye, katmandan katmana çeşitlenebiliyor. Ancak ne Türkiye’nin, ne de dünyanın hiçbir yerinde cinsiyetsiz toplum kurulmadığından yaygınlığını ve güncelligini koruyor.

Kadınlara karşı şiddetin işlevi nedir? Kadınlara karşı tehdit ve şiddet kadınları belirli davranışlara zorlamayı ve bazı alanlardan dışlamayı ya da etkinlik alanlarını sınırlandırmayı amaçlıyor. Ve kadınların kamusal alandaki etkinliklerini sınırlama, kadınları ev içine ve ev işine sürerken, kadınların ev işini boğaz tokluğuna yapmaları da kadınların mesleksiz olmalarını ve düşük ücretli işlere razı olmak zorunda kalmalarını beraberinde getiriyor. Kadınların “özel” alana sıkıştırılmaları erkeklerin kamusal alanı (sokak, ücretli üretim. sendika. siyaset vb.) ellerinde tutmalarını kolaylastırıyor. Erkekler bu alanları kendi çıkarları doğrultusunda belirlemek gücüne sahipler. Bu gücü yukarıda saydığım çeşitli baskı ve şiddet yollarıyla ellerinde tutuyorlar. Cinsiyetçi toplumda kadınların erkek alanlarından dışlanmasının meşruluğu kendi başına ceza tehditini içeriyor: Sınırları zorlayan kadınlara laf atılır, parmak atılır, dayak atılır! Söz konusu sınırların darlığından sözetmek bile gereksiz: kampanyaya gelen mektuplar örnek dolu. “Kadınlık” alanlarını kabul etmemekten (ev işlerini ya da çocuk bakımını aksatmak) “erkek” alanlarına adım atmaya (sigara içmek, sokağa çıkmak, ücretli işe girmek isternek. “erkek” gibi tartışmaya çalışmak, soru sormak, başka erkeğe bakmak ya da baktırmak vb .. ) her varolma cüreti ceza nedeni olabiliyor. Kısacası, kadınlara karşı gündelik şiddet, kadınları kadın yerinde tutmaya, yani cinsiyet egemenligini sürdürmeye yarıyor. Bu yüzden de hangi erkeklerin hangi durumlarda hangi kadınları dövdüklerini araştırmak, ancak, cinsiyetçi yapının örgütlenme çeşitlemelerini anlamaya yarar.

Bu bağlamda hangi erkeğin dayak atmadığı ya da hangi kadının kendini dövdürmediğiyle uğraşırken, aynı erkek ve kadının cinsiyetçi toplumun dışında kalabilme olasılıklarına da bakmak gerekir. Böyle bir olasılık olmadığından, olsa olsa belirli bir erkeğin dayak atmadan cinsiyetçi toplumun yararlarından nasıl istifade ettiğine bakmamız gerekir. Örnek olarak karısını sevgiye, çiçeğe ve hediyeye boğan bir erkeğin katıldığı topluluklarda (otobüs, sokak, kahve, meyhane, fabrika ya da sendika, parti ya da işletme yönetim kurulları) kaç kadın olduğunu ve kadınlara nasıl davranıldığını verebiliriz. Kendisini dövdürmeyen kadının verdiği sayısız taviz ile “erkek dünyasında yer kapmış” erkek-kadınların kendileriyle ilgili geliştirdikleri yanlış bilinci de cinsiyetçi toplumun kar hanesine yazmak gerekir. Aile içinde dövülen kadınların yaşadıkları karabasana rağmen neden evliliklerini sürdürdüklerinin sırrı ise evlilik kurumunun doğru tahlilinde gizli. Erkek egemen toplumun kurucu birimi olan aile ile ailenin yasal düzenlemesi olan evlilik kurumunun kendi başlarına, kadınların alanı olan “özel”i oluşturdukları, kadınlara bunun dışında hayat hakkı tanınmadığı hatırlanırsa, bunca evliliğin dayağa rağmen nasıl sürdüğü anlaşılır gibime geliyor. Zaten, bana kalırsa, bedeli sadece ev işi olan evliliklerin de nasıl ve neden sürdüğü araştırılmalı ve unutulmamalı ki dayak  birimizin başındaysa, şiddet hepimizin başında! Kadınların aile ve evlilik dışında?! da güvenlik içinde varolabilmeleri için de ekonomik ve siyasal bağımsızlığımız için mücadeleyi gerekli buluyorum.

Bu yüzden de “Kadınlar, dayağa karşı dayanışmaya!” cağrısı, cinsiyetsiz toplum için mücadele çağrısının ilk adımı sadece. Mücadelenin kadınlar tarafından yürütüleceğini, hedefin kadınlar üstündeki tüm baskı ve yaptırımları kaldırmak oldugunu hatırlatan bir çağrı.

Kadınlar Dayağa Karşı Dayanışmaya/feminist dergisi-1987 Kasım

resim-1559-001Kadınların dayağa karşı dayanışma kampanyası, boşanma davası açan bir kadının aleyhine verdiği gerekçeli kararda “kadının sırtından sopa, karnından sıpa eksik olmamalı” diyen hakim Mustafa Durmuş’a açtığımız hakaret davası ile başladı, dayağın meşrulaştırılmasına karşı yürüyüşle devam etti, kadın şenliğiyle sürüyor.

Devamını Oku…

“Kadınlar Dayağa Karşı Dayanışmaya Kampanyası” Bildirisi

dayanisma5Kadınların Dayağa Karşı Dayanışma Kampanyası, boşanma davası açan bir kadının aleyhine verdiği gerekçeli kararda, “Kadının sırtından sopa, karnından sıpa eksik olmamalı” diyen yargıç Mustafa Durmuş’a açtığımız dava ile başladı, dayağın meşrulaştınlmasına karşı yürüyüşle ve kadın şenliğiyle devam etti.

Devamını Oku…

‘Kadınlar Dayağa Karşı Kadın Dayanışmaya Kampanyası’ Tanıtım/1987

3-1Her şey 1987 yılının Şubat ayında başladı! Her şey değil tabii bizim kampanya öykümüz…

Çankırı’da bir hakim: Hakim Mustafa Durmuş, şiddet gördüğü için boşanmak isteyen bir kadının talebini “…kadının üç çocuğu bulunması, ayrıca dördüncü çocuğuna hamile olması…kocası geçimsiz de olsa kendisiyle halen cinsel ilişkide bulunduğu…” şeklindeki bir girizgahtan sonra ” …ara sıra kavganın evliliğin tadı tuzu olduğu…Anadolu’da çok dikkatimi çeken bir söz var ‘karının sırtını sopasız karnını sıpasız bırakmamak gerek derler…” sözleriyle reddediyordu!

Önce Eskişehir’li 8 avukat kadının bu kararı protesto ettiğini gazetelerde okuduk. Sonra kararın kendisini Ankara Barosu Dergisi ilginç kararlar bölümünde bulduk.
Eskişehir’li kadınların sesini devam ettirmeye ve hakime karşı manevi tazminat davası açmaya karar verdik. 1

4 Nisan 1987 tarihinde İstanbul Sultanahmet adliyesindeydik. Adliyenin koridorları, merdivenleri elleri dilekçeli kadınlarla doldu. Manevi Tazminat davası dilekçe örneği

1 Lira manevi tazminat talebiyle açtığımız dava “taraf olmadığımız gerekçesiyle” reddedildi. Böylece “o dayağı” bizzat yemedikçe karışmaya hakkımız olmadığı anlatıldıysa da biz daha sonra birçok olaya karışmaktan geri durmadık. Artık bir kampanya şeklinde örgütlenmeye dönüşen eylemlilik, o günden başlayarak daha çok kadının katılımıyla genişledi.

Davalar, dilekçelerden başka yollar da denemek gerekiyordu. Uzun, tartışmalı toplantılar sonunda dayağı protesto eden bir yürüyüş gerçekleştirmeye karar verdik. 50 kişi de olsak 100 kişi de yürüyelim dedik.

resim-1549-117 Mayıs 1987 “Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü”

17 Mayıs 1987’de Kadıköy’de Yoğurtçu Parkı’nda toplandığımızda katılım umduğumuzun çok üzerindeydi.

•    17 Mayıs, aile içi şiddete, dayağın meşrulaştırılmasına karşı çıkılan, sadece kadınların düzenlediği ve katıldığı ilk yürüyüş oldu. (Yürüyüşün en arkasında omuzlarında çocuklarıyla yürüyen erkekler de bir ilkti!) fotolar

•    17 Mayıs aynı zamanda 12 Eylül askeri darbesinden sonra yapılan ilk yasal yürüyüştü.

•    Şarkılarımız oldu “Kadınlar Vardır” dedik hep birlikte…”İsyanı var bizde haksız yüzyılların..” diye devam ettik.fotolar
•    17 Mayıs Türkiye’de; basmalı, pazenli, çiçekli rengarenk pankartlarla yapılan ilk yürüyüş olarak da tarihe geçti.fotolar

•    Bir de 17 mayıs Türkiye’de trans kadınların kürsüden seslendiği ilk yürüyüştü. foto

Sloganlarımız: yuruyus3

Kadınlar Dayağa Karşı Dayanışmaya
Dayağa Ceza
Dayağın Çıktığı Cenneti İstemiyoruz
Kadınlar Vardır
Yeter Söz Kadınların
Haklı Dayak Yoktur
Dayak Aileden Çıkmadır
Utanma Şikayet Et

Hemcinslerimizi daha fazla dayanışmaya katmak için, şiddet gören kadınların tanıklıklarına dayanan bir kitap yayınlamaya ve gerekli fonu da bir şenlik düzenleyerek toplamaya karar verdik.

7Hem şarkılar, sergiler, tiyatrolarla dolu bir şenlik, hem de o günlerde yabancı dil gibi algılanan kotaya varıncaya kadar hararetli tartışmalar birarada yapılabilir mi? Üstelik ortalık çocuklarla da doluyken…
4 Ekim 1987 Edirnekapı Kariye Müzesi’nde gerçekleştirdiğimiz şenliğe 2000’den fazla katılım oldu ve Dayağa Karşı Kampanya’nın daha çok kadına ulaşmasını sağladı.

Kasım 1987’de Tüyap Kitap Fuarına katılarak “Dayağa Karşı Dayanışma” standını kurduk. Fuar süresince “Sizce dayağa karşı kampanya gerekli mi gereksiz mi” anketine 611 kişi yanıt verdi. Yanıt veren 364 kadından 351’i kampanyanın gerekli olduğunu belirtmiş, baziları da yorumlarını eklemişlerdi.

Yıl 1988 “Bağır Herkes Duysun” kitabı Kariye Şenliği’nden elde edilen gelirle basıldı.kitapon

“Ama burada dayak yiyen kadınlar yok ki!” dediler. Dayak yiyen kadınlar / Dayak yemeyen kadınlar ayrımına karşı çıktık. Bizim çok iyi bildiğimiz bu gerçek “Bağır Herkes Duysun” kitabındaki tanıklıklarda kendini gösteriyordu. Onlar hepimizin tanıklıklarıydı ya da olabilirdi…Çeşitli gazete ve dergiler aracılığıyla yaptığımız tanıklık çağrılarına verilen “Artık herşeyi herkese anlatmanın zamanı” cevabı dayanışmanın gücünü gösteriyordu.

8 Mart 1988’de Dünya Kadınlar gününde, İstanbul Reklamevinde “Geçici Modern Kadın Müzesi” adını verdiğimiz bir sergi açtık. Amacımız “kadın işleri” diye sıradanlaştırılarak küçümsenen ev işleriyle, gizli yaşamaya zorlandığımız adet günleri, jinekolojik muayeneler gibi kadınlık durumlarını yabancılaştırıcı bir biçimde sunarak dikkat çekmekti. müze foto vs.

1988 yaz aylarında dayanışma ağlarını oluşturarak, şiddet görerek başvuran kadınların avukat, doktor, bir süre kalacak yer ve sınırlı maddi yardım taleplerini daha düzenli ve örgütlü biçimde karşılamayı amaçladık.

Ekim 1988’de kampanyayı ve başka ülke deneylerinden de yararlanarak hazırladığımız “kadın sığınağı” projesini içeren “Şimdi Sığınak İçin” el kitabını hazırladık.

5Kampanya sürecinde ortaya çıkan tanıklar, karşılaştığı şiddet nedeniyle avukat, doktor, kalacak yer talep eden kadınlar, dayanışma ağlarının oluşturulmasını zorunlu hale getirmişti. 1989 yılı Ocak ayında şiddete maruz kalan kadınların hukuksal ve pratik destek alabilecekleri bir telefon ağı oluşturuldu. Ancak bir süre sonra dayanışma ağlarının da yetmeyeceği, bir sığınağın gerekli olduğu somut biçimde ortaya çıktı. Eylül 1989’da Şişli belediye başkanı Fatma Girik’e sığınak için gerekli bina başvurusunu yaptık.
Büyükşehir Belediyesine yönlendirildik, Büyükşehir bize önce sığınak yerine bir oda vermeye kalktı! Şişli’de sığınak açıldı ancak bir sonraki belediye başkanı Gülay Atığ tarafından “kadınlara daha layık olanı açılacağı” gerekçesiyle kapatıldı, bir daha da açılmadı!

Yıl 1990. Feministlerin halinden feministler anlar dedik ve yurtiçi ve yurtdışı dayanışmalarla
mor3Şiddetle yüz yüze olan kadınlarla dayanışmayı sürdürmek, aile içindeki şiddete karşı mücadeleyi yaygınlaştırmak amacıyla Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı kuruldu.( http://www.morcati.org.tr/)

Derleyen: Filiz Karakuş

* Kampanya öyküsü, Dayağa Karşı dayanışma Kampanyasının “Şimdi Sığınak İçin” broşüründen derlendi. Ekim 1989

Bağlantılı yazılar

“Kadınlar Dayağa Karşı Dayanışmaya Kampanyası” Bildirisi
Kadınlar, dayağa karşı dayanışmaya!/Stella Ovadia/Ekim1987
Kadınlar dayağa karşı dayanışmaya / feminist dergisi-1987 Kasım
Kadınlar Dayağa Karşı Dayanışmaya/Miting çağrısı-17 Mayıs 1987
Bağır! Herkes Duysun’ kitabı çıktı -1988

 

Borçlanarak, Fonlanarak Çocuk Bakmak İstemiyoruz!

Sosyal sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Yasası tamamen geri çekilmeli!

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa maddeleri emekçilerin ve kadınların aleyhine hükümetin istediği şekilde meclisten hızla geçiriliyor.

AKP hükümeti sesimizi duymamakta ısrar ediyor. Çünkü hükümet, emekçilerin taleplerini ve çıkarlarını değil sermayenin ve sağlık tekellerinin çıkarlarını düşünüyor!  Hükümet kadınların sesine de kulaklarını tıkayarak, IMF ve Dünya bankasının talimatlarını uyguluyor!  Ancak hükümet, bu talimatları uygularken milletvekillerinin hak kayıplarından etkilenmemesi için yasaya özel maddeler koymayı da ihmal etmiyor.

Devamını Oku…

Sosyal Güven(siz)lik Yasa Tasarısı Geri Çekilsin!

Hükümet yasayı geçirmekte ısrarlı.

Biz kadınlar da bu haliyle yasanın geri çekilmesinde ısrarlıyız.

Çünkü: bu yasa kadınların ev içinde harcadıkları emeğin tümünü, ev dışında harcadıkları emeğin ise büyük bölümünü yok saymaktadır. Bu yasayla, sosyal güven(siz)lik sistemi, kadınların asıl kimliklerinin annelik ve eşlik olduğu üzerinden kurulmuş. Kadınların erkeklerle eşitliğini değil; eşitsizliğini esas almış. Yasa bununla da yetinmemis; kimi düzenlemelerini kadınlarla erkeklerin eşit olduğunu varsayarak yapmıştır. Bu yasa tasarısı kadın ve erkekler arasındaki eşitsizlikleri derinleştirmektedir.

* Yasa ile emeklilik yaşı, emeklilik süresi ve prim sayısı  ile ilgili daha önce kadınlar lehine olan düzenlemeler, güçlendirilmesi gerekirken ortadan kaldırılmıştır Emeklilik yaşı ile ilgili düzenlemeleri örneklersek; Bundan on yıl önce kadınlar ve erkekler için yaş sınırı yokken erkekler 25, kadınlar 20 yıl ve 5.000 gün prim ile emekli olurken emeklilik yaşı önce kademeli olarak kadınlar için 58’e erkekler için 60’a çıkarılmış. Yeni yasa ile ise kadın erkek tüm çalışanlar için emeklilik yaşı 65’e çıkarılmakta. Kadınlar lehine emeklilik yaş farkı %10’dan önce %3,3’e şimdi de %0’a indirilmiştir.

* Kadınların ev içindeki emekleri yok sayılarak yapılan tüm düzenlemeler aynı zamanda bu karşılıksız emeğin erkekler ve devletçe üstlenilmesinin önünü kapatır. Bu anlamda  bu yasa ile kadınların ev içi köleliği kalıcılaştırılmakta ve kadınların çoğuna sosyal güvenlik sisteminde “himaye altına alınan kesim” yani dul ve yetim olmaktan başka seçenek kalmamakta.

*Bu yasa dul ve yetimlerle ilgili hakları en aza indirmekte ve bu hak kaybı en çok kadınları ilgilendirmekte.

*Bu yasa sağlıkta katkı payını getirerek sağlığı herkes için erişebilir olmaktan uzaklaştırmakta. Bu hizmetlere ulaşamayanlar açısından zorunlu haller dışında evde anne ve eş bakımının ücretsiz ve şefkatli elleri cazip hale gelmekte. Yani bu yasa ile kadınların ev içi bakım hizmetleri her bir yandan ağırlaşmakta.

* Bu yasa bütün sistemini düzenli prim ödeyen ücretli çalışma üzerine kurduğundan,  evde ücretsiz çalışan ev kadınları, gündelikçi kadınlar,  çoğunluğu kadın olan ev eksenli çalışanlar, tarım işçileri, ücretsiz aile işçileri, geliri asgari ücretin altında olanlar sosyal güvenlik sistemi altında tutuluyor.  Bu yasayla 17 milyon kadın sosyal güvenlik sisteminin dışında kalmakta.

Sosyal güvenlik sisteminin,

*kadın-erkek herkese işsizlik, kaza, hastalık, malûllük, yaşlılık ve ölüm hallerinde ve tüm kadınlara analık ve doğurganlık hallerinde sosyal güvence sağlanması

*kadınlara sosyal haklarını babalarından ve kocalarından bağımsız olarak tanıması,

*kadınlara ev içinde harcadıkları emeğin karşılığı olarak erken emeklilik, cinsiyete dayalı yıpranma payı/fiili hizmet zammı haklarını tanıması gerekir.

Bunların hiçbirini sağlamadığı için sermaye ve erkek egemenliği işbirliği ile hazırlanan bu yasanın geri çekilmesini istiyoruz.

Hükümete sesleniyoruz. IMF’nin ve sermayenin sözüne değil; emekçilerin ve kadınların sesine kulak ver.

Biz kadınlar diyoruz ki bu yasa tadilatla düzelmez. Sosyal Güven(siz)lik yasa tasarısına esastan itirazımız var!
Derhal geri çekilsin…

Erkek Egemenliğine ve Kapitalizme Karşı  Yaşasın Kadın Dayanışması

Kadınlar için Sosyal Haklar Platformu / 19 Nisan 2008-Taksim Metro önü

 


 

Biz Kadınlar Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısına İtiraz Ediyoruz!

Kadınların da bu yasaya sözü var!

“Sosyal güvenlik reformu” adı altında hazırlanan yasa tasarısı uzun tartışmalardan sonra TBMM gündemine geldi. Yasa tasarısı tartışılırken yasa hazırlayıcıları kimi “sosyal tarafların” görüşlerini dikkate aldı. Birçok örgüt temsilcisi ile bizzat görüştü. Bu süreçte bir taraf olarak yok sayılan kesim ise kadınlar oldu. Ne yasa hazırlanırken, ne de yasada kimi tadilatlara gidilirken kadınların sözüne kulak verilmedi. Kadınlar bir taraf olarak muhatap alınmadı.

Yasayla kurulan sosyal güvenlik sisteminde kadınların birey olarak hakları, eşitsiz konumları yok sayılmakta, baba ve kocalarına bağımlı, onların himayesi altında varlıklar olarak değerlendirilmektedir.

Yasanın en temel problemi kadınların emek verdikleri ve karşılığını alamadıkları bakım hizmetlerinin yok saymasıdır.  Kadınların kimliğinin ayrılmaz parçası olarak görülen bu hizmetlerin büyük çoğunluğu kamunun, işverenin ve erkeklerin yapması gereken ama yapmadığı işlerdir. Yasa kadınların yaptığı karşılıksız işleri görmediğinden; kadınları ilanihaye ev işlerini ve bakım hizmetlerini yapmaya mecbur kılıyor.

Bu tasarı kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizlikleri doğalmış gibi sunarak kadınların erkeklere bağımlığını daha da arttıracaktır. Bu bakış açısı, kadınların belli bir yaşa geldiklerinde evlenmelerini ve evlilik içinde kalmalarını öngörmektedir. Tasarının yasalaşması, kadınların aile içindeki ezilmelerini ve güvencesizliğini pekiştireceği için son yıllarda kadınların eşitlik yolundaki Medeni Kanun, TCK’da gibi kimi kazanımlarının kullanılmaz hale gelmesine de yol açacaktır. Kadınların, bu yasa aracılığı ile erkeğe bağımlılıklarının pekiştirilmesi, kadına yönelik aile içi erkek şiddetinin sistematik olarak artmasını da getirecektir.

Bu yasanın tamamında kadınlara söylenen ana söz “Haydi Kadınlar Evlere” sözüdür.

Yasanın kadınlara gösterdiği bu yola dolayısıyla bu yasaya esastan itirazımız var.

Tadilat yetmez. Bu yasanın esastan değişmesi dolayısıyla geri çekilmesi gerekmektedir.

Bu yasa emzirme parasının,  cenaze parasının arttırılması ile düzelmez. Yasanın hem tüm çalışanları ilgilendiren temel parametrelerinin hem de erkek egemenliği üzerine kurulu yapısının esastan değişmesi gerekiyor.

Yasanın tüm çalışanları ilgilendiren temel itiraz noktaları emeklilik yaşının 65’e çıkarılması, emekli maaş bağlama oranlarının düşürülmesi ve sağlığın prime dayalı paralanmasıdır. Bu temel sorunlar dışında yasada onlarca hak kaybı söz konusu.

Biz kadınlar bu temel itiraz noktalarına katılıyoruz.  Bu itiraz noktalarından sağlık hizmetlerinin ücretlendirilmesine itirazımızı bir kadın kurtuluş talebi olarak tekrarlıyoruz. Çünkü sağlıkta katkı payı ve sağlık hizmetlerinin ücretlendirilmesi, bu hizmetlere herkesin erişebilmesini engeller. Birçok sağlık ve bakım hizmeti ev içinde çözülmeye çalışılır. Yani kadınların ev içi köleliğinin koşulları ağırlaşır.

Bunun yanı sıra biz ev içindeki karşılıksız emeğimiz ortadan kaldırılıncaya dek kadınların evdeki çalışmalarının dikkate alınmasını istiyoruz.

Yani eşit uygulamalar değil, eşitlik sağlanana kadar geçici özel önlem istiyoruz. Pozitif ayrımcılık yapılmasını istiyoruz.

Bu yasa kayıt dışı çalışan 13 milyondan fazla kişiyi sosyal güvenlik sistemine sokmak için hiçbir ciddi önlem önermemekte; bütün sistemini çalışan ve prim ödeyen ve erkek bireyler üzerinden kurmaktadır.

SSGSS Yasa Tasarısı ile çoğunluğu kadın olan ev-eksenli çalışanlar, gündelikçiler, tarım işçileri, ücretsiz aile işçileri, geliri asgari ücretin altında olanlar sosyal güvenlik sisteminin dışında tutuluyor.
Ev-eksenli çalışan, gündelikçi, tarım işçisi, ücretsiz aile işçisi, geliri asgari ücretin altında olan kadınlar için çalışma süreleri ve yerlerine bakılmaksızın sosyal güvenlik hakkı olmalıdır.

Biz kadınlar Sosyal güvenlik sisteminin,

kadın-erkek herkese işsizlik, kaza, hastalık, malûllük, yaşlılık ve ölüm hallerinde ve tüm kadınlara analık ve doğurganlık hallerinde sosyal güvence sağlanması

kadınlara sosyal haklarını babalarından ve kocalarından bağımsız olarak tanıması,

kadınlara ev içinde harcadıkları emeğin karşılığı olarak erken emeklilik, cinsiyete dayalı yıpranma payı/fiili hizmet zammı haklarını tanıması gerekir.

Bunların hiçbirini sağlamadığı için bu yasanın geri çekilmesini istiyoruz.

Bu yasa önümüzdeki günlerde tartışılmaya açılacak istihdam paketiyle birlikte değerlendirilmelidir. İstihdam paketinin kamuoyuna yansıdığı kadarıyla, kadınlar için özel önlem getirilmemesi ve kreş, emzirme odası gibi işveren yükümlülüklerinin ortadan kaldırılması kadınların iş yaşamına katılımının önüne yeni engeller getireceği ortadadır. İstihdam paketinin de kadınların taleplerini görmezden gelinerek hazırlanıyor olması, kadınlar için sosyal güvencesizliği ve sağlık hizmetlerinden yararlanamamayı mutlaklaştıracaktır. Yasa bakım hizmetleri ile ilgili bir adım atmaya gerek görmeden hatta mevcut hali dahi geriye götürerek kadınları aileye mahkûm etmektedir.

Yasal düzenlemelerle, kadınlar aileye bağımlı kılınırken; Başbakan tarafından dillendirilen kadınların daha çok çocuk doğurması talebi de hükümetin “kadının asıl yeri evidir” zihniyetini de açıkça ortaya koymaktadır.

Bu yasa “kadınların asıl yeri evdir” anlayışı ve cinsiyetçi bakışla kurulan zincirin bir parçasıdır.

İtirazımız Var!
Yaşasın Kadın Dayanışması!

Sosyal Haklar İçin Kadın Platformu /15 Nisan 2008-Ankara TBMM önü

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) ’ye Yönelik Eleştiri ve Taleplerimizin Feminist Politika Açısından Uzantıları

Gülnur Acar Savran

SSGSS yasa tasarısı vesilesiyle feministler olarak bazı somut talepler ileri sürdük. Bunlar özet olarak, cinsiyete dayalı yıpranma payı, ya da fiili hizmet payı, kadınlar için erken yaşta emeklilik ve ücretli çalışmayan kadınlar için kocalarına ve babalarına bağlı olmadan ücretsiz sağlık güvencesi ve emeklilik hakkı idi. Bütün bu taleplerin ardında yatan mantık ise, kadınların, ev içinde kocaları ya da sevgilileri ile ilişkilerinde harcadıkları karşılıksız emeğin karşılığı olarak pozitif ayırımcılığı hak ediyor olmalarıydı.

Devamını Oku…

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Yasa Tasarısına Esastan İtirazımız Var!/Bildiri

Sosyal Haklar için Kadın Palformu’nun “SSGSS’ye esastan itirazımız var!”bildirisi
Bu Yasa Kadınları Aileye, Erken Evliliğe, Koca Eline Bakmaya Mahkum Ediyor.

SSGSS yasa tasarısı ile biz kadınların
•    Emeklilik yaşı yükselecek
•    Emekli, dul ve yetim maaşı azalacak..
•    Emeklilik için gereken prim ödeme gün sayısı artacak.
•    Bekar olanlarımızın, babaya bağlı sağlık güvencesi sona erecek.

Bu tasarı yasalaşırsa,  kadınları daha da yoksullaştıracak.
Bu tasarı yasalaşırsa kadınların eviçi emeği yok sayılmaya devam edecek.
Bu tasarı yasalaşırsa milyonlarca kadın sosyal güvenlik sistemi dışında tutuluyor olacak.

IMF’nin emriyle AKP hükümeti tarafından meclisten geçirilmeye çalışılan bu yasa tasarısı ile  emekçilere kısıtlama, sermayeye yeni kar alanları sunuluyor. Bu yasa eşitsizlikleri arttırıp, derinleştirecek.

Bütün Kadınlar Evde Çalışıyor

Yasa biz kadınları erkeklerle eşit kabul ederek düzenleme getiriyor. Oysa, biz eşit değiliz!
Ücretli çalışsak da çalışmasak da yemekleri biz yapıyor, bulaşık, çamaşırı biz yıkıyor, evi biz temizliyoruz. Sökükleri biz dikiyor, kocalarımıza çocuklarımıza, yaşlı büyüklerimize ve aile içindeki hastalara biz bakıyoruz. Bütün bu yaptıklarımız ise işten sayılmıyor. Ev içindeki emeğimiz görünmüyor. Emeğimizin parasal bir karşılığı yok.

“Kadının asıl yeri ev”, “Yuvayı yapan dişi kuş” olunca, erkeklere göre daha az okutulan da biz oluyoruz.. Kayıt dışı, sosyal güvencesiz,  esnek, kolayca işten çıkartılabildiğimiz, düşük ücretli işler hep bize kalıyor. Kimi iş alanlarına/işkollarına  hiç sokulmuyoruz.. Aynı işyerinde çalıştığımızda “kadın işi” olarak görülen düşük statülü işlerin tamamı bize , ‘’erkek işi’’ olarak tanımlanan daha iyi işler hep erkeklere veriliyor..

Ev İçindeki Karşılıksız Emeğimiz Ortadan Kaldırılıncaya Dek;

Bizi sanki  eşitmişiz gibi gören yasalar değil geçici özel önlemler alınmasını, pozitif ayrımcılık yapılmasını istiyoruz!

•    Hem evde hem işte çalışıyor, çifte mesai yapıyoruz. Yeraltında çalışanlara, tehlike sınıfı yüksek işlerde çalışanlara verilen yıpranma payı gibi  Cinsiyete Dayalı Yıpranma Payı, Yıpranma Payına Bağlı Düşük Primle  Erken  Yaşta Emeklilik İstiyoruz.
Ev işleri ve bakım hizmetlerinin erkekler tarafından da eşit derecede üstlenilmesini, kimi hizmetlerin sosyal devletin sorumluluğunda olması, bunlar sağlanana kadar; Her Çalıştığımız Yıl İçin 180 Gün Fiili Hizmet Zammı İstiyoruz.
•    Evli ya da  bekar olsun Ücretli Bir İşte Çalışmayan Kadınlar İçin Kocaya  Veya Babaya Bağlı Olmayan Ücretsiz Sağlık Güvencesi Ve Emeklilik Hakkı İstiyoruz.

Ssgss Yasa Tasarısı ile çoğunluğu kadın  olan ev-eksenli çalışanlar, gündelikçiler, tarım işçileri, ücretsiz aile işçileri, geliri asgari ücretin altında olanlar sosyal güvenlik sisteminin dışında tutuluyor.

Ev-eksenli çalışan, gündelikçi, tarım işçisi, ücretsiz aile işçisi, geliri asgari ücretin altında olan  kadınlar için çalışma süreleri ve yerlerine bakılmaksızın  sosyal güvenlik hakkı  istiyoruz.

Mevcut tasarı, kadınların aile içinde ev işi ve bakım hizmeti yaptığını yok sayıyor ve mevcut bazı koruyucu önlemleri kaldırıyor. Dolayısıyla kadınları aileye, erken evliliğe, koca eline bakmaya mahkum ediyor. Bu nedenle yasa tasarısına esastan itirazımız var. Kadın erkek eşitliği sağlanıncaya, ev içinde harcadığımız ilave emek ortadan kalkıncaya kadar, kadınlara özel önlem uygulamalarının muhafaza edilmesi ve arttırılması için mücadele edeceğiz..

Kadınların Ev İçi Emekleri Yok Sayılarak Hazırlanan
SSGSS Yasa Tasarısı Geri Çekilsin

Erkek Egemenliğine Ve Kapitalizme Karşı
Yaşasın Kadın Dayanışması

Kadınlar İçin Sosyal Haklar Platformu

Yoğurtçu Kadın Forumu’ndan Eylem Çağrısı

Sözde kadın istihdamını artırmayı hedefleyen AKP’nin yeni yasa taslağına karşı 1 Kasım Cuma akşamı Kadıköy’de eylem yapmaya hazırlanan Yoğurtçu Kadın Forumu tüm kadınları eyleme destek olmaya çağırıyor…

kadin-istihdamiHatırlanacağı gibi bir süre önce DİSK, Tabipler Birliği ve KESK’in çağrısı ile Kadın Emeği Platformu (KEP) kuruldu. Kadın örgütlenmeleri ve feministlere de çağrı yapan bu platform, AKP Hükümeti’nin “Nüfus ve Aile Politikaları Mevzuat Çalışmaları” adı altında kadınların yarı-zamanlı, “güvenceli” ve esnek çalışmasını teşvik etmek üzere planladığı yasa taslağına karşı ortak bir mücadele ve eylem çağrısı ile kuruldu. İlk etapta KEP yeni yasa taslağı ile ilgili bir bildiri çıkarmaya hazırlanıyor. Bir dizi eylem ve etkinlikler yapmaya hazırlanan, kadın örgütlenmelerine de eylem çağrısı yapan KEP, 29 Ekim Salı günü 18:00’de DİSK’te geniş katılımlı bir toplantı yapacak. Ayrıca 2 ya da 3 Kasım’da bir günlük eş zamanlı forumlar organize edilmesi planlanıyor.

Devamını Oku…

AKP’nin Kadın İstihdam Paketi: Kime Müjde?!

yogurtcu-forum-111AKP’nin sözde kadın istihdamı paketine karşı seferberlik ilan eden kadın ve emek örgütlerinin ilk sokak eylemi 1 Kasım Cuma akşamı İstanbul forumlarından kadınların katılımı ile gerçekleştirildi. Yoğurtçu Kadın Forumu’nun çağrısıyla yapılan eyleme Göztepe, Ümraniye, Koşuyolu, Abbasağa gibi farklı forumlardan yaklaşık 60 kadın dövizleri ile katıldı. Devamını Oku…

Seçimlerde Ayşe ve Saliha’nın Yanındaydık.

feminist gazete-2008 Mart

Ece Kocabıçak

22 Temmuz seçimlerinde genelev eski çalışanı, “vesikalı” milletvekili adayları Ayşe Tükrükçü ve Saliha Ermez’i destekledik. Ayşe ve Saliha “en diptekilerin adayıyız” diyorlardı. Her yerde karşılarına çıkarılan vesikalarının kaldırılmasını istiyor ve milletvekili olurlarsa genelevdeki kadınların sorunlarıyla ilgileneceklerini anlatıyorlardı. Feministler olarak bizler de Ayşe ve Saliha’ya destek olduk. 1 Temmuz’da ilk toplantımızı yaptık ve yaklaşık 45 gün sürecek yoğun bir kampanya temposunun içine daldık. Seçim günü geldi geçti, bizim hızımız kesilmedi.

Devamını Oku…

Biz Feministler, Vesikalı Adayları Destekliyoruz.

Biz feministler, 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde vesikalı kadın adaylar
Ayşe Tükrükçü (İstanbul, 2. Bölge) ile Saliha Ermez’i (İstanbul, 1. Bölge)
destekliyoruz.

Biz feministler, Vesikalı Adayları destekliyoruz.

Çünkü; babamızın bakire kızı, geneleve giden kocalarımızın sadık karısı
olarak biliyoruz ki; aile, iş, meslek sahibi olsak da; “iffetsiz” denilen
“hayatsız kadınlarla”, “en diptekilerle”, “iffetli” denilen kadınlar
madalyonun iki yüzünü yaşıyor.

Devamını Oku…

Önemli Olan Siyahtı, Kadın Olmaktı…

Minu İnkaya

Kaktüs 7. Sayı -1989 Eylül

Türkiye gibi işin çığırından çıktığı yerlerde, neyin nasıl yapıldığından çok, o işin yapılması önemli kanısındayım. Bu yüzden Aydın Ölüm Orucuna, hayati tehlikenin çoktan başladığı günlerde bizlerin kadınlar olarak katılmamızı “şiddetin türünü çok iyi bilmemizden” ötürü değil, artık çok ileri gitmiş ve ölüme dönüşmüş bir oruca duyarsızları uyarmak, duyarlılarla saf oluşturup baskı aracı kurmaya çalışmak için katıldım.

Protestomuzda önemli olan siyahtı, kadın olmaktı, kişileri kazanmak değil. Her olayda biz kadınların ezildiğini, yok farzedildiğini bangır bangır bağıran bizler, bu kez dışımızdan herkese kapalıydık. Kapalılıkları çok yoğun yaşamanın yarattığı bunalımların hesabı daha yapılmamışken, Fatmanın dediği gibi kendimizi gene duyarlı olan herkesten “yalıtmak” ne ölçüde sağlıklı oldu. Soruyorum ….

Siyah Protesto

Kaktüs 7.sayı-1989 Eylül

Asiye Müjgan-Fatma Mefkure-Nalan Çağlar

Yapılacak işin ve niyetlerin “iyi” olması, zaman zaman insanları çoşkunun egemenliğine hapsediyor galiba. Kadın ve insan olarak, hapisanelerdeki şiddete protestoyu dile getirebilecek daha etkin bir kanal bulamayınca, ” kadınlar olarak ses çıkarma” noktasının “Kadın Kurtuluş Hareketi” çizgisine bir kalem oynatışla getirilebilmesini başka türlü açıklayamıyoruz.

Devamını Oku…

“Bugün İsyanımız Siyahla”

Nesrin Tura
Kaktüs 7.sayı-1989 Eylül

Siyahlı Protesto ile birlikte, Türkiye’de 80 sonrasında oluşmaya başlayan kadın hareketi, özgül gündeminin dışındaki bir olaya ilk kez tepki vermiş oldu. Değişik kadın çevrelerinin ve bağımsız kadınların biraraya gelerek gerçekleştirdikleri protesto eylemleri oldukça uyumlu bir biçimde ve ortak bir çoşku içinde geçti. Protestonun ardından yapılan değerlendirmelerde bu protestoya farklı anlamlar yüklediğimiz ortaya çıktı ve çok anlamlı bulduğum bir tartışmanın içinde bulduk kendimizi.

Devamını Oku…

Erkek Egemenliğine ve Erkek Yargıya İtiraz Eden Kadınlar Yargılanıyor

Kadına  yönelik erkek şiddeti azalmadan sürüyor, her gün yeni bir kadın cinayeti haberiyle güne başlıyoruz. Kadın cinayetlerinin sayısını devletin çelişen açıklamaları nedeniyle tam olarak bilemiyoruz. Resmi makamlardan gelen sayılarda, basında çıkan haberler yoluyla tutulan çetelelerdeki rakamlarda kadın cinayetlerinin hız kesmediğini, her gün bir kadının öldürüldüğünü görüyoruz.

Devamını Oku…

Kadına Yönelik Suçlarda Tarafız/İstanbul Feminist Kolektif

Kadına Karşı Erkek Şiddeti Davalarına Kadın Örgütleri Taraftır,
Aile Bakanlığı Değil!

Kadın örgütleri olarak bugün bir kez daha kadına karşı erkek şiddet davalarında “TARAFIZ“ demek için Fatma Şen`in duruşmasını takip edeceğiz. Fatma, evliliği içinde kocası tarafından sistematik olarak şiddet gördü. Maruz kaldığı şiddeti polise bildirdiğinde, polis, hiçbir şey yapamayacağını söyledi, Fatma`nın mahkemeden aldığı tedbir kararından feragat etmesi için Fatma`yı zorladı. Fatma şiddet gördüğü evde yaşamaya mecbur bırakılırken, son olarak, sanık olan kocası, “ben seni öldürüp hapse girmem sen kendini öldür“ dedi. Aslında bütün kadın cinayeti davalarında olduğu bunda da sanık cinayetin her aşamasını tasarlamıştı. Son olarak Fatma`yı balkondan aşağı atarak onu öldürmeye teşebbüs etti.

Devamını Oku…

Devletin Görevi Kadınların Tamamını Şiddetten Korumaktır

Basın Açıklaması – 28 Aralık 2011

Devletin Görevi Bazı Nikahlı Kadınları Değil
“Her Kadını” Şiddetten Korumaktır!

Kadına karsı şiddet yasa taslağındaki “yakın ilişki içinde yaşayanlar” kavramı Başbakanlık tarafından taslaktan çıkarılmıştır. Oysa imam nikahlı ilişkilerden resmi nikah imkanı olmayan zorla erken evlendirilmiş kız çocuklara; aynı çatı altında nikahsız yasayanlardan, birlikte oturmadıkları halde bir ilişki içinde olanlara kadar, Türkiye’de yaşayan milyonlarca kadın şiddet yaşamaktadır.

Devamını Oku…

Kadın Cinayeti Davalarına Müdahiliz!

Şefika Etik, Türkiye’de her gün öldürülen kadınlardan biri. 6 Ekim 2011 tarihinde boşanmak istediği kocası tarafından öldürüldü. Kamuoyu onu Habertürk’ün medya şiddeti olarak tanımladığımız, sürmanşetinde yayınladığı, sırtından bıçaklı fotoğrafıyla tanıdı.

Devamını Oku…

Arzu Yıldırım ölmeyebilirdi/İstanbul Feminist Kolektif

Erkek şiddetiyle ilgili suç duyurularını önemsiz sayan, görevini yapmayan, kadınları  ‘korunmasız bırakan’, savcıları takip ediyoruz! Gözümüz savcılıklarda!

Arzu Yıldırım İstanbul Ümraniye’de birlikte yaşadığı sevgilisi tarafından öldürüldü. Arzu’nun çantasından savcılığa verdiği ‘ öldürüleceğim’ dilekçesi çıktı.  Arzu 7 Şubat’ta bu dilekçeyi verdikten 2 gün sonra öldürüldü.

Devamını Oku…

Öldüren “Sevgi” İstemiyoruz!/İstanbul Feminist Kolektif

65292_411426735610174_1445286718_nHer gün en az 3 kadın en yakınındaki erkeklerin “sevgi”si yani baskı, yasaklama, kıskançlık, sahiplenmesi yüzünden öldürülüyor!

Bugün 14 Şubat Sevgililer Günü. Korkarız bugün de gazetelerin 3. sayfalarında Türkiye’de sevgilisinin elinden çiçek alacak ya da almayacak kadınlardan birkaçının ölüm haberlerine rastlayacağız. Bugün sevgililer günü, oysa erkeklerin “sevgisi” yani sevgi addettikleri baskı, yasaklama, kıskançlık, sahiplenmesi yüzünden günde en az 3 kadın öldürülüyor.

Devamını Oku…

İstanbul Feminist Kolektif/İstanbul Feminist Kolektif

Biz kimiz?

Kadın cinayetlerini “politik cinayetler” olarak görüyoruz. Çünkü her şeyden önce, bize göre ne şiddet, öznesi belirsiz, cinsiyetsiz bir olgu, ne de kadınlara karşı şiddete başvuranlar, bunu hasta, sapık, eğitimsiz oldukları için yapıyorlar… Kadınlara yönelik şiddet, düpedüz, kadınları baskı altında tutmaya devam etmek için kullanılan bir “erkek şiddeti” aracı, erkek egemenliğini ayakta tutan mekanizmaların başlıcası. Kadın cinayetleri; kadınların bedenleri, cinsellikleri, kimlikleri, emekleri, hayatları erkeklerin tasarrufunda addedildiği için bu kadar yaygın; mahkemelerde, karakollarda, yasalarda kendine bu kadar güçlü dayanaklar bulabiliyor. Erkek şiddeti; dayaktan, tacizden, tecavüzden, intihar ettirmeden geçerek kadın cinayetlerine kadar varıyor.

Devamını Oku…

Kadın Katillerine ve Suç Ortaklarına İsyan Ediyoruz./İstanbul Feminist Kolektif

kchillİstanbul Feminist Kolektif Basın Açıklaması
2 Nisan 2010/Taksim-Galatasaray

Her gün üç kadın, onları sevdiklerini sandıkları erkekler tarafından öldürülüyor.

Feminist hareket yıllardır, bu ülkede kadına yönelik erkek şiddetini, açık etmeye çalışırken, devletin kurumları, kadın cinayetlerini önlemek yerine, kadın katillerini azmettirici kararlara/sözlere imzalar atıyorlar.

Devamını Oku…

Celalettin Cerrah kadınları hedef gösteriyor!/İstanbul Feminist Kolektif

Münevver Karabulut’un babasına “Kızına sahip çıksaydı.”diyen İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah esas kendi diline sahip çıksın!

Kadın katillerine cesaret veren, kadın düşmanlığını körükleyen sözler eden, 18 yaşında katledilen Münevver’in ailesine “Kızlarına sahip çıkmışlar mı?” diye soran Celalettin Cerrah esas kendi diline sahip çıksın!

Devamını Oku…

Satı Korkmak cinayeti

Satı Korkmak, eşi Hasan Korkmak, tarafından televizyon kablosuyla boğularak öldürüldü (14.02.2009). Hasan Korkmak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum oldu.

Devamını Oku…

Feminizm Radikal ve Devrimci Bir Harekettir

finnGeçtiğimiz haftasonu Londra’da Feminizm (Feminism in London) başlığı altında yaklaşık yediyüz elli kadının katıldığı bir etkinlik vardı. Akşamında yaklaşık binbeşyüz kadının katıldığı bir yürüyüş ile kadına yönelik erkek şiddeti protesto edildi.

Kapanış konuşmasını yapan Finn MacKay sadece kadınlara açık olan ve feminist politikanın tartışıldığı alanların önemine değindi. Hareketin her geçen gün daha fazla ilgi gördüğünden bahsetti. Feminist hareketin artık gündemlere ilişkin yorum yapmaktan çok kendi gündemini dayattığının altını çizdi. Buna karşılık, feministleri, feminist hareketin gücünü, ve kadınların bağımsızlığını saldırgan bulanlar olduğunu belirtti. Bu kişilerin, sosyal medya ve diğer medya kanalları üzerinden kadınları susturmak isteyenler olduğuna değindi ve ‘Bu kişiler bizim görüşlerimizle hem fikir olmayanlar değil, bizim kendi görüşlerimiz olmasından rahatsızlık duyan kişilerdir’ dedi.

Kadınların gittikçe güçlenmesinden rahatsız olan erkeklerin bu durumu kendi iktidarlarına yönelik bir tehdit olarak görmesi sonucu kadına yönelik erkek şiddetinin arrtığını da sözlerine ilave etti. ‘Kadınlar da insandır ve sonsuza dek esir edemezsiniz’ diyen Finn, hiç böyle bir niyetleri olmadığını söyleyen erkeklerin de erkek egemenliğinden fayda sağladıklarını, cinsiyetçilikleri, soğuk şakaları, resmi tehditleri ile kadınları tehdit ettiklerini söyledi. ‘Biz kimin bilmeden, kimin bilerek; kimin isteyerek, kimin istemeden cinsiyetçi olduğunu bilemeyiz. Biz cinsiyetçiliğe karşı mücadelemize devam edeceğiz’ dedi.

‘Feminizm radikal ve devrimci bir harekettir’ diyen Finn, kadınların kurtuluşu mücadelesinin küresel politik bir hareket olduğunu ve tüm kadınların kurtuluşunu ve herkes için eşitliği hedeflediğini anlattı. Erkek egemenliğini sorgulamanın ve tehdit etmenin kendisinin devrimci olduğunu söyledi ve sözlerine söyle devam etti: ‘Farkı bir dünya tahayyül etmeyen bir sosyal hareketin ne anlamı olabilir ki? Hayal ettiği dünyayı gerçek kılmak için tüm gücünü kullanmayan bir sosyal hareketin anlamı nedir ki?’ Ayrıca ‘Eşit olmayan erkekler ile eşit olma mücadelesi veren, onların ayrımcılık, eşitsizlik ve baskıya dayalı dünyasında eşit olmaya çalışan hiçbir feminist tanımıyorum ben’ diyerek Fraser’in son makalesine de isim vermeden yanıt verdi.

Finn’in son sözleri şöyle oldu:

‘Feminizm erkek egemenliğinden fayda sağlayan herkes için büyük bir tehdittir. Bunların dışında kalan bizim gibilerin kaybedecek hiçbirşeyimiz yok ama kazanacak çok şeyimiz var. Tamamlayacak bir devrimimiz ve geri alacağımız koskoca bir dünya var. Asla pes etmeyecağiz!’

Finn MacKay’in Londra Feminizm Bulusmasi etkinliginde yaptigi kapanis konusmasini Selin, Ayse ve Elif Türkce’ye cevirdi. Suradan erisebilirsiniz:

http://www.opendemocracy.net/5050/finn-mackay/londra%E2%80%99da-feminizm-finn-mackay%E2%80%99in-kapan%C4%B1%C5%9F-konu%C5%9Fmas%C4%B1

Konuşmanın tamamını (İngilizce) şu  adresten dinleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=BLLoRjhVeCw#t=265

Londra’da Feminizm etkinliğinin web sayfası: http://www.feminisminlondon.co.uk

 

 

 

 

Sinemada “Kadın Filmleri” İçinde “Özne Kadın”

1284904562Fatma Sancar

Sinema, var olduğu toplumun değerlerinden, kültüründen, geleneklerinden, tutumlarından beslenir. Filmler, çekildikleri dönemin belli kavramlarını/ imgelerini ele alır ve yeniden işleyerek pekiştirir. Türk filmleri beyaz perdeye aktarılmaya başlandığı ilk dönemlerden beri kadın imgesi temsili, erkek gözüyle işlenmiş. Kadın; cinsel nesne, sessiz, baştan çıkartan, yardıma muhtaç, kurtarılmayı bekleyen, ancak bir erkeğin fantezisinde yaşadığı sürece var olabilen bir nesne olarak temsil edilmiş ve pekiştirilmiştir. Diyebiliriz ki Türk sineması daha çok “erkek sinemasıdır”. Filmlerdeki kadınların varlığı, erkeklerin dünyası içinde, erkeklerin arzuladığı gibi, erkeklerin izin verdiği kadar mümkündür.

Devamını Oku…

Beyler Birbirini Ağırlar: Sol Basında Gezi Değerlendirmeleri

trabzon-photo-cacouli-beyefendiler-kabinet-foto__33513535_0Yoğurtçu Parkı Kadın forumlarının ilkinde, Gezi direnişi üzerine bir değerlendirme yapmış ve demiştik ki “Kadınlar olarak heryerdeydik, ama söz, yetki karar erkeklerdeydi”. Şimdilerde direniş, Gezi Parkı odağından uzaklaşmış olsa da farklı biçimlerde devam ediyor, edecek. “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” dedik ve  kadınlar olarak parklarda, mahalle komitelerinde yerimizi aldık. Peki mücadele devam ederken, kadınların konumunda bir dönüşüm gerçekleşiyor mu? Söz, yetki, karar noktasında artık kadınların daha etkin olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu soruya yanıt vermek için kapsamlı bir değerlendirme yapmak gerek. Ancak, sol/sosyalist basında Gezi direnişi üzerine yazan ‘fikir önderleri’ arasındaki kadın- erkek eşitsizliğini incelemek kısıtlı da olsa bu anlamda bize yardımcı oldu.

Devamını Oku…

“Yaşadığım Hiç Bir Şeyi Gönüllü Yaşamadım”

nevin111Hasbiye GünaçtıTürkiye cinayeti “Isparta’nın Yalvaç ilçesi koru kaya köyünde yaşayan evli ve iki çocuk annesi, 26 yaşındaki Nevin Yıldırım, kendisine silah zoruyla tecavüz eden ve uygunsuz fotoğraflarını yayacağı tehdidinde bulunan 35 yaşındaki Nurettin Gider’i av tüfeğiyle vurduktan sonra başını kesti. Çuval içinde getirdiği Gider’in başını köy meydanına atan Yıldırım, ‘Arkamdan konuşmayın. Namusumla oynamayın. İşte namusumla oynayanın kellesi’ dedi.” haberiyle öğrenmişti.

Her gün en az 3 kadının yakınları olan erkekler tarafından öldürüldüğü haberleriyle uyanan feministler bu defa bir kadının tahammülünün son noktasından isyana sürükleniş haberiyle karşılaşmışlardı. Bu, “Yeter artık!” demekti; “Senden başka türlü kurtulamayacağımı anladım.” Bence bir meşru müdafaa idi.

Devamını Oku…

Nimet’e Mektup…

sad-girl-l-2Canım Nimet’im… Seni görmekten duyduğum mutluluk hissini yaşamama sende gördüklerimin kederi engel oluyor çoğu vakit. Neden mi?… Liseyi bitirdiğin sene evlendiğin ve otuz yıldır birlikte olduğun o adam var ya işte ona tahammül edemeyişimden. Senin ona hizmet etmek için doğduğunu, var olduğunu düşündüğünü hissettiğimden beri yüreğimin yangını sönmüyor Nimet! 

                                                                     S.Dilek Şentürk

Devamını Oku…

Nasıl Feminist Oldum/Deniz Gökçe

Sevdim ben kadınları

Banu geçen sayıların birinde yazmıştı, “kadınları sevdim” diyordu. “Genç değil geç tanıştığı” feminizmin hayatını nasıl değiştirdiğini anlatıyordu. Kadınların, kadınlarla dayanışmanın sihirli değnek gibi hayatına dokunduğundan söz ediyordu.

 

İşte onları okuyunca tanıdık duygular hissettim, evet, ben de sevdim kadınları… Onlarla gülmeyi, dağıtmayı, giysi değiş tokuşu yapmayı, sesinin düşük tonundan sonuç çıkararak dert paylaşmayı, politika yapmayı, hayatı değiştirme yolculuğunda birlikte olmayı… feminizm iyi gelmişti bana da… Devamını Oku…

Nasıl Feminist Oldum/Gülhan Davarcı

feminizm kadim bir bilgidir kadınlığın bilinçaltında

yer: istanbul, beyoğlu

mekân: sosyalist feminist kolektif

kahraman: “nasıl feminist oldum?” sorusunun cevabını arıyor. hayatın kendisi, cevabın ta kendisi. bu yüzden cevabı veremiyor. hayatı anlatabilse virginia woolf’un bahsettiği shakespeare’ın kız kardeşinin kendisi olacağına inanıyor. (saflık işte!)

vurdum kapıları hızlı hızlı duymadın ki baba?

neden kızıyorsun tırnaklarımı kırmızıya boyamama

bozkırda açan gelincikler gibiler oysa.

                         dokunma kızıl saçlarıma güneşin batışını hatırlatıyorlar bana.

kaçtım hep karanlığından baba ama gölgen hep arkamda.

koşuyorum sokakları soluk soluğa

kız kardeşlerimin suçlayan bakışları pankartlarda.

neden öldürdün onları baba?

kendini feminizme götüren yolda birkaç kilit kişiyi hatırlıyor ve sadece onlardan bahsetmenin bile yeterli olabileceğini düşünüyor.

baba:

baba. annenin anahtarı saklı, kilitli sandığı. kapısı her daim kapalı çatı katı. annenin sevgiyle yeşerttiği bahçenin bitimindeki dikenli telleri. her gece sokağın başında bekleyen kara kedi. saksımdaki çiçeklerin katili.

baba yatak odasında duruyor ve merakımı yorgan yapmış uyuyor. baba bir hortlak olmuş geceleri tavan arasında dolaşıyor. baba bahçeye girecekleri kanatıyor. baba sevmeye çalıştığım zaman ellerimi cırmalıyor. saksımdaki çiçeklerimi hoyratça koparıyor.

baba karanlık, baba bilinmez, tehlikeli ve saklı.

anne:

annenin, saçı süpürge, elleri kürek, gözleri uzaklara yar olmuş. düşlendiği gibi yaşanmamış bir hayatın ağıdını söyler her gün anne. bu yüzden iki kızının okuyup “özgür” olmasına ahdi var. bunu bir mektup gibi okuduk yıllarca gözlerinde. anne dem vurur kadının özgür, erkekten bağımsız olması gerektiğine. anneye vefa borcu var. anneye saçlarını, ellerini ve gözlerini geri vermeli. bu yüzden kadın olunacaksa en güçlüsünden olunmalı (!)

anneanne, büyükbaba ve anne:

anne ve anneanne tütsü kokularının, hoca fısıltılarının, muska üçgenlerinin arasında. anneanne ağlıyor. büyükbaba yolları mesken eylemiş oradan oraya gidiyor. her durakta bir sevgili büyükbabaya el sallıyor. her el sallayışta anneanne daha çok ağlıyor. anneanne ağladıkça annenin göğsünde bir dağ kabarıyor. annenin göğsü kabardıkça efsunlu evlerde babayı getirme derdine düşüyor. biliyorum ki, büyükbaba gözyaşı, arap alfabesi demek.

evlerimiz acı kaplı bizim. sandıklarımız,

bohçalarımız, yatak altlarımız. her yer yapış yapış acı. anneannem, göğsünde kırık cam parçası taşıyan bir güvercin.

candan teyze:

candan teyze bir üst katta balkonda oturuyor. elinde sigarası yoksulluk tüttürüyor. içeride romen kızı yerleri süpürüyor. candan teyze kıskançlığı yazma yapıp başına dolamış, romen kızının “orospu”luğundan dem vuruyor. romen kızı lal olmuş bakıyor. adamsa sevme yeteneği tavan yapmış iki kadını idare etmenin hazzıyla erkekleştikçe erkekleşiyor. küçücüğüm. adımın önüne feminist sıfatını koymamışım. ama biliyorum ki bu dünya erkeklerin dünyası. içimde öfke, içimde kızgınlık, içimde haksızlığa uğramışlık duygusu. candan teyze’yle oturmuşum balkona, küfrediyorum içimden bu dünyanın patronlarına!

erkekler:

ama görmüyorlar ki…ben yaşarken kaç kere uzattım ellerimi onlara doğru. beni, sylvia’yı, ikimiz gibileri anlasınlar diye. etimizi lime lime eden acıyı tatsınlar diye. “güzelsin,” dediler “ışıltılı ve zeki.” duymak istediklerimiz elbette bunlar değildi. biz sadece tanınmak istedik. çünkü evrende sürekli düşüyorduk.

ah onlar! krallarınki kadar büyük burunları, düşünürler gibi kibirli, kargalar misali üşüşürken üzerimize, literatüre iyi analizler bıraktıklarını sanıyorlar. zavallılar! akbaba misali yiyorlar etimizi, parçalıyorlar bizi.

oysa biliyor bilinçaltımızda yatan kadim bilgi. birileri var bizim dışımızda. eğer bulabilirsek onları, toplanıp yürüyebiliriz düzenlerinin üzerine.

sema zafer sümer ve sonuç:

ingiliz edebiyatı üçüncü sınıf öğrencisiyim. amerikan edebiyatı dersi alıyorum sema zafer sümer’den. kate chopin’i okumuşum. uyanış’ın edna adlı karakterini unutamıyorum. onu intihara sürükleyen toplumsal roller üzerine kafa patlatıyorum. arkasından sylvia plath, anne sexton, alice walker ve daha niceleri… feminizm konuşuyoruz. soruyorum güzelim troy gerçekten helen yüzünden mi yıkıldı? cevabı artık biliyorum ve kendime feminist diyorum. babam, annem, anneannem, candan teyze, erkekler, edebiyat bana tek seçenek bırakıyor: feminist olmak!

Bu yazı feminist politika dergisi 12.sayıda yayınlandı.

 

Nasıl Feminist Oldum/Gönül Korkmaz

Sevim Zarif’e;

Nasıl feminist oldum, diye hiç düşünmedim desem! Feminist Politika dergisine “Nasıl feminist oldum?”u yazıncaya kadar… Bu ülkede kadın olarak yaşıyorsan, zaten feministsindir… Öyle uzun uzadıya kafa yormaya gerek yok. Sadece adlandıramayan vardır diye düşünüyorum… fazla mı abartıyorum? Yoo, aksine az bile söylüyorum. Devamını Oku…

Nasıl Feminist Oldum/Firdevs Hoşer

altmünevver’ciğim

göç çocuklarının öyküleri yeterince yazılmadı diye düşünmekteyim. çeşitli nedenlerle gurbete düşmüş, arada derede kalan çocukların öyküleri… epeyce roman ve hikayeye fon oluştursak da göçün içimizde yarattıkları hâlâ bir köşede araştırmayı beklemekte. bir gün sosyolog olursam ben yapayım diyorum bu işi. öykülerinin mağduru, öykülerinin kahramanı çocukları yazayım diyorum.

 

evimiz kalabalık. feodal, mutlu bir aileyiz. iki sofra kurulur her öğün; birisinde evin erkekleri, diğerinde kadınlar ve çocuklar yemek yer. erkeklerin sofrasına çoğunlukla o gün pişmiş yemekler konur. önceki günden yemek kalmışsa bizim soframızda olur daha çok. bereket versin, sofrası zengin bir aileyiz. karnımız ve gözümüz hep tok. çocuk mokundan belli olur derler, ben istediğim sofrayı seçerim genellikle. böyle bir özgürlük alanı yaratmışım kendime… Devamını Oku…

Nasıl Feminist Oldum/Banu Paker

En korktuğum şeylerden biri başıma geldi: “Nasıl ‘…’ oldum?”u aktarmak. Kaygım; size ilginç gelebilecek, sürükleyecek, yer yer heyecan, yer yer öykünme duyguları yaratabilmenin üstesinden gelecek, bir açık mektup yazmakla sınırlı değil.

Okumak kadar, okuduklarımızı hatırlamanın da makbul olduğunu düşünürsek, yaşadıklarımızı hatırlamak da önemli oluyor. İşte ikinci kaygım, geçmişimi ezip bükmeden, dağıtıp kaybetmeden, mazeretlerden medet ummadan, bıktırmadan hatırladıklarımı paylaşabilmek.

Geç feminist oldum, genç değil. Aslında Türkiye’deki feminizmin erken yolcuları arasında sayılsam da, feminizmle ilişkim o kadar da geriye gitmiyor. Feminist politikaya soyunmak     (her ne demekse!) hemen ve kolayca feminizmle barışmayı, onunla bir arada olmayı getirmiyor.

Herhalde kadınlar için çok geçerlidir: kendi özgürlüklerinin, kurtuluşlarının doğrudan özneleri olmaları. İşçiler için de benzer bir durum olduğunu düşünüyorum. Devamını Oku…

Nasıl Feminist Oldum/İsmigül Şimşek

Bu başlık altında yazma fikri ilk ortaya çıktığında, aklıma gelen ilk soru “Bir kadın nasıl feminist olmaz?” olmuştu. Öyle ya, bir basit tanımıyla, kadınların erkekler tarafından sömürülmesine ve kurulu iktidar mekanizmaları altında ezilmesine dayanan bir sistemin(patriyarka) tasfiyesi anlamına gelen feminizme hangimizin ihtiyacı olmayabilirdi ki? Benim feminizm anlayışımın önerdiği üzere, bu sistematik ezilmenin biçimi ve miktarı, kadınların dahil oldukları ekonomik sisteme yahut aynı sistem (üretim araçlarının azınlığın elinde bulunduğu, sınıflara dayalı) içinde ekonomik sınıfa bağlı olarak değişiklik gösteriyorsa da; hiçbir kadın yoktur ki, patriyarkadan, farkında olarak ya da olmayarak zarar görmüş olmasın. Durum böyle olunca, belki adını bile koymadan, hepimiz, hayatımızın bir döneminde feminist bir isyanın içinde bulmuş olmalıyız kendimizi. Dolayısıyla, belki de başlığı oluşturan bu soru, en azından benim için, “nasıl farkettin feministleştiğini?” şeklinde daha doğru olacak. Çünkü, bugün hala önemsediğim başlıklar olan birkaç şey içinmiş bütün kavgam, henüz dünyayı yeni bilmeye başladığım yaşlarda, çocukluk dönemimde: cinsiyetçi işbölümü, şiddet, namus, kutsal aile…

Devamını Oku…

iyi ki feministiz

_mg_6815ayşe düzkan – feminist politika (9. sayı , 2011 kış)

hareket birbirinden farklı çok fazla şeyi ifade edebilen bir kelime. biz insanın, nesnenin devinimi meselesini bir yana bırakıp, toplumsal olana bakalım. sonunu ‘hareket’ diye bitirdiğiniz bir tamlamanın ilk iki kelimesi ‘gerçeküstü sanat’ da olabilir, ‘devrimci sınıf’ da…

feminizm de toplumsal bir hareket. bunu, toplumun aklımıza gelen gelmeyen bütün alanlarını etkilemek anlamında kullanıyorum. hukuk, edebiyat, plastik sanatlar, siyaset, etik, pozitif bilimler hatta giyim modası bile feminizmin ilgi ve etki alanında. feminizmi, başka ‘kadın çalışmaları’ndan ayrıştıran özelliklerden biri bu.

Devamını Oku…

Feminizmin Politik Öznesinde Kimler Var?

Gülnur Acar Savran

Son birkaç yıldır, kullandığımız feminist dilde “politik özne” kavramı giderek daha çok yer kaplamaya başladı. Foucault’nun ve onun izinde Butler’ın özneleşme ve tabilik arasında kurdukları sıkı bağlantı ve ‘özne’ye bu temelde yönelttikleri eleştiriye karşın kavramın böyle direnmesinin bir nedeni olmalı. Bunun, politik bir hareket olarak feminizmin, ya da Aksu Bora’nın çok sevdiğim ifadesiyle, bir “yatak odası siyaseti”[1] olarak “sağduyu”dan nasibini almamış olan feminizmin sesini bir nebze daha güçlü çıkarmaya başlamasıyla bir ilgisi olabilir mi? Bu kavrama en çok neyi anlatmak için ihtiyaç duyuyoruz; onu en çok hangi durumlarda kullanıyoruz?

Devamını Oku…

Feminizm

Gülnur Acar Savran

Kadınların erkek egemenliğine karşı kolektif mücadeleleri ve bu mücadelenin dayandığı ideoloji. Feminizmin hareket noktasında, kadınların ezilmesinin diğer baskı ve tahakküm biçimleri karşısındaki özgüllüğünün ve sistematik niteliğinin kabulü vardır. Bu hareket noktasının günümüz feminizminde yaygın olarak benimsenen uzantısı ise şudur: Toplumsal cinsiyet hiyerarşisi, sınıf çelişkisinin ve ulusal/etnik ya da ırka dayalı egemenlik biçimlerinin yanı sıra toplumları biçimlendiren temel hâkimiyet biçimlerinden biridir. Patriarkanın ve kapitalizmin dinamikleri birbirine indirgenemeyecek ama birbirini besleyen dinamiklerdir. Bu feminist tahlile göre erkek egemenliği, kadınların ezilen, erkeklerin ezen taraf olduğu, başka bir ifadeyle biri hâkim diğeri tâbi iki toplumsal grubun karşı karşıya geldiği bir toplumsal ilişkidir.

Devamını Oku…

Sosyalist Feminizm Kurtuluş Perspektifimizin Neresinde Duruyor?

Gülnur Acar Savran

Politik perspektifimizin, hayallerimizin, içinde yaşadığımız toplumsal ilişkilerin düzeltilmesine/düzenlenmesine hapsolduğu; zihinsel ve duygusal enerjimizin, kadınları maruz kaldıkları baskı, sömürü, şiddet karşısında biraz daha güçlendirmekle sınırlı olduğu bir dönem yaşıyoruz. Bunun ötesine uzanmaya, cinsiyet farklılığının toplumsal uzantıları olmadığı bir dünyayı ve daha da önemlisi böyle bir dünyaya bizi götürecek yolu tasavvur etmeye takatimiz yok gibi… Kadınların ailelerinden, kocalarından, babalarından görece bağımsızlaşabilmeleri, özgürleşmeleri, erkek şiddeti karşısında güçlenmeleri kuşkusuz feminist bir gelecek perspektifini ören ilmekler. Ama ne var ki, ufkunda kadınların kurtuluşuna yer olmayan bir özgürleşme ya da bağımsızlaşma politikasıyla kazanılan haklar, özgürlükler hep geriye alınabilir oluyor; kadınların bir bölümünü özgürleştirirken bir bölümünü şiddete, yoksulluğa daha açık hâle getirebiliyor.

Devamını Oku…

Kadınları Sevmek…

Stella Ovadia

Kadın olmak aya gidilen zamanda okuma yazma bilmemektir. Gece sokağa çıkmaktan çekinmek, laf atıldığında utanıp tersleyememek, dayak yediğinde “yine ne yaptım?” deyip kendini koruyamamaktır. Boğaz tokluğuna dünyayı doyurmak, silip süpürmek ve yeniden doyurmak, her gün ne pişireceğini düşünüp başka şey düşünemez hale gelmektir. Kadın olmak günde 24 saat hizmet verip “çalışıyor musunuz?” sorusuna cevap aramaktır. Canını dişine takıp meslek edindiğinde yine bütün ev işlerinden sorumlu tutulmak, ev kadınlığından sıyrılamamak, ne patrona ne kocaya yaranmaktır. Doğurduğu çocuğa adını verememek, erkek doğurana kadar doğurmaya mecbur olmak, doğuramadığında horlanmaktır. Kadın olmak erkeklerden az beslenmek, az sevilmek, yaşlandığında bunları sağlığıyla ödemektir. Kadın olmak insandan sayılmamak, erkeklerden 150 yıl sonra oy verebildiğinde oyunu kendi için kullanamamaktır. istediği kadar çocuk doğurmaya kalktığında “cadı” denip meydanlarda yakılmak, kovuşturulmayı göze almaktır. Bedeninden utanmak, onu tanımamak, sevmemek, yük gibi taşımaktır. Erkeklere haz ve çocuk vermek için yaratıldığına inandırılmaktır. Kadın olmak kocasının bakıcılığını, sekreterliğini, menajerliğini boğaz tokluğuna yapmayı doğal bulmaktır. Dünyayı taşıyıp seyretmek zorunda kalmaktır. Siyasal örgütlerde çalışmaya yeltense başkalarını kurtarmak için bildiri basıp çay pişirmeye razı olmaktır. Yaşamının vermek olduğunu sanıp, hayatta kalmak için türlü cambazlıklar icad etmek, bunun için ayrıca horlanmaktır. Kadın olmak her türlü gaspın prototipi olmak, adı küfürle eş tutulmaktır. Devamını Oku…

SFK Adana’da Takas Şenliği/6 Ekim 2013

adana_takasAdana’da kadınlar SFK’nın çağırıcısı olduğu takas şenliğinde buluştu. 6 Ekim 2013 Pazar günü Tabipler Odası Lokali’nde gerçekleşen kahvaltı ve sonrasında takas şenliğinde sohbet ve paylaşım fırsatını kaçırmadık, gelen tüm arkadaşlarımızla dayanışmayı vurgulamanın en iyi yolunun dayanışmak olduğunu deneyimledik!

Nevin Yıldırım’ın Davası 4 Ekim’de Başlıyor/İstanbul Feminist Kolektif

Kendisine silah zoruyla tecavüz eden Nurettin Gider’i öldürmek zorunda kalan Nevin Yıldırım’ın davası 4 Ekim Cuma günü başlıyor. Davayı izlemek üzere Yalvaç’a giden feministlerin konuyla ilgili basın açıklaması:

Kadınlara uygulanan erkek şiddeti, kadınlar “haberlere konu olabilecek” kadar bu şiddete karşılık vermek zorunda kalmadıkça, yok sayılıyor.

Nevin, yaşadığı şiddetle bir başına mücadele etmek zorunda kalan ve üstelik bu mücadelede bütün çıkış yolları kapatılmış olan bir sürü kadından biri. Hiçbir sorumluluğu olmadığı bir şiddetten sorumlu tutulan, belki binlerce kadından biri…

Ahlak ve namus diye diye, çocuğuna zarar verilmesi, elaleme rezil edilmek, silah zoru ile karşı karşıya bırakılmak gibi tehditlerle şiddet uygulanan kadınlardan sizler de bizler gibi haberdarsınız aslında, belki de onlardan birisiniz.

Bütün bunlardan devletin haberi var, köylülerin haberi var…

Tecavüzden ancak tecavüzcüsünü öldürerek kurtulabilecek durumda olmanın meşru müdafaa sayılması gerektiğinden de, bu yüzden en çok adaletin haberi olmalı…

Kadınları  20-30 bıçak darbesiyle ve  iki şarjör kurşunla öldüren erkekler haksız tahrik indirimi alırken,  tecavüzcüsünü öldüren bir kadın ”canavarca hisle adam öldürmek” iddiasıyla yargılanmamalı.

Bir an düşünelim; Nevin tecavüzcüsünü öldürmeseydi ne olurdu?

  • Hane içinden herhangi bir erkek onu  öldürürdü.
  • Onu suçlayanlar, tıpkı köydeki çocuklar gibi işaret ederek ya da  “Ellere var bize yok mu, kadın kuyruk sallamasa” gibi erkeği kollayan baskılarla yalnızlaştırarak öldürürdü. Onu intihara sürüklerlerdi (ki Nevin’in iki defa intihara kalkıştığını biliyoruz).
  • Buna karşın tecavüzcü erkek  “elinin kınası” denilerek yüceltilir, yaptıklarının hiçbir bedelini ödemeden elini kolunu sallayarak şiddetine devam eder, Nevin’i öldürürdü.

Oysa;

Erkek şiddetini önlemek için kadınların böyle durumlarda ulaşabileceği mekanizmaları oluşturmuş bir devlet olsaydı

Kahvehanelerde dedikodu yapan erkekler ve toplum tarafından yargılanma endişesiyle büyüyerek bu dedikodulara dâhil olan kadınlar Nevin yerine Nurettin’i sorgulasalardı

Bu ülkenin bakanları Türkiye’nin mahkûm edildiği bir kararın ardından kadının gördüğü şiddetin değil, kadınların erkek şiddeti karşısındaki meşru müdafaa vakalarının münferit olduğunu söyleselerdi

Bugün hapishanede Nevin değil, Nurettin olacaktı; ”canarvarca hisle insan öldürme” değil, tecavüz yargılanıyor olacaktı.

“N.Gider  ile gönül ilişkisi varmış” diyerek şiddeti meşrulaştırmak yerine Nevin’in sesini dinlemeyi deneyenler, tecavüzlerin yüzde 90’ının “gönül ilişkisi olan” erkeklerce gerçekleştirildiğini hemen hatırlayacaktır. Devlet de kendi yasasına “evlilik içi tecavüzle” ilgili bir düzenleme koyarak bu gerçeği kabul etmedi mi zaten!

Biz feministler, Nevin Yıldırım’ın yaşadığı şiddet karşısındaki müdafaasının, Türkiye’de kadınlara uygulanan erkek şiddetinden ayrı düşünülemeyeceğini hatırlatıyoruz.

Eğer biri ceza alacaksa, Nevin’in bugün hapishanede bulunmasına sebep olanlar,  Nevin’e cinayet işlemekten başka yol bırakmayanlar cezalandırılmalıdır

Kadınların kendi adaletlerinde başvurmak durumunda kalmadığı bir toplum için, tecavüzü engelleyen, tecavüzcüyü yargılayan toplumsal ve hukuksal bir adalet kurulmalı…

İstanbul Feminist Kolektif

Bu Pakette Kadının da, Barışın da Adı Yok

kartonkutuHaftalardır beklenen demokrasi paketi açıklandı:

Hakikat, adalet, barış ve demokrasi taleplerinin karşılanmasını bekleyen milyonların karşısına hükümet, demokratik teammüllere aykırı bir şekilde hazırladığı “demokrasi paketi” ile çıktı. Çözüm sürecinin ilerlemesi için demokratik hakların ve temel özgürlüklerin güvence altına alınmasını beklerken; koordinatörlüğünün dahi Kamu Güvenliği Müsteşarlığını’na emanet edilmiş olması, paketin sahiplerinin temel kaygısı hakkında hepimize bir fikir verdi. “Demokrasiden önce güvenlik!” Adı “Demokrasi” ancak hazırlanış biçimi hiç de demokratik olmayan paketin, katılımcılıktan uzak ve şeffaf olmayan bir sürecin sonunda ortaya çıkmış olması, aslında sonucun ne olacağını baştan belli etmişti.

Devamını Oku…

Bir Kadın Cinayetinde Daha “İntihar” İddiası

gulsumcelik2222

Yaşadığı şiddet ve aldığı ölüm tehditleri nedeniyle kocası ve kocasının ailesiyle yaşadığı evi terk ederek ailesinin yanına giden ancak ‘barışma’ bahanesiyle geri getirilen 18 yaşındaki Gülsüm Çelik, geri dönüşünün üzerinden henüz birkaç saat geçmişken öldürüldü. Ancak cinayet bir kez daha, ‘intihar’ iddiası olarak kayıtlara geçerken. Gülsüm’ün ölümünden sorumlu kocası Mustafa Çelik ile babası Ahmet Çelik gözaltına alındıktan bir saat sonra serbest bırakıldı ve dava dosyasına gizlilik kararı konuldu.

Urfa’da çocuk yaşta evlendirildiği kocası ve kocasının ailesi tarafından tehdit edildiği ve şiddet gördüğü için ailesinin evine giden ancak karşılaştığı ‘Eşin döver de sever de… Çocukların var, evine geri dön’ baskısı sonucunda geri dönmek zorunda bırakılan Gülsüm, gidişinin üzerinden iki saat geçmişken kayınpederine ait silahla vurularak yaşamını yitirdi. Vurulmasının hemen ardından soğukkanlılıkla Gülsüm’ün ailesini telefonla arayan Ahmet Çelik, ‘kızınız intihar etti, gelip cenazenizi alın’ diyebildi. Üstelik her şey yaşananın bir cinayet olduğunu gösteriyorken…

Gülsüm’ün vurulduğu evin hemen yanında hastane ve sağlık ocağı bulunmasına rağmen hastaneye götürülmemesi, ambulans çağırılmaması ve komşuların ifadelerine göre, silah sesi geldikten 20-25 dakika sonra ailenin komşuları çağırması, olayın planlı bir cinayet olabileceği şüphelerini açıkça desteklerken ‘intihar’ görünümü verilen bir kadın cinayetinin daha üstü, dosyaya konulan gizlilik kararıyla örtülmeye; cinayetin sorumluları ise ceza almadan kurtarılmaya çalışıldı.   

Gülsüm Çelik’in ölümüyle ilgili olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı’na cevaplandırmaları için soru önergesi sunan BDP Kars Milletvekili Mülkiye Birtane de, yaşananın cinayet olduğuna ilişkin ortada pek çok kanıt bulunmasına ve Mustafa-Ahmet Çelik adlı kişilerin, Gülsüm’ün ölümünde açık bir şekilde sorumluluklarının olmasına rağmen nasıl serbest bırakılabildiklerini; ayrıca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın davaya müdahil olup olmayacağını ve aile ile görüşerek iddiaların ayrıntılı olarak dinlenilmesi ve soruşturmada yaşanan ihmallerin tespit edilmesi için bir görevlendirme yapılıp yapılmayacağını sordu.

‘Kardeşimin Hikayesi’ ve Edebiyatta Cinsiyetçilik

kardesiminhikayesiŞaziye İnanç

İçinde yaşadığımız ataerkil sistemde cinsiyet ayrımcılığı her an her yerde karşılaştığımız bir olgudur. Evde, işte, sokakta, ders kitaplarında açık yada örtük olarak hep karşımıza çıkan bu ayrımcılığa edebiyat eserlerinde de sık sık rastlarız.

Edebiyat tarihi bunun örnekleriyle doludur. Cinsiyet ayrımcılığının ayyuka çıktığı memleketimizde bunun son örneklerinden biri de Zülfü Livaneli’nin Kardeşimin Hikayesi romanı. Çok satanlar listelerine bir anda yerleşiveren bu roman, bariz bir cinsiyetçilik içeriyor.

Devamını Oku…

Kadıköy’de Kadınlar Polis Tacizine Karşı Yürüdü

dsc00831Kadıköy’de Yoğurtçu Parkı Forumu’na ve mahalle forumlarına katılan kadınlar, Gezi direnişi sürecinde ve  son olarak Kadıköy’deki eylemlerde sıkça yaşanan polisin kadınlara  yönelik ince araması ve tacizine karşı Kadıköy’de yürüyüş yaptı. Karakol önüne kadar yürüyen kadınların önü polis tarafından kesildi. Polis barikatını alkışlar ve sloganlarla protesto eden kadınlar burada  basın açıklaması yaptı.

Basın açıklaması

Polis şiddetinden ve tacizden hesap soruyoruz. Kadınların isyanı sürecek!
Erkek-devlet şiddetinin bugünkü temsilcisi AKP, kadınların Haziran İsyanı ile büyüyen öfkesini ve sokaklarda daha görünür olmasını polis şiddeti ve taciziyle bastırmak istiyor. İsyanın başından itibaren şiddeti artan polis saldırıları,kadınlar için gözaltında “ince arama” adı altında “çıplak arama” yönteminde kendini gösteriyor.

Öfkemiz gün geçtikçe büyüyor. Kadın düşmanları bizleri evlere, sözde korunaklı aile yuvasına göndermeye çalışıyor. Bizler sokağa daha çok döküldükçe, tenceremizle tavamızla sesimizi çıkardıkça isyanımızı bastırmak için devletin en geleneksel işkence yöntemlerine başvuruyor. Hiçbir meşru gerekçesi olmayan çıplak aramayla biz kadınları onursuzlaştırmaya çalışıyorlar.
Kadıköy’de aylardır eylemlerde, forumlarda buluşan binlerce insana en sert şekilde saldıran polisler, Kadıköy Rıhtım Emniyeti’nde iki kadın arkadaşımıza zorla çıplak arama yaptı. Gezi eylemlerine katıldığı için İzmir Şakran Kadın Cezaevi’nde tutuklu bulunan üniversite öğrencisi Elif Kaya’ya yapılan çıplak aramanın kayıtlarını hepimiz gördük.

Ne Mücella Yapıcı’ya ne Eylem’e ne Elif’e, ne H.P’ye ne de R.T’ye yapılanlar asla hafızalarımızdan silinmeyecek.

Can alan, erkek şiddetine cesaret veren ancak iktidarın aile bakanından başbakanına kadar sahip çıktığı, ikramiye ile ödüllendirdiği polis şiddetine karşı sessiz kalmıyoruz.

Direnen bizler, direnen milyonlar baskının ve zulmün perdesini yırttıkça daha da cesaretle sokağa çıkıyor. Susmamızı ve sinmemizi bekleyenler bizim yaşam alanlarımıza, hayatımıza, geleceğimize sahip çıktığımızı görsünler.
Biz kadınlar bulunduğumuz her yerde tacizci polisleri, buna zemin hazırlayan karakolları ve cesaret veren yetkilileri teşhir ediyoruz.

Polis şiddetinin ve tacizinin biran önce durdurulmasını, özellikle kadınlara yönelik yapılan bu işkencenin son bulmasını ve bugüne kadar bu suça ortak olmuş herkesin cezalandırılmasını istiyoruz.

Tüm kadınlara çağrımızdır. Gözaltında ince arama adıyla yapılan çıplak arama bir insanlık suçudur. Direnmek ise bizim en doğal hakkımızdır.  24.09.2013

‘Doğum Teşvik Paketi’ne Esastan İtiraz…

esnek-alma-dk-cretFiliz Karakuş

Hükümetin, Kasım ayında TBMM gündemine getireceği ‘doğum paketi’ üzerine tartışmalar yürüyor. Hükümet temsilcileri bu paketin aileyi, devleti, sermayeyi gözeterek hazırlandığını defalarca vurguladılar. Paketin ‘kadınlara iyilik’ diye yapıldığını söylemeleri ise gerçeği yansıtmıyor.

Devamını Oku…

“Anne Eli” Değmese Olmaz mı?

dilek2S.Dilek Şentürk

Çocukluğumdan beri adını koyamasam da toplumsal cinsiyet rolleri üzerine kafa yorduğumu, yine adını bilemediğim bir başkaldırışla bu rollere gücümün yettiğince meydan okuduğumu hatırlarım. Yanımda kimseyi bulamazdım çoğu kez, paylaşamazdım içimdeki isyanı. Bu sebeple farklı bir insan olarak gördüğüm kendimi “sorunlu” olarak değerlendirdiğim bile olurdu.

Kuluçkaya yatan tavuğun yumurtalarından çıkan civcivlerin hepsi sarı iken sadece bir tanesinin kara civciv olduğu ve bu civcivin diğerleri tarafından dışlandığını anlatan masallar okumuştum o vakitler. Ve hep kendimi o kara civcivin yerine koyar, üzülürdüm. Gerçi masal sonunda kara civciv güzel huyuyla kendini sevdirir, sarışın kardeşlerine kabul ettirirdi varlığını. Ben de farklıydım kardeşlerimden arkadaşlarımdan, aykırı duruyordum düşüncelerimle. Ama kendimi kabul ettirmenin daha doğrusu benim kendimi onaylamamın bir yolu olmalıydı kara civcivin başardığı gibi.

Yıllar sonra içimdeki bu isyanın beni feminizme giden yola çıkardığını gördüm. Örgütlü olduktan sonra da feminist olmanın zorluklarını yaşamadım değil… Peki, neler mi yaşadım;

Markette çarşıda pazarda, evde, tatilde, sinemada tiyatroda, arkadaş muhabbetlerinde, insanlarla kurduğum gündelik ilişkilerimde daha farklı bir pencereden bakmaya başlamış, önceleri az çok isyan etsem de sonuçta çok da üstüne düşmediğim, hayatıma dâhil etmediğim ayrıntılarla boğuşmaya başlamıştım. Niçin böyle oluyor, ne yapmalı, sistemin bize dayattıklarıyla nasıl mücadele etmeli sorularına cevap arar olmuştum her gördüğüm ayrıntıda.

Göremediklerimi de görmeye başlamıştım ayrıca. Markete girdiğimde kurabiyeler yürüyordu üzerime mesela. “Anne eli değmiş” kurabiyeler! Önceleri “evet aynı annemin kurabiyeleri” diyebildiğim ve keyif alarak yediğim kurabiyeler bana aynı şeyi düşündürmüyordu artık. “Annelik” yüceltmesi ile kadınların mutfağa tıkılışı, “iyi anne olma” aldatmacası ile kadınları birbirine düşürme hilesini görüyordum. Üstelik belki de bu kurabiyeleri erkek pasta ustaları yapıyorlar ve bu işten para kazanıyorlardı ama ortada bir dayatma vardı. Ve bu “anne eli” dayatması beni derinden yaralıyordu. Çocukluğumda Kazım Amca vardı kurabiyeci. Ne güzel dizerdi vitrinine yaptığı kurabiyeleri, dayanamaz, okul çıkışı 25 kuruşlarımızı kaptırırdık Kazım Amca’ya. Küçük bir dükkanı vardı, kendi elleriyle pişirirdi, anne eli değmiş miydi Kazım Amca’nın geçimini sağladığı kurabiyelere. Kazım Amca’nın eli değince de olmuyor muydu? Görünen bu gerçeğin yanında var edilen dayatmanın çelişkisidir içimi acıtan her düşündüğümde her gördüğümde her yaşadığımda.

Çocukluk ve ilk gençlik dönemlerimde “Yuva yıkan” kadınları yerden yere çarpıp sonunda “belasını buldurdukları” filmleri izlerken, evdeki eşini, film süresince izleyiciyi ağlatan çocuklarını düşünmeyip maceradan maceraya dolaşan erkeği günahsız gösteren, tüm suçu “yuva yıkan” ve çoğu zaman sarışın olan kadına yükleyen anlayışın, dayatmanın içinde kendimi “yuva yıkan” kadına kızarken buluyor olmam gerçeği vardı. Her ne kadar babama hiç mi hiç benzemeyen o sorumsuz adama kızsam da daha fazlasıyla seviniyordum öyle “sarışın ve kötü” bir annem olmadığı için. Annemin “iyi anne” olması için sistemin ona ödettiklerinin, dayattıklarının hesabını yapmadan. Görünen bu gerçeğe rağmen, bize dayatılanlardır içimi sızlatan her gördüğümde, her düşündüğümde her yaşadığımda.

Toplumsal cinsiyet rollerini her gün yeniden üreten ve besleyen reklamlar, filmler, haber sunumlarındaki her ayrıntıyı görüp rahatsızlık duymaya başladım örgütlü olduktan sonra. Bir haber sunumunda; “İkisi kadın beş vatandaşımız” şeklinde anlatılıyor bir olaya dâhil olan beş kişi. Önceleri dikkatimi pek çekmeyen bu ifade, örgütlendikten sonra neden “üçü erkek beş vatandaşımız” diye dillendirilmiyor diye beni çok düşündürmüştür.

Alenen ya da ayrıntılarda süslenerek kadına yapılan dayatmalara örnek o kadar çok ki hepsini yazmak mümkün değil. Uyandığımız her güne yüzlerce örnek sığdırıyor erkek egemen zihniyet. Günlük yaşantımızın her bir karesinde görmek mümkün bu örnekleri. O kadar çok dayatma var ki, bunları görüyor olmak sorunu fark etmek, çözüm bulma aşamasında yol almak anlamında iyi de gelse, günlük hayatımda kendimi hep gergin, hep bir “savaş”ın içinde hissediyorum. Kendimi “kara civciv” olarak düşündüğüm günlerde içimde var olan “sen farklısın, sorun sende” düşüncesinden sıyrılıp “hayır tüm kadınlar yaşıyor bu sızıyı ama sistem öyle bir bastırıyor ki sessiz kalıyor çığlıkları, sen duyamıyorsun. Aynı kendi çığlığının sessizliği gibi” şeklinde düşünmeye başlıyorum. Çığlığımı duyurmak istiyorum, sessiz kalan çığlıklara ulaşmak el ele olmak istiyorum. Sorun bende değil, bana dayatmalar yapan sistemin kendisindedir diyorum. Her gün yaşadığım bu “savaş” içinde kendimi sorgulamaktan asla vazgeçmiyorum. Aslında diğer civcivler de benim gibi “kara” ama sistem onları “sarı” olmaya zorluyor diyorum.

Feminist mücadelenin, o kadar dayatmaya ve asırlardır hüküm süren erkek egemen zihniyete karşı yürünen çok uzun ve zorlu bir yol olduğunu görüyor ama özellikle örgütlü olduktan sonra vazgeçilmezliğine, elele omuz omuza kadın dayanışmasıyla yaratacağımız büyük güce, bu güçten aldığımız enerji ile istediğimiz dünyaya giderek yaklaşacağımıza inanıyorum.

Türkiye’de Kadın Olarak Direnmek

 kirmizi_elbiseli_kadinOrtadoğu’ya ilişkin haberler yayınlayan Al-Monitor sitesinden Pınar Tremblay, protestolara katılan kadınlara yönelik polis şiddetini ve tacizi yazdı. “Türkiye’de Kadın Olarak Direnmek” başlıklı yazıda Tremblay, Gezi Parkı direnişi ile başlayan protesto dalgasında kadınların ön plana çıktığına dikkati çekiyor. Ayrıca “Polis neden gözaltında kadınları sistematik olarak taciz ediyor? Polis neden barışçıl protesto gösterisi düzenleyenlere çıplak arama yapıyor ve hatta ince arama uyguluyor? Neden gözaltındaki birçok kadını tecavüzle tehdit ediyor?” sorularına da yanıt arıyor.

“Haziran’dan bu yana Türkiye’nin farklı bölgelerinde Gezi Parkı hareketinden bazı kadınlarla konuşma fırsatım oldu. Hepsi de polis şiddetini yaşamış ve çoğunluğu gözaltı öncesinde veya sırasında bir şekilde cinsel ve sözlü tacize uğramış. Türkiye’de kadınların her zaman “asıl yerleri” olan evlerinde kalmalarının istendiği düşünülürse, sokakta kadınların varlığı başlı başına çok önemli.” diye yazan Tremblay, makalesini şu şekilde bitiriyor: “İnsan, Erdoğan’ın “Kadın kadındır, erkek erkektir, bunların eşit olması mümkün mü?” sözünü düşünmeden edemiyor. Cinsiyet eşitliği, ataerkil Türk devletinin sevdiği bir kavram değil. Bu yüzden, her zamanki gibi, kadınlar protestolara katılmak için daha fazla bedel ödedi. Ama bu kez, hareketin meşruluğunu koruması için kadınlara ihtiyacı var.”

Makalenin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

.

Kırmızılı, Siyahlı, Başörtülü, Sapanlı Kadınlar…

tacizgrselGezi Parkı Direnişi feminist bir eylem değildi, ama feminist kadınların etkin olduğu bir süreçti. Bu kadar çok kadının direnişin içinde yer alması ise birikmiş bir öfkenin göstergesiydi.

Halkın AKP iktidarına ve Tayyip Erdoğan’a olan öfkesinin direnişe dönüştüğü Gezi eylemlerinin ilk gününden itibaren biz kadınlar da kent merkezlerinde, caddelerde, sokaklarda, parklarda özgürce ve eşit bir biçimde var olmanın mücadelesini verdik. Kadınları aileye, evlere mahkûm etmeye çalışan, kamusal alanları erkeklere ait kılan patriyarkal sisteme karşı çıktık. Kürtajı fiilen yasaklayan, en az üç çocuk doğurmamızı söyleyen, erkek şiddetini besleyen, kadını esnek, güvencesiz ve ucuz emeğin kaynağı olarak gören, heteroseksüel tek eşliliği bütün topluma dayatan, trans cinayetlerini, lezbiyenlerin ve biseksüellerin üzerindeki baskıları artıran AKP hükümetine karşı yaşam alanlarımıza sahip çıkmak için direndik. Direnişin sürdüğü sokaklarda kendimizi normalden daha güvende hissettik. Bu güveni korumamız gerektiğini düşündüğümüz için de direniş boyunca parkı da, geceleri de, sokakları da, barikatları da terk etmedik.

Devamını Oku…

Herkesin Bildiği Sırrı Bütün Yeldeğirmeni Duydu!

yeldegirmeni_kadin3Başak Biner

Kadıköy Yeldeğirmeni’nde yaşayan kadınlarla birlikte yaptığımız eylem hazırlığında geceleri biz, kadınların ne kadar da sokaklarda olamadığımızı farkettim. Elbette bunu biliyordum, ama durumun bu kadar vahim olduğunu hiç anlamamışım.

7 Eylül Cumartesi akşamı, ertesi gece Yeldeğirmeni’nde sokak tacizlerine karşı yapılacak eylemi örgütlemek için dışarı çıktık. Mahalledeki kadın arkadaşlarla, gece on birden sonra eylem duyurusunu yaptığımız el ilanlarını dağıtmak maksadıyla rıhtımdan yukarı çıkan sokağın başında yaklaşık bir saat bekledik. Ve karşılaştığımız durum şu oldu: Geceleyin sokakta yalnız yürüyen kadın yok. Bir saat süresince sokağa giren erkek sayısı yüz iken, tek başına giren kadın sayısı iki- üçü geçmedi. Tek tük yanında erkek olan kadınlar da geçti. Bahsettiğimiz yer Kadıköy’ün göbeği. Meğer biz istediğimiz saatte eve tek başına dönerken epey radikal bir eylem yapıyormuşuz. ‘Tekin olmayan’ rıhtım caddesinden mahallenin içine doğru yürümeye karar verdik. Yolda giderken altı kadın olmamıza rağmen, tek başına yürüyen pek çok erkeğin sözlü tacizine maruz kaldık. Kalabalık olmamız, onların tacizine engel olmamıştı.  Altı erkek bir arada yürüyor olsaydı, tek başına olan bir erkek, bu altı erkeği taciz edebilir miydi?Devamını Oku…

SFK 6. Kamp (29 Ağustos – 1 Eylül 2013 )

img_0817Sosyalist Feminist Kolektif’in 6. Kampını 29-30-31 Ağustos – 1 Eylül 2013 tarihinde İzmir-Seferihisar’da gerçekleştirdik.

SFK’nın 6. kampında ‘İkinci Beş Yılımıza girerken SFK içinde yenilenme olanakları ve sınırlılıkları’ gündemi üzerinden yaptığımız tartışmalarda politik ve örgütsel olarak bir tazelenme sürecine ihtiyaç duyduğumuz konusunda hemfikir olduk. Bu tazelenme sürecini kolaylaştırmak için de bir ‘Tazelenme Komisyonu’ oluşturduk. Komisyon SFK’nın örgütlü olduğu farklı illerden kadınların katılımıyla oluştu. Kampta yaptığımız tartışmalarda tazelenme sürecini, bir arada durma ve birlikte yürüme ilkelerimizi saptama/yenileme/eşitleme/derinleştirme süreci olarak tanımladık.

Devamını Oku…

Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi İle Söyleşi

Söyleşi: Zeynep Bursa, Ece Kocabıçak

musluman-erkek“Aslında Kabataş’ta çoçuklu bir kadına bu şekilde bir saldırı oldu mu, olmadı mı tartışmasına takılmanın anlamlı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bu tür saldırılar zaten var. İlla ki bu olayın üzerine gitmenin faydalı olduğunu düşünmüyorum. Gerçekten bu olay oldu mu, olmadı mı, suç duyurusunda bulunuldu mu, bulunulmadı mı falandı, filandı, bunlar bana çok anlamlı gelmiyor artık”

Akife (Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi)

Sokakta verilen mücadelenin içine şiddet girdiğinde, bu şiddet hemencecik cinsiyet bazında da bir bölünmeyi getiriyor. Bu öyle bir bölünme ki, hangi ideolojiye sahip olursa olsun bütün erkekleri kapsayabiliyor… Tersini düşündüğümüzde sular daha da berraklaşıyor. Camiden evine dönerken bir grup başı açık kadın tarafından tartaklanan bir erkek duydunuz mu hiç? Ya da Ramazan’da bira içtiği için başörtülü kadınlar tarafından sözlü tacize maruz kalan bir erkek? İster milliyet, ister din, isterse sınıf temelinde olsun, erkeklerin politik aidiyetleri bağlamında kadınlar her daim araçsallaştırılır. Kadınlar “düşman olan diğer erkeklerin kadınları” olarak görülüp (asla düşmanın kendisi olacak kadar itibar görmezler) hadleri bildirilir, hadleri bildirilmelidir. Buna yanıt olarak, aynen Tayyip Erdoğan’ın Kazlıçeşme’de yaptığı gibi, öteki tarafın erkekleri, palaları kapıp sokağa çıkmaya çağrılır, keza “kadınlarına saldırılmıştır”. Sonuçta olan biz kadınlara olur, politik görüşümüz ne olursa olsun, kamusal alanda binbir zahmetle elde ettiğimiz yer daralır, varoluşumuz kısıtlanır. Bu yüzden kadına yönelik erkek şiddeti, tüm kadınların omuz omuza mücadele verdiği bir alan haline gelmiştir.

Devamını Oku…

O Bana Rahat Ol Diyor Ya, Ben Seni Seviyorum Anlıyorum

İçimde baş edilemez onu görmek tutkusu.  Yürüyorum…

Tam köşeyi dönerken karşıma çıkacakmış gibi.

Yağmurun  kimin için İstanbul? Dudaklarıma değen tuzlu su senden mi?

Ayaklarım ıslak,  pabucum su mu çekiyor ne?… Hissetmiyorum…

Aşk hissettiklerinden başka hiç bir şeyi hissetmemek değil mi?

Onu görmem gerekiyor.  İstiyorum.  Öyle sanıyorum. Mantığı yok.  İzahı yok.

Sadece onu görmeliyim diyor iç sesim..Hatta bütün sesim..

Diğer seslerimi duymak istemiyorum. Arkadaşlarım  “gitme” diyor. Gidiyorum.

Baş edemediğim bir istekle ara sokaklardan, yağmurun minik sele dönüştüğü kaldırım kenarlarından

Pabuçlarımın ıslanmasına aldırmadan gidiyorum.

Devamını Oku…

Pınar İkiz Davasında Yargı, Erkek Yüzünü Yine Gösterdi!

seven-erkek-oldurur-muErkek şiddeti sonucunda yitirdiğimiz kadınlardan bir olan biri olan Pınar İkiz’in duruşması, birkaç gün önce Bakırköy Adliyesi 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Pınar 14 yaşında iki kez kaçırılarak, okutulacağı vaat edilerek çocuk yaşta evlilik içerisine sürüklenmişti. Evlilik hayatı boyunca sistematik olarak kocası Abbas Şahin’in fiziksel ve psikolojik şiddetine maruz kalmıştı. Kocası tarafından annesi ve kız kardeşleriyle dahi görüşmesine izin verilmeyen Pınar, bırakın okula gitmeyi beş sene boyunca evden dışarı dahi çıkamamıştı.

Devamını Oku…

Direnmek ve Ev İşleri Üzerine

birakin-eviPınar Şengül

Burada bahsi geçen direniş son günlerde hayatımızda yoğun bir yer kaplayan gezi parkı ile başlayan direniş süreci..Direnişi yalnızca sokağa çıkmakla eşdeğer olarak kabul etmediğimizi de söylemek gerek, direniş hayatın her alanında devam eden bir süreçtir; şöyle ki evin içi diye kurgulanan “pırıl pırıl” dünyalara karşı çıkmak da zaten bir tür direnmedir, belki de en önemlisi.. Erkek egemen sistemin kurguladığı kadın dünyalarından biri de  ev işleriyle aşırı meşguliyet, ev işlerinde en iyiyi bilmek -bir nevi uzmanlık alanımız(!)-  bunun üzerine bir de bunu sanki içimizden geliyormuş gibi, sanki biz bunu “severek” yapıyormuşuz gibi sunmak.. Halbuki harcanmış koskoca hayatların birikimi olan bu ev işi bilgisi bizim üzerimizde bir tahakküm bir feda olarak durmakta… Şunu biliyoruz ki bu bizim bir hayat tarzımız değil, bizim üzerimize bindirilen bir yük, bir de üzerine karşımıza sevgiyle soslanarak  çıkan bir yük…

Devamını Oku…

Çocuklara Önce Babaları Sonra Kreş ve Anaokulları Baksın!

dads-diapersZeynep Ekin

Yıl 1995…Bundan tam 18 yıl (!) önce Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlık babaların da doğum izninden yararlanması için bir yasa tasarısı hazırladı; ancak komisyona bile getirilmedi. O dönemde 1475 sayılı İş Kanunu’na göre, doğumdan önce ve sonra 6’şar hafta olmak üzere kadınlar için toplam 12 haftalık doğum izni uygulaması vardı. Yasa tasarısı ebeveyn izninden bahsetmiyordu ama kadının izin alamadığı ya da almayı tercih etmediği durumda, babaların  doğumdan sonra 6 ay ücretli izin alabilmesinin yolunu açıyordu. Bu tasarı bu haliyle bile mevcut düzenlemelerden çok daha ileri bir noktadaydı

Devamını Oku…

SFK Tekne Gezisi/20 Eylül 2013

SFK tekne gezisi 20 Eylül’de!

Beraber çok eğleniyoruz/eğleneceğiz…

SFK’nın kadınlara açık teknesi, 20 Eylül’de 20.00’de önce Üsküdar’a sonra Beşiktaş’a uğruyor, Haziran ve Didem’in müzikleriyle denize açılıyor.

Biletler ve bilgi için: sosyalistfeministkolektif@gmail.com
Biletler 25 lira, sınırsız yemek ve içki

Sosyalist Feminist Kolektif
sosyalistfeministkolektif@gmail.com
http://www.sosyalistfeministkolektif.org
Adres. Tel sok. No.20/3 Beyoğlu-İstanbul
Tel:0212 243 49 93

2013_tekne

Barbi, Modernite, Nöroloji, Gezi

barbie-isnt-just-a-thin-woman-her-waist-is-almost-half-the-size-of-an-average-womans-just-18-inchesÇiğdem G.D.

Temmuz başında Nikolay Lemm, Marvel’in ünlü Barbie’sinin ölçülerini “insanîleştirmiş”. Amerikan hastalık kontrol merkezlerinin verilerini kullanarak, “19 yaş sağlıklı Amerikan kadını” ortalamalarına uygun yeni bir bebek tasarlamış. -Bizdeki “sağlık ocağı”, hatta “aile sağlığı merkezi” isimleri bile ne kadar güzelmiş meğer!- Bu sanatçının hazırladığı karşılaştırmalı görsellere rastlamak hoş bir aydınlanma yaşattı bana. Benzeri aydınlanma anlarını her birimiz çeşitli sebeplerle yaşasak da, bunu paylaşmak istedim elimden geldiğince; çünkü bu görselleştirme önemli bir soruna işaret ediyor bence.

Devamını Oku…

Yoğurtçu Kadın Forumu Mahalle Örgütlenmelerini Konuştu!

sokakMahalle komitelerine kadınların iletileceği talepler olarak şu konuların altı çizildi:

Sokak ışıklarının karartılmasıyla ilgili yeni uygulamalar başlıyor. Gece saat 2’den sonra sokak lambalarında yüzde 50 azalma bekleniyor. Sokakların aydınlatılması kadına yönelik şiddetin taciz ve tecavüz boyutu açısından çok önemli bir gereksinim. Devamını Oku…

Kadınlar Sokakları Terketmiyor!

downloadGöztepe parkı forumu’ndan kadınlar, 4 Ağustos Pazar günü, saat 18:00’da ŞaşkınBakkal Marks& Spencer önünde buluşup, Göztepe parkına yürüyerek kadına yönelik baskıları protesto etmek için yürüyecek.

Çağrı metnini yayınlıyoruz:

Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 20/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 20

DOSYA: Aşklarımız, eşlerimiz: Farklı ilişki biçimleri

4 Türkiye’den haberler
6 Dünyadan haberler
8 Tehdit ve tehlike tarihçesinde Gezi-ci kadınlar / Feride Eralp
10 Eyvah! AKP yine kadın istihdamı paketi açıyor… / Hülya Osmanağaoğlu
12 Ev işçilerine yasal güvence kadınların sorumluluğuna terk edildi! Erkeğin adı yok! / Dilek Karafazlı
14 Feminist politika ve kent talebi / Deniz Bayram
16 “Ben kurtulmamış mıydım?..” / Damla – Ayfer- Başak – Yonca
17 Yeni bir kampanyayı örerken / Selime Büyükgöze
18 “Yaşadığım hiçbir şeyi gönüllü yaşamadım” / Hasbiye Günaçtı
20 Anayasada “Kadın hakları maddesi özgün olmalı!” / Meral Danış Beştaş ile söyleşi / Firdevs Hoşer
24 Ergenler için cinsel sağlık eğitimi hangi göstergeleri işaret ediyor? / Begüm Hergüvenç
DOSYA: Aşklarımız, eşlerimiz: Farklı ilişki biçimleri
26 Farklı ilişki biçimleri üzerine sohbet
28 Tek eşliliğin sınırlarını zorlamak / Öznur Subaşı
29 İlişki: Farklı biçimler ve feminizm / Cemre Baytok
30 Hukuk perdesinden “aldatma”ya biçilen rol / Perihan Meşeli
32 Özgürleşme – değersizleşme kıskacında kadınlar ve çoklu aşk / Şebnem K.
36 Tek eşliliğin politikası / Jill Lewis 38 Yuvarlak Masa: Çok ilişki, çok aşk…
43 Özgürleşmeye doğru adım adım… / Birgül Akay
44 Aldatma ve aldatılma üzerine kısa bir yazı / Berna Savcı – Şebnem Ogan
46 “Mutlu son” aslında bir başlangıç! / Burcu Konakçı
47 Nasıl “tek eşli” oldum? / Gonca Dikenligül
48 “primum non nocere” / anarres kafi
50 “Tahakkümün olduğu yerde aşk olmaz” / Özge
51 Hewler’in ötesindeki kadınlar / Candan – Filiz – Kamile
52 “Kuş gibi uçuyordum”: Afganistanlı kadınların mücadelesi / Güneş Engin
55 Yoğurtçu Kadın Forumu üzerine kadınların düşünceleri / Başak Biner
57 Öğrenci yurtları: Kimi için cennet, kimi için cehennem / Gizem Aslan
58 Kazanılmış çaresizlik “taciz” / Selin Ergün
58 İntiharım politiktir – 2 (Bir kürtaj tanıklığı) / Gülhan Davarcı
60 Gidelim buralardan / Nilgün Yelpaze 61 Meryem’e özür borçluyum / S. Dilek Şentürk
62 Nasıl Feminist Oldum? / Tuğçe Sarıgül
63 Kitap: Yazko Somut 4. Sayfa – İlk Feminist Yazılar
64 Şile’den Seferihisar’a: Sosyalist Feminist Kolektif 6. Kampı / Müge Yetener
65 İki tanem benim / Charlotte Cooper

Ayıptır Ayıp, Kadının Adı Kayıp!

izmir-de-kadinlar-gezine-gezine-doguracagiz-direnhamile-32462S.Dilek Şentürk

TRT 1 ekranlarında yayınlanan “Ramazan Sevinci” programına konuk olarak katılan Türk Tasavvuf düşünürü ve avukat Ömer Tuğrul İnançer’in  hamile kadınlar üzerine söylediği; “Hamileliği davul çalarak ilan etmek bizim terbiyemize aykırıdır. Böyle karınla sokakta gezilmez. Her şeyden önce estetik değildir. 7-8 aydan sonra anne adayı biraz hava almak için beyinin otomobiline biner, biraz dolaşır. Sonra akşam üstü çıkarlar. Şimdi ise maşallah kanatlısı kanatsızı televizyonlarda uçuşuyor. Ayıptır ayıp. Bunun adı realizm değildir. Bunun adı terbiyesizliktir”sözlerine diyeceklerim var:

Devamını Oku…

Aslı Baş Davasında Erkek Adalet Değil Gerçek Adalet İstiyoruz/İstanbul Feminist Kolektif

aslibasdavasi

“Medyadan; ‘nüfuzlunun’ ve ‘erkek’in yanında olan taraflı habercilik değil, gerçekleri ifşa etmesini; mahkeme’den suçluları gizleyen, koruyan bir yargılama değil adaleti tecelli ettirmesini istiyoruz” diyen İstanbul Feminist Kolektif basın açıklaması yaptı. Hazırlanan metni paylaşıyoruz:

Aslı Baş davasında erkek adalet değil gerçek adalet istiyoruz!

İntihar değil cinayet!
Bütün failler yargılansın!

Kadın cinayetlerinin istatiksel değerinin düşmesi ile “övünen” hükümetin söylemlerinin aksine, Türkiye’de kadın cinayetlerinin işlenme biçimlerinin değişiyor; cinayetlerin durmamasının yanı sıra failler yargılanmıyor, gereği gibi cezalandırılmıyor.

Erkeklerin her gün 3 kadını öldürdüğü, “yargı”, “devlet” ve “medya” işbirliğine her gün tanık olduğumuz bu ülkede, cinayetin delilleri, silahları, işlenme biçimleri değişiyor belki ama öldürülenlerin kadınlar, öldürenlerin erkekler ve işbirlikçilerin yargı, medya ve devlet olarak kalmaya devam ettiği bu gerçeklik karşımızda, tanıklıklarımızda, gazetelerde ve tıpkı Aslı Baş’ın düşmesinin kaydedildiği video görüntüleri gibi ekranlarımızda…

Devamını Oku…

Bursa Nilvak’ta Hamilelik İş Kaybı Demek

nilvakBursa Nülüfer’de bir vakıf anaokulunda üç kadın öğretmenin hamile kalmaları dolayısı ile işten atılmalarına karşı mücadele için bir öğretmen yakını tarafından kaleme alınan kamuoyuna yönelik mektubu paylaşıyoruz.  Kadınlar için “Eşitlik Birimi” kurmuş bu belediyenin çağrıya kulak vermesi için, kadınların durumu sahiplenmeleri ve dayanışmanın gücünü göstermeleri ümidi ile!

Günlerdir Nilvak kurumunun kadın haklarını es geçerek içlerinden biri ailemiz ferdi olan 3 hamile öğretmeni birden işten çıkarması sonucu yaşadığımız stres ve üzüntünün bugün had safhaya ulaşması dolayısıyla, bu açıklamayı yapma zorunluluğunu duydum. Bendeniz uluslararası bir şirkette araştırma mühendisi olarak çalışan, doktor ünvanlı bir kadın mühendisim. 5 senedir Nilvak’a bağlı kreşte öğretmenlik görevini sürdürmüş olan erkek kardeşimin eşinin ve iki öğretmen arkadaşının -28 Haziran tarihi itibariyle, yalnızca 18 gün ihtar verilerek- işlerine son verilmiştir. İşten çıkarılan bu üç öğretmen de hamiledir ve kendilerine yazılı olmasa da sözlü olarak “hamileyken kurumun işine yaramayacakları” belirtilmiştir.

Devamını Oku…

Cinsel Tacize Karşı Kadıköy’de Atölye

susma-haykir

Cinsel istismarın, cinsel şiddetin utanç ve yalnızlık kaynağı olmaktan çıkması, toplumsal bir mesele haline geldiği zaman gerçekleşecektir. Kadınlar olarak evde, sokakta, işte, gözaltında yaşadığımız ve tanık olduğumuz cinsel şiddeti tanıyor, konuşuyoruz ve dinliyoruz;

Sessizliği ve inkarı kırmak, kadınlar olarak yeni hikayelerimizi yaratmak için,

22 Temmuz, Pazartesi saat 19:00 da  Kadıköy’de buluşuyoruz:

Adres: Sodid, Osmanağa mah. Kırtasiyeci sok. No.15 Kat.2 D.11 Kadıköy

Yoğurtçu Kadın Forumu

Hania Moheeb, Cinsel Taciz ve Devrim

hania_moheeb_lg

Söyleşi: Elly Badcock

Çeviri: Roza Kamiloglu

“Tehlikeli Zamanlar için Tehlikeli Düşünceler” festivalini takip eden güneşli günlerden birinde, Mısırlı feminist aktivist Hania Moheeb ile tanışma ve söyleşi yapma imkânı buldum. Maruz bırakıldığı acımasız cinsel taciz deneyimiyle birlikte, daha genel bir çerçevede Mısırlı feministlerin sorunları, umutları ve devrimi konuştuk.

Moheeb, daha önce herhangi belirli bir hareketin ya da partinin parçası olmamış; kendini “2005’ten beri protestoların içindeki milyonlarca Mısırlıdan birisi” olarak tanımlıyor. Kendisine aktif siyasi hayatının nasıl başladığını sorduğumda oldukça net bir cevap verdi: “Feminizmi ben seçmedim; feminizm beni seçti. Devrimin ikinci yıldönümü kutlamalarında, acımasız bir cinsel saldırıya maruz kaldım Ve aslına bakarsan bu konu hakkında Mısır’da konuşabilen ilk kadınlardan birisiydim”. Moheeb, Mısır’da cinsel tacizi konuşabilmenin politik açıdan elzem bir rol üstlendiğini düşünüyor ve şöyle açıklıyor: “Mısır halkı bu gibi olaylara göz yummaya, inkâr etmeye fazlasıyla yatkındı; çünkü Mısır sokaklarındaki gündelik cinsel taciz o kadar olağandı ki!”.

Mısır devrimini gözlemleyen milyonlar; dışarıya doğru açıldılar ve umutlu ve ilham veren bir halet-i ruhiyeye bürünseler de, kadın özgürlük hareketinin Mısır halkındaki diğer değişimlere ayak uyduramadığını da fark ederek çoğu zaman sarsılmış hissettiler. Moheeb’e bu ritim bozukluğunun nedeni hakkında ne düşündüğünü sordum. “Bu tip bir istismar…” diye cevapladı “…çok normal karşılanıyor. Mübarek sonrası rejim İslami bir rejim, zaten geleneksel olarak kadın haklarına karşılar”. Cevabı üzerine biraz daha düşünüp şöyle söylüyor: “ Şu şekilde anlatayım, kadın hakları konusunda, aslında Mısır genelinde hiç de ilerici olarak kabul edilmeyen, kendilerine ait bir görüşe sahipler.”

1970’lerde Mısır’da büyümenin nasıl olduğunu anımsıyor ve kararlı bir şekilde cinsel tacizin Müslüman Kardeşler’in kadınları sokaktan uzak tutmak için kullandığı bir araç olduğunu ekliyor. “Bu konu hakkında konuşma kararım yalnızca cinsel tacize maruz kalmış olmamdan değil, senelerce biriktirdiği öfkeden kaynaklanıyor”.

İslamiyet ve Neoliberalizm

Birleşik Krallık’ın sürekli İslam’ın sözümona kadını aşağılayan işleyişini, emperyalizmi ve islamofobiyi haklı göstermek için kullanmasına istinaden Moheeb’in analizi bende bir rahatsızlık uyandırıyor. Laura Bush ve Cherie Booth gibi ismi öne çıkan kadınlar ya da Amerikan Feminist Çoğunluk Vakfı gibi liberal feminist kuruluşlar, Taliban’ın Afganistan’daki savaşa desteği kışkırtmak için kullandığı kadınlara muamele şeklinin yasını tuttu. Geçtiğimiz birkaç yılda Birleşik Krallık’taki aşırı sağ, Müslümanlara karşı, hem sözsel hem fiziksel, büyük çaplı bir savaşı haklı göstermek için burka ve nikablara el koydu.

Bu konuyu Moheeb’le tartıştığımda öncelikle politik İslamiyet ve İslam dini arasına bir çizgi çekiyor. Müslüman Kardeşler’in tasvirini, dünyadaki en eski ve önde gelen İslam enstitülerinden birinin “ılımlı” (son aylarda sıkça kullanılan bir diğer rahatsız edici kelime) al-Azhar üzerinden çizerek yapıyor. “Müslüman Kardeşler’in İslamiyetten uzak bir düşünce şekilleri var. İslam’ı temsil etmiyorlar. Sadece kendilerini temsil ediyorlar, o kadar.”

Tabi ki Mısır ve Birleşik Krallık arasında doğrudan paraleller çekmek durumu daha faydalı kılmıyor. Bu noktada Müslümanlar bir numaralı toplumsal düşman ilan ediliyor; Devlet tarafından gözetim altındalar, polis tarafından kurumsal bir ırkçılığa maruz bırakıyorlar ve kendilerini ılımlı ilan edip terörist saldırılarından uzak durmaları için sürekli baskı görüyorlar. Mısır’da İslamcı bir partinin sözü geçiyor ve çoğunluğu Müslüman olan bir nüfus ile İslam’ın tabiatı üzerine yapılan tartışmalar daimi ırkçılığı maruz göstermez.

Her şeye rağmen Moheeb’in cinsel taciz ve kadınlara uygulanan baskılara ilişkin sorunları neoliberalizm yerine Islamiyete atfetmesine şaşırmıştım. Bu durum, sohbetimizin devamında Moheeb sorunu kadınların yaşadığı kamu hizmetlerine kısıtlı ulaşım gibi sorunları daha geniş bir neoliberal krizin bulguları olarak ele aldığında açıklığa kavuştu.

“Hikâyemin bir bölümü sadece Tahrir’de yaşadığım değil, hastanede yaşadığım kâbusu da içeriyor. Tıbbi bakım ve sağlık hizmetleri hakları çok önemli ve kadınlar başta olmak üzere Mısır’da kimse bu haklara sahip değil.”

Cinsel taciz ve cinsel şiddete karşı yürütülen kampanyanın kadınların yüzleştiği birçok sorunu birbirine bağlayan bir taktik savaşı olduğunu düşünüyor; “ bu sorunu kullanıyoruz; çünkü eğer sokakta güvenle yürüyemezsem, işe, okula gidemem; bitişikteki manava bile gidemeyen bir ev hanımı olarak normal bir yaşam sürme şansım kalmaz.”

Küresel olarak, diyor Moheeb, bu hepimiz için pek müşterek bir hikâye. Kadın hakları konusunun beklenmedik sonuçlarının acısını çeken İtalyan ve Amerikan yoldaşlarıyla olan tartışmalarını anlatıyor. Onlar da bir konuda ısrarcı: “dünyayı yöneten, kadın haklarına karşı duran politik ve ekonomik ideolojilerde sorun var. Bu sorunlar ataerkil ve uğruna savaştığımız birçok değere aykırı”.

Gelecekten Beklentiler

Bugün Mısır’daki devrimcilerin gelecekten beklentilerini, ki Moheeb bu konuda oldukça umutlu,  konuşarak söyleşimizi tamamlıyoruz. “Devrimin yavaş ama etkili gittiğini söylemek istemiyorum; ama hatalarımızdan öğreniyoruz ve bu çok önemli. Devrimin doğurduğu en önemli sonuçlardan biri, okul çağı çocuklarında bile, farkındalıktaki artış oldu. Herkes bir anda kendini ifade edebilmeye başladı. Fikir birliğine varmayı, takım çalışmasını ve nasıl siyaset yapacağımızı öğreniyoruz.”

Farklı devrimci aktivist gruplar arasındaki farklılıkları ve gerilimi tartışmış olsak da, Moheeb kolektif örgütlerin ve kitle hareketleri yaratmanın önemini özellikle vurguluyor.

Parçalanmış sol için öğretici bir ders; yol ve yöntemlerimizde, bakış açımızda, inançlarımızda farklılıklar olabilir. Zaman zaman bu farklılıkları dışarıya açmalıyız. Elimizde elzem bir görev var: milyonlarca sıradan insanı etkileyen sorunlar üzerinde birleşmek. Bunu başarabildiğimiz takdirde, sınırsız imkânlara sahip olacağız.

Orijinal Kaynak: http://www.counterfire.org/index.php/articles/41-interview/16569-hania-moheeb-sexual-harassment-and-the-revolution

“Biber Gazı Bala Benziyor”

Sakine Günel

tumblr_mntgl0ojxf1su7y3ao1_400Gezi Parkı direnişinde birçok duyguyu bir arada yaşadım. Heyecanlı, yoğun, duygu yüklü günler ve gecelerde sokağa çıkmaktan kendimi alamadım. Bu yazma ihtiyacı da bu heyecanın bir parçası. Elbette direniş boyunca hepimizin gündelik yaşamını değiştiren, sokakta özgürleştiren, cesaretlendiren bu isyanda; canlarını vererek, yaralanarak, bu güzel günleri, umudu hediye edenleri unutmadan…

Devamını Oku…

Gözaltinda Kadınlara Yönelik Cinsel Taciz ve Saldırılara Sessiz Kalmıyoruz!

İsteklerimiz, özlediğimiz hayat, üzerimizdeki baskı ve denetimle uzlaşamıyordu uzun süredir. Kadınlar ve translar olarak bizler, Gezi direnişi boyunca taleplerimizi ve isyanımızı kararlılıkla savunduğumuz için ön plandaydık. Direnişin sokaklarında dolaşırken, yabancısı olmadığımız bir şiddet biçimiyle, polis şiddetiyle yeniden yüzleştik. Direnişte arkadaşlarımızı kaybettik, bazılarımız geri dönüşü olmayan ağır fiziksel hasarlar aldık. Günlerce bu şiddetin hukuksuzluğunu, yarattığı yıkımı tartıştık. Öte yandan polis şiddetinin emrini veren Emniyet Müdürü, Vali, İçişleri Bakanı, Başbakan gibi devlet ve hükümet görevlileri, art arda yaptıkları açıklamalarla taraf tuttuklarını ve sorumlu olduklarını açıkça beyan ettiler. Çoğu yetkilinin şiddeti yaşayanlara değil, uygulanan şiddete sahip çıktığına; İstanbul Valisi’nin gazetecileri hedef göstermesi, Başbakan’ın, “Polise emri ben verdim,” demesi gibi örneklerdeyse şiddetin açıkça teşvik edildiğine şahit olduk. Emniyet güçlerinin bu toplumsal ayaklanma karşısındaki şiddeti, nihayetinde ana akım medyanın bile gündemine girdi. Bu cinayet, yaralama ve hak ihlallerinin baş sorumlularının istifasını talep ettik, karşılığında birkaç zabıtayı görevden alıp, Ethem’in katilini serbest bıraktılar.

Gelin görün ki biz kadınların ve transların yaşadığı şiddet, alternatif medya ve direnişçilerce seslendirilen ve belgelenen bu fiziksel polis şiddetiyle sınırlı kalmadı. Yine çok sistematik bir başka şiddet biçimiyle hep burun burunaydık: Devletin erkek silahı cinsel taciz ve tecavüz, açıkça bedenimize doğrultulmuştu.

Cinsel şiddet örtük ya da açık halleriyle aslında biz kadınların ve transların gündelik yaşamımızın bir parçası. Her gün, her an üzerimizde hissettiğimiz cinsel taciz ve tecavüz tehdidi, devlet tarafından da nicedir bir işkence aracıolarak kabul görüyor, örgütlü ve sistematik biçimde kullanılıyor. Gözaltındaki ve tutuklu kadınlara ve translara yönelik bu işkenceyi yıllardır, saldırıya maruz kalanlarla birlikte deşifre etmeye çalışıyoruz. Gezi direnişinin farkıysa, devletin bu yöntemi çok daha geniş bir hedef kitlesi üzerinde tatbik etmesiydi.

Gözaltına alınan kadınlar bir bir yaşadıklarını anlatmaya başladılar. İstanbul’da 31 Mayıs’ta gözaltına alınan 7 arkadaşımızın İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde tamamen soyularak tümüyle hukuksuz ve keyfi bir “ince” aramaya tabi tutulduklarını öğrendik. İzmir’de Şakran Cezaevi’nde tutulan arkadaşlarımız da kendilerine çıplak arama yapıldığını açıkladılar. Ankara’da Eylem K., Akrep’e bindirilirken ve araç içinde üç saat boyunca keyfi olarak bekletilirken yaşadığı cinsel saldırıyı cesaretle herkesle paylaştı. Kızılay’daki eylemde gözaltına alınan D.E. uğradığı tacizi bir gazeteciye anlatırken, “Kadın ve erkeğe yönelik şiddetin birbirinden farklı olduğunu, kadınların hem dayak hem de taciz ile çift taraflı saldırıya uğradığını ve şiddet üstü şiddet gördüklerini,” söyledi. D.E., 16 Haziran günü gözaltına alınırken yaşadıklarını Facebook’ta anlattı, işittiği “hakaretleri” şöyle sıraladı: “orospu, terörist, kahpe, vatan haini…” Ve bir sürü sözlü tecavüz tehdidi. ETHA ve ANF muhabiri Arzu Demir ile ETHA Haber Müdürü Derya Okatan 18 Haziran günü ajanslarının ve evlerinin basılması sırasında polisin çıplak arama dayatmasına maruz kaldıklarını anlattılar. Birçok kadın ve trans arkadaşımız da gözaltında yaşadıkları cinsel taciz deneyimlerini paylaştılar. Gözaltına alınan arkadaşlarımızın hemen hepsi, sözlü tecavüz tehdidiyle korkutulmaya çalışılmıştı. Yaşananların bu çarpıcı ortaklığı, kadınlara ve translara karşı uygulanan cinsel taciz ve cinsel saldırının sistematik olduğunun açık kanıtıdır.

Bu cinsel tahakküm yöntemleri sadece devletle olan ilişkilerimizde değil, tüm toplumsallaşma süreçlerinin de içinde. Bu yüzden, yaşadıklarımızı her zaman yüksek sesle haykıramıyoruz. Cinsel taciz veya tacize uğrama korkusu, bazılarımızı politik alanın dışına itip sessizleştiriyor, uzun süre mücadele edecekleri korkularla baş başa bırakıyor. Öte yandan aynı endişe birçoğumuzda, büyüyen ve erkek iktidarını tehdit eden bir cesaret ve kararlılığa dönüşüyor. Gezi direnişi verdiği “Bir Haziran Dersi”nde, hiçbir haklı talep ve mücadelenin sonsuza kadar şiddet ve emirle bastırılamayacağını muktedirlere anlattı. Bizler bu dersi zayıf hafızalara hep hatırlatacağız, gözaltında tacize sessiz kalmayacağız.

Bugüne kadar devlet tarafından yapılan tek resmi açıklama olan Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün açıklamasında hiçbir soruşturma, incelemeden söz edilmeksizin taciz iddiaları dayanaksızca reddediliyor. Eylem K.’nın yaşadığı şiddetten değil, “kanuna aykırı” eylem yaptığından bahsediliyor. Halbuki resmi kurumlardan beklediğimiz, gözaltında yapılan tacizler için mazeretleri yazıya dökmeleri değil, bu muameleleri bir an önce tespit edip cezalandırmalarıdır; gözaltında taciz ve şiddetin hiçbir durumda meşruiyeti yoktur.

Uluslararası birçok sözleşme ve rapor, gözaltında ve cezaevinde yaşanan her türlü cinsel saldırıyı işkence olarak tanımlamaktadır. Bu sözleşmelerde hükümetler, sözlü veya fiziksel cinsel tacizi önlemek ve cezalandırmakla yükümlü kılınmışlardır. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmaların kanunlarla farklı hükümler içermesi halinde milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınmasının anayasal bir hüküm olduğunu hatırlatırız. Bizler, hükümet yetkililerinin, emniyet mensuplarının ve polis akademisindeki akademisyenlerin bu sözleşme ve raporlardan haberdar olduklarına eminiz. Buna rağmen gözaltında cinsel taciz ve cinsel saldırının bu kadar standart ve sistematik olması bizi ikna etmiştir: Cinsel taciz devlet eliyle bilinçli olarak kullanılan bir işkence yöntemidir. Aksini kanıtlayabilecek tek girişim, taciz suçlarında sorumluluğu olan emniyet mensuplarının yargılanması ve polis teşkilatı içinde konuyla ilgili kapsamlı bir soruşturma başlatılması olacaktır. Bir an önce, gözaltında cinsel taciz ve cinsel saldırılara son verilmeli, sorumlular cezalandırılmalıdır.

12 Temmuz 2013

İmzacılar:

Adana Kadın Danışma Merkezi ve Sığınmaevi Derneği (AKDAM)
Amargi İzmir
Ankara Feminist İletişim
Antalya Kadın Danışma Merkezi ve Dayanışma Derneği
Ayvalık Bağımsız Kadın İnisiyatifi
Bağımsız Feministler
Barış İçin Kadın Girişimi
Boğaziçili Feministler
Cinsel Şiddete Karşı Kadın Platformu
Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği/ CEİD
Cumhuriyet Kadınları Derneği
Çanakkale Girişimci Kadınlar Üretim ve Pazarlama Kooperatifi
Çankırı Kadın Dayanışma Derneği
Elder Kadın El Emeğini Değerlendirme Derneği (Çanakkale)
Eşitlik İzleme Grubu/ EŞİTİZ
Ev Eksenli Çalışan Kadınlar Çalışma Grubu
Ev Hanımları Dayanışma ve Kalkındırma Derneği/ EVKAD (Adana)
Filmmor Kadın Kooperatifi
Girişimci Kadınların Desteklenmesi Derneği/ GİKAD (Denizli)
Gökkuşağı Kadın Derneği (İstanbul)
İmece Kadın Dayanışma Derneği
İmece Kadın Sendikası
İstanbul Feminist Kolektif
İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği
İstanbul LGBTT Dayanışma Derneği
İTÜ Cins Arı Heteroseksizm Karşıtı Öğrenci Topluluğu
İzmir Bağımsız Kadın İnisiyatifi
İzmir Çiğli Evka Kadın Kültür Evi /ÇEKEV
İzmir Kadın Dayanışma Derneği
Kadın Adayları Destekleme Derneği/ KA.DER Genel Merkezi
Kadın Çalışmaları Derneği (Ankara)
Kadın Dayanışma Vakfı
Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi Platformu/ KEİG
Kadınlarla Dayanışma Vakfı /KADAV
Kadın Eğitim ve İstihdam Derneği/ KEİD (Ankara)
Kadın Erkek Eşitliği Derneği (İzmir)
Kadın Emeği Kolektifi/ KADEM
Kadın Gazeteciler Takipte Oluşumu
Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği
Kadın Mühendisler, Mimarlar, Şehir Plancılar, Fen Bilimciler ve Teknik Elemanlar Grubu
Kadın Partisi Girişimi
KA.DER Adana Şubesi
KA.DER Kadıköy Şubesi
KAMER
KAOS-GL Derneği
Kapadokya Kadın Dayanışma Derneği
Karadeniz Kadın Dayanışma Derneği/ Karkad-Der (Trabzon)
Karya Kadın Derneği
KAZETE- Bağımsız Kadın Gazetesi (İzmir)
Koza Kadın Derneği (Bursa)
Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi
Lambdaistanbul LGBT Derneği
Lezbiyen, Biseksüel, Queer, Trans Odaklı Haz Ve Direnişten Yana Antiotoriter Otonom!- İllet
Mavi Göl Kadın Derneği (Van)
Mersin Bağımsız Kadın Derneği
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı
MorEl Eskişehir LGBTT Oluşumu
Muğla Kadın Dayanışma Grubu
Muş Kadınlarla Dayanışma ve Sağlıklı Yaşam Derneği
Petrol İş Kadın Dergisi
Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği
Selis Kadın Derneği (Diyarbakır)
Sosyalist Feminist Kolektif
Sosyalist Kadın Meclisleri
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu
Türk Kadınlar Birliği (Tüm Şubeleri)
Yaşam Evi Kadın Dayanışma Derneği (Urfa)
Yaşam Kadın Çevre Kültür İşletme Kooperatifi /YAKA-KOOP (Van)
Yeni Demokrat Kadın
Van Kadın Derneği /VAKAD
Başak Kültür ve Sanat Vakfı’ndan Kadınlar
Devrimci İşçi Partili Kadınlar
DİSK Kadın Komisyonu
Eğitim-Sen İstanbul Üniversiteler Şubesi Kadın Komisyonu
Eğitim-Sen İstanbul 2 No’lu Şube Kadın Komisyonu
Gıda Mühendisleri Odası İzmir Şube’den Kadınlar
Halkevci Kadınlar
Halkların Demokratik Kongresi Kadın Meclisi
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Kadın Komisyonu
İşçi Cephesi’nden Kadınlar
Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi’nden Kadınlar
Mavi Kalem Derneği’nden Kadınlar
Müştereklerimiz’den Kadınlar
Öteki Bisikletli Kadınlar
Özgürlük ve Dayanışma Partili Kadınlar
Plaza Eylem Platformu’ndan Kadınlar
Sosyalist Yeniden Kuruluş Partili Kadınlar
Tarlabaşı Toplum Merkezi’nden Kadınlar
Tiyatro Boyalı Kuş
TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu Kadın Komisyonu
TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu Kadın Çalışma Grubu
Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği Kadın Komisyonu
Türk Tabipleri Birliği Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu
Yeşiller Ve Sol Gelecek Partili Kadınlar
78’liler Federasyonu’ndan Kadınlar

End Sexual Harassment and Attacks on Women Under Custody!

For some time now, mechanisms of oppression and regulation over our lives go against the life we wanted and longed for. We, women were at the forefront in the Gezi resistance for we were bound and determined to fight for our cause and press forward our demands. In the streets, we were exposed to a brutal form of violence, which we are actually acquainted with: police violence. We lost some of our friends during the resistance and some of us got heavily injured. We discussed for days about the unlawfulness of police violence and the destruction it caused. Meanwhile, government and state authorities such as the Police Chief, the Governor, the Minister of Internal Affairs and the Prime Minister, through their statements, repeatedly revealed that they are taking sides with the police and therefore manifested responsibility for the violence. Even the mainstream media, otherwise overlooking the significance of the events, had to pay attention to the disproportional use of violence by the security forces. The leadership of the Gezi resistance demanded the resignation of those responsible for deaths, injuries and the abuse of rights but state authorities only symbolically dismissed a few police officers and released the murderer of Ethem Sarısülük.

Violence we were exposed to as women, on the other hand, was not limited to these well-documented cases of street violence. We always faced another, an equally systematic form of violence: Sexual harassment and rape. The weapons of the masculine state were directed at us.

Devamını Oku…

Mısırlı Kadınlarla Dayanışma İçindeyiz!

women_egyptMısır’da kadınlar Hüsnü Mübarek rejiminin sonunu getiren devrimci hareketin ön saflarında yer almışlardı. Fakat devrim sonrası geçiş döneminde ve Mursi iktidarında giderek hem gelenekçi, muhafazakâr söylemlerle siyaset dışına itildiler hem de sokaklarda cinsel saldırılara maruz bırakılarak eve gönderilmek istendiler. İktidarda olanlar bir kez daha muhalefetin gücünü kırmak için kadınların bedenine saldırıyı seçti. Kadın örgütleri bu saldırıların organize ve sistematik olduğunu defalarca söyledi. Hükümet ise bu saldırılar karşısında umursamaz davrandı, hiçbir önlem almaya yanaşmadı, hatta kadınların bunu hak ettiğini söyleyecek kadar ileri gitti!

Haziran ayının son günlerinde başlayan, Mursi hükümetinin devrilmesine yol açan gösterilerde Mursi taraftarları kadınlara yönelik sistematik saldırılarını daha da arttırdı; yüzlerce kadın dövüldü, tacize, tecavüze uğradı, bir kısmı kaçırıldı. Kadınlara yönelik bu organize şiddet, kadınların sokak siyasetini, mücadeleyi terk etmeleri için. Çünkü biliyorlar ki kadınların sokaklarda olması, kendi özgürlük taleplerini dillendirmesi ve direnmesi her türlü otoriter, baskıcı, muhafazakâr, erkek iktidarını tehdit edecek!

Devamını Oku…

Ana Akım Küfürler Karşısında Cinsiyetçi Olmayan Alternatifler İstiyoruz!

Gezi direnişi boyunca cinsiyetçi sloganlar kulaklarımızda çınladı. Özellikle ilk günlerde taraftar gruplarından devşirilen sloganların eylem alanını ele geçirmesi, sonrasında haftalarca maruz kaldığımız duvar yazıları, kimilerine sempatik gelse bile biz kadınları rahatsız etti. Biz de feministler olarak, 8 Haziran’da Gezi Parkı’ndaki Feminist çadırımızda bir küfür atölyesi düzenledik. Tüm kadınlara açık olan bu atölyede amacımız, ana akım küfürler karşısında cinsiyetçi olmayan alternatifler geliştirmekti. Atölyede konuşulanlardan derlediğimiz notları burada paylaşıyoruz.

Cinsiyetçi olmayan küfre geçit var

Erkek egemen bakış açısı kadınların dilini küfretmemek, “hanım hanımcık” olmak üzerinden kurguluyor. Oysa küfür sokak dilinin bir parçası ve sokak kültürünün güçlü bir ifadesi. Kadınların küfretmediği, küfretmemesi gerektiği düşüncesi de, aslında kadınları sokak kültürünün bir parçası olarak görmeyen bir yaklaşımın uzantısı. Gezi direnişi boyunca elbette bizler de küfrederek öfkemizi dile getirdik. Yani küfretmeye itirazımız yok ama kadınları aşağılamayan küfürler olsun istiyoruz.

Bir de düşünmemiz gereken öfke-şiddet ilişkisi var. Küfür aslında her biçimiyle şiddeti ve dışlamayı barındırıyor. Fakat siyaseten doğru kelimelerle tepkimizi vermeyi denediğimizde bunun içimizi rahatlatmadığını görüyoruz. İktidara karşı verdiğimiz mücadelede biriken öfkemizin şiddetli bir biçimde açığa çıktığı gerçeğini reddetmiyoruz. Ama bu şiddetin aynı zamanda kadınlara yönelmesini engellemek için çaba sarf ediyoruz.

Erkeklerin zihniyetiyle düşünmeyi bırakmalıyız

Egemen erkekliğin olmazsa olmazı ve en güçlü tarafı cinsel iktidar. Bu yüzden küfürleri de hep cinsel güce dayanıyor. Birini, bir grubu alt etmenin yolu onu cinsel iktidarla ele geçirmekten, bu yolla onursuzlaştırmaktan geçiyor. Bu sadece “karşı tarafın” kadınlarını aşağılayarak değil, bizzat erkeklerini iktidarsızlaştırarak da oluyor.

Kadınlar olarak erkeklerin iktidarsızlıklarıyla ilgili küfürler üretebiliriz. Ama bu, erkek cinsel iktidarının yüceltilmesini bizim de kabullendiğimiz, iktidarsızlığın bir zayıflık olduğu konusunda erkeklerle hemfikir olduğumuz algısını yaratır. Bu yüzden, erkeklerin cinsiyetçi küfürleriyle mücadele ederken, onların önkabulleriyle düşünmeyi bırakmalıyız.

Kadınların gücünü vurgulayan küfürler de var, ancak…

Erkek cinselliğini ve erkek iktidarını yücelten “ana akım” küfürler karşısında kadın dilinden bir alternatif kurgulamak mümkün mü? Cinsiyetçi olmayan küfürler naif bulunuyor, yeteri kadar güçlü olmadığı düşünülüyor, adeta söyleyeni rahatlatmıyor. O halde, cinsiyetçi küfür ve sloganları ters-yüz etmeyi deneyebilir, benzer bir şekilde kadının bedeninden yola çıkarak ve kadın iktidarını vurgulayarak küfür ve slogan üretebiliriz.

Bu anlamda kadın fıkraları da kadın argosunu ve kadın küfürlerini besleyebilecek önemli bir kaynak. Farklı yörelerde anlatılan kadın fıkralarını toplamak ve yaygınlaştırmak, kadın mizahıyla, kadın küfürleriyle direnmek için bir fırsat olabilir. Ancak, cinselliği bir cezalandırma biçimi olarak gören bir dil kadınlar tarafından üretildiğinde erkeklerin fantezilerine hizmet etme riskini taşıyor. Üstelik ezilenin küfrü iktidar üreten bir yerden olmadığı için ezeni o kadar da rahatsız etmiyor.

Kadın ve erkeğin birlikte mücadele edebilmesi için

Cinsiyetçiliği yeniden üretmemenin, cinsiyetli küfür etme uğraşını bir kenara bırakmanın daha verimli olduğunu düşünüyoruz. Karşısında olduğumuz iktidarın düşüncesiz, işe yaramaz, beceriksiz, zalim, faşist, zorba olduğunu vurgulamak, toplumsal mücadelede kadınla erkeği eşit konumlandırır. Kadınlar olarak direnişte enerjimizin bir kısmını da cinsiyetçi küfürler ve sloganlara karşı mücadele etmeye harcadık. Oysaki “devirmek,” “yıkmak,” “bozmak,” ya da karşı tarafın zekâsını aşağılamak, öfkemizi karşılayacak kadar şiddetli ama aynı zamanda cinsiyetsiz küfürlerin kaynağı olabilir. “Ağzına tüküreyim!” de gayet güçlü bir küfürdür. Küfür yerine beddua etmek, “Geber!” demek de bir o kadar etkili olabilir.

Gezi direnişi boyunca cinsiyetçi küfürlere karşı ağzımızdan düşürmediğimiz bir sloganla bitirelim: Küfürle değil, inatla diren!

Düşünmeye, tartışmaya, direnmeye devam…

In Solidarity with Egyptian Women

women_egyptWomen in Egypt had been at the forefront of the revolutionary overthrow of Hosni Mobarak. During the transition period following the revolution, as well as during Mohammed Morsi’s rule, women were pushed out of the political sphere through conservative politics. They were also forced to go back home through sexual attacks in the streets. Those who hold the power in their hands once again chose to attack women’s bodies in order to demoralize the opposition. Women’s organizations have repeatedly stated that the street attacks on women were organized and systematic. The government, on the other hand, remained indifferent to these attacks, did not take any measures against them, and eventually went as far as to hold women responsible for sexual harassment and rape!

At the protests which started during the last days of June against the Morsi government, organized pro-Morsi men have increased the intensity of their attacks on women. Many women have been harassed, beaten, raped, and even kidnapped. Organized sexual violence towards women aims at discouraging women from participating in politics in the streets. Perpetrators know that, when women are in the streets voicing their demands for freedom, they threaten all kinds of authoritarian, oppressive, conservative, masculinist regimes.

Devamını Oku…

Kadın Düşmanlarına Meydan Okuyoruz!

6 Temmuz Cumartesi günü saat 17.00de Galatasaray Lisesi önünde buluşuyoruz.

dsc_0030KADINLARA ve TRANSLARA…

NE AKP’DEN, NE TACİZCİ POLİSİNDEN KORKUYORUZ…
KADIN DÜŞMANLARINA MEYDAN OKUYOR;
ASIL SİZ BİZDEN KORKUN DİYORUZ.!

Her gün, her an üzerimizde hissettiğimiz cinsel taciz, tecavüz ve/veya tehdidi, devlet tarafından bir işkence aracı olarak kabul görüyor, örgütlü ve sistematik biçimde kullanılıyor.

Gezi direnişinin farkıysa, devletin bu yöntemi çok daha geniş bir kadın grubu üzerinde tatbik etmesiydi.

Direniş döneminde yaşanan bir kısmı yüksek sesle, bir kısmı küçük harflerle anlatılmaya başlanan polis tacizine karşı, 6 Temmuz Cumartesi günü saat 17.00de Galatasaray Lisesi önünde buluşuyoruz.

Direnişteki Kadınlar

Karşı Çıktım ve “Ne Yapıyorsunuz?” Dedim

26 Haziran Çarsamba günü Yoğurtçu Parkı’nda gerçekleştirdiğimiz kadın forumunda söz alan bir arkadaşımız gözaltında maruz kaldığı taciz deneyimini bizlerle paylaştı. Arkadaşımızın yaşadıklarını kendi ağzından aktarıyoruz:

yumruklukadin

31 Mayıs 2013 Cuma günü İstanbul Taksim meydanında gözaltına alındım. Saat öğleden sonra üç civarıydı. Meydanda yoğun gaz vardı ve polisler önümdekileri tartaklıyor ve karşı gelenleri itip kakıyordu. Ben de sözlü olarak karşı çıktım ve “ne yapıyorsunuz?” dedim. Bunun üzerine sivil polis kolumu tuttu. Kolumu bırakmasını söylediğimdeyse, üç tane daha sivil polis kolumu tutup geriye doğru çevirdiler. Daha sonra polis aracına fırlattılar ve o esnada bacağımı çarptım. Ön koltuğa fırlatmışlardı, oradan da çekip “arkaya geç” diye bağırıp tekrar arkaya ittiler. Daha sonra çantamı kontrol edip telefonumu kapatmamı söylediler.

Devamını Oku…

“Parçaların Ötesinde”: Ben bir Sosyalist Feministim. Aynı Zamanda Radikal Feminist de Olabilir miyim?

sfCYNTHIA COCKBURN – 17 Mayıs 2013 (Çeviri: Tuğba Özcan, Çiğdem G.D.)

Yeniden basılan Beyond The Fragments* kitabının yazarları, solun bölünmüşlüğüne çare arayışlarına feminist bir yaklaşım getiriyorlar. Sermayenin kadın sömürüsünü kuvvetle vurguluyorlar. Peki, ataerkilliğe itirazları yok mu?

İlk kez 1979’da yayınlanan Beyond The Fragments (BTF), solu parçalayan gerilimlerin çözümü sorununa feminist bir yaklaşım geliştiren; sol görüşlere sahip çeşitli parti, eğilim, grup ve bağımsızları üretken bir diyalog ve birliğe teşvik eden ikonik bir kitap oldu. Şimdi ise Merlin Press, kitabın güncel şartlara uyarlanmış yeni basımını yaptı. 3 Mayıs’ta BTF yenilenmiş hali ile, bölünmüş solu bir araya getirmek için feminist düsturlarının 2013’te neden hala geçerli olduğunu kitabın haklı saygınlığa sahip yazarları Sheila Rowbotham, Lynne Segal ve Hilary Wainwright’tan dinleme olanağına eriştiğimiz kalabalık bir toplantıda tanıtıldı.

Devamını Oku…

Parklarda Kadın Forumlarının Gündemi Tacizdi

kadinforumuMaçka ve Abbasağa parkları ile eş zamanlı olarak Kadıköylü kadınlar da Yoğurtçu Parkı’nda tacize karşı bir forum düzenlediler. Gündem gözaltında taciz, genel olarak kadınların uğradıkları taciz ve tacize karşı alınacak önlemler oldu. 

İşte forumda konuşulanlardan notlar ve kadınların tacize karşı eylem takvimi:

Devamını Oku…

Kadınlar Gözaltında Taciz ve Tecavüze Karşı Harekete Geçiyor!

gozaltitaciz2Kadınlar gözaltında taciz ve tecavüze karşı harekete geçiyor!

29 Haziran Cumartesi günü Yoğurtçu Parkı’nda bir araya gelen kadınlar gözaltında taciz gündemini konuştu. Şimdiye dek gözaltında yaşanan tacizler üzerine bilgilendirme yapıldı. İstanbul’da 31 Mayıs’ta gözaltına alınan kadınlardan biri olan arkadaşımız diğer kadınlarla birlikte yaşadığı cinsel tacizi anlattı.

Kısa vadede alınan kararları şu şekilde özetleyebiliriz:

1. Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu konuyla ilgili bilgilendirici bir metin hazırlıyor. Gözaltına alındığımızda haklarımız neler, gözaltına alınınca ya da taciz, tecavüz durumu olduğunda ne yapmalıyız konulu bir bröşür olacak. Bu metni yaygınlaştıracağız.

2. 8 Temmuz Pazartesi günü Çağlayan Adliyesi 20. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yaklaşık iki yıl önce gözaltında taciz edilen bir kadın arkadaşımızın davasına destek olacağız.

3. Gözaltında tacizi görünür kılacak, bu durumun biz kadınların utancı olmadığını anlatacak ve bu anlamda kadınları tacize karşı çıkmak konusunda cesaretlendirecek bir metin ortaya çıkartacağız ve kadın örgütlerinin imzasına açacağız.

4. Bu metni meclis başkanlığına da gönderecek ve kamuoyuna duyuracağız.

5. Gözaltında tacize maruz kalan kadınları ve avukatlarını bularak bir dayanışma ağı öreceğiz.

6. Salı günleri Abbasağa Parkı’nda, Çarşamba günleri Maçka ve Yoğurtçu Parklarında yapılacak olan kadın forumlarında gözaltında taciz konusunu gündemleştireceğiz

7. Konuyla ilgili bir sokak eylemi yapacağız ancak yer ve zamanı henüz netleştirmedik.

 

Biz de Direndik ama Söz, Yetki, Karar, İktidar Erkeklerdeydi

gezi_forumKadınlar olarak Gezi’deydik , direnişteydik… Hükümetin baskıcı uygulamalarına ve kadın düşmanı politikalarına karşı alanlardaydık… Direniş süresince olduğu gibi, forumlarda oluşturmaya çalıştığımız ortak mücadele ve yaşam alanlarına da kadınlar olarak politik sözümüzü katmaya devam ediyoruz. Bu sözü daha da güçlendirmek için öncelikle direnişteki kadınlar olarak Gezi’deki deneyimlerimizi paylaşmak istedik. 26 Haziran 2013, Çarşamba günü hem Kadıköy Yoğurtçu Parkı’nda hem de Maçka Parkı’nda toplandık.

Erkekler neden söz almasın?

Yaklaşık yüz kadının katıldığı Kadıköy’deki forumun başlangıcında neden erkeklerin katılımına sınırlama koymamız gerektiğine dair kısa bir tartışma yaptık…
Yaklaşık on kadının söz aldığı bu konuda, bazı arkadaşlarımız toplanma nedenimizin gezideki kadınların görünmez kılınmasını, kadın olmamızdan kaynaklı karşılaştığımız farklı deneyimleri (taciz, ayrımcılık, örgütlenme ve iş bölümü vs.), rahatsız olduğumuz şeyleri (cinsiyetçi homo/transfobik küfürler vs.), patlama noktasına gelmemizin nedenlerini ve direnişe katılmamızın sebeplerini, bundan sonra somut olarak yapabileceğimiz şeyleri konuşmak olduğu için toplantıların sadece kadınların katılımına açık olması yönünde görüş bildirdiler. Bazı arkadaşlarımız ise ortak mücadele etmek için toplantıların erkeklere de açık olması gerektiğini savundu.

Sonuç olarak mikrofon ve hoparlör kullandığımız için dinlemek isteyen erkeklerin zaten dinleyebileceğine, böylece tartışmalarımızın kamusallaşabileceğine, ancak söz almak isteyen erkeklerin tüm kadınların sözünün bitmesini beklemeleri gerektiğinde hemfikir olduk. Gelen erkeklere ise, onların da kendi aralarında forum toplantı düzenleyebileceği fikrini verebiliriz dedik. Sonunda Fenerbahçe taraftar grubundan bir erkek forumun sonuna kadar bizi dinledi ve söz aldı.

Bizi direnişe yönlendiren sebepler…

Forumun birinci gündem maddesinde kadınlar olarak bizi direnişe katan farklı nedenleri kısaca konuştuk. Kendi direniş deneyimlerimizi anlattık, değerlendirdik.
Bu konuda söz alan arkadaşlarımız erkeklerin nedenlerinden daha fazla nedenimiz olduğuna, son on yıldır AKP’nin kadın düşmanlığına varan politikalarına dikkat çekti.
“Rujumuza, kıyafetimize, kürtajımıza, her şeyimize karıştılar. İkiyüzlü bir politika yürüttüler. Kadın istihdamını arttırmak istiyormuş gibi yapıp bizi güvencesizliğe ittiler” diyen bir katılımcı tüm bu baskıların sonucu olarak kadınların sokaklara döküldüğüne dikkat çekti.
Daha sonra ise forum katılımcıları direnişte, Gezi’de, çadırlarda, barikatta, çatışmada, gözaltında ve şimdi de parklarda düzenlenen forumlarda yaşadıkları cinsiyet ayrımcı deneyimlerini aktardılar…

Gezi’de ve direnişte tacizle nasıl başa çıktık?

Gezi Parkı’nda yaşadığı tacizi dile getiren bir katılımcı tacize karşı ses çıkardığında diğer erkekler tarafından “Belki de yanlışlıkla eli değmiştir”, “Tamam sen duyarlı davrandın ama fazla büyütme” gibi uyarılarla kendisi susturmaya çalıştıklarını dile getirdi. “Ben ısrar ettim, kayıt altına alınmasını istedim” diyen katılımcı bunun üzerine tacizde bulunan adamı zar zor dışarı attıklarını belirtti.

Sürecin ilk gününden beri orada olduğunu söyleyen bir başka katılımcı ise tacize uğramadığını ya da ayrımcılık hissetmediğini söyledi ve “Gezi direnişinden sonra kadınlar artık İstiklal’de daha rahat yürüdüklerini söylüyorlar, bu çok önemli bir kazanım” diye konuştu.

Cinsiyetçi küfürler ve sloganlara karşı…

Foruma katılan pek çok kadın direnişte atılan cinsiyetçi küfür ve sloganların kendilerini yabancılaştırdığını dile getirdi. Bir katılımcı, “Cinsiyetçi sloganları kadınlar da erkeklerle birlikte atıyordu. Bu durum beni özellikle rahatsız etti. Modern kadın olmanın bir önkoşulu gibi onlar da cinsiyetçi sloganlara eşlik ediyorlardı. Küfür erkek iktidarının dili ve kadınlar da o iktidarın bir parçası olabilmek için erkekleşiyor, o sloganlara eşlik etmek zorunda hissediyor” diye konuştu.

Küfürlere itiraz ettiğini dile getiren bir başka katılımcı ise “Biz burada bu kadar önemli bir şey yapıyoruz, küfürle mi uğraşacağız?” türünden rahatsız edici bir tavır gösterdiklerini dile getirdi. Özellikle taraftar gruplarının gelmesiyle cinsiyetçi küfürlerin çok arttığını dile getiren birkaç katılımcı kadın sosyalist erkeklerin de cinsiyetçi sloganlara katıldıklarını söylediler. Bir katılımcı da RTE yerine özellikle Emine Erdoğan’a yönelik küfürlere dikkat çekti.

Öte yandan başka bir katılımcı bazı genç erkeklere bu küfürlerden duyulan rahatsızlığını dile getirdiğinde, öfkelerini küfür dışında nasıl dile getireceğini bilmediklerini söylediklerini ifade etti.

Gezi’de yapılan Küfür Atölyesi’nin ise mevcut küfürlere bir alternatif yaratmasının beklendiğini söyleyen bir katılımcı ise atölyede kadın bedeninden yola çıkarak tartışılan küfürlerin de erkek egemen dili beslediğini vurguladı. Kadın bedenini hedef alan küfürlerle mücadelede ise alternatif küfür yerine küfürü nasıl engelleyebiliriz’e yoğunlaşmak yönünde öneri geldi.

Direnişte de toplumsal cinsiyete dayalı işbölümü bizi bırakmadı

Gezi direnişinde sadece cinsiyetçi küfür ya da taciz değil, daha incelikli erkeklik halleri de kadınların dile getirdiği sorunlardan biri oldu. “Mesela kürsüye mühim adamları çağıran sunucular hep kadındı ama o mühim konuşmaları yapanlar hep erkeklerdi. Forumlarda not tutanlar hep kadındı ama hem daha çok konuşan hem de söz hakkı veren erkeklerdi” diyen bir katılımcı, Taksim Dayanışma’nın kendi içinde de başı çekenler kadınlar olsa bile erkek egemenliğinin hâkim olduğunu söyledi.

Bir katılımcı Gezi direnişinin kadınların katılımından sonra bir hareket haline dönüştüğünü, bu yüzden Gezi’yi kadınların ağırlıkta olduğu bir hareket olarak tanımladığını söyledi. “Ancak etkili karar organlarında kadınlar olarak yer almıyoruz, forumlarda kadınlar konuşmuyor. Forumlarda moderasyonda, konuşmalarda kota uygulanması önerildiğinde erkekler bunu ‘ayrımcılık’ olarak görerek karşı çıkıyor. Mücadele etmek gerekiyor” diyen katılımcı, erkeklerin uzun uzun, yüksek sesle ve başkalarının sözünü bölerek konuşmasının önemli bir sorun olduğunu böylece kadınların dertlerinin ikinci plana atıldığını ve değersizleştirildiğini vurguladı.

Bir başka katılımcı yaşadığı ayrımcılığı şöyle aktardı:

“Gezi Parkı içerisinde küçük bir tarla, bostan yapmaya çalışıyorduk. İki gün boyunca bir adam sürekli gelerek ‘sen anlamazsın, yapamazsın’ diyerek küreği elimden almaya çalıştı. Israr ettim ama daha fazla dayanamadım ve küreği ona verdim. Bir daha da bostana uğramadım.”
Revir ve mutfaktan sürekli kadın gönüllü istediklerine dair anons yapıldığını hatırlatan bir katılımcı ise “Özellikle bulaşık yıkamak ve solüsyon hazırlamak için kadın gönüllü aranıyordu. Hatta, ben tanık oldum. Bir erkek, mutfağa gönüllü olarak gittiğinde, ‘bulaşık yıkanacak, sen olmazsın’ diye geri gönderdiler” şeklinde konuştu.

“Saldırı olduktan sonra erkek bir doktor beni ve yanımdaki kadın arkadaşı yardıma çağırdı ve erkek arkadaşları ‘çatışmaya’ yönlendirdi” diyen bir katılımcı da mücadele esnasında ‘en delikanlı kim?’ türünden yarışma hallerinin yüzünden Çarşı’nın “… delikanlı kim bakalım?” slogandan çok rahatsız olduğunu dile getirdi.

Gözaltında taciz

Direnişte gözaltına alınan kadınların yaşadıkları taciz ve cinsel işkenceler de katılımcılar tarafından dile getirildi. Kadın polisler tarafından çırılçıplak soyularak üst kontrolü yapılan kadınların çektikleri eziyete dair neler yapabileceğimizi konuşmak için toplanma önerisi yapıldı.

Güzel şeyler de oldu…

Kadınların yaşadığı tüm ayrımcılıklara rağmen, forum katılımcıları özellikle cinsiyetçi küfür konusunda çok kısa zamanda çok yol alındığını, bu konuda kadınların ve LGBT bloğunun oradaki varlığının çok önemli olduğu vurgulandı. Bir konuşmacı, “Direniş süresince, normalde bu kadar kolay ikna edemeyeceğimiz kişileri kısa sürede ikna etmiş olduk. İnsanlar cinsiyetçi küfürlerinde daha otokontrollü olmaya başladılar. 23 Haziran Pazar günü yapılan Trans Onur Yürüyüşü’ne bu sene katılımın çok yüksek olmasının sebeplerinden biri de Gezi’deki bu öğrenme ve tanışma süreciydi” diye konuştu.

Önerilerimiz:

Gezi deneyimlerimizin ardından forumun ikinci bölümünde bundan sonra neler yapabileceğimize dair önerilerimizi konuştuk. Yapılan önerilerin tamamı olumlu karşılandı. Ortak olarak kabul edilen önerilerimiz ve bundan sonra yapacaklarımız sırasıyla şunlar:

1. 29 Haziran’dan itibaren her Cumartesi günü Yoğurtçu Parkında bir masa açacağız, masayı ziyaret edenlerle sohbet edeceğiz.
2. Her hafta Çarşamba günü saat 19:00’da kadınlar olarak toplanacağız.
3. Gözaltında yaşanan taciz ve cinsel işkence üzerine neler yapabileceğimizi konuşmak için 29 Haziran Cumartesi saat 16:00’da parkta buluşacağız. Yapacağımız şeyleri diğer parklarda toplanan kadınlarla birlikte örgütleyeceğiz.
4. Gezi direnişinin devamında oluşan forum ve atölyelerde kadınlar daha çok yer alacağız.
5. Doğrudan demokrasi konusunda ısrarcı olacağız.
6. Direnişte yaralanan çok kadın var, onları ziyaret edeceğiz.
7. Kadınların kentlere dair taleplerini somutlaştıracağız ve bunları belediyeden isteyeceğiz.
8. Kadınlar olarak seçimlerde bir aday çıkartmayı hedefleyeceğiz.
9. Aşağıdaki konu başlıklarında atölyeler yapacağız:
Cinsiyetçilik,
Barış
Ev içi cinsiyete dayalı iş bölümü
Küfür
Kadınların kentlere dair talepleri
Feminizm nedir
Şiddetsiz direniş yöntemleri

Gelecek toplantı ve eylem tarihleri:

29 Haziran 2013, Cumartesi, saat 16:00 gözaltında yaşanan taciz ve cinsel işkence suçuna dair neler yapabileceğimizi konuşmak için parkta toplanıyoruz. Ancak Taksim eylemi olduğu için 1 saatlik hızlı ve verimli bir toplantı yapmayı hedefliyoruz.
1 Temmuz Pazartesi günü Kadıköy’de saat 19:00’da Denizli ve Bingöl’deki tecavüzcülerin serbest bırakılmasına karşı eylem var. Eylem Yoğurtçu Parkında yapılacak atölye ile sona erecek. 3 Temmuz 2013, Çarşamba, saat 19:00’da yine kadınlar olarak parkta forum yapıyoruz.

 

Patriyarkanın Kürtaj Zorbalığı!

kurtaj-hakkiSakine Günel

Geçtiğimiz yaz başında hükümet, kürtajı yasaklama girişiminde bulunmuş, kadınlardan ve farklı kesimlerden gelen güçlü tepkiler karşısında geri adım atmıştı. Fakat, kadınların yasal olarak kazanılmış kürtaj hakkının kullanılmasını engelleyerek, kürtajı fiili biçimde yasak kıldı. Hükümet, uygulamadaki fiili kürtaj yasağını resmîleştirmek için yeni kürtaj düzenlemesini önümüzdeki günlerde Meclis gündemine getirecek.

 Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın yaptığı açıklamaya göre yeni düzenlemede 10 haftalık yasal sürede bir kısıtlama yok. Ancak biliyoruz ki bu yasal sınıra gelmeden kürtaj yaptırmak isteyen kadınlar, fiilen 8 haftadan sonra kürtaj yapan hastane bulmakta zorlanıyor. Hükümet “nüfus azalıyor” gerekçesini öne sürerek kürtaj uygulamasında hastane ve hekimleri sıkı denetime tabi tutuyor ve kürtaj yapılmasını engelliyor. Yasal olarak herhangi bir sınırlama olmamasına rağmen, kürtajın fiili yasağı devam ediyor.

Kürtaj yasağını resmileştirmek amacıyla oluşturulan yasa taslağı, kürtaj için başvuran kadınlar üzerinde psikolojik, duygusal baskı mekanizmaları kurmayı, kürtaj kararında kadınların değil, kocanın onayını esas almayı öngörüyor ve “aileyi korumayı” öne alarak kadınların doğurup doğurmayacakları kararını devletin onayına bağlayan birçok düzenleme getiriyor.

Son yıllarda artan sayıda kadın, hekimlerin, tıbbi etik yeminini unutarak, hükümetin kürtaj yasağı talimatını sıkı bir şekilde uygulamasıyla karşı karşıya kaldılar. Performans sistemi ile çalışan hekimler tarafından, performans katsayısı düşük olan kürtaj operasyonu uğraşmaya değer görülmeyerek, bekar olan kadınlardan evlilik cüzdanı istenildi. Tecavüze uğrayan kadından ise yasal olarak gerekmediği halde savcılık izni talep edildi. Kadınların önüne konulan çeşitli prosedürlerle süre uzatıldı ve sonrasında yasal sürenin aşıldığı iddiasıyla kadınlara gebelik dayatıldı. Bütün bu uygulamalar sonucunda ise çok sayıda kadın doğurmak zorunda kaldı.

Örneğin, Van’da beş çocuklu, tansiyon ve böbrek hastası, 5 haftalık hamile bir kadın, hayati riski olmasına rağmen kürtaj yaptıramadı. Gerekçe sorulduğunda “Vicdan meselesi; doktora kürtaj yap diyemezsin” denildi. Bu anlayış, yeni düzenlemede “doktorlara kürtaj yapmama hakkı” olarak yer aldı. Hekimlerin “vicdani” gerekçeyle embriyoya “canlı” diyerek kürtaj yapmamaları, kadınların hayati risk içeren durumlarının göz ardı edilmesi ihtimalini arttırıyor.

Sağlık Bakanı, “Kürtaj süresinde değişiklik yok. 10 haftaya kadar isteğe bağlı kürtaj yapılacak” diyor. Ancak, Bakanlığa bağlı hastanelerde kürtaj için gerekli tıbbi koşullar sağlanmadığı için “8 haftadan sonra tıbbi koşullar uygun değil” gerekçesiyle 10. haftada kürtajın yapılması engelleniyor. 10 hafta en alt sınırken, 8 haftada gebe olduğunu anlayıp, kürtaj olmak isteyen kadınlara, değişik gerekçelerle süre aşımına neden olunup, “süre geçti kürtaj yapamayız” deniliyor. Kadınlar, özel hastanelerde yüksek ücretler ödeyerek kürtaj olmaya mecbur bırakılıyorlar. Özel muayenelere gelen sıkı denetimle birlikte, ekonomik koşulu yeterli olan kadınlar, ancak gayri resmi koşullarda ve çok yüksek ücretler ödeyerek kürtaj olabilecekler. Bu ücretleri ödeyemeyen kadınlar doğurmaya zorlanırken, doğurma deneyimi olmayan ve anneliğe hazır olmayan genç kadınlar “bebek katili” olmaya itiliyorlar. Yakın zamanlarda gazetelerde çıkan bir habere göre bekar bir kadın kürtaj olamadığı için arkadaşının evinde ölü doğurduğu/düşürdüğü bebeği paniğe kapılarak camdan attı. Sonrasında ise genç kadın tutuklandı. Nüfus arttırma politikaları bir süre sonra doğum kontrolüne erişimi de zorlaştıracağı için kadınlar istemediği gebeliklere daha sık maruz kalacaklar. 10 haftayı aşan kürtajda kadın ve hekime hapis cezası getirilerek, cezalandırma yöntemiyle kadınlar doğurmaya zorlanacaklar.

Bakanlık, bebeğin kalp atışının anne babaya dinletilmesi gibi bir uygulamanın olmayacağını söylüyor. Ama biz biliyoruz ki hastane ve hekimlere konan doğum kotası aracılığıyla doğum sayısı arttırılmak isteniliyor. Dolayısıyla, kadının üzerinde psikolojik ve duygusal baskı kurarak, kürtaj olmaktan vazgeçmesi için ceninin kalp atışlarını dinleten hekimler var.

Danışmanlık hizmeti adı altında, kadınlar üzerinde kurulan psikolojik ve duygusal baskı yöntemleri bununla bitmiyor. Düzenlemede yer alan bir diğer hüküm, kürtaj yaptırmak isteyen kadına vazgeçmesi için “bilgilendirme ve düşünme” süresi verilmesi. Kürtaj için bir sağlık kuruluşuna giden kadının, “yetkin” bir heyetle ön görüşme yapması zorunlu kılınıyor. Bu görüşmeye kadının kocası da alınacak ve sonrasında kadına ve ailesine kürtaj yaptırıp-yaptırmama kararını vermeleri için 2-3 gün düşünme süresi verilecek. Ayrıca, yeni düzenleme, yürürlükteki yasada var olan kocanın yazılı iznini yeterli görmeyerek, kadını bu süreçte kocayla birlikte hareket etmeye zorluyor. Bu şekilde, kadının tek başına kalması engellenerek, koca aracılığı ile “ikna” edilmesi hedefleniyor. Çocuk bakımının erkeklerle paylaşılmadığı koşullarda, kadın kaç çocuk bakabileceğinin kararını kendisi veremeyecek. Yeni düzenleme, kocanın isteğini belirleyici kılıyor.

Verilecek danışmanlık hizmetinde kürtaj için başvuran kadına, kürtajın riskleri anlatılırken, “ilk ve ikinci gebelikte kürtaj yaptırmanın kadın sağlığı üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler konusunda da bilgi verilecek” deniliyor. Anladığım kadarıyla, kendimi bildim bileli kürtaja karşı söylenen “ilk hamileliğinde kürtaj olursan bir daha hamile kalmazsın!” yalanını tıbbi bilgilendirme olarak aktararak, kadınları endişelendirmeyi ve kürtaj yaptırmaktan vazgeçirmeyi hedefliyorlar. Bir zamanlar buna ben de inansaydım, şimdi iki çocuğum daha olacaktı. Çünkü ben iki kürtajdan sonra bir doğum yaptım. Başka bir çok kadın da öyle.

Patriyarkal devlet, kürtaj politikasıyla, psikolojik ve duygusal baskı yöntemleriyle, kadınları kürtajdan vazgeçirip, doğurup doğurmayacaklarını devletin onayına bağlıyor. Devlet kadın bedeni üzerinde denetimini artırırken, kürtajdaki sınırlı süre, kadının cinselliğini, hamilelik endişesiyle baskı yaratarak, hazza dayalı cinsellik yerine, doğurma odaklı cinselliğe hapsediyor. Kürtaj, kadınların mücadelesiyle kazanılmış hak olarak kadınların bedenleri üzerinde söz hakkının bir parçasıdır. Kadınlar, cinselliklerinin ve doğurganlıklarının denetlenmesine karşı, kendi yaşamlarını kendilerinin belirleme hakkının bir parçası olarak, istenmeyen gebeliklerde kürtaja başvuruyorlar. Kürtaj yasağına rağmen istenmeyen gebelik durumlarında hayatlarını riske atarak kürtaj yaptırıyorlar. Kürtajın resmen ve fiilen yasaklanması durumunda ise sağlıksız koşullarda kürtaj olmak zorunda kalacaklar. Bu da daha çok kadının hayatını riske atması demek.

Aile Dışında Hayat Var

adhv_poster_2li-01

Aile ideolojisine ve özellikle AKP’nin aileyi güçlendirmeye dayalı muhafazakâr politikalarına karşı bir kampanya örgütleme fikri 2012 yılında oluştu. Bu önerinin, en geniş katılımlı SFK buluşması olan yaz kampında tartışılmasına karar verildi. 2012 Ağustos ayında Gönen’de gerçekleştirdiğimiz SFK’nın 5. kampında bu konuda bir atölye çalışması yaptık. Kampanyanın ismi, genel hatları ile içeriği de bu kamp sırasında tartışıldı ve ortaya çıktı.

Devamını Oku…

Call from Feminists in Turkey!

download

The opposition to the illegal ‘urban gentrification’ in Turkey was met by heavy police violence and in return an even larger number of people took to the streets.

During the reign of the AKP – one of the most misogynistic homophobic and transphobic governments of Turkey’s republican history – there has been a large increase in the number of women and lgbt murdered. Officials have not taken women’s complaints seriously, and failed to take the necessary precautions, legislation enabling the protection of women threatened by murderers released from prison hasn’t been passed.

Criminal investigations have not been conducted properly particularly in cases of the murder of transgender individuals. The perpetrators have not been caught.Devamını Oku…

Feminizm Hakkında Beş Yalan

feminist

1-  “Feminizm erkek düşmanlığıdır”

Biz feministler, kadınların haklarını savunuyor, kadın- erkek eşitsizliğine karşı mücadele ediyoruz. Erkeklerin kendilerine birey olarak karşı değiliz; hatta kimimizin oğlu, torunu, erkek sevgilisi ya da kocası var. Kimimiz ise hem erkekler, hem de kadınlara ya da yalnızca kadınlara aşık oluyoruz. Ancak, kadınların ezilmişliğini pekiştiren erkek egemen sisteme karşı mücadele ediyoruz ve diyoruz ki; erkekler, ev işlerini kadınlara yaptırarak, çocuk bakımını kadınlara yükleyerek, kadınların daha az kazanmalarından ve monoton, güvencesiz işlerde çalışıyor olmalarından fayda sağlar. Dayak, taciz, tecavüz gibi kadına yönelik erkek şiddetinin farklı biçimleri, erkeklerin kadınlar üzerindeki denetimini pekiştiren araçlardır. Özetle, feminizm erkek düşmanlığı değildir.

2-  “Feministler çirkin ve şirret kadınlardır”

Biz feministler kadınlara yapılanlara karşı elbette ki öfkeliyiz. Her gün 3 kadının sevgilisi, kocası, nişanlısı tarafından öldürüldüğü, evde ve sokakta tacize, tecavüze uğradığı, aynı işi yaptığı halde daha az kazandığı, hem evde hem işte çifte mesai yaptığı, parti, sendika ya da meclis gibi siyasi alanlardan dışlandığı bu koşullarda elbette ki öfkeliyiz. Elbette ki isyandayız.
Çirkin kimdir? Erkek egemen güzellik anlayışı biz kadınlara yıllara göre değişen belirli bir kalıbı dayatıyor. Örneğin, Marilyn Monroe ikibinli yıllarda ‘şişman’ diye etiketlenir, muhtemelen sürekli diyet yapardı. Asla meşhur olamazdı. Biz bu erkek egemen kalıpları reddediyoruz ve her kadının güzel olduğunu düşünüyoruz. Öfkemizde haklıyız, çirkin ise hiç değiliz.

3- “Feminizm ahlâksızlıktır”

Biz feministler kimseye yalan söylemedik, polis saldırmayacak diye söz verdikten sonra insanlara kimyasal gazlar, TOMA’lar, plastik mermiler ile savaş açmadık. Yoksuldan çalıp, zengine vermedik. Yeşili, doğayı rant uğruna yok etmedik. Bizim tek istediğimiz erkeklerin bedenimiz üzerinde türlü çeşit yollarla kurdukları baskıyı sona erdirmek. Bu yüzden, eteğimizin boyuna, kiminle sevişeceğimize, nikâhlı ya da nikâhsız yaşayacağımıza, çocuk sahibi olup olmayacağımıza, erkekler ya da devlet değil, biz kadınlar karar vereceğiz diyoruz. Ahlâksız olan biz değiliz.

4- “Feministler marjinal bir grup kadındır”

Kendisine ister feminist desin, isterse demesin, bugün kadın haklarını savunan pek çok kadın var. Bu kadınlar adalet saraylarında, mahkemelerde, mecliste, partilerde, sendikalarda, okullarda, fabrikalarda, iş yerlerinde, kadınlara yapılan her türlü haksızlığa, erkek şiddetine, tacize, tecavüze karşı direniyor. 8 Mart dünya kadınlar gününü her yıl on binlerce kadın hep birlikte kutluyoruz. Dolayısıyla marjinal bir grup değiliz.

5-  “Feminizm tuzu kuru, kentli, orta sınıf kadınlar içindir”

Farklı gelir düzeyi ve farklı etnik/ ırksal kökenden gelen tüm kadınlar, ortak bir ezilmişliği paylaşıyor. Bugün gecekonduda yaşayan kadın da, şehrin merkezindeki kadın da kocasının ya da güvendiği farklı bir erkeğin şiddetine mazur kalıyor. Çalışan kadınların yüzde 44’ü, çalışmayan kadınların ise yüzde 41’i kocasından hayatı boyunca en az bir kez fiziksel şiddet görmüş (Kaynak TÜİK). Yine taciz ve tecavüz kadınları gelir durumundan bağımsız olarak hedef alıyor. Hemen her kesimden kadın ev işini, yaşlı, hasta ve çocuk bakım işini üstleniyor; ve bu yüzden hem evde hem işte çalışıyor, çifte mesai yapıyor. Çalışan evli kadınlar günde 4 saat, çalışmayan evli kadınlar ise günde 5 saat 43 dakika ev işi yapıyor. Bu yüzden, ister beyaz yakalı, ister mavi yakalı olsun, ya da isterse dışarıda ücretli bir işte hiç çalışmasın, biz, tüm kadınlar emekçidir diyoruz ve ortak ezilmişliğimize karşı, ortak mücadele ediyoruz. Feminizm tüm kadınlar içindir.

 

We Are in the Streets for a Life Without Harassment

tayyipsiz_ve_tacizsizThe protests, which began against the pillaging of Gezi Park in Istanbul, are continuing with the anger of the people in 76 cities against the JDP government and its representative Tayyip Erdoğan turning into a resistance. This big resistance has echoed with the rebellion of women since the beginning.

We took to the streets against the patriarchal system trying to confine women to families, to houses and leave public space to men. We struggle to be present freely and equally in city centers, avenues, streets and parks…. We struggled against the armored crowd control vehicles and the tear gas of the police, fought in the barricades, organized the resistance in neighborhoods and city squares; we have been on the streets. Now we declare that we won’t leave these spaces we won through resistance.

Devamını Oku…

Haydi Duran Kadınlar Sokaklar Bizim!

penguinYarın, 21 Haziran Cuma günü, saat 18:00 ile 19:00 arasında Taksim meydanında yüzümüzü Gezi Parkı’na dönerek duracağız. Başbakan en az 3 çocuk demişti ya, biz de diyoruz ki;

en az 3 kedi,

en az 3 penguen,

en az 3 ağaç,

en az 3 şarkı,

en az 3 sevgili,

en az 3 kitap,

en az 3 Gezi, en az 3 barikat…

Tshirt’lerimizin üzerine yazıp alıp, geliyoruz….

Türkiye’yi Sarsan 20 Gün…

direngHülya Osmanağaoğlu

31 Mayıs sabahı saat 5’te Gezi Parkı ikinci kez saldırıya uğradığında başlayan direnişin bu boyutlara ulaşacağını kuşkusuz kimse öngörmemişti. Hükümet ise hâlâ bir şey görmemeye devam ediyor. O Cuma günü park çevresinde gün boyu süren küçük çaplı çatışmalar, akşam saat 7’den itibaren büyük bir isyana dönüşmeye başladı. Saatler ilerledikçe polisin direnişi kıramaması ve şiddetini artırması Taksim’e gelenlerin sayısının katlanarak büyümesine neden oldu. Polisin 31 Mayıs’ı 1 Haziran’a bağlayan gecede direnişi kırmak için Harbiye’den Tarlabaşı’na Tünel’den Cihangir’e gaza ve suya boğulmayan tek sokak ve tek insan bırakmamak üzere şiddetlendirdiği saldırı ise Cumartesi günü yüz binlerin Türkiye’nin her yerinde sokağa dökülmesiyle sonuçlandı. 15-16 Haziran işçi eylemlerinden sonra belki de en uzun yürüyüş eylemini Boğaz Köprüsünü 1 Haziran sabahı saat 5’te yürüyerek geçen halk gerçekleştirdi. Cumartesi sabahın erken saatlerinden başlayıp gün boyunca kırılamayan direniş sonucunda polis çekilmek zorunda kaldı ve yüz binler Taksim’e girdi. İlk Cuma gecesinden itibaren İstanbul’dakinin aksine yirmi gün boyunca neredeyse hiç dinmeyen polis terörüne rağmen Ankara, İzmir, Eskişehir Adana, Antakya ve Dersim’de binlerce insan sokağa dökülmeye devam etti/ediyor. Sonraki günlerde İstanbul’un değişik yerlerinde yükselen hareket, Gazi ve Okmeydanı gibi devletle mücadele söz konusu olduğunda önemli bir geleneğe sahip mahallelerde çok daha uzun vadeli olabilecek bir direnişin kıvılcımlarını da gösterdi. 1 Haziran Cumartesi günü Taksim Meydanındaki yüz binlerce insan bir yandan kazanılan zaferi kutlarken, bir yandan da meydandaki politik heterojenliğe dikkat kesiliyordu. O gece, Meclis’ten geçen alkol yasaklarına nazire yaparcasına insanların Taksim Meydanında oturarak içki içmeye başlaması, eylemlerin tek başına gezi parkındaki ağaçlar için olmadığını gösteriyordu zaten. Ve aslında Cuma gecesi ve Cumartesi günkü direniş boyunca yükselen sloganlar ve talepler, sonrasındaki yirmi günün başarılarını ve başarısızlıklarını analiz etmeyi mümkün kılıyor.

Devamını Oku…

8 Mart Kadınları Örgütü’nden (İran- Afganistan) Destek Mesajı

Gönderilen metni olduğu gibi yayınlıyoruz

8marsDirenişiniz bizim de direnişimizdir!

Türkiye’deki devrimci kadınlara!

Türkiye kadınları bu rejimi kabul etmemişler ve kabul etmeyecekler. On yıllık AKP iktidarında kadın ve töre cinayetlerinin 14 kat arttığı herkes tarafından bilinmektedir. AKP iktidarı ve onu destekleyen ABD emperyalizmi, bu iktidarının ‘demokrasi’ ve “yumuşak İslamcılık” terimlerini birleştirerek halkın çoğunluğunu tatmin ve temsil etmekte olduğunu savunmaktadırlar. Türkiye’deki halkların son direnişi bu teorilerin hepsini boşa çıkardı ve bu yalanları açığa çıkaran önemli bir örnek oldu. Erdoğan’ın demokrasisi Türkiye kadınları için en yüzeysel seviyede, sadece okul ve işyerlerinde başörtüyü serbest bırakmakla özetlemiştir, onun “yumuşak İslamcılık” anlayışı sadece kadınların kürtaj gibi en doğal haklarını çiğnemek ve islami değerlere dayanan bir yaşam tarzını dayatmakla yorumlanmaktadır.

Bildiğimiz üzere 1979 da Humeyni’nin başında bulunduğu bir İslami rejim İran’da kuruldu. Ama o günlere dair bilmediğiniz çok şey var. Örneğin; Bu karanlık güçlerin kendi halkına reva gördükleri zulüm ve uyguladığı baskıcı politikaları eski Şah rejiminden hiç geri kalmadı, dahası ekonomik bakımından İran’ı tümden emperyalizme bağlamakla Şah’ın önüne bile geçti. Humeyni iktidari sözde emperyalizme karşı duracaktı ama onun ‘emperyalizm karşıtı’ anlayışı sadece toplumu daha geriye götüren, dinin kurallarını yönetim ve yasalara sokmaktan ibaretti.

Erdoğan hükümetinin Türkiye’de iktidara gelen diğer Kemalist rejimlerden bir farkı yoktur. Sadece din ve şeriaat üzerine bir devlet kurarak, (ki bu oluşumun merkezinde kadının düşünce ve bedeni kontrol etmek yatmaktadır) daha öncekilerin uygulamadığı şiddeti uygulamaya çalışmaktadır.

Bundan bir yıl önce Receb Tayyip Erdoğan kürtaj ve sezeryan konularını gündeme getirdi ve çocuk istemeyen ya da az isteyen kadınlarla ilgili açıklamalarda bulunmuştu. Erdoğan, kürtaj konusunu Türk kadınına yakıştırmamış, ‘’geçmiş’teki şan ve şevketini yeniden geri alabilmesi için kadının geleneksel rolünü takviye etmesi gerektiğini ‘’ vurgulamıştı. O, kadının anne olmak haricinde her hangi bir kutsallığının olmadığını savunmuştu. Başka bir deyişle, onun iktidari ve onun yönettiği rejim de kadının toplumda anne rolü haricinde herhangi bir ünvana sahip olmadığı savunmuştu. Erdoğan ‘’çocuk doğurmayan kadınlar Türkiye düşmanlarıyla ittifak içindedirler ‘’ demiş, dolaysyıla her Türk kadınının en az üç coçuk sahibi olması gerektiğini dile getirmişti. Erdoğan bu açıklamalarıyla kendi iktidarında kadınların beden ve yaşamlarını tümüyle kontrol altında alınacağını açıkça belirtmişti. Bu doğrultulda Kadın ve Aile Bakanlığının adını da ‘Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ olarak değiştirdi. Erdoğan’ın Partisine bağlı olan Ankaa Büyük Şehir Belediyesi başkanı da bu konuda televizyona çıkıp kadınları aşağılayarak, “Onların hayat değeri bir cenin kadar olmayıp, o çocuğun canını almak yerine kendilerini öldürsünler” demişti. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ‘’ Kadın kendi bedeni üzerinde hiç bir hakka sahip değildir ve Allah onu çocuk doğurmak için yaratmıştır” şeklinde cümleler sarf etmişti.( Hurriyet Gazetesi 4 juni 2012 ).

Bugün Patriyarki ve baberki dünyanın meselelerinden biridir ve kapitalizm şidetle ona ihtyac duymakdatır. Kadın düşmanlığı da ortadoğuda kapitalizme bağlı İslamcı rejimleri kurmak yoluyla tesis ve tedarik edilmektedir. Dolayısıyla kadın düşmanlığı, İslami rejimleri kurmak ve kapitalizmin ahlaksızca oynadığı diğer oyunların hepsi bir planın farklı halkalarını oluşturuyorlar. Bu büyük komplo ve saldırılara karşı Ortadoğu ve dünyanın bütün kadınları hep birlikte Enternasyonalist devrimci bir direnişi başlatmalıdır, ve söz konusu devrimin ana hedeflerinden biri de kadınlara özgürlük olmalıdır. Unutmamalı ki günümüzde kadınların özgürlük mücadelesi büyük bir rol üstlenmektedir ve bu mücadelenin toplumun üzerindeki etkisi son derece önem taşımaktadır.

Söz konusu olan bu mücadelenin örneklerini bugün Türkiye meydanlarında yürümekte olan direniş ve devrimci hareketlerin içinde görmek mümkün ve bu konuda çok umutluyuz. Bu hareketlerin daha büyük bir mücadeleye dönüşmesini umuyor, mücadelenin ana hedefinde de eski gerici sistemlere son vermek, yerine eşitlikler ve özgürlüklere dayalı bir sistem ve kadının özgür olduğu bir toplumun inşasını umut ediyoruz.

İnanıyoruz ki Türkiye’de devrimci kadınlar, her geçen gün daha da büyüyen kadın düşmanlığını teşvik eden, Suriye’ye karşı yürüttüğü yanlış politikalarından ve Paris’teki PKK üyesi üç kadının suikastının hesabını Tayyip Erdoğan’dan soracaklardır. Ayrıca Erdoğan’ın Kürt sorunu ile ilgili yürütmekte olduğu kandırmaca planlarını ifşa edecek, kapitalizm destekçisi olan Erdoğan’ın doğa ve çevreye verdiği zararların hesabını soracaklardır.

Esarete son verelim! Emekçi kadınların gücünü birleştirelim ve devrim için harekete geçelim!

Yaşasın kadınların enternasyonal dayanışması.

İran’da İslami Cumhuriyet’e hayır! Emperyalizmin İran’a müdahelesine hayır!

Türkiye’de AKP-izm ve Kemalizm’e hayır!

 

13 Juni 2013

8 Mart Kadınları Örgütü (İran- Afganistan)  / 8 March Women’s organisation (Iran- Afghanistan)

http://www.8mars.com
 zan_dem_iran@hotmail.com

http://www.facebook.com/8Marsorg

  http://www.youtube.com/8marsorg

 

 

Tüm Dünyada Feministler Başbakan’dan Taksim’de Direnen Kadınların Taleplerini Dinlemesini İstiyor

yumruk-feminaSofya’dan New York’a kadar uzanan geniş bir coğrafya içerisinde, içlerinde Eve Ensler ve Robin Morgan’ın da olduğu yaklaşık yediyüz feminist, Taksim Gezi Parkında direnen kadınlara dayanışma için başlatılan imza kampanyasına destek oldu.

Kampanya metni içerisinde, Başbakan Erdoğan’ın şimdiye dek kadına yönelik erkek şiddetini durdurmak için gerekeni yapmadığı, ‘haksız tahrik’ yasası ile kadına yönelik erkek şiddetine göz yumduğu, her kadına üç çocuk doğurma görevi verdiği ve Roboski katliamindan sonra kürtajın cinayet olduğu yönünde yaptığı açıklamalara da yer veriliyor.

Bunların dışında, imza metni 4+4+4 değişikliği ile kız çocukların eğitim hakkından mahrum kalabileceğine dikkat çekiyor ve Başbakan’ı Taksim Gezi Parkı’nda direnen kadınların taleplerini dinlemeye çağırıyor.

İngilizce imza metni için: http://www.change.org/en-GB/petitions/turkish-prime-minister-pay-attention-to-the-demands-of-women-resisting-in-taksim-gezi-park

Resist persisting, not swearing

Women are against the sexist slogans within the resistance:

Think twice about the tone of your resistance!

– While you say “son of a bitch” to Tayyip; think about the sex workers -and also all the woman, which are attacked with the very same word “bitch”- who are resisting shoulder to shoulder with you. How would you feel in their/our case?

– While you call the police, the government and Tayyip “faggots”, how you push LGBT resisters out of the squares.

– While you chant you are somebody’s “soldiers”, how you curdle the blood of an entire generation still living with the memories of a torturous military coup, of peace activists and conscientious objectors to mandatory military service.

As feminists, we are shouting at the top of our voices ; we raise our voice against sexism, police violence and government.

Resist persisting, not swearing!

Tayyipsiz, Tacizsiz Bir Yaşam İçin Sokaklardayız!

Kadınların Taksim Gezi Parkı’nda yaptığı basın açıklaması

8 Haziran 2013

ist-feminist-collectiveİstanbul Taksim’de Gezi Parkı’nın talan edilmesine karşı başlayan eylemler, 76 ilde halkın AKP iktidarına ve onun temsilcisi Tayyip Erdoğan’a olan öfkesinin direnişe dönüşmesiyle devam ediyor. Bu büyük direniş, en başından itibaren kadınların isyanıyla yankılandı.

Kadınları aileye, evlere mahkum etmeye çalışan, kamusal alanları erkeklere ait kılan erkek egemen sisteme karşı sokaklardayız. Kent merkezlerinde, caddelerde, sokaklarda, parklarda özgürce ve eşit bir biçimde varolmanın mücadelesini veriyoruz… Polisin TOMA’sına, gazına göğsümüzü siper ettik, barikatlarda çatıştık, mahallelerden kent meydanlarına direnişi örgütledik ve sokaklarda olduk. Şimdi direnerek kazandığımız bu meydanları terk etmeyeceğimizi açıklıyoruz.

Kürtaj hakkının yasaklanacağını duyduğumuzda da, bizler, binlerce kadın yan yanaydık. AKP nasıl yaşayacağımıza, kaç çocuk doğuracağımıza, ne giyeceğimize karıştığında ayaktaydık. Hep beraber bedenimiz, kimliğimiz üzerinde kurulan dayatmalara karşı “bizim yaşamımız, bizim kararımız” dedik.

Kadın düşmanı Tayyip Erdoğan ve hükümetinin pekiştirdiği erkek egemen sisteme ve muhafazakarlığa, AKP iktidarında artan kadın cinayetlerine ve kadına yönelik erkek şiddetine karşı sokaktaydık.

Kadınları aileye hapseden, çocuk ve bakım emeğini üzerlerine yıkan, kadın denince aile anlayan, kadının bedenini ve cinselliğini denetleyen heteroseksist AKP politikalarını deşifre ettik.

Kadınlar istihdam ediliyor diye övünürken kadınları güvencesiz ve esnek işlere mahkum eden hükümetin kadın emeği sömürüsünü açığa çıkardık, işçi direnişlerinde, grevlerde güvencesizliğe karşı emeğimizin hakkı için direndik.

Savaşın kadınları iki kez vurduğunu defalarca söyledik, savaşa karşı barış için Türk, Kürt, Çerkez, Laz kadınlar halkların kardeşliği için yan yanaydık. Barışın toplumsallaşmasının kadınların katılımından geçtiğini vurguladık, kadınlar olmadan barış olmaz dedik

Büyük direnişin en önünde yer alan liseli ve üniversiteli kadınlar isyanı umuda dönüştürdü.

Doğasına, suyuna, deresine, mahallesine sahip çıkan kadınlar olarak eşit ve özgürce yaşayabileceğimiz bir kenti hep beraber kuracağız.

Bugün direnmeye, sokakta olmaya devam edeceğiz. Üstelik çok daha güçlüyüz. Çünkü geleceği için direnen binlerce kadın tedirgin dolaştığı sokaklarda artık çok daha cesurca yürüyor. Aile içine hapsedilmek istenen kadınlar için tencere tava artık kadın düşmanlarının keyfini bozan birer eylem aracı.

Gezi Parkı için başlayan eylemlerde sloganlara sinen kadın düşmanı, cinsiyetçi ve homofobik küfürlere karşı durduk. Biz bu barikatlarda LGBT bireylerle, seks işçisi kadınlarla beraber direndik.

Kadın düşmanı AKP iktidarının korktuğu belli oluyor. İstanbul’u, Ankara’yı, Eskişehir’i, İzmir’i, Hatay’ı, Dersim’i, Antalya’yı, sokakları ve kent meydanlarını terk etmeyen kadınlar artık evlerine dönmeyecekler. Direniş tüm haklarımızı ve tüm sokakları kazanıncaya kadar devam edecek çünkü.

Kadın düşmanlığını körükleyen bu zihniyet ve Tayyip Erdoğan başta kaldığı sürece tüm kadınların geleceğinden endişe ediyoruz. Bu alanlarda defalarca dile getirdiğimiz yaşam hakkımız için, özgürlüğümüz için direnmeye devam edeceğiz.

“Tayyipsiz Tacizsiz bir yaşam” kurana kadar mücadele etmeye ve sokaklarda olmaya devam edeceğiz. Barikatları, parkları, meydanları, geceleri terk etmiyoruz.

Direnişçi Kadınlar

İstanbul Feminist Kolektif: Başörtülü Kadınlara Yönelik Şiddet ve Direnişte Kadın Temsili/ 7 Haziran 2013

Kadınların neden sokağa çıktığını unuttunuz galiba!

Biz kadınlar, Gezi Parkı için direnişin ilk gününden itibaren sokaklardaydık; çünkü kentsel dönüşümün dev projeleri, kentin tarihi silerken kadınların mahallelerinde, yaşadıkları alanlarda yarattıkları tüm ilişkileri yok ediyor, kentte önceden kullandığımız birçok alana ulaşmamızı engelliyordu. Fakat bu direnişin kadınlar cephesinden bunca hızlı büyümesi, AKP’nin kürtaja karşı açıklamaları, kadınların kaç çocuk doğuracağına müdahaleye varan erkek egemen dayatmaları gibi bir dizi politikaya karşı birikmiş bir öfkenin işaretiydi.

İktidara çok büyük bir tepki duyuyoruz, alanlarda büyüyen öfkenin tarafıyız. Ancak bu öfkenin, sorunların sorumlusu olmadıkları halde kadınlara yöneldiğiniz görüyoruz. Öfkenin adresi Başbakan ve hükümetin yürütücülerdir; onların “karıları”, kızları değildir! Kadınlara yönelen küfürler, tacizler ve tepkiler erkek egemen bir namus algısının göstergesidir. Başörtülü kadınlara da benzer bir öfkeyle yaklaşmak asla haklı ve anlaşılır bir mücadelenin parçası olamaz!

Biz kadınları, sürekli birinin karısı, başkasının kızı, sevgilisi olarak tariflemeniz kadınların varlıklarını ve iradelerini ellerinden alıp erkeklere emanet etmek demektir.

Başörtülü/başörtüsüz gibi sınıflandırmalarla kadınların varoluşunu, çerçevesini sizin çizdiğiniz temsillere sıkıştıramazsınız. Biz kimsenin “istediği, makul kadın” olmayacağız. Rejimler ve iktidarlar hep kadınlara doğru yolu göstermeye çalıştılar, aynı babaların, kocaların yaptıkları gibi… Biz başörtülü ve başörtüsüz kadınlar, bu alanların makul kadınları olmayı reddediyoruz!

Birlikte direndiğimiz sizlere, bu meydanları iradenizi kimseye teslim etmeyeceğinizi haykırmak için doldurduğunuzu hatırlatıyoruz. Bizlerden de irademizi teslim etmemizi beklemeyin.

Birçoğumuz, direnişin sürdüğü sokaklarda kendimizi normalden daha güvende hissediyoruz. Bu güveni korumamız gerekiyor.

İstanbul Feminist Kolektif

Bu Fotoğrafta Kim Yok?

kim-eksik

Elbette ki kadınlar…

Bu bizim de direnişimiz!

Taksim Dayanışma Platformu ile Bülent Arınç görüşme yaptı. Yapılan açıklamada hükümetin atacağı adımların belirleyeceği olacağı bildirildi. Taksim Platformu taleplerini içeren belgeyi Bülent Arınç’a iletti.

 

1. Ortadoğu Kadın Konferansı Bildirgesi Açıklandı

odkkOrtadoğu, Kuzey Afrika ve Arap ülkelerinden 26 ülkenin 250 temsilcisinin katıldığı, üç gün süren 1. Ortadoğu Kadın Konferansı sona erdi. Eşitlik, özgürlük mücadelelerini ve bölgedeki siyasi gelişmeleri tartışan kadınların oluşturdukları sonuç bildirgesini, BDP Eş Genel Başkanı Gültan Kışanak sundu.

Konferansta bildirgesinde yer alan kararlar şöyle:

-Konferans katılımcılarının tümünü kapsayan bir iletişim ağı oluşturacağız,

-İkinci konferans toplanıncaya kadar konferans delegasyonu arasındaki iletişim ve politik dayanışmayı sağlamak, birbirimizle daha güçlü işbirliği imkanları yaratmak için ….. kadından oluşacak dönüşümlü bir koordinasyon grubu kuracağız.(Sayı daha sonra belirlenecek)

-Suriye’deki savaştan kaçan kadınların yaşadığı mülteci kamplarını izleme grubu oluşturacağız.

-Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki değişim kadınları da etkiliyor. Verilen mücadeleye kadınlar da aktif olarak katılıyor. Ancak yeni iktidarlar göreve gelirken kadınların haklarını gasp ediyor, erkek egemen sistemle işbirliğine giderek kadınlara yönelik şiddet, taciz ve tecavüzü bizi politik ve kamusal alan ve karar alma mekanizmalarından uzaklaştırmak, biz kadınları evlere mahkum etmek için kullanıyor. Tarihsel bilincimiz ve deneyimlerimiz gösteriyor ki; kökten dincilik ve tekçi ulus devlet laiklik anlayışı kadın özgürlüğüne karşı temel tehditlerden biridir. Kadını red ve inkâr eden kökten dinciliğe karşı mücadelemizi yükseltmek değişim sürecini bir kadın devrimine dönüştürmek temel mücadele konumuzdur. Herhangi bir ideoloji, din ve inanç kadına yönelik baskı olarak kullanılamaz. Kadınlar tercih ettikleri yaşam tarzı ve kıyafetleri sebebi ile her hangi bir ayrıma tâbi tutulamaz, bu sebeple sosyal, siyasi, eğitim ve çalışma haklarından mahrum edilemezler.

Biz kadınlar, tecavüz, recm, kadın sünneti, kadın cinayetleri, kadına yönelik erkek ve devlet şiddetine; kadınlara esnek ve güvencesiz çalışmayı dayatan neo liberal politikalara karşı mücadele edeceğimizi kamuoyuna duyuruyoruz. İdam tehdidi altındaki kadınlar için uluslararası duyarlılık yaratmak, gözaltında işkence ve kötü muamele ile mücadele etmek için ortak eylemlilikler yapacağımızı belirtiyoruz.

-Etnik, ideolojik, dini inanç, cinsel kimlik, cinsel yönelim ayrımcılığın her türüne karşı çıktığımızı belirtiyoruz. Dini inancı olmayanların da haklarının savunulması gerektiğini belirtiyoruz. Bütün halkların anadilini koruma ve savunma hakkı olduğunu, eğitim ve anadilde yaşama hakkının kadınların da talebi olduğunu söylüyoruz.

-Her türlü işgale ve dış müdahalelere karşı çıkıyor, ulusal ve toplumsal mücadele ile kadın hakları için verilen mücadelenin ayrılmaz olduğuna ve birlikte yürütülmesi gerektiğine inanıyoruz.

-Tekçi ulus devlet modelini reddediyor, demokratik çoğulcu ulus modelini öneriyoruz. Emperyalist politikalar karşısında halkların kardeşliği mücadelesini esas alıyoruz. Faşizme ve her türlü diktatörlüğe karşı mücadeleyi yükseltmek ilkesel tutumuzdur.

-Konferans delegasyonunun temsil ettiği bütün ülkelerden kadınlar haklarımız, özgürlüğümüz ve demokrasi için mücadele eden tüm siyasi tutuklu kadınlar özgür oluncaya kadar politik, hukuki ve demokratik alanda mücadele edeceğimizi belirtiyoruz. Yönetimleri tüm siyasi kadın tutsakları bir an önce serbest bırakmaya çağırıyoruz.

Kürt Kadınların Katledildiği Gün Eylem Günü İlan Edildi

-Kürt kadın siyasetçiler Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Şaylemez’in Paris’te öldürüldüğü gün olan 9 Ocak tarihini bundan böyle – konferans delegasyonunun temsil ettiği coğrafyada politik mücadele veren ve bu uğurda bedel ödeyen, hayatını kaybeden kadınlara atfen, siyasi cinayetlere karşı ortak eylemlilik günü olarak deklere ediyoruz.

‘Öcalan’ın Özgürlüğünü Talep Ediyoruz’

-Biz kadınlar, barış müzakerelerinde kadının eşit ve cinsiyet eşitlikçi temsiliyeti sağlanmadan gerçek bir barış inşasının mümkün olamayacağını düşünüyoruz. Bu temelde barış müzakerelerinde kadın temsiliyetinin sağlanması için tüm kadınları mücadeleyi yükseltmeye davet ediyoruz. Kürt halk önderi Abdullah Öcalan ile Türkiye devleti arasında başlayan barış görüşmelerini ve müzakereyi destekliyoruz. Bu müzakereden Kürt halkının özgürlük taleplerini karşılayan bir sonuç çıkması için çaba sarf edeceğimizi deklere ve Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü talep ediyoruz.

-20. Yüzyılın başında 4 devlet tarafından sömürgeleştirilen Kürdistan’da yürütülen hak ve özgürlük mücadelesini destekliyoruz.

Biz kadınlar, Kürt ve Filistin halkının özgürlük sorununu Ortadoğu’nun en temel iki sorunu olarak görüyoruz. Bu iki halkın özgürlüğü olmadan bölgede gerçek bir barışın olamayacağını bir kez daha belirtiyoruz. Başta Filistin ve Kürt halkı olmak üzere, bütün halkların özgürlük mücadelesini destekliyoruz. Halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkı olduğunu bir kez daha hatırlatıyoruz.

-Filistin halkının, Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı ve tüm Filistin toprağını özgürleştirmek için siyonizme karşı verdiği mücadeleyi desteklediğimizi beyan ediyoruz.Kürt kadın siyasi tutuklu Zeynep Celaliyan, “bedenim benimdir” dediği için hapse atılan Tunuslu kadın aktivist Amina, Filistinli lider Ahmat Saadat, Marwan Barguti ve Bahreynli insan hakları savunucusu Abdulhadi Al Khawaja’nin de serbest bırakılması gerektiğini söylüyoruz.

-Biz kadınlar kadın hakları ve özgürlüğüne ilişkin siyasi, ideolojik ve etnik temelli ayrımcı yaklaşımları reddediyoruz. Siyasi görüş ve ideolojik yaklaşım farkı gözetmeden kadın olmaktan kaynaklı ortak sorunlarımıza karşı ortak mücadele edeceğimizi açıklıyoruz.

Devlet Ve Erkek Şiddetine Karşı Kampanya

Bu nedenle Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da kadının gerek kamusal gerekse özel alanda maruz kaldığı şiddeti görünür ve bilinir kılmak; devlet ve erkek şiddetine karşı ortak eş zamanlı bir kampanya yapacağımızı duyuruyoruz. Tarih olarak da kadına yönelik her türlü şiddet ve ayrımcılığa karşı mücadele günü olan 25 Kasım’ı önemsiyoruz.

-İşgal ve savaş nedeniyle tahrip olan doğa ve kültürel tarihimizin yıkımına da karşı duracağız.

Egemenlere, diktatörlere ve erkek egemen sisteme karşı uluslararası ortak mücadeleyi murad eden konferansımız biz kadınlar için yeni bir zemin demek. Bu zemini güçlendirmek, sürekli kılmak elimizde. Biz kadınlar kendimize güveniyor ve bu topraklara barışı kadınların getireceğini söylüyoruz.

Kadınlar için “Başbakan İstifa! Hükümet İstifa!”

Ece Kocabıçak

uuuc-cocuk‘Bahar’ direnişi ile ‘işgâl’ hareketi arasında gidip gelen bir isyan ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. İstanbul ve Ankara’nın görece daha varlıklı semtlerinde başlayan isyan, dün gece itibariyle daha yoksul semtlere yayılmıştı: İstanbul’da  Esenyurt, Kartal, Pendik, Tuzla, Kurtköy, Alibeyköy. Ankara’da İncirli, Ovacık, Mamak, Yüzüncü Yıl. Sokaklar “Tayyip istifa! Hükümet istifa!” diye inlerken, Taksim Dayanışma taleplerini açıkladı. İlk maddeyi bir talep değil de deklerasyon olarak kabul edersek, MHP’nin kuyruğunu sıkıştırıp kaçtığı, CHP’nin kekeleyerek konuşmaya başladığı şu günlerde Taksim Dayanışma’nın Başbakanın istifasını istememesi artık farklı bir anlam taşıyor.

Devamını Oku…

Kadınların Soluğunu Kesmeyin/Gezi Direnişi

kn2AKP’nin kentsel dönüşüm politikaları, yaşadığımız alanları kimseye sormadan, ‘dev projeler’le yok ediyor, tarihini silerek baştan yaratıyor. Bunun adına ise “ekonomik gelişme” diyorlar. Aslında yaptıkları, onların deyimiyle “gelişmekte olan” birçok dünya metropolünde uygulananın aynısı. Metropolü finans merkezi yapmak, dünya sermayesini kente çekmek ve inşaatlarla mümkün olduğunca kendi sermayesini de büyütmek. Birçok metropolü krize sokan bir büyüme, kravatlıların büyümesi diyelim biz ona. Kadınların büyümesi değil. Çünkü biz kadınlar, mahallelerimiz, sokağa çıkınca gittiğimiz parklar yıkılınca nefessiz, yaşamsız kalıyoruz. TOKİ’lere, plazalara nasıl sığalım?

Devamını Oku…

Erdoğan Kadınlara Erken Emeklilik Sözü Vererek Direnişi Bölmeye Çalıştı

feminist-bayrak

Başbakan Erdoğan, HaberTürk televizyonunda Fatih Altaylı ile yaptığı görüşmede kadınlar için şimdiye dek yapılanları övdü ve kadınlara erken emeklilik vaatetti. Biz kadınlar biliyoruz ki AKP iktidarı boyunca ortaya atılan tüm vaatlere rağmen, kadınlar için yapılanlar bizi anneler olarak aileye hapsetti:

  • Sadece kamu sektöründe çalışan kadınların doğum izni isteğe bağlı olarak 12 aydan 24 aya çıkartıldı.
  • Yine kamu sektörü çalışanları için babalık izni üç günden on güne çıkartıldı. Ayrıca babalık izni hala zorunlu değil, tercihe bağlı.
  • Kamu sektöründeki erkeklere de 24 ay ücretsiz çocuk bakım izni  hakkı tanındı, elbette ki isteğe bağlı.
  • Kamu sektöründe çalışan kadın memurların süt izni arttırıldı.
  • Yaşlı bakımı için hizmet veren devlet kurumlarının sayısı ve kapasitesi üç ek bina ve altı huzurevi  ile arttırıldı. Çocuk bakımı için elzem olan kreş sayısı halen arttırılmadı.  Konu tamamen özel sektörin girişimci ruhuna havale edildi.

Hepsi bu…

Kadınlar olarak kendi taleplerimizi dillendirmek ve savunmak istiyoruz.

Biz feministler bu direnişe katılmaya devam ediyoruz.

 

Women are also resisting!

Women are in rebellion!

And you can’t stop it with gas, tanks, batons!

Women are resisting along with all oppressed groups for the last two days!

Workers, Kurds, LGBT’s, Alaweits, Muslims, non-Muslims, atheists and all the oppressed, exploited, insulted, constantly blamed to be the traitors are rebelling in Turkey. The resistance that started in Gezi Park in Taksim İstanbul spread to many other cities.

Us, women, are at the front of the resistance!

We join the rebellion because PM Tayyip Erdogan and his circle;

  • have watched the lynching of women by men,
  • tolerated killing of women by men with the “unjust provocation” law,
  • did not open shelters for women to escape from the violence of men,
  • stigmatized harassed and raped women as being immoral and unchaste,
  • pressured raped women to give birth,
  • qualified our abortion right as murder,
  • did not open kinder gardens, but imposed women to give birth to minimum of three children,
  • condemned us to poverty, to work in precarious, insecure jobs, to live in slavery conditions,
  • treated domestic work as the sole duty of women,
  • hindered women having a life independent of men and family -with all their policies.

But us, women, do resist!

Because PM Tayyip Erdogan and his circle condemned us to male oppression and exploitation.

We call all women to go out to streets, and resist for our liberation!

Socialist Feminist Collective
1 June 2013

Kadınlar da İsyanda/Gezi Direnişi

untitled-1İsyanımızı gazla,panzerle,copla durduramazsınız!

İki gündür kadınlarla birlikte tüm ezilenler direniyor!

İşçiler, Kürtler, eşcinseller, aleviler, müslümanlar, gayrı müslümanlar, ateistler ve daha pek çok ezilen, sömürülen, hor gürülen, aşağılanan, sürekli vatan haini ilan edilen toplumsal grup direniyor. Taksim Gezi parkında başlayan direniş Türkiye’nin pek çok iline yayıldı.

Biz kadınlar da direnişte yerimizi aldık!

Bu direnişe katılıyoruz çünkü, Başbakan ve çevresinde beslediği alkışçılar

Biz kadınların erkekler tarafından linç edilmesini seyretti,

Haksız tahrik yasası ile erkeklerin biz kadınları öldürmesini hoş gördü,

Kadınlar için erkek şiddetinden kaçabileceğimiz sığınak açmadı,

Sokakta tacize, tecavüze uğrayan kadınları “ahlaksız” olarak damgaladı,

Tecavüze uğrayan kadına “doğur” dedi,

Kürtaj hakkımızı “cinayet” olarak niteledi,

Tek bir kreş açmadı,

Kaç çocuk doğuracağımıza karar vermeye kalktı,

Bizi yoksulluğa, güvencesiz çalışmaya, kölelik koşullarında yaşamaya mahkum etti,

Ücretsiz ev işlerini kadınların en temel görevi olarak gördü,

Tüm bu yaptıkları ile erkeklerden bağımsız , aile dışında bir hayat kurmamızı engelledi. Yaşadığımız erkek egemen baskıyı arttırdı!

Biz kadınlar direniyoruz!

Çünkü başbakan Tayyip ve çevresinde beslediği alkışçıları biz kadınları erkek egemen baskı ve sömürüye mahkum etti.

Tüm kadınlar sokağa, eyleme, özgürleşmeye….

Sosyalist Feminist Kolektif

 

Socialist Feminist Collective

Doing materialist feminism under contemporary patriarchal capitalism in Turkey*

In this essay, we discuss the opportunities and challenges of doing materialist feminism by focusing on the Socialist Feminist Collective (SFC). In doing so, we aim to elucidate the strengths and weaknesses of our praxis under the contemporary conditions of patriarchal capitalism in Turkey. We would like to start with a word on our interpretation of materialist feminism: In our perspective, materialist feminism relies on historical materialism, and as such it highlights the centrality of overthrowing men’s appropriation of women’s labour in diminishing women’s oppression.

We first provide a historical background of the contemporary feminist movement in Turkey. What follows is the SFC’s critical approach towards feminism of the late-1990s and the early-2000s in Turkey. This critical approach in 2008 drove some feminists to establish the SFC, so we will continue with the key features of SFC’s politics. Next, we discuss the opportunities and challenges we face in our feminist praxis. Finally, we specify the necessary features of today’s materialist feminism that we filtered through our praxis in Turkey.

Devamını Oku…

Press Release for Anti-family Campaign

February 9th, 2013

untitled

(Picture translation: There is slavery, violence and death within the family institution)

As women, our lives began in the family as girls in a “bed of roses.” We got accustomed to know our place, to obey, to comply, to be chaste and always altruistic, to stay inside the home, and to be invisible when outside in the streets. What they called “family ties” were in fact a web of inequalities in which we were trapped. Before we knew ourselves, before we became women, we learned how to serve men, to become a mother, to care for children, the sick and the elderly, and to do housework. We did not have sexuality; our primary role was to bear and to rear. Whom we loved, how we loved and made love, our labor, our body, our identity, all our life was determined by patriarchy and by its most basic institution, the family. They made us believe that there was no life outside the family!

Is family really a safe haven for women? Violence against women is something we face every day. Women are murdered most often by men who are closest to them: men in their families. We are subjected to violence in the family when we don’t do the service we are expected to do, when we say “No!” to the roles imposed upon us. The pressure to be the good wife and the perfect mother wears us away. While we do all the service and the care, men appropriate our labor and grow more and more powerful. What is more, is the tyranny of the State! A State who wants us to give birth; who doesn’t provide for children, the sick and the elderly; who doesn’t protect the women from violence; who instead attempts upon our lives. This is a huge system built upon the alliance of men, the State and the capital, stealing our paid and unpaid labor!

Devamını Oku…

“Kalekollar” Dersim Halkı İçin 38i Çağrıştırıyor

dersimcadir

Müzakere sürecinde kadınların eşit ve etkin temsil edilmesi için Temas ve Gözlem heyeti kuran Barış İçin Kadın Girişimi’nin ilk adresi Dersim oldu.

Çatışmalı yılları ağır yaşayan illerden biri olan Dersim’e gelerek çekilme sürecini yerinde gözlemleyen Barış İçin Kadın Girişimi’nden bir grup kadın, 21 tane yapılması planlanan ve şu an ikisinin inşaatının süren “kalekol”ların halk arasında tedirginlik ve güvensizlik yaratan konuların başında geldiğini açıkladı.

Devamını Oku…

Doğurganlık Arttı, Gözün Aydın Başbakan

erdogan-3-cocuk

Bildiğiniz gibi son on yıldır doğurganlık hızı erken kapitalistleşen ülkelerdeki gibi genel olarak düşme eğiliminde. Ancak bu düşme eğilimi bizde hassas bir denge üzerinde ilerliyor. Örneğin, geçtiğimiz yıl bu düşüş sona erdi ve 2012 yılı, 15-44 yaş grubunda her bin kadın başına düşen doğum sayısında (doğum hızı) 1,2’lik bir artış ile kapandı. Artışın gerçekleştiği bölgeler İstanbul, Doğu Marmara, Ege ve Akdeniz. Burada bizim için önemli olan, artışın oranından çok düşme eğiliminde olan doğurganlık hızının artmış olması.

Yaklaşık son beş yıldır, devlet, bu hassas dengeyi kendi lehine çevirmek ve kadınlar olarak bizlerin doğurganlığı ve bakım emeği üzerinde tahakküm kurabilmek için üç koldan taaruza girişti. Bunlardan ilki Erdoğan’ın sözcülüğünde, kadınlardan üç, hatta yeri geldiğinde beş çocuk talep etmek. Bu ısrar bitmek tükenmek bilmedi. İkincisi, her daim olduğu gibi, söz konusu olan kadın hakları olduğunda ortaya balon vaatler salmak. Devletin hizmetine iyiden iyiye girmiş olan basın, bu balonları gerçekleşmiş gibi yazdı çizdi. Çocuk doğurana yardım ve devlet desteği geldiğine inandırıldık. Kadınların emeği ve bedeni üzerinde tahakküm kurmanın son yolu ise kürtaj karşıtı propaganda oldu. Kadınlar direndi ve somut olarak yasada hiçbir şeyi değiştiremediler. Ancak dindi, günâhtı, cinayetti, sağlık için riskliydi falandı filandı derken yaptıkları anti-propaganda etkili oldu. 

Devamını Oku…

Dikkat, Anneler Günü Reklamları!

annelergunuAnneler günü döneminde medya yine konu ile ilgili reklamlarla dolup taştı. Erkek egemen sistemin ve kapitalizmin kadına yükledikleri, onu yücelten bir artı değermiş gibi sunuldu. Dayatmaların yüceltilmesi, yine son derece estetik bir şekilde kotarılmıştı.

Devamını Oku…

Barış Konferansı Sonuç Metni

bikg1kBarış İçin Kadın Girişimi tüm taraflarla görüşecek

BM 1325 kararı için alternatif eylem planı oluşturacak

Gözlem grubu oluşturarak süreci izleyecek

“Kadınlar barış sürecinde aktif rol alıyor” başlığı altında 4 Mayıs 2013’te Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Konferans Salonu’nda gerçekleştirdiğimiz konferansta barış sürecinde nasıl bir rol alacağımızın yol haritasını oluşturduk. Bu tarih aynı zamanda Türkiye yakın tarihine “kara gün” olarak geçen; dönemin Bakanlar Kurulu’nun Dersim katliamı için karar aldığı gündü. Bu vesileyle toplumsal barış ın gerçekleşebilmesi için yakın tarihimizle yüzleşilmesinin ne kadar  önemli olduğunu yeniden vurgulamak istiyoruz.

Türkiye’de barış mücadelesi yeni değil. Biz kadınlar savaşın sürdüğü yıllar boyunca savaşın bize nasıl erkek şiddeti , yoksullaşma, dilsizleşme, kimliksizleşme, dışlanma ve haklarımızdan mahrum edilme olarak geri döndüğünü yaşadık gördük anlattık.  Militarizm ve milliyetçiliğin erkekliği nasıl kışkırttığını teşhir ettik, barış taleplerimizi ısrarla vurguladık.

Barış İçin Kadın Girişimi’nin son 4 yıldır barış mücadelesinde biriktirdiği deneyim ve dünyadaki örnekleri bize gösterdi ki kadınlar olmadan cinsiyetçi olmayan, adil, eşitlikçi ve sürdürülebilir bir barış mümkün değil. Bu yüzdendir ki müzakereler de kadınlar aktif yer almalı, şeffaf bir süreç işlemeli, barış anlaşmalarında kadınların taleplerine mutlaka yer verilmeli.

Kadınların barış ve müzakere süreçlerine nasıl müdahil olacağını belirlemek için birçok ilde toplantılarda bir araya geldik, atölyelerde konuştuk sözlerimizi birbirimize aktardık.  Tüm bu atölyelerde biriktirdiklerimizi konferansta bir araya getirdik.

200 kadının katıldığı konferansımıza kadın hareketinin bileşenleri, feministler, Demokratik Özgür Kadın Hareketinden kadınlar, kadın dernekleri, farklı inançlardan ve farklı etnik gruplardan kadınlar,  LGBT’den kadınlar, sendikalardan kadınlar, meslek örgütlerinden kadınlar, siyasi partilerden kadınlar, milletvekili kadınlar, gazeteci kadınlar, akademiden kadınlar, insan hakları savunucusu kadınlar ve çeşitli illerden kadınlar katıldı.

Türkiye BM 1325 kararına imzacı 

Konferansta dünyadaki  resmi ve resmi olmayan müzakere süreçlerine kadınların hangi yöntemlerle müdahil olduğunu, Türkiye’nin imzacı olduğu BM Güvenlik Konseyinin 1325 no’lu kararın nasıl uygulanabileceğini konuştuk.

Müzakere süreçlerinde kadınların nitelikli ve eşit temsili için Birleşmiş Milletler’in 1325 no’lu kararını pusula kabul ediyoruz.  Türkiye’nin de imzacı olduğu karara ilişkin hükümetin ulusal bir planı ise hâlâ yok. Bu konudaki  eylem planının biran önce oluşturulması gerekiyor.  Bizler bu “ulusal planın” oluşmasını elzem buluyoruz. Meclisteki tüm kadın vekilleri bu eylem planının oluşturulması için baskı kurmaya çağırıyoruz. Bizlerin de bu kararın uygulanmasının takipçisi olacağımızı buradan duyuruyoruz.

Mekanizmalarımızı Kuruyoruz!

Konferans kararı olarak Temas grubu ve Gözlemci grup oluşturacağız.Barış müzakere süreçleri hem büyük olanakları hem de kadınlar açısından çeşitli riskleri barındıran süreçler. Biz kadınların “vardık, varız , var olacağız  vurgusunu daha yüksek sesle söylememizin şimdi tam sırası. Bu nedenle bu sürece etkili yöntemlerimizle  birlikte, çoğalarak müdahil olmamız hayati önem taşıyor. Zira biz birimizin özgürlüğünün diğerinin özgürlüğünün ön koşulu olduğuna inanıyoruz.

Barış İçin Kadın Girişimi olarak resmi ve gayri resmi müzakere süreçlerine artık oluşturacağımız yeni yöntemlerle müdahil olacağımızı açıklıyoruz. Öncelikle hükumeti bir kez daha tüm heyetlerde kadınların eşit temsilini gerçekleştirmeye çağırıyoruz.

Temas grubu müzakere sürecinin tüm taraflarıyla; Meclis’teki siyasi partilerden kadınlarla, kadın bakanlarla, kadın gerillarla, tüm bölgelerdeki kadınlarla ve kadın örgütleriyle şeffaf ve açık görüşmeler yapacak. Bu görüşmelerin sonuçlarını kadınlarla paylaşacak.

Gözlemci grup grup müzakere sürecinin sürdürülebilir olması için tarafları izleyecek, ihlaller konusunda tarafları uyaracak, kadınların eşit ve nitelikli temsilliyetini ısrarla vurgulayacak, eleştirilerini kamuoyu ile paylaşacak ve raporlar hazırlayacak.

Bu mekanizmalarla 1325 referansına dayanarak çatışmaların önlenmesi, barışın sağlanması ve çözümün gelişmesi için rolümüzü oynayacağız.

Cinsiyet eşitliğinin anlaşmalarda, anayasa dahil olmak üzere varılacak tüm mutabakat metinlerinde nasıl yer alması gerektiğine ilişkin başta anayasa ve savaşta kadın hakikatleri olmak üzere çeşitli komisyonlar oluşturarak yaptığımız ve yapacağımız çalışmaları kadınlarla ve tüm kamuoyu ile paylaşacağız.

 Çözüm ve barış süreci tamamen şiddetten arındırılmalıdır!

8 Mayıs’ta yani yarın başlayacak olan PKK güçlerinin geri çekilişi sırasında, iki tarafın da çatışma yaratacak ortamlardan kaçınılmalı, tek bir kişinin bile zarar görmesi engellenmeli, askeri operasyonlara son verilmeli. Müzakere süreci adil eşit ve özgür koşullarda yürütülmeli.

Çözüm süreci aynı zamanda demokratikleşme süreci olarak ele alınmalı, yeni “ötekiler” “marjinal” gruplar yaratılmadan, toplumun tüm kesimlerinin barıştan beklenti ve talepleri müzakerelerde yer almalı.

Bir kez daha altını çiziyoruz ki barışı topluma mal edebilmek, sürdürülebilir kılmak ancak toplumun yarısını oluşturan kadınların taleplerinin hayat bulması ile mümkün.

Söyleyecek sözümüz, çözümü geliştirecek gücümüz var!

Barış İçin Kadın Girişimi

Conference Booklet is Ready to Order!

Conference Booklet:

Women Trapped Between Paid and Unpaid Labour

Women’s Labour Conference, 2011, İstanbul, Turkey

This book is a compilation of the papers presented and the discussions held at the conference –“Women Trapped between Paid and Unpaid Labour”- organised by the Socialist Feminist Collective on November, 2011. Heidi Hartmann, Jean Gardiner and Helena Hirata participated as speakers; Gülnur Acar Savran from the Collective was one of the panellists in the last session.

Why did the Collective feel the need to organise such a conference?

Within the context of the reciprocal relationship between patriarchy and capitalism, women’s labour has certain structural characteristics; first and foremost among these is the fact that women are trapped between paid and unpaid labour. The multi-dimensional domestic labour which women spend at home, points to an appropriation in so far as it is unremunerated labour: Men gain power vis-á-vis women thanks to this labour/time they appropriate, and women lose power. When women go out to the paid labour market, for the majority, it is impossible to find the kind of job that would liberate them from their dependent and powerless status in the domestic sphere. And so long as they continue to take up low-paid insecure jobs, they are forced to spend unremunerated domestic labour. This vicious circle is reproduced as long as the conditions remain the same.

Therefore, with this conference we aim to assess the contemporary conditions of women’s oppression and a proper strategy for a feminist movement. Thus, during the conference, the following topics were discussed: The relationship between capitalism and patriarchy (presented by Hartmann), care labour (presented by Gardiner), flexibility and women’s labour (presented by Hirata) and the future of feminism (a panel discussion).

We hope that we have been able to transmit this enthusiasm to you in this booklet, through the papers and the discussions.

The Socialist Feminist Collective 

Purchasing details:

Price (delivery cost is not included)

£3.5 (unwaged), £5.0 (waged)

€4.0 (unwaged), €6.0 (waged)

Contact with ecekocabicak@yahoo.com

Kürtaj Yasada Hak Hastanede Yasak!

kurtaj_haktir1Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu keyfi sebeplerle kürtaj yapmayan Taksim İlkyardım Hastanesi’ni protesto etti. Kadınlar parasız, güvenli ve erişilebilir kürtaj taleplerini bir kez daha dile getirdi.

Platform tarafından yapılan basın açıklaması şöyle:

Başbakan Erdoğan’ın 22 Mayıs 2012 tarihinde yaptığı açıklamayla birlikte kürtaj tartışılmaya başlandı. Ardından kamu hastanelerinde kürtaj giderek azaltıldı, yapmayan hastaneler ise artmaya başladı. Sağlık Bakanlığına bağlı kamu hastanelerinde kürtajla ilgili fiili yasak sürüyor. Kürtaj yasağı ile kadınların bedenleri, doğurganlıkları, cinsellikleri denetlenirken kürtaj hizmetine ulaşmanın, güvenli koşullarda kürtaj yaptırmanın ne kadar güç olduğunu görüyoruz. Başbakan’ın müdahalesi öncesinde, kürtaj oranı düşükken, hükümetin yaptığı politik baskının sonucunda hem fiili olarak kürtaj yasağı yaygınlaştı, hem de doğum kontrol yöntemlerine erişim zorlaştı.

Hükümet ileri sürdüğü “5 çocuğa erken emeklilik” yalanıyla kadınların çok çocuk doğurmaları için, bedenleri ve hayatları üzerine zorbaca baskı yapıyor. Yasada 10 hafta sınırına rağmen 8 haftaya kadar kürtaj yapan ya da hiçbir tıbbi ve yasal gerekçe sunmadan kürtaj yapmayan kamu hastaneleri var.

GEBLİZ: Gebelik fişlemesi mahremiyetin ihlali!

Sağlıkta özelleştirme politikaları en çok da kadınları etkiledi. Hükümet “sağlıkta dönüşüm” adını verdiği program ile birinci basamak sağlık kuruluşları yani kürtaj hizmetine en yaygın ulaşılan AÇSAP’ları tasfiye etti. SGK’nın gittikçe kısılan sağlık hizmetleri içinde kürtajın parası karşılanmıyor. Kamu hastanelerinde kürtaj yaptıramayan kadınlar, fahiş paralar ödeme sağlıksız koşullarda kürtaj olmak zorunda kalacaklar. Diğer yandan isteğe bağlı kürtajda evli kadınlarda “koca izni” şartı aranması, bekâr kadınların fişlenme endişesiyle kamu hastanelerine başvurmasını zorlaştırıyor.

GEBLİZ uygulaması kalkmalıdır!

Kürtaj konusunda İstanbul’daki hastanelerde farklı uygulamalar var. Güçlüklerle karşılaşan kadınlar bakamayacakları çocukları doğurmaya zorlanıyor. Aksi durumda kamusal sağlık hizmetinden dışlanıyor. Eğitim-Araştırma hastanesi olup, kadın doğum bölümü olduğu halde kürtaj yapmayan hastanelerden biri olan Taksim İlk Yardım Hastanesi dahil bütün hastanelerde kürtaj hizmetinin verilmesini istiyoruz!

Kadınlar doğurduklarında çocuğun bütün sorumluluğu almak zorunda. Ne erkekler ne toplum çocukların sorumluluğunu üstleniyor. “Kürtaj Haktır Karar Kadınların” platformu olarak kadınların bedenleri ve yaşamları üzerinde karar verme hakkının kadınlara ait olduğunu yineliyor.

Kürtajı engelleyen politikaların, kadınların yaşamını, sağlığını, geleceğini karar hakkını elinden aldığını hatırlatıyoruz. Kadınların istemediği gebelikler nedeniyle yaşamlarının riske atarak merdiven altı kürtajda zarar görecek bütün kadınlar adına, başta hükümet olmak üzere İl Sağlık Müdürlüğüne soruyoruz; İstanbul’da nitelikli, ücretsiz, güvenli kürtaj hizmeti için nereye başvurulabilir? 10 haftaya kadar kürtaj hak olduğu halde, bu hakkı fiili olarak engelleyen hastaneler hangileri? Taksim İlkyardım Hastanesinde neden kürtaj yapılmıyor? Herhangi bir gerekçe bildirmeksizin, keyfi olarak kürtaj başvurularını geri çeviren hastaneler ve sorumluları hakkında işlem yapılmış ve/veya bir yaptırım uygulandı mı?

Biz kadınlar; Taksim İlkyardım Hastanesi dahil bütün hastanelerde ücretsiz, sağlıklı, erişilebilir ve güvenli koşullarda kürtaj hizmeti verilmesini ve kürtajda 10 haftalık yasal süreye uyulmasını ve yasal sürenin 12 haftaya çıkarılmasını istiyoruz!

Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu / 03.05.2013

kurtaj_haktir_t

Feminist Politika Sayı 19/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 19

MİNİ DOSYA: Kadınların Gezi’si
9 Ağaçtan büyüyen isyan / Hale Çelebi – Seher Kalkan

DOSYA: Türkiye’de mor yıllar: 1980’lerden bugüne…

4 Türkiye’den haberler
6 Dünyadan haberler
MİNİ DOSYA: Kadınların Gezi’si 9 Ağaçtan büyüyen isyan / Hale Çelebi – Seher Kalkan
10 Ankara: Biz sokağa aşık olduk!
11 Adana: Tomalar sokakları boşaltmaya yetmedi
12 Gezi’nin ruhu Eskişehir parklarında
13 İzmir’de direniş
13 Gezi hikayesi: O öğrendiğimiz korkunun sonu mu? / Melek Özman
14 Neden sevdik Gezi’yi? / Lale Bakırezer/ Nacide Berber
15 Açıklıyoruz: TOMA gerçeği! / Delta Meriç
16 Gezi, kamusallıklar, kadınlar / Cemre Baytok
17 Lezbiyen aşkın feminist eleştiri için kazanım ve imkânları IV / Hande Öğüt
19 Kutsal aile A.Ş / Demet Özmen
DOSYA: Türkiye’de mor yıllar: 1980’lerden bugüne…
22 Feminizmle geçen kırk yıl /Şirin Tekeli
24 Biz erkekleri neden dışlamıştık / Gülnur Acar Savran
26 Dünden bugüne kürtaj hakkı / Sakine Günel
28 Söyleşi: “Hukukta kadın lehine bir madde mi var: Lütuf değil kadınların mücadelesidir” / Cemre Baytok
30 90’larda “bir kısım” feministin feminizmi / hülya üstün
31 Patriyarka ve devlet kıskacında bağımsız Kürt kadın örgütlenmesi / Mürüvvet Yılmaz
34 Savaşlar ve 2000’li yıllar feminizmi / Fatoş Hacıvelioğlu
36 Oğlan sizin, kız kimin? / Yeşim Dinçer
37 Akıllara zarar! / Özlem Altuntaş – Pınar Bekdemir
38 2000’li yıllarda İ.Ü.’de bir feminist örgütlenme deneyimi / Başak Tuğsavul
40 Solcu olmanın dayanılmaz hafifliği! / Esen Özdemir
42 Feminist, politik olmak… / Özlem Kaya – İrem Yılmaz
44 Tam olarak nerede ve ne zaman ayran içtik de ayrı düştük? / Burcu Ersoy
46 hareketimiz ilerlerken… / ayşe düzkan
48 Almanya’daki devlet feminizminden Türkiye’deki feminist örgütlenmeye / Fatma Umul
50 Cinsiyetlendirilmiş savaşa karşı, cinsiyetlendirilmiş barış / Ayşe Toksöz- Candan Yıldız
52 I. Ortadoğu Kadın Konferansı / Kamile Dinçsoy
53 Nasıl tekrar tekrar feminist oldum? / Özgün Akduran
55 Söyleşi: Joan Scott’la söyleşi / Sevgi-Deniz-Güneş
57 Feminist gündem: Parçaların Ötesinde kitabı üzerinden bir tartışma / Çeviren ve hazırlayan: Özlem Kaya – Balca Ergener
59 Feminizm patriyarkal kapitalizme karşı / Hülya Osmanağaoğlu
61 Canan Arın’ın davasında yargı karar vermedi! / Birgül Akay
62 Yargıtay üyeleriyle bir atölye çalışması / Özlem Özkan
63 Kitap: Feminist Öznelerin Kuruluşu (Kathi Weeks) / Merih Topal
64 Öykü: Dünyayı dolaşan kadın / Elif Can
66 Leyla Erbil’ın anısına…

SFK 1 Mayıs 2013 bildirisi

Aileye ve esnek çalışmaya mahkum edilmeye;
Patriyarkal kapitalizme direniyoruz!
Yaşasın 1 Mayıs!

Ezilenlerin de ezileni kadınlar, 1 Mayıs’ta erkek egemenliğine, kapitalizme karşı sesimizi yükseltiyoruz. Hükümete “yalan söylüyorsunuz!” diyoruz.

Kadınlar “en az 5 çocuk” dayatmasını kabul etmiyor.
Baskılara boyun eğmiyor, canları pahasına boşanmaktan vazgeçmiyorlar.


Kadınlar direniyor. Direndikçe AKP iktidarının kadınlara yönelik saldırılarının dozu artıyor.
Kadınları aileye zincirlemek ve “kutsal annelik” afyonuna alıştırmak için de bol bol yalan söylüyor.
Ama gerçek balçıkla sıvanmaz!

İşte yalanlar ve gerçekler

Yalan: “Çok doğurun, erken emekli edeceğim.” Yürürlükteki yasaya göre kadınlar en fazla 2 çocuk için, çocuk başına 2’şer yıllık primlerini ceplerinden ödeyerek emekliliğe saydırabiliyor. Şimdi de, 3 çocuk için 6 yıl doğum borçlanması yapabilecekleri söyleniyor.
Gerçek: Kadınlar, kaç çocuk sahibi olurlarsa olsunlar, 65 yaşından önce emekli olamıyorlar. Çok çocuk doğurmak, çok bakım, çok emek demek.
İstikrarlı çalışamamak, esnek çalışmaya mahkum olmak, 65 yaşına geldiğinde önüne borç olarak konan 6 yıllık prim tutarını ödeyememek demek. Hem evde hem işte çalışan kadınlar için yıpranma payı hakkı ve çocuk sayısına bakılmaksızın erken emeklilik istiyoruz.

Yalan: “İstihdamda kadın-erkek eşitliği sağlanacak.” Kadın istihdamını arttırmak için hükümet ve sermaye laf üzerine laf üretiyor. Bugün %27’lerde olan kadın istihdamının, %70’lere varan erkek istihdamına yaklaştıkça eşitliğin sağlanacağını söylemek koca bir yalan!
Gerçek: Çalışan her 100 kadından 35’i ücretsiz, sigortasız aile işçisi olarak boğaz tokluğuna çalışıyor.Kadınlar; evdeki cinsiyetçi işbölümü yüzünden, esnek, güvencesiz işlere mahkum oluyorlar; sermaye için herşeyden önce ucuz emek anlamını taşıyorlar. Erkekler ev işlerini üstlenmediği sürece bu durum değişmeyecek.

Yalan: “Çocuk doğurun bakım parası da kreş parası da devletten.” Kreşleri tek tek kendileri kapatmışken, şimdi de kreş hakkını “biz veriyoruz” yalanını söylüyorlar.
Gerçek: Türkiye’de 0-4 yaş arası 6.200.000 çocuk için kamu kurumlarındaki kreş ve gündüz bakım evlerinin sayısı sadece 130!
AKP hükümeti, 150’den fazla kadın işçi çalıştıran işyerleri için kreş açma zorunluluğunu piyasadan hizmet alma serbestliğine dönüştürdü.
Kreş yardımlarının her çalışana verilmeyeceği gün gibi açık bir gerçek. Verilen doğum ve kreş yardımları, çocuk bakım hizmetlerinin bütünü içinde ancak devede kulak!
Sadece dışarıda çalışan kadınlar için değil, evde çalışan kadınlar için de ücretsiz 24 saat açık, mahalle kreşleri istiyoruz!
Doğumu takiben, ücretli ve devredilemez “babalık izni” yasalaştırılsın!
Çocuklara erkekler baksın!

Yalan: “Kadınlar doğum sonrası işine dönebilecek.”
Gerçek: Hamilelik döneminde işten atılma zaten yasal değil; buna rağmen gebelik döneminde işten çıkarılıyoruz. En iyi ihtimalle ücretli/ücretsiz izin süresini kısa tutmaya veya bu hakkımızdan“gönüllüvazgeçmeye”“ikna ediliyoruz”.Doğum izni sonrasında daha geri görevlere çekiliyor, “mobbing”e maruz kalıyor, istifaya zorlanıyoruz.

Biz Kadınlar;
Ailenin, erkeklerin ve patriyarkal kapitalizminyükünü daha fazla taşımayacağız.
Bu kuyruklu yalanları, “kutsal aile ve annelik” masalını bize yutturamazlar.
Bizi birer kuluçka makinası gibi görenlere inat, “anne olmak için doğmadık” diyoruz. Erkek egemenliğini büsbütün pekiştirecek milliyetçi-muhafazakâr projeksiyonlarıreddediyoruz.
Evliliğe ve aileye mahkum değiliz.
Erkeklerin ve devletin sözde şefkatine muhtaç değiliz. Telkinlere ve tehditlere boyun eğmiyoruz!
1 Mayıs’ta erkek egemenliğine ve kapitalizme karşı emeğimiz, bedenimiz ve kimliğimiz için yürüyoruz.

Aile dışında hayat var!
Yaşasın 1 Mayıs!

 

Yasada Hak Hastanede Yasak!

kurtajkararHastanelerde ücretsiz, erişilebilir ve sağlıklı kürtaj hakkı için kadınlar eyleme!

Yasal bir hak olmasına rağmen, hastanelerde kürtaj yasağı devam ediyor. Birçok kamu hastanesinde normalde 10 hafta olan yasal kürtaj süresi 8 haftaya düşürülerek kürtaj giderek sınırlandırılıyor. Sağlık Bakanlığına bağlı kamu hastanelerinde fiili olarak kürtaj yasağı devam ediyor. Kamu hastanelerinde kürtaj yaptırmak isteyen kadınlara “koca izni”nin dayatılmasıyla, bekar kadınlar fişlenme endişesi taşıyarak başvurmaktan çekiniyor; doğurma baskısına maruz kalıyor. Hükümet kadınların kamu hastanelerinde kürtaj olmasını engelleyerek, güvencesiz ortamlarda kürtaj yaptırmaya zorlayarak yaşamlarını riske atıyor. Fiili kürtaj yasağına derhal son verilmelidir!

Bir Eğitim-Araştırma hastanesi olup, kadın doğum bölümü olduğu halde kürtaj yapmayan hastanelerden biri olan Taksim İlk Yardım Hastanesi dahil kamu ve özel bütün hastanelerde kürtajda 10 haftalık yasal süreye uyulmasını ve yasal sürenin 12 haftaya çıkarılmasını istiyoruz!

Ücretsiz, sağlıklı, erişilebilir ve güvenli koşullarda kadınlara kürtaj hizmeti verilmesi bütün kadınların hakkıdır!

Bu taleplerimizle 3 Mayıs Cuma günü, saat 12.00’da Taksim İlk Yardım Hastahanesi’nde olacağız.

Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu

Aileyi Yeniden Gündemimize Almak…

adhv

İkinci dalga feminizmin 70’li yıllarda uğraştığı başta gelen konulardan birisi aile idi: Tek eşli heteroseksüel evliliğe dayalı aile. Aileyi kadınlar açısından ele alan ve o güne kadar yaygın olduğu biçimiyle, türdeş bir birim olarak değil de, bir çıkar çatışmasının, bir iktidar ilişkisinin mekânı olarak tahlil eden yazılar/kitaplar o yıllarda giderek yaygınlaşıyordu. Aile içinde kadınların emeğine, bedenine el konduğu ve bu el koymanın erkek şiddetiyle güvence altına alındığı, o dönemin feminizminin mihenk taşlarından birisiydi. Evliliğin başka birliktelik biçimleriyle aşılması ise, yine o dönemin feminizmi açısından, kadınların özgürleşmesinin ve kurtuluşunun koşullarından en öncelikli olanıydı. Devamını Oku…

SFK Kadın Emeği Konferansı’nın Kitabı Çıktı!

kadinemegi_kapakrevizyonSosyalist Feminist Kolektif (SFK), 12-13 Kasım 2011 tarihlerinde İstanbul’da düzenlediği iki günlük konferansın bildiri ve tartışmalarını Ücretli–Ücretsiz Emek Kıskacında Kadın adlı kitapta bir araya getirdi.

Kitapta metinler hem Türkçe hem İngilizce olarak yer alıyor. Konferans’ta Heidi Hartmann “Kapitalizm ve Patriyarka”, Jean Gardiner “Bakım Emeği”, Helena Hirata ise “Esneklik ve Ücretli Kadın Emeği” başlıklı bildirileri sunmuşlardı. İkinci gün yapılan “Günümüzde Feminist Politika” konulu panele ise bu üç konuşmacının yanı sıra SFK’dan Gülnur Acar Savran katılmıştı. Kitapta bildiriler ve panel konuşmalarına ek olarak, iki gün boyunca çok sayıda katılımcının sürdürdüğü tartışmalar da yer alıyor.

SFK Kadın Emeği Konferansı kitabını buradan okuyabilirsiniz. 

İyi okumalar

Basın Açıklamamızı Adana’da Yaptık

Erkeklere, AKP’ye, devlete… Kimseye çocuk borcumuz yok!

IMG_1260

Annelik biz kadınlara içine doğduğumuz ailelerden başlayarak; eğitim kurumları, medya, tıp, devlet ve daha nice kurum aracılığıyla, bütün toplum tarafından, tek kimlik ve tek hayat biçimi olarak dayatılıyor. Önceleri babalaramızın, abilerimizin, küçük kardeşlerimizin küçük anneleri olmamız bekleniyor bizden.

Devamını Oku…

LGBTT Dayanışma Derneği’nin Benimle İlgili Yaptığı Açıklamaya Dair

Ayşe Düzkan

Bu yazı tahmin edebileceğiniz gibi LGBTT Dayanışma Derneği’nin benimle ilgili yaptığı açıklamaya dair.

Önce yalanlar.

“Trans ne be, trans falan anlamam, sakalları var bunların” ifadesi yalan. Tanıyanlar bunun benim üslubum olmadığını bilir.

“51 yaşındayım, biraz tahammül edin” o kadar yalan ki, 51 yaşında bile değilim.

“Ben kadınım diyen herkes kadın mı oluyor, metafizik bu, gerçek değil”: son üç yılda metafizik kelimesini telaffuz ettiğimi bile sanmıyorum.

“Çocuklar açık amacım açıkça söylüyorum provokasyondu” kuyruklu yalan. Herkesin toplu hitaplarda kullandığı kalıplar vardır, benimkisi “arkadaşlar”, hayatımda kimseye “çocuklar” dediğim hatırlamıyorum. Yalanın kuyruğuna gelince, provoke kelimesini telaffuz ettiğim tek cümle; “boşuna uğraşma, provoke olmayacağım”dı. Bu tartışma birkaç aşamada gerçekleşti, bu son kısımda yanımda iki arkadaş vardı, kendileriyle konuşmadığım için adlarını paylaşmıyorum ama gerekirse tanıklıklarına başvurabilirim.

Doğruya yakın olan tek şey, bana ağır hakaretler eden, bağıran ve defalarca “sen erkeksin” diyen (defalarca ifadesini bir abartma sanmayın, her cümleyi en az yirmi kere arka arkaya tekrar etmeye dayanan bir adet geliştirmiş) bir kadına “senin bu saldırganlığında geçmişteki erkek deneyiminin etkisi var” demiş olmam. Saldırganlığın dozunu anlatmak için söylüyorum, o sırada çevremde duran bir grup kadın “sana bir şey yapacak diye yanından ayrılamadık” dedi, daha sonra; onlardan da izin almadığım için adlarını vermiyorum ama konuştuktan sonra tanıklıklarına başvurabilirim.

Açıkçası, ben bir transın geçmişinde farkı bir cinsiyet deneyimi olduğundan söz etmenin transfobi sayıldığını bilmiyordum. (Hala da bunun doğru olduğundan emin değilim. Ancak bunun bir polisin bir transtan “adam” diye söz etmesiyle bir tutulmasını anlamakta güçlük çekiyorum. Bir “geçiş” varsa “geçmiş” de vardır, bundan söz etmekle geçişi yok saymak bir tutulabilir mi?) Bunun çeşitli sebepleri olabilir; konumuzla en ilgili olanı, trans erkeklerin 8 mart’taki varlığının geçmiş kadınlık deneyimleriyle gerekçelendirildiğine şahit olmam. Bu benimsediğim bir gerekçe değil, büyük ihtimalle tek gerekçe de değildir. Çünkü en azından politik düzeyde, “kadın” ve “erkek”in sömürü ve baskı ilişkilerinin hangi tarafında yer aldıklarıyla belirlendiği düşünüyorum. Ancak homofobi ve transfobi, ebt bireyler de dahil olmak üzere bu toplumda yaşayan, bu toplumda oluşmuş herkeste var olan eğilimler; adı üzerinde fobi. Bizim karşısında durduğumuz, toplumsal ve politik olan heteroseksizm ve heteronormativite.

Kendi adıma cinsel yönelimin bile bir “tercih” olmadığını düşündüğüm için, bununla bir tutarlılık içinde olarak, cinsiyetin toplumsal olarak yapılandığını, performansa indirgenemeyeceğini düşünüyorum. Bedenin/biyolojinin kader/tek kriter olmadığı ama bütünüyle önemsiz olmadığı fikrindeyim. Ama diyelim ki yanılıyorum; bağırmak, tehdit, saldırganlık hangi cinsiyetin performansıdır? (Tehditlerden biri hormonlu domates alacağım, bir diğeri de spod’un beni teşhir edeceğiydi, açıklamanın İstanbul LGBTT Dayanışma Derneği’nden gelmiş olması benim için bir sürpriz.)

Benim müdahale ettiğim iki kişiden biri bir kadınla el eleydi, evet sakalları vardı, erkek giysileri içindeydi, diğeri de bütünüyle erkek görünümdeydi. Bana da “biz transız” değil, “bizim içimiz kadın” dediler. Esas tartışmayı yürüttüğümüz arkadaş bu olaya şahit bile olmadı, bu konuşma bittikten çok sonra gelip bana saldırdı. Söylediklerinde hakaret, tehdit vb. içermeyen iki cümle var. Bunlardan biri “onlar gece kadın.” Bunun ne anlama geldiğininden emin değilim, beni hiç dinlemediği için sorup cevap almak da mümkün olmadı. İkincisi de “onlar senin gibiler yüzünden metroya binemiyor.” Bu doğru değil, o iki arkadaş gece metroda benden daha güvenle yolculuk yapar. Evet, onların oradaki varlığının yürüyüşün kadınlara mahsus olması durumunu, zorunluluğunu zedelediğini, -yukarıda bir parça açtığım tartışmayı bir kenara koysak bile- erkeklerin o alanı işgal etmelerine gerekçe hazırladığını, imkân sunduğunu düşünüyorum. Ve bunun, o eylemin birincil önceliği olduğu fikrindeyim. Bu fikrim değişir mi, tabii ki mümkün. Ama bu yazıya konu olan olaydaki gibi, “bunu diyemezsin, şunu yapacaksın, faşistsin, transfobiksin, terbiyesizsin, görürsün sen” gibi ifadelerle değil, politik argümanlarla.

Bu tartışmanın son aşamasında yer alan bir arkadaş “artık queer var, böyle şeyler diyemezsiniz” dedi. Bu, tartışmanın içinde herhangi bir fikir içeren nadir cümlelerden biri olduğu için üzerinde durmak istiyorum. Teorik yaklaşımlar, yenisi çıktığında eskisi itibar kaybeden telefon markaları gibi değil. Queer teorinin varlığından haberdarım, saygı da duyuyorum ama kimsenin “en yeni” teoriyi benimseme zorunluluğu yok. O yüzden ben de hâlâ maddeci feministim ve cinsiyet meselesine maddecilik çerçevesinde bakıyorum. Önümüzdeki günlerde bu konuyu ele alan bir şeyler yazmaya çalışacağım ama bu çizgiyi merak edenlere Stevi Jackson’la Sue Scott’ın Note Bene Yayınları’ndan çıkan “Cinselliği Kuramlaştırmak” adlı kitabını önerebilirim. Ama şu kadarını söylemek gerek. Kadın, patriarkal ilişkiler içinde ezilen sömürülen ve aynı ilişki içinde ezme, sömürme imkânı olmayandır. Erkekse, bu sömürü ve baskının sorumlusu, bundan yararlanan da belli; adı üzerinde erkek-egemenliği. O yüzden cinsiyet toplumsal hiyerarşi içinde bir konum; aynı zamanda toplumsal bir pratik, bir deneyim. Duygu ya da tercih değil. O yüzden 8 mart eylemi, bazılarımızın girişte sorun yaşadığı bir parti değil. 8 mart kadınların ezilme ve sömürülmelerine karşı isyanlarını ifade ettikleri gün, muhatabı da erkekler.

Son olarak şunu söyleyeyim, politik bir tartışma kurumlarla yürütülebilir ama yazının başında söz ettiğim saldırı, yalan, hakaret gibi durumlar kişisel sorumluluk gerektiriyor. O yüzden, tartışmanın sonunda karşı karşıya kaldığımız üç arkadaştan isimlerini (soyadlarını ya da kimliklerini değil) açıklamalarını rica ediyor, Günce Hatun’u yeni kaybettiğimiz şu günlerde, Bayram Sokak baskınının hemen ardından bana gösterdikleri ilgi için İstanbul LGBTT Dayanışma Derneği’ne teşekkür ediyorum. Ve metindeki çok küçük bir noktaya daha itiraz etmek istiyorum; politik alanlarda gazeteci kimliğimle bulunmuyorum, gazetecilik ekmek kapım, politik kimliğim değil.

 

SFK notu:İstanbul LGBT’nin açıklaması için:http://www.istanbul-lgbtt.net/lgbtt/haber_detay.asp?haberID=162

 

 

Sokakta Tecavüz Var!/10 Mart 2013

t-c-avzBasına ve Kamuoyuna,

10 Mart sabahı saat 4 civarında, kalabalığın yoğun olduğu Taksim’in göbeğinde, herkesin gözü önünde bir kadına tecavüz girişiminde bulunuldu. Her gün binlerce kişinin kullandığı dolmuş duraklarının hemen yanında yaşanan bu şiddete etraftaki esnaf dahil olmak üzere pek çok kişi tanıklık etmesine rağmen, hiçkimse tepki göstermedi. O esnada oradan geçmekte olan bir arkadaşımız tecavüz girişiminde bulunan 6 kişiye müdahele etmek istediğinde, tüm esnaf ve gelen geçenin gözleri önünde bu kişiler tarafından darp edildi. Saldırıya uğrayan kadın ise bu kişilerce kaçırılmış ve halen durumu bilinmemektedir. Devamını Oku…

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2013

2013_feminist_8_mart (19)Bedenimiz, Hayatımız, Kararımız Bizim!

Aileniz sizin olsun!

Türkiyeli kadınlar olarak son bir yılımızı, ailenin korunması ve güçlendirilmesi hedeflenerek, “kadından önce aile”, “aile için kadın” perspektifiyle kadınlar üzerindeki baskının artırıldığı, kadınların eve, aileye ve kocaya bağımlı kılınmaya çalışıldığı hükümet politikalarına karşı direnerek ve mücadele ederek geçirdik.

AKP iktidarı, “annelik”, “namus”, makbul eş, “3-5 çocuk” dayatmalarıyla, kadınları eve hapseden uygulamalarıyla biz kadınların bedenlerini nüfus artışı için çalıştırılacak makineler olarak görüyor; kürtajı yasaklamaya çalışarak, fiilen kürtaj yaptırmanın önüne engeller koyarak bedenlerimiz üzerinde baskı ve egemenlik kuran, yaşam alanlarımızı daraltan politikalar üretiyor.

Kürtaj haktır karar kadınların

Erkek şiddeti ev içinde, sokakta, her yerde kadınların hayatını kuşatmış durumda. Kadını ancak ailenin içindeyse tanıyan devlet, sosyal politikasını da yalnızca aile üzerinden ve lütuf gibi sunuyor! Şiddete maruz kalan kadınların haklarına erişememesi; adliyelerde, valiliklerde, sığınaklarda, devlet kurumlarında yaşadıkları yılgınlık onları şiddet ortamına dönmeye mecbur ediyor.

Devlet kadınları heteroseksüel aileye mahkum etmeye çalışıyor; cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliğini, lezbiyen ve trans kadınların varlığını reddediyor. Trans kadınlar toplumdan dışlanıyor, seks işçiliğine zorlanıyorlar. Translar öldürülüyor ve katillere haksız tahrik indirimi uygulanıyor.

 

Türkiye’de her gün 3 kadın erkekler tarafından öldürülüyor, her 3 kadından biri dayak yiyor, her 5 kadından biri tecavüze uğruyor. Şiddetin kol gezdiği, kadınların can güvenliklerinin olmadığı bu topraklarda sığınak sayısı sadece 103. Nüfusun artması konusunda her türlü matematik hesabı yapabilen devlet, konu sığınakların sayısına gelince hesabı kitabı unutuveriyor! Halihazırdaki sığınaklardaki yaşam ise kadınları ailelerine, şiddet ortamına geri göndermek üzere kurgulanıyor.

Adına “Koza” diyerek cinsiyetçi dilini sürdüren iktidar, erkek ve kadınları aynı çatı altına koyan Şiddet Önleme Merkezleri’ni yürürlüğe soktu. Şiddet gören kadınlar ile şiddet uygulayan erkekler arasında arabuluculuk yapan aile irşat büroları ve aile danışma merkezlerinin misyonunu yüklenmeye hazırlanan bu yapılar, kadınlara değil erkeklere hizmet ediyor. Bu uygulamaya esastan itirazımız var.

Kadına yönelik şiddeti önleme iddiasıyla kadın örgütlerinin içeriğine yönelik itirazları dikkate alınmadan çıkarılan 6284 Sayılı Yasa, bir yıldır yürürlükte ama uygulanması kadınların başvurdukları kişi ve makamların keyfine kalmış durumda. Kadınların yaşam hakları polisin, hâkimin, savcının, valinin, kaymakamın inisiyatifine bırakılıyor. Standardı olmayan uygulamalar kadınları yargı süreçlerinde de yıldırıyor. Kararlar kadınları desteklemek hedeflenerek değil, cinsiyetçi ezberle alınıyor. Yasa kadınlara değil, erkeklere hizmet veriyor! Bakanlık, 6284 Sayılı Yasa’nın adına yerleştirdiği “Aile” kelimesinden başlayıp, teşkilatlanma biçimine varıncaya kadar her yönüyle erkek egemen yapıyı sürdürmek üzere işliyor. Oysa aileyi güçlendirerek erkek şiddetine karşı duramazsınız. Aileden tarafsanız, kadından taraf değilsiniz!

Biz kadınlar olarak hayatımız boyunca görüyoruz ki, devlet tecavüzde rıza, kadın cinayetlerinde haksız tahrik diyerek, kadınlara yönelik şiddeti meşrulaştıracak bahane arıyor. Bu yıl Nevin ve daha birçok kadının davasından gördük ki, erkek yargı karşısında kadınlar yalnızlaştırılıyor; kendilerini korumak, erkek şiddetine direnmek için kendi adaletlerini kendileri sağlamaya mecbur bırakılıyorlar. Meşru müdafaa haklarını kullanıyorlar!

Türkiye’de yaşayan kadınlar olarak, son otuz yıldır süren savaş ve çatışma ortamı ile devlet militarizmi ve şiddetinin tüm kadınları ne denli etkilediğini defalarca belirttik. Son bir yılda devletin milliyetçi-cinsiyetçi politikaları üzerinden özellikle Kürt kadınlar üzerinde baskılar yoğunlaştı. 8 Mart mitingine katıldığı, ders verdiği, düşündüğü, düşüncesini ifade ettiği ya da sadece Kürt olduğu için kadınlar tutuklandılar ve tutuklanmaya devam ediyorlar. Tutuklamaların durmasını ve cezaevinde olanların serbest bırakılmalarını istiyoruz. Türkiye bir süredir yeni bir müzakere sürecine tanıklık ediyor. Bu süreçte savaşın ve çatışmanın sonuçlarını yaşayan, mücadele eden kadınlar olarak tarafız. “Barış hemen şimdi” diyoruz!

Sığınak çalışması yapan kadın danışma merkezi İŞTAR’a karşı yapılan müdahale, İŞTAR’lı kadınların tutuklanması ile feminist kadın örgütü VAKAD’a karşı açılan kapatma davası, devletin Kürt kadınlarının örgütlü mücadelesini engelleme çabasını apaçık gösteriyor. Feministler olarak hem İŞTAR’ın hem de VAKAD’ın yanında olmayı sürdüreceğiz.

 

4 Mart’ta Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü’ne giderek AKP’nin cinsiyetçi politikalarını protesto eden ve binada pankart açan kadınlar, tam da o esnada içeride Fatma Şahin erkek şiddetini kınarken, polis tarafından şiddete uğradılar, işkence gördüler. Devlet erkek şiddeti bizi yıldıramaz!

Bugün 8 Mart! Kadınların mücadele ve dayanışma günü! Biz kadınlar, bize emek köleliğini, ömür boyu bakıcılığı, şiddeti ve baskıyı reva gören bugünkü aile düzeninin tek meşru ve istenmesi gereken yaşama biçimi olduğu düşüncesini reddediyoruz! Kutsal aileniz, her gün kadınların öldürülmesiyse, evlilik mahkûmluğuysa, devlete çocuk doğurmaksa, biz bu dayatmaya isyan ediyoruz! Kapitalizme ve patriyarkaya, erkeklere ve erkek egemen iktidara karşı eylemliliklerimizle, isyanımızla, direnişimizle, kadın dayanışmasıyla var ettiğimiz mücadelemize devam ediyoruz.

İstanbul Feminist Kolektif/8 Mart 2013

 

Küçük Asker de Bebek Baksın!

sirtop25Kuşakların belleğinde yer etmiş bu eski çocuk şarkısını hatırlıyor musunuz?

Küçük Asker, Küçük Asker
Ne Yapıyorsun, Bize Göster
Tüfeğime Bakıyorum,
Ona Süngü Takıyorum
Palaskamı Takıyorum
Ben Kışlama Gidiyorum

Devamını Oku…

Cin Fikirli Akp’nin Kuluçka Paketi:

untitled_maman-1Hükümet Kadınlara Ne Vaat Ediyor Kadınlardan Ne İstiyor?

Bu yılın şubat ayından beri, başbakanın emriyle Aile ve Sosyal Politikalar, Çalışma ve Sosyal Güvenlik, Kalkınma ve Maliye Bakanlıklarının kadın istihdamını artırmayı hedefleyen bir paket yasa tasarısı hazırlığı içinde olduğu çeşitli vesilelerle dile getiriliyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in açıklamalarından “Kreş yardımı” tartışmalarıyla başlayan sürecin bundan çok daha geniş kapsamlı bir proje ile ilgili olduğu anlaşılıyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, AKP’nin Adana’da düzenlediği 3. Bölge toplantısında kadın istihdamını artırmaya yönelik “esnek çalışma” modellerinin hazırlanmakta olan proje kapsamında olduğunu açık bir şekilde telaffuz etti. Kadın istihdamının artırılması söyleminin içeriği, Şahin’in şu sözlerinden daha net bir şekilde ifade edilemezdi:

Devamını Oku…

Kadınlardan Ceylanpınar İzlenimleri…

ceylanpinar1

Suriye’den kaçan sığınmacı kadınlarla dayanışmak için Ceylanpınar’a giden kadınlar izlenimlerini bir toplantı ile paylaştılar. İşte kadınların izlenimleri… 

Suriye’de 2011 Mart’ında başlayan savaştan sınırın bu tarafına kaçanların büyük çoğunluğu kadınlar, çocuklar ve yaşlılar. Savaşın daha fazla vurduğu yine kadınlar. Urfa Ceylanpınar’da sığınmacıların çoğu çadırkent/ kampta kalıyor. Akrabalarında ya da kiraladikları derme çatma; tek göz odalı, sıvasız, pencereleri naylon ya da kilim kaplı evlerde yaşamaya çalışanlar da var. İlçe kağıt gibi ortadan yırtılmış gibi. Sınırın öte yanı Serakâniye; Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı yer o kadar yakın ki sığınmacıların terke zorlandıkları evlerden “çete” elemanlarının çıktığını çıplak gözle görebiliyorsunuz. Kaçışlarının nedeni hem bu çeteci grupların evlerini talan edip kırıp dökmeleri hem de Esad rejiminin bombalamaları. Ermeni bir kıza annesinin gözleri önünde tecavüz edilmiş. Orda da kadın bedenini savaşın alanı olarak gören militarist politika her daim nöbette.

Bizler Gökkuşağı Kadın Derneği’nin çağrısıyla Barış İçin Kadın Girişimi, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Kadın Komisyonu, Kadınlarla Dayanışma Vakfı, Sosyalist Feminist Kolektif, Sosyalist Kadın Meclisleri, Sınır Tanımayan Kadınlar ve DİSK Kadın Komisyonu’dan kadınlar olarak 16 Şubat’ta sığınmacıların yaşadıklarını dinlemek, görmek ve dayanışmak için Ceylanpınar’a gittik. Çadırkente girmek için izin alamadık. Ancak BDP Kadın Meclisi’nden kadınların çabasıyla savaştan kaçıp kamp yerine az önce tariflediğimiz evlerde kalan 50 kadınla buluştuk, yaşadıkları yerleri ziyaret ettik. Günü birlik ziyaret bile Türkiye’ye sığınan kadınların ve çocukların ne zor şartlar altında olduklarını görmemize yetti.

Duyduklarımız savaşta kadınların neler yaşadıklarını bir kez daha ortaya koyuyordu. Savaş Serakaniye(Resulayn) de sürerken, sınırın bu tarafında yakıcı etkileri sürüyordu. Öldürülmemek için göç etmek zorunda kalmaları, bakım emeği, yoksullukla baş etmek sığınmacı kadınların yükünü daha da ağırlaştırmış. Tek göz odalarda, 9 -10 kişi bir arada yaşıyor. Isınma ciddi bir sorun. Kiralar artmış. Ceylanpınar Belediyesi ve BDP ilk elden barınma ve yiyecek sorununu çözmeye çalışmış. Ped ve çocuk bezinin yanı sıra iaşe dağıtımı düzenli olarak yapılıyor ancak olanaklar çok sınırlı. Kızılay ise ayda bir paket veriyormuş. Hem kamplarda hem de evlerde kalanlara temel ihtiyaçların aksatılmadan ulaştırılması herkes için özellikle de çocuklar için yaşamsal önemde. Devlet kamp dışında kalanlara eğitim, yiyecek ve giyecek hizmeti yapmıyor. Sağlıkta ciddi aksamalar oluyor. Örneğin; penceresi naylonla kaplı buz gibi bir odada yaşayan bir ailenin küçük ikiz çocuklarından biri hastaneye götürülüyor, ancak geçici ikamet izin belgesi olmadığı gerekçesiyle çocukla yeterince ilgilenilmiyor. Aile çocuğu kaybediyor. Sığınmacılar çadırkent üzerinden kayıt altına alınıyor. Sağlık hizmetlerinden ancak bu şartla yararlanabiliyor. Eğitim meselesine gelince; kamp dışındaki çocuklar okula gitmiyor. Kamplarda ise okul var ama sadece Türkçe ve Arapça eğitim verildiği için Kürt çocuklar fiili olarak engellenmiş oluyor.

Mahallelerde yaşayan kadın çocuk ve yaşlıların sayısı 4500. Araplar da var ama ağırlıklı olarak Kürtler. Akrabalarının yanında kalmak daha güven veriyor onlara. Çünkü kamplarda yaşlı erkeklerin orada kalan ailelerin çaresizliği nedeniyle genç kızlara “evlenme” karşılığı para teklif ettiklerini, tuvaletlere gidip gelirken taciz edildiklerini anlatıyor kadınlar. Tek başına kalan çok kadın varmış. Bazıları tek bir gün kalmış kampta. 2 ay kampta kalan bir kadın güven içinde olmadıklarını anlattı bizlere. Özel statülü oldukları, BM mülteci statüsünden yararlanamadıkları için keyfi uygulamalara maruz kalıyorlar.

Görüştüklerimizin ortak ruh hali: tedirginlik. Zira hem Suriye de kalan yakınları için endişeliler hem de gelecekleri konusunda. Sınır kapılarından geçişlerde ise Kürtlerin Araplardan farklı ayrımcılığa uğradıklarını söylüyorlar.

Sığınmacılar ucuzunda ucuzu iş gücü olarak çalışıyor. Savaşın kadınları daha da yoksullaştırdığı açık seçik ortada. Erkeğe daha bağımlı hale geldiklerini ifade ediyorlar. Savaş hayatlarını darmadağın etmiş. Esad rejimine “yeter” diyorlar. ÖSO’nun da özgürlük getireceğine inanmıyorlar. Yakında Türkiye devleti sınıra elektrikli teller çekecekmiş. Savaş bitmezse daha fazla acı daha fazla göç yaşanmaya devam edecek.

Resulayn/Serakaniyeli kadınlar “Türkiyeli kadınlar birleşsin, yürüyüşler yapsınlar, savaş bitsin” diye çağrı yaptılar. Evlerine dönmek istiyorlar. Bizler de savaşın hemen bitirilmesini istiyoruz.

Kamp ve kamp dışında kalan kadın ve çocukların yiyecek, barınma, eğitim, sağlık gibi ihtiyaçları acilen ve insani koşullarda karşılanmasını,

Devlet denetimindeki tüm kampların sığınmacılar için güvenli yerler haline getirilmesi ve sığınmacılara statü verilmesini

Kampların kadın gruplarının, insan hakları örgütleri, partiler ve DKÖ’lerin ziyaretine açılmasını ve şeffaflaştırılmasını

Yasal -yasadışı giriş ayrımı gözetilmeden koşulsuz olarak isteyen herkese ikamet ve çalışma izni verilmesini talep ediyoruz.

Savaşın acılarını bir nebze de olsa hafifletmek için Hakların Demokratik Kongresi’nin dayanışma çağrısını biz de buradan bir kez daha yinelemek istiyoruz.

Kadınların ihtiyaçları kadın pedi, kuru gıda, çocuk bezi, çocuk maması, ,battaniye ve çarşaf.

Yardımlarınızı İstanbul’daki tüm BDP İlçe bürolarına bırakabilirsiniz.

İletişim için HDK Merkez Büro: 0212 243 40 04

27.02.2013

Feminizm Seksi ve Komik Olabilir, Ancak Dünyayı Değiştirecek Olan Şey Öfkedir.*

Slut walk NewcastleEllie Mae O’Hagan

Çeviri: Çiğdem G.D.

Feminizm hakkında şiirsel güzellemelerle geçen on yılı aşkın süreden sonra bu ay artık biraz teori okumam gerektiğine karar verince, 50 yıl önce bu hafta yayınlanmış olan Betty Friedan’ın “Kadınlığın Gizemi” kitabını edindim.

Evinin tanrıçası, kendini adamış anne, emre amade sevgili, sadık eş; 1960’lar Amerikasının imkansız mükemmellikteki bu kadın vizyonu için Friedan’ın oluşturduğu ifade “Kadınlığın Gizemi”. Cinsiyet eşitliği savaşının kazanıldığı, kadınlara kendilerini gerçekleştirebilecekleri tek şey olan ev kadınlığının keyfini çıkarmaktan başka bir şey kalmadığı yalanının Friedan ve çağdaşlarına yutturulmaya çalışılması kitapta büyük bir öfke ile ele alınıyor. Friedan, kendilerine mutluluk olarak öğretilmiş bu eziyeti deneyimleyen kadınların yaşadığı rahatsızlık hali için kullandığı “tanımsız sorun” ifadesini kitap içerisinde çokça zikrediyor.

Devamını Oku…

Yeni Yıla Girerken Kadınlar İçin Kriz Geride Kalmıyor

feministgundem

Uluslararası Çalışma Örgütü, geçtiğimiz Aralık ayında 2007-08 krizinin kadın istihdamına etkilerini özetleyen bir rapor yayınladı. “Kadınlar için Küresel İstihdam Eğilimleri” başlıklı rapor, krizin işgücü piyasasındaki kadın-erkek eşitsizliğini daha da arttırdığını gözler önüne seriyor. Raporun temel sonuçlarını özetlemeden önce, kadın-erkek eşitsizliği açısından ‘gelişmiş’ ve ‘gelişmekte’ olan ülkelerde gözlenen temel eğilimlerin birbirinden farklı olmadığını vurgulamak istiyoruz.
Raporun sonuçlarına gelirsek:

1- 2002 ile 2007 yılları arasında işsizlik ve istihdam oranları açısından kadın ile erkek arasındaki fark kapanırken, krizle birlikte 2008 yılından itibaren kadınların işsizliği erkeklerden çok daha fazla artıyor. İstatistiklere yüzde 0,7 olarak yansıyan bu değişim, kriz sonrasında tüm dünyada 13 milyon kadının işini kaybettiğini gösteriyor. Aynı şekilde kadınların istihdam oranı da erkeklerden daha hızlı düşüyor.

2- ‘Gelişmiş’ ülkeler dahil olmak üzere, tüm dünyada kadınların işgücüne katılım oranı 1990’lardan beri, yani son yirmi yıldır erkeklerden çok daha hızlı düşüyor.

3- Eğreti istihdam, esnek ve güvencesiz çalışmanın üst düzeyde olduğu, düzenli bir ücretten mahrum olan, aile işine katkı koyan ya da kendi hesabına çalışan kesimi ifade eden bir kavram. Rapora göre eğreti istihdamda kadınların oranı erkeklerden daha hızlı büyüyor.

4- Tüm dünyada kadın işleri/sektörleri ile erkek işleri/sektörleri arasındaki ayrım da krizle birlikte artıyor. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kadınlar son yirmi yıldır hizmet sektörüne yığılıyor.

Rapordan yaptığımız alıntıya işşizlik rakamları ile son verirsek: Kriz sonrasında yaşanan işten çıkartmalar belli bir düzeyde toparlansa da, tüm dünyada kriz ile birlikte işten çıkartılan 29 milyon kişi halen işsiz. 2013 yılında bu rakama 2,5 milyon işsizin daha eklenmesi bekleniyor.
Krizin bir diğer etkisi de Avrupa’da 2011 yılından itibaren uygulanmaya başlayan bütçe kesintileri oldu. Kesintilere karşı yükselen isyan içerisinde kadınların ön saflarda olduğunu görsek dahi, henüz örgütlü feminist bir isyanın varlığından söz etmek mümkün değil. Sufrajet hareketinden bugüne her daim feminizme içkin olan küresel dayanışma ve örgütlenmenin krize karşı daha da güçlendirilmesi şart görünüyor.

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü 10 yaşında!

8 Mart’ta Saat 19.30’da Galatasaray’da buluşuyoruz!

dsc_0030İstanbul’da 8 Mart gece yürüyüşlerinin ilkini 2003 yılında gerçekleştirmiştik. İlk gece yürüyüşünün teması savaş ve işgaldi. “Savaşı çıkaran, savaş kararı alanların hepsi erkek, tesadüf mü!” dedik 8 Mart 2003 gece yürüyüşünde. Taksim Meydanı’ndan Mis Sokak’a yürümüştük.

2003 yılında çağrıyı kadınlara yapmış ve çağrıyı yapanların feministler olduğunu vurgulamamıştık. 2004 yılında ise feministler imzasıyla yine aynı yerde yaptğımız yürüyüşümüzün teması ‘kadın cinayetleri’; pankartımız ise “erkek vuruyor devlet koruyor, mezar değil sığınak istiyoruz”du.

2005 yılında yürüyüşümüzü Galatasaray’dan Taksim’e doğru yaparken “erkek düzenine itaat etmiyoruz” pankartını taşımıştık.

2006 yılında ‘feminist başkaldırı’; 2007 yılında ise ‘patriyarkaya karşı feminist mücadele” pankartıyla yürümüştük.

2008 ve 2009’da yürüyüşün en önünde ‘militarizme, kapitalizme, milliyetçiliğe, patriyarkaya karşı feminist mücadele’ pankartımız vardı.

2010 yılında “Erkek egemen düzene karşı feminist mücadele, feminist dayanışma”, 2011 yılında ‘feminist isyan’ dedik.

2003 yılında 100 kadar kadındık.. 2011 yılında ise İstiklal Caddesi’nde binlerce kadın ‘kadın cinayetlerine isyandayız’ diye haykırdık.

Bu yıl feminist hareketin 30.yılını geride bıraktık. Mücadele, dayanışma ve kazanımlarımızla geçirdiğimiz 30 yılın gücüyle 8 Mart Perşembe gecesi İstiklal caddesinde Patriyarkaya karşı sesimizi yükselteceğiz

Eskişehir’de Cinsel Saldırgana 8 Yıl Ceza

Eskişehir’de MorEl LGBTT oluşumu aktivisti bir kadına cinsel saldırı davasından saldırgana 8 yıl ceza çıktı!

Eskişehir’de MorEl LGBTT oluşumu aktivisti bir kadın bundan iki yıl önce R.A. isimli bir şahıs tarafından cinsel saldırı, tehdit ve tacize maruz bırakılmıştı. Olaydan sonra Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesinde açılan ve iki yıldır görülen dava 15 Şubat’ta sonuçlandı. 

Dava sonucunda sanık R.A. toplamda 8 yıl 4 ay cezaya çarptırıldı ve daha önceki sabıkası da göz önüne alınarak ceza indirimi uygulanmadı. R.A. Eskişehir’de birçok LGBT bireyi tehdit etmiş, paralarını gasp etmişti, bu tehditleri yüzünden de birçok LGBT bireyin kendisinden şikâyetçi olmasına engel olmuştu. MorEl aktivisti kadın arkadaşımızın bu mücadelesinin örnek olması, LGBT’lere yönelik bu tür saldırıların ve nefret suçlarının cezasız kalmaması dileğiyle…

Tahrir Meydanı Kadınlarına Küresel Destek Eylemi

etha-20120313-misirli-kadinlar-00_extTahrir Meydanı’nın eylemci kadınlarına yönelik cinsel saldırılara karşı birçok ülkede protesto gösterileri organize edildi.   Eylem çağrısında “Süregelen Mısır Devrimi’nde kendi bedenlerinden ödün vererek mücadele eden cinsel saldırı mağdurları ve Tahrir’i kurtarmak için hayatlarını tehlikeye atan cesur gönüllülere desteğimizi, dayanışmamızı ve selamımızı göndermek istiyoruz.” denildi.

Küresel ve eş zamanlı olarak düzenlenen eylem 12 Şubat’ta yapıldı. Türkiye’den de bu çağrıya ses veren bir grup kadın Salı günü İstanbul- Bebek’teki Mısır Konsolosluğu önünde  eyleme destek vermek için bir araya geldi. Devamını Oku…

Aile Dışında Hayat Var! / 9 Şubat 2013

İstanbul-Adana eşzamanlı eylemlerde okunan basın açıklaması:

9ubat2013ailekampanyaseylem028Biz kadınların hayatı, tozpembelere boyalı kız çocukları olarak ailede başladı. Ailede alıştırdılar bizi yerimizi bilmeye, itaat etmeye, hep verici olmaya, sokağa çıkmamaya, çıkınca görünmemeye. “Aile bağları” dedikleri aslında ortasına düştüğümüz bir eşitsizlik yumağıydı. Daha kendimiz olamadan, kadın olamadan, anne olmayı, erkeklere hizmet etmeyi, ev işleri yapmayı öğrendik. Cinselliğimiz yoktu; doğurup, besleyip, büyütmekti en temel görevimiz. Kimi seveceğimiz, nasıl seveceğimiz, kiminle sevişeceğimiz, emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz, bütün yaşamımız, erkek egemen sistem ve onun hayat bulduğu en temel kurum olan aile tarafından belirlenmişti. Büyük bir yalana inandırıldık yıllarca, aileden başka bir hayat yoktu! Evlenecek, doğuracak, kendimizi saadet yuvası ailemize adayacaktık.
Devamını Oku…

“Aile Dışında Hayat Var” Kampanyası İstanbul Eylemi Basın Açıklaması

aile_d_h_v_subat

Aile Dışında Hayat Var Kampanyası İstanbul Eylemi Basın Açıklaması

9 Şubat 2013

Biz kadınların hayatı, tozpembelere boyalı kız çocukları olarak ailede başladı. Ailede alıştırdılar bizi yerimizi bilmeye, itaat etmeye, giymemeye, ses etmemeye, hep verici olmaya, sokağa çıkmamaya, çıkınca görünmemeye. “Aile bağları” dedikleri aslında ortasına düştüğümüz bir eşitsizlik yumağıydı. Daha kendimiz olamadan, kadın olamadan, anne olmayı, erkeklere hizmet etmeyi, çocuk, hasta ve yaşlı bakmayı, ev işleri yapmayı öğrendik. Cinselliğimiz yoktu; doğurup, besleyip, büyütmekti en temel görevimiz. Kimi seveceğimiz, nasıl seveceğimiz, kiminle sevişeceğimiz, emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz, bütün yaşamımız, erkek egemen sistem ve onun hayat bulduğu en temel kurum olan aile tarafından belirlenmişti. Büyük bir yalana inandırıldık yıllarca, aileden başka bir hayat yoktu! Evlenecek, doğuracak, kendimizi saadet yuvası ailemize adayacaktık.

Devamını Oku…

“ABD’li Kadın Turist Sarai Sierra”

sarai

Tuğçe Sarıgül

“ABD’li Kadın Turist Sarai Sierra” diye başlıyor haberlerden birinin ilk cümlesi.

Bu turistin cinsiyeti erkek olsaydı “erkek turist” yazar mıydı onu düşündüm önce.

Sonra başka bir haberi okudum:

“Otopsi raporlarının genellikle 2-2,5 ay içinde tamamlandığı ancak Sierra’nın ‘özel durumu’ nedeniyle sürenin biraz daha uzayabileceği öğrenildi. Raporun yaklaşık 3 ay içinde çıkabileceği tahmin ediliyor.”

Neydi bu tırnak içindeki “özel durum”? Cinsiyetçi ve reklam kokan bu tırnak işareti çok fazla şey anlatıyordu aslında.

Derken, diğer haberleri taradım. Her cümle kendi içinde içler acısıydı.

Kadının tek başına yurt dışına çıkması mı yazılmadı, ajan olduğu mu, 13 günlük kirasını peşin ödediği mi… Hepsi ama hepsi yazıldı, konuşuldu.

Peki, haber değeri olan şey (ki burada bir insanın can kaybıydı) bunlar mıydı, yoksa bir kez daha bir kadının öldürülmesi miydi?

Sierra, ölü bulundu. Ama hemen üzülmesin kimse; tecavüz edilmedi. Derin bir nefes alabiliriz ülkece! Tam rezil olacakken yırttık yine.

Haberlerin erkek egemen dilini sıkça okuyor görüyoruz. Her defasında bizi şaşırtmamayı başarıyorlar.

Haberlerin ilk cümlesinden son cümlesine kadar salyalı ağızlardan cinsiyetçilik akan dili görmemek için kör olmak gerekiyor.

Bu cinsiyetçilik bombardımanı Sarai’nin tek başına Türkiye’ye gelmesiyle başladı: Madem iki çocuğu var, neden onları yalnız bıraktı, kocasıyla sorunu mu vardı da onunla gelmedi, parası olmadığı bilindiği halde neden Türkiye’den sonra başka ülkelere gitti, bu paranın kaynağı ne, gittiği ülkeler ve güzergâha göre ajan ve kurye olabilir mi,

Taylan kişisi kim, odaya sürekli 3-4 erkekle dönmesi ne anlama geliyor?…

Ülkemize gelen bir turistin “ölü bulunmasının” ardından, bu cümleye gelen karşı atak soruları onlarca daha uzayıp gidebilir. Son sorudan başlayacak olursak bu ne anlama geliyor?

-Toplumca rahat edebiliriz, kadın zaten …

-Ee?
-Hak etti yani.

Çocuğunu ve kocasını bırakmayan sadık eş ve şefkatli olmasını beklediğimiz Sierra…

Nereden biliniyor öyle olmadığı? Peki, gerçekten hem sadık eş hem şefkatli anne olmak zorunda mı? Tatile çıkmak için ille kocasıyla sorunu mu olmalı? Bu durum bize o kadar absürd geliyor ki, “Sarai olsa olsa ajan olabilir”i yapıştırıveriyoruz. Üstelik tam tersi bir durum olsaydı, yani ülkesinden buraya sadece bir kadınla birlikte olmak veya fotoğraf çekmek için gelen bir erkek olsaydı ve öldürülseydi, o insanın adını biliyor olur muyduk? ABD’li olmasa haber bile olmazdı belki. Aynı şey Sarai Sierra için de geçerli. Bu durumu ilginç ve magazinel kılan;

ölen kişinin ABD’li olması,

kadın olması,

ailesini bırakarak ilk kez yurt dışına çıkması,

parası olmadığı bilindiği halde birden çok ülkeye gitmesi

ve bir erkekle buluşması…

Kadının hiçbir durumuna saygı göstermeksizin, kalbine, ailesine, cebine attık ellerimizi. Kurcaladık da kurcaladık. Tek sorgulanmayan şey; “neden?”

Neden Türkiye’ye gelen yabancı kadınların ve burada yaşayan diğer kadınların can güvenliğinin olmadığı, korunamadığı…

Yalnız bir kadın yurt dışına çıkıyorsa başına gelecekleri önceden kabul etmiş sayılır. Üstüne bir de Müslüman ve Türk olmaması eklenince taciz kaçınılmaz olur. Özellikle,

Türkiye’den Rusya’ya giden erkeklerden Rus kadınlarının sıtkı sıyrıldı. Türk olmayan tüm kadınları elle, sözle, gözle taciz etmek gayet meşru. Onlar zaten “rahat”. Şikâyet edip karakola gitseler bile, orada da güvende olabilecekleri ihtimali düşük.

“Tecavüz bulgusuna rastlanmadı”

Sierra ölü bulunduktan sonra, ardından gelen ikinci cümle de şu oldu: “tecavüz bulgusuna rastlanmadı”.

Peki, bu cümle bize neden bu kadar iğreti geliyor?

Bu duruma şükretmemiz bekleniyor da ondan. Pippa Bacca olayındaki gibi “rezil olduk” nidaları atılırken bir de bakıldı ki tecavüz edilmemiş. Bundan mutlu mu olmamız gerekiyor? Kendi kendini ele veren bir toplum!

Yabancı bir kadının tecavüz edilip öldürülmesinin yansıması, yalnızca dünyaya rezil olmak olarak adlandırılıyor. Tek derdimiz var, aman ele güne rezil olmayalım, açık vermeyelim!

Misafirperverliğiyle övünen bir ülke daha var mı Türkiye’den başka? Buraya tatile, gezmeye gelen her yabancı kadını rahatsız etme, taciz etme “hakkı” da nereden çıkıyor o zaman?

Kadir Topbaş bizimle aynı ülkede yaşadığından emin mi?

Başka bir haber başlığı ise şöyleydi: Taylan K’dan “Birlikte Olduk” İtirafı.

Ve yine bir tırnak işareti. Vurgu orada.

“Sierra’nın öldürülme haberinin en önemli olayı bu.

Başına neden böyle bir olayın geldiğinin sebebi o tırnak içindeki cümle.

Siz siz olun, kocanız dışında kimseyle birlikte olmayı aklınızdan dahi geçirmeyin”

türünde bir tırnak işareti. Bakın, ne çok anlam kattı değil mi? Tek bir işaretle ahlak ve hayatımız hakkında bir yığın laf çıktı ortaya.

Bu başlığın hemen altında da Kadir Topbaş’ın “İstanbul Daha Güvenli” sözleri: (bkz: “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, ABD’li Sarai Sierra cinayetine ilişkin şu değerlendirmede bulundu: “Dünyanın diğer kentleriyle mukayese ettiğinizde, İstanbul daha güvenli. Bu vahşi cinayet bizi üzmüştür. Mutlaka failler tespit edilecek. Ancak hoşumuza gitmeyen bir sonuç ortaya çıkmıştır. Çalışmalar sürmekte, valilik ve emniyetimizle müşterek çalışmalar yapıyoruz”.)

Kadir Topbaş bizimle aynı ülkede yaşadığından emin mi acaba?

Bu bir zaytung haberi gibi. Her gün 3 kadından fazlası erkekler tarafından öldürülürken, istatistiklere ülkemize gelen yabancı kadınların öldürülme sayısı da eklenip artık çeteleler bu doğrultuda tutulmalı. Çünkü kadınlar sistematik bir şekilde “cins kırımı”na uğruyor. Münferit olarak değerlendirmek korkunç… Kadir Topbaş ve türevlerinin yaptığı ise tam anlamıyla bu!

Kendileri bu ülkede istatistiklere bile giremeyecek kadar hızla öldürülen kadınlardan haberdar değiller mi? Adında artık “kadın” adı olmayan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin de bu durumu biliyor, diğerleri de… Türkiye bizler için güvenli bir ülke falan değil Topbaş. Biber gazları bu ülkede “tacize karşı” etiketiyle satılıyor sağda solda. Koruma talep eden binlerce kişinin cinsiyeti: kadın! Çantalarında savcılık şikâyetlerinin olduğu belgelerle öldürüldü yüzlerce kadın. Tecavüzü uğradıklarında, üzerinde ne vardı diye soran da yine savcınız, hâkiminiz. Tecavüze yeltenip eylem gerçekleşmedi diye beraat edenlerin olduğu bir ülkede yaşıyoruz. 13 yaşında bir çocuktan tecavüz sonrası “rıza” arayan yargınız var. Onlarca erkeğin tecavüzüne uğrayan kadınlar rahatsız, çünkü o adamlar dışarıda. Çünkü o kadınlar hayatları boyunca hatırlamak istemeyecekleri o gerçekle, gittikleri her kurumda kendileri suçlanırcasına yeniden yüzleşiyorlar. Sen güvende olabilir, onlarca korumayla gezebilirsin. Devlet sana sıcak kucağını açabilir Topbaş, ama biz kadınlar her gün biraz daha ölüyoruz! Ölen, tecavüze uğrayan kadınların haberleriyle, “hala yaşayan” kadınlar olarak biz de ölüyoruz!

Bu tecavüz, taciz ve şiddet haberleriyle bir yandan da devletinizin, hükümetinizin ekmeğine yağ sürülüyor. Kadınların kork(uturul)arak evlere hapsolması ve sadece aile kurup o aileye sadık kalarak güvende olabileceğini düşünüyorsunuz. Ama aile içi şiddet, tecavüz ve ensestin esamesi okunmuyor.

Washington Post’ta makalesi yayınlanan gazeteci Alyson Neel, İstanbul’da başına gelen taciz olaylarını anlattığı için yine utanca (!) boğulduk. Dünya kadınları olarak gittiğimiz bir ülkede başımıza kötü bir şey geleceğinden öyle eminiz ki, bunun için rehberler bile hazırlanıyor. Devamlı olarak kendimizi korumak için ne yapmamız gerektiği söylenen bizleriz. Tacize, tecavüze uğradığını ispatlamak da yine bizim yükümüz. Kapalı giyinmesi, “ailesini” bırakmaması söylenen de yine biziz. Daha henüz bir ceninken başlıyor, yapmamız gerekenler listesi. Her şey aleyhimize delil olabiliyor. Alyson’ın şikâyet için gittiği karakolda bile, onu rahatsız eden yine bir erkek polisti. Hiçbir yerde güvende değiliz.

Şimdi bir de denetimli serbestlik yasası çıktı. Rahat eden üç beş kadın vardıysa da, artık onlar için de, bizim için de huzursuz günler katlanarak artıyor. Trajikomik olan şu ki; “bu yasayla, denetimli serbestlik tedbiri kapsamında cezanın infazıyla; hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamaları, aileleriyle bağlarını sürdürmeleri ve güçlendirmeleri amaçlanıyor”muş.

Bu amaç erkeğin karısını öldürüp huzura ermesiyle sağlanacak zaar.

Biz kadınlar dünyayı on kere keşfe çıkabiliriz. Tüm bu yukarıda sayılanlara son veren, güvenliğimizi sağlayan yasalar çıkarılıp dünya bizler için gerçek anlamda güvenli olunca, aile ya da eş, koca kisvesi altındaki prangalarımızdan kurutulunca, yasalarınız, muhafazakâr söylemleriniz, erkek egemen sisteminiz ve ahlak anlayışınız yerle yeksan olunca…
O ana kadar mücadeleye devam!

Biz bunları oldurana kadarsa, Pippa, Sarai, Melek, Münevver ve Güldünya’yı ve aramızda olan olmayan diğer kadınları yaşatacak, onları unutturmayacak, size bunun hesabını soracak ve kafanızı çevirdiğiniz her yerde olmaya devam edeceğiz.

 

Aile Dışında Hayat Var!/2013 Şubat

adhvBiz kadınların hayatları patriyarkal (ataerkil) kapitalist sistem altında her dönem zordu. Bize modern çekirdek aile içinde sunulan en iyi seçenek, karşılıksız ev ve bakım emeğimizin yanı sıra düşük ücretli “kadın işleri”nde çalışarak aile yaşamının idame ettirilmesinde  destek güç oluşturmak oldu. İçine sıkıştırıldığımız ücretli emek-ücretsiz emek kıskacı, eve ek gelir getirsek de aileden, kocalardan bağımsızlaşmamızın önünde hep bir engel oluşturdu.

Devamını Oku…

Ermeni Kadınlar Yalnız Değildir!!! Farkındayız, Buradayız, Takipçisiyiz

hepimiz_ermeniyiz

İstanbul Kadın Kolektif, İstanbul Samatya’da 2 ay içerisinde 4 Ermeni kadına yapılan saldırıları protesto etmek amacıyla bir eylem düzenledi. Cinayetleri protesto eden feminist kadınlar, 28 Aralık’ta öldürülen Maritsa Küçük’ün evinin önüne çiçekler bıraktı.

Hergün televizyonlarda, basında bölünmeyen vatanlarını Türklük üzerinden tanımlayanlar Samatya’da öldürülen ve saldırıya uğrayan Ermeni kadınların maruz kaldıkları şiddeti münferit ve saldırıya uğrayan kadınların bazılarının hiçbir malına dokunulmadığı halde ‘hırsızlık-adli bir vaka’ gibi gösterme çabaları, çok tanıdık olduğumuz bir durum değil mi? Üstelik failler henüz yakalanmamışken, üstelik yetkililer tarafından konuyla ilgili tatmin edici herhangi bir açıklama yapılmamışken…   Bu ülkede milliyetçi söylemin en hafifletilmiş hali “bizden değil ama iyi insandır” söylemini duymayan var mıdır aramızda? Kimdir bu bizden olmayanlar ve biz kimiz?   “Türküm doğruyum çalışkanım” andıyla büyüyen bu toprakların çocuklarının bir Ermeni’ye, Yahudi’ye, Rum’a, Çerkez’e, Kürt’e, Laz’a… biz demesi nasıl mümkün olur ve Ermeni kadınların uğradıkları saldırılar nasıl münferit olarak değerlendirilir? Kadınlar olarak hep birlikte sorguluyoruz çünkü;

IMG_7398

Bu saldırıları ta içimizden ve bize yapılmış gibi hissediyoruz,   Sorguluyoruz çünkü; savaşlarda, mülteci olduğumuzda, göçe zorlandığımızda bütün nefret söylemlerinin ilk hedefi biz oluyoruz. Kürt halkının seçtiği milletvekili kadınla ilgili “onlar da kadın mı?” diye  soran zihniyet, kadınların nasıl ilk hedef olduğunu göstermiyor mu kadınlara?

Samatya sokaklarında büyüyen bir Ermeni kız çocuğuna annesi “bana sokakta mama deme!”dediğinde bu ülkeyi yönetenler ve ideologları yarattıkları bu korkudan muaf mı olacak?   Siz ülkenin muktedirleri ve yönetimi elinde bulunduranlar, söylemlerinizi değiştirmediğiniz sürece Ermeni kadınlar şiddete maruz kalmaya devam edecekler.   Son dönemde Ermenilere yönelik devlet katında ve toplumda ırkçı tacizlerin arttığı bir gerçek. Bir taksicinin müşterisi olan bir kadını salt Ermeni olduğu için yumruklaması, saçlarından sürükleyip taksiden atması; hayvan hakları savunucusu Eva’nın sürekli “taşnak uşağı” diye tacize uğraması, açtığı davanın hâlâ sonuçlanmaması; İçişleri eski Bakanının katıldığı mitingde “Hepiniz Ermenisiniz hepiniz piçsiniz” pankartının açılması… Ermenilere yönelik şiddete ve milliyetçi şiddet diline ilişkin yaşananlardan bazıları…   Biz kadınlar size her seferinde bu şiddet diline karşı olduğumuzu hatırlatacağız.   İşte bu yüzden biz Maritsa’yız, biz Sultanız, biz Turfanda’yız diyoruz, bu yüzden burdayız, saldırıların takipçisiyiz.

İşte bu yüzden bu saldırılar münferit değil sistematik diyoruz.   İşte bu nedenle suçluları bulun ve hesap sorun diyoruz.

İşte bu nedenle Ermeni kadınlar yalnız değildir, biz buradayız diyoruz.

İşte bu nedenle nefret söyleminizden vazgeçin ve bir an önce nefret suçları yasasını çıkartın diyoruz.   Kadınların elleri yakanızda, bunu unutmayın!

Feminist Politika S.17 Dosya: Aile Dışında Hayat Var!

fp-sayi17Feminist Politika dergisinin 2013 Kış (Şubat 2013) sayısı Dosya: Aile dışında hayat var!

Bu dosyamızı ailenin feminist eleştirisine ayırdık: Bize tek meşru birlikte yaşam biçimi olarak dayatılan heteroseksüel tek eşli evliliğin ve bu evliliği merkezine alan aile biçiminin çözülmesine ilişkin bir perspektif geliştirmeye çalıştık. AKP’nin aileyi güçlendirme politikalarıyla dört bir koldan kadınlara saldırması karşısında, feministler olarak bir direniş oluşturma ihtiyacını duymamız çok doğaldı.

Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 18/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 18

DOSYA: Patriyarka – kapitalizm ilişkisi

4 Türkiye’den haberler
6 Dünyadan haberler
8 Söyleşi: “Barış tarihi silen bir şey olmamalı” / Nazan Üstündağ
10 Çözüm sürecinde kadınlar / Yurdusev Özsökmenler
12 Baharın bedeli: Arap ülkelerinde değişim ve kadınlar / Selin Çağatay
14 Aile ve iş yaşamı kıskacı (pardon, uyumlaştırma) politikaları / Deniz Ulusoy
15 Eğitimde esnekleşme ve güvencesizleşme / Gönül Korkmaz
16 Lezbiyen aşkın feminist eleştiri için kazanım ve imkânları III / Hande Ögüt
18 Bir aile filmindeki bazı “kapalı sahneler” / Güneş Engin
DOSYA: Patriyarka – kapitalizm ilişkisi
20 Patriyarka – kapitalizm ilişkisi yazınından örnekler / Kamile Dinçsoy
23 Dosyanın konukları: Diane Elson, Maria Mies ve Claudia von Werlhof
23 “Kapitalizm her zaman cinsiyetli bir sistem olmuştur” / Diane Elson
25 “Bilişim teknolojisi… kadınlara karşı yürütülen bir sanal savaş” / Maria Mies
27 “Kapitalist sömürü: Patriyarkal sömürünün en yeni biçimi” / Claudia von Werlhof
30 Bir kez daha patriyarka – kapitalizm ilişkisi üzerine… / Gülnur Acar Savran
32 SFK’nın teorik / politik zeminine kısa bir bakış / Ayşe Toksöz – Özlem Barın
35 Bir imkânsız model: “Aile ütopyası” / Alev Özkazanç
38 Kapitalizm ile ilişkisi içinde patriyarka / Ece Kocabıçak
41 Toplumsal muhalefetin evlilik eleştirisine genel bir bakış / Öznur Subaşı
42 Aile bir… nedir? / Deniz Tuna
44 Şiddet “yuva”larında anneler ve kızları / Pınar Önen
46 Toplum ve ailenin evrimine bakış / Çiğdem G. D.
47 Evde tek başına / Ayşe Panuş
48 Mor Çatı’dan: Hedef, şiddetsiz yaşam olmalı / Melike Keleş
50 Kayıp Şehir’de kaybolan kadınlar / Hasbiye Günaçtı -Tuğçe Sarıgül
52 Bellek: Osmanlı’da kadın hukukunu savunan dergi Kadınlar Dünyası 100 yaşında / Serpil Çakır
54 Nasıl feminist oldum? / Havva Çolak
55 Kadınlık halleri: Bile bile lades! / S.Dilek Şentürk
56 Kadınlık halleri: Bir ihtimal daha var, arkadaşlık ve sevgililiğin ötesinde / Kadife Ceket
57 Feminizm ve Marksizm: Kırk yıllık ihtilaf / Ece Kocabıçak – Selin Çağatay
58 Kitap: Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti: Erkekler Devlet Kadınlar Aile Kurar (Serpil Sancar) / Sevgi Adak
59 Öykü: Aşkın zembereği / Aynur Taner
62 Biliyoruz oradasınız… / Ülkü Songül
63 Acı Kahve / Arzu Yayıntaş – Neriman Polat
64 Tecrübeden Tercümeler: Yoksullukta bakım ve yaşam / Anastasia Richardson
66 Hiç Şaşırmadık
66 Görülmüştür – Cezaevinden mektuplar

Genelevleri Kapatmadan Önce…

kahvecigenelev “Devlet kadınları dibe yönlendirmesin, biz ‘yaşatan’ bir devlet isiyoruz”. Bu sözler 2007 genel seçimlerinde feministlerin desteklediği vesikalı kadın aday Ayşe Tükrükçü’ye ait. O zaman kulaklarını Ayşe ve Saliha’nın taleplerine tıkayan devlet,  genelev çalışanlarından vergisini almaya devam etti.  Şimdilerde burjuvazi adına daha kârlı bir yatırım imkanı görmüş olsa gerek ki, devlet Karaköy genelevi işletmelerini teker teker kapatıyor. Kapatma gerekçesi olarak ise müşteri gibi gelen iki sivil polisin geneleve kadınlar tarafından davet edildiğini iddia etmesi ve geneleve dışarıdan müşteri çağırma yönetmeliğinin ihlal edildiği öne sürülüyor. Karaköy’deki 15 genelevden 2’si kapatıldı.  4’ü ise geçici olarak mühürlendi.

Devamını Oku…

Ankara Barosu’na Sesleniyoruz!/25 Ocak 2013

candandumrul-2012-12-14Ankara Barosu’na Sesleniyoruz

Kadın Düşmanlığı Yapma !

Ankara Kadın Platformu

Candan Dumrul’un Karar Duruşması’nda dayanışmak için 25 Ocak Cuma–Saat: 15.30’da Ankara Barosu Eğitim Merkezi (ABEM) önünde buluşuyoruz. (Zafer Çarşısı karşısı, Divan Pastanesi yanı)

Fethiye davasında tecavüz sanıklarının avukatlığını yapan, aynı zamanda Muğla Baro Başkanı olan Mustafa ilker Gürkan’ı protesto ettiğimiz eylemimizde metni okuyan Candan Dumrul arkadaşımızı Gürkan, “hukuka ve ahlaka aykırı davrandığı” gerekçesiyle, Ankara Barosu’na şikayet etmiştir. Ankara Barosu da arkadaşımız Candan Dumrul Hakkında soruşturma başlatmıştır.

Ankara Barosu’na göre kadın dayanışması,Hukuka ve  Ahlaka Aykırıdır.

Karar duruşmasında,kadın dayanışmasını yükseltmek için,

HEPİNİZİ ABEM ÖNÜNE BEKLİYORUZ.

 

Sonuna Dek Dayanışma!

dayanma S.Dilek Şentürk

“Kadın için önemli değil evde meşgul olur da, erkeğe zor” cümlesi hem sık duyduğum, hem de her duyuşta elimi kılıcıma götüren bir kelime yığını. Ben bu sözü o kadar çok duyuyorum ki, bunaldım artık.

Otuz bir yıllık iş hayatımdan sonra üç yıl önce emekli oldum. Çok güzelmiş ve sık sık tekrarlanması gerekiyormuş gibisine, beni bunaltan bu sözü söyleyenler de ne yazık ki yıllardır aynı yolları birlikte yürüdüğümüz kadın arkadaşlarım. Emekli öğretmen dostlarım.

Bir araya geldiğimizde biriktirdiğimiz anılarla dolu sohbetlerimiz çok ta keyifli geçiyor aslında. O günleri yaşar gibi oluyor, kaybettiğimiz dostlarımızı anarken yaşarsa da gözlerimiz, birlikte olduğumuz o anı şeker tadında yaşıyoruz diyebilirim. Ancak söz dolanıp ta emeklilik hayatımıza geldiğinde nasıl oluyor anlamıyorum guruptan bir kadın mutlaka söylenmeliymiş gibi bir anda dilinin ucundan salıveriyor beni öfkelendiren sözcükleri. Kadın kendine meşguliyet buluyormuş zaten ev içinde temizlikti, düzendi, yemekti, ütüydü, gelendi gidendi derken sıkılmaya vakti kalmıyormuş. Hatta “çalışırken nasıl yetiştirirdik şimdi gün yetmiyor” gibisine söylemleri de üstüne eklemekte gecikmiyor. Ama erkek için çok zormuş emeklilik, boşlukta kalıyorlarmış, kadın olarak hallerinden anlayıp destek olmamız gerekiyormuş. Öyle bir anlatıyor ki anlatan, içim sızladı sızlayacak! Sarıyor sarmalıyor, dil bilmez yol bilmez bir bebek, evin küçük oğlu konumuna oturtuyor koskoca adamı. Hatta düştüğü boşluktan dolayı ona acıyıp daha çok ilgilendiğini, çocuk gibi pışpışladığını ifade etmekte.”Nasıl yani?” diyorum “arkadaşlar durun biraz beni dinleyin”.Dinliyorlar. Haklısın diyorlar. İyi güzel de tekrar bir araya geldiğimizde söz emekliliğe geldiğinde emeklilik sözünün ardından bu sevimsiz cümle birinin olmazsa diğerinin, guruptaki her hangi bir kadının ağzından yine mutlak surette dökülüp salonun havasına karışıyor, soluk almamla birlikte ciğerlerime, kanıma, beynime ulaşıyor. Her defasında “nasıl yani, bir dakika arkadaşlar beni dinleyin” sözünün ardından epey bir anlatsam da, dinleyip haklısın deseler de bu böyle devam edip gitmekte ne yazık ki.

“Arkadaşlar” diyorum, “Karı-koca yirmi otuz her neyse yıllarca çalışıp emekli olduk, ama şu kadına biçilen rollerden de emekli olalım artık, kendimizi kocanın huzurundan, evin düzeninden sorumlu tutmayalım. Evi paylaştığımız kişilerin yeter artık yükünü taşıdığımız!” Ve devam ediyorum bıkmadan usanmadan her defasında;

Nasıl bir şeydir boşlukta kalmak, erkeğin boşlukta kalması yani. Bu boşluk ne arıza bir şey ki sadece erkekleri almakta içine. Kadın düşmez mi boşluğa, emeklilik insan hayatında yeni ve değişik bir dönemdir. İş hayatından kopan, yılların alışkanlıklarını geride bırakıp yeni bir hayata başlayan kadının hiç mi içinde fırtınalar kopmaz.Çalan bir okul zili, yolda gördüğünüz öğrenciler, tebeşirin kokusu hiç mi rüyalarınıza girmedi.Hangimiz kolay alıştık bu döneme.Eee bizi kim pışpışladı.Çalışma hayatımız bitmedi ki zaten ev içinde müebbet ev kadınıyız, öyle değil mi.Peki biz ne zaman pışpışlanacağız.Geçtim pışpışlanmaktan ne vakit kendimiz için yaşayacağız bu cihanda.

“Haklısın” diyor biri, “bu tarafını düşünmemiştim hiç” “Ama” diye devam ediyor; “Cidden erkeğin evde olması çok zor, üstelik ben de tedirgin oluyorum. Rahat bir temizlik yapamıyorum.-Kitap okuyorum süpürgenin sesi beni rahatsız ediyor-diyor. O evdeyken iş yapamıyorum. Erkek evde olmamalı arkadaş.”
İşi beraber yapın, birlikte kirletmiyor muyuz zaten evi diyecek oluyorum, hem o vakit herkes kitabını gazetesini de rahatlıkla okur diyorum.”Aaa o mu beceremez, bırak temizliği bir yumurta kırıp yiyemez ben olmasam” diye saldırılara, savunmalara maruz kalıyorum. Daha da abartıp “Erkeğe yakışmaz ev işi” sözü şak diye yapıştırılıyor yüzüme. Olmuyormuş, yakışmıyormuş, dahası “erkeklerini” o şekilde görmek hoşlarına gitmiyormuş. Ter döküyorum her defasında ama yılmıyorum.

Çünkü biliyorum ki arkadaşlarım ne kadar bana karşı çıksalar da içlerinde bir yerde “bu kadın haklı” diyorlar, bunu hissediyorum. Benim gibi düşünen ve düşüncelerini günlük hayatın pratiklerinde uygulamaya çalışan kadınları “kadın olamama” “Erkek Fatma” olma haliyle yer yer verdikleri örneklerle kınasalar da “haklısın” dediklerini duyuyorum ya!Olsun.Bu bana cesaret veriyor.Çünkü biliyorum ki kadınların, doğdukları gün ataerkil sistem tarafından giydirilen ve bir ömür üstlerine yapıştırılan rollerinden kurtulması o kadar da kolay değil.Bize reva görülüp ,hatta böyle olduğuna, olması gerektiğine, böyle olunursa “kadın” olunabileceğine inandırıldığımız cinsiyet rollerinin politik olduğunu görebilmek de öyle.Bunun için kadın dayanışmasının kaçınılmazlığına ve bu dayanışmayla, paylaşımla kadınların dönüşebileceğine inanıyor bu dönüşümün sağlayacağı gücü düşündükçe mücadele etme enerjimin arttığını hissediyor,dayanışmadan, paylaşmadan, mücadeleden asla yılmıyorum.Ben her kadının içinde bastırılmış, yok sayılmış bile olsa bir feminist ruh olduğuna, dayanışma ile bu ruhun açığa çıkıp mücadeleye katılacağına inanıyorum.

Gerçekleşen taleplerimiz, mücadelemizle edindiğimiz, edineceğimiz kazanımlarla kuracağımız yeni dünyada hangi kadın yaşamak istemez ki. Yeter ki bastırılmış, yok sayılmış o ruhu açığa çıkarmayı başaralım!

 

Türkiye’de Kürtajın (Tıbbi) Tarihi

Dr. Hafize Öztürk Türkmen

Doğal gebelik süresi tamamlanmadan önce, embriyonun ana rahminden çeşitli yöntemlerle alınarak gebeliğin sonlandırılması anlamına gelen “kürtaj” ya da “isteğe bağlı düşük”, son günlerde iktidarın marifetiyle yeniden kamuoyunun gündemine getirildi. Üremenin ve/veya doğurganlığın kontrolü amacıyla insanlığın başlangıcından beri varlığını sürdüren istenmeyen gebeliklerin sonlandırılması uygulaması, tarihin çeşitli dönemlerinde alevlenen tartışmalara konu olmaktan kurtulamamış evrensel bir “sorun” adeta.

Temelde gebeliğin gerçekleştiği kadın bedenine yönelik farklı şiddet yöntemlerini içeren kürtaj, yalnızca tıbbın ve sağlığın konusu olmakla kalmamış; toplumun sürekliliğini ilgilendiren siyaset, iktidar, hukuk, din, ahlak gibi farklı dinamiklere sahip sistemlerin ve tıp, sosyoloji, antropoloji, nüfusbilim, ekonomi gibi çalışma alanlarının yüksek sesle görüş bildirdikleri bir konu olmuştur. Bu nedenle de kürtajın toplumsal, kültürel, siyasal, hukuksal, tıbbi vb farklı bağlamlarını birbirinden ayırmak ve her biri için ayrı bir tarihsel perspektif oluşturmak neredeyse olanaksız görünmektedir. Bir başka deyişle, kürtajın tıbbi tarihini, siyasal- toplumsal-kültürel tarihinden ve de en önemlisi kadının özgürleşme mücadelesi tarihinden soyutlayarak ele almak hem olanaksızdır hem de geçerli bir metodolojik yaklaşım olmasa gerektir. Yazının başlığındaki “tıbbi” teriminin parantez içinde belirtilmesinin gerekçesi de budur.

Kürtaja ilişkin en eski reçetenin Çin kaynaklı olduğu ve İÖ.2737-2969 yıllarındaki yazmalarda yer aldığı, gebe kadına şiddet uygulayarak ölümüne yol açmanın idamla cezalandırıldığı bilinmektedir. Benzer şekilde Hammurabi Kanunlarında (İÖ.1792-1750) çocuk düşürmeye neden olanlara para cezası verildiği, Eski Hint uygarlığında gebeliğin sonlandırılmasının insan öldürmek anlamına geldiği, Eski Mısır uygarlığında çocuk düşürmenin cezalandırılan bir eylem olmakla birlikte bazı durumlarda kabul edilebildiği dile getirilmektedir (1). Nitekim bilinen ilk hekim andı metni olan Mısırlı İmhotep’in metninde (İÖ.3000) hastaya yarar, hocalara saygı, sır saklama gibi mesleki ilkeler yer almakla birlikte hekimlere kürtaj yasağından söz edilmemektedir (2). Büyük ölçüde bu ilk metinden esinlenerek hazırlandığı varsayılan Hipokrat Andında ise hekimlerin kürtaj yapmaları yasaklanmıştır; ancak Antik Yunan ve Roma uygarlıklarında gebeliğin önlenmesi yada sonlandırılmasına yönelik kesin yasakların olmadığı da bilinmektedir (1).

Yazılı tarihin başlangıcında kürtaja ilişkin bu kısa girişten de çıkarılabilir ki, genel olarak erkek egemen patriyarkaya dayalı tahakkümcü sistem, farklı toplumlarda kadının emeği, bedeni, kimliği ve varlığı üzerinde baskıcı politikalarını uygulamıştır. Kadına biçilen soyun devamı için doğurmak ve doğurduğu erkek çocukları iyi yetiştirmek rolü, tek tanrılı dinlerin yaşamın her alanında düzeni sağlama işlevini üstlendiği dönemlerde “yaşamın kutsallığı” vurgusu taşıyan “ilahi” yasaklarla kürtaj karşıtlığının temelini sağlamlaştırmıştır. Çünkü kürtaj, kadına verilen “ilahi rol”e başkaldırmaktır, bu nedenle de ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Bu bakış açısı, Ortaçağ cadı avlarında kürtaj uygulayan ebelerin ve çocuğunu düşüren kadınların şeytanla işbirliği yaptıkları öne sürülerek yakılmalarında kendini göstermiştir. Ancak konu kürtaj olduğunda “yaşamın kutsallığı” tezini öne süren tek tanrılı dinler, yüzyıllarca süren din savaşlarında milyonlarca insanın ölümüne yol açmakta hiçbir sakınca görmemiş, hatta Haçlı ruhuyla yada Cihad anlayışıyla öldürmeyi kutsamıştır. Çünkü “ilahi” baronlara göre din savaşları güçlü orduları gerektirmektedir ve nüfusun artmasına ihtiyaç vardır; bu nedenle de her üç dinde kürtajın yasaklanması gerekir (3,4). Öte yandan kürtajın dinsel buyruklarla yasaklandığı bu dönemlerde feodal ağaların, rahiplerin gebe bıraktığı köylü kadınlar “günahlarından” kurtulmak için ölüme yol açan işlemlere razı olabiliyor, Hindistan’da kendisinden yukarı kastta olan erkeğin tohumlarını koruma yükümlülüğüne hayır diyen kadın hunharca cezalandırılabiliyor, İslam dünyasında ayet ve hadislerde “ekilip, biçilip, sürülen” kadın uterusundan söz edilerek kadınlar “Allah vergisi” olanı doğurmak zorunda bırakılabiliyordu (5).

16.yüzyıldan itibaren Batıda egemen olmaya başlayan Aydınlanma düşüncesi, dinin toplum yaşamında etkilerinin sorgulanması, toplumsal dinamiklerdeki ve siyasal yapılardaki değişim, bilimin gelişmesi, diseksiyonların serbestleşmesiyle anatomi ve üreme fizyolojisini çözümlemeye dönük çalışmaların arttırılması, 1827’de döllenmenin açıklanması, gebeliği önleyici yöntemlerin ve cerrahi işlemlerin geliştirilmesi, tıpta uzmanlaşmanın da etkisiyle tıp bilgilerinin artması, 18. ve 19.yüzyıllarda sanayileşmeye koşut olarak artan nüfusun kontrolü yönünde çabaların ve uygulamaların yaygınlaşması süreci 20. yüzyıl başında kürtajın ceza yasalarında yer alması ve hekimlerin denetimine girmesiyle sonuçlanmıştır. Ulus devlet paradigması çerçevesindeki gereksinimlere yanıt veren ve hekimlerin üreme üzerindeki kontrolüne yol açan doğurganlığın sınırlandırılmasını yasaklayan yasalar Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar egemenliğini sürdürmüş, ancak güvenli olmayan koşullarda kürtajlar uygulanmaya devam etmiştir. İki dünya savaşı arasında kadınların gebelikten korunma ve aile planlaması yöntemlerinin yaygınlaşması yönündeki çabalarının artması, sosyal devlet anlayışı içinde bu uygulamaların sağlık alanının bir parçası haline getirilmesi yanı sıra doğum kontrol hapları, RİA gibi yöntemlerin kullanıma girmesiyle birlikte üremenin sınırlandırılması bir hak ve toplum sağlığı sorunu olarak algılanmaya başlanmış; 1960’lı yıllar ise kürtajın yasallaşması sürecini hızlandırmıştır (1).

Kürtaja ilişkin bu tarihsel sürecin ülkemizdeki yansımalarını Osmanlı İmparatorluğu döneminden başlayarak izlemek olanaklıdır. İlk yıllardan itibaren devlete egemen Sünni İslam anlayışı ile uyumlu bir çerçevede ele alınan kürtaj yada “ıskat-ı cenin” konusu Şeriat hükümleri gereği günah sayılmış ve mezheplere göre kısmi farklılıklar olmakla birlikte gerekçesi ne olursa olsun çocuk düşürmek haram kabul edilmiştir. Ancak bu temel kabule karşın tıpkı Batı feodalite döneminde olduğu gibi Osmanlı Sarayında da şehzadelerin cariyeleri gebe bırakması halinde kürtaja başvurulduğu bildirilmekte, hatta Sarayda çocuk düşürtmenin bir gelenek olduğu öne sürülmektedir (6). Iskat-ı ceninin önlenmesi konusundaki katı devlet politikaları ilk kez 1786’da yayınlanan fermanla düşüğe yol açan bir gayrı Müslim’in cezalandırılmasıyla başlamış; bunu izleyen 1789 ve 1827 tarihli fermanlarla düşüğe neden olabilecek ilaçların satışının yasaklanması ve ilaç sağlayan iki Musevi ebenin sürgünle cezalandırılması gündeme gelmiştir. Konuyla ilgili en kapsamlı ferman olarak bilinen 1838 Fermanında ise, demografik kaygılarla kürtajın nüfus artışı ve devletin gücü üzerindeki olumsuz etkisi vurgulanmakta, çocuk düşürmenin dinsel anlamda yasak olmamakla birlikte Tanrı’nın iradesinin ihlali anlamına geldiği belirtilerek hekimler, ebeler ve eczacıların düşüğe yol açan ilaçları vermemesi ve hatta çevredeki düşük olaylarının kolluk güçlerine bildirilmesi gerektiğinden söz edilmektedir. Arşiv belgelerinde bu ferman sonrasında düşüğe neden olan ilaçları veren hekimlerin meslekten men, hapis cezası, sürgün gibi uygulamalarla cezalandırıldıkları, bilimsel dergilerde ise hekimlerin kürtajı yasaklayıcı bir tutum sergiledikleri bildirilmektedir. Fermanlarla düzenlenen kürtaj karşıtı politikalar, ilk kez 1858 tarihli Ceza Yasasıyla yaptırıma bağlanmış, çocuk düşürtme eylemini gerçekleştiren meslek grupları için kürek ve hapis cezaları öngörülmüştür. Söz konusu Ceza Yasası 1926 yılına kadar geçerliliğini sürdürmüş, ayrıca 1861’de çıkarılan Belediye Tabipliği Uygulamasına İlişkin Tüzükle ebelerin alet ve ilaçla gebeye müdahale etmesi yasaklanmıştır (1,7).

Cumhuriyet Döneminde kürtaja ilişkin tarihsel sürece bakıldığında kabaca yasaklı evre, geçiş evresi ve serbestlik evresi olmak üzere üç evrenin söz konusu olduğu söylenebilir (1,7). Gerek Birinci Dünya savaşı ve Kurtuluş Savaşında yaşanan demografik kayıplar gerekse Osmanlıdan devralınan yasakçı yaklaşımlar nedeniyle ulus devletin inşa sürecinin başlangıç yıllarında pronatalist politikaların benimsendiği; bu bağlamda yasal düzenlemelerin hem gebelikten koruyucu yöntemleri hem de kürtajı yasakladığı bilinmektedir. Ancak bu politikalar yalnızca başlangıç dönemiyle sınırlı kalmamış, nüfus artışının olumsuz sonuçlarının ayırt edildiği ve planlı ekonomiye geçildiği 60’lı yılların ortalarına kadar kürtaj yasağı sürdürülmüştür. Pronatalist politikaların sonucu olarak Cumhuriyet’in 1924 tarihli ilk Anayasasında aile planlamasına yer verilmemiş; 1926 tarihli Türk Ceza Kanunu ve 1930 tarihli Umumi Hıfzıssıhha Kanunlarıyla doğurganlığın herhangi bir şekilde sınırlandırılması, gebeliği önleyici yöntemlerin uygulanması ve propagandasının yapılması, kürtaj yapılması ve yaptırılması yasaklanmış, doğum sayısının arttırılması yasal düzenlemelerce belirlenen çeşitli ödüller ve sosyal yardımlarla desteklenmiştir. Hatta 6 yada daha fazla çocuğu hayatta olan kadınların para veya madalyayla ödüllendirileceği hükme bağlanmıştır (1).

1955-60 arası dönem, binde 28,5’lik nüfus artış hızı ile nüfusun arttırılmasına yönelik politikaların en başarılı dönemi olmuş; öyle ki artan nüfusla birlikte sanayileşme, kırsaldan kentlere göç, iş, istihdam, sağlık, çevre gibi sosyal sorunlarla karşı karşıya kalınmasına yol açmıştır. Kürtaj yasağına karşın isteğe bağlı düşük sayılarının yüksek olması bir başka temel sağlık sorununu oluşturmuştur. Yılda 500.000lere ulaşan yasadışı kürtajlar, konuyla ilgili olarak 1958 yılında bir kurul oluşturulmasına ve bilimsel bir rapor hazırlanmasına zemin hazırlamıştır. Raporda gebeliği önleyici yöntemlerin yasak olması nedeniyle uygun olmayan koşullarda yasadışı kürtajın arttığı vurgulanarak, en azından gebelikten korunma yöntemlerinin serbestleştirilerek yaygınlaştırılması, annenin yaşamının tehlikede olduğu ve fetüsün yaşamla bağdaşmaz anomaliler taşıdığı hallerde kadının onayı alınarak gebeliğin sonlandırılması gerektiği dile getirilmiştir (1). Bu dönem aynı zamanda sosyal devlet anlayışı içinde başta halk sağlığı uzmanlık alanı olmak üzere ilgili uzmanlık alanlarındaki hekimlerin kadın ve çocuk sağlığı sorunlarını ayrıntılı olarak inceledikleri bir dönem olmuş; kürtaja başvurma sıklığı, kürtajın kadın sağlığı üzerindeki etkileri konusundaki yayınların ortaya çıkmasıyla birlikte üniversiteler, uzmanlık dernekleri ve devlet kurumlarında kadın sağlığı ve kürtaj konulu çalışmalar artmaya başlamıştır(1,8). 1961 Anayasası doğurganlığın kontrolüne yönelik özel düzenlemeler içermemekle birlikte devlete anne ve çocuğun korunması için gerekli önlemleri alma ve kurumsal yapıları oluşturma görevi vermiştir. Nitekim 1963-67 yıllarını kapsayan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planında ilk kez “ailelerin istedikleri sayıda ve istedikleri zamanda çocuk sahibi olmalarını kolaylaştırmak üzere” nüfus planlaması tanımlanmış ve devletin yeni nüfus politikasının aile planlaması hizmetlerine öncelik verilmesi ve yaygınlaştırılması biçiminde olacağı belirtilmiştir. Bununla birlikte 1965 yılında yürürlüğe giren 557 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun, kürtajı cürüm olarak niteleyen önceki yasaya kısmi bir esneme getirmekten öteye gidememiş, kürtaja ancak anne sağlığının tehdit altında olduğu durumlarda izin vermiştir (8). Bu yasal düzenlemeyle, Türk Ceza Kanunu ve Umumi Hıfzıssıhha Kanununun gebeliği önlemeye dönük yasakları dile getiren maddeleri yürürlükten kaldırılmış, çok çocukluluğu ödüllendirme uygulamalarına son verilmiştir. 1967’de yürürlüğe giren Tıbbi Zorunluluk Halinde Gebeliğin Sona Erdirilmesi ve Sterilizasyon Yapılması Hakkında Tüzük ise kürtaj ve kısırlaştırmayı gerekli kılan hastalıklara ilişkin bir düzenleme olmuştur (1).

Yasal düzenlemelerle gebeliği önleyici sağlık hizmetleri ve aile planlaması uygulamaları yaygınlaştırılmış olmakla birlikte istenmeyen gebeliklerin önlenememesi ve nüfus planlaması konusunda beklenen hedeflerin 80’li yıllara kadar gerçekleşmemesi bir yana her yıl artan kürtaj sayıları ile çok sayıda kadının sağlığını ve yaşamını yitirmesi konunun yeniden gündeme gelmesine yol açmıştır. Türkiye’deki araştırmalar 70’li yıllarda doğurganlık çağındaki evli kadınların %14’ünün sağlıksız koşullarda yasadışı kürtaj yaptırdığını, 80’li yıllarda ise kadınların ortalama 3 çocuktan fazlasını istemedikleri halde ülkemizin doğurganlık hızı dünyanın en yüksek ülkeleri arasında yer aldığını, yılda yaklaşık 450.000 kadının kürtajı sonucunda günde ortalama 8-10 kadının yaşamını yitirdiğini göstermektedir (8,1). Bu tablo, yıllar süren tartışmalar sonucunda 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanunun 1983 yılında yürürlüğe girmesiyle sonuçlanmış; yasayı tamamlayan Rahim Tah liyesi ve Sterilizasyon Hizmetlerinin Yürütülmesi ve Denetlenmesine İlişkin Tüzük ve Nüfus Planlaması Hizmetlerini Yürütme Yönetmeliği ile 10. haftaya kadar olan gebeliklerde kürtaj yasağı ortadan kaldırılmıştır. Kürtajın devlet denetimine alınması, resmi sağlık kuruluşlarında görevli personel tarafından düşük ücret karşılığında uygulanması başlangıçta olumlu karşılansa da sağlık örgütlenmesinin yetersizliği, yaygın bir gereksinime yanıt veren bu uygulamaya talebin yüksek olmasından kaynaklı sorunlar kısa süre sonra ortaya çıkmaya başlamıştır.

Kürtajı serbestleştiren yasal düzenlemelerin, kadınların üremeye ilişkin karar verme ve üreme sağlığı hizmetlerinden yararlanma hakları konusunda önemli eksiklikler içermekle birlikte sağlıksız ve yasak koşullarda kürtajın getirdiği yaşamsal sorunları azaltması bakımından önemli sonuçlar doğurduğu bugün açıkça dile getirilmektedir.

Son söz olarak Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği’nin ülkemizde gündeme getirilen kürtaj-sezeryan tartışmaları üzerine kamuoyuna sunduğu 16 Haziran 2012 tarihli raporuna göre, kürtajın serbestleşmesinden sonra “Kürtajlar 3 kat azalmıştır. Anne ölüm hızı 6 kat azalmıştır. Modern Aile Planlaması Yöntem Kullanımı 2 kat artmıştır. Kadınların Yaşam Süresi 14 yıl artmıştır. Dünyada 8 anne ölümünden biri sağlıksız kürtajlardan oluşmakta iken, Türkiye’de ise sadece 50 anne ölümünden birinin nedeni sağlıksız kürtajdır. 1950’li yıllarda anne ölümlerinin yaklaşık yarısı düşükler nedeni ile iken, bugün sadece anne ölümlerinin %2’si güvenli olmayan düşükler nedeni iledir. Güvenli olmayan düşüklere bağlı ölüm ve sakatlıklar sağlık gündeminden çıkmıştır. Kürtajın Yasaklanması Anne Ölümlerini Ciddi Biçimde Artıracaktır.” (9).

Kaynaklar:
1. Çokar M. Kürtaj. Babil Yayınları, 2008, 1. Basım, İstanbul.
2. Şahinoğlu Pelin S. Hekim Andının Evrimi. T Klin Tıbbi Etik, 1994;2(1):3-7.
3. Yılmaz T. Gündemi Değiştirmeyelim Baylar. 18.06.2012. Tekirdağ 1 No’lu F Tipi Cezaevi.
4. Serbest Kalem. Gündeme Kürtaj. http://www.solakademi.com/serbest-kalem-gundeme-kurtaj/ erişim: 26.06.2012.
5. Alikoç F. “Kürtaj cinayettir”demek cinayettir! Evrensel Gazetesi, 05.06.2012 (evrensel.net)
6. Sarı N. Osmanlı Sağlık Hayatında Kadının Yeri. Yeni Tıp Tarihi Araştırmaları Dergisi (Ed. N. Sarı), İstanbul-1996/97;2-3:11-65.
7. Demirhan Erdemir A. Tıbbi Deontoloji ve Genel Tıp Tarihi, Güneş-Nobel Yayınları, 1996:135-37, Bursa.
8. Tekeli Ş. Kürtaj Yasası. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İletişim Yayınları, Cilt:5, s.1200.
9. Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Raporu, 16.06.2012. http://tjod.org/tr/duyurular

Kadınlar Hükümetten Ne İstiyor?

krtaj-foto2Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu’ndan yapılan açıklama:

Türkiye’nin gündeminde yer alan kürtaj tartışmalarında Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu, kürtajın sınırlanmasıyla ilgili müdahaleler üzerine, GÜVENLİ, ERİŞİLEBİLİR, ÜCRETSİZ, SAĞLIKLI KÜRTAJ HAKKI’nı sağlamak üzere kuruldu. 

Erkek egemen bir toplumda, erkeklerin çocuk bakımıyla ve gebelikten korunmayla ilgili hiçbir sorumluluk üstlenmediğini ve doğum kontrol yöntemlerinin kadınların bedenlerinin denetimi üzerinden oluşturulduğunu; kadınların doğurup doğurmama kararını kendilerinin vermesinin, yaşamları ve bedenleriyle ilgili karar verme hakkının ayrılmaz bir parçası olduğunu düşünüyoruz. Kürtaj ve istenmeyen gebeliklerin engellenmesiyle ilgili taleplerimiz şunlar:

Devamını Oku…

Duygusal Emek ve Kadın İşi/Erkek İşi

woman-silhouette-worldNurcan Özkaplan

Feminist iktisatçıların literatüre en önemli katkılarından birisi de, toplumsal yeniden üretim kategorisiyle, anaakım iktisat anlayışına karşı çıkmaları olarak ifade edilebilir. Piyasa üzerinden, metalaşmış, parasallaşmış bir değiş tokuşun dışında, ev işleri, çocuk bakımı, yaşlı bakımı gibi farklı üretim faaliyetleri kapsayan yeniden üretimin daha geniş kapsamlı ele alınması çok önemlidir. Yeniden üretim üç başlık altında irdelenir: işgücünün yeniden üretimi, mevcut yaşamın sürdürülmesi için harcanan emek anlamında toplumsal yeniden üretim ve bir sonraki kuşağın yetiştirilmesi için harcanan emek olarak insanların yeniden üretimi; hepsi görünmeyen kadın emeğidir. Böylece üretim/yeniden üretim ikiliğini aşacak ve tarihselliği içinde patriyarka ile kapitalizmi kullanım değerini de kapsayacak şekilde buluşturacak bir analiz mümkündür artık.

Devamını Oku…

Hindistan’da Toplu Tecavüzlere Karşı Protestolar “Feminist Bahar”ın Habercisi mi?

india_delhi_rape_protests_dec_2012_21Viji Sundaram, San Francisco
Güney Asyalı aile içi erkek şiddeti mağdurları için kurulan ve San Francisco Körfez Bölgesi menşeili yardım ağı Narika’nın kurucu ortaklarından biri olarak, birçok kadına yönelik cinsel saldırı vakasıya karşılaştım. Cinsel saldırılar yabancılaştırıcı ölçüde olağanlaşmış durumda.

Fakat 23 yaşındaki tıp öğrencisi kadının 6 sarhoş adam tarafından Delhi’de bir otobüste korkunç bir şekilde toplu tecavüze uğradığı haberiyle içimde bir şeyler koptu. Tecavüz ve buna bağlı olarak organlarında oluşan ciddi hasar sonucu kadının ölümü ülkeyi travmatik bir hale soktu ve ülke çapında geniş tepkilere sebep oldu. Cumartesi cesedinin yakılmasından sonra bile binlerce insan sokakları terk etmiyor ve hükümete seslenerek kadına yönelik şiddete karşı adım atmasını talep ediyordu.
Kendi kendime düşündüm, Hindistan Feminist Bahar’ın kıyısında mı? Devamını Oku…

2012 Sonundan Haberler

20123Kadınlar “hayır!”, “istemiyorum!”, “boşanacağım!” dedikleri için erkek şiddetine uğruyor, öldürülüyorlar…

Erkek şiddetini kaydediyoruz… Davaları izliyoruz…

İzmir’de son sekiz ayda 4 bin 650 kadın, şiddet gördüğü için devletten koruma ve sığınma talep etti. Ankara’da 3 bin 900, İstanbul’da 2 bin 800, Antalya’da bin 350, Adana’da ise 950 kadın,
şiddet gördüğü gerekçesiyle şikâyetçi oldu.

Devamını Oku…

“Şikayet Yok” Bahane: Tacizcileri Her Daim Korumak Şahane!

yilbasitacizleriMerih Topal

Kadınlar ve erkekler günlük olağan işlerini bitirip, akşam için daha önceden hazırladıkları kıyafetlerini giydiler; erkek kafasından son bir kez daha geçirdi kadınlara nasıl yaklaşacağını ve nasıl konuşacağını. Kadın evden çıkmadan aynada kendine şöyle baktı ve sokaklarında dans edebileceği o şehre aktı. Daha önceden sözleştikleri arkadaşlarıyla daha önceden sözleştikleri mekanlarda ve meydanlarda toplandılar. Bir dalın üstüne konmuş yüzlerce kuş gibi şakıdılar; bir martı kümesi gibi artlarına bakmadan sokaklardan geçtiler; müziğin ritmiyle coşup, ellerini birleştirip, dansa kaptırdılar kendilerini… Devamını Oku…

Ataerkinin Günahı Kadınların Boynuna!

kkkS. Dilek Şentürk

Erkek egemen sistemin feminist hareketi yok saymak adına bu mücadeleyi hedef alan bazı bombaları vardır. Her ne kadar alanımıza düşmeden ellerinde patlatıyor olsak da ardı arkası kesilmiyor ürettikleri bombaların, karalamaların ve yok saymaların. Örneğin feminist hareketi hedef alan bu bombalardan biri “Eee, evet öyle diyorsunuz ama” sözleriyle başlayıp “Erkeği de yetiştiren kadın değil mi?” sorusuyla bitmekte. Üstelik ellerinde patladığını fark etmeden, yaptıkları karalamanın kendilerine zafer kazandırdığını düşünme yanılgısını yaşayarak. Yetiştirmek ve bakıcılığı aynı kefeye koyan zihniyetin kadına “yanlış yetiştirme” suçlamasını yaparken asıl amacı, feminizme düşürdükleri gölge altında serinlemektir.

Devamını Oku…

“Erkek Adalet”e Sığınan Bir Kadın Katili…

ezgiSongül Yıldız

Erkek egemen sistem bir erkeği kurtarmak için harekete geçtiğinde,devletinden yargısına bütün mekanizmaları, tüm gücüyle katil erkeği kurtarmak için çalışır.Kadının bedenini,hayatını erkeğin hüküm ve tasarrufu altında denetleyen sistem, itaat etmeyen kadın karşısında erkeği kollar ki; en başta kutsayıp pamuklarla bezediği “kutsal aile”sine zeval gelmesin…

Devamını Oku…

İntihar Değil Kadın Cinayeti

Demet Bolat

Üzerindeki “psikolojik sorunlar” örtüsünü kaldırıp politikleştirmemiz gereken bir başka mesele olan kadın intiharları, kadın cinayetleri ile doğrudan bağlantılı. Hatta bu yazıda kadın intiharlarının esasen kadın cinayetlerinin bir başka görüngüsü oduğunu iddia edeceğim. Bu konudaki son örneklerden birisi Nazlıgül Daştanoğlu.

Devamını Oku…

Muğlalı Kadınlar: Muğla Belediyesi’nde Tecavüz Sanığı İstemiyoruz/29 Aralık 2012

“Fethiye davası” olarak bilinen toplu tecavüz davası sanıklarından Vahdet Kadıoğlu, Muğla Belediyesi’nde resim dersi veriyor. Vahdet Kadıoğlu’nun Muğla Belediyesi Muğla Kültür Şenliği kapsamında Konakaltı Kültür Merkezi’nde resim sergisi açması Muğlalı kadınlarca protesto edildi. Ayrıca Vahdet Kadıoğlu’nun, yani bir toplu tecavüz olayında sanık olmuş bir kişinin Muğla Belediyesi bünyesinde kurs vermesini istemeyen kadınlar bir imza kampanyası açtılar. Davanın henüz bitmediği ve Yargıtay’da devam ettiği hatırlatılan imza metninde ‘kadının beyanı esastır’ ilkesi önemle vurgulanıyor

http://imza.la/mugla-belediyesinde-tecavuz-sanigi-istemiyoruzz Devamını Oku…

365 Gün Sonra Roboski

roboski

Bu yazı Roboski Katliamı’nın birinci yılında destek ve dayanışma için Uludere’ye giden feministlerden bir grup kadının ortak yazısı olarak kaleme alındı. Murad edilen görmeye, hissetmeye, konuşmaya ve farklı deneyimlere dair çok açılı bir bütün verebilmek.

Bir yıl sonra dayanışmak için yeniden düştük Roboski yollarına… Geçen zaman zarfında jandarma, polis ve özel tim aramalarında hiçbir şey değişmemiş. Hep aynı sorular; nereden geliyorsunuz, nereye gidiyorsunuz, hangi kurum?

10 arama noktasında kimlik kontrolü yapıldı. 6. arama noktasında ise “görüyorsunuz araçta kadınlar var, anmaya gidiyoruz” sözlerine, “kadın erkek eşitliği var” yanıtını alıyoruz rütbeli bir askerden. Bir nevi ayrıcalık beklemeyin uyarısı. Zaten de beklemediğimiz bir eşitlik vurgusu.

Başka bir noktada ise “Diyarbakır Mor Çatı değil mi?” diye soruyor bir polis. Eee kadınsan feministsen ne yapsan Mor Çatı.

Aramalardan dolayı geç ulaşıyoruz köye. Ağıtlar, ağlayanlar, acıyı paylaşanlarla dolu koca bir dayanışma meydanı olmuş köyün girişi. 34 kişi için anmalar köyün kabristanında. Vardığınızda oraya, üzeri plastik çiçeklerle kaplı mezarlar karşılıyor sizi. Belki ölenlere duyulan sevginin yarım kalmışlığı; onu tamamlama ya da dışa vurma isteği… Belki de bir gelenek… Ya da adalet yerini buluncaya kadar her şeyin plastik görüneceğine dair bir mesaj. Ya da katliamın adaletsizliğine kafa tutmak… Olasılıklara paralel zihinlerden geçen “yapma çiçekleri küçümsemeyeceksin, çok güzel göründüğü zamanlarda olabiliyormuş” düşüncesi…

Bu renk cümbüşünün tam tezadı siyaha bürünmüş Roboskili kadınlar, aradan bir yıl geçmesine rağmen matemlerini sürdürüyordu. Sahi ağıt yakmak neden hep kadınlara düşer? Bazıları kültürel dese de kadınlığın öğrenilmiş hikâyesi değil miydi bu?

Anma sonrasında, bizi evine davet eden 13 yaşındaki Nursel’in ailesi sarılarak ve sofralar kurarak karşıladığında bizi, televizyon açıktı. Türk kanallarında Roboski haberleri dönüyordu. Unutturmamak için çekilmiş klipler, hazırlanan VTR’ler, dramatik bir müzik eşliğinde verilen fotoğraflar… Hak arayışı içinde olan insanların sanırım ihtiyaçları olan son şey Roboski’de yaşanan olaya “içlenecek” insanların varlığı… O akşamki televizyon programlarının, o evdeki havada asılı kalan, boşluğu hatırlatan varlığı kaldı aklımızda. Ölülerin ardından adalet arayışında olma gerçekliğinin keskin çıplaklığı karşısında, dile getirilen “acı hikayeleri” altı çizilmiş bir öteki yaratma derdinin nüveleri. O kadar uzakta, o kadar “bura”dan farklı, o kadar öteki, o kadar Kürt ki, 34 kişinin devlet tarafından bombalanarak katledilmesini anlatabilmek için fonda o müziğe ihtiyaç duyuyorlardı.

Başka bir evde ise, 25 yaşındaki kızı Nergis, sohbet ederken Kürt sorunu denen şeyin, hiçbir politik cümleye ihtiyaç duyulmadan ne demek olduğunu anlatıyordu: “Hala uykumdan silah sesleriyle uyanıyorum.”… Ateş altında büyüyen bir genç kadının ısrarla barış demesine karşı, bunları hiç yaşamayanların “canlarına okuyalım” demesi ne büyük bir uçurum.

Oraya gelenlere hissettirilen “yalnız bırakmadınız” duygusu evlerin ortak paydası. Kalın, gitmeyin sesleri kulağımızda… Katliam fotoğraflarındaki çocuklardan birinin ayağındaki kara lastik, bir kadını Trabzon’a, çocukluğuna götürmüştü. Hatırlamıştı o kara lastiklerin “asla sıcak tutmadığını , ayakları dondurduğunu”.

Çocuklarla konuşmak, her şeyi anladıklarını görmek en sarsıcı olanı…Biri “köye girmenize jandarma izin verdi mi peki abla?” diye soruyor. Henüz 9 yaşında, “haberlerde çıkan katır benim abimindi, hani ölenin kim olduğunu öyle anladılar ya” diye anlatıyor. Orada oluşan kültürel belleğin taşıyıcısı olan çocuklar…

Gülyazı köyünde, göğe bakmak için başını kaldırdığında görüş açına ya mezarların olduğu dağın eteği ya da kaçağa gidilen yolun ilerlediği tepelik giriyor. Çocukların hafızalarına binen yükün hafiflemesi nasıl mümkün sorusuyla döndük buralara.

Kısacası boğazımızda koca bir düğüm kaldı geriye bir türlü çözülemeyen. Bir de köy meydanında ısınmak için yakılan ateşe topladığı odunları durmadan atan çocuğun, “ o kadar odun atmana gerek yok, az az at odunları” uyarılarına verdiği yanıt: “Siz Batılılar odunun değerini biliyorsunuz ama ateşin kıymetini hiç bilmiyorsunuz!”

Amargi Feminizm Tartışmaları 2012 Kitabı

Uzun zamandır beklediğimiz Amargi Feminizm Tartışmaları 2012 kitabı nihayet çıktı.

https://tr.boell.org/tr/2014/06/26/amargi-feminizm-tartismalari-2012

Amargi Kadın Dayanışma Derneği 2011 ve 2012 yıllarında gerçekleştirdiği, her biri 15 hafta süren Amargi Feminizm Tartışmalarını, Amargi Feminizm Tartışmaları 2011 ve 2012 adı altında Esen Özdemir ve Sevi Bayraktar’ın editörlüğünde kitaplaştırdı..
Bol tartışmalı, bol sorulu, bol kahkahalı bir kitap sizi bekliyor…

Amargi Kadın Dayanışma Derneği
Hafta içi hergün 12.00 – 18.00 arası açık
Katip Mustafa Çelebi Mah. İstiklal Cad. No 73/4
Beyoğlu/İstanbul
Tel: 0212 251 01 54
email: istanbul@amargi.org.tr

Projeye Gel

Özgürcan Sunata

enerji-tasarrufu-nasil-yapilir-1Tanıtımında Emine Erdoğan, Fatma Şahin gibi simalar inanmış hanım neferler arıyor. Memleket ekonomisi acayip yükselecek.. 4 Milyarlık bir tasarruf hedefi var bu projenin az buz değil.. Haydi hanımlar kurtaralım bu vatanı, iş başa düştü. Kutsal olan her yerden dem vuralım diyen dahiyane bir buluş.. Dınınını karşınızda “Enerji hanım!” Rabbim israftan korusun hepimizi! Devamını Oku…

Katliamın 1. Yılında Feministler Yeniden Uludere/Roboski’de

uludere365 günün ardından hiçbir şey aydınlatılmadı.

Meclis Araştırma Komisyonu “soruşturmayı daha derinleştiremeyeceğiz” gerekçesi ile Uludere Raporu’nu erken açıklama kararı aldı. Bu karar faili belli katliamın açığa kavuşması için hangi engellere takıldığının itirafı gibiydi.

“Her kürtaj bir Uluderedir” çarpıtmasına “Kürtaj hakkımız, Uludere Katliamdır” sloganı ile karşılık veren ve Uludere’ye giderek dayanışma ve destek  mesajı veren  feministler  katliamın 1. Yılında’da orada olacaklar.

Nisyana isyan, kadınların mücadelesinin bir parçası. Zira erkeklerin tarihi,  kadınları yazmaktan bilerek ve isteyerek uzak durdu. Bu yüzden hatırlamak, hatırlatmak ve unutturmamak önemliydi.

İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Muş ve Diyarbakır’dan biraraya gelen yaklaşık 25 kadın  28 Aralık’ta Diyarbakır’dan yola çıkacaklar.

Rıza, Erkek Adaletin Diğer (Bir) Adı

black-feminist-symbol

Özlem Barın

Yıllardır N.Ç. davası olarak bilegeldiğimiz, bir kent eşrafının bir kız çocuğuna toplu tecavüzü davası sadece feministleri değil, vicdanlı vicdansız, aklı başında herkesi ürpertecek, ürkütecek şekilde sonuçlandı: 13 yaşında bir kız çocuğunun toplu tecavüzlere rızası vardı!

Tecavüz ve cinsel saldırı davalarında adaletin, uygun cezalandırmanın yerine getirilmediğine ilk kez tanık olmuyoruz; bu ilk hayal kırıklığımız değil. Delil yetersizliği bahanesiyle, delillerin karartılmasıyla, hukuksal tanımların yetersizliği gerekçesiyle, erkek dayanışmasıyla, cinsiyetçi ve kadın düşmanı önyargılarla, ama illa ki erkekleri korumaya içilmiş antla adaletin yerine gelmediğine binlerce kez tanık olduk. N.Ç davasında erkek egemen yargının erkekleri korumak, kollamak için sınır tanımadığı yüzümüze vuruldu bir kez daha. Elbette bu kararı herkesin vicdanında mahkûm eden N.Ç.’nin bütün bunlar olurken bir çocuk olmasıydı, üstelik de “çocuğun rızası” gibi zaten hukuksal meşruiyeti olmayan bir kavramdan yeni düzenlemelerle çoktan vazgeçilmişken. N.Ç davası son değildi ne yazık ki. Yine bir lise öğretmeninin kız öğrencisine tecavüzü davası benzer şekilde sonuçlandı. Rızasının olmadığını en çok söyleyemeyecek durumda olanlara “rızan vardı” demek, zalimlerin bir eğlencesi olsa gerek. Hazır yol açılmışken devam ediyorlar. Son zamanlarda kadının rızasının sorgulandığı, rızasının arandığı, yargılamanın kadının davranışlarına yöneldiği birçok tecavüz, cinsel saldırı davasına tanık olduk, oluyoruz. Benim bu yazıdaki amacım, “rıza” kavramının kendisini mevcut yasalardan bağımsız bir şekilde tartışmak. Temel sorunum, kavramın kendisinin tecavüz ve cinsel saldırı durumlarında meşru bir kullanımının, özellikle meşru hukuksal kullanımının olup olamayacağı. Bunu tartışabilmek için kısaca rıza kavramının tarihsel izini sürmekte fayda var.

Her şeyden önce rıza kavramının burjuva liberal ideolojinin ve onun dayanağı olan toplumsal sözleşme kuramlarının temel kavramı olduğunu akılda tutmakta fayda var. Yine, rıza kavramı özel mülkiyet üzerinden tanımlanan özel alanın ve bireysel hakların korunmasında temel hukuki kavram olarak ortaya çıkıyor. Kişinin rızası olmadan kimse kimsenin özel alanına girme, özel bilgilerine ulaşma, onun adına konuşma ve karar verme hakkına sahip değildir. Ancak rızanın olması, yani izin verilmesi, hak durumunu dönüştürür. Burada rıza kavramının, eşit bireyler arası bir ilişkinin var olduğu, herkesin özgür iradesi ile karar verme hakkı olduğu, kararının sorumluluğunu taşıması gerektiği ve kararından yine kendi özgür iradesiyle ve zorla karşılaşmadan vazgeçebileceği varsayımlarına dayandığını söylemeye gerek yok. Rıza kavramının tecavüz ve cinsel saldırı durumlarında ve davalarında merkezi bir kavram olarak karşımıza çıkmasıysa çok eskilere gitmiyor. Kavramın bu kullanımının daha ileri bir sorgulamasına geçmeden önce, belli bir tarihsel aşamada hukuksal bir kazanıma işaret ettiğini atlamamak gerekiyor.

Tecavüz ve cinsel saldırı durumlarında şiddet, zor kullanımı ve mağdurun direnmesi şartını arayan yasalara karşı feministler, bu şartların birçok tecavüz durumunu yasa dışında bıraktığını hep söylediler ve yasaların daha kapsayıcı kılınmasını talep ettiler. Hane içi tecavüz, şiddet kullanımına gerek olmayan durumlarda tecavüz (örneğin, bayıltma, kilitlenme, bilincini yitirme, çocuk tecavüzleri gibi durumlarda), tehdit altında direnç gösterememe gibi durumlarda gerçekleşen tecavüzlerin yasa kapsamına alınmasının arkasında feminist mücadeleler olageldi. Şiddet ve direnç şartı yerine rıza şartının getirilmesi, yani şiddet ve cevabı direnç olmasa dahi, mağdurun rızasının olmadığı her cinsel ilişki ya da ilişki girişiminin tecavüz ve cinsel saldırı sayılması ve suç kapsamına alınması bir kazanım. Bu bile ancak kısmi olarak kazanılmış durumda. Halen birçok Batı ülkesinde tecavüz yasaları direnç göstermiş olma şartını kaldırmış olsa da –ki her yerde kalktığını söylemek hata olur- zor kullanımı şartını rıza şartına ekliyor.

Tecavüzün sadece rıza kavramı üzerinden tanımlanması gerektiğini söyleyen, rıza kavramını daha ileri düzeye taşıyan liberal feministler oldu. Cinsel ilişkinin karşılıklı rızaya dayalı bir sözleşme olarak yorumlanması, hem geleneksel olarak kadınların kocalarına tabi durumlarını aşındırmak hem de devletin ve toplumsal kurumların cinselliği düzenleyici ve kontrol edici uygulamalarına direnmek açısından anlamlıydı. Liberal feminizm açısından cinsel sözleşme kuramı karşılıklı rızanın olmadığı cinselliğin mahkûm edilmesi kadar, karşılıklı rızaya dayalı her türden cinselliğin toplumsal olarak meşru kılınması, onaylanması anlamına da geliyordu. Heteroseksüel dayatmaya karşı çıkmanın yolu da buradan geçiyordu, pornografi ve fuhuşun rızaya dayalı olduğu müddetçe yasal kılınmasının ve bu sektörde çalışanların haklarının ve sağlığının güvence altına alınmasının yolu da.

Liberal feminizmin hesaba katmadığı, hetero-patriyarkal sistemin zorlayıcı güç kullanımının çeşitliliği ve bu yolla rıza ürettiği gerçeğiydi. Süregiden hetero-patriyarkal sistemde, eşitler olarak var olamayacağımızı, hukuken ya da dışarıdan rıza olarak tanımlanan birçok durumun arkasında eşitsiz güç ilişkilerine zorunlu tabiiyetin ve zor kullanımının yattığını göz ardı ediyordu. Liberal feminist cinsel sözleşme kuramcılarına ve bu bakışla hazırlanmış tecavüz yasalarına en şiddetli eleştiri radikal feministlerden geldi. Özellikle Catharine MacKinnon, Marx’ın emeğin rızaya dayalı mübadelesi çözümlemesine atıfta bulunarak hetero-patriyarkal sistemin de kadınların rızasını kendi normlarına göre ürettiğini, her rızanın ardında kadınların pasifleştirilmesinin yattığını öne sürdü[i]. Rızadan bahsederken hetero-patriyarkal bir toplumda cinselliğin erkek cinselliğine referansla kurulduğunu, burada da gücün belirleyici olduğunu yok sayabilir miyiz? Erkeklerin aktif, güçlü, saldırgan, arzulayan, başlatan kabul edildiği; kadınlarınsa arzunun nesnesi ve pasif alıcıları olarak zevk almalarının beklenmediği, sadece kabul etmelerinin yeterli görüldüğü bir toplumsal düzende rızadan bahsetmek anlamlı olabilir mi? Gücün erotikleştirildiği, güçsüzlerin kadınsılaştırıldığı, cinsellik ve şiddetin zaten iç içe geçtiği, kadınsı cinselliğin pasif ve mazoşist olarak kodlandığı, zora dayalı seksin normal seksin bir parçası olduğu bir cinsellik düzeninde güçsüz kılınan tarafın evet ya da hayır demesinin bir anlamı kalmıyor. Hayır evet, evet  “yetmez daha fazla zorla” anlamında alınıyor. Bu koşullarda rıza kavramının temel belirleyici kavram olmasında ısrar etmek, birçok güç ilişkisini gizlemeye, zor kullanımını meşrulaştırmaya yaramaktan öte bir anlam ifade etmeyebilir. Feministler olarak tam da bu güç ilişkilerini, kadınların susturulmasını, şiddete, güce, erkeğin arzusuna rıza göstermek durumunda kalışlarını görünür kılmaya çalışıyoruz. Rıza kavramı tam da kadınların ve kadınsılaştırılanların özgür iradesini, cinsel edime iradi katılımını, otonomisini, bir fail olarak cinsel edim içinde bulunmasını ve zevk arama hakkını yok sayıyor, hatta gereksizleştiriyor.

Batı’da rıza kavramını merkeze alan birçok yargılama, dava sonucu da gösteriyordu ki bu kavram kadınların, mağdurların lehine değil, aleyhine işletiliyor. Beyan esas alınmadığı müddetçe kadının rızasının olup olmadığını kim bilebilir, kim saptayabilir? Yaşananın tecavüz olup olmadığına bu durumda kim karar verecek? Tecavüze uğrayanın beyanı, en iyi ihtimalle nesnel yargılama, masumiyet karinesi ve savunma hakkı gerekçesiyle, ama aslında kadınların fettan olduğu gerekçesiyle zaten esas alınmıyor. Bu durumda geriye kalan tek şey “mens rea”ya, yani suçlananın suçu işlediği andaki zihinsel durumuna başvurmak kalıyor, hukuk da bunu güvence altına alıyor. Erkek tarafın suçsuz olduğunu kanıtlamasının koşulu ise, mağdurun rızasının olduğuna samimi bir şekilde inanmış olduğunu ifade etmesi, yargılayanları buna ikna edebilmesine indirgeniyor. Bu durumda suskunluk da, giyilen kıyafet de, kadehin tutuluş biçimi de, kadının geçmiş cinsel yaşantısı da rıza kabul edilir. Burada temel sorun bence, rızanın olduğunun sanılmasının cinsiyetçi önyargılarla kabul ettirilmesinden çok, yani yargının bu cinsiyetçi kabulleri paylaşmasından çok, tecavüz, cinsel saldırı gibi bir kişinin bedensel ve ruhsal, en mahrem bütünlüğüne yönelmiş bir edimin gerçekliğinin ve anlamının bu edimde bulunanın algısına ve yorumuna terk edilmesi. Hâlbuki bunun mağdur için bir anlamı vardır, tecavüzcü için değil. Kadının beyanını nesnellik arayışında temel almayan bir yargılama, nesnelliği tecavüzcünün algısına indirgemiş oluyor. Kadının beyanının esas alınmadığı, rıza gibi edilgin anlamlara sahip, erkek cinselliğine referansla kurulmuş bir kavramla hareket edildiğinde bu zaten kaçınılmaz.

Bitirirken iki şeyin altını çizmekte fayda görüyorum. Birincisi hukuksal kavram ve ilkelerin a priori olmadığı, ancak belirli tarihsel koşullarda güç ilişkileri içinde belirlendiği. Kadının beyanın esas alınması talebimize karşı masumiyet karinesinin öne sürülmesinde de bunu akılda tutmak gerekiyor. Evet bu ilke, yani masumiyet karinesi, savunma hakkıyla birlikte mücadeleler sonunda elde edilmiş bir kazanımdır. Tarihsel olarak, bireyin baskıcı devlet karşısında, suçlanan güçsüzü suçlayan güçlü karşısında ya da bireyin eşitleri karşısında korunmasını güvence altına alır, burjuva hukukunun direğidir. Ama suçlanan güçlünün suçlayan güçsüz karşısında korunmasını temel almaz; en azından bunun için mücadele edilmemiştir. Patriyarkal güç ilişkileri içinde hukuk önünde kadınları erkeklere karşı koruyacak bir ilke talep ediyoruz; bu tam da hukukun esasına ilişkindir.

Bir diğeri ise rıza kavramına karşı çıktığımızda yaptığımız, post feministlerin iddia ettiği gibi kadınları “kurbanlaştırmak”, cinselliği olumsuzlamak değil. Tam da temel olanın pasif rıza değil, kadınların kendi iradeleri ile cinselliğin faili, aktif katılımcısı, yürütücüsü, arzusunun tatminini arayan, zevk talep eden, zevk alan otonom özneler olarak kabul edilmeleri olduğunu söylüyoruz. Çünkü aksi, rıza olsa da olmasa da tecavüzdür. Ya da kadınları “Lütfun da hoş, kahrın da hoş” demeye mahkûm etmektir.


[i] Catharine A. MacKinnon, Toward a Feminist Theory of the State, 1989. 

Kadının Beyanı Esastır

kadnn-beyan-esas Feminist hareket dünya çapında kadınlara yönelik suçların görünür kılınması ve özel bir kategori olarak tanınması için mücadele etti. Bugün kadınlara karşı işlenen suçlar uluslararası birçok metne ve ülkelerin hukuksal düzenlemelerine girmiş durumda. Elbette ki bu düzenlemelerin birçoğu feminist taleplerin sistem içine çekilip yeniden biçimlendirilmesiyle gerçekleşti. Kadına yönelik fiziksel, ekonomik, sosyal, psikolojik, cinsel şiddet, taciz, tecavüz “aile içi şiddet”, “erkek egemen şiddet” gibi genelleyici kavramlarla suçu işleyen erkek özneden bağımsız ifade ediliyor çoğu zaman.
Devamını Oku…

Kadının Beyanı Esastır, Tersini İspat Yükümlülüğü Erkeğe Aittir…

kadnn-beyan-esasKadınlara yönelik tacizin, cinsel saldırının, tecavüzün, şiddetin ve hatta kadın cinayetlerinin adeta sıradanlaştığı bir toplumda yaşıyoruz. Bunların sürekli gündemde olmasına rağmen, ne devletin önleyici önlemler almaya niyeti var ne de yargının erkekleri cezalandırmaya. Üstüne bir de ceza almadan salıverilen erkeklerin, patriyarkal bir dayanışma içinde diğer erkekler tarafından kadına haddini bildirmiş, şiddetinin haklılığı anlaşılmış, zafer kazanmış kahramanlar olarak el üstünde karşılanması var.

Devamını Oku…

Militan Bir Anne ve Kızı Üzerine: Ulrike ve Bettina

review_blog_childrenoftherevolution-594x614Delta Meriç

Devrimin Çocukları belgeselinde bulamadığımız bir eksik: feminist bir bakış. Halbuki büyük idealler uğruna yeraltına çekilen devrimci erkeklerin çoğu zaman kahraman sıfatlarından çok az şey kaybettiklerini, onların ev, aile, çocuk gibi şeyleri geride bırakmalarının çok daha olağan karşılandığını görmek mümkün.

Devamını Oku…

SFK tanışma ve Feminist Politika Okur toplantısı/15 Aralık 2012

rsz_ask_orgutFeminist Politika 16.sayımızın okur toplantısı icin 15 Aralık Cumartesi Saat 13.00’de buluşuyoruz! Aynı gün saat 11.00’de Sosyalist Feminist Kolektif’i yakından tanımak isteyenlerle tanışma kahvaltısı yapılıyor.(Yer:tel sokak No.20/3 Beyoglu, 0212 243 49 93)

Feminist Politika 16.sayı dosya konusu:’Pek tabii aşka veda…’

Konu aşk olunca meğer çok sözümüz varmış asabi tonda ; tarihsel nedenlerimiz dolayısı ile. Bu yüzden 16. Sayımızın dosya konusu biraz kabarık oldu. Kapitalist patriyarkal sistemin yarattığı çölde bize bir vaha gibi sunulan aşk serabına karşı eleştirel feminist pusulayı elden bırakmadık. Aşkın bugünkü sistemde inşaa edilişinin gerisindeki güç ve sömür ü ilişkilerinin hayatlarımıza sızan biçimlerini deşifre etmeye çalıştık. Zira “inadına aşk” dememek için çok nedenimiz var. Çuvaldızı tabii ki tarihsel hesabımızın olduğu erkek egemen sisteme, onun öznesi erkeklere, iğneyi de aşka dair mitleri yeniden ürettiğimiz gerekçesiyle kendimize batırmayı ihmal etmedik. Mevzu uzun, nokta ya da iki nokta koymak değil bizimkisi, bir virgül düşünmek ve tartışmak, bir üç nokta her daim bilincimizi bilemek için.

Feminizm ve aşkın hâl-i pür melali / Candan, Gülhan, Güneş

Bugün, ‘Aşk her şeyi affeder’ den ‘aşkı affetmeli mi?” noktasına gelene kadar, duygusal envanterimizdeki dökümlerde bilumum acı türlerini, enerji kayıplarını, hayal kırıklıklarını ve kendinden vazgeçişleri görmek mümkün. Kadınların aşkı yaşama biçim ve içeriklerini feminist bir süzgeç ve eleştiriden geçirmeyi murat eden bu dosyada, sınıf ve erkek egemen sistem üstü sunulan aşk güzellemesine biraz çomak sokalım dedik. Acılarımızı dindirirkenki keyfin rehavetine çok kapılmadan; uyanık tutabilmek için kendimizi, birbirimizi dürtelim istedik…( S.19)

Aşkımla erir misin? / Nükhet Sirman

– Evet; belki,..; bilmem..; nasıl olur bu?; ne demek ki bu? Bir dondurma üzerinden bir robotun diğerine yönelttiği bu sorunun doğru cevabı hangisi, normal cevabı hangisi, beklenen cevabı hangisi ya da farklı cevabı hangisi? …( S.20-21)

Sosyal bir ilişki biçimi olarak aşk / Ece Kocabıçak

“...günümüzde her başarılı aşk ilişkisine, her kısa süreli zenginleşme deneyimine karşılık gelen, muhakkak en az on adet çoğunlukla kişilik yıkımı ile sonuçlanan, ya da en azından yeniden aşık olmayı zorlaştıran -hatta bazı durumlarda tamamen imkânsız hale getiren… yıkıcı aşk deneyimi, ve uzun süren aşk sonrası moralsizlik dönemi vardır. Bu durum aşk sürecinin kendisine içkin değilse başka nedir?” Shulamith Firestone,

Cinselliğin Diyalektiği Feministler aşkın; mutlululuğun, aşkınlığın ve kendini gerçekleştirmenin zemini olduğu görüşünü reddetti. Tam tersine aşkın, kadınların erkeklere olan tabiiyetlerini kabullenmelerini ve sevmelerini sağlayan sosyal bir ilişki biçimi olduğunu söylediler…( S.22-23)

Bir gün, bir kadın, bir sürü (ya da belki hiç) aşk… / Leyla Kum

Acıyı tarif etmenin dünyanın en zor şeylerinden biri olduğu genel bir kabuldür. İnsanların kullandığı hiçbir dilin, tamamen bedensel, tamamen kişisel olan acı deneyimini yeterince aktarmaya kabil olmaması tesadüf değildir: dile getirilemezlik, acının belirleyici özelliklerinden biridir. Acı, dile direnmekle kalmaz; onu sakatlar, bozar, yıkar…( S.24-25)

Birinin sessizliğini dinleyeceksek artık kendimizinkini seçelim / Gülhan Davarcı

Ünzile,

biz de vicdani red mi versek erkeklerle olmamak için?

Baksana, onlar da kan döküyor.

Hem onların döktükleri kan bazen görünmediği için hesabı sorulamıyor! (20 Kasım 2010)

Asıl faşizm iki insan arasındaki ilişkide başlar. Ingeborg Bachmann Erkekler konuşur. Televizyon kanallarında, konferans salonlarında, iş yerlerinde, okullarda, üniversitelerde, mecliste, sendikalarda, siyasi partilerde, örgütlerde, kahvehanelerde, cafelerde, aile toplantılarında, dost meclislerinde… Konuşarak alamazlar hızlarını, yazarlar bir de. Gazetelerde, kitaplarda, dergilerde … Yazarlar da yazarlar. Herkesin görebileceği, herkesin erişebileceği yerlerde konuşma, söz söyleme hırsıyla yanıp tutuşan erkekler güruhuyla çevrili bir dünya bizimkisi… (S.26-27)

Aşk, bu, değil? / Tuğba Özcan

Ah ne denli tatlıdır, mezarının başında senin, ey gereksinimli aşk, dans etmek! Defalarca kez farklı ama hep eksik tanımlamalarını duyduğumuz aşk, üzerine söz söylerken de konuşma zemininin sürekli kaydığı bir kelime. Aşk tamamlanmış şeylere sahip olmakta bulmaz anlamını…(S.27)

Camille Claudel: Bir kadın, bir heykeltıraş / Özgül Saki

Camille Claudel. Bir kadın. Yaşamı boyunca en büyük tutkusu heykel yapmak olur. 1864-1943 yılları arasında Paris’te yaşar. Yaşamının yaklaşık otuz beş yılını heykel yaparak, otuz yılını ise kapatıldığı akıl hastanesinde heykelden uzak geçirir. Otuz yıl hiç dışarıya çıkarılmadan ölümüne dek orada tutulur. Mezarı yok, kaybolmuş…(S.29-30)

Lezbiyen aşkın feminist eleştiri için kazanım ve imkanları – I / Hande Öğüt

Egemen sistemden ve ideolojilerden, toplumsal yasaklar, düzenleme ve baskılardan uzak, yaratıcı bir enerji, bir tekâmül olarak aşk mümkün müdür? Cinsiyetlerin yükünden soyutlanmış, kapitalist piyasanın gerekirlikleriyle çekici hale getirilmemiş, öğrenilmemiş bir aşk? Erkeklerin aşkının da, kahrının da öldürdüğü patriyarkal düzende ne heteroseksüelliğin katı sınırlarını yüceltmeye, erkek cinselliğini kışkırtmaya, ekonomik ve endogamik evlilik kurumunu ve nüfusun artırılmasını garantiye almaya yarayan romantik aşk, ne de onun cinsel özgürlükçü, popüler, melodramatik vb. versiyonları kadınları ötekileştirilmekten kurtarabilir, özgürleştirebilir…( S.31-32)

İlahi aşktan, piyasa aşkına / Ayşe Çavdar

Huzur Sokağı’nın dizi olma sırası çoktan gelmiş geçiyordu bile… ATV, üzerine düşen vazifeyi yaptı ve tıpkı Sabah grubunu hidayete erdirdiği gibi, grubun bir zamanlar temsil ettiği toplumsal segmentin genç kız ve kadınlarını da hidayete erdirmek üzere hikâyeyi bugüne uyarladı… Romanın yazarı Şule Yüksel Şenler’in, hidayet romanlarının bu ilk ve en önemli temsilcisinin güncellenmesi operasyonuna nasıl bir tepki gösterdiğini öğrenmeyi çok isterdim. Ağustos’ta verdiği söyleşilerde, Huzur Sokağı’nın dizi olacağı haberini televizyondan öğrendiğini, kitabın yayıncısının kendisine sormadan böyle bir tasarrufta bulunduğunu, ancak daha sonra hem yayıncının hem de yapımcının gelip gönlünü aldıklarını söylüyor. Dizinin yayınlanan bölümlerini izledikten sonraki ruh halini ise bilmiyoruz henüz. Aslında keşke bilsek, çok önemli bir şey söylerdi bize bu ruh hali… (S.33-34)

Bohem Maçolar: Teoride zehir gibi pratikte sallanmakta… / Nacide Berber – Özlem Kaya

Her aşk başkadır ilk başta, her erkek de! Haliyle aşka düşünce kocaman bir yanılsamanın içine de düşmüş oluruz. Ve fakat yanılsamanın dereceleri var; ‘Bohem Maço’larla bu çok daha fazla! Başka bir dünyanın olabileceğine inanan, onun için mücadele eden, solcu, muhalif vb. erkeklerle yaşanan yanılsama bizi ‘başka bir aşk mümkündür’e bile savurabilir, aman dikkat!..( S.35)

Popüler Felsefe bizi aşka davet ederken… / Özlem Barın

Alain Badiou, bir kaç yıl önce yayimlanan Aşka Övgü adlı kitabında günümüzde felsefenin görevlerinden birinin aşkı savunmak, dahası yeniden icat etmek olduğunu söylüyor. Yaşama anlam ve derinlik veren aşkın günümüzün güvenlik anlayışına kurban edildiğinden, risk almak ve yaratmak yerine bireyci ihtiyaç ve arzuların güvenli yoldan tatmin edilmesine indirgendiğinden yakınıyor. Sanal çöp çatanlık sitelerinin hızla artması ve yaygınlaşmasının bu bireyci güvenlik anlayışına cevap oluşturduğunu ve bizzat kışkırttığını söylüyor…( S.36-37)

Cinsel özgürlük, arzu ve haz üzerine feminist notlar / Evrim Engin

Başta ABD ve Fransa’da olmak üzere 1968 yılına damgasını vuran toplumsal mücadeleler bugün ikinci dalga feminizm olarak adlandırdığımız bir dizi siyasi hareketlenme ve kuramsal müdahaleyle kadın hakları, hanede iş bölümü, üreme ve istihdam hukuku ve politikaları konusunda söylem dönüşümüne ve hak kazanımlarına yol açtı. Cinsel özgürlük, burjuva aile kurumunun reddiyle beraber, komünal yaşam pratikleri içinde yeniden deneylenmesi gereken olanaklar vaad etmekteydi… (S38-39)

Aşk dile düştüğünde… / Hilal Eyüpoğlu (S.40-41)

Aşığın yolculuğu, yolculuğa duyulan aşk: Bir Bergen-Lacan düeti / Ebru Sorgun

“Bundan sonra adını kırk yılda bir anarım Sende kaybettiğimi başkasında ararım” Acıların kadını Bergen… Acının kadın hali. “Aşk” adına önce kör edilen sonra da katledilen acıların kadını Bergen’in ünlü damar şarkılarından biridir “benim için üzülme.” O racon kesen erkeksi sesiyle “Sende kaybettiğimi başkasında ararım, sen benim için üzülme” dese de; üzülemeyen, sadece hiddetlenen, hiddetlenince şiddetlenen, yakan yıkan kocası, onun dünyada bir daha bir şey aramasına izin vermemiştir. Patriyarkanın kadın cinayetleri trajedisinin perdelerinden biridir Bergen… (S.42)

Aşkın “trans” deneyimi / Gül Demir

Sorularımız vardır; nedense daha çok birilerine yaşını, mesleğini, kimliğini sormak, “’tanımla kendini’” demek için kullandığımız. Kimsin sen, nedir senin gerçeğin, aşkın? Duymak istenilen yanıtlar “en doğru yanıt”tır çoğu zaman. Kendini tanımlaması beklenen kişinin sürekli “doğru” yanıtı vermeye çalışan bir öğrenci gibi kalbi nasıl çarpar; düşünmeyiz bile. Bir kalbi yormakla ilgilenmediğimiz hayatlarımızda her nasılsa yeri büyüktür aşkın…(S.49)

Feminist eleştiriye kalan / Pınar Önen (S.45) Aşk ve evlilik / Özden Dilber (S:46)

Yuvarlak masa: Tek eşimi kaybettim, bulmayacağım (s.47-48)

Aşka asabiyiz bizAforizmalar

  • Üç gram sevgi için koca bi akıl tutulması, koca bi teslim oluş. Gözümü açtığımda bir koca dünya ve bir dolu kızkardeş
  •  Kendimi onda aramak ama hiç bulamamaktı… (S.51)

Hazzın Erkek Egemen Kurgusuna Karşı Bedenimizi Tanıyor muyuz?

hasbiyeSosyalist Feminist Kolektif ve Kasaum desteği ile 15 Aralık Cumartesi Saat:14.00’de Siyasal Bilgiler Fakültesi 226 No’lu salonda yapılacak tartışmada, katılımcı kadınlar  ‘Hazzın Erkek Egemen Kurgusuna Karşı Bedenimizi Tanıyor muyuz?’ sorusuna yanıt bulmaya çalışacaklar.

Cinsellik tarihinin köşe başlarını işgal eden erkek bilimciler, kadını kendi bedenine dair bilgilerden yoksun bırakmayı o kadar ileri götürmüşler ki; vajina duvarlarındaki sinirlerin elimizin serçe parmağındakilerden bile az olduğunu, dolayısıyla vajinadan hissedilecek hazzın o oranda az olacağını saklamışlar…..

Anlatici: Hasbiye Günaçtı

Sosyalist Feminist Kolektif ve Kasaum desteği ile
YER: Siyasal Bilgiler Fakültesi 226 No ‘lu salon
TARİH: 15. 12. 2012 cumartesi
SAAT: 14.00- 17.00

Mr.Muscle’in “İstikbali” Pek Parlak Değil!

page_39istikbal39in-son-reklam-filmi-39istikbal-yerlerdedir39-dedirtiyor39_291896206Mutfak Cadıları – Aralık 2012

Reklamların cinsiyetçiliğini artık dünya alem biliyor. Her akşam ‘janjanlı’ görseller eşliğinde uçuşan ‘janjanlı’ metinlerin içine köhnemiş erkek egemen sisteminin sesinin sinişine her reklamda şahit oluyoruz. Reklamlardaki üst sesin neden hep erkek olduğu sorusu bile yeterli bunu anlamak için. Devamını Oku…

Pınar Selek Üzerinde Oynanan Oyunu Bozalım!/Sosyalist Feminist Kolektif

pinar_ayracFeminist arkadaşımız, barış savunucusu Pınar Selek’in tam üç kez beraat ettiği Mısır Çarşısı davası ile birleşen diğer yan davalardaki usul eksikliklerinin tamamlanmasına ilişkin son duruşma, skandal bir karara sahne oldu.

22 Kasım Perşembe günü İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi Pınar Selek hakkında 9 Şubat 2011 tarihinde vermiş olduğu nihai beraat kararını yetkisi olmadığı halde geri aldı. Mahkemenin önceden verdiği beraat kararını bozarak Pınar hakkında müebbet hapis cezası istemesinin hukuken ve siyaseten bir skandal olduğu ortada.

Pınar’a 12 yıldır yaşatılanların bir karşılığı yok. Tam bitti derken yeni bir hamle ile Pınar’a eziyet sürdürülüyor. Pınar üzerindeki sistemli baskı politikası yasalar, bilirkişi raporları yok sayılarak devam ediyor. Pınar’ın bu zor günlerinde yanında olduğumuzu duyuruyoruz.

Pınar Selek üzerinde oynanan oyunu bozmak için, 13 Aralık 2012 Perşembe günü saat 14:00’de İstanbul 12.Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek duruşmada olacağız.

Sosyalist Feminist Kolektif

Adli Tıp Kurumu’na Suç Duyurusu Yaptık !

7_aral4Adana, Ankara, Eskişehir ve İstanbul’da eş zamanlı olarak,  eksik ve yanlış yöntemleriyle, adaleti rapora indirgeyen anlayışıyla, tecavüzcülerin beraatının en büyük sorumlusu olan Adli Tıp Kurumu hakkında suç duyurusunda bulunduk. Kadın örgütleri olarak ortak basın bildirimiz aşağıdadır.

Devamını Oku…

Kürtaj Uygulamalarına Dair Videolar Yayında!

logo1“Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu” kadınları birçok engelle karşı karşıya bırakan kürtajla ilgili uygulamalara dikkat çekmek amacıyla beş video hazırladı. Ortalama birer dakika süren videolarda yasal kürtaj süresinden, ceza uygulamalarına, ikna sürecinden takip ve korunma yöntemlerine kadar pek çok konuda uygulanan fiili engellemelere işaret ediliyor.

Gerek Türkiye’de gerekse dünyada, kürtaj hakkının sınırlı olduğu ya da fiili olarak engellendiği durumlarda, kadınlar sağlıksız, güvenli olmayan yöntemlere başvurarak ya da kötü koşullarda kürtaj yaptırarak hayatlarını riske atıyorlar. Kürtaj hakkının kullanılması, bütün kadınlar açısından hayati önem taşıyor. Ancak, Hükümetin hastaneleri ve doktorları denetime tabi tutarak kürtajı sınırlandırması nedeniyle kürtaj olmak isteyen kadınlar çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalıyor.

Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu kürtaj uygulamalarındaki sorunlara dikkat çekmek amacıyla beş video hazırladı. Ortalama birer dakika süren ve her birinde farklı bir konuya dikkat çekilen videolar sosyal medyada, portallarda ve televizyon kanallarında gösterilecek.

Süre, Gebe Avı, Suçlu, İkna Odası ve Gebliz adını taşıyan videolardan ilki Facebook, Twitter, Youtube gibi sosyal ağlarda paylaşılmaya başlandı. Pek çok sağlık kurumunun yasal süre 10 hafta olmasına rağmen, 8 haftadan sonra kürtaj yapmayı keyfi biçimde reddedişini konu alan Süre videosu Youtube’dan ve kurtajhaktir.com adresinden izlenilebilir.

Videolara aşağıdaki adreslerden ulaşmak mümkün:
http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=VZrv8V1xfrE
http://www.kurtajhaktir.com/videolar/

Videolar Neleri Anlatıyor:

Süre, Gebe Avı, Suçlu, İkna Odası ve GEBLİZ adını taşıyan videoların her birinde farklı bir konuya işaret ediliyor. “Doğru bilinen yanlışları” düzeltmek amacıyla hazırlanan her videonun sonunda aşağıdaki mesajlar yer alıyor:

· SÜRE: Yasaya göre kürtaj süresi 10 hafta. Oysa pek çok sağlık kuruluşu,  8 haftadan sonra kürtaj yapmayı keyfi biçimde reddediyor.

· SUÇLU: Kürtaj hakkinin yasal süresi 10 hafta. Ancak kimi durumlarda 10 hafta yeterli olmayabiliyor.  Bu süreyi aşan kadınlar ise, 1 yıla kadar hapis cezasıyla karşı karşıya getiriliyor. Kadınların kürtaja erişimindeki engelleri gözetmeyen yasa, doğurmama tercihini suça dönüştürüyor.

· İKNA ODASI: Kürtaj olmak isteyen kadınlardan koca izni isteniyor ve  kadının karırı yok sayılıyor. Bilgilendirme adı altında psikolojik şiddet uygulanarak annelik dayatılıyor.

· GEBLIZ: Doktorlar ve hastaneler, hastalarının sağlık durumlarıyla ilgili bilgileri üçüncü kişilerle paylaşamazlar. Ancak GEBLİZ programı, hastanın mahremiyet hakkını hiçe sayarak, kadınların gebelik ve doğum kontrolüne ilişkin tüm bilgilerini merkezi bir sisteme aktarılmayı zorunlu kılıyor. Bu sistem doktorlar dışındaki sağlık personelinin de bu bilgilere erişebilmesine neden oluyor.

· ERKEKLER KORUNSUN: Doğum kontrol yöntemleri çoğunlukla kadınlara yönelik geliştiriliyor. Erkekler ise sorumluluk almıyor. Erkek egemen tıp bunu destekliyor.

Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu Ne Diyor?

Dünyada her yıl yaklaşık 210 milyon gebelik saptanıyor. Bu gebeliklerin ancak 133 milyonu doğumla sonlanıyor. Geri kalan gebeliklerin yaklaşık yüzde 15’i kendiliğinden düşük, yaklaşık yüzde 22’si de isteyerek kürtajla sonlandırılıyor. Kürtaja yasal olarak izin verilen 1983 yılından önce kadınların çocuk düşürmek için kullandıkları yöntemler ölümle sonuçlanıyordu. Artık kadın ölümlerinde kürtajdan söz edilmiyor. Güvenli, erişilebilir, sağlıklı kürtaj hakkının, kadınların doğurganlıkları ve bedenleri üzerindeki söz hakkının bir parçası olduğunu savunan Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu taleplerini şöyle sıralıyor:

· “Kürtajın yasal süresi 12 haftaya çıkartılmalı.

· Tecavüz durumlarında kürtaj süresi en az 24 hafta olmalı.

· Kürtajda koca izni kaldırılmalı ve kadının kendi iradesi tek başına esas alınmalı.

· Kürtaj klinikleri ve hastanelerinde son tıbbi teknoloji doğrultusunda, gebeliğin sonlandırılması için konulan yasal sürenin her aşamasında, sağlıklı koşullarda  kürtaj servisi sağlanmalı.

· Kadının tecavüze uğraması sonucu meydana gelen istenmeyen gebeliğin önlenmesi için gerekli doğum kontrol yöntemlerine ve araçlarına erişimin sağlanmalı, suça maruz kalınması durumunda, “savcılık izni” isteğiyle kürtaj engellenmemeli, kadının beyanı esas alınmalı, sağlıklı koşullarda kürtaj işlemi gerçekleştirilmeli.

Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu

 

7 Aralık’ta Eşzamanlı Eylem: Yargı- Adli Tıp İş Birliğiyle Tecavüzcüleri Aklamayın!

Ankara toplu tecavüz davasında eksik test yaparak görevini ihmal eden Ankara Adli Tıp kurumu ve 2 yıl boyunca rapor göndermeyerek görevini ihmal eden İstanbul Adli Tıp kurumu hakkında Adana, Eskişehir, Ankara ve İstanbul’da 7 Aralık Cuma günü suç duyurusunda bulunuyoruz.

Taciz-tecavüz davalarındaki adaletsiz yargılamalara, adli tıp kurumunun ihmallerine ve tecavüzcülerin nerdeyse her davada salıverilmesine hepbirlikte
ARTIK YETER! diyelim…

7 Aralık Cuma Saat 13.00’de

İstanbul İstanbul Adliyesi önü- Çağlayan /İstanbul Feminist Kolektif, Cinsel Şiddete Karşı Kadın Platformu; Gökkuşağı Kadın Derneği, İlerici Kadınlar Derneği, Sosyalist Feminist kolektif, Kadav, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı

Ankara: Ankara Adliyesi önü/ Ankara Kadın Platformu


kadnn-beyan-esasAdana:
Adana Adliyesi önü/ Adana Kadın Platformu
7 Aralık Cuma Saat 12.30’da

Eskişehir: Eskişehir Adliyesi önü/ Eskişehir Demokratik Kadın Platformu

Dava detayları:

12 Haziran 2008 tarihinde cinsel şiddete karşı kadın platformu üyesi de olan bir arkadaşımız, içkisine ilaç katılması suretiyle toplu tecavüze maruz bırakıldı. Ertesi gün savcılığa “içkiye yabancı madde katılması” sebebiyle başvuran arkadaşımızın hem saldırganlarla, hem de eril hukuk sistemiyle mücadelesi 5 yıldır sürmektedir.

27.09.2012 tarihindeki son duruşmada; sperm örneği, saldırganlardan birinin cinsel ilişkiye girdiğine dair kabulü, 4ten fazla tanığın, olayın akabinde arkadaşımızın bilinçsiz, konuşamaz ve motor hareketlerini kontrol edemez halde gördüklerine dair yeminli beyanları ve ruh sağlığının bozulduğuna dair birden fazla rapor bulunmasına rağmen, tecavüz sanıklarına beraat kararı çıktığını öğrendik.

5 yıllık dava sürecinde;
•Savcılık kadının beyanını esas almayarak, kadın içkisine ilaç katıldığını ifade etmesine rağmen suç duyurusunun hemen akabinde deliller henüz karartılmamışken ev araması yapmamış ve delillerin karartılmasına izin vererek görevini ihmal etmiştir.
•Mayıs 2009’dan Temmuz 2011’e kadar, İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan rapor beklenmiştir. İstanbul Adli Tıp Kurumu 2 yıl boyunca rapor göndermeyerek görevini zamanında ve eksiksiz yapmamış ve ihmal etmiştir.
•Ankara Adli Tıp Kurumu idrar örneği almayarak ve sadece Ankara Adli Tıp Laboratuarının sistematiğinde bulunan maddeleri araştırıp, Adli Tıp sistematiğinde yer alan maddeleri araştırmayarak görevini ihmal etmiştir. Yalnızca 5 ml kan örneği üzerinde ve yalnızca tek bir yöntem ile araştırma yapılmış, bu durum İstanbul Adli tıp kurumunun raporunda da “toksikoloji raporunda eksiklik” olarak nitelenmiştir.

Yeni Sendikalar Yasası ve Kadınlar

sendikalarSendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu (STİSK) 7 Kasım 2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu yasanın yerini aldığı yasalar, büyük ölçüde Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK)’in talepleri doğrultusunda hazırlanmıştı. Yeni sendikalar yasası ise, son dönemde yükselen işveren kuruluşları Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ile Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON)’un talepleri doğrultusunda oluşturulmuş.

Devamını Oku…

Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta …

Karısını Öldürmek İçin Kadın Kılığına Girdi!

Kayseri’nin Melikgazi ilçesi Esenyurt Mahallesi Büyükmenderes Caddesi Feslihan Sokak’ta oturan Cafiye Kaya, etek ve pijama giyip başına eşarp takarak kadın kılığına giren, ayrı yaşadığı eşi Rafet Kaya’nın bıçaklı saldırısına uğradı. Oturduğu eve kaçmak isteyen kadın, boşanma davası açtığı ve bir süreden beri ayrı yaşadığı eşi Rafet Kaya tarafından boğazının bıçakla kesilmesi sonucu yaşamını yitirdi. Olay yerinden kadın kılığında kaçmak isteyen saldırgan koca, yakalanarak gözaltına alındı. Olay yerine gelen Cafiye Kaya’nın kızı Filiz Kaya gözyaşı dökerken annesinin cesedini görmek istedi. Filiz Kaya, “Neden hep kadınlar öldürülüyor? Annem niye korunmadı. Kadına şiddet ne zaman son bulacak?” diye tepki gösterdi. Bir süre önce cezaevinden çıktığı ve inşaatlarda taşeronluk yaptığı bildirilen Rafet Kaya hakkında evden uzaklaştırma cezası kararı olduğu öğrenildi. Kocası tarafından boğazı kesilerek öldürülen Cafiye Kaya ise evlerde temizlik yaparak geçimini sağlıyordu.
______________________________________________________

İşitme Engelli Kız Çocuğuna 5 Erkeğin Tecavüzü

Edirne’de, 14 yaşındaki işitme engelli kız çocuğu Z.K, yaşları 76 ile 24 arasında değişen beş kişinin istismarına uğradı. Z.K.’nın teşhisine rağmen mahkeme, şüphelileri 4 Nisan 2012’de serbest bıraktı. Savcılık ve Çocuk Şube Müdürlüğü ise yasalar gerektirdiği halde Z.K.’yı koruma altına aldırmadı. Devlet kılını kıpırdatmazken, Z.K.’yı ve ailesini tanımayan emekli hâkim Nilgün Kurtoğlu, 22 Mayıs’ta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’e e-mail atarak, kız çocuğunun korunmasını istedi. Fakat bu çığlık da işitilmedi. Ve bir hafta önce, kusma belirtileriyle Hastaneye kaldırılan Z.K.’nın 14 haftalık hamile olduğu, yani ‘korunması’ gereken dönemde bir kez daha tecavüze uğradığı anlaşıldı. Halen tedavi gören Z.K.’nın kürtaj sınırını aştığı ve bu işlem için mahkemeden karar beklendiği öğrenildi.

Edirne’nin Çavuşbey Mahallesi’nde, 17 Ocak 1998’de dünyaya geldi Z.K. Dördü kız, yedi kardeşin beşincisiydi. Kardeşler içerisinde, sağır ve dilsiz olan tek çocuktu. Yıllarca bir fırında çalıştıktan sonra emekliliğe ayrılan 55 yaşındaki baba A., cilt kanserine yakalandığından artık çalışamıyordu. 42 yaşındaki annesi S. ise ev kadınıydı. Eve giren tek emekli maaşının 250 TL’si de iki göz odalı eve gidiyordu. Küçük Z.K., Edirne’de Şehit Öğretmen Adnan Tunca İşitme Engelliler İlkokulu’nda okuyordu. Geçen yıl üçüncü sınıfa geçmişti. Edirne Savcılığı’ndaki soruşturma dosyasına göre geçen 2 Nisan’da Edirne Asayiş Şube Müdürlüğü’ne bir ihbar ulaştı. “Yıkık Hamam civarında kimi kişiler bir kız çocuğuna musallat oluyor” deniliyordu. Bunun üzerine polis, ilkin 14 yaşındaki Z.K.’yı emniyete götürdü. Ardından da Yıkık Hamam adı verilen tarihi ve metruk bölgede, üç şüpheliyi gözaltına aldı. Z.K., 2 Nisan’da, üç öğretmeni ve bir psikoloğun da hazır bulunduğu bir ortamda alınan ifadesinde, ‘çeşitli kişilerin 10-20 TL vererek, kendisiyle zorla birlikte olduklarını’ iddia etti. Aynı gün teşhis yapıldı. Z.K., üç kişiyi teşhis etti.

Bu kişilerden ilki, 1988 doğumlu İran uyruklu M.A.N. idi. İfadesinde, mağaza sahibi olduğunu, o gün Kapıkule Sınırı Kapısı’ndan geçemeyince geri döndüğünü ve Yıkık Hamam civarında durduğunu ve Z.K. ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını savundu. İkinci kişi, Yıkık Hamam yakınında alkol alan 1973 doğumlu kaynakçı M.S.’ydi. M.S. ise “Yıkık Hamam civarında otururken Z.K.’yi gördüm. Yanında M.N.A. vardı. Kız bana içeriyi işaret etti. Yönelmek üzereyken beni engelledi” dedi. Bir diğer şüpheli de M.S.’nin arkadaşı N.E.’ydi. Ve bir gün sonra, 3 Nisan’da, Z.K.’nın tekrar ifadesi alındı. İfadede, Z.K.’nın başkaca kişiler tarafından da suiistimal edildiği sonucu çıkıyordu.

Savcılık, eldeki üç şüpheliyi ‘çocuğun cinsel istismarı’ savıyla tutuklanmaları için Sulh Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. Fakat mahkeme, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraktı. Yalnızca M.A.N.’ye yurtdışına çıkış yasağı getirildi. Bu arada polis, iki şüpheliyi daha gözaltına aldı. Böylece şüpheli sayısı beşe çıktı. Bunlar 76 yaşındaki Y.D. ile 56 yaşındaki N.A.’ydı. Kendisi de bir işitme engelli olan N.A., ifadesinde, “Ben Y.D.’nin kızla birlikte olduğunu biliyorum. Fakat ben birlikte olmadım” dedi. Bu şüpheliler serbest bırakılırken, dosyaya ulaşan adli tıp raporunda, “Z.K.’nın bedeninde darp ve cebir izi olmadığı, genital bölgede lezyon bulunmadığı fakat eski yırtıklar görüldüğü” saptandı. Buna göre Z.K., 2 Nisan’dan önce istismar edilmişti. Ayrıca Trakya Üniversitesi’nde yapılan incelemede, ‘ruh sağlığının bozulduğu’ tespit edildi. Savcılık bu aşamada, Çocuk Koruma Kanunu uyarınca, Çocuk Mahkemesi’ne başvurarak, Z.K.’yı koruma altına aldırması gerekirken, bu yola başvurmadı. Çocuk Şube Müdürlüğü ve okulu da kılını kıpırdatmayınca Z.K. koruma altına alınmayıp aileye verildi. Bu arada, Edirne’de yaşayan emekli hâkim Nilgün Kurtoğlu, ailesini ve kendisini hiç tanımadığı halde, harekete geçti. Skandalı öğrenir öğrenmez, 22 Mayıs’ta, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’e bir e-mail gönderdi. Kurtoğlu, e-mail’de, çocuğun korunmasını istiyordu.

Ne var ki Kurtoğlu’nun bu çabası da sonuçsuz kaldı ve Z.K. koruma altına alınmadı. Geçen 3 Eylül’de Z.K., ‘kustuğu ve burnundan kanlar geldiği’ için hastaneye götürüldü. 14 yaşındaki Z.K.’nın, 14 haftalık, yani 3,5 aylık hamile olduğu belirlendi. Yani, ‘suistimal’ iddiiasıyla soruşturmanın başlatıldığı ve Z.K.’nin, yasalar öyle gerektirdiği halde korunma altına alınmadığı ve emekli hâkim Nilgün Kurtoğlu’nun mektup gönderdiği dönemde tekrar tecavüze uğradığı ortaya çıktı.

____________________________________________________________________

14 Yaşındaki Z.K. İçin Bakan Fatma Şahin’e Seslenen Ama Sesi Duyulmayan Emekli Hâkim, “Kürtaj İçin Geç Kalınmasın” Dedi.

Edirne’de hayatını sürdüren emekli idare hâkimi Nilgün Kurtoğlu, geçen nisan ayında, cinsel istismarına uğradığı halde korunma altına alınmayan Z.K.’nin çığlığını işiten tek kişiydi. Aile ve Sosyal Potikaları Bakanı Fatma Şahin’e “Bu çocuğu koruyun” diye e-posta attı. Kurtoğlu’nun bu e-postası karşılık bulamadan Z.K. bu kez tecavüz sonucu hamile kaldı. Kurtoğlu şimdi öncelikle kürtaj yapılması, ardından Z.K. ve ailesinin korunması gerektiğini söylüyor. “Ben halen hâkim olsam ve bu dava tazminat istemiyle önüme gelseydi, idare açısından hiç iyi olmazdı. Çünkü bu olayda, korunma istenmemiş ve dolayısıyla çocuk korunmamış. Bu korunamama nedeniyle mağduriyet yaşamış. Devletin çocuğu koruması gerekiyordu. Aile çocuğu koruyamıyor. O zaman çocuğu korumak idarenin göreviydi. İdare, yükümlüklerini yerine getirmek zorundaydı. Ağır bir ihmal var. Çok üzücü…” “ Tazminat davasının temeli, caydırıcı olmasıdır. Öyle bir tazminata hükmedilir ki, bir daha idare o ihlali yapmaktan cayar ve önlemlerini alır. O tazminat çok ağırdır. Öyle düşünmek istemiyorum ama maalesef öyle: Bu olayda tüm idareler kusurludur. Ben tüm çocukların korunmayı hak ettiklerini düşünüyorum. Hayata kırık dökük başlamamalılar.” “ Çocuğunu neden korunmadığı sorusuna idarenin cevap vermesi gerekiyor. Sonuçta idarenin kendi personelini sürekli eğitmesi, yeni olasılıklara hazırlaması, farkındalık yaratması gerekiyor. Sınırlarımızı artık ulusal hukuk değil, uluslararası hukuk belirliyor. Zannediyorum ki idare herhalde bundan sonra çocuğu koruma altına alacaktır. Ailesi kendini koruyamıyor ki çocuğunu koruyabilsin. Çocuğun derhal kürtaj yapılması lazım.”

Bu çocuk 14 yaşında ve hamile… Eğitim hakkı elinden alındı. Çocuk doğurma kararı alınırsa hamile olduğu için okula gidemeyecek. Sonra çocuğu doğurur doğurmaz da satılacak. Umudum o ki koruma kararı çıkar, çocuk kürtaj olur, ruhsal tedaviye alınır. Ailenin de korunması gerekiyor. Evine para girmeyen ve 10 kişinin yaşadığı bir ortamda ne bekliyor bu insanları? Fuhuş ve uyuşturucu…”

___________________________________________________

15 Yaşındaki Kızı Hamile Bırakan Erkeğe 29 Yıl Hapis

Olay, Bursa merkez Osmangazi İlçesi’nde 2007 yılında meydana geldi. İddiaya göre, aralarında ilişki bulunan kadının 15 yaşından küçük kızı M.T.B.’yi “Annene müzik seti vereceğim” diyerek kandıran Cemal Çubukçugil, daha sonra küçük kıza cinsel tacizde bulundu. M.T.B.’ye tabancasını gösteren Cemal Çubukçugil, olanları kimseye anlatmaması için kızı tehdit etti. Daha sonra M.T.B.’nin annesiyle aynı evde birlikte yaşamaya başlayan Cemal Çubukçugil, 2 yıllık süre boyunca genç kızla birçok kez ilişkiye girdi. M.T.B.’nin hamile kalması ardından ortaya çıkan olay üzerine gözaltına alınan Çubukçugil, sevk edildiği mahkeme tarafından tutuklandı.Bursa 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde ’Cinsel istismar’ suçundan hakkında 15 yıla kadar hapis istemiyle dava açılan Cemal Çubukçugil, son kez hâkim karşısına çıkarıldı. Daha önceki duruşmalarda 15 yaşından küçük kızla rızası üzerine ilişkiye girdiğini söyleyen ve yapılan DNA testi sonucu genç kızın çocuğunun babası olduğu tespit edilen Cemal Çubukçugil’e ’cinsel istismar’ suçundan 8 yıl hapis cezası verildi. Mahkeme heyeti, sanığın mağdurenin annesi ile aynı evde yaşadığı ve aile büyüğü konumunda olduğu sırada nüfuzunu kötüye kullandığı için bu cezayı 12 yıla çıkartıldı. Ayrıca suçun çocuğa karşı, cebir ve şiddet kullanarak ve birden fazla kez işlenmesi nedeniyle bu ceza da arttırıldı. Mahkeme sanık Cemal Çubukçugil’e toplam 29 yıl hapis cezası verildiğini açıkladı.Ayrıca sanık Cemal Çubukçugil’in kardeşi M.K.Ç.’nin de oğlunun kız arkadaşı olan H.K. ile arkadaşının kızı olan 13 yaşındaki B.B.’ye 2 yıl boyunca tecavüz ettiği iddiasıyla ağır ceza mahkemesinde 45 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanmasına devam ediliyor.
__________________________________________________

İnternette Tanıştığı Kadınatecavüz Etti

İstanbul’da ailesi ile birlikte polise başvuran 20 yaşındaki P.A. internet üzerinde tanıştığı bir kişinin tecavüzüne uğradığını söyledi. P.A. poliste verdiği ifadesinde “Onunla 3 ay önce Facebook üzerinde tanışmıştık. Kendisini ‘Muşlu Murat’ olarak tanıtmıştı. Bir süre konuştuktan sonra bir gün İstanbul’a geldi. Beni sevdiğini söylüyordu. O gün birlikte gezmeye gittik. Beni Esenyurt’ta bir arkadaşıyla tanıştıracağını söyleyerek bir eve soktu. Daha sonra bana tecavüz etti.” dedi.
Uçak bileti almaya çalışan zanlı Atatürk Havalimanında yakalandı. Asayiş Şube Müdürlüğüne getirilen Nesih E.’nin memleketi olan Muş’ta evli ve 3 çocuklu olduğu ortaya çıktı. Poliste ifade vermeyerek “Susma” hakkını kullanan Nesih E. çıkarıldığı Küçükçekmece adliyesinde tutuklanarak cezaevine gönderildi.
__________________________________________________________________________

“İnsan Canının Kıymeti Yok.. Hele Kadının Hiç!”

Gaziantep’te yaşayan Asiye Deveci, “görücü usulü” tanıştığı Mehmet Altunay ile 25 yaşında evlenir. Ortaokuldan terk genç kadının “evlenme vakti” gelince başka seçeneği yoktur: “Tutucu bir ailem vardı. Arkadaşlık yapmak ayıptı.”Genç kadın, muayenehanelerde çalışarak para kazanırken kocası, çoğu zaman işsizdir. Deveci’nin annesi 2003’te evini satınca, kocası evin parasını ister. Vermek istemeyen genç kadın, kocasının uyguladığı şiddetin kurbanı olur. Bu olayın ardından boşanma davası için avukata vekâlet verdikten sonra kızlarını da alarak Balıkesir’e akrabalarının yanına gelir: “Çalışmaz, dayak atar. Boşanmak isteyince bırakmadı peşimi.” Boşanmaya ikna olan Mehmet Altunay, Edremit’e gelip gitmeye başlar. Asiye Deveci, iki çocuğuyla yaşam mücadelesi vermektedir. Genç kadın, bir süre sonra Gaziantep’e dönmeye karar verir. Evlerinin adresini eski kocası bilmez ama öğrenmek için elinden geleni yapar: “Adı baba ya, kızları görme hakkı var. Hafta sonu görüşüyorlardı ama evin yerini bilmiyordu. Barışmak istiyordu. Bir gün sokakta, ‘Neden kızlarımı göstermiyorsun’ diyerek gırtlağıma yapıştı. Maksat, adımını evden içeri atmak.”

Tacizlere dayanamayan Deveci, adresi vermek zorunda kalır. Mehmet Altunay böylece, adımını yeniden eve atmış olur. Bir gün bir inşaatın tepesinden telefon açar: “Yanında çalıştığı doktorların araya girmesiyle, Altunay çocukları geri getirir. Çift, nikahsız birlikte yaşamaya başlar. Resmi nikah yaptırmak istemeyen Deveci, evin yükünü tek başına sırtlanmaya devam eder. Gaziantep’ten uzaklaşırlarsa her şeyin daha iyi olabileceği inancıyla genç kadın borç para temin ederek ailenin Muğla’ya taşınmasına ön ayak olur. Ancak bir gün, Altunay’ın Kuzey Irak’a çalışmaya gitmek için para istemesiyle canına tak eder: “Sürekli para bulmamı istiyordu. ‘Otobana mı çıkayım, yeter’ deyince, ‘Sen çıkarsın’ dedi. ‘Kocama para yetiştiremediğimi söyleyerek çıkarım’ deyince ağzımı burnumu kırdı.”

Genç kadın biriktirdiği 500 lirayı vereceğini söyler ama aynı gecenin sabahı evden kaçar: “Hemen otogara o parayla bilet almaya gittim. Kızlarımı da sonradan yanıma aldırdım.” Böylece anne ve iki kızı yeni bir hayata başlar. Eski koca ise, bir süre sonra ziyaretlerine devam edecektir. Altunay’ın iki ay önce genç kadına zorla bıçak vererek onu bıçaklamasını istemesinin üzerine Deveci, koruma talebiyle Edremit Savcılığı’na başvurur: “‘Can güvenliğim yok’ yazdım. Savcılık, dilekçeyi kaymakamlığa götürmemi istedi. Oradan da karakola gönderildim. Karakolda üstünde telefon numaraları yazılı bir kağıt verdiler. ‘155’i arayın, ulaşamazsanız bunu arayın’ yazıyor. Bıçaklanmam mı lazımdı koruma vermeleri için?” Olay günü, eski koca genç kadını iş yerinden arayarak görüşmek istediğini söyler. Asiye Deveci gitmek istemez ama Altunay çocuklar hakkında konuşmak istediğini belirterek ısrarcı olur. Genç kadın kızlarına telefon açar ama “içi bir tuhaf olunca” vazgeçer: “‘Gelmeyin annem, geri dönün‘ dedim. Herhalde içime doğdu.”

Deveci’nin önerdiği kafede oturmak istemeyen Altunay, başka yere geçer. Ancak oturdukları yerden Altunay’ın bir adamın bakışlarından “huylanması” nedeniyle kalkarlar. Çift, parkta bir banka oturur. “Yaptıklarının hesabını sormaya geldim” diyen adam, cebinden bıçak çıkarır:
“O bıçağı çıkardı ki… İçim cız etti. Gırtlağıma sol eliyle yapıştı. Bıçağı saplıyor, saplıyor… Hortumdan su nasıl akar, kan öyle akıyor benden… ‘Ya barışacaksın ya da tekrar bıçaklarım’ diyordu. ‘N’olur beni iki kızıma bağışla’ diyordum.”
Deveci, şimdi hem ruhsal hem fiziksel tarifi zor acılar içinde. “İnsan kaderini kendi değiştirebiliyormuş, bunu öğrendim.” diyor. Ve bunca zaman çığlığını duymayan yetkililere veryansın ediyor: “Üç ay önce bir görüşmemiz öncesinde karakolda buluşmak isteyerek polislere can güvenliğimin olmadığını anlattım. Ya karakolda ya da kapının önündeki banklarda konuşmak istedim. ‘Başka yerde konuşun’ dediler. İnsan canının hiç kıymeti yok. Hele kadının, hiç…”
______________________________________________________

Tecavüz Eden Adamın Başını Kesip Köy Meydanına Attı

Olay, Isparta’nın Yalvaç ilçesine bağlı Koruyaka Köyü’nde meydana geldi. 2 çocuk annesi ve 5 aylık hamile olduğu belirtilen Nevin Yıldırım’ın eşi İsmail Yıldırım, 8 ay kadar önce çalışmak için Antalya’nın Demre İlçesi’ne gitti. Evde 2 çocuğuyla kalan Nevin Yıldırım’ın kayınpederi İlyas Yıldırım ‘ın kız kardeşi ile evli olan ve aynı köyde oturan evli ve 2 çocuk babası 35 yaşındaki Nurettin Gider, iddiaya göre evine gittiği Nevin Yıldırım’a zaman zaman silah zoruyla tecavüz etti. Köyde dedikodu yayılması üzerine Nevin Yıldırım şikayetçi olacağını söyledi. Nurettin Gider, “Elimde, uygun olmayan fotoğrafların var. Bunu köye, herkese yayarım” tehdidiyle Nevin Yıldırım’la birlikte olmayı sürdürdü.
Nevin Yıldırım, “Birlikte kaçalım” diyerek evine çağırdığı Nurettin Gider ile tartıştıktan sonra aldığı av tüfeğiyle onu cinsel organından yaraladı. Yaralı halde kaçmaya çalışan Nurettin Gider, evin önündeki yaklaşık 2,5 metre yüksekliğindeki damdan düştü, ardından bahçe duvarından atlamak isterken düşüp duvarın dibine yığıldı. Arkasından giden Nevin Yıldırım, birkaç kez daha ateş ettikten sonra Nurettin Gider’in kafasını kesici bir aletle ayırarak, bir çuvala koydu.

Olay yerinden yaklaşık 200 metre kadar ilerideki köy meydanındaki kahvenin önüne giden Nevin Yıldırım, burada oturanlara bağırarak, “Arkamdan konuşmayın. Namusumla oynamayın. İşte namusumla oynayanın kellesi” diyerek, çuvalın içindeki Nurettin Gider’in başını köy meydanına attı. Gördükleri karşısında şoke olan köylüler, olayı jandarma ekiplerine haber verdi. İhbar üzerine kısa sürede köye giden jandarma ekipleri, hiçbir şey olmamış gibi tüfeğini omzuna takarak evine dönen Nevin Yıldırım’ı gözaltına aldı. Nevin Yıldırım, güvenlik güçlerine Nurettin Gider’in bedeninin yerini gösterdikten sonra jandarma karakoluna götürüldü. Geniş güvenlik önlemi alınan köyde, sağlık ve güvenlik ekiplerinin incelemesi ardından Nurettin Gider’in cesedi, Yalvaç Devlet Hastanesi morguna götürüldü. Burada yapılan ilk inceleme ardından Gider’in cesedi ve kesik başı, ayrıntılı otopsi için Antalya Adli Tıp Kurumu’na gönderildi.

Isparta Barosu, halen sorgusu süren Nevin Yıldırım’ın savunmasını üstlenmek ve ifade verirken yanında bulunmak üzere bir avukat görevlendirdi. Avukat, hamile olan Nevin Yıldırım’ın karnındaki bebeğin babasının belirlenmesi için DNA testi yapılmasını istedi.
Nevin Yıldırım’ın babası Zekeriya Yıldız DHA muhabirine, öldürülen Nurettin Gider’in uzun süreden bu yana kızına sözlü ve cinsel tacizde bulunduğunu öğrendiğini belirterek, şöyle konuştu: “Kızımın artık canına ‘tak ettiği’ ve intihar etmeyi düşündüğünü, ‘İntihar etmeden önce bari namusumu temizleyeyim’ diye bu cinayeti işlediğini öğrendim. Kızım, daha önce bize bu konuyla ilgili bir şey söylemedi. Söylese başka türlü hallederdik. Kızımın biri 6, diğeri 2 yaşında 2 çocuğu var, bir de karnında var. Benim kızım böyle bir cinayet işleyecek insan değildi, ama canına tak demiş.” Zekeriya Yıldız, damadı İsmail Yıldırım’ın 5-6 aydan bu yana Antalya’nın Demre İlçesi’ndeki bir taş ocağında çalıştığını, bu nedenle kızının evde çocuklarıyla yalnız kaldığını ekledi.

______________________________________________________

35 Sanıklı Cinsel İstismar Davasında 19 Öğrenci Serbest Kaldı

Adapazarı’nda 3 ay önce 14 yaşındaki Ö.C.’ye, aralarında iki polis müdürünün de bulunduğu 31’i öğrenci 35 kişinin cinsel istismarda bulunmasıyla ilgili davaya dün Sakarya 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlandı. Duruşma öncesi adliye önüne gelen kadın örgütleri Ö.C.’ye destek verdi. Sakarya Kadın Platformu açtıkları pankartla olayın takipçisi olacaklarını ilan etti. Platform adına açıklama yapan Özgül Karaman, “Fethiye ve N.Ç. davalarında adalete olan güveni sarsan sonuçlardan sonra, bu davanın takipçisi olacağımızı ifade ediyoruz. Gelenekselleşen taciz ve tecavüz sisteminin ortadan kalkması için atılan her adım hayati önem taşımaktadır” dedi. Açıklama sırasında, davada tutuklu olarak yargılanan ve yaşları 18’den küçük olan çocukların aileleri tepki göstererek kendi çocuklarının da mağdur olduklarını öne sürdü.Aralarında 2 emniyet müdürü ve 18 yaşından küçük öğrencilerinde olduğu 35 kişinin cinsel istismarına uğradığı iddia edilen 14 yaşındaki Ö.Ç.’nin davasının ilk duruşmasında tutuklu yargılanan 19 öğrenci gece geç saatlerde tahliye edildi. Bu kararla dava kapsamında tutuklu sanık kalmadı.

Sakarya 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ve yaklaşık 15,5 saat süren dava saat saat 00.15 sıralarında sona erdi. Mahkeme, emniyet müdürü N.Ş.’nin firari olduğu davada, tutuklu yargılanan 19 kişinin tahliyesine karar verdi. Mahkeme, tahliyeye gerekçe olarak sanıkların yaşlarının küçük, cezaevinde tutuklu kaldıkları süre ve delillerin toplanmasını gerekçe gösterdi. Tahliye kararını öğrenen tutuklu yakınları büyük sevinç yaşarken ailelerin çocuklarını cezaevinden alabilmek için gece yarısı Sakarya Cezaevine gitti. Tahliye edilen 19 kişinin, Ö.C.’ye cinsel istismarda bulunanlar olduğu iddia edildi.
_______________________________________________________

Kadına Erkek Şiddetinin Vesikalık Fotoğrafı

Mersin’in Tarsus İlçesi’nde 36 yıllık eşi M. C.’den 3 yıldır şiddet gördüğünü söyleyen 2 çocuk annesi 52 yaşındaki N. C., bir fotoğraf stüdyosuna gidip moraran gözü ve vücudundaki morlukların fotoğrafını çektirdi.

Kamyon şoförü eşinin 3 yıldır bir başka kadınla ilişkisi olduğunu, buna karşı çıktığı için de sürekli dayak yediğini söyleyen N. C., Cumhuriyet Savcılığı’na yapacağı suç duyurusunda delil olsun diye stüdyoda kamera karşısına geçti. Tekme, tokat ve sopayla dövülen N. C., moraran yüzü ve vücudundaki morlukları gösteren fotoğrafları karta bastırdı. Adliyeye başvurmak için dosya hazırlayan C., “Yuvamız yıkılmasın diye bugüne kadar şikayetçi olmadım, ama artık dayanacak gücüm kalmadı. Yediğim dayakların cezasız kalmasını istemiyorum” dedi.
____________________________________________________

Ayrılmayı Kabullenmeyen Erkek Dehşet Saçtı

Olay, Çınarlı Diş Hastanesi yakınlarında meydana geldi. Gülay Dilaslan, bir süre birlikte yaşadığı T.Ö.’den ayrılmak istedi. Bunu kabullenemeyen T.Ö., sürekli aradığı ve yolunu kestiği Dilaslan’ı tehdit etti. Tehditlere daha fazla dayanamayan Gülay Dilaslan, Bayraklı Adliyesi’nde savcılığa suç duyurusunda bulunmak için yanına kızları Derman Çevik, Remziye Çevik ve damadı Ferhat Kurtuluş’u da alarak yola çıktı.

T.Ö., adliyeye gittiklerini öğrendiği Ferhat Kurtuluş yönetimindeki 35 HP 285 plakalı otomobili takip etmeye başladı. T.Ö.’nün tehditlerine aldırış etmeden yoluna devam edip durmayan Ferhat Kurtuluş, sokak aralarında izini kaybettirmek için kaçmaya başladı. Diş hastanesi önüne kadar süren kovalamaca sonunda T.Ö., aracıyla Kurtuluş’un kullandığı otomobile çarptıktan sonra önünü keserek durmasını sağladı. T.Ö., daha sonra, elinde bıçakla inerek saldırdığı Gülay Dilaslan, kızları Derman Çevik, Remziye Çevik ve damadı Ferhat Kurtuluş’u çeşitli yerlerinden yaraladı.
_________________________________________________________

Gardiyan Ayağı Alçılı Mahkûm Kadına Tecavüz Etti

Ankara Sincan Cezaevi’nde görevli 55 yaşındaki gardiyanın hırsızlık suçundan cezaevine giren 22 yaşındaki kadın mahkûma tecavüz ettiği iddia edildi. Kadın mahkûm gardiyandan davacı oldu. Yaklaşık 8 ay önce Sincan Cezaevi’ne giren iki çocuk annesi T.K., kaldığı koğuşta bacağını kırıp hastanelik oldu. Cezaevi içindeki hastaneye kaldırılan T.K’nın bir bacağı alçıya alındı. İddiaya göre, öğle tatili sırasında B.E. adlı gardiyan, yatalak haldeki T.K’ya tecavüz etti. T.K’nın çığlıkları üzerine görevliler odaya girdi, olaya tanık oldu. Olayın ardından T.K.’ya refakat etmesi için kız kardeşi hastaneye çağrıldı.

Tecavüz olayını kardeşine anlatan TK, “Ben burada devlete emanetim” diyerek B.E.’den şikâyetçi oldu. Sincan Cumhuriyet Savcılığı’nın cezaevi hastanesinde çalışan personel ve olaya tanık olan herkesin ifadesini aldığı öğrenildi. Hastanede T.K’ya refakat eden kız kardeşi K.A. çok konuşulacak bir iddiada bulundu. K.A., “B.E. asıl görevli olan gardiyanı yemeğe gönderip ablama tecavüz etmiş. Ablam ayağı alçılı olduğu için çaresiz kalmış. Olayı kapatmaya çalışıyorlar. Biz sonuna kadar mücadele edeceğiz” dedi.

________________________________________________________

Türk Erkek Yolcu Uçakta Yanındaki Koltukta Uyuyan Kadına Cinsel Tacizden Gözaltına Alındı

ABD’de bir Türk vatandaşı, Phoenix-New Jersey seferini yapan United Airlines uçağında yanındaki koltukta uyuyan kadın yolcuyu taciz ettiği gerekçesiyle gözaltına alındı. Cinsel taciz suçundan yargılanan 48 yaşındaki B.A.’nın, Newark havaalanında nezarete alındıktan sonra mahkemeye çıkarıldığı belirtildi. Savcılığın iddiasına göre, Pazartesi gecesi gerçekleşen olayda, B.A., pencere kenarındaki koltukta uyuyan kadın yolcunun göğüs ve bacaklarını elledi. Uyandığında yanındaki yolcunun bir elini gömleğinin içinde, diğerini de eteğinin altında bulan kadının ifadesine göre, nefes nefese olan B.A. kendisinden onu öpmesini istedi. Kadının bu durumu uçuş personeline bildirmesinin ardından B.A. uçakta gözaltına alındı, iner inmez de federal polise teslim edildi. B.A.’nın ilk duruşmada konuşmadı ve hâkim kefalet ücretinin belirlenmesi için duruşmaların sürdürülmesine karar verdi.
Boşanmak İsteyen Kadını Kocası Bıçakladı

Asiye Altunay, 12 yıl önce M.A. ile evlenip Gaziantep’e gitti. Çiftin burada iki kız çocukları dünyaya geldi. Daha iyi bir yaşam umuduyla Muğla’ya taşınan çift arasında, iddiaya göre zamanla şiddetli geçimsizlik başladı. Bunun üzerine Altunay, 3 ay önce, eşyaları bir kamyona yükletip, iki çocuğuyla birlikte Edremit’teki baba ocağına döndü. Genç kadın, eşine boşanma davası da açtı. M.A., birkaç kez eşine telefon edip, evine dönmesini istedi. Ancak genç kadın eşinin bu çağrısını reddetti. Bunun üzerine M.A., 2 gün önce Edremit’e geldi. Eşine teklifini yineleyen M.A., çocuklarını alıp, bir süre gezdirdi. Eşine bir kez daha telefon eden M.A., evine dönmesini isteyip, konuşmak için Şehitler Parkı’na çağırdı. Parkta buluşan çift arasında tartışma çıktı. Tartışmanın uzaması üzerine M.A., cebinden çıkardığı komando bıçağını eşine rastgele saplamaya başladı. Kadının acı içinde feryatlarını duyan yakındaki, yerel yayımlanan Önce Körfez Gazetesi’nin muhabiri 29 yaşındaki Ateş Akaydın koşarak hemen olay yerine geldi. Önce fotoğraf çeken, ne olduğunu anlamaya çalışan Akaydın, daha sonra olaya müdahale edip M.A.’dan yaralı kadını bırakması istedi. Akaydın, bu arada elindeki bıçağı kendisine doğru tutup, tehditler savuran M.A.’ya çantasından çıkardığı biber gazını sıkıp, çevredekilerin de yardımıyla etkisiz hale getirdi. M.A., bu sırada gelen polisler tarafından gözaltına alındı. Vücudunun çeşitli yerlerine isabet eden 8 bıçak darbesiyle yaralanan kadın, ambulansla kaldırıldığı Edremit Devlet Hastanesi’nde tedaviye alındı. Altunay’ın sağlık durumunun ciddiyetini koruduğu bildirildi.
________________________________________________

Şampiyon Sporcu Spor Salonuna Gelen Müşterisi Kadını Tecavüzden Tutuklandı

Geçen ay Dünya Profesyonel Kick Boks Birliği’nin Yunanistan ‘ın Selanik kentinde düzenlediği şampiyonada Türkiye ‘yi temsil eden ve 85 kiloda gümüş madalya alan B.K., Zonguldak’ın Devrek İlçesi’nde spor salonuna gelen müşterilerinden E.T.’ye tecavüz etmekle suçlandı. E.T., B.K.’nın kendisini evine davet edip burada tecavüz ettiğini iddia ederek savcılığa suç duyurusunda bulundu. B.K., polis tarafından gözaltına alındı. B.K., çıkarıldığı nöbetçi mahkemece tutuklandı. Olayla ilgili soruşturmanın sürdürüldüğü belirtildi.
_____________________________________________________

Kocası Döverek Öldürdü

Mersin’de 6 gün önce eşi tarafından darp edildiği gerekçesiyle hastaneye kaldırılan kadın, hayatını kaybetti. Yaklaşık 3 ay önce eşi Kamer Ü. (58) ile Toroslar ilçesi Çavuşlu Mahallesi’ndeki evlerinde tartışan A.Ü. (60), evden ayrıldı. 5 Temmuz Pazar günü evde tekrar bir araya gelen A.Ü, eşiyle tartıştı. Eşi tarafından darp edilen 3 çocuk annesi Kamer, çevredekilerin haber vermesi üzerine olay yerine gelen 112 Acil Servis ekiplerince Mersin Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Bir süre önce de kalbinden ameliyat olduğu öğrenilen Kamer Ü, 6 gündür tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.
_____________________________________________________

Down Sendromlu Kızına Baba Tecavüzü Görmezden Gelindi

İstanbul ‘da, zihinsel engellilerin devam ettiği bir okulda eğitim gören Ö.Ö., karnının ağrıdığını söyleyince ailesi tarafından doktora götürüldü. Muayenede down sendromlu Ö.Ö.’nün hamile olduğu anlaşıldı. Anne ve babası polise başvurdu ve soruşturma açıldı. Kartal Adli Tıp’tan rapor alındı ve bebeğe kürtaj yapıldı.

Raporda ‘Ö.Ö.’nün bakire, ultrason raporuna göre de gebe olduğu’ bilgisine yer verildi. Cenin üzerinde yapılan DNA testinde ise bebeğin yüzde 99.99 ihtimalle genç kızın babası A.Ö.’den olduğu tespit edildi. ‘Kızına cinsel istismarda bulunmadığını, durumu savcılığa da kendisinin ihbar ettiğini’ söyleyen baba cezaevine gönderildi.

Ö.Ö. ile öğrenim gördüğü okulda psikolog, formater öğretmen ve sınıf öğretmeninin katılımıyla görüşme yapıldı. Genç kız, babasının gece yanına geldiğini, kendisini öptüğünü, karnını ağrıttığını söyledi. Ö.Ö. ‘Bu kötülüğü sana kim yaptı?’ diye soran polise de istismarı anlattı.

Ö.Ö.’nün öğretmeni ise verdiği ifadede, kürtaj sonrası bu olayı kimin yapmış olabileceğini sorduğu annenin ‘Bilmiyorum, herkes olabilir, babası eve alkollü geliyor. Babası bile olabilir’ dediğini aktardı.

Baba A.Ö., Kartal 2. Ağır Ceza Mahkemesi ‘nde yargılandı. Mahkeme babayı, ‘Vücuda organ veya sair bir cisim sokmak suretiyle çocuğun cinsel istismarı’ suçundan 15 yıl hapisle cezalandırıldı. Mahkeme, yasada öngörülen cezanın en üst sınırından babayı cezalandırmış oldu.

Dosya temyize gitti. 14. Ceza Dairesi ise ilginç bir karara imza atarak tecavüzü görmezden geldi. Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nce, 1’e karşı 4 oyla verilen kararda, Adli Tıp’tan alınan raporda ‘Mağdurenin kızlık zarının ince kenarlı olup duhule müsait olmaması ve mağdurenin bakire olması’ ifadelerinin yer aldığı hatırlatıldı.

Bu nedenle sanığın eyleminin ‘çocuğun basit cinsel istismarı’ suçunu oluşturduğu belirtildi. Daire, ‘sanığın vücuda nasıl organ soktuğu açıklanmadan, çocuğun nitelikli cinsel istismarı’ suçundan ceza verilemeyeceğini’ belirtti. Daire kararı, cezada indirim yapılması gerektiğini de içeriyor. Baba, Kartal 2. Ağır Ceza Mahkemesi ‘nde yeniden yargılanacak.

Bir üye hakim ise karara muhalefet etti. Söz konusu hakim, mağdurenin Adli Tıp kararı öncesi çizdiği bir resimde S. adlı bir kıza yer verdiğini belirtti. Ö.Ö.’nun resimdeki kızı kendisiyle özdeşletirdiğini ve ‘Babasının S.’ye yaptıklarını’ anlattığını kaydeden hakim, ‘Babası olan sanık A.Ö. tarafından hamile bırakıldığı tespit edildi. Eylemin kızlık zarı bozulmayacak biçimde vajinal yoldan organ sokmak suretiyle işlendiği anlaşılmıştır’ ifadelerini kullandı.
14. Ceza Dairesi, Mardin’de 26 kişinin istismarına uğrayan 13 yaşındaki N.Ç. davasında verdiği kararla da dikkat çekmişti. Daire, yerel mahkemenin ‘Mağdurenin sanıklarla rızasıyla birlikte olduğu’ yönündeki kararını onamıştı. Aynı daire, anal ve oral seksi, şiddet içeren, hayvanlarla, ölülerle ilişki gibi ilişki türleriyle bir tutmuştu. Bu yorumunu kanundaki ‘doğal olmayan ilişki’ ifadesine dayandıran Daire, evinde anal ve oral seks görüntüleri içeren CD bulundurana 1- 4 yıl arası hapis cezası verilmesini istemişti.
_______________________________________________________

İki Ailenin Ortak Tecavüz Planı

Muğla’nın Fethiye ilçesinde yaşayan Ö.A., nişanlısından ayrılmak istedi. Kararını nişanlısı T.G. ile annesi S.A. ve babası S.A’ya anlattı. Karara karşı çıkan Ö.A.’nın anne ve babası, iddiaya göre kızlarına T.G. ile evlenmesi konusunda baskı yaptı. T.G. de nişanlısının ayrılma isteğini babası N.A’ya anlatarak yardım istedi. Bunun üzerine bir araya gelen iki ailenin fertleri, çiftin evlenmesi için birlikte hareket etmeye karar verdi. İki aile fertleri akıl almaz bir plan yaptı. Ö.A. nişanlısının ailesi tarafından bir odaya kilitlendi. Kilitlendiği odada kendisine tecavüze kalkışan T.G’ye 3 saat direnen Ö.A., kaçmayı başarıp jandarmaya sığındı. Korkunç plana onay veren T.G’nin babası N.G. (58), ağabeyi Y.G. (33) ablası S.G. (35), ablasının eşi H.G. (40), halası H.C. (58), halasının oğlu Ç.C. (34) ile genç kızın annesi S.A. (43) ile babası S.A. (44) tecavüze yardım ve yataklık suçundan çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı.
__________________________________________________

Normal Doğum Israrı Öldürdü

Sancıları tutan Şükrüye Tuğ, dün Başakşehir Devlet Hastanesi’ne götürüldü. Burada bebeğin anne karnında zehirlendiği söylendi, Halkalı Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk edildi. Bu hastaneden de yer olmadığı gerekçesiyle Zeytinburnu Semiha Şakir Doğumevi’ne sevk gerçekleşti.

Şükrüye Tuğ’a, burada anne ve çocuğun sağlık durumunun iyi olduğu söylenerek saat 22.00 sıralarında doğuma alındı. Yakını Zeynep Tuğ, sonrasını şöyle anlattı: “Söylendiğine göre anne orada iki defa bayılıyor. Yüksek tansiyonu varmış. Buna rağmen normal doğumda ısrar ediyorlar. Üçüncü kez bayıldığında anneyi mecburen sezeryana alıyorlar. Ameliyat bittiğinde yoğun bakıma alıyorlar ve bugün sabah saatlerinde bize öldüğünü söylediler. Bebek bayılma esnasında anne karnında oksijensiz kaldığı için yoğun bakıma alınıyor. Şu an halen yoğun bakımda.”

Savcılığa suç duyurusunda bulunduklarını belirten Tuğ, “Sezeryan başta yapılabilirdi. Baştan itibaren sezeryana alınabilseydi böyle olmayabilirdi” dedi. Şükrüye Tuğ’un eşi Ziya Tuğ, “Normal doğum olacağı ve hiçbir problem olmadığı söylendi. Başbakanımız sezeryana karşı olduğunu söylemişti. Ama işte sezaryen olmadığı için eşimi kaybettim. Bebeğim yoğun bakımda. Onun da hayati tehlikesi var. Ben gereken mercilere dilekçemi verdim. Şikayette bulundum. Ben kimseyi suçlamıyorum. Ama kusuru olanlar bulunsun, bunu istiyorum” dedi.
_________________________________________________

Dilan’ı Kim Öldürdü?

Adana’da 18 yaşındaki Dilan Biçen’in cesedi sulama kanalında bulundu. Genç kızın sevdiği gencin, ağabeyi ve amca çocukları tarafından gözlerinin önünde dövüldüğü, kendisinin de buna öfkelenerek 4 metre derinliğindeki kanala atlayıp intihar ettiği öne sürüldü. Polis, genç kızın intihar mı ettiği, yoksa aile meclisi kararıyla infaz mı edildiğini ortaya çıkarmak için araştırmalarını sürdürüyor.

Suyu kesilen kanalda sabah saatlerinde yapılan aramada Dilan Biçen’in cesedi olay yerinden yaklaşık 5 kilometre uzaklıkta bulundu. ’Silahla vurulup, kanala atıldı’ ihbarı nedeniyle ceset incelendi. Ancak, kurşun yarasına rastlanmadı. Ağzından kan sızan Dilen Biçen’in cesedi kesin ölüm nedeninin belirlenmesi için Adli Tıp Kurumu Morgu’na kaldırıldı.
_____________________________________________

Erkek Uzaklaştırma Kararına Rağmen Karısını Öldürdü

Olay Göktürk Ceviz sokak içerisinde bir marketin önünde meydana geldi. Bir arkadaşı ile sokak içerisinde bulunan sağlık ocağına giden Ayten Taşdelen, 1 ay önce polise giderek şikayetçi olduğu eşi Yaşar Taşdelen’in silahlı saldırına uğradı. Kurşun mermisiyle başından yaralanan Ayten Taşdelen’e ilk müdahaleyi sağlık ocağından çıkan doktorlar yaptı. Hastaneye sevk edilen Ayten Taşdelen, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.

Taşdelen’e müdahale eden sağlık çalışanı, “Biz vardığımızda nabız yoktu. Müdahale ettik elimizden geleni yaptık ve hastaneye sevk ettik. Başından vurulmuştu. Ölmüştü” dedi.
Polis olay sonrası firar eden Yaşar Taşdelen’i kısa süre içerisinde yakaladı. Olay yerinde incelemelerde bulunan Cinayet Büro dedektifleri, 5 adet boş kovan buldu. Ayten Taşdelen’in yaklaşık 1 ay önce eşinden şiddet gördüğü gerekçesiyle karakola giderek şikayetçi olduğu ve Yaşar Taşdelen’in hakkında “evden uzaklaştırma” kararı bulunduğu öğrenildi.
_____________________________________________________

Boşandığı Kadını Kızgın Yağla Haşlandı, Tutuksuz Yargılanıyor

Kendisine şiddet uygulayan eşi 24 yaşındaki Veysi Oral’dan 10 ay önce boşanan 22 yaşındaki Dilek Kanyılmaz, ailelerin araya girmesi ve 2,5 yaşındaki kızının babasız büyümemesi için, bir daha böyle davranmayacağı sözü üzerine Buca Gediz Mahallesi’ndeki evine geri döndü. Gece çift arasında, ayrı yaşadıkları dönemle ilgili tartışma çıktı. Bu sırada Veysi Oral, iddiaya göre eşinin üzerine, mutfakta tencere içerisinde duran kızgın yağı döküp kaçtı. Dilek Kanyılmaz, hastaneye kaldırılıp tedaviye alındı.

Boşandığı eşi Veysi Oral’ın bazen yüzüne yumruk attığını, bezen kolunda sigara söndürdüğünü, bacağından tornavida ile yaraladığını öne süren Dilek Kanyılmaz şunları anlattı: “Ben yatmaya gitmiştim, o sırada eşim tencerede yağı kızdırmış, beni çağırdı. Bana ayrıyken gezmek için Çankaya’ya gidip gitmediğimi sordu. Ben de ‘hayır’ dedim, yeminler ettim. Ondan sonra inanmadığını söyleyip yağı üzerime döktü. Eşimden sürekli şiddet gördüm. Ayrılıp tekrar bir araya geldik, her seferinde şiddeti daha da arttı. Ailelerin araya girmesiyle tekrar barıştık. Gözlerimi de eşim yumruk atarak morarttı. Boşanmadan önce koruma talebinde de bulunmuştum.”

Olaydan iki gün sonra polise teslim olan Veysi Oral ise ifadesinde, tavada yumurta yaptığı sırada, içerisindeki yağın kazayla eşinin üzerine döküldüğünü söyledi. İşlemlerin tamamlanmasının ardından adliyeye sevk edilen Oral tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Uzun süre hastanede yatan kadın ise, tedavisi tamamlandıktan sonra annesiyle yaşadığı eve gönderildi. Dilek Kanyılmaz, mahkeme kararıyla koruma altına da alındı.
Olayı soruşturan savcı, tutuksuz sanık Veysi Oral hakkında ‘Tehdit, kötü muamele ve yaralama’ suçlarından 2,5 yıl ile 8 yıl arasında hapis cezası istemiyle Sulh Ceza Mahkemesi’nde dava açtı. Yargılamaya önümüzdeki günlerde başlanacağı belirtildi.
__________________________________________________

Yargıtay’dan Cinsiyetçi Karar

D.B ve G. B 24 Temmuz 1998’de evlendi. Çiftin iki yıl sonra bir çocukları oldu. Çiftin evliliğinde 2000’li yılların ortasında sorunlar çıkmaya başladı ve 2007’nin sonuna doğru ayrı yaşamaya başladılar. Çiftin ayrı yaşadığı süreçte G.B., şiddetli geçimsizlik gerekçesi ile mahkemeye boşanma başvurusunda bulundu. Üsküdar 3. Aile Mahkemesi boşanma talebini reddetti ve bu karar Yargıtay’da da onandı. Daha sonra D.B., eşi G.B.’nin başka bir erkekle ilişkisi olduğu ve birlikte yaşadıkları iddiası ile Kasım 2010’da mahkemeye boşanma başvurusunda bulundu.Üsküdar 2. Aile Mahkemesi’nde görülen davada D.B. tarafı iddialarını mahkemeye delilleri ile birlikte sundu. G.B.’nin görüştüğü M. H. ile olan 52 sayfalık telefon dökümü, SMS görüşmeleri, birlikte tatile gittiklerine ilişkin görüntüler mahkemeye sunuldu. Mahkeme 23 Kasım 2011 tarihli kararında çiftin boşanmasına karar verdi. Mahkeme çocuğun velayetini ise babanın da rızası ile anneye verdi. Annenin nafaka talebini yerinde bulmazken çocuğa babası tarafından aylık belli bir nafakanın (300 TL) verilmesini hükmetti. Mahkeme boşanma kararında gerekçe olarak ise şu hususlara yer verdi: “Mutat olmayan saatlerde ve yoğun bir şekilde yapılan görüşmelerin hayatın olağan akışına uygun görülemeyeceği, keza dosyaya ibraz edilen mesaj dökümleri de gözetildiğinde, davalı (G.B.) ile, M. H. arasında bir ilişkinin yaşandığının anlaşıldığı, davalının evli bir kadın olduğu düşünüldüğünde bu davranışların ‘sadakatsizlik’ olduğu anlaşılmış; davacının haklı olduğu, evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı, davalının kusurlu davranışları ile buna sebebiyet verdiği, davacının davasının kabulü ile tarafların boşanmalarına karar verilmesi gerekmiştir.” G.B.’nin avukatı ise nafaka talepleri reddedildiği için yerel mahkemenin kararını temyize götürdü. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nde görülen davaya ilişkin karar 26 Haziran’da alındı. Üst mahkeme, yerel mahkemenin verdiği boşanma kararını oybirliği ile bozarken gerekçe olarak ise şu hükmü yer verdi: “Davacı kocanın boşanma davası ‘haysiyetsiz hayat sürme’ sebebine dayanmaktadır. Haysiyetsiz hayat sürmenin varlığından söz edilebilmesi için ve bu sebeple boşanma kararı verilebilmesi için eşin sosyal hayatta, toplumun genel değer yargıları ile çatışan olumsuz nitelikte kabul edilen davranışının süreklilik göstermesi ve bu davranışın diğer eş için birlikte yaşamayı ondan beklenemez hale getirmesi gereklidir. Süreklilik göstermeyen bir defalık bir davranış Türk Medeni Kanunu’nun 166’ıncı maddesindeki evlilik birliğini temelden sarsılması durumu için yeterli olabilirse de haysiyetsiz hayat sürme sebebine dayalı boşanma kararı için yeterli değildir. Davalı kadının bir başka erkekle cep telefonu ile konuştuğu ve mesajlaştığı, toplanan delillerle anlaşılmaktadır. Davalı kadının gerçekleşen bu davranışı davacı koca bakımından birlikte yaşamayı ondan beklenemez duruma getirmiş ise de sürekliliği olmadığı anlaşıldığından haysiyetsiz hayat sürme ile Medeni Kanun’un 163’inci maddesindeki boşanma sebebi sabit kabul edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.”
__________________________________________________________

Aile Boyu Şiddet Mağduru Kadın Tuvalette Ölü Bulundu

24 yaşındaki Melek Karaaslan, 8 yıl önce evlendiği eşinin ailesi tarafından 3 ay önce tuvalete kapatıldı. Gördüğü şiddet sonucu bir çocuğunu da kaybeden ve bu nedenle psikolojik sorunlar yaşayan Melek, kapatıldığı tuvaletten babası ve polisler eşliğinde kurtarıldı. Hasteneye getirildiğinde 30 kilogram olan Melek için ağrıValiliği Sağlık Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı devreye girdi. Ağrı Devlet Hastanesi’nden Ankara’ya ambulans uçakla sevk edilen Melek, yoğun bakımda bir haftadır verdiği yaşam savaşını kaybetti.
Melek Karaaslan, 8 çocuklu ailesinin en büyük 2. çocuğu. 1988 doğumlu. 8 yıl önce, 16 yaşında evlendirildi. Ağrı’nın Hamur ilçesinde eşinin ailesiyle birlikte yaşamaya başladı. İddialara göre, eşinden ve ailesinden sürekli şiddet görüyordu. Evliliğinden 3 yıl sonra ilk çocuğu oldu. Yine dayak yediği bir gün dışarı atıldı. Hamile olan genç kadının evin dışında tek başına doğurduğu çocuk öldü. Melek o saatten sonra psikolojik bunalıma girdi. Davranışları bozulmaya başlayan Melek, eşinin ailesinden daha fazla şiddet görmeye başladı.

Sonraki yıllar Melek’in 2 çocuğu daha oldu. Ancak şiddet hiçbir zaman bitmedi. Melek’in babası birkaç kez kızını alıp eve geri götürdü. Ancak ailelerin büyükleri kızı ‘namustur’ diyerek eşinin evine geri gönderdi. Bu durum en son 6 ay önce yaşandı. Eşinin evine dönen Melek, gördüğü şiddet karşısında tuvaletini dahi tutamaz hale geldi. Ailesi kızı Melek’i en son 3-4 ay önce görmüş, o saatten sonra da bir daha haber alamamıştı.
İstanbul’da çalışan Melek’in ağabeyi Reis, Ağrı’ya döndü. Ailesinin haber alamadığı Melek’i iki hafta önce görmeye gitti. Melek’in bir düğünde olduğunu söylediler. Evde 15 dakika kalan Reis, kardeşini tuvalette yatarken buldu. Türkçe konuşmakta zorlanan Reis, Melek için ‘Mahvolmuş’ ifadesini kullanabildi: “Melek’lere gittim. Baktım kapıyı çekmişler. ‘Düğüne gitti’ dediler. 15 dakika oturdum. Kapıyı açtım. Lavaboda gördüm. ‘Neden orada’ diye sordum. ‘Hasta’ dediler. Altına kaçırıyormuş. ‘Kayınpederi burada bıraktı’ dediler. Ben kardeşimi görünce dayanamadım. Karanlık bir yerde. Yatıyor. Tuvalete bırakmışlar. Babama söyledim. Çok üzüldüm. Ağladım. Annem perişan, herkes perişan. Ben en son 8 ay önce gördüm. O zaman çok normaldi, hafif bir hastalığı vardı. Şimdi hastanede. Sadece yatıyor, konuşamıyor. Tüm vücudu yara içinde.”Reis, Melek’in eşinden ve ailesinden şikayetçi olduklarını da anlattı. Melek’in babası Kasım Levent Türkçe bilmiyor. Reis aracılığıyla durumu şöyle anlatıyor: “Kız ölüyormuş. Şikayet ettim. Bir ay mı, bir sene mi orada bilmiyoruz. En son 3 – 4 ay önce gördüm. O zaman normaldi.” Anne Hanım Levent ise, ağlamaktan konuşamıyor…

Ağrı Devlet Hastanesi çalışanlarından bir yetkili ise şunları söyledi: “Kızı ölüme terk etmişler Direkt öldüremedikleri için böyle bir yol seçmişler. Tuvalette tahta bir zeminde yatmış. Kendi tuvaletinin içinde olduğu için de yaralarını kurt kaplamıştı. Sağlık raporu çıkarıldı. Ailesinin durumu iyi değil. Ailesi bakamayacağını söyledi, bu nedenle sosyal hizmetlerde bakılması konusunda raporlar hazırlanıyor. Melek’in eşi ve eşinin babası polis tarafından gözaltına alındı. Ancak ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakıldı. Melek’in eşi Ferdi, eşinene babasının adı ise Kudbetin Karaaslan. Radikal , Ağrı’nın dağlarında hayvan otlatan Kudbettin Karaaslan’a ulaştı. Kayınpeder Karaaslan ise iddiaları reddetti.

Kudbettin Karaaslan, Melek’in kardeşi geldiği sırada tuvalette olduğunu, her zaman orada tutmadıklarını belirterek şunları söyledi: “Romatizması vardı. Gittikçe eriyordu. Doktor bile sağlamdır diye rapor verdi. En son sonbaharda götürdük. Yürüyordu. Tuvalete gidiyordu. Ama 15-20 gün içinde eridi bitti. Götürecektik babası bırakmadı. Götürmese bir gün içinde biz de doktora götürecektik.”

İlk gelin aldığımızda da konuşmadığını söyleyen Karaaslan, Melek’in hocaya götürdüklerini şöyle anlattı: “Hocaya götürdük. 4-5 yere götürdük. Hoca, ‘bu kız 9 yaşındayken korkmuş’ dedi. ‘Keşke babası vermeseydi’ dedi. Biz gezdirdik iyileşmedi. İlk çocuğu öldü. Bizim evde doğurdu öldü. Doktora götürdük, doktor kurtaramadı. Diğerlerini hastanede doğurdu. Hiç dayak olayı olmadı. Hasta olduğu için kocasını göremiyor. Yatağına 2 senedir gitmiyordu. Kocası alıp götürüp getiriyordu, yatmıyordu beraber. Kız kendi istemiyordu. Bilseydik böyle olacağını diğer 2 çocuğu da dünyaya getirmezdik.”

Melek hastanenin yoğun bakımında vefat etti.
_____________________________________

Karısının Kendisini Asmasını İstedi Sonuç Alamayınca Bıçak Tehdıdıyle Balkondan Atlattı

Fatma Şen 29 yaşında, 12 yıldır evli. Evliliği boyunca sistematik şiddete maruz kaldıktan sonra bir gün iş dönüşü, eşinin isteğiyle kendisini doğalgaz borusuna astı. Birbirine tutturulan iki fular koptuktan sonra “Seni böyle öldüremeyeceğim” diyen eşi tarafından bıçak zoruyla balkondan atlamaya zorlanan Şen dokuz ameliyat geçirdi, iki bacağında sekiz kırık oluştu. Beli ve omurgaları kırıldı, sağ ayak topuğu patladı. 20 gündür hastanede tedavi gören genç kadın ömür boyu sakat kalabilir.

Fatma Şen 12 yıldır evli olduğu Çetin Şen’le 18 yaşında ailesinin isteğiyle evlendi. Çiftin bir yıl sonra çocukları dünyaya geldi. Şiddet evliliğin ilk günlerinde başladı. Geçim sıkıntısı çeken aile Fatma Şen’in tekstil fabrikasından işe girmesiyle biraz rahatladı. Düzenli bir işte çalışmayan Çetin Şen’in şiddeti artınca ailesi Fatma Şen’e destek olmaya başladı. Eşi çeşitli suçlaran sık sık gözaltına Fatma Şen boşanmaya karar verdikten sonra bu olay yaşandı. Sürekli tehdit aldığı için savcılığa koruma talebinde bulunan Şen’e bir koruma verildi. Verilen koruma numarasını bırakarak “Zorunlu durumlarda beni arayın” dedi. Eşinin aniden geldiği durumlarda bir işe yaramayan bu korumadan sonuç alamadı.

En son olayda da Şen boşanmak istemesinin ardından eşini evde kendisini beklerken buldu. “Ne yapmaya çalışıyorsun sen?” diye soran eşi tarafından intihara zorlandı. Eşi önce kendisini asmasını istedi. Sonuç alamayınca da bıçak tehdidiyle Şen’i balkondan atlattı. Gözünü açtığında hastanedeydi.

Koruma verilmesine rağmen eşinin şiddetinden kurtulamayan Şen, yaşadığı olaydan sonra Esenyurt Asayiş Büro Amirliği’ne ifade verdi. Ancak ifadesinin “Çocuğum babasının beni kovaladığını görmesin diye balkondan atladım” olarak yazıldığını gördü. Şen, “İfadem değiştirildi” diyor.
_________________________________________________________

Bıçaklayan Adamın Babası Bitiremedi Ama Sağlık Olsun Dedi

Çorum’un Karakeçili Mahallesi’ndeki Kültür Sitesi arkasında 21 yaşındaki Kadir A., kısa süre önce ayrıldığı eski eşi 18 yaşındaki Aynur A’yı arkadaşlarıyla gözerken gördü. Genç kadınla bir süre konuşan Kadir A, barışma teklifini reddeden genç kadınla tartışmaya başladı. Tartışmanın büyümesi üzerine Kadir A, darp ettiği genç kadını bıçakla çeşitli yerlerinden yaraladı. Çevredekilerin durumu bildirmesi üzerine olay yerine gelen 112 Acil Servis ekiplerince genç kadın, Hitit Üniversitesi Çorum Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı.
Ameliyata alınan Aynur A’nın sağlık durumunun ciddiyetini koruduğu öğrenildi.
Olaydan kısa süre sonra yakalanan ve asker firarisi olduğu öne sürülen zanlı, Merkez Komutanlığı ekiplerine teslim edildi. Zanlı daha sonra adliyeye sevk edildi.
Şüphelinin adliyeye sevk edildiği sırada yanında bulunan babası Zafer Aydemir, oğlunun olayı ”aşkı” için yaptığını öne sürdü.

Daha sonra adliye önündeki basın mensuplarına açıklamada bulunan baba Aydemir, şunları kaydetti: ”Oğlum bu kızdan boşanalı 15 gün oluyor. Oğlum bunun sağda solda gezdiğini duymuş ve ‘zoruma giden bazı şeyler var’ diyerek kendisini uyarmış. Her şeyi namus ve şerefi için yaptı. Bitiremedi ama sağlık olsun. Onlara örnek olsun” dedi.
_______________________________________________________

Erkekler Tecavüze Bedel Biçtiler

Erzurum’da 13 yaşındaki E.D. 15 yaşındaki akrabası Fatih D.’nin tecavüzüne uğradı. İşkenceye de uğrayan küçük kızın önce vahşi hayvan saldırısına uğradığını sanan aile tecavüz olayını öğrenince akrabaları olan Fatih D.’nin evini bastı.
Evi taş yağmuruna tutan aile “Tecavüzcüyü bize teslim edin yoksa evi yakarız” diyerek tehditler savurdu. Olaylar büyümeye yüz tutunca köyün ileri gelenleri devreye girdi. “Artık olan olmuş. İş kan davasına dönmesin” diyen ‘büyükler’ köy meclisini topladı ve korkunç bir anlaşma yapıldı.

İddiaya göre tecavüze uğrayan E.D.’nin babası Nizamettin D. “Barışırım ama bedel isterim” dedi, bu bedel karşılığında kan dökmeyeceği sözünü verdi. O bedel ise Fatih D.’nin babası Şükrü D. ile yapılan sözlü anlaşmada belirlendi.

Buna göre; 13 yaşındaki E.D. kendisine tecavüz eden 15 yaşındaki Fatih D. ile hemen evlendirilecekti. Ayrıca Şükrü D. başlık parası olarak bir tarla, bir sığır ve 5 de küçükbaş hayvan verecekti. Tüyler ürperten anlaşma bunlarla sınırlı kalmadı. Küçük kızın babası Nizamettin D. “Kızımın namusu gitti. Yeni bir kız isterim” dedi. Bu istek de berdel formülüyle halledildi. Buna göre tecavüzcü Fatih D.’nin tıpkı kurban gibi 13 yaşında olan kız kardeşi Şehriban D., E.D.’nin 15 yaşındaki ağabeyi Suat D. ile evlendirilecekti. Tüm bu şartları kabul eden Şükrü D. can korkusundan daha sonra köyü terk etti. Söz verdiği tarlayı, sığırı ve küçükbaş hayvanları bırakan baba Şükrü D. berdel yapacağı kızı Şehriban D.’yi ise yanında götürdü.

Yaşananlar, bir ihbar sonucu jandarmaya intikal etti. Köye gelen jandarma da tecavüz zanlısı Fatih D.’yi yakalayarak mahkemeye sevk etti. Suçunu itiraf eden Fatih D. ifadesinde şunları anlattı: “Koyunları otlatırken E.D. atını almak için benim bulunduğum yere geldi. Ben E.D.’nin ellerini ve ağzını bağlayarak birlikte oldum. Sonra da onu kaçırmak istediğimi söyledim. Gelmeyince bir süre yerde sürükledim ve sonra kaçtım. Dağlarda çobanların yanlarında kaldım.” Fatih D. “Çocukların Cinsel İstismarı” suçundan tutuklanarak cezaevine gönderildi. Olayın açığa çıkmasıyla evinden alınan E.D. hastaneye kaldırıldı. Bir süre müşahede altında tutulduktan sonra da ailesine iade edildi.
_______________________________________________

Boşanma Dılekçesi Vermek İçin Gittiği Avukatlık Bürosunda Kocası Tarafından Öldürüldü

Afyonkarahisar’da boşanma dilekçesi yazdırmak için gittikleri avukatlık bürosunda eşi tarafından bıçaklanan kadın hayatını kaybetti.

Afyonkarahisar’ın Dinar ilçesinde boşanma dilekçesi yazdırmak için gittikleri avukatlık bürosunda eşi tarafından bıçaklanan kadın, kaldırıldığı hastanede öldü. Alınan bilgiye göre, B.S. ile eşi S.S, çift boşanmak için Dinar Adliyesi’ne gitti. Burada kendilerine boşanma davası için dilekçe yazdırmaları gerektiği söylenen çift, dilekçe yazdırmak için adliye karşısındaki avukatlık bürosuna geçti.Büroya gelen B.S. ile S.S. arasında henüz bilinmeyen bir nedenle tartışma çıktı. Tartışmanın kavgaya dönüşmesi üzerine B.S, büronun dışına çıkan eşi S.S’yi boynundan bıçakla yaraladı. Yaralı kadın, olay yerine gelen 112 Acil Servis ekipleri tarafından Dinar Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Burada tedavi altına alınan S.S. tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Olayın ardından kaçan B.S’nin yakalanması amacıyla çalışma başlatıldı.

Cinayete Beraat Neden “Olumlu”?

beraat

Cemre Baytok

Nafiye Yılmaz kendisine iki yıl boyunca tecavüz eden Ali Kalkan’ı 2011’de öldürdü. Gaziantep 4. Ağır Ceza Mahkemesi Ekim 2012’de meşru müdafaa gerekçesiyle Nafiye’nin beraatine oy çokluğuyla karar verdi.Devamını Oku…

Mutfak Cadıları Özel Sayı: “Çalışmak İstiyoruz ama Esnek Değil!”

14M u t f a k   C a d ı l a r ı

Sosyalist Feminist Kolektif

Özel Sayı

Çalışmak istiyoruz ama esnek değil!

Geçtiğimiz günlerde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, Fatma Şahin “hem çocuğuna bakmak hem de ekonomik hayatın içinde olmak isteyenler için” esnek çalışma modelini hayata geçirmek üzere  çalıştıklarını söyledi. Kadınların esneklik adı altında evdeki iş yükünü aksatmayacak şekilde, işgücü piyasasına entegre edilmesine yönelik bu uygulamaların, diğer ülkelerde hayatımızı nasıl etkilediğini gördük: Hem evde, hem işte daha fazla çalışma, daha fazla sömürü. Devamını Oku…

Bırakın Evi Bok Götürsün!

birakin-eviKanada’da yaşayan Jessica Stilwell adlı kadın 1 Ekim 2012 tarihinde ev işi yapmayı bıraktı! Türkiye basını ise bu haberi, “ev işlerini yapmayı bıraktı, internet fenomeni oldu” başlığıyla verdi. Haberin sunulma şekli, “ev işlerini kadınlar yapar” diye bas bas bağırıyordu. Ve bir kadının ev işlerini yapmayı bırakması tüm kadınların “rüyası” olduğu için Kanada’da yaşayan kadın, kadınların fenomeni olmuştu. Devamını Oku…

Alınyazısı Değil, Yargıtay Kararı!

iyi-hal-indirimiHacer 49 yaşında dul kalıp da eli ekmek tutan çocukları da hayırsız çıkınca, sevap işlemeye meraklı konu komşu kolları sıvayıp ona yeni bir koca buldu. “Yaşı biraz geçkince ama hem evi hem maaşı var; can yoldaşı olursunuz”, dediler. Hacer, “hükümet nikâhı” diyecek oldu ama adamın çocukları, babaları ölünce mirastan Hacer’e pay düşer endişesiyle karşı çıktılar. Neticede Hacer pılısını pırtısını toplayıp adamın evine taşındı, imam nikahı kıyıldı, ortak yaşam başladı.

Devamını Oku…

Bırakın Camlar Pis Kalsın!

cam-silmeCam silerken öldüler…

Gündelikçi olarak temizliğe giden Gültekiye Özmen, mutfak penceresini silerken dengesini kaybetti. Yere düşmemek için sildiği camın çerçevesine tutunmaya çalışan Özmen, çerçeveyle birlikte 3. kattan düştü ve hayatını kaybetti (15.12.2010).

Kadıköy’de, bir doktorun evinde temizlik işlerine bakan Şahzade Tüter isimli kadın camları sildiği sırada tutunduğu PVC çerçevesiyle birlikte, 9. kattan düşerek hayatını kaybetti (8.02.2008).

Devamını Oku…

Neoliberalizm, Enformelleşme ve Kadın Emeği

Nuray Ergüneş     

Özellikle son otuz yılda Dünya genelinde yaşanan eğilimlerden biri de kadın istihdamındaki artış oldu. Bu eğilim literatürde “emeğin feminizasyonu” olarak isimlendirildi. Oysaki bu saptamada genel kabullerin ötesinde bir durum vardı, oda kadın istihdamındaki artışın esasında formel alan olarak isimlendirilen güvenceli, tam zamanlı işlerde değil güvencesiz, esnek, geçici işlerde yaşanmış olmasıydı. Bu ise bizlere emek piyasasının ırk, etnisite ve cinsiyet temelli uğradığı belirlenim ve bölünmeyi de bir kez daha işaret ediyordu.

Devamını Oku…

Ücretli İş ve Ücretsiz Bakım Hizmeti Ekseninde Kadın Emeği: 1980’lerden 2000’lere

Melda Yaman Öztürk

Türkiye’de sermaye birikimi sürecinde son on yıldır yaşanan dönüşüm, sermayenin ihtiyaçları uyarınca, emek süreçlerini de dönüştürmektedir. Türkiye’de sermaye, 1980’lerden itibaren üretim süreçlerini ‘esnekleştirmeye’, enformel istihdama yönelmeye başladı ve bu eğilim 2000’li yıllarda daha da hızlandı. 2003 yılında yürürlüğe konan Yeni İş Yasası esnek üretim süreçlerine yasal dayanak sağlamış oldu. Ardından, sosyal güvenlik sistemi yeniden yapılandırılarak çalışanların kazanımları törpülendi, emek maliyetleri düşürüldü. Ücretli çalışanların yarısının kayıt dışı istihdam edildiği koşullarda, sosyal güvenlik ve sağlığın metalaştırılmasıyla, sosyal güvenlik ve sağlık hizmetlerine erişmek daha da zor hale geldi.

Devamını Oku…

Eylem Çağrısı: Kadın Cinayetlerine Dur De!

isyan
Kadın Cinayetlerine Dur Demek İçin!
29 Kasım Perşembe 10.30’da
Ankara Adliyesi Önündeyiz!

17 Eylül 2012’de Ankara Mamak’ta Zülfü kocası tarafından önce dövüldü, ardından kurşunlanarak öldürüldü.

Bu cinayet basında “kocasından izinsiz cep telefonu kullandığı için öldürüldü” ifadeleriyle yer aldı. Savcı Zülfü’nün katilinin “namus cinayeti” savunması üzerine tahrik indirimi istedi. Olayın tek tanığı Zülfü’nün 17 yaşındaki oğlu.

29 Kasım’da, “kimsenin namusu değiliz, tahrik değil taammüden cinayet demek” için Ankara Adliyesi önünde buluşuyoruz.

Ankara Kadın Platformu

Grinin Elli Versiyonu…

N. Aysun Akıncı Yüksel

Malumunuz bir Grinin Elli Tonu (Fifty Shades of Grey) furyası aldı yürüdü. Kitaba dair çıkan haberlere bakarsak 37 dile çevrilmiş ve tüm dünyada 40 milyondan fazla satmış.Yazarı E.L. James eski bir televizyon programcısı, yeni bir ev kadınıyken ve orta yaş bunalımına girdiği için bu kitabı yazmış. Yazdıklarını eşiyle de denemiş. Kitaptaki fantezi oyuncaklarının yakında satışı yapılacakmış. Toplardan uzak durmak gerekiyormuş. Kitapla ilgili benim favori ürünüm ise bebek tulumu. Üzerinde “Dokuz ay önce annem Grinin Elli Tonu’nu okudu” yazıyor. Bunlar öyle sürüp gidiyor… Medya kendine dumanı üstünde ağız sulandıran bir mevzu buldu. Röportajın biri bin para! E.L. James neredeyse her hafta bir gazetede. Az önce yazdıklarımı da bu röportajlardan, gazete haberlerinden öğrendim. Peki kitabı bu kadar popüler kılan ne?

Devamını Oku…

Beyaz Kurdele Kampanyasi Kokteylinin Davetsiz Misafiriydik/İstanbul Feminist Kolektif

beyaz-kurdela-2Geçen 25 Kasım’dan bu yana Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ni imzaladı ve 6284 sayılı Kadına karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun çıkarıldı. Bu gelişmelere rağmen kadınlar şiddete uğramaya devam ediyor. Uygulamaların kadını değil erkeği korumaya yönelik olması, bize mevzunun hukuksal düzenlemelerle sınırlı olamayacağını, bu düzenlemeleri uygulama iradesi olmadığı sürece de erkek şiddeti yaşanacağını bir defa daha gösterdi.

Son bir yıl içinde çok sayıda kadın, koruma kararına ve savcılığa başvurmasına rağmen erkek şiddetine maruz kalmaya devam etti. Karakollarda cesaretleri kırıldı, kocalarıyla barıştırılmaya çalışıldılar. Koruma kararı çıkarmayı başarabilmiş kadınların çocukları için yasada yer alan gizli kayıt bir türlü uygulanamadı, kadınların hayatı tehlikeye atıldı. Son günlerde ise kadınların sığınaklarda yer yok denilerek geri çevrildiğini duyuyoruz. Peki tüm bunlar olup biterken, kadından sorumlu olması gereken Aile ve Sosyal Politikalar bakanlığı ne yapıyor?

Devamını Oku…

Turkcell’in Erkek Şiddetine “Servis”ine Hayır Diyoruz!

turkcell_logoTurkcell’in başlatmış olduğu “yolda takip” servisi ile bu servisi kullananlar takip etmek istedikleri kişinin telefon numarasını operatöre gönderiyor, sonra telefon numarasının sahibi “evet” diye yanıtlarsa nerede olduğu bilgisini “merak eden” kişiye gönderiyor. Bu servisin kadınların tacize uğramasına yol açabileceğini, cevap vermeyen ya da hayır diye reddeden kişinin her türlü şiddet ve hak ihlallerine uğrayacağını söylemek çok da abartı olmaz. Başta erkeklerin kadınları denetimi olmak üzere, işverenin çalışanını vb. denetlemesini de kolaylaştıran bu servisin doğurabileceği her türlü hak ve özgürlük ihlalinin sorumluluğu, toplumdaki eşitsiz ilişkileri fırsat bilerek ticari kazancı bireyin hak ve özgürlüklerinin üstünde tutan Turkcell’indir. Bu servisi kaldırmalarını sağlamak gerekiyor.

Devamını Oku…

Iraz’ın Yaşama Hakkı Yok Muydu?

kadina-siddete-hayirS.Dilek Şentürk

Hoca damdan düştüğünde ziyaretine gelir eş dost. Kimi güler bu haline hoca anlattıkça, kimisi de kuru bir geçmiş olsunla geçiştirir ziyaretini. Halinden anlayıp ona destek olan çıkmaz. Yüreği yanar hocanın bu duruma. “Damdan düşen gelsin” feryadı ile dillendirir yüreğindeki yangını. “Damdan düşen gelsin!” der.

Iraz’ın kuzeni anlattı bugün bu fıkrayı. Acı dolu bu günlerinde damdan düşenin halini en çok damdan düşenin anlayacağını, dayanışacağını vurgulayarak. “Başka Iraz’lar olmasın, Yalçın’lar öldürmesin Iraz’ları “ diyordu ziyaretine gelen kadın gurubuna. Başka Iraz’lar olmasın!

Kimdir bu Iraz, kimdir bu Yalçın?

Yalçın bir erkek!.. Başka bir sebep aranmaksızın sadece erkek olduğu için önceden planlayarak 9 Eylül günü, gündüz gözü yol ortasında silahını eski karısına ateşleyen bir canlı türü. Buna “hakkı” olduğunu düşünenlerin yarattığı sistemde korundukça üretilenlerden , adı “Yalçın” olanı.

Iraz bir kadın.Boşanmış da olsa başka sebep aranmaksızın sırf kadın olduğu için “sadık” kalması beklenen, aksi durumda “benim değilsen kara toprağın” mantığı ile kaderi eski kocaya terk edilmiş birey olamama durumu.Bu hali yaşayan, insan olma, birey olma mücadelesi veren yığınla kadından adı “Iraz” olanı..

Yalçın Eskişehir’de yaşıyor, güvenlik görevlisi. İki yıl önce sonuçlanıyor Iraz’ın boşanma mücadelesi, ayrılıyorlar. “Geçimsizlik “ diye adlandırılsa da boşanma sebebi ortada kadına uygulanan görünen bir şiddet mevcut. Beş yıl süren boşanma süreci sonunda iki kızının da velayetini alıyor Yalçın ve yasal hakkı olduğu halde Iraz’ın çocuklarını görmesini engelliyor. Iraz’la yolları ayrıldı diye ferahlıyor kadının ailesi ama bir türlü yakalarını bırakmıyor ki eski koca. Iraz’ın amcasını, kuzenini ölümle tehdit etmekten tutun diğer amcayı öldürmeye teşebbüse kadar vardırıyor işi. Şahitlik yapan kuzeni darp ediyor. Bu eylemlerinden ötürü ceza almasına alıyor ama tutuksuz yargılanırken altı aylık bir cezası “iyi hal” den dolayı bir yıl sonra düşüyor.Sonrasında tehditten yedi, darptan on beş ay ve adam öldürmeye teşebbüsten aldığı yedi yıllık cezaları şu an temyizde.Yani Yalçın’ın yakalandığı on eylül gününe kadar bir suç makinesi olarak aramızda olduğu gerçeği var.

Iraz’ın gördüğü koca şiddetinin haddi hesabı yok evliliği süresince. Bu yüzden kaç kere amca evine sığınmışlığı, ara bulunup tekrar koca evine gönderilmişliği var. Iraz üç yaşında annesini kaybetmiş, sonrasında evlenen babası akabinde felç olup bakıma muhtaç hale gelmiş.Kardeş acısı yaşamış.Tek dayanağı amcaları, kuzenleri.On ay önce ikinci evliliğini yapıyor Iraz.Kuzeninin anlattığına göre gülmeye başlıyor üç yaşından beri gülmeyen yüzü.Ama Yalçın diye acı bir gerçek var ortada.Iraz’ın gülme ihtimali onun canını acıtıyor, zoruna gidiyor anlaşılan.Yalçın’ın canını acıtan Iraz’ın gülebilme ihtimali mi sadece?Iraz’ın yeni bir hayat kurması ve bu hayata artık kendinin dahil olamayışı, eski karısının “ellere yâr oluşu” , kendine ait olduğunu düşündüğü kadının başkasına “ait” oluşu zoruna gitmiş olmasın.

Yalçın’la Iraz aynı mahallenin çocukları. Boşanmış da olsalar aileleri vasıtasıyla birbirlerinden haberdar olmaları çok da güç değil. Yani dokuz eylül günü Iraz’ın eniştesinin ölüm yıl dönümü ise ablasının evinde mevlüt okunacaktır ve Iraz kesinlikle ablasına gidecektir. Bunu tahmin etmek o kadar da güç değil.Yalçın da tahmin ediyor tabi ki.

Ama tahmin ettim, takip ettim, önceden planlayıp yanıma aldığım ruhsatsız silahımla da vurdum demiyor. “Arabayla oradan geçerken gördüm, yanına gittim, yüzüme tükürdü, kendimi kaybedip vurdum” diyor. Sonra da ne düşünüyorsa artık susma hakkını kullanıp ifade vermiyor.Be adam ne bildin eski karını göreceğini, senin yüzüne tüküreceğini ve bu duruma dayanamayıp silahını çekeceğini.Yani eski karım belki beni görür de yüzüme tükürürse her ihtimale karşı silahım yanımda olsun düşüncesi miydi seni silahla yollara düşüren.Planladım demeyen dilin o anda bulduğu bahane akıl alır cinsten değil!
Mevlit sonrası evine gitmek için dolmuş beklediği durakta eski kocanın arkasından attığı kurşun başının sol alt tarafından girip sağ şakağında kalan Iraz, ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılırken eski koca kayıplara karışıyor.Bozan beldesinde akrabalarına ait boş bir evde saklanırken suç aleti ile birlikte yakalanıyor ertesi gün ama.

Iraz doktorların umut vaat edemediği bir durumda şimdi. Iraz hastanede yaşam mücadelesi veriyor, beyin ölümü gerçekleşmiş. Yaşam hakkının dillerden düşmediği bu günlerde Iraz’ın yaşama hakkının ihlalinin hesabını kim verecek. Iraz’ın kuzeni olan biteni bizimle paylaşırken bugün,” böyle yaşasa, sıcaklığını, gülüşünü keşke hissetsek hep” diyordu. “Yalçın’ın şiddetini herkes duysun cezaevinde başı eğik olsun, kahramanlaştırılmasın, destek görmesin, tüm kamuoyu görsün çirkinliklerini, bunları istiyorum diyordu.”Başka Iraz’lar olmasın, Yalçın’lar tükensin” diyordu.

Görüşme sonunda son bir şey diyeceğim diyerek teşekkür olarak algıladığım Nasrettin Hoca’nın “damdan düşen gelsin” fıkrasını anlattı kuzen.
Evet biz kadınlar damdan düşürülen cinsler olarak damdan düşürülenlerin halinden en iyi biz anlarız.Ama keşke damdan düşürülmeyenler de , ya da düşürülenler de düşmeden önce anlasalar halimizi, ses verseler sesimize.Irazlar’ın yaşam hakkını ihlal etmeye, sebep ne olursa olsun hiç kimsenin hakkı olmayacağını hep birlikte söylesek.

“Taksim’de Etek Giyip Gezmek” Ne Demek?

etekS. Dilek Şentürk

Etek’in sözlük anlamı, “Bedenin belden aşağısına giyilen kadın giysisi”dir. Ama erkekler için “Taksim’de etek giyip gezme”nin anlamı elbette çok farklı. Etek giyerek rezil olmakla kadın olmayı eşdeğer tutan Ali Ağaoğlu ya da Hakan Ural gibilerinin yaptığı şiddet değildir de nedir?

Kimi coğrafyalarda ve zamanlarda erkeklerin de giyiyor olma gerçeğinin yanında genel anlamda kadınlara ait bir giyim tarzı olduğu kabulü vardır eteğin. İstediğim şekilde pantolon da etek de giyebilen bir kuşağın kadını olarak buraya kadar bir itirazım yok aslında. İtirazım, bir giyim tarzı üzerinden bu tarzın çağrıştırdığı insan cinsinin aşağılanıyor oluşu. Kadınların giymiş oldukları etek egemen dilde kimi zaman bir aşağılama, hor görme anlamına bürünüyor sözlük anlamını çok gerilerde bırakarak. İşte itirazım ve isyanım burada başlıyor. Hem de bunu yapanların içinde “kadına şiddete hayır” sözünü dillerinden düşürmeyen kadın haklarının sözde savunucuları erkekler de var ne yazık ki. 25 Kasım’larda 8 Mart’larda sözüm ona kadınları savunan, yücelten, kadına şiddete hayır diyen erkekler.

Erkeğin eline sopayı alıp kadını evire çevire dövmesi midir sadece kadına yönelik erkek şiddeti. Şiddet bu mudur sadece! Dayak yemeyen kadın, erkek şiddetinden uzak mutlu, mesut yaşıyordur, öyle mi?

Ali Ağaoğlu “Maslak 1453 projesi için 320 bin ağaç kesildi” iddialarına verdiği cevapta: “Değil 3 bin, 3 ağaç kestiğimi ispatlasınlar etek giyip Taksim’de gezerim” diyor. Sopasız silahsız, dayaksız köteksiz şiddetin alâsını yapıyor bu sözleri ile. Etek giyme üzerinden etek giyenleri aşağılayıp kadın olmayı bir ceza gibi gösteren bu erkek aslında kadınlaşma korkusunu da ele veriyor. O kadar çok korkuyor ki kadınlaşmaktan, çok önem verdiği projesi için iddialara itirazını güçlendirmek, inandırıcı olmak adına en korktuğu şeyi göze alacağını söylüyor.

“Ortada ne 1 milyon dolar ne de Sulhi Bey’den almış olduğum ev var. Ne de 500 bin dolar. Bunu kanıtlayan olursa Taksim meydanında etek giyer gezerim” şeklinde isyanı var Hakan Ural’ın da. O kadar çok itirazı var ki iddialara, kendinden o kadar emin ki ve bir o kadar da inandırıcı olmak istiyor ki. Hani “en şerefsizim, adiyim, alçağım” sözleri vardır ya öfkeyle yapılan itirazlarda, inandırıcı olma gayretlerinde. İşte Hakan Ural da böyle değilse “şerefsizim, en adiyim, alçağım” demek isterken bu sözcük gurubuna eş tuttuğu başka bir cümleyle dillendiriyor meramını. “Etek giyer gezerim Taksim’de” diyor. Haksızsam eğer alçalırım demeye getiriyor. Taşsız, sopasız, silahsız şiddetin alâsını yapıyor kurmuş olduğu bu cümle ile kadınlara. Rezil olmakla kadın olmayı bire bir eşleştirirken yaptığı şiddet değildir de nedir!

Filmlerde de dizilerde de çoğumuzun benzer ifadelere tanık olmuşluğumuz vardır. Bir erkek diğer bir erkeği aşağılamak, öç almak adına ona kadın elbisesi gönderir ya da giydirir, en azından göndereceğini, giydireceğini ima ederek korkutur. Oysa ki “erkek Fatma” kadın tiplemelerinde sözünde duran, güvenilir, ‘erkek gibi’ yani güçlü kadın tarifi vardır. ‘Erkek sözü’ verirler, başları diktir, ‘erkek gibi’dirler. Kadına yapılan erkek benzetmesinde bir yüceltme söz konusu iken, erkeğe yapılan kadın benzetmesinde ise hor görme küçümseme, aşağılama vardır. Bedende sabit kalmayıp giysilere, davranışlara, gülmeye, konuşmaya, yaşam tarzına, gündelik hayatın detaylarına kadar uzanır gider bu şiddet.

Erkek egemen zihniyetin bedenimizi metalaştırdığı yetmiyormuş gibi giysilerimizi aşağılama aracı olarak kullanmaları, kadına yönelik erkek şiddetinin ta kendisidir. Hem de taşsız sopasız silahsız, dayaksız şiddetin alâsı. Kadına yönelik erkek şiddeti sadece sopayla yumrukla olmaz. Yaşamımızın her karesini karartan dayatmalar, hor görme, tali yolda bekletilme, birey olarak görülmeme, sömürü de şiddetin ta kendisidir.

Sevgilime, karıma, kızıma el kaldırmam diyenler, el kaldıranları kınayanlar;

Bedenlerimizi metalaştırdığınızda,

Ev içi emeğimizi sömürdüğünüzde,

Geceleri sokakları bize dar ettiğiniz de,

Hasta ve çocuk bakımını ‘kadın işi’ diye dayattığınızda,

Kariyerleriniz için eşlerinizin, sevgililerinizin kendi kariyerlerinden vaz geçmelerini sağladığınızda,

Bebeğinizin bakımı için eşlerden birinin işi bırakması gerekiyorsa ‘bu kadının işidir’ dediğinizde,

Kadın olduğu, sırf kadın olduğu için ‘koruma’ tuzağı ile kadınları eve kapattığınızda,

Sözde kutsal annelik yüceltmesi ile kadınların omuzlarına dünyanın sorumluluğunu yüklediğinizde,

Ürettiğiniz cinsiyet rolleriyle hayatımızı dar ettiğinizde,

şiddetin de alâsını gösteriyorsunuz. Hem de abanın altında sakladığınız görünmeyen bir sopayla.

Siz Öyle Sanın!

imagescavinm1mS.Dilek Şentürk

Yakın zamanda Adana’da yaşadığımız iki olayda da erkeklerin “başında erkek yoksa meydan benim” mesajına kadınlar “siz öyle sanın” dercesine öyle güzel cevap veriyorlar ki…

Kadınları, ‘erkekleri’ üzerinden var ettiğinden ‘sahipli kadına’ bir adım geri durabilen anlayış içindeki erkek zihniyeti, kadına ‘sahibi’ olan erkeğin yokluğunda ya da zayıf bir anında taciz etmekten, şiddet göstermekten kaçınmıyor. Her ne kadar ilişkisi olan kadınlara da bu erkekler taciz, şiddet uyguluyor olsalar da bu ‘hakkı’ asıl sahibine bırakıp ‘boş meydanlarda’ daha rahat at koşturabilecekleri , ‘sahipsiz’ kabullendikleri kadınlara güçlerinin daha kolay yetebileceği inancına sahipler. Sistemin kendilerine verdiği ‘haklar’ dan aldıkları güç ile zaten kadını bir birey kabul etmeyen bu zihniyet, kadının bir erkek tarafından korunmasını, hem de kendilerinden, yani erkeklerden korunmasını gündelik hayat içinde sıradan, normal, ama olmazsa olmaz kabul etmekte bu durumda.

Ancak, kadının aklı fikri, eli ayağı, yüreği beyni, tarihi ile bir birey olduğu gerçeği bu sürdürülmek istenen zihniyet çerçevesinde görmezlikten geliniyor. Tarihinde yaşadığı öykülerinden yaşam dağarcığına kattığı savunma, hayatta kalabilme, var olabilme direnişleriyle birlikte yine bu öykülerinden ve kadın dayanışmalarından edindiği pratik düşünebilme ve çözüm üretme kazanımları hesaba katılmıyor.

Adana’da yakın zamanda yaşadığımız iki olayda da “başında erkek yoksa ya da başındaki erkek güçsüzse meydan benim” mesajları verilmekte, verilen mesajlar kadınlar tarafından havada yakalanıp yere çarpılsa da. Kadınlar bu mesaja “siz öyle sanın” dercesine öyle güzel cevap veriyorlar ki;

Anlaşamadıklarını düşündüğünden erkek arkadaşı ile yollarını ayıran bir kadın, eski erkek arkadaşı tarafından sürekli taciz ediliyor. Adana’nın Seyhan ilçesinde yaşanan bu olayda erkek ; “Sizde erkek mi var, iki tane pısırık kardeşin var. Onlar da bana bir şey yapamaz, ben istediğimi yaparım” diyerek meydan boş, ‘sahibin’ yok, istediğim gibi at koştururum tehdidini hâkim olan genel erkek diliyle iletiyor yolunu ayıran kadına. İşte orada “siz öyle sanın” diyecek kadının varlığı ve birikmiş öfkesinden aldığı gücü hiç hesaba katmıyor. Sonuçta kadındır, erkeğin desteği olmadan ne yapabilir ki yanılsaması ve küçümsemesiyle meydan benim sanıyor at koşturan. Ama kendine ait sandığı meydanda taciz ettiği kadının kız kardeşi tarafından meydan dayağı yiyor akabinde. “Ablama sarkıntılık ediyordu, taciz ediyordu. Ben sopayla dövdüm. İyi ettim, oh elime sağlık. Kafası yarıldı, oh canıma değsin. Mahalleli kurtarmasaydı daha dövecektim, mahalleli elimden aldı, ne yapayım. Hiç pişman değilim” diyor kadının kız kardeşi verdiği ifadesinde. “Başımızda bir erkek “ gerekmez, bizim de elimiz kolumuz aklımız fikrimiz var, üstelik öfkemizle çoğalan gücümüz var demeye getiriyor sopayı her havaya kaldırışında, keseri savuruşunda.

Bir diğer olay da yine kadının ‘sahipsizliği’ daha doğrusu ‘sahibinin’ güçsüz düşmesi çerçevesinde gelişiyor. Yardım bahanesi ile evlerine girip çıkan kocasının yirmi yıllık dostu, arkadaşı tarafından taciz ediliyor kadın bu kez de. Üstelik kadının reddetmesi durumunda “kocana, o bana yanaştı, ümit verdi derim” tehdidiyle. Arkadaşının hastalıktan ötürü çalışamaz durumda olduğunun, güçsüzlüğünün farkında tacizci ama yine de kocası üzerinden korkutuyor kadını. Kadın evlerinin rutubet olduğu bahanesiyle evi kiraya verip başka eve taşınmalarını sağlıyor, anlatamıyor kocasına mahalleden gitmek isteyişinin asıl sebebini. “Kocama anlatsaydım kesinlikle onu öldürürdü, o zaman da başımızda kimse olmaz, sahipsiz kalırdık. Bu yüzden eşime evin çok rutubetli olduğunu söyleyip, değiştirmeyi teklif ettim. Sırf o adamın tacizlerinden kurtulmak için başka mahalleye taşındık. Evimizi de kiraya verdik” diyor ifadesinde. Mahalleden taşınsalar da tacizci bırakmıyor kadının peşini. Çıktıkları evi kiralamak isteyenlere evi göstermek için mahalleye geldiğinde kadın, tacizci de geliyor ardından ve kiracıların evi görüp gidişinden sonra rahatsız ediyor yine arkadaşının karısını. Yaşadıklarıyla sabrı ve öfkesi zaten taşmış durumdaki kadın her an tetikte ve korkuda olma haliyle çantasından eksik etmiyor biber gazını ve tabancayı kendini korumak adına. Son taciz anında bir tarafa olan bitenin kocasına tacizci tarafından yalan yanlış anlatılabilineceği ve nihayetinde olacakları, kocanın tacizciyi öldürüşü, kocanın tutuklanması durumunda yaşayacaklarını, diğer tarafa ise o anda tabancayı kavrayacak olma halini ve olacakları koyuyor kadın ve kararını veriyor. Tacizciden kurtulmanın yolu yok, adam meydan benimdir diyor. Kendisi vuramazsa eninde sonunda kocası vuracak. Hâkim erkek zihniyetin hüküm sürdüğü dünyada ‘sahipsiz’ kalmak ise en büyük korkusu. Öyle yaşamaktansa özgürlüğümden vazgeçerim duygusuyla veriyor biber gazını basıyor ardından tetiğe. Öyle bir çıkmazdaki kadın özgürlüğünden vazgeçmek gözüne gelmiyor. Erkek egemen sistemin kendine dayattıklarına kurşunlarla cevap veriyor özgürlüğü pahasına.

Erkek egemen sistemde kadınları erkeklerden korumak adına himayesinde görmek istiyor erkek zihniyeti. Erkeğin saldırganlığı onun doğasıyla normalleştirildiğinden, erkek olma hali varsayıldığından geriye bir tek şey kalıyor o da kadının kendini kollaması, koruması. Onu da tek başına yapamaz diye düşündüklerinden adına koruma deyip baskı altına almaktalar kadınları. Erkeğe ‘dur’ demek işlerine gelmiyor, meydan bizim der gibi. Hal böyle olunca da bu dayatmalar içinde adeta bir savaşın içinde var olma mücadelesi veriyor kadınlar. Erkek zihniyetin ‘meydan bizim’ tehdidine karşılık kadınlar “siz öyle sanın” diyorlar artık. Her gün bir yerlerden “siz öyle sanın” sesleri yükseliyor ve çoğalıyor bu var olma mücadelesinde.

Bu bir savaşsa ve kavgada yumruk aranmazsa, kadın dayanışması ile giderek güçlenen ama sizin hep bir erkeğin himayesinde görmek istediğiniz, namusunuz bellediğiniz, koruma adına hayatlarını zapt ettiğiniz kadınlardan sizi kim koruyacak bilmiyorum.

Çağrıya Bağlı Çalışma

esnekli-cagriya-bagliEylem Ateş

2003 yılında kabul edilen 4857 sayılı yeni iş yasası ile yapı­lan değişiklikler, yaşamla­rımıza yeni kavramlar ve tanımlamalar getirdi. Özellikle çalışma biçimlerinde yapılan değişikliklerin ilk örnekleri, sa­nayileşmesini daha önce tamamlamış ülkelerden alınarak iş yaşamlarımıza katıldı. Kapitalizmin üretim sürecinde getirdiği esnekleşmenin somut örnekle­rinden biri olan “çağrıya bağlı çalışma” biçimini ve kadınlık durumlarımıza et­kilerini görebileceğimiz zamanlar ya­kın. Bu durumdan hareketle, ilk önce söz konusu çalışma biçimine ilişkin bir ön bilgilendirme yapacağım, sonra da olasılıklar üzerinden konuya bakmaya çalışacağım.

Çağrıya bağlı çalışma kısmi süreli ça­lışma olarak değerlendiriliyor. Yasadaki hali şu şekilde:

Devamını Oku…

Sosyo-Ekonomik Politikaların Dönüşüm Sürecinde Kadın Emeği•

Melda Yaman Öztürk

Kadınlar, son dönemde gerçekleşen neo-liberal yeniden yapılanmadan en fazla etkilenen kesimlerden birini oluşturmaktadır. Çalışma biçimlerinin esnekleştirilmesi, sosyal güvenlik sisteminin yeniden yapılandırılması, tarımsal yapılarda dönüşüm, kanun hükmünde kararnameler, sosyal politikalar… kadınların ev içindeki ve emek piyasasındaki konumunu olumsuz etkilemektedir.

Kadınların günümüz Türkiyesi’ndeki konumunu anlayabilmek için, iktisadi, siyasal ve toplumsal yeniden yapılanmayı bir bütün olarak gözden geçirmemiz gerekir. Bir yandan “güçlü aileyi” hedefleyen projeler, bir yandan evde bakım hizmetlerine parasal destek, bir yandan ihracatı artırmaya yönelik sanayi stratejileri, bir yandan emek piyasasında düzenlemeler, toplumu dört bir yandan kuşatmış bulunuyor. Bu kuşatılmışlık içerisinde kadınların hane içindeki ve emek piyasasındaki emek süreci de yeniden yapılanıyor. Devamını Oku…

Esneklik Kadın İstihdamı İçin Bir Alternatif Olabilir mi?

Özlem Kaya – Ece Kocabıçak

Sermaye birikiminin 1970’li yıllarda içine girdiği krizi aşmanın yollarından biri, tüm dünyada esnek çalışmanın yaygınlaştırılması oldu ve bu tür çalışma, kısa süreli ve geçici işlerin, süreli iş sözleşmelerinin, taşeronlaşmanın gelişmesiyle sağlandı.

Türkiye’de ise esnekliğin yaygınlaşabilmesi için, 12 Eylül ile işçi sınıfının örgütlülüğüne büyük bir darbe indirilmesi gerekti. Böylelikle Türkiye’de esneklik, 1980’lerin sonunda hızlanan bir süreç olarak yaşanmaya başladı. Devamını Oku…

Tecavüzcüler Yine Serbest!

Kadının beyanını hiçe sayan, bizi tecavüze uğradığımızı ispat etmek zorunda bırakan eril hukuk ve erkek mahkemeler, bir kez daha, bu defa Ankara’da, tecavüzcüleri beraat ettirdi.

Cinsel Şiddete Karşı Kadın Platformu’ndan gelen açıklama:

‘Mahkemelerin kabul ettiği’ delillerin mevcut olduğu davalarda bile tecavüzcüler beraat edebiliyorsa, biz kadınlar tecavüze uğradığımızı nasıl ispatlayacağız?

Ankara Kadın Platformu’nun üyesi olan bir arkadaşımıza 12 Haziran 2008 tarihinde içkisine ilaç katılarak toplu tecavüz edildi. Ertesi gün “içkiye yabancı madde katılması” sebebiyle savcılığa başvuran arkadaşımızın hem saldırganlarla, hem de eril hukuk sistemiyle mücadelesi 5 yıldır sürüyor.

Son olarak 27 Eylül 2012 tarihinde görülen duruşmada; sperm örneği, saldırganlardan birinin cinsel ilişkiye girdiğine dair kabulü, dörtten fazla tanığın, olayın akabinde arkadaşımızın bilinçsiz, konuşamaz ve motor hareketlerini kontrol edemez halde gördüklerine dair yeminli beyanları ve ruh sağlığının bozulduğuna dair birden fazla rapor bulunmasına rağmen, tecavüz sanıklarına beraat kararı çıktığını öğrendik.

5 yıllık dava sürecindeki gelişmeler;

Savcılık, kadının beyanını esas almayarak, kadın içkisine ilaç katıldığını ifade etmesine rağmen suç duyurusunun hemen akabinde deliller henüz karartılmamışken ev araması yapmamış ve delillerin karartılmasına izin vererek görevini ihmal etmiştir.

Mayıs 2009’dan Temmuz 2011’e kadar, yani 2 yılı aşkın bir süre İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan rapor beklenmiştir. İstanbul Adli Tıp Kurumu 2 yıl boyunca rapor göndermeyerek görevini zamanında ve eksiksiz yapmamış, yani görevini ihmal etmiştir.

Ankara Adli Tıp Kurumu idrar örneği almayarak ve sadece Ankara Adli Tıp Laboratuarının sistematiğinde bulunan maddeleri araştırıp, Adli Tıp sistematiğinde yer alan maddeleri araştırmayarak görevini ihmal etmiştir. Yalnızca 5 ml kan örneği üzerinde ve yalnızca tek bir yöntem ile araştırma yapılmış ve bu durum İstanbul Adli tıp kurumunun raporunda da “toksikoloji raporunda eksiklik” olarak nitelenmiştir.

İstanbul Adli Tıp Kurumu açık ve seçik bir dille Ankara Adli Tıp Kurumu’nun eksik inceleme ve araştırma yaptığını belirtirken, erkek Mahkeme delil yetersizliğinden sanıkların beraatine karar vermiştir.

Tecavüzcü erkekleri beraat ettirmek için erkek dayanışması ve güçbirliği sergilenmiş, bir tecavüz davası daha, onlarca diğeri gibi “delil yetersizliği” yalanıyla birlikte beraatle sonuçlanmıştır.

Tecavüz davalarında, erkek-egemen zihniyetin çirkin işbirliğine, kadının beyanının esas alınmamasına, artık yeter diyoruz!

Tutuklu Kadınlara Kart Atıldı

Barış İçin Kadın Girişimi’nden kadınlar,  kadın ve barış mücadelesinde birlikte olduğu tutuklu kadın arkadaşlarıyla dayanışmak üzere Galatasaray Postanesi önünde barış noktası oluşturdu.

Eylemde okunan basın açıklaması:

Özellikle iki yılı aşkın süredir aralıksız bir şekilde barış için mücadele eden siyasetçiler tutuklanıyor. AKP iktidarı, barış isteyen tüm parti, kurum ve kişilere karşı adeta savaş açmış durumda.

Hükumetin ve devlet yetkililerinin kurmaya çalıştıkları korku imparatorluğu, barış için siyaset yapanların tepesinde sallanan tutuklama terörü ve uzun süreli yargısız tutukluluklarla diktatörlükleri, faşizmi aratmayacak duruma çoktan ulaşmış bulunmaktadır. Kürt halkına karşı yürütülen savaşta kimyasal silahlar kullanmaktan çekinmiyor. Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 17/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 17

DOSYA: Aile Dışında Hayat Var!

4- Türkiye’den haberler
6- Dünyadan haberler
8-Yunanistan’da Kadın Mücadelesi / Eirini Gaitanau
10- Asiye Nasıl Kurtulur? / Ayşe Devrim Başterzi
12- İstihdamda Kayıp Kadınlar / Belkıs Kümbetoğlu, Aylin Akpınar, İnci User ile söyleşi / Öznur Subaşı 14- AKP’nin Kadın İstihdamı Politikasının Düşündürdükleri / Zeynep Bursa
16- cinselliğe maddeci açıdan bakmak / ayşe düzkan
18- Lezbiyen Aşkın Feminist Eleştiri İçin Kazanım ve İmkânları-II / Hande Öğüt
20- Feminist Araştırmacılar Kongresi’nden Notlar / Deniz Ulusoy
DOSYA: Aile Dışında Hayat Var!
22- Aileyi Yeniden Gündemimize Almak
24- “Aileye Dönüş”: Nereye gitmiştik ki? / Özlem Barın – Ayşe Toksöz
26- AKP’nin Ailesi / Hülya Osmanağaoğlu
28- Cemaat Patentli Mermer Aile / Candan Yıldız
29- Devletle Bir Olup Kadını Bağımlılaştıran Aile İdeolojisi Üzerine / Elif Kutlu
30- Bizim “Güzel” ve Özverili Emeğimiz / Yeşim Dinçer
31- “Artık Annesin, Durul Biraz” / İlkbahar Atılgan
33- Anneliğin Yeni Biçimi: Doğalcılık / Biray Kolluoğlu
35- Yuvarlak Masa: Ailede Kız Çocuğu
37- Ya Işık Dışarda , Karanlık Olan Evse? / Gülhan Davarcı
39- Evin Dekoru Önünde Hayatın Tiyatrosu / Şöhret Baltaş
41- Cinsiyetçi Olmayan Vodvil Mümkün müdür? / Başak Biner
42- Yoktur Aile Gibisi / Hatice Yeşildal
44- Evlilik İmtiyazını Reddetmek
45- Boşanırken Anladık ki Erkek egemen Sistemle Evliymişiz / Fatoş Hacıvelioğlu – Merih Topal
47- Boşanmış Bir Kadının Hikâyesi / Tuğba Özcan
48- Yasalar Hep Aileyi Korudu / Funda Ekin
50- Heteronormatif Aile / Demet Bolat
51- Ailen Biliyor mu? / Hasbiye Günaçtı
52- Eşcinsel Bireylerin Aile ile İmtihanı / Pınar Büyüktaş
53- Ailenin Ötesini Tahayyül Etmek / Sevgi Adak
55- Devletin Şiddet ve “Sığınak” Konusundaki Yeni Yapısı: “ŞÖNİM” / Deniz Bayram
56- Kadından Kadına Dayanışma ile Güçleniyoruz! /Açelya Uçan
58- Bellek: “Bir Bıçağın Sırtında Dolaşıyoruz…” Stella Ovadia ile söyleşi / Cemre Baytok
60- Nasıl Feminist Oldum? Öğrenmek Zor, Öğrenmek Uzun / Begüm Hergüvenç
61- Sevgi Bahane Ataerki Şahane / Dilek Şentürk
62- Öykü: Tut Beni / Merih Topal
64-Kitap: Vejeteryan Külkedisi’nin Düşündürdükleri / Ezgi Burgan 65- Hipster Cinsiyetçilik Çağı / Elissa Bassist
66- Hiç Şaşırmadık!

İste “Kutsal Aileniz” !

paralanma-serpil-odabaS.Dilek Şentürk

Kadın cinayetlerinin, aile içi tecavüzlerin ve kadına karşı her türlü şiddetin artması kadını erkek karşısında daha da savunmasız hale getiren “kutsal aile” vurgusundan bir türlü vazgeçirmiyor iktidarı. Kadınların şiddet ve tecavüzle en çok karşılaştığı kurum olan aile, muhafazakâr egemen söylemlerle toplumun çöküşünü engelleyen bir mucize olarak sunuluyor. Her gün 3 kadının öldürüldüğüne asla değinmeyen başbakanın dilinde bu aile dürüstlüğün, çalışkanlığın kaynağı ve çürüdüğü zaman toplumu da çürütecek bir tuğlaya dönüşüyor. Dizi karakterlerinin bile evli olmamasına dayanamayan bu zihniyetin kutsallaştırdığı bu aile içinde neleri de barındırıyor küçük bir örnekle bakalım.

Devamını Oku…

F.Ş.’nin İnatçı Cesareti

kadn_cinayet_ic_dis_renkBanu Paker

Hastanenin ortopedi bölümünde üç yataklı bir odanın ortasında yatan F.Ş.’yi ilk gördüğümüzde yastık desteğiyle yan yatırılmış bir halde uyuyordu. Yanında sonradan refakatçim olarak tanıttığı 15-16 yaşlarındaki kız yeğeni yatağın ucunda sessizce oturuyordu. Gazeteci olmadığımızı ama haberini basından öğrendikten sonra ziyaret etmek istediğimizi, İstanbul Feminist Kolektif adına geldiğimizi kısaca anlattık. Oldukça iri ve siyah gözlerini kırpıştırarak, sıcak bir gülümsemeyle bizi kabul etti. Yatağının yanına iliştik. Belli ki basının sorularından bunalmıştı. Biz de dinledik…

Devamını Oku…

CEDAW ve İstanbul sözleşmelerine İmza Atmak Yetmiyor

CEDAW ve İstanbul sözleşmelerine imza atmak, yetmiyor,
Türkiye cinsiyet ayrımında 135 ülke içinde 124.sırada.

Aileye değil kadınlara destek!

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Türkiye’de yapılacak Cedaw 30.yıl toplantısına ev sahipliği yapıyor.

Türkiye Cumhuriyeti hükümeti kadınlardan taraf olduğunu dünyaya Cedaw ve İstanbul sözleşmelerine ilk imza atan ülkelerden olmasıyla anlatıyor.

Oysa ki imza atmak yetmiyor! Hala Türkiye “Dünya Cinsiyet Ayrımı” raporunda 135 ülke arasında 124. sırada.

Kadınları eve, aileye, kocaya mahkum eden politikaları güçlü bir şekilde sürdüren, kadınları birey olarak değil aile olarak gören, aile içinde ise anne, ev kadını, çocuk, hasta, yaşlı bakıcısı olarak gören AKP Hükümeti’nin ve Aile ve Sosyal Politika Bakanlığı’nın yaklaşımını CEDAW toplantısı vesilesiyle bir kez daha duyurmak ve hükümete imza attığı sözleşmeleri uygulama yükümlülüğünü hatırlatmak için;
1 Kasim 2012 Perşembe saat 9:30’da Renaissance İstanbul Bosphorus Hotel önündebasın açıklaması yapacağız.

Katılımınızı bekliyoruz

İstanbul Feminist Kolektif

Ayşe Yılbaş Davasının Peşini Hiç Bırakmadık

ayskartAyşe Yılbaş da temas halindeyken kaybettiğimiz bir kadın.  Ayşe Yılbaş 24 yaşındaydı. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde öğrenciydi. Boşanmak üzereydi. Kocasından ayrıydı; çocuğuyla birlikte ailesinin yanında yaşıyordu. Boşanma davasını iki feminist avukat yürütüyordu. Hastanede nöroloji servisinde çalışırken, boşanmak istediği kocası Astsubay Kıdemli Çavuş Hüseyin Güneş Özmen tarafından 22 Şubat 2008 tarihinde 12 kurşunla öldürüldü.

Devamını Oku…

Mısır’daki Kadın Muhabirlerin Yaşadığı Tacizler Üzerine

tahrirde-tacizGeçtiğimiz günlerde Mısır’da Tahrir Meydanı’nda France 24 kanalı Mısır muhabiri Sonia Dridi, canlı yayında tacize uğradı. Aynı meydanda daha önce yaşanan tacizler karşısında Sınır Tanımayan Gazeteciler, medya kuruluşlarını kadın muhabirleri bölgeden çekmeye davet etmişti ve bu çağrı, kadın muhabirler tarafından büyük bir tepkiyle karşılanmıştı. Geçtiğimiz sene, 25 Kasım tarihinde Guardian’ın yaptığı haberi paylaşmayı önemli bulduk.

Devamını Oku…

Basın Açıklaması: “Açlık Grevlerinin Sesini Duyalım”

Cezaevlerinde başlayan açlık grevleri 42. gününde.  12 Eylül’de 63 tutuklu ve hükümlünün başlattığı greve şu ana kadar 53 cezaevinde 483 kişi katıldı; sayının artması bekleniyor.
İçlerinde aynı zamanda kadın hareketinde de birlikte olduğumuz arkadaşların da bulunduğu açlık grevciler neredeyse ölüm sınırındalar. Yaşamı tehdit eden, en azından kalıcı hasarlar bırakacak sınır çoktan geçildi.  Başbakanın talimat verdiği medya susuyor, açlık grevlerini görmezden geliyor. Kürt halkının en temel demokratik hakları için açlık grevine giden mahkûmların sesi duyulmaz kılınarak bizzat devlet ve medya eliyle ölüme terk ediliyorlar.

Biz kadınlar, yalıtılmış duvarlar arasında şiddetle bastırılmaya çalışılan duyulmayan seslerin ölümü nasıl yakınlaştırdığını biliyoruz.  Cezaevlerinde 2000 yılında F tiplerine direnmek amacıyla gerçekleştirilen ölüm oruçlarının acısı henüz dinmedi.  122 sosyalist öldü, onlarcasında ise kalıcı hasar ve hastalık izleri var. F tipleri tüm insanlık dışı uygulamalarıyla devam ediyor.  Şimdi 2012 yılındayız ve yine cezaevlerinde siyasi tutuklu ve mahkûmlar anadilde savunma, anadilde eğitim ve Abdullah Öcalan’ın üzerindeki tecridin kaldırılması için açlık grevindeler.

Biz açlık grevcilerin sağlığından endişe ediyoruz.  Bugün Galatasaray’da cezaevinde açlık grevi yapan kadınlara kart yollayarak seslerini duyduğumuzu, taleplerini desteklediğimizi ve dayanışma içinde olduğumuzu duyuruyoruz.

Açlık grevcilerin seslerine, taleplerine kulak vermenin zamanı geldi geçiyor.
Açlık grevlerinin sesini duyalım.

Ölüm değil çözüm

Gecelerde de Sokaklarda da Varız, Var Olacağız!

ziya_g2Bir panel için Odunpazarı Belediyesi’nin davetlisi olarak Eskişehir’e gelen Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı Yusuf Ziya Cömert Star gazetesindeki yazısında; “Sabahın 3 ‘ü neredeyse. Fakat, bir hareket var şehirde. Anadolu Üniversitesi kampüsünün girişine yakın yerlerde. Arabalar duruyor, kalkıyor. Bir tane Hammer bile gördüm. Kadınlar, genç kızlar, travestiler. Bir garipsedim. Üniversitenin mütemmim cüzü gibi. Sonra anlattılar. Böyle işlerin merkezi haline gelmiş Eskişehir” dedikten sonra “Bu mu Başkan Büyükerşen’in şehirde değiştirdiği ruh” diye sorarak asıl derdini ifade etmiş ve bir yandan kentte “kadınların, genç kızların, travestilerin” dolaşmasına tahammülsüzlüğünü gösterirken diğer yandan bu nefret kokan ve kadınlara LGBTT bireylere yaşam hakkı tanımayan ifadelerini CHP’li büyükşehir belediye başkanı Yılmaz Büyükerşen’e saldırma amacıyla kullandığını da ortaya koymuştur. Böylelikle bir kez daha kadınlar ve LGBTT bireylerin kamusal alandaki varlıkları, yaşam hakları siyasi rekabetin malzemesi olmuştur. Ne yazık ki bu ifadeleri kınamak için eylem yapan CHP ve sivil toplum üyeleri de aynı mantıkla asıl saldırının kadınlara ve LGBTT bireylere yapıldığını görmezden gelerek “Eskişehirli kentine sahip çıkan aydın ve çağdaş bir kişiliktedir.” şeklinde açıklama yapmışlar ve “Sen kimsin ki benim anneme, bacıma, kardeşime ve kızıma laf söylüyorsun, utanmaz adam” diyerek hem LGBTT bireylere yönelik saldırıları görmezden gelmişler hem de kadınları kendileri üzerilerinden tanımlayarak Cömert’in ifadelerini kendi kişiliklerine hakaret saymışlardır. Bizler Yusuf Ziya Cömert’in, hem programdaki konuşmasında hem de ertesi gün Star Gazetesi’nde yayınlanan yazısında nefret söylemi ile kadınları ve trans kadınları aşağılayan ifadeler kullanmasını protesto etmek üzere bugün Eskişehir Demokratik Kadın Platformu olarak bir eylem yaptık. Eylemde basın açıklamasını okuyan Eylül Yıldız şu ifadelere yer verdi: “AKP Hükümeti kadınları ve LGBTT bireyleri şiddetten ve nefret cinayetlerinden koruyacak gerekli önlemleri almadığı gibi, AKP, medyayı kullanarak şiddeti ve muhafazakâr ve otoriter yaklaşımıyla nefret cinayetlerini meşrulaştırmaktadır. Ayrıca kadınları, travesti ve transseksüelleri eleştiren bu zihniyetin otoriter ve dışlayıcı nefret söylemleri, gecenin herhangi bir saatinde sokakta olma özgürlüğümüze, dolayısıyla en temel insan haklarımıza yapılan bir saldırıdır. Bizler, siz isteseniz de istemeseniz de bu kentin gecesinde ve gündüzünde, her an her saatinde sokaklarda olacağız. AKP’nin bizi eve hapsetmek isteyen baskıcı politikaları ve medyadaki yandaşları bizleri asla yıldıramayacaklar. Eskişehir Demokratik Kadın Platformu olarak bizler, hafta içinde olayla ilgili suç duyurunda bulunarak bir eylem yapacağız.”

Cansel Malatyalı’nın Direnişinde Zafer

31 Ocak 2012’de temizlik işçisi olarak çalıştığı İnşaat Mühendisleri Odası’ndaki (İMO) işinden keyfi olarak çıkartıldıktan sonra Oda’nın önünde işe geri alınması için eylem yapmaya başlayan Cansel Malatyalı’nın direnişi zaferle sonuçlandı.Devamını Oku…

Lezbiyen Olmak Şok Edici Değildir!

habertrkHabertürk gazetesinin 11 Ekim 2012 tarihinde iki kadının halay çeken fotoğrafını “Kadın PKK’lıların Şoke Eden Görüntüleri”  başlığıyla sunması, çarpık ilişkiler alt başlığını kullanarak nefret söyleminde bulunması dolayısıyla Lambdaİstanbul LGBT Dayanışma Derneği ve İstanbul LGBT Dayanışma Derneği üyeleri Habertürk önünde bir basın açıklaması yaptı.

Açıklamada ” Habertürk’ün milliyetçi-faşizan habercilik anlayışını beslemek için homofobi ve transfobiyi kullanması ne yazık ki münferit bir olay değil…Herkesin ötekisi LGBT bireyler burada, Habertürk’ün PKK’yi karalamak üzerinden kurduğu haber politikasında araçsallaşıyor. Lezbiyenler de halay çekebildiği gibi her halay çeken lezbiyen değildir. Lezbiyen olmak şoke edici değildir. Habertürk gazetesinde yaşanan bu akıl tutulmasına karşı sessiz kalmamak için buradayız” denildi.

Sosyalist Feminist Kolektif üyelerinin de destek verdiği açıklama sonunda halay çekildi. Sloganlar atıldı.

Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta …

Karısını Öldürmek İçin Kadın Kılığına Girdi  

Kayseri’nin Melikgazi ilçesi Esenyurt Mahallesi Büyük Menderes Caddesi Feslihan Sokak’ta oturan Cafiye Kaya, etek ve pijama giyip başına eşarp takarak kadın kılığına giren, ayrı yaşadığı eşi Rafet Kaya’nın bıçaklı saldırısına uğradı. Oturduğu eve kaçmak isteyen kadın, boşanma davası açtığı ve bir süreden beri ayrı yaşadığı eşi Rafet Kaya tarafından boğazının bıçakla kesilmesi sonucu yaşamını yitirdi. Olay yerinden kadın kılığında kaçmak isteyen saldırgan koca, yakalanarak gözaltına alındı. Olay yerine gelen Cafiye Kaya’nın kızı Filiz Kaya gözyaşı dökerken annesinin cesedini görmek istedi. Filiz Kaya, “Neden hep kadınlar öldürülüyor? Annem niye korunmadı. Kadına şiddet ne zaman son bulacak?” diye tepki gösterdi. Bir süre önce cezaevinden çıktığı ve inşaatlarda taşeronluk yaptığı bildirilen Rafet Kaya hakkında evden uzaklaştırma cezası kararı olduğu öğrenildi. Kocası tarafından boğazı kesilerek öldürülen Cafiye Kaya ise evlerde temizlik yaparak geçimini sağlıyordu..
Devamını Oku…

Patriyarkanın Kabusu Nevin’lerin Çoğalmasıdır!

kadinlardan-taksim-de-kurtaj-protestosu-3923864_2114_oCandan Dumrul

“Isparta’nın Yalvaç ilçesinde yaşayan Nevin Yıldırım isimli kadın kendisine silah zoruyla tecavüz ettiğini ve tecavüz görüntülerini yayınlayacağını söyleyerek kendisini tehdit ettiğini ileri sürdüğü Nurettin Gider’i önce av tüfeğiyle vurdu, sonra da başını kesip bir çuvala koyarak köy meydanına getirdi.

Devamını Oku…

Kadın Örgütleri Filiz Kerestecioğlu’nu Destekliyor

toplantfoto-3Kadınlar Vardır, Kadınlar Her Yerde

Kadın ve LGBT örgütleri yaptıkları basın toplantısında İstanbul Barosu Başkan adayı Filiz Kerestecioğlu’nu desteklediklerini açıkladılar.

50 kadın örgütünün ve yüzlerce kadının imzasıyla basına yapılan açıklamada “1878 yılında kurulan İstanbul Barosu’nun hiç kadın başkanı olmadı!” denildi.

Yapılan basın toplantısında kadın ve LGBT kurumlarının ortak metnini, Ka-Der başkanı Çiğdem Aydın tarafından okundu.

Devamını Oku…

BDP’li Kadın Vekillere Dokunma

beyoglu-nda-bdp-li-kadin-vekillere-dokunma-eylemi-3994741_5104_o

Kürt kadın vekillere yönelen cinsiyetçi şiddet bir süredir kadın hareketinin gündeminde. 22 Eylül’de Gökkuşağı Kadın Derneğinin çağrısıyla bir araya gelen kadın hareketi bileşenleri (Kürt kadın hareketinin yanı sıra sosyalist kadınlar, sendikalardan kadınlar ve feministler) AKP’nin bakanları, yargısı ve medyasıyla Kürt kadın vekillere yönelik şiddetini artırdığını konuştu. Yapılan fikir alışverişinin çerçevesinde ertesi hafta HDK Kadın Meclisinin çağrısıyla bir araya gelen kadınlar basın açıklaması yapma kararı aldılar.

6 Ekim Cumartesi günü Galatasaray’da bir araya gelen kadınlar yaptıkları oturma eyleminin ardından yaptıkları basın açıklamasında şöyle diyorlardı…

…AKP’nin cinsiyetçi ve şovenist yönetimi altında BDP’li kadın milletvekilleri sözlü saldırganlığın yanı sıra fiziki şiddete de maruz kaldılar. Ayla Akat Ata, polisin bizzat bacağına nişan almasıyla yaralandı. Pervin Buldan yine gaz bombasıyla bacağından yaralandı. Emine Ayna hem hedef gösterildi hem de eylemlerde polis tarafından karga tulumba sürüklendi. Sabahat Tuncel Taksim Meydanı’nda polisler tarafından sürüklendi, gazdan fenalaşıp hastaneye kaldırıldı. Sevahir Bayındır, tazyikli su sıkılarak kalça kemiği kırıldı. Gültan Kışanak ve Aysel Tuğluk bizzat başbakan tarafından hedef gösterilmeye devam ediyor…

… AKP ve ortakları bilmelidir ki, KCK operasyonları, tutuklu vekillerin tutsak alınması, dışarıdaki vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması ya da KESK’lilere yönelen saldırılar Kürt sorununda adil barış koşulları ve siyasi çözüm için mücadele edenleri yıldıramayacak. BDP’li kadın vekillere, KESK’li ve DÖKH’lü yol arkadaşlarımıza yönelen baskı ve şiddete karşı sesimizi dayanışmamızı yükseltmeye devam edeceğiz.

Yaşasın Kadın Dayanışması

Devlet, Kürt kadınlarına dokunma…

İstanbul Barosu Seçimlerinde Filiz Kerestecioğlu’nu Destekliyoruz./İstanbul Feminist Kolektif

filiz-kerİstanbul Barosu seçimlerinde “oylarımız”
“Çağdaş, Katılımcı, Özgürlükçü Avukatlar Grubu”nun feminist başkanına ve kadın adaylarına

Taciz ve tecavüz davalarında yaşanan ispat sorunları, çoğu zaman hayatı didik didik edilenin/ yargılananın, yani yeniden yeniden tecavüze uğrayanın şikâyetçi kadın olması, kadın cinayeti davalarında “namus” gerekçesiyle yapılan haksız tahrik indirimleri… Tümü adalet mekanizmasındaki su katılmamış cinsiyetçiliğin birer yansıması sadece.

Devamını Oku…

Haydi Kadınlar, Roseteks’li Kadınlarla Dayanışmaya!

Roseteks işçisi kadınlar 8 Mart 2012 tarihinde yani Dünya Kadınlar Günü’nde son iki aylıkücretleri de dahil olmak üzere beş kuruş ödeme yapılmadan işten çıkarıldılar.

Calvin Clain, Tommy Hilfiger, Mexx, Hugo Boss gibi büyük markalara üretim yapan Roseteks patronları, aynı zamanda ünlü Köşebaşı Restoranları zincirinin de ortaklarıydı.

Devamını Oku…

Tutuklu KESK’li Kadınlar Serbest Bırakılsın!

ank-19-09-12-kadinlar2KESK’li 15 kadın 13 Şubat 2012 günü, yine şafak vakti yapılan bir operasyonla gözaltına alındı. Tamamı KESK ve bağlı sendikaların kadın sekreterleri, kadın eğitimcileri veya kadın komisyonu üyesi olan dokuz arkadaşımız, nöbetçi mahkemece tutuklandı. KESK Kadın Sekreteri Canan ÇALAĞAN, SES Merkez Kadın Sekreteri Bedriye YORGUN, Tüm Bel-Sen Merkez Kadın Sekreteri Güler ELVEREN, SES Ankara Şube Kadın Sekreteri Nurşat YEŞİL, Eğitim-Sen Ankara 2 No.lu Şube Kadın Sekreteri Güldane ERDOĞAN, Eğitim-Sen 1 No.lu Şube üyeleri Hatice BEYDİLLİ ve Evrim ÖZDEMİR OĞRAŞ ile SES Ankara Şube üyeleri Hülya MENDİLLİGİL ve Belkıs YURTSEVER şu an Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’ndeler. Tutuklanmalarından itibaren geçen sekiz ayın ardından 4 Ekim günü görülecek davalarının ilk duruşmasına çıkmayı bekliyorlar. KESK’in ve bağlı sendikalarının kadın sekreterlerine yönelen bu saldırı, aynı zamanda kadınları yeniden üretimin görünmez kölelerine dönüştüren, sendikal siyasal alanda kadınların varlığını ve mücadelesini büyük bir tehdit olarak algılayan, kadınlara varlık mekânı olarak evi işaret eden muhafazakârlığın, eril öfke ve saldırganlığın ta kendisidir. Devamını Oku…

Vejeteryan Külkedisi

vejetaryen-klkedisiEzgi Burgan

Vejeteryan Külkedisi’nin Düşündürdükleri  -1-

“YETER” dedim. Ve gel­di “Yeter Perisi”. Üç yıldır aynı evi paylaştı­ğım sevgilimden ayrıldım. Uzun zaman sonra şimdi yeniden yalnız yaşamam gerekecek. Soğukkanlı anlattığıma bak­mayın. Salya sümük ağlama seansımı az önce tamamladım ve son bir haftada Nunila Lopez ve Myriam Cameros’un beni güçlendiren Vejetaryen Külkedisi-2- isimli kitaplarını tahminimce on iki kez okuduktan sonra bu yazıyı yazacak güce ancak kavuştum.

Kendisi vejetaryen olduğu halde, “âşık olduğu” prense her gün keklik pişirmek zorunda olan bir külkedisinin özgürleşme öyküsü bu. “Yıllarca birlik­te yaşadıktan sonra prenslerin seni kurtaramayacağını anlarsın. Ne kamyon şo­förleri ne şarkıcılar ne de bakkallar…” diyor kitapta. Hayret, kendi yaşamım söz konusu olmadan önce bu sözü nasıl da “bildiğimi” sanıyordum. Bir prensle birlikte yaşarken ne kolaymış bu sözü söylemek. Şimdi evde, tek başıma otur­muş bu yazıyı yazarken, zor bir sürecin içinde olduğumu fakat aynı zamanda kendime bir adım daha yaklaştığımı görüyorum. Zaten kitap da hemen uya­rıyor beni: “Prensleri terk etmek o ka­dar zordur ki bazen onları bırakabilmek için iki ya da üç prens daha eskitmek gerekir.” Neyse ki Vejetaryen Külkedisi öyle yapmadan sorunu aşıyor. (Öyle de yapabilirdi tabii ama sanırım bu çok daha yorucu olurdu. Umarım ben de çok yorulmadan bunu başarabilirim.)Devamını Oku…

Siz Kimi Koruyorsunuz?!

t-c-avzS.Dilek Şentürk

Kadına yönelik erkek şiddeti taciz ve tecavüz yaşadığımız olaylarla gündeme her oturduğunda, birkaç olumlu örneğin haricinde genellikle devletin yanlı olduğunu görmüyor değiliz. Devlet, karşımızdaki yerini “erkek” olarak almakta ne yazık ki. Erkek egemenliğini yaşatan ve her gün yeniden üretip güçlendiren bu zihniyet karşısında söylenecek sözlerimiz bitmedi. Sonuna kadar da söylemekten yorulmayacağız elbette!

Tecavüz edenin “Üstüme düştü” savunması, üstüne düşmüşse suç senin değil der gibi ciddiye alınıyor. Sonra belki kadının şikayeti geri çektiriliyor tehditle, korkutularak. Yakınlarda böyle bir olay yaşandı biliyorsunuz. Her ne yaşandıysa kadın da vazgeçirildi susturuldu. Durduk yere bir kadının bir erkeğin üstüne düşmesi bana inandırıcı gelmiyor. Hadi oldu diyelim aklım almıyor ama üstüne düşen kadına tecavüz etmek zorunda mısın be adam!
“Üstüme düştü” sözünü geçerli sayan erkek egemen zihniyetin erkeklere açtığı alabildiğince haklı olma özgürlüğü demek ki beraberinde böyle bir zorunluluğu da getiriyor. Üstüne düşen kadına tecavüz etme zorunluluğu, belki de hakkı!

Ne yapıyor erkek o zaman. Hakkım var diyor, arkamda koskoca erkek egemenliği var diyor, örterler, kapatırlar, beni korurlar diyor.Yapıyor yapacağını;

Nevin’e tecavüz ediyor mesela. Olmadı tehdit ediyor.Kadın hamile kalmış,dünya yetmiş canına zaten. Biliyor sistemin kimden yana olduğunu Nevin. Karartıyor gözünü, bir tarafta el aleme karşı vereceği bir “namus” hesabı, diğer tarafta sürekli rahatsız eden, tecavüzü hak sayan bir saldırgan. Sonunu bile bile veriyor kararını, zaten yol ağzında Nevin,yolun iki yanı da uçurum, karartıyor gözünü saldırganın kesik başını erkeklerin yıllardır sahiplendiği “kahvehanenin” önüne götürüp fırlatıyor geri kazandığı “namus”u gibi. Çünkü bu sistem, içinde beslediği saldırganlara tezat öyle bir “namuslu olmak” yükünü yüklemiş ki kadının omuzlarına.Aklanmak istiyor Nevin. Fakat bu kez “doğuracaksın” diyor aynı egemen sistem Nevin’in “Ölürüm de doğurmam “ dediği bebek için. Bu öyle bir sistem ki ne kadına, ne de bebeğe sonradan yaşatacaklarının hesabını yapmanın gerekliliğini hiç mi hiç düşünmüyor.”Doğuracaksın” diyor, o kadar.

Sonra bu erkek “Cinnet geçirmek hakkının” ardına saklanıp , aslında düşünüp planlayarak kadın kılığına girip boşanmak üzere olduğu karısını vuruyor .Sistemin kadından çok kendini koruyacağının farkında.”Namus, erkeklik onuru, tahrik olup cinnet geçirmek..” gibi bir sürü “haklı” nedeni var!

Dahası var. Üç yaşındaki çocuğa tecavüz ediyor korunmaya alıştırılmış erkek bu kez ! Siverek ilçesinin Gürakar beldesinde.Çocuk bulunduğu yerden sağlık birimine ulaştırılırken kaybediyor hayatını. Vajinal yırtık ve kanamanın mevcut olduğu görülmesine ve tespit edilip raporlanmasına rağmen sistem erkekliği koruma güdüsüyle o anda harekete geçiyor. Çarçabuk bir kılıf hazırlanıyor çalınan minareye.”Boncuk yutmuş” deniliyor.Çocuk boncuk yutmuş,yutarken vajinada yırtık , yüzünde bedeninde darp izleri oluşmuş, öyle mi?Siz kimi kandırıyor, kimi koruyorsunuz!

112 doktoru vajinal yırtığı raporda belirtiyor ama “olayı büyütmeyin” diye telefonla uyarılıyor.Anne ifadesinde “Anlatamam. Anlatsam kızımı suçlarlar, kendi istedi derler” diyecek kadar olan bitenin farkında. Çocuk denecek kadar küçük yaştaki kadınları “rızası vardı” diyerek suçlayan, saldırganları aklayan sistemde yaşamakta bu anne de. Üç yaşında da olsa kızı böyle bir suçlamadan korkmakta buna benzer örnekleri duymuş biri olarak. Sistemin taraf tutuculuğuna karşı ne yazık ki susmayı seçmekte.Daha bitmedi, Redhack devlet hastanesi raporunu hackleyinceye kadar durum açığa çıkmıyor. Olayın yaşandığı yer AKP li bir milletvekilinin köyü olması sebebiyle ört bas etmek için dört bir yandan emek sarf etmekte sistem.

Soruyoruz: Şimdi siz kimi koruyorsunuz?

“Olayı büyütmeyin” derken, olayı önemsizleştirirken nasıl bir düşünme ahlakı sergilemektesiniz. Rapora ulaşılmasını engellemekle zaten gizlenen bir suçun varlığı bağıra bağıra göstermekte kendini.”Köy sahibi” olan milletvekili siz kimi koruyorsunuz. ”Sahibi” olduğunuz kitlenin erkekliğine ve kendi adınıza toz kondurmamak uğruna böyle bir “korumayı “ üslenirken dünyadan bir haber küçücük bir bebeğin haklarını ihlal edip, bu tip saldırganlıkları meşrulaştırıyorsunuz. Bunun farkında değil misiniz yoksa? Bu farkında olmamak, olmak istememek, olayın ört bas edilmesi, meşrulaştırılması üç yaşındaki çocuğa tecavüz eden saldırganın işlediği suçtan daha büyük bir suç, işlediği günahtan çok daha ağır bir günahtır.Çıkar uğruna ört bas ederek meşrulaştırdığınız bu olayda yeni saldırganlar üretebileceğinizin hesabını yapmak hiç mi gelmiyor aklınıza?

Galatasaray Üniversitesi Rektörlüğü’nü Ayrımcı Kararından Dolayı Kınıyoruz!

Galatasaray Üniversitesi Rektörlüğü Sebahat Tuncel’i Program Dışı Bırakmadığımız İçin Cinsiyet Eşitliğinin İnşası Konferansı’na Yer Tahsisini İptal Etti!

İsveç ve Türkiye’de benzer alanlarda deneyimli kadınlar ile kadın kurumlarını buluşturmak, ekonomik ve politik katılım, eşitsizlik, şiddetle mücadele ve kadın-erkek eşitliğinin inşası pratiklerine dayalı somut deneyimleri paylaşmak amacıyla düzenlediğimiz Cinsiyet Eşitliğinin İnşası, İsveç-Türkiye Deneyimleri Konferansı 5-6 Ekim’de Galatasaray Üniversitesi’nde yapılacaktı
Devamını Oku…

SFK Feminist Politika 15. Sayı Okur Toplantısı/22 Eylül 2012

img_1251

Feminist Politika Okurlarıyla Buluşuyor

Tarih. 22 Eylül Cumartesi
Saat: 13:00
Tarif: istiklal’e meydandan girildiğinde sol koldaki t-box dükkanından sola -benetton’un da karşı sokağıdır- sokağın sonundan sağa, mat-rock kafe’nin karşısındaki yeşil bina, kat 2.)

Ey Ankara Barosu, Platform Üyemizi Soruşturma, Kadın Düşmanlığı Yapma!

candanMuğla’nın Fethiye ilçesi Gebeler kaplıcasında bir kadın, ikisi 18 yaşın altında olan 8 kişinin tecavüzüne uğradı. Tecavüze uğrayan kadının mücadelesi ve kadın örgütlerinin desteğiyle tecavüz davası açıldı. Davada feminist kadınlar ve avukatlar da müdahil oldular. Fethiye davası sanıklarından birinin avukatı ise Muğla Baro Başkanı Mustafa İlker Gürkan’dı. Mustafa İlker Gürkan tüm çabalara rağmen tecavüz sanığının avukatlığından vazgeçmedi. Üstelik savunmasını erkek egemen değerlere dayandırarak yapmakta beis görmedi. Devamını Oku…

Yargı ve Erkek El Ele Iraz’ı Katletti!

dsc_0006Dijan Özkurt

Gün geçtikçe artarak devam eden sistematik erkek şiddeti, her gün biz kadınların canını almaya devam ediyor. Erkek şiddetinin kurbanlarından biri olan ve ne yazık ki dün itibarıyla hayatını kaybeden Iraz Ekinci örneği yargının ve devletin erkek şiddetini engellemek yolunda adım atmak şöyle dursun adeta cinayete davetiye çıkarmak için elinden geleni yaptığını bize bir kez daha göstermiş oldu. Devamını Oku…

Alev Özkazanç’la A.Ü. Cinsel Taciz ve Saldırıya Karşı Destek Birimi Üzerine Söyleşi

alev_ozkazancGül Çorbacıoğlu’nun Alev Özkazanç’la Ankara Üniversitesi Cinsel Taciz ve Saldırıya Karşı Destek Birimi üzerine söyleşisi:

G: Neden Ankara Üniversite’sinde böyle bir birime ihtiyaç duydunuz?
A: A.Ü. kadın çalışmaları ve KASAUM ekibi olarak uzun bir süredir, yani 2-3 yıldan itibaren cinsel taciz meselesi gündemimizdeydi. 2 yıl önce bunla ilgili büyük bir toplantı sonucunda cinsel tacize karşı bir politika belgesi hazırlamayı planlamıştık. Fakat araya giren tartışmalar ve bazı teknik problemler nedeniyle o dönemde böyle bir belge ortaya koyamamıştık. Daha sonra A.Ü.’de geçen yıl patlak veren bir cinsel taciz olayı yaşandı. Ve bu olay taciz mağduru kadın tarafından medyaya yansıtıldı ve başka kurumlara da yansıtıldı. Aynı zamanda A.Ü. iletişim ağına da ANCLUB(?)’a da düştü, o andan itibaren bütün A.Ü. kamuoyu durumdan haberdar oldu ve bir şekilde bu tartışmaya katıldı. O tartışma sırasında biz de ekip olarak tartışmaya olan bitene müdahale ettik, çünkü rektörlük bu süreci çok yanlış bir şekilde yönetiyordu, olayın üstünü kapatıcı şekilde. O tartışma sırasında ANCLUB’a bir mail göndererek ve aynı zamanda rektörlüğe doğrudan bir dilekçe yazarak şunu söyledik, “görülüyor ki üniversitemiz bu konuda bir farkındalığa sahip değil, ve gerekli mekanizmalardan da yoksun, biz bu tür bir mekanizma geliştirmek için katkı sunmaya hazırız” dedik. Bunun üzerine, rektörlüğün olumlu yanıt vermesi üzerine, birkaç ay süren görüşmeler sonucunda A.Ü. Cinsel Taciz ve Cinsel Saldırıya Karşı Politika Belgesi geçen yılın ağustos ayında senato tarafından kabul edildi. Ve Cinsel Taciz ve Saldırıya Karşı Destek Birimi, yani CTS diye adlandırdığımız birim, sonbaharda kurulmuş oldu. Dolaysıyla bizi doğrudan bu konuya sürükleyen o somut olay, A.Ü.’de patlak veren cinsel taciz olayıydı. Fakat bu dönem aynı zamanda KESK’te ortaya çıkan cinsel taciz skandalıyla da, bir süre önce onunla da ilişkiliydik. Ve bir süredir ulusal medyaya yansıyan KESK olayı dahil, başka üniversitelerden gelen birkaç olay daha var, son 1-2 yıldır cinsel tacizin ulusal gündeme bu şekilde girmiş olduğunu zaten gözlüyorduk. Sadece A.Ü.’nin değil, başka kurumların da, örneğin daha yakından izlediğimiz bir olay olarak KESK’in de bir kurumsal zafiyet içerisinde olduğunu görüyorduk ve bundan çok olumsuz etkilenmiştik; dolaysıyla kurumsal düzenlemelerin yapılması yönünde bir fikir birliği oluştu ve öncelikle A.Ü.’de bunu yapmak üzere harekete geçtik.

G: Bu birimin kuruluş sürecinde üniversite yönetimi ya da üniversite genelinde mesela hocalardan, herhangi bir engelle karşılaştınız mı? Herhangi bir tartışma yaşandı mı?
A: Hayır, tam tersine rektörlüğünde bir şekilde dahil olduğu bu cinsel taciz olayında biz araya girdiğimiz andan itibaren rektörlük çok doğrudan ve en üst düzeyde bu belgenin oluşturulması sürecinde çok olumlu işbirliği yaptı. Rektörlük kanalıyla senatoya sunulduğu için senatoda da herhangi bir olumsuz tepkiyle karşılaşılmadan kabul gördü. Bu belgenin hazırlanma süreci etrafta duyulduğu zaman da sınırlı bir kesimde, özellikle Cebeci Kampüsü’nde, buralardan da hep olumlu tepkiler aldık. Çıktıktan sonra da olumsuz bir tepki almadık.

G: CTS’nin işlevi nedir?
A: Başvuran kişiler açısından şöyle iki tür sorumluluğu var, meselenin arabuluculuk yoluyla halledilebilecek bir mesele olmadığına karar vermek, tabi ki mağdur kişiye danışarak ve onun isteği ve onayıyla, ya da kişileri doğrudan resmi disiplin süreçlerine yöneltmek. Eğer olay resmi bir disiplin soruşturma sürecine girerse bu sürede oluşturulacak olan soruşturma ekibine bilirkişilik desteği sunmak. CTS’nin böyle bir görevi var. Ama aynı zamanda CTS şu tür görevler de belirledi. Genel olarak cinsel taciz ve saldırı konusunda üniversite bünyesinde farkındalığı arttırıcı çalışmalar yapmak. Yani kampanyalar düzenlemek, olayın çeşitli boyutlarıyla ilgili daha özel çalışmalar yapıp bunları sunmak. Dileyen üniversite personeline bu konuda hizmetiçi eğitimler vermek, yayınlar yapmak gibi daha çok önleyici ve caydırıcı faaliyetlerde bulunma görevi de var. Onun dışında psikolojik yardım talep edenler olursa bu durumlarda da üniversite psikolojik kriz merkeziyle bağlantılı olarak, tıp fakültesiyle bağlantılı olarak ya da psikoloji bölümüyle bağlantılı olarak kişileri buralara yönlendirebiliyor.

G: Birim kimlerden oluşuyor?
A: CTS’nin bir kurul üyeleri var, CTS birim kurulu üyeleri. Bir de birim koordinatörü var. Bu birim kurulunu oluştururken farklı fakültelerden temsilciler olmasını öngördük. Ama aynı zamanda ilk kez CTS hayata geçtiği için önümüzdeki ilk dönem boyunca, yani iki yıl boyunca, çalışmaları yönlendirmak amacıyla KASAUM ekibinden insanların daha fazla orada bulunmasını öngördük. İlgili maddede bu şöyle düzenlendi: üyelerden en az dördü Hukuk Fakültesi, Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi (KASAUM), Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın Çalışmaları Anabilim dalı, Siyasal Bilgiler Fakültesi Toplumsal Cinsiyet Anabilim dalı (yeni açılan bir anabilimdalı SBF içinde), Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü ve Psikoloji Bölümü üyeleri arasından seçilir. Yani en az dördünün bu çevrelerden seçilmesini garanti altına almak istedik. Bunun dışında bu ilk oluşum sürecinde bütün bu üyeler doğrudan bizim tarafımızdan yani KASAUM ekibi tarafından davet yoluyla belirlendi. İlgili arkadaşlara, diğer fakültelerde daha önce tanımadığımız kişilere ulaşıp onları CTS’ye davet ettik. Ve bizim hazırladığımız bu öneri rektörlüğe gitti ve biz koordinatör olarak bir arkadaşımızın ismini bildirdik. Dolaysıyla aynen bizim istediğimiz gibi oluştu. Rektörün ataması teknik olarak gerekli bir durumdu, fakat bütün karar mekanizması bizim üzerimizden işledi. Yani birim koordinatörü KASAUM müdürünün önerisiyle A.Ü. rektörlüğü tarafından atandı.

G: Ama bu rektörlüğün ataması, dediğiniz gibi teknik bir mesele.
A: Tabi işin teknik bir tarafı. KASAUM müdürünün önerisi daha belirleyici oluyor. Dolaysıyla biz önerdik, onlar atadılar. Hem birim kurulunu hem de koordinatörü. CTS bir birim olarak KASAUM’a, yani bir merkeze bağlı olarak oluştu.

G: Bir kişinin bu birime başvuru prosedürü nasıl yürüyor? Öğrenci, öğretim üyesi, ya da çalışan?
A: Web sayfamızdan ve A.Ü. web sayfasından, tanıtım kampanyası sırasında bastırdığımız broşürlerden herkes bu birimin telefonunu ve emailini öğrendi. Telefon ve email yoluyla randevu almalarını ve kişisel olarak başvurmalarını istiyoruz.

G: Sonraki süreç nasıl işliyor?
A: CTS’nin işleyişi: bir başvuru geldiği zaman, CTS Birim Kurulu toplanıyor, bu birim kurulu başvuruyu görüşüyor. Öncelikle karar vermesi gereken şey söz konusu iddianın bizim politika belgesi kapsamına giren bir iddia olup olmadığı üzerine bir karar vermek. Eğer cinsel taciz ve saldırı adı altında değerlendirebileceğimiz bir olaysa arabuluculuk mu yoksa doğrudan resmi disiplin soruşturması mı açılacağına yönelik bir değerlendirme yapmamız gerekiyor. Fakat bu bizim alacağımız bir karar değil. Bu hem olayın niteliğine bağlı olarak hem de asıl olarak mağdur kişinin talebine isteğine bağlı olarak ona danışarak birlikte alabileceğimiz bir karar. Eğer arabuluculuk yapılacaksa mevcut politika belgesine göre CTS böyle bir arabuluculuğu kendisi yapmayı üstleniyor, CTS bir ya da birkaç kişi. Öbür türlü olursa, eğer resmi bir disiplin soruşturması yoluna gidilirse o süreçte de soruşturmacılardan en az birinin CTS tarafından önerilen bir isim olması gerektiğini söyledik. O süreçte de soruşturmayı izlemek, soruşturmanın selameti ve doğru işletilmesi açısından bilirkişilik desteği sunmak gibi görevleri var. Ancak arabuluculukla ilgili politika metnimize giren maddeyi değiştirmemiz söz konusu olabilir. Çünkü arabuluculukla ilgili başından itibaren tartışmalar var. Bu terim hem insanları rahatsız eden bir terim olarak görülüyor, hem de işaret ettiği hukuksal ya da yarı hukuksal süreç Türkiye’de daha önceden yapılan ve bilinen bir uygulama olmadığı için hem feminist çevrelerde hem de hukukçu çevrelerde tartışılan ve yadırganan bir şey. Konunun pek çok boyutu var, fakat hukukçulardan şöyle bir itiraz gelebiliyor, deniliyor ki Türkiye ceza hukuğuna yeni girmekte olan uzlaştırma diye bir teknik var. Bu bütün suçları kapsayan bir teknik değil, belirli suçlara özel olarak uzlaştırma prosedürü önerilmiş. Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar bu uzlaştırma faaliyetinin bilerek dışında bırakılmış. Dolaysıyla bazı hukukçular diyorlar ki böyle bir üniversite metni cinsel taciz ve saldırıya ilişkin olarak arabuluculuk adı altında bir şey yapamaz. Çünkü bu tür bir uzlaştırma faaliyeti ancak dışarıda kanun tarafından düzenlenmiş biçimiyle kanun tarafından öngörülmüş kişiler, yani belirli bir eğitim almış kişiler tarafından yapılabilir. Herhangi birileri üniversite çatısı altında özellikle cinsel suçlara ilişkin uzlaştırma yapamazlar deniliyor. Baştan beri bir takım feministlerin sıkıntısı var arabuluculuk kavramının kendisiyle ilgili ve içeriğiyle ilgili. Fakat gelen itirazların pek çoğu bence bizim metne koyduğumuz önerinin içeriğinin ve nasıl işleyeceğinin bilinmemesinden ve önyargılardan kaynaklanan yanlış, hatalı eleştiriler olarak görüyorum. Fakat her durumda, özellikle ceza hukukunda bu yeni gelişmeye bağlı olarak bu metnin bir problem çıkarmaması için arabuluculuk kavramını çıkararak başka tür bir içerikle yorumlayarak metni yeniden yazmak niyetindeyiz. Neden biz bu arabuluculuğu bu metne koyduk? Onu daha detaylı açıklayayım. Bu kavram reconciliation kavramı olarak bizim faydalandığımız Anglo-Amerikan üniversite metinlerinin neredeyse hepsinde bulunan bir kavramdı. Biz bu politika metnini yazarken tabi ki dünyada varolan özellikle Anglo-Amerikan metinlerinden faydalandık. Türkiye’de bizden daha önce Sabancı benzer bir metin yazmıştı. Sabancı’nın metni de zaten büyük ölçüde bu Amerikan metinlerinden ilham alınarak yazılmış bir metindi. Biz bu Amerikan metinlerindeki bazı noktalar konusunda daha eleştirel bir tutum takındık, onların tam bir çevirisini yapmak istemedik. Bazı özgün noktaları öne çıkarmak istedik. Özellikle şöyle bir noktayı öne çıkarmak istedik: bir çok Amerikan metninde rızaya dayalı cinsel ilişkilerin yasaklanması söz konusu. Bazı üniversiteler bunu doğrudan yasaklıyorlar. Yani aralarından hiyerarşik ilişki bulunan insanlar arasında, hocalarla öğrenciler arasında, danışmanlarla öğrenciler arasındaki ilişkileri rızaya dayalı bile olsa doğrudan yasaklayan metinler var. Başka bazı metinler doğrudan yasaklamasalar bile çok ciddi uyarılar içeriyorlar, yani akademisyenleri bu konuda bu tür ilişkilere girmeme konusunda uyarıyorlar, tam bir yasak olmasa bile. Eğer politika belgesinde yazıyorsa bu doğrudan disiplin suçu oluyor. Yaptırımı var. Biz bu meseleyi tartışmalı gördük ve başka bazı tartışmalı nedenlerle şöyle bir şey ekledik metne. Dedik ki, bu belgenin amacı cinsler arasındaki ilişkileri sıkı bir disipline sokmak, rızaya dayalı ilişkileri önlemek, belirli bir cinsel ahlakı dayatmak, ifade özgürlüğünü ve özgür tartışma ortamını engellemek, cinsel içerikli her tür kişisel gerilim ve rahatsızlıkları resmi süreçlere dahil etmek ve sert yaptırımlarla karşılamak değildir, diye bu belgenin neyi amaçlamadığını özel olarak söyleme ihtiyacı hissettik. Çünkü bu tür belgeler başka bazı ortamlarda, diyelim başka bir üniversitede bu haliyle uygulanmaya başlarsa, böyle bir koşul ya da kayıt ya da duyarlılık ya da hassasiyet gösterilmeksizin, çok muhafazakar sonuçlara yol açabilir, cinsiyetler arasındaki ayrımı keskinleştirmeye yol açabilir, gibi düşüncelerle böyle bir şey ekledik. Bu bir parantezdi, şunu söylemek istedim: Amerikan belgelerini tam olarak buraya çevirmiş olmasak bile yine de biz bu politika metninin genel kurgusu açısından bizden önce dünyada yapılmış olan şeyleri model aldık. Bu modeller içerisinde özellikle Amerikan hukukunda yer etmiş bir şey olarak arabuluculuk çok öne çıkan birşeydi. Çeşitli Amerikan üniversitelerinde de bu tür birimler, merkezler ya da kurullar oluşturulmuş, onların temel görevlerinden birisi olarak da arabuluculuk öne çıkarılıyordu. Oralarda kendi hukukları buna elverdiği için, Türkiye’de dediğim gibi çok yeni giriyor ulaştırma meselesi ceza hukukuna, ama Anglo-Amerikan hukukunda yıllardır yerleşmiş bir uygulama olduğu için oralarda sorun çıkaran bir uygulama değil. Biz reconciliation olarak gördüğümüz bu uygulamayı arabuluculuk diye çevirip metnimize koyduk. Koyarken tabi ki bunun nasıl bir şey olabileceği üzerine çok düşündük, ama arabuluculuk yani reconciliation o metinlerde de tanımlanıyordu. Nasıl yürütüleceği ne anlama geldiği tanımlanıyordu. Dolaysıyla biz de arabuluculuğu politika belgesinde tanımladık. Ama görülüyor ki bu tanımdan murat ettiğimiz şey bir çok kişi tarafından feminist çevreler tarafından bizim istediğimiz şekilde anlaşılmamış. O yüzden murat ettiğimiz şeyi açıklayabilirim fakat gerçekte bunun nasıl işlediğini açıklayamam. Çünkü henüz resmi bir arabuluculuk faaliyeti yapmadık. Fakat enformel tarzda aramızdan bazılarının dahil olduğu, CTS üyelerinden bazılarını dahil olduğu, benim de kişisel olarak dahil olduğum, enformel pratikler oldu. Fakat resmi olarak biz bir arabuluculuk faaliyeti yapmadık. Biraz önce söylediğim gibi bu maddenin hem ismi hem içeriği farklı bir şekilde yorumlanıp tekrar değiştirilecek muhtemelen. Fakat biz şunu demek istemiştik. Şöyle durumlar olabileceğini öngördük. Bir olayın cinsel taciz olup olmadığı konusunda belirsizlikler olabileceğini ya da sonuçları ağır olabilecek bir disiplin soruşturmasının yürütülmesinin mağdur kişi tarafından tercih edilmediği durumlar olabileceğini. Bunun şeyini açmıyor, fakat çok değişik durumlar olabileceğini öngörebiliyorum, tahmin edebiliyorum, yakın ilişki nedeniyle, arkadaşlık nedeniyle, ya da başka bir nedenle. Mağdur kişinin durumu doğrudan resmi süreçlere aksettirmek istemediği pek çok durum olabileceğini öngördük. Ya da gerçekten mağdur kişinin arabuluculuk gibi daha alt düzeyden bir müdahaleyle çözülebilecek türden daha hafif bir sorun yaşayabileceği durumlar da olabilir. Bu gibi durumlarda mağdur kişinin onayıyla ve isteğiyle, onu arabuluculuğa zorlayıcı herhangi bir karar CTS’den çıkmayacak tabi ki. Fakat ona arabuluculuk süreci tanıtıldıktan sonra eğer durum uygunsa ve kendisi talep ederse, ve tabi ki karşı tarafın da kabul etmesi gerekiyor, o zaman her ikisi de kabul ederlerse bir arabuluculuk mekanizması işletmeyi öngördük. Bu arabuluculuğun amacı iki taraf arasında yaşanan olay konusunda bir anlayış birliğine varmak, ve gelecekte nasıl bir ilişki biçimi içinde olacaklarına dair bir anlaşma yapmalarını sağlamaktır. Bu şöyle anlaşılıyor herhalde, karıştır barıştır, biz sizi barıştırdık, sorun da ortadan kalktı gibi bir şey. Dolaysıyla şunu açıklamak lazım, iki taraf arasında yaşanan olay konusunda bir anlayış birliğine varmak. Bu lafın içeriğinin iyi anlaşılması gerekir. Bunu biz şöyle yorumladık: bir kadın bir olayı taciz olarak, istenmeyen bir durum olarak ve tekrarının istenmediği bir durum olarak görebilir. Fakat karşı taraf bunu bir cinsel taciz olarak görmeyebilir, inkar ettiği için değil, fakat cinsel tacizin doğası gereği her durumda olmasa da pek çok durumda kendiliğinden ve normal gelen bir şey yapmış gibi olduğu için, şaka olur, başka bir şey olr, kadının öyle düşündüğü sanıyordum der, vesaire vesaire. Burada bir anlayış birliğine varmak derken erkeğin gözünden bir anlayış birliğine varmak kastedilmiyor. Mağdur olan kişinin şunu beyan etmesi CTS için yeterli oluyor: ben bundan rahatsız oldum, ben bunu bir taciz olarak görüyorum, ve tekrarlanmaması için böyle bir sürece başvurdum. Böyle bir durumda CTS otoritesini kadının arkasında, onun lehine koyuyor, ona destek veriyor. Ve erkeğe yönelik şu mesaj veriliyor: siz bunu böyle görseniz de görmeseniz de niyet etmiş olsanız da olmasanız da farkında olup olmamanızdan bağımsız olarak karşı taraf bunu bir cinsel taciz olayı olarak görüyor, dolaysıyla bu yaptığınızın böyle bir sonucu olduğunu görün, kabul edin, özür dileyin ve bir anlaşmaya varın. Anlaşma şu demek: bundan sonra o ve benzeri davranışların tekrarlanmayacağına dair bir söz vermek anlamına geliyor. Yani burada kadının beyanını esas alan bir şey var, onu soruşturan bir şey yok. Orada bir yargılama mekanizması da yok. Sadece erkeğe yönelik olarak şöyle bir yaptırım var: eğer bu davranış konusunda kadının beyanını, hislerini tanıyor, özür diliyor, bir kez daha aynı türde davranmayacağınıza dair bir söz veriyorsanız, olay bu aşamada şimdilik bizim için ve kadın için bitmiştir. Ama dolaysıyla sözlü bir anlaşma yapılıyor. Ama eğer bu taahhüte uygun davranılmazsa o zaman tekrar resmi disiplin soruşturması açılması da mümkün oluyor. Böyle bir şey olarak düşündük. Burada bazı feministler böyle süreçlerde kadınları, tacize uğrayanla tacizde bulunanı yüzleştirme, karşı karşıya getirmenin problemli olacağını söylüyorlar. Ben buna katılmıyorum. Arabuluculuğunu çeşitli nedenlerle tercih eden kadınların arabuluculuğu tercih etmelerini gerektiren aynı nedenle, o kişiyle yüzleşmeye de hazır olduklarını tahmin ediyorum. Bunun o kadar aşırı bir şekilde kaçınılması gereken bir durum olduğunu da düşünmüyorum. Yani suçlayan ile suçlananın hiçbir durumda karşı karşıya gelmemesi, hiçbir durumda konuşamamaları, hiçbir durumda yüzleşmenin olmaması gerektiğini de kabul etmiyorum. Anlamlı bir tavır olarak görmüyorum. Pek çok durumda pek çok nedenle, insani nedenlerle yüzleşme, kabul edilebilir ve iyi sonuç da verebilir diye düşünüyorum. Cinsel taciz vakalrı gereksiz yere en ağır biçimleriyle düşünülüyor. Tecavüz gibi çok ağır biçimlerle düşünülüyor. Her seferinde o kişiyi görmek, aynı şeyleri anlatmak, vesaire gibi çok travmatik sonuçları olabileceği düşünülüyor. Bu tür olaylar tabi ki var, herhangi bir taciz olayı da bir kadında böyle bir şey yaratmış olabilir. Çok hafif düzeyden olsa bile bir kadın tacizcisiyle hiçbir şekilde yüz yüze gelmek istemiyor olabilir, ama bu zaten çok başta arabuluculuğu istemeyeceği anlamına gelecektir, hiçbir şekilde kadın zaten ona zaten zorlanamaz. Ama pek çok durumda ben kadınların böyle bir kamu otoritesi bağlamında, ve eğer kamu otoritesi desteğini mağdur kişi lehine koymuşsa, böyle bir yüzleşmeyi kaldırabileceğini, tercih edebileceğini ve kendini ve durumunu açıkça koyabileceğini düşünüyorum. İlla ki o kadar travmatik sonuçları olması gerektiğini düşünmüyorum.

G: Şu durumda üniversitede, yani aslında bir işyerindeyiz. Birlikte iş yapması gereken, yüzyüze bakan insanlardan bahsediyoruz.
A: Tabi onunla da ilgili olabilir, arkadaşlık ilişkisiyle de ilgili olabilir, dediğin gibi sürekli bir arada yaşama gereğiyle ilgili olabilir, kadının rahatsız olmakla birlikte karşı tarafın cezalandırılmasıyla ve damgalanmasıyla sonuçlanacak bir süreci tercih etmemesi olabilir. Bunların hepsi politik, insani ve sosyal nedenlerle kadının yapabileceği meşru tercihlerdir diye düşünüyorum. Her kadının illa ki her taciz olayında karşı tarafın cezalandırılmasıyla sonuçlanacak bir sürece girmesi zorunlu değildir diye düşünüyorum.

G: Aslında anlattıklarınız içinde birkaç soruma cevap vermiş oldunuz. Mesela şunu soracaktım, dünyada hangi örnekleri model aldınız, sizce Türkiye’de ne gibi farklı uygulamalar olmalı? Siz belli bir takım öznellikleri değerlendirdiniz mi diye soracaktım, biraz ondan bahsettiniz. Başka bununla ilgili söylemek istediğiniz bir şey var mı?
A: Biraz şundan daha fazla bahsetmek isterim. Bu tür metinlerin özellikle cinsler arasındaki ayrımın çok keskin yaşandığı, kadınların kadınlarla erkeklerin erkeklerle sosyalleşmeye alışkın oldukları ve karma sosyalliklerde her zaman yüksek gerilimin, çatışmanın, tacizin söz konusu olduğu ve genel olarak İslami bir muhafazakarlığın hakim olduğu ve yükselmekte olduğu Türkiye gibi bir coğrafyada bu tür bir politika belgesinin, cinsel tacizle ilgili bir politika belgelerinin, feminist olmayan biçimlerde kullanımına çok açık olduğunu, suistimale çok açık olduğunu öngörmemiz gerekir. Ankara Üniversitesi için en azından şimdilik böyle bir risk görmüyoruz. Fakat benzer bir metin başka üniversitelerde başka bağlamlarda kabul edilirse, feminizm açısından son derece olumsuz yönlere çekileceğini öngörerek bu tür şeyleri yazmak, böyle bir koşul koymak istedik. Biraz önce okuduğum türden bir paragrafı mutlaka eklemek istedik. Özellikle belirli bir cinsel ahlakı dayatma meselesinde, rızaya dayalı ilişkileri önlemek meselesinde, ve ifade özgürlüğünü ve özgür tartışma ortamını engellemek. Bu Amerikan metinlerinde de olan bir şey. Amerikan metinleri de böyle bir risk gördüğü için ona karşı bir önlem almak istemişler. Çünkü her zaman cinsel tacizle ilgili tartışmanın bu yönlere çekilme olasılığı da var.

G: Size bugüne kadar aşağı yukarı kaç tane vaka yansıtıldı?
A: 6-7 vaka. 24:12

G: Bunlar genelde kimi kapsıyor? Bir hoca ve öğrenci arasındaki durumu mu yoksa öğrenci ve öğrenci arasında geçen bir olayı mı? Bir hiyerarşi ve güç asimetrisi olan ilişkiler miydi onu merak ettim.
A: Evet bir kısmı öyleydi, diyelim ki yarısı bir danışmanla öğrencisi arasında gerçekleşen bir olaydı. Bir tanesi üniversitede sözleşmeli olarak çalışan taşeron bir işçiyle onun amiri arasındaydı. Diğerleri öğrenciyle öğrenci arasındaki ilişkilerdi.

G: Öğrenciyle danışmanı arasında yaşananlardan size yansıtılanlardan şunu hissettiniz mi: Bu tür bir güç asimetrisi ve hiyerarşi içeren, mesela hoca öğrenci ilişkisinde böyle bir şey yaşandığında sizce öğrenciler bunu bildirmek çekiniyor mu?
A: Mutlaka. Üniversite ortamları nihayetinde çok kurumsal ilişkilerin, hiyerarşik kurumsal ilişkilerin hakim olduğu bir ortam olarak cinsel taciz iddialarının ortaya çıkmasını zorlaştıran bir örgütsel yapı oluşturuyor. Kendine özgür bir kurumsal yapısı var üniversitenin ve bu doğrudan tabi ki olayların dışa yansıtılmasını engelleyen bir şey. Biz de elimizdeki bir çok örnekte bunu çok net olarak gördük. Bir kadın buna cesaret etse bile sonraki gelişmeler onun üniversite içindeki hayatını öğrenim hayatını, eğer üniversite içerisinde bir pozisyonu varsa, asistansa, yardımcı doçentse, ya da herhangi başka bir şey, akademide yükselme ile ilgili kaygılarını, korkularını çok hızlı şekilde harekete geçiren süreçler olabiliyor. Çünkü üniversite sonuçta hep bir jüri sistemi, sınav sistemi. Doğrudan o kişiyle karşı karşıya gelmeseniz bile, o kişinin yakın çevresiyle, diğer hocalarla, bu konuda bir taraf olmuş kişilerle sürekli birlikte olmanız gereken ve birilerin diğerlerinin akademik yükselmesine karar vereceği ortamlarda bulunmak anlamına geliyor. Tanıklar konusunda da bu açıdan çok büyük bir problem var. Bir cinsel taciz olayında mağdurun lehine tanıklık yapmak isteyip de akademik yükselmeler nedeniyle çekince duyan çok sayıda insan olduğunu düşünüyorum. Bunu bu şekilde gözlemledik.

G: Ben de bunun böyle olduğunu tahmin etmiştim. Ama ilginç olan şimdiye kadar arabuluculuğu tercih eden olmadı demeniz. Onun daha çok tercih edileceğini düşünürdüm öğrenciler bu çekincelerle geleceği için.
A: Arabuluculuk mekanizması çok yeni tanıtıldığı için, ve insanlar bilmediği için, çekindikleri için ve önyargıları olduğu için, ve de bize yansıyan olaylar aslında doğrudan disiplin soruşturması açmak niyetiyle geldikleri için hiçbir zaman söz konusu olmadı. Şimdiye kadar kimseyi arabuluculuğa yönlendirmedik, kimse de öyle bir şey talep etmedi. Fakat bir şekilde biz bu mekanizmayı işletiyor olsaydık, işleyen ve iyi sonuçlar üreten bir mekanizma olsaydı, zaman içerisinde arabuluculuk tanınıyor hale gelseydi, o zaman daha fazla başvuru olabileceğini düşünüyorum. Fakat bu mağdurların da şimdiye kadar bildiği bir yöntem olmadığı için kimsenin talep ettiği bir şey olmadı.

G: Politika belgesinden ve birimle ilgili belgeden anladığım kadarıyla, üniversitedeki herkesi kapsıyor.
A: Kampüs içerisinde yaşayan ve çalışan herkesi kapsıyor. Sözleşmeli personeli, özel güvenlik birimini, hatta hastaneyi de. Çünkü aslında bu A.Ü.’de problemli alanlardan bir tanesi ve bizim bu belgeyi yazarken üzerinde fazla düşünmediğimiz bir mesele. A.Ü. çok büyük bir üniversite olarak içinde hem hastaneler hem de ilköğretimden liseye kadar bir okul barındıran bir üniversite. Bizim bu politika metnimizin öyle özel bağlamlarda, hastane ve okul gibi, nasıl işleyeceğine dair henüz bir belirsizlik var. O konuda daha fazla çalışma yapmak ve akıl fikir üretmek gerekiyor. Ama herkesi kapsıyor.

G: Ama bir öğrencinin başına dışarıda bir şey gelirse onu kapsamıyor sanırım.
A: Bir öğrenci tamamen üniversite dışında başka biriyle bir şey yaşarsa, hayır, bizim üniversite dışındaki kişi üzerinde tabi ki herhangi bir yaptırımımız olamaz. Fakat iki tane üniversite mensubu arasında dışarıda yaşanmış bir olay olursa, onu kapsıyor.

G: Şimdiye kadar vakalar bu birimin içinde mi kaldıran, yoksa dışarıda hukuki süreçlerin işletildiği bir durum oldu mu?
A: Adli sürece yansıyanlar, dava açılanlar oldu, evet. Aynı zamanda ceza davası açılanlar oldu.

G: Şimdiye kadar başvuranların kaçı kadın kaçı erkekti? Çünkü belgede her cinsiyetten insanın uygulayabileceği, aynı cinsiyetten insanlar arasında da yaşanabilecek diye belirtiliyor…
A: Belgede biz bunu belirttik, çünkü hiçbir hukuki belge çok doğrudan mağdurun ve failin kim olduğunu önceden net bir şekilde söyleyemez, söylememesi gerekir. Fakat tabi ki biz metinden de anlaşılabileceği gibi bunu kadınlara karşı uygulanan cinsiyet ayrımcılığının bir parçası olarak görüyoruz, ve sıklıkla, çok büyük bir çoğunlukla kadınların başına geldiğini görüyoruz. Dolaysıyla bize şimdiye kadar yapılan başvuruların hepsi de beklendiği üzere kadınlardan gelmişti. Erkekler arasında da böyle bir şey olabilir, çünkü cinsel tacizin tanımı aslına geniş bir tanım. Bir kimsenin cinsel yaşamıyla ilgili, ilişkileriyle ilgili dedikodu üretmek, iftira atmak gibi şeyler de cinsel tacize girdiği için, hem dar anlamda cinsel taciz açısından, yani istenmeyen cinsel ilişkilere zorlama, hem de daha geniş anlamıyla erkekler de mağdur olarak gelebilirler. Özellikle LGBTT bireylere yönelik olarak bu tür şeyler olabilir. Bizim henüz şikayet aşamasına varmayan, fakat izlediğimiz ve şikayette bulunması için desteklediğimiz transseksüel bir öğrenci var, çok sayıda tacize uğrayan. Bir erkek.

G: Mobbing gibi?
A: Hayır mobbing değil. Doğrudan cinsel kimliği ve cinsel davranışlarıyla ilgili olarak, sadece bu nedenlerle, yönetim ya da daha çok aslında kendi sosyal çevresi tarafından tacize uğrayanlar da olabilir.

G: Aslında şuna da biraz cevap verdiniz fakat belki üzerine daha çok birşeyler söylemek istersiniz: Belgene cinsel tacizin basit, sürekli, ağır diye üçe ayrıldığı tanımları var. Niye böyle bir ayrıma gittiniz? Farklı yaptırımlara yol vermesi amacıyla, cezaların ayırt edilebilmesi için mi böyle bir ayrım yaptınız?
A: Bu ayrımları cinsel tacizi tanımlamak için yaptık. Öncelikle bir tanıma ihtiyaç vardı. Amerikan belgelerinde de, bütün belgelerde de olduğu gibi, cinsel tacizle ilgili politika belgelerinde öncelikle bir tanıma ihtiyaç var. İnsanlara seslenirken nedir bu mesele diye. Cinsel tacizle ilgili temel bir ifade var, öncelikle onu söyledik tabi ki, cinsel taciz kişiyle vücut teması bulunmadan, bu cinsel saldırı kapsamına giriyor çünkü, istemeden ellemek, okşamak, saldırmak, doğrudan bedene yönelik müdahale olursa cinsel saldırı anlamına geliyor… cinsel taciz olması için doğrudan bir vücut teması bulunmadan yapılan ve rızaya dayalı olmayan cinsel cinsel içerikli söz, tavır veya diğer davranış biçimleri. Bunu söyledikten sonra bunun yeterli olduğunu düşünüp geçebilirdik. Oysa bunun altında çok hafif gibi görülebilen, mesela gözle rahatsız etme, ya da laf atmadan tutun da, çok daha ağır biçimlerine kadar çok geniş bir yelpaze olduğunu bildiğimiz için cinsel taciz adı altında toplanabilecek, onları ayrıştırmak gereğini duyduk. Öncelikle cinsel taciz hakkında bir farkındalık yaratmak için. Fakat daha da önemli bir nedeni var. Bu üç taciz türünü tanımladıktan sonra belge şöyle bir şey de diyor: CTS birimi her tür cinsel taciz iddiasını dikkate ve almayı taahhüt eder ama öncelikle ağır taciz durumlarında çok daha etkin ve çok daha hızlı bir müdahalede bulunmak ister. Şimdi bu ağır taciz meselesi adı altında yazılan şeyler aslında ikiye ayrılıyor. Bir tanesinde, ki bu da Amerikan belgelerinden gelen bir tanımlama ve Amerikan hukukuna girmiş olan şey, özellikle Catherine McKinnon’un müdahalesiyle birlikte 70li yıllardan itibaren ve 80 sonrasında Amerikan hukukuna bu şekilde giren bir şey, buna tacizin tipik biçimi deniliyor. Quid pro qua taciz. McKinnon’dan itibaren şöyle iki şekilde tipik olarak tanınmış taciz. Bir tanesi, tehdit, şantaj gibi fiillerle ortaya çıkan ve kişinin davranışlarını kontrol etmeye yönelik hareketler. Bunlar eşit statüde olanlar arasında da gerçekleşebilir, ama daha tipik olarak kişinin mesleki ya da akademik otorite konumunu suistimal etmesiyle ilgili durumlardır. Yani istenmeyen bir cinsel davranışın bir misilleme ya da ödüllendirme şeyiyle birleştiği durumlar. Bunlar ağır taciz durumları olarak görülüyor. Üniversitelerde karşılaştığımız daha ağır problemin, daha çok öne çıkarmamız gereken ve farkındalık yaratmamız gereken daha temel problemin bu olduğunu düşünüyoruz. Bir de yine Amerikan hukukundan, cinsel taciz düzenlemelerinden gelen ikinci bir tipik ağız taciz biçimi var. O da şu: özellikle cinsel taciz Amerika’da iş hukuku açısından düzenlenmiş bir mesele. Orada kişinin iş yaşamının, çalışma yaşamının gereksiz ve ağır biçimlerde yani tolare edilemeyecek biçimlerde zorlaştırılması gibi bir şey. Bu çok anlaşılmıyor ve günümüzde belki o kadar geçerli değil ama Amerikan tarihinden gelen kökenleri var. Örneğin bir ofisi paylaşan bir kadınla bir erkek durumunda doğrudan kadına yönelik bir cinsel taciz ya da istenmeyen bir cinsel yaklaşım olmasa bile, diyelim ki ofis ortamının kadını çok rahatsız edecek bir biçimde pornografik materyalle doldurulması, yanında ve sürekli bununla ilgili şakalar yapılması, vesaire gibi. Çalışma ortamını bu açıdan kadın açısından aşırı derecede zorlaştıracak şekilde cinsel materyalin ya da cinsiyetçi söz tavır ve davranışların ortama egemen olması gibi durumlar. Bunlar ağır taciz durumları olarak öne çıkarılmış ama dediğim gibi bunlardan özellikle bir tehdit ya da şantajla birleşen, özellikle hoca öğrenci ilişkilerinde bir ödüllendirme ya da misillemeyle ya da ast üst ilişkilerinde bu tür görevi suistimal durumlarıyla da birleşen durumları özel olarak öne çıkarmak istedik.

G: Bunun cinsel tacizin nasıl tanımlandığı merak ettiğim için soruyorum. Yani bir kadın kendini ne kadar rahatsız hissettiğinde bu cinsel tacizdir? Nasıl derecelendirilir, onu merak etmiştim.
A: Ama bunlar kadınların hislerine bağlı tanımlamalar değil. Daha önce de söylediğim gibi, bir kadın bir nedenle basit taciz olarak adlandırdığımız fiillerden çok ağır şekilde ruhsal zarar görebilir. Dengesini yitirebilir. Ya da bir kadın bir nedenle bizim ağır taciz olarak gördüğümüz olaylardan diğer kadına göre daha az etkilenebilir. Dolaysıyla bu hislere göre, etkilenme derecesine göre yapılmış bir ayrım değil.

G: Aslında bu ayrımın yazılı bir şekilde orada olması iyi bir şey çünkü karşı tarafın yaptığı şeyin taciz olarak algılamaması, şakaydı ya da dalga geçiyordum geçiştirmesini önlemek için en azından bunun yazılı olarak ortaya koyulması iyi bir şey bence.
A: Aynı şekilde metin cinsel tacizi tanımladığı gibi cinsel saldırıyı da cinsel istismarı da tanımlıyor. Tanımlar bu politika belgelerinde çok önemli yer tutan şeyler. Öyle olması da gerekir. ne kadar ayrıntılı ya da daha açıklayıcı olursa da o kadar iyi olur.

G: Sizce birimin varlığı, üniversitede, vakalar görülmeye başlandıktan sonra nasıl değerlendiriliyor? Sizce üniversite mensupları birimin varlığında ne kadar haberdar?
A: Bu birimle ilgili geçen sonbahardan itibaren çok tanıtım yaptık, çeşitli kampüslerde ve fakültelerde. Bazılarına az bazılarına çok katılım oldu. Fakat A.Ü. çok büyük bir üniversite. Bir keresinde gidip bir tanıtım yapmak yeterli değil. Bir farkındalık, bir tanıtım olduğunu düşünüyorum. CTS oluştuktan sonra pek çok yerden çok olumlu tepki aldı. Özellikle üniversitelerde kadın merkezlerinin bulunduğu yerlerde ya da bulunmasa da feminist ekiplerin etkili olduğu yerlerde olumlu karşılandı ve onlar da benzer bir politika belgesini yazıp yazamayacaklarını düşünmeye başladılar. Bu çerçevede geçen aylarda bir tanesi Ankara özelinde Ankara’dan çeşitli üniversitelerden kadınların bir araya geldiği bir toplantıda, bir ikincisi de Kıbrıs üniversiteleri de dahil olmak üzere, Eskişehir, İstanbul, İzmir, yani pek çok yerden temsilcilerin geldiği CTS’nin organize ettiği büyük bir çalıştayda bu mesele üzerine bir ortak konuşma süreci başladı. Üniversiteler arasında bir bilgi alışverişi, ortak olarak neler yapılabileceği üzerine bir düşünme sürecine girdik. O süreçte gördük ki bizim ortaya koyduğumuz politika belgesi ve oluşturduğumuz CTS birimi çok doğrudan her üniversitede hemen merkezi olarak planlanıp hayata geçirilebilecek bir şey değil, öyle bir örnek model değil. Çünkü her üniversitenin kendi yapısı var. Bu iyi bir fikir de değil. Böyle bir metni doğrudan rektörlük kanalıyla hemen her yere üstten dayatmak da iyi bir fikir değil. A.Ü. bunu buradaki Kadın Çalışmalarının gücü sayesinde yapabildi. Ama başka yerlerde başka nedenlerle, zayıf ekipler nedeniyle, ya da muhafazakar yönetimler nedeniyle, rektörlüğün işbirliğine yanaşmaması gibi nedenlerle böyle bir şey mümkün olmayabilir. Gerçekleştirilmesi doğru da olmayabilir. Her üniversite kendi özgül koşulunda bu konuda ne yapması gerektiğine ilişkin düşünmeye başladı ama bunu ortak bir düşünce süreci olarak da örgütlemeye çalışıyoruz. Devamı gelecek. Bir iletişim ağı kurduk. Çok çeşitli üniversitelerden ekiplerle de süreci nasıl geliştirebileceğimizi tartışıyoruz.
Şimdi söylemek istediğim özel bir şey. Benim yaklaşımımla ilgili. CTS belgesine yansıyan bir şey değil, diğer arkadaşların adına da konuşamam. Benim bu süreçlere ilişkin şöyle farklı bir şeyim var. CTS belgesine, biraz önce okumuştum, şu kadarcık bir şeyle yansıdı: “bu belgenin amacı şunlardan biri değildir: cinsel içerikli her tür gerilim ve rahatsızlığı resmi süreçlere dahil etmek ve sert yaptırımlarla karşılamak değildir.” Şöyle ki, tanık olduğum, bir şekilde içine girdiğim, dahil olduğum bir olay, bir cinsel taciz olayı olmamakla birlikte bir cinsel taciz olayı olarak söyleme sokulan bir olaydan çıkardığım dersler, ve daha genel olarak da düşünegeldiğim şey. Aslında biz bu belgenin caydırıcı özelliğinin ve farkındalık yaratıcı özelliğinin daha fazla altını çizmek istiyoruz. Sonuçta bu bir hukuki belge ve hukuki ve resmi prosedürlere sokuyor. Bu bir şekilde feminist kaygılar ve söylemlerle hukuksal ve kurumsal bir bağlamın bir şekilde sentezlenmesi sonucunda oluşan metinler bunlar. Sadece bizim metnimiz değil Amerikan metinleri de öyle. Bu ikisi arasında her zaman bir gerilim var. Saf bir feminist politika ve söylemle saf bir bürokratik ve kurumsal mantık arasında bu konuda bir gerilim var. Cinsel taciz belgelerinde bu ikisi çok iç içe geçmiş gibi görünüyor, ve çok uygun, mükemmel bir biçimde iç içe geçmiş gibi sunuluyor. Ama aslında geri planda bütün o gerilim devam ediyor. Nasıl devam ediyor? Şöyle: Dediğim gibi pek çok üniversite, bu konuda düzenleme yapmak isteyen kadın ekipleri, bu gelişmeyi çok olumlu gördüler, ve kendileri de kendilerine özgü veya benzer bir şey yapmak için harekete geçtiler. Fakat izlediğim kadarıyla üniversite dışındaki feministler bu tür bir metinden, bunun ne işe yarayacağından ve metnin söyleminden, ya da başka şeylerinden pek çok nedenle rahatsızlık duyuyorlar. Mesela bunlardan bir tanesi daha önce konuştuğumuz arabuluculuk konusu. Bir başkası mesela gizlilik ilkesi olabilir. Bütün bu hukuksal metinlerde gizlilik ilkesi özel bir madde olarak düzenleniyor. Bunlar feminist bir perspektif açısından tahmin edilebileceği gibi hem gizlilik ilkesi hem de arabuluculuk ilkesi eleştirilen bir şey. Nitekim ODTÜ’de olan bazı olaylarda feministlerin daha çok böyle bir kurumsal düzenleme yönünde harekete geçmekten çok doğrudan ve ilkesel olarak bir teşhir siyasetine başvurduklarını görüyoruz. Bu açılardan bazı feminist çevreler bu tarz bir düzenlemenin fazla hukuki ve bürokratik bir düzenleme olduğunu ve yeteri kadar feminist bir düzenleme olmadığını düşünebilirler. Ben, dediğim gibi, teşhircilik siyasetini baştan sona kayıtsız koşulsuz bir ilke olarak destekleyen onaylayan birisi değilim. Arabuluculuk konusunda da dediğim gibi, farklı fikirlerim var. Arabuluculuğun uygun ortamlarda ehil kişiler tarafından iyi işletilebilecek bir şey olduğunu düşünüyorum. Ama tersi de olabilir. Yüzüne gözüne bulaştırılacak bir şey de olabilir. Dolaysıyla bu tür eleştirileri çok haklı bulmuyorum, fakat oradaki eleştirel alanı, bu rahatsızlığın nereden kaynaklandığını görüyorum. Öte yandan kendi durduğum yerden, ben de bu metni ya da bu tür metinleri hukuksal ve bürokratik mantıkların öne çıktığı metinler olarak görüyorum. Kendi durduğum yer açısından, feminist politika açısından, yetersiz metinler olarak görüyorum. Gizlilik ya da teşhir siyasetini savunduğum için, ya da arabuluculuğa karşı çıktığım için değil, başka nedenlerle ben buradaki feminist şeyin düşük olduğunu düşünüyorum. Onun temel nedenlerinden birisi şu. Bu Arabuluculuğu bir kenara bırakalım, bu maddenin değiştirileceğini söyledim zaten, bu temelde disiplin soruşturması ağırlık bir süreç olarak görülüyor. Ya da öyle olması isteniyor, muhtemelen biz de daha sıklıkla öyle işleteceğiz, ve şimdiye kadar da hep soruşturma süreçlerini işletmeye çalıştık. Fakat bu soruşturma meselesi, yani cinsel taciz soruşturması çok problemli bir şey. İster dışarda bir ceza davası söz konusu olsun, ya da isterse üniversite içerisindeki bir disiplin soruşturması olsun, cinsel tacizle ilgili hukuksal prosedürleri etkin ve iyi işletmek ve mağdurun lehine bir sonuç çıkarmak ve tatmin edici bir sonuç çıkarmak önünde çok büyük engeller var. En bilinen şey tabi ki kadınlarınhiç ifade etmemeleri ama o ayrı. İfade etmiş ve şikayet yoluna başvurmuş olmalarına rağmen sonraki sürecin kadını koruyucu kollayıcı şekilde ilerletilmesi, soruşturmanın düzgün yapılması, ve tatmin edici bir sonucun çıkarılması çok zor. Ve arada dediğim gibi, tanıkların tanıklık yapmak istememesi gibi problemler var, arada kadın sadece CTS’ye başvurmuş olduğu için kendi bulunduğu yerde çeşitli şekillerde akademik olarak, kişisel olarak rahatsız edildiği durumlar var. Bu konularda CTS bir şey yapabilecek güce sahip değil. Bu yüzden soruşturma süreçleri iyi, uygun, düzgün işleyen şeyler değil. Hiçbir yerde de ben mükemmel olarak işleyeceğini düşünmüyorum. Bu yüzden bizim asıl amacımız farkındalığın arttırılması ve caydırıcılığın arttırılmasını sağlamak ki mümkün olduğu kadar az cinsel taciz olayı olsun, ve soruşturma süreçlerine yüklenmeyelim. Çünkü olumsuz işleyen ya da tatmin edici şekilde işlemeyen soruşturma süreçleri sonuçta bizim aleyhimize döner. Pek çok kadın o süreçte ekstra yıprandığı için ve sonuçları belirsiz olduğu için hiç başvurmamayı tercih edebilir. Pek çok nedenle süreci işletmek istemeyebilir. Bu yüzden bu caydırıcılık ve farkındalık meselesini arttırmak istiyoruz. Bu belgeye yansıyan genel perspektifimiz. Fakat benim kişisel olarak ifade ettiğim durum ve metne yansımayan şey aslında şu: Metin aynı zamanda bir farkındalığın yaratılması yoluyla bir güçlenme sağlamaya çalışıyor. Fakat bu güçlenme ne demek? Kadınların tacize karşı güçlenmeleri diye birşeyi önemsiyoruz, fakat bu ne demek? Bazı insanlar şunu varsayabilirler, bu zaten kendisi bu şekilde güçlendirici bir metindir. Kadınların başlarına bir taciz olayı geldiğinde doğrudan şikayet etmeleri ve disiplin soruşturması açılması ve sonucunda o kişiye ceza verilmesi, işte bu asıl güçlenmedir. Ben bunun asıl güçlenme olduğunu düşünmüyorum. Hem biraz önce söylediğim nedenlerle, yani soruşturma ve hukuki süreçlerden çok fazla medet ummak doğru olmadığı için, hem de ilkesel bir nedenle doğru bulmuyorum. İlkesel neden de şu: güçlenme olarak biz cezalandırıcılığı anlamamalıyız. Ben güçlenme deyince şöyle bir şey umut ediyorum, mesela CTS gibi bir birime ilişkin benim idealim, birkaç yıl sonra oturmuş ve işleyen bir birim, kampanyalarını yapmış olan bir birim olduğunu varsayarsak eğer, ideal bir durum olarak bir süre sonra, şöyle bir atmosferin oluşmasını isterim. Herkesin, olabildiği kadar çok kişinin, erkekler dahil, cinsel taciz meselesinde gerçekten farkındalıklarının arttığı bir durum. Kadınlarla erkekler arasında bu konuda bir konuşma zemininin oluştuğu bir durum. Özellikle, hocalarla öğrenciler arasında demeyeyim de, herkesin kendi yakın çevresinde, arkadaş çevresinde, hocaların kendi içinde, öğrenci grupları, klüpleri, dernek, vesairede insanların arkadaş veya yoldaş bildiği erkeklerle de bir zeminlerde bu meselenin farkındalığının gerçekten arttırılmasını diliyorum. Farkındalık şöyle bir farkındalık değil: be bir kadına tacizde bulunursam, cezası var, o halde yapmayayım gibi bir şey değil. Sıkıntı nedir, mesele nedir, siz nasıl davranıyorsunuz, erkekler ne istiyor, kadınlar ne istiyor, niye cinsel duygusal yakınlaşmalarda bu kadar büyük niye bu kadar gerilim, çatışma var, duygusal bedensel ihlal var? Bu nereden geliyor? Hep mi böyle gidecek? Ne yapmamız gerekir? Erkekler nasıl dönüşecek? Bütün bunların derin bir tartışmanın konusu haline gelmesini istiyorum. Ve aynı zamanda kadınların şöyle de bir güçlenme yaşamalarını istiyorum. Böyle bir metnin ve böyle bir birimin varolmasının kendisi bir güvence. İlk elde ve hemen başvurulması gereken bir yer olduğu için değil. Aslında bir son çare olarak başvurulması gereken bir kamusal otorite olduğu için. Ama bence o hemen ve çabuk ve illaki ve tek seçenek olarak kullanılması gereken bir süreç değil de, geri planda duran bir şey. Bir yaptırım gücü olan ve her zaman tehdit içeren bir yaptırım gücü olan bir şey olarak güçlendiriyor. Ama asıl olarak kadınların erkeklerle bütün ilişkilerinde cinsel taciz konusunda kişisel olarak güçlenmelerini diliyorum. Bu kişisel güçlenme şu demek: hayır demeyi bilmek demek, çok net bir şekilde duygularını ve düşüncelerini ifade etmek demek, çok daha erken aşamalarda istenmeyen şeyleri durdurma gücünü, dürüstlüğünü ve cesaretini kendinde görmek demek. Bu herşeyi içerebilir. Mesela şunu da: birisi istenmeyen bir şekilde poponu elliyorsa suratına anında tokat atmak dahil yani. Ya da birisi sana hoş olmayan bir ifadede bulunduysa daha beterini ona söylemek demek. Yani her tür bedensel ve sözel olarak kendini koruyan ve karşı tarafla yüzleşen, ona kendi kimliğini, bedenini, duruşunu hatırlatan bir tür güçlenmenin gelişmesini umut ediyorum. Dolaysıyla böyle bir güçlenme olursa çok daha erken aşamalarda kadınlar kendilerine yönelik şeyi durdurabilirler, kendi bedenlerini kimliklerini çok net bir şekilde ortaya koyarak. Aynı zamanda arkadaş grupları içerisinde de destek ve dayanışmanın artmasını umut ediyorum. Böyle durumlarda doğrudan resmi süreçlere başvurmanın ötesinde özellikle eşitler arasında ilişkiler söz konusuysa, öğrenci-öğrenci, yakın arkadaş ilişkilerinde… cinsel tacizin çoğu da üniversitelerde tanışan insanlar arasında, hatta sevgililer arasında, aynı gruptan insanlar arasında, aynı siyasi ekipten insanlar arasında vesaire, yakın ilişki içinde insanlar arasında olduğuna göre, o zaman o yakın arkadaş gruplarının da süreçlere müdahil olabileceklerini düşünüyorum. Öyle diliyorum. Şu çok güçlendirici bir şey değil: birisi bana bir şey yaptı, cezasını çeksin. Bu çok zayıf bir güçlenme. Öyle durumlar olabilir. Ama kadınlarda genel olarak cinsel tacize uğrama durumunda fazlaca bir acizlik hissi gelişiyor. Bir şey diyememe, yapamama, yüzleşememe, ondan kaçınma. O yüzden bu yüzleşme meselesini aslında ben önemsiyorum. Bu arabuluculukla ilgili olarak bir eleştiri geliyor ya bu konuda. Aslında her düzlemde yüzleşmeyi aslında önemsiyorum.

G: CTS biraz bu yüzleşmenin kurumsal bir mekanizması gibi olur yani? Bir de şu var tabi kadınlar ‘bak böyle bir yer var, ben seni gidip şikayet ediyorum’ diyebilecekler.
A: Evet, bizim kurduğumuz mekanizmanın bu şekilde güçlendirici bir etkisi olmasını istiyorum. Sadece soruşturma yürüterek değil, farkındalık ve caydırıcılık yaratarak ve kadınların kendi kişisel ilişkilerinde güçlenmelerini sağlayarak geri planda duran bir otorite figürü olarak güçlenme yaratmasını istiyorum. Sadece ağırlıklı olarak soruşturma süreçleriyle değil, onu demek istedim. Yoksa birçok olay çok doğrudan soruşturma sürecine girmelidir, girer. Ama soruşturma süreçlerinin, dediğim gibi, iyi, etkin işletilmesi önünde çok önemli hukuksal bürokratik ve zihniyet engelleri var. Cinsel taciz soruşturmalarını kimin yapacağı çok önemli. O ya da bu kişinin yapması çok değiştiriyor. Bir beyanın nasıl dinleneceği, delillendirme meselesi, cinsel tacizin tanığının olmadığı durumlarda nasıl bir yorum yapılacağı. Bütün bunlar için çok özel bir feminist bilinç lazım ve aynı zamanda hukukçu bir bilinç lazım. Bu ikisinin iç içe geçtiği özel bir bilgi beceri alanı bu. Çok az insanda var, bizlerde de yok, ancak yapa yapa geliştireceğiz. Başka insanlarda hiç yok. Onların eline bir soruşturma geldiğinde sonucu bilemeyiz. O yüzden daha tartışmak ve konuşmak gerekiyor, bu konuda erkekleri önemsemek gerekiyor, ki feminist bazı yargılara katılmıyorum. Erkeklerin hiç dönüşüme açık olmadıları, hazır olmadıklarına katılmıyorum. Özellikle üniversite çevresinde kadınlar pek çok durumda erkek arkadaşlarıyla birlikte sosyalleşiyorlar, siyasallaşıyorlar. Bunun kendisini de politik tartışma gündemine almalarını çok gerekli görüyorum. Sorunun nereden çıktığını ancak diyalog içerisinde anlayabilirler. Tabi özel, çok kötü niyetli, ne yaptığını bilen, sonun kadar giden örnekler de var. Onlar için söylemiyorum bunu. Özellikle kötü niyetli, sonunda kadar ısrar eden olayı çok kanırtan, iftiraya başvuran pek çok da örnek olacaktır. Fakat benim yakın çevremde izlediğim pek çok sol muhalif çevrelerden erkek öğrenciler, erkekler şöyle bir şeye kapılmış durumdalar: neyin cinsel taciz olduğunu tam kestirememe gibi bir tehdit ortamında kendilerini hissediyorlar. Bu anlamlı ve yeterli bir mesaj değil, tehditle birilerini durdurmak. Bir anlayış geliştirmek lazım.

Ankara Üniversitesi Cinsel Taciz ve Cinsel Saldırıya Karşı Politika Belgesi:

Cinsel Tacize ve Cinsel Saldırıya Karşı Politika Belgesi


Ankara Üniversitesi Cinsel Tacize ve Cinsel Saldırıya Karşı Destek Birimi Yönergesi:

Yönerge

Türkiye Psikiyatri Derneği Görüş Bildirdi

Son günlerde yaşanan, tecavüze uğrayan ve tecavüz sonrası gebelik meydana gelen N.Y. ve Z.K.’nın durumu üzerine Türk Psikiyatri Derneği bir görüş yayınladı.
Kadınların bedeni üzerinde kendi söz haklarını hiçe sayıldığının altını çizen açıklamada; “sağlıkla ilgili resmi otoritelerin bile ‘doğursunlar, gerekirse devlet bakar’ gibi ifadeler kullanarak kadın bedenini bir kuluçka makinesine indirgeyen söylemleri, kadınların ruh sağlığı açısından tahripkar etkiler yaratmaktadır.” denildi. Açıklamada ayrıca şu sözlere yer verildi;

Devamını Oku…

Kadınlara Çağrı: 8 Eylül Cumartesi 13:00’de Taksim’e

293030_374531802619488_1237259414_n

Sağlık Bakanı Recep Akdağ`ın, “başına kötü bir olay gelmişse de doğursun, devlet bakar” açıklamasının tecavüz suçlarına meşru alan yarattığı ve tecavüz suçunun hiçbir zaman gereği gibi yargılanmadığı Türkiye`de, suçun bedeli kadına yükleniyor. Tecavüz, Sağlık Bakanı Recep Akdağ`ın dediği gibi, “kötü bir olay” değil, bir “erkek suçudur.” Kadınlar, tecavüz sonrası gebeliği istemiyor, kürtaj hakkını talep ediyor. Devamını Oku…

SFK 5. Kamp (30 Ağustos – 2 Eylül 2012)

2012gonenSFK’nın 5. kampını 30-21 Ağustos ve 1-2 Eylül 2012 tarihlerinde Gönen’de gerçekleştirdik.

Sosyalist Feminist Kolektif 5. Kamp Sonuçları

GENEL BAKIŞ

Sosyalist Feminist Kolektif’in 5. kampını geride bıraktık. 5. Kampımızı 30-31 Ağustos 1-2 Eylül 2012’de Gönen’de gerçekleştirdik. 2008 yılı Ağustos ayında yaptığımız ilk kampımız sonrasında Kasım 2008’de SFK’nın kuruluşunu kamuoyuna ilan etmiştik. O yıldan beri her yıl Ağustos ayında kamp yapmak bizim için gelenekselleşti.Devamını Oku…

30-31 Ağustos 2012 SFK Kamp Kampanya Gündemi

30-31 Ağustos 2012 SFK Kampı Kampanya Gündemi

Üst başlık belirledik: Aile yıkılmayacak kale değil. Aile dışında hayat var!

Üç alt kategori seçtik:
– Annelik, Çocuk Bakımı, Annenin Cinselliği
– Heteroseksizm, Cinsellik
– Aile, Evlilik, Boşanma

Her alt kategori için üst başlıklar seçtik.

Annelik, Çocuk Bakımı, Annenin Cinselliği

‘Annelik, Çocuk Bakımı, Annenin Cinselliği’ alt kategorisi için en çok öne çıkan « Kimseye çocuk borcum yok! » oldu. Diğer başlık ve slogan önerileri şöyle:
• Kimseye çocuk borcum yok!
• Anneyim, köle de değilim, kutsal da değilim!
• Annelik dayatmasına hayır!
• Anne değilim, eşin değilim, ‘eksik’ kadın
değil, kadınım.
• Kutsal annelik masalına inanmıyoruz!
• Doğurdum, bakmıyorum
• Doğurdum, devletin kapısına bıraktım
• Doğurdum, emzirmek zorunda değilim
• Anne değil, kadınım!
• Annelik en ağır işçiliktir!
• Anne olmak için doğurmadım!
• Anne olmak için doğmadım!
• Yalnız kadın değil, Tek yaşayan kadın!
• Devletin bakmadığı çocuğu doğurmayacağım!
• Ben doğuracağım, erkek /devlet bakacak!
• Çocuk benim değil herkesin!
• Annelik kutsal değildir!
• Annelik kelepçesini çıkartıp attım!
• Annelik zincirlerini kıralım!
• Doğurdum kölesi değilim!
• Baba nerede, kreş orada!
• Kötü anne yoktur, çocuk bakmayan erkek / baba vardır!
• ‘Mükemmel’ anne değilim, suçluluk duymuyorum!
• Devlet kadının sırtından in! Çocuğa, hastaya, yaşlıya bak!
• Çocuklar mülk değildir!
• Anneler de sevişir.
• Anneler de sevişmek ister.
• Anne değil, kadınım!
• Sevişmeden doğurabilirim!
• Üremek için değil, zevk almak için sevişiyorum…
• Kocasız, erkeksiz de doğurabilirim: Ücretsiz, güvenli sperm!

İtiraz edilen, üzerine tartışılan sloganlar da oldu :
• Trans erkekler de çocuk doğurabilir!
• Anneyim, sevişmek istiyorum! Sevişmek için aile de, erkek de şart değil!

Heteroseksizm, Cinsellik

‘Heteroseksizm, Cinsellik’ alt kategorisi için en çok öne çıkan üst başlık « Sevişmek için aile de, erkek de şart değil! » oldu. Diğer alt başlık ve slogan önerileri şöyle :
• Heteroseksizm bulaşıcıdır!
• Sevişmek için erkekleri dayatmayın, kadınlarla sevişiyorum
• Biseksüelim, hem erkeklerle hem kadınlarla sevişiyorum
• Eşcinsellikten Translıktan korkma ¨kutsal aile¨ den kork!
• Homo / Transfobiden kurtulmak, ebeveynleri de özgürleştirir!
• Menapozda da sevişiriz
• Eşcinselim mutluyum! Öneririm…
• Heteroseksüelim, emin değilim!
• Sevişmek için erkek şart değil!
• Sevişmek için aile şart değil!
• Sevişmek için evlilik şart değil!
• Orgazm için, erkek şart değil!
• Doğurmak için, sevişmek şart değil!
• Doğurmak için, evlilik şart değil!
• Doğurmak için erkekler de şart değil!
• Müziği çoksesli, sevişmeyi çokeşli seviyorum
• Müziği çoksesli, aşkı çokeşli seviyorum
• Çokeşlilik için erkek şart değil
• Mutsuz kadın yoktur, heves kıran erkek vardır!
• Mutsuz kadın yoktur, tutku öldüren erkek vardır!
• Üremek için değil zevk için sevişiyoruz!
• Ne çocuğunum, ne annenim, biz sadece sevgiliyiz!
• Aşkımı sömürme : Ne çocuğunum, ne annenim, sadece sevgiliyiz!
• Anne değilim, eş değilim, eksik kadın değilim
• Çüklü baba Tekkesi¨ yıkılsın!
• Kadının kalbine giden yol senin çükünden geçmiyor!
• Sömüren aşkını istemiyorum!

Burada da itiraz edilen ve tartışmalı sloganlar vardı:
• Sevişmenin yaşı yok!
• Arzu yaşta değil baştadır!
• Dev aynan değilim: küçüksün
• Arkandan çekildim, hadi başar bakalım! Aile bağı değil, dayanışma

Aile, Evlilik, Boşanma

Üçüncü kategori olan ‘Aile, Evlilik, Boşanma’ için öne çıkan üst başlık « Aile bağı değil, dayanışma » oldu. Diğer alt başlık ve slogan önerileri şunlar:
• Evlilik bize göre değil, aile yıkılmayacak kale değil!
• ¨Kutsal aile¨ değil cinsel istismar yuvası!
• ‘Kutsal aileniz’ batsın, hayat bana kalsın
• Aile değil, cinsel istismar yuvası
• Hastaya, yaşlıya devlet baksın, kadınlar hayata aksın!
• Sorumsuz erkek/devlet yüzünden kadınlar ev hapsinde!
• Aile dışında hayat var.
• Aile dışında aşk var!
• Aile dışında dayanışma var!
• Ailemin bana akrep etmez ettiğini!
• Ben ‘evde kaldım’, hayatta bana kaldı
• ‘Evde kaldım’ mutluyum!
• Evlenmedim mutluyum!
• Boşanıyoruz, Mutluyuz…
• Nafakanın kefili devlet olsun!
• Boşanırken, kadın kadına güçlüyüz!
• Hayat yoldaşım, kocam değil arkadaşım!
• Ebeveyn anne baba değildir! Hayat yoldaşı koca değildir!
• Ailemin malı değilim, arkadaşımın canıyım!
• Birinci dereceden yakınım aileden biri değil!
• Aile başına değil, ¨tek¨ başına!
• Sığınamız aile değil, birbirimiziz!
• Aile sığınak değil, bataklıktır
• Evliliğe mahkum değiliz!
• Evlenmeyeceğim, doğurmayacağım, evlat edineceğim!
• Mutsuzum, idare etmiyorum!
• Babadan kurtuluş koca değil!
• Evliliğin monotonluğundan bıkmadın mı?
• Evlilik sıkıcıdır, tek tiptir!
• Şiddete uğradım, katil aileden biri!
• Emeğim sömürüldü, sömüren aileden biri!
• Dayak yedim döven aileden biri!
• Patriyarka evlen diyor, evlenmiyorum!
• Patriyarka boşanma diyor, boşanıyorum!

İtiraz edilen ve tartışmalı olanlar:
• Bir ömür bir hödükle geçer mi?
• Soy mirası değil, emek mirası
• Ata mirası değil, emek mirası
• Hilal Burcu’ya miras bırakabilir
• Babama, kocama, oğluma, abime değil, Burcu’ya!
• Erkekler! Yastığını al git! Yastığı bırak git!

Kampanya çerçevesinde üreteceğimiz metinler için önerilerde bulunduk:

Sosyal hak taleplerimizle ilgili olarak;

Annelik:
Annelik babalık değil ebeveynlik
Annenin çocuğu hayattaki ideali haline getirmesi, kendini çocuğa adaması.
Anneliğin suçluluk duygusu uyandırması
Büyüten kişilere Anne-baba yerine başka bir kavram üretmek- arkadaşlık?
Çocukla kurulan mülkiyet ilişkisini kırmak gerek.

Çocuk Bakımı:
Kreşleri tekrar düşünmek, yatılı kız-oğlan çocuk beraber
Çocuğun babasının işyerinde kreş olsun (işçi memur babalar için)
Kreş babanın sorumluluğunda olsun (esnaf babalar için)

Heteroseksizm:
Tek eşli yaşama formunu ne kadar sorguluyoruz?
Yaşadığımız mekanların yeniden kurulması

Aile-Evlilik-Boşanma:
Acil boşanma destek hattı
Kadının güçlenmesi ve sosyal hak taleplerinin karşılanması, kadının alternatif yaşam biçimlerine yönelmesini kolaylaştıran birinci basamak
Peki sadece sosyal haklar aileyi parçalamak için yeterli mi?
Sosyal hakların edinilmesi kazanılması, aileyi ortadan kaldırmaya yetmiyor
Koşulsuz nafaka talebi
Ortak velayet? İnceleyip, tartışalım
Boşanan kadınlara can güvenliği sağlanması (şiddet yasası feminist taleplere göre düzenlenmeli)
Hane birliğine dayalı her türlü birliktelik (cinsel birliktelik olması şart değil) sözleşmelere bağlansın, meşru sayılsın, güvence altına alınsın. 6 ayı aşan birliktelikleri devlet otomatik olarak güvence altına alsın.
Boşanan kadınlara toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üretmeyen meslek edindirme kursları-eğitimi verilsin.
Boşanan ve 18 yaş üstü kadınlara ücretsiz barınma hakkı
Bekar annelere ve boşanmış kadınlara istihdamda öncelik ve kota hakkı
Kocaya babaya bağlı tüm sosyal hakların aileden koparılması, sosyal güvenlikle ilgili taleplerin doğrudan kadına bağlı olması
Tek yaşayan kadınların sosyal güvenlik hakkı (emeklilik)
Kadının işe başvurduğu anda işsizlik maaşı almaya başlaması
Yaşlı ve hastalar için, kamusal, ücretsiz, 7/24 açık, %50 erkek çalışanı olan bakım evleri açılması
Öncelikle tek/boşanmış kadınlara devlet kreşlerinin ücretsiz 7/24 açık olması- çocuklar için yaş sınırı olmaması.
Kadın ana çocuk sağlığı merkezlerinin (özellikle üreme sağlığı-kürtaj) yeniden açılması.
Herkese ücretsiz eşit sağlık talebinin kampanya için yeterli olmayacağı bunun biraz daha inceltilmesi gerektiği üzerine düşünmek
Parasız eğitim demek yeterli değil. Kız çocuklarının eğitimin bütün aşamalarında desteklenmesi –gözetilmesi
Tek/ boşanmış kadınların yaşlılığı için yaşlı bakım evi oluşturulması
Devletin yaşlı bakım evleri için bir bütçe oluşturması. Çalışırken birey-devlet ve işverenin bu işin maliyetine katkı sunması, prim sistemi.
Erkeklerden alacaklıyız kampanyası talepleri de dahil
Sosyal hakların kullanımının önünde engel: istihdam, sosyal güvenlik, kürtaj, barınma, sağlık, eğitim, emeklilik, bakım hizmeti
Babadan ve kocadan bağımsız sağlık hakkı
Kız çocuklarına ücretsiz eğitim
Barınma: Konut desteği, yaşlılığımızda birlikte kalabileceğimiz yoldaş evleri
Bakım hizmeti: hastalandığında acil gelebilecek bir ekip
İstihdam ve emeklilikle ilgili kadın emeği politikası tüm kadınlar için geçerli!

Tek Yaşayan Kadınlar İçin:
Çocuk sahibi olmak isterse, yaş ve başkaca sınırlama olmadan ücretsiz olarak istediği yerden sperm alabilmesi
Çocuk okula/kreşe başlayıncaya kadar anneye bir ¨çocuk ücreti¨ (tercihen 1000 dolar civarı) ödenmesi
Devlet tarafından ev işi yardımı ödemesi yapılması
Tek yaşayan kadınlar için evlat edinme hakkı
Lezbiyen-eşcinsel kadınlar için evlat edinme hakkı

Hane Birlikteliği:
Bunun hukuki rejimi nasıl olmalı?
Mal edinilmişse, ayrılık halinde mal rejimi nasıl olmalı?
Ayrılma halinde velayet nasıl düzenlenmeli?
Ebeveyn olunması (evlat edinme) de mevcut koşul ve sınırlamaların kaldırılması
Devletin tanıması için sözleşme yapılabilir mi? (birlikte yaşamanın kurallarını içermeli
Hane birliğine dayalı ekonomik / sosyal güvence
Tüm ayrıntıları ile bu ilişkiye hukukta yer açmak
Sorumluluk devlete ait ama kadınlar bakıyor

 

SFK 5. Kamp Kampanya Gündemi (30-31 Ağustos, 1-2 Eylül 2012)

AİLE KAMPANYASI

Kampımızın en heyecan verici gündemlerinden birisi bu sene başlatacak olduğumuz ve başlığını kampta yaptığımız atölyelerden sonra birlikte belirlediğimiz “Aile yıkılmayacak kale değil, aile dışında hayat var!”kampanyamızdı. Hep birlikte konuşmaya başladığımız kampanyamızı atölyelerimizden çıkan talep ve sloganlarla şekillendirdik. Bu talep ve sloganları sadeleştirme işini kampanya grubumuza devrettik.

KAMPANYA TARTIŞMALARI; ÖNERİLER:

Üst başlık: Aile yıkılmayacak kale değil, Aile dışında hayat var!

Üç alt kategori:

– Annelik, Çocuk Bakımı, Annenin cinselliği
– Heteroseksizm, Cinsellik
– Aile, Evlilik, Boşanma

Her alt kategori için üst başlıklar düşündük.

Annelik, Çocuk Bakımı, Annenin cinselliği için en çok öne çıkan « Kimseye çocuk borcum yok! » oldu.

Diğer alt başlıklar şöyle:

• Kimseye çocuk borcum yok!
• Anneyim, köle de değilim, kutsal da değilim!
• Annelik dayatmasına hayır!
• Anne değilim, eşin değilim, ‘eksik’ kadın
değil, kadınım.
• Kutsal annelik masalına inanmıyoruz!
• Doğurdum, bakmıyorum
• Doğurdum, devletin kapısına bıraktım
• Doğurdum, emzirmek zorunda değilim
• Anne değil, kadınım!
• Annelik en ağır işçiliktir!
• Anne olmak için doğurmadım!
• Anne olmak için doğmadım!
• Yalnız kadın değil, Tek yaşayan kadın!
• Devletin bakmadığı çocuğu doğurmayacağım!
• Ben doğuracağım, erkek /devlet bakacak!
• Çocuk benim değil herkesin!
• Annelik kutsal değildir!
• Annelik kelepçesini çıkartıp attım!
• Annelik zincirlerini kıralım!
• Doğurdum kölesi değilim!
• Baba nerede, kreş orada!
• Kötü anne yoktur, çocuk bakmayan erkek / baba vardır!
• ‘Mükemmel’ anne değilim, suçluluk duymuyorum!
• Devlet kadının sırtından in! Çocuğa, hastaya, yaşlıya bak!
• Çocuklar mülk değildir!
• Anneler de sevişir.
• Anneler de sevişmek ister.
• Anne değil, kadınım!
• Sevişmeden doğurabilirim!
• Üremek için değil, zevk almak için sevişiyorum…
• Kocasız, erkeksiz de doğurabilirim: Ücretsiz, güvenli sperm!

İtiraz edilen sloganlar da oldu :

• Trans erkekler de çocuk doğurabilir!
• Anneyim, sevişmek istiyorum! Sevişmek için aile de, erkek de şart değil!

Heteroseksizm, Cinsellik için en çok öne çıkan üst başlık « Sevişmek için aile de, erkek de şart değil! »oldu. Diğer alt başlıklar şöyle :

• Heteroseksizm bulaşıcıdır!
• Sevişmek için erkekleri dayatmayın, kadınlarla sevişiyorum
• Biseksüelim, hem erkeklerle hem kadınlarla sevişiyorum
• Eşcinsellikten Translıktan korkma ¨kutsal aile¨ den kork!
• Homo / Transfobiden kurtulmak, ebeveynleri de özgürleştirir!
• Menapozda da sevişiriz
• Eşcinselim mutluyum! Öneririm…
• Heteroseksüelim, emin değilim!
• Sevişmek için erkek şart değil!
• Sevişmek için aile şart değil!
• Sevişmek için evlilik şart değil!
• Orgazm için, erkek şart değil!
• Doğurmak için, sevişmek şart değil!
• Doğurmak için, evlilik şart değil!
• Doğurmak için erkekler de şart değil!
• Müziği çoksesli, sevişmeyi çokeşli seviyorum
• Müziği çoksesli, aşkı çokeşli seviyorum
• Çokeşlilik için erkek şart değil
• Mutsuz kadın yoktur, heves kıran erkek vardır!
• Mutsuz kadın yoktur, tutku öldüren erkek vardır!
• Üremek için değil zevk için sevişiyoruz!
• Ne çocuğunum, ne annenim, biz sadece sevgiliyiz!
• Aşkımı sömürme : Ne çocuğunum, ne annenim, sadece sevgiliyiz!
• Anne değilim, eş değilim, eksik kadın değilim
• ¨Çüklü baba Tekkesi¨ yıkılsın!
• Kadının kalbine giden yol senin çükünden geçmiyor!
• Sömüren aşkını istemiyorum!

Burada da itiraz edilen sloganlar vardı:

• Sevişmenin yaşı yok!
• Arzu yaşta değil baştadır!
• Dev aynan değilim: küçüksün
• Arkandan çekildim, hadi başar bakalım!Aile bağı değil, dayanışma

Üçüncü kategori olan Aile, Evlilik, Boşanma için öne çıkan üst başlık « Aile bağı değil, dayanışma »oldu.

Diğer alt başlıklar:

• Evlilik bize göre değil, aile yıkılmayacak kale değil!
• ¨Kutsal aile¨ değil cinsel istismar yuvası!
• ‘Kutsal aileniz’ batsın, hayat bana kalsın
• Aile değil, cinsel istismar yuvası
• Hastaya, yaşlıya devlet baksın, kadınlar hayata aksın!
• Sorumsuz erkek/devlet yüzünden kadınlar ev hapsinde!
• Aile dışında hayat var.
• Aile dışında aşk var!
• Aile dışında dayanışma var!
• Ailemin bana akrep etmez ettiğini!
• Ben ‘evde kaldım’, hayatta bana kaldı
• ‘Evde kaldım’ mutluyum!
• Evlenmedim mutluyum!
• Boşanıyoruz, Mutluyuz…
• Nafakanın kefili devlet olsun!
• Boşanırken, kadın kadına güçlüyüz!
• Hayat yoldaşım, kocam değil arkadaşım!
• Ebeveyn anne baba değildir! Hayat yoldaşı koca değildir!
• Ailemin malı değilim, arkadaşımın canıyım!
• Birinci dereceden yakınım aileden biri değil!
• Aile başına değil, ¨tek¨ başına!
• Sığınamız aile değil, birbirimiziz!
• Aile sığınak değil, bataklıktır
• Evliliğe mahkum değiliz!
• Evlenmeyeceğim, doğurmayacağım, evlat edineceğim!
• Mutsuzum, idare etmiyorum!
• Babadan kurtuluş koca değil!
• Evliliğin monotonluğundan bıkmadın mı?
• Evlilik sıkıcıdır, tek tiptir!
• Şiddete uğradım, katil aileden biri!
• Emeğim sömürüldü, sömüren aileden biri!
• Dayak yedim döven aileden biri!
• Patriyarka evlen diyor, evlenmiyorum!
• Patriyarka boşanma diyor, boşanıyorum!

İtiraz edilenler:

• Bir ömür bir hödükle geçer mi?
• Soy mirası değil, emek mirası
• Ata mirası değil, emek mirası
• Hilal Burcu’ya miras bırakabilir
• Babama, kocama, oğluma, abime değil, Burcu’ya!
• Erkekler! Yastığını al git! Yastığı bırak git!

Kampanya çerçevesinde üreteceğimiz metinler için önerilerde bulunduk:

Sosyal hak taleplerimizle ilgili olarak:

ANNELİK

Annelik babalık değil ebeveynlik

Annenin çocuğu hayattaki ideali haline getirmesi, kendini çocuğa adaması.
Anneliğin suçluluk duygusu uyandırması
Büyüten kişilere Anne-baba yerine başka bir kavram üretmek- arkadaşlık?
Çocukla kurulan mülkiyet ilişkisini kırmak gerek.

Çocuk bakımı

Kreşleri tekrar düşünmek, yatılı kız-oğlan çocuk beraber
Çocuğun babasının işyerinde kreş olsun (işçi memur babalar için)
Kreş babanın sorumluluğunda olsun (esnaf babalar için)

HETEROSEKSİZM

Tek eşli yaşama formunu ne kadar sorguluyoruz?
Yaşadığımız mekanların yeniden kurulumu?

AİLE-EVLİLİK- BOŞANMA

Acil boşanma destek hattı
Kadının güçlenmesi ve sosyal hak taleplerinin karşılanması, kadının alternatif yaşam biçimlerine yönelmesini kolaylaştıran birinci basamak
Peki sadece sosyal haklar aileyi parçalamak için yeterli mi?
Sosyal hakların edinilmesi kazanılması, aileyi ortadan kaldırmaya yetmiyor
Koşulsuz nafaka talebi
Ortak velayet? İnceleyip, tartışalım
Boşanan kadınlara can güvenliği sağlanması (şiddet yasası feminist taleplere göre düzenlenmeli)
Hane birliğine dayalı her türlü birliktelik (cinsel birliktelik olması şart değil) sözleşmelere bağlansın, meşru sayılsın, güvence altına alınsın. 6 ayı aşan birliktelikleri devlet otomatik olarak güvence altına alsın.
Boşanan kadınlara toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üretmeyen meslek edindirme kursları-eğitimi verilsin.
Boşanan ve 18 yaş üstü kadınlara ücretsiz barınma hakkı
Bekar annelere ve boşanmış kadınlara istihdamda öncelik ve kota hakkı
Kocaya babaya bağlı tüm sosyal hakların aileden koparılması, sosyal güvenlikle ilgili taleplerin doğrudan kadına bağlı olması
Tek yaşayan kadınların sosyal güvenlik hakkı (emeklilik)
Kadının işe başvurduğu anda işsizlik maaşı almaya başlaması
Yaşlı ve hastalar için, kamusal, ücretsiz, 7/24 açık, %50 erkek çalışanı olan bakım evleri açılması
Öncelikle tek/boşanmış kadınlara devlet kreşlerinin ücretsiz 7/24 açık olması- çocuklar için yaş sınırı olmaması.
Kadın ana çocuk sağlığı merkezlerinin (özellikle üreme sağlığı-kürtaj) yeniden açılması.
Herkese ücretsiz eşit sağlık talebinin kampanya için yeterli olmayacağı bunun biraz daha inceltilmesi gerektiği üzerine düşünmek
Parasız eğitim demek yeterli değil. Kız çocuklarının eğitimin bütün aşamalarında desteklenmesi –gözetilmesi
Tek/ boşanmış kadınların yaşlılığı için yaşlı bakım evi oluşturulması
Devletin yaşlı bakım evleri için bir bütçe oluşturması. Çalışırken birey-devlet ve işverenin bu işin maliyetine katkı sunması, prim sistemi.
Erkeklerden alacaklıyız kampanyası talepleri de dahil
Sosyal hakların kullanımının önünde engel: istihdam, sosyal güvenlik, kürtaj, barınma, sağlık, eğitim, emeklilik, bakım hizmeti
Babadan ve kocadan bağımsız sağlık hakkı
Kız çocuklarına ücretsiz eğitim
Barınma: Konut desteği, yaşlılığımızda birlikte kalabileceğimiz yoldaş evleri
Bakım hizmeti: hastalandığında acil gelebilecek bir ekip
İstihdam ve emeklilikle ilgili kadın emeği politikası tüm kadınlar için geçerli!

Tek Yaşayan Kadınlar İçin

Çocuk sahibi olmak isterse, yaş ve başkaca sınırlama olmadan ücretsiz olarak istediği yerden sperm alabilmesi
Çocuk okula /kreşe başlayıncaya kadar anneye bir ¨çocuk ücreti¨ (tercihen 1000 dolar civarı) ödenmesi
Devlet tarafından ev işi yardımı ödemesi yapılması
Tek yaşayan kadınlar için evlat edinme hakkı
Lezbiyen -eşcinsel kadınlar için evlat edinme hakkı

Hane Birlikteliği

Bunun hukuki rejimi nasıl olmalı?
Mal edinilmişse, ayrılık halinde mal rejimi nasıl olmalı?
Ayrılma halinde velayet nasıl düzenlenmeli?
Ebeveyn olunması (evlat edinme) de mevcut koşul ve sınırlamaların kaldırılması
Devletin tanıması için sözleşme yapılabilir mi? (birlikte yaşamanın kurallarını içermeli
Hane birliğine dayalı ekonomik / sosyal güvence
Tüm ayrıntıları ile bu ilişkiye hukukta yer açmak
Sorumluluk devlete ait ama kadınlar bakıyor

Kadınlar 31 Ağustos’ta Barış Noktasında Buluşacaklar

baris-icin31 Ağustos Cuma günü, Saat 19.00’da, Taksim Tramvay Durağı’nda

savaş istemiyoruz, silahlar susturulsun demek için Barış Noktasında buluşuyoruz.

Etrafta çok ses var, en çok da savaş çığırtkanlarının sesi.
Bu sesler yükseldikçe barışın sesi duyulmaz oluyor.
Bu sesler çıktıkça, kadınların sesleri ve talepleri bastırılıyor.
Savaş isteyenlerin sesi çoğaldıkça biz kadınlar giderek görünmez oluyoruz.
Madem barışın sesi kısılmaya, yok edilmeye çalışılıyor bizler sesimizi, sözümüzü bu sefer bu barış noktasında sessizliğimize yüklüyoruz.

Sesimiz duyulana kadar hep birlikte. Savaş çığırtkanlarına karsı susmuyoruz.

Öldürmek değil yaşatmak konuşulsun.

Savaş istemiyoruz. Silahlar susturulsun demek için buluşmak umuduyla.

Çok selamlar,

Barış için kadın girişimi.
Sessiz Oturma Eylemi
Tarih: 31 Ağustos 2012, Cuma
Saat: 19.00
Adres: Barış Noktası, Taksim Tramvay Durağı

Feminist Eleştiriye Kalan

geriye-kalan-445630-pnar-yaz-grselFilm Eleştirisi: Geriye Kalan*

Pınar Önen 

Pek çok eleştirmen tarafından “kadın” filmi olarak değerlendirilen, gerçekten de kadınlara odaklandığı için kadın filmi olarak değerlendirilebilecek olan “Geriye Kalan”ın, feminist eleştirisinin yapılması kaçınılmazdı elbette.  Devamını Oku…

Gülşah’ı Korumadınız, Ümit Karakafa’yı Engellemediniz!

gulsah

 

 

 

 

 

 

“Ablam polisken kendini koruyamadı. Devletimiz, ablamı koruyamadı. Amiri 2-3 günlük izin veremedi.

Yukarıdaki sözler 6 Temmuz 2012 tarihinde kocası tarafından vurularak öldürülen Gülşah Karakaya’nın(25) kız kardeşi Melis’e ait. Gülşah, kendisi gibi polis olan Ümit Karakafa ile 4 yıl önce evlendi. Tokat’ta görev yapan Gülşah, evliliği boyunca kocası tarafından tehdit ediliyor, şiddet görüyordu. Sonunda boşanma davası açan Gülşah, Ankara’da işe gitmek için servis beklerken eski kocası tarafından 4 el ateş edilerek öldürüldü.

Devamını Oku…

İşkence Erkek Egemenliğinin Bir Alanı

skmmadurMukaddes Erdoğdu Çelik

Sedat Selim Ay adlı işkenceci tecavüzcünün terfi etmesi kadın mücadelesi için önemli bir durum yarattı. Bu yeni durum polisin cinsel işkencesiyle yeniden mücadele gerekliliğinin ortaya çıkmasıdır.

Devamını Oku…

Tecavüzcüleri Tanı!

 Candan Yıldız

Gözaltında tecavüz, yani devlet gözetiminde tecavüz “kamu ile özel” alanın bir aradalığını göstermesi açısından çarpıcıdır. Zira kadına yönelik cinsel şiddet biçimlerinden biri olan tecavüzün “bir terbiye” biçimi olarak, devlet iktidarını arkasına alan erkek polis tarafından bir silah olarak kullanılması, “beşeri bozuklukları” değil , devlet ve eril şiddetin yokedici işbirliğini gösterir bize. Bu aynı zamanda “meşru şiddet tekelini elinde bulunduran aygıt” olarak tanımlanan liberal devlet; soyut ve ezilme ilişkilerini gizleyen üst erk, nazarında tecavüzün nasıl “normalleştirildiğini” de anlatır.Devamını Oku…

THY Direnişiyle Dayanışma İçin Kadınlar Eylemde

thy2_kadinTHY hava yolu kadın direnişlerini desteklemek, onların beden ve emekleri üzerindeki cinsiyetçi baskılara dikkat çekmek için 4 Ağustos Cumartesi saat: 17.00’da Taksim THY Satış Bürosu önüde Sendikal Güç Birliği Platformu Kadın Koordinasyonu ‘SGBP) çağrısıyla biraraya gelen kadınlar eylem yapılıyor.  Devamını Oku…

‘Melek’i Uğurlarken Boğazım Düğüm Düğüm…’

melekerkeksiddetiAğrı’nın Hamur ilçesinde iki çocuk annesi 24 yaşındaki Melek Karaaslan erkek şiddetine uğrayan kadınlardan biriydi. ’Namus meselesi’ yüzünden kabul edilmediği köyüne cenazesi ile döndü. Uçakla Ankara’dan Ağrı’ya getirilen Melek’in cenazesi yol üzerindeki akaryakıt istasyonunda yıkandı, çocukluğunun geçtiği Çağlayan Köyünde toprağa verildi. Cenazesini Vakad’lı kadınlar taşıdılar. Melek öldükten sonra herkes ona sahip çıktı. Bakan Fatma Şahin de ’Öldüremedikleri için ölüme terk etmişler’ denilen ve ruh sağlığını kaybeden Melek’in davasının takipçisi olacağını söyledi. Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 16/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 16

DOSYA: Pek tabii aşka veda…

4 Türkiye’den haberler
6 Dünyadan haberler
8 Tecavüz sonucu oluşan gebeliklerde “doğurmama hakkı” / O. Meriç Eyüboğlu
10 15. Sığınaklar Kurultayı’nda “hayırseverlik” değil kadın-erkek eşitliği talebi / Deniz Bayram
12 Sığınak ama nasıl bir sığınak? / Lilith & Rose
13 Fas’ta bir konferans / Selime Büyükgöze
14 mutfak cadıları: Her şey aile ve sermaye için: 4+4+4 / Ayşe Panuş
16 mutfak cadıları: Cinsiyete dayalı iş bölümü üzerine notlar… / Melda Yaman Öztürk
DOSYA: Pek tabii aşka veda…
19 Feminizm ve aşkın hâl-i pür melali / Candan, Gülhan, Güneş
20 Aşkımla erir misin? / Nükhet Sirman
22 Sosyal bir ilişki biçimi olarak aşk / Ece Kocabıçak
24 Bir gün, bir kadın, bir sürü (ya da belki hiç) aşk… / Leyla Kum
26 Birinin sessizliğini dinleyeceksek artık kendimizinkini seçelim / Gülhan Davarcı
27 Aşk, bu, değil? / Tuğba Özcan
29 Camille Claudel: Bir kadın, bir heykeltıraş / Özgül Saki
31 Lezbiyen aşkın feminist eleştiri için kazanım ve imkanları – I / Hande Öğüt
33 İlahi aşktan, piyasa aşkına / Ayşe Çavdar
35 Bohem Maçolar: Teoride zehir gibi pratikte sallanmakta… / Nacide Berber – Özlem Kaya
36 Felsefe bizi aşka davet ederken… / Özlem Barın
38 Cinsel özgürlük, arzu ve haz üzerine feminist notlar / Evrim Engin
40 Aşk dile düştüğünde… / Hilal Eyüpoğlu
42 Aşığın yolculuğu, yolculuğa duyulan aşk: Bir Bergen-Lacan düeti / Ebru Sorgun
43 Aşk olsun, “güç” olmasın / Hatice Yeşildal
45 Feminist eleştiriye kalan / Pınar Önen
46 Aşk ve evlilik / Özden Dilber
47 Yuvarlak masa: Tek eşimi kaybettim, bulmayacağım
49 Aşkın “trans” deneyimi / Gül Demir
51 Aşka asabiyiz biz – Aforizmalar
52 Militarizm, cinsiyetçilik ve Türkiye’ye bakmak / Hülya Osmanağaoğlu
53 Nasıl feminist oldum? / Derya Gezer
55 Söyleşi: Barışın yolu patriyarka ile mücadeleden geçiyor / Selin Çağatay
57 Cezaevlerinden mektup var…
59 Bellek: fon demişken…. / ayşe düzkan
60 Tunus’tan mücadeleci ve ümitli kadın sesleri… / Hülya Eralp
61 Öykü: Bekleme koltuğu / Nefise Abalı
63 Sosyalist Feminist Kolektif 5. kampını yaptı / Öznur Subaşı
64 Shulamith Firestone’u kaybettik / Kamile Dinçsoy
65 Tecrübeden tercümeler: “Light Tecavüz” / Elissa Bassist

‘Boğaziçi’ndeki Tacizi İfşa Ediyoruz!’

Kadınlara ve lgbt bireylere yönelik cinsel şiddet ve tacizin, bir egemenlik ilişkisi altında gerçekleştiğini, bunun erkeklerin uyguladığı bir tahakküm olduğunu ve her bir olayın bu tahakkümü toplumsal olarak devam ettirdiğini hep vurguladık. Bu yüzden bedenlerimize ve kimliğimize yönelmiş şiddetin, taciz ve tecavüzün erkek şiddeti olarak görünür kılınmasında ve bu suçların suçun faili, bu tahakküm biçiminin sürdürücüsü olan erkek öznelerden ayrı düşünülemeyeceğinde ısrarımızı sürdürüyoruz.

Devamını Oku…

Fatma’ya Bu Sonu Hazırlayan Sadece Kocası mı?

img_7448255b1255d

 

 

 

 

 

Kocası tarafından ölüm tehdidiyle 4. kattan düşürülen Fatma Şen’in davasının ilk duruşmasında, “intihara yönlendirme” değil “insan öldürmeye teşebbüs” suçlamasıyla görevsizlik talep edildi. İstanbul Feminist Kolektif üyeleri de davayı avukatlarıyla birlikte izlediler. İstanbul Feminist Kolektif “Fatma’yı korumadınız. Çetin Şen’i engellemediniz” pankartıyla adliye önünde bir basın açıklaması yaptı. Duruşma sonrasında da bir grup feminist duruşmaya katılamayan Fatma’yı ziyaret ederek duruşmanın bilgisini verdiler. Duruşmada Fatma Şen’in ifadesinin hastahanede alınması kararlaştırıldı. Duruşma görevsizlik konusunda karar vermek üzere 13 Ağustos’a ertelendi.

Fatma Şen 29 yaşında, 12 yıldır evli. 12 yıl boyunca eşi Çetin Şen’den gördüğü şiddet, en son Fatma’nın canına kast etme noktasına geldi. Çetin Şen, Fatma’yı öldürmeye ve bu cinayetten cezasız kurtulmaya o kadar kararlıydı ki, cinayetin intihar gibi görünmesi için gereken bütün önlemleri almıştı.

Önce Fatma’yı, birbirine eklediği iki fularla kendisini doğalgaz borusuna asmaya zorladı, fularlar kopunca birinci plan gerçekleşmedi. Sonra yine hazırda bulundurduğu bıçakla tehdit ederek Fatma’yı balkondan atlamaya zorladı. Fatma balkondan atladı ve şimdi bir aydır hastanede. Bacakları ve omurga kemikleri kırıldı; bir dizi ameliyat geçirdi. Felç kalma ihtimali var.

Fatma’ya bu sonu hazırlayan sadece kocası mı?

Maalesef işin içinde yine görevini yapmayan devlet kurumları var.
Fatma Şen, evliliği süresince gördüğü şiddete artık dur demek için karakola başvurmuş, mahkemeden koruma kararı almıştı. Ancak mahkemenin verdiği koruma kararının, Esentepe Karakolu’nda hükmü geçmedi. Karakolda görevli polislerden biri Fatma’yı bu koruma kararından zorla feragat ettirdi.

Savcı, Fatma’nın hastanede bilinci tam yerinde değilken verdiği ifadesine dayanarak, davayı intihara teşvikten açtı. Oysa dosyada Çetin Şen’in kurduğu darağacını, birbirine bağlanmış ve kopmuş fuları, bıçağı, itişme izlerini yani Çetin Şen’in Fatma’yı öldürmeye teşebbüs ettiğini gösteren olay yeri krokisi de vardı. Savcının davayı intihara teşvikten açması, cinayete intihar süsü vermeye çalışan Çetin Şen’i eminiz çok rahatlatmıştır.

Bütün sorunları çözecekmiş gibi lanse edilen ancak yürürlüğe girdiğinin 4. ayında ardarda ihlal edildiği ortaya çıkan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, Mahmure Karakule, Ferdane Çöl, Sevda Karatekin’i ve basına yansımadığı için adını bilmediğimiz kadınları korumaya yetmiyor. Polis kadını korumuyor, erkeği engellemiyor; savcı soruşturmuyor; hakim salıveriyor.

Bu yasayı uygulamakla ve uygulatmakla yükümlü hükümete, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına soruyoruz: Kadınları böyle mi koruyacaksınız? Yasanın verdiği görevleri yerine getirmeyen kamu görevlileri hakkında ne yapmayı düşünüyorsunuz? Kadın katili erkekleri korumak, cezasız bırakmak, az ceza almalarını sağlamak için birbiriyle yarışan kamu görevlileri hakkında ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Bakanınız, polisiniz, savcınız erkek adaletsizliğine çanak tutsa da, biz kadınlar, bu erkek dayanışmasını teşhir etmeye devam edeceğiz. Kadın katliamları son bulana kadar, katil erkekleri durdurana kadar, gerçek adaleti sağlamak için mücadelemizi sürdüreceğiz!

İstanbul Feminist Kolektif/1 Ağustos 2012

Bize Yalan Söylediler

 wendoyildiz1.85 boyunda ve yaklaşık 90 kilo ağırlığındaki İranlı ev arkadaşımla yaptığım bir konuşmaya kadar, erkeklerin fiziksel olarak kadınlardan güçlü olduğu safsatasını gayet kabullenmiş ve bu durumu “devede de boy var ama” tesellisiyle geçiştirmeye çalışan bir feministtim. Devamını Oku…

Kadın Koca’yı Öldürünce?

hasbiskocasini-oldurenGazetelere “bu da kadın şiddeti” başlığıyla illaki “kadın fotoğraflı” haberler düştüğünde, erkekler mal bulmuş mağribi gibi “bakalım feministler/kadın örgütleri buna ne diyecekler” diye beklerler.

Azcık düşünseler, kadının erkek öldürmesiyle, erkeğin kadın öldürmesinin aynı şey olmadığını anlayabilecekken (bundan hiç şüphem yok) düşünmeden “bak işte kadınlar da şiddet uyguluyor” diye yorum yaparlarDevamını Oku…

Çare“siz” Değilsiniz, Çare “Biz” Olmakta

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Şiddet Gören Kadınlara Mektup;  

Çaresizlik, kadınların erkek şiddeti karşısında verdikleri tepkiler arasında sık sözü edilen bir durum. Yazı için klişe bir başlık seçilmesi tesadüf değil. 

Çünkü siyasetçiler, toplum ve medya aracılığıyla zihinlerimize kazınan, gündelik dilin içine sokulan her klişe, içinde barındırdığı söylem ile bizim algılama ve düşünüş biçimimizi etkiliyor.

Ve dil aracılığıyla oluşturduğumuz zihinsel temsillerimiz, bizim dünyayla kuracağımız ilişkiyi belirliyor.

 Dolayısıyla dil çoğu zaman ideolojik bir araç. Çare “siz”siniz klişesi de, ideolojiden bağımsız masum bir öneri değil.

Çaresizlik, medikalize edilen, bireyselleştirilen, bağlamından koparılarak psikiyatrik hastalık olarak işaret edilen pek çok deneyim gibi, kökü bireyde bir semptom, öznel bir algı olarak görülüyor çoğu zaman. Böyle bir tarifle, “çare sizsiniz” ve benzeri klişelerle, çözümün kişisel olanda, zihinde aranması gerektiği söyleniyor. Sistemin bizi çok çalıştırmak, rekabeti ve bireysel kurtuluşu amaç edinmemiz için zihnimize kazıdığı “çok çalışan başarır” miti gibi, çaresizlik duygumuzla bireysel bir mücadele vermemiz gerektiğini ima ediyor. Psikolojik bir semptom ise çaresizlik, antidepresan ilaçlarla geçirilebilir veya psikoterapi odalarında çözülebilir mi?

Çaresizlik en temel anlamıyla kontrolümüz olmadığı, bir şeyleri değiştiremeyeceğimiz duygusu. Peki nasıl oluyor da biz kontrolümüz olmadığı duygusuna kapılıyoruz? Bu bir algı mı, yoksa kontrolümüz olmadığı gerçeğinin farkındalığı mı? Gerçekten kontrolümüz var mı?

Şiddet ve militarizmin hüküm sürdüğü, baskı ve tehdidin özgürlükleri tahakküm altına aldığı, hukukun adalete değil iktidarlara hizmet ettiği bir ülkede kendimizi güvende hissetmek gerçekçi mi? Yoksulluk ve işsizlik dizboyuyken, özellikle çoğu zaman güvencesiz ve esnek işlere mahkum edilen kadınların iş yaşamında daha da dezavantajlı olduğunu bilirken, ekonomik endişeleri bir kenara koyup ilişki ile ilgili özgürce karar alabilmek mümkün mü? Karakola defalarca başvuran kadınların öldürüldüğü, şiddetin tanığı olan komşuların sessiz kaldığı ve suça göz yumduğu bir ülkede can güvenliğimiz var mı? Toplum dört koldan bizi eve kapatmaya, annelik ve ev kadınlığına hapsetmeye çalışırken, hekimler ve ruh sağlığı “uzmanları”, çocuk sağlığını koruma ve geliştirme işlevini sadece anneye havale ederken, dışarıya korkmadan ve suçluluk hissetmeden çıkabilmek kolay mı? Kontrol bizde mi?

Çaresizlik, birçok temel duyguyu içinde barındıran bir içsel deneyim. Veya daha doğru bir ifadeyle, tüm bu duyguların bir sonucu kendimizi içinde bulduğumuz bir durum. İçinde o güne kadar verdiğimiz kayıpların özlemi, üzüntüsü, utancı, suçluluğu ve öfkesi var. O güne kadar verdiğimiz kayıplar öyle çok ki. Bazen bizim yaşamımızın biraz ötesindeki o tanışmadığımız, sadece gazetelerde televizyonlarda suretlerini gördüğümüz o kadınların, bazen bizim yaşamımızın hemen yanı başındaki kadınların, komşularımızın, kuzenlerimizin, bazen yaşamımızın tam ortasındaki kadınların, annelerimizin ablalarımızın, bazen de bizzat kendi yaşamlarımızın yasını tutuyoruz. Yasını tuttuğumuz şey sadece ölüm değil. Gazetelerin sayfalarında canlı, cansız bedenlerimizin fütursuzca sergilenerek değersizleştirilmesinin, elimizden alınan mahremiyetimizin yası. Şiddetle, tehditle, baskıyla eve ve aileye hapsedilen bedenlerimizin alamadığı hazların, ruhlarımızın tadamadığı duyguların yası. Elimizden alınan öğrenme, gelişme, üretme, yaratma haklarımızın yası…Kadınların şiddet görmesine, öldürülmesine tanıklık etmenin utancı ve suçluluğunu hissediyoruz. “İnsan” diye tanımladığımız varlığın vahşi eylemlerine inanamıyoruz, “yok canım öyle değildir, insan bunu yapmaz, münferittir, hastadır” deyip inkar ediyoruz. Şok oluyoruz hakimlerin “haksız tahrik” kararlarını duyduğumuzda, kulaklarımıza inanamıyoruz polis şiddet gösteren kocaların kibarca kulağını çekip salıverdiğinde. Korkuyoruz, can güvenliğimizi kime emanet edeceğimizi bilemiyoruz. Öfkeleniyoruz, bazen o kadar öfkeleniyoruz ki, öfke duygusuyla ne yapacağımızı bilemeyecek kadar öfkeleniyoruz. Sorumlular o kadar çok ki, öfkemizi kime, hangi birine yönlendireceğimizin kararını verememekten bakakalıyoruz. İşte bu acı, suçluluk, öfke, korku birikiyor, “çaresizlik” oluyor, mıhlıyor bizi yerimize. Bu duygular öyle yoruyor ki bizi, kıpırdayacak halimiz kalmıyor bazen. Geçmişin yasını tutmaktan geleceğe yürüyemez oluyoruz. Korku birikiyor, adım atmaya cesaret edemiyoruz. Topluma ve o toplumun kurumlarına güvenmiyor, bir şeylerin değişebileceğine inanamıyor, değiştirecek güce sahip olmadığımızı düşünüyor, var olan duruma katlanmaya çalışıyoruz.

Çalışıyoruz ama katlanmak mümkün mü gerçekten? Katlandığımızı zannediyoruz sadece, aslında katlanabiliyor, tolere edebiliyor falan değiliz, çıkıyor bir yerden o acılar, yer değiştiriyor öfkeler. Ya kendimize yöneltiyoruz öfkeyi, ya çocuğumuza, veya bedenimizde bir hastalığa dönüşüyor, gösteriyor yine kendini. Ya da yasımız gün geçtikçe, sustukça katlanarak daha da büyüyor, biz aslında katlanamadığımızın farkına varana dek bir gün.

Deneyim içsel, yani çaresizlik bedenimize, zihnimize, ruhumuza içkin. Bizi bu deneyime götüren süreçler ise dışsal, bizim dışımızda. Ve bizi bu ketleyici deneyimden çıkararak derdimize derman olabilecek süreçlerin büyük bir kısmı da bizim dışımızda. BİZ olmakta…Evet yalnızken gücümüz çok sınırlı, hatta bazen gücümüz yok. Kocaman bir dünyada küçücük hissediyoruz. Ulaşmaya çalışacağımız yer yüksek bir tepe gibi görünüyor bize. Bulunduğumuz yerden daha da yüksek görünüyor. Durduğumuz o yerden zirveye bakıyor, o kadar yolu nasıl çıkacağımızı düşünerek, “enerjim yok”, veya “zaten ulaşamam” veya “yolda ayağım takılır düşerim” diyerek vazgeçiyoruz. Yere eğiyoruz gözlerimizi. Aslında zirve falan yok, bir sürü farklı yolculuk var bizi bekleyen, bizi büyütecek, her seferinde yere daha sağlam basacağımız yeni yeni yolculuklar. Üstelik yalnız olmayacağız ki. Bize eşlik edecek bir sürü kadın var yolda. Yola çıkmış başka kadınlarla buluşacağız hemen yanı başımızda. Kadın örgütleri, sığınaklar, avukatlar, psikoterapistler, kızkardeşler, dostlar hep yanımızda olacak. Karşılaşılacak engellerle de yalnız değil, birlikte mücadele edeceğiz, dayanışmayla.

Bize yüksek bir zirve gibi görünen o yere bakmayı bırakın, gözlerinizi yerden kaldırın, yanıbaşınızdaki o kadınları fark edin, küçük bir adım atın. Sonra bir adım daha, bir adım daha, bir adım daha…

Evet çok emek vereceğiz, yorulacağız, bazen bir adım ileri iki adım geri düşeceğiz. Öyle hemencecik de olmayacak. Zaman gerekecek, bir zanaatkar gibi ince ince işleyeceğiz. Deneye yanıla, düşe kalka yürüyeceğiz. Ama nihayetinde bir zanaatkarın ürünü gibi, biricik, çok değerli, baktığımızda bizi gülümseten, mücadele etmeye değer bir yaşam olacak ulaştığımız o yer.

Pınar Önen

Kadın Cinayetlerine Yeni Bahane: Kürtaj

her-gun-3demetHer gün 3 kadın öldürülüyor. Her yaştan, sınıftan, gruptan erkekler öldürüyor kadınları. En son 5 Temmuz tarihinde bir haber düştü gündemimize. Adana’da 19 yaşındaki Tuba Genç, 23 yaşındaki “ sevgilisi” Tahsin Can Bulat tarafından öldürüldü.

Medyanın erkek şiddeti haberlerini verirken kullandığı özendirici, magazinel, cinsiyetçi ve pornografik dilden bu haber de nasibini almıştı. Ancak haber, okuduğunuz yazıya bu nedenle konu olmadı. Haberin yeni olan tarafı Tahsin Can Bulat’’in Tuba Genç’i “kürtaj olduğu için boğarak öldürdüm” iddiasıydı.

Devamını Oku…

İşkenceciler Görevde İşkence Devam Ediyor…

selemay

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kadın grupları, Sedat Selim Ay’ın, İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünden sorumlu Emniyet Müdür Yardımcılığı’na getirilmesini protesto etmek için İstanbul Emniyet Müdürlüğü önünde bir basın açıklaması yaptı.

Devamını Oku…

Mor Çatı’dan Radikal Gazetesine…

BASINA VE KAMOUYUNA
25.07.2012
Radikal Gazetesi’nin 25.07.2012 tarihinde yayınladığı, Ayça Örer tarafından hazırlanan “Avukat Şimdi Değilse Ne Zaman” adlı haberde konu olan F.Ş. adlı kadının avukat talebiyle İstanbul Barosu’na ve Mor Çatı’ya başvurduğu, ancak sonuç alamadığı dile getirilmiştir.
Mor Çatı 22 yıldır kadına yönelik şiddet alanında gönüllülük esasına dayalı olarak kadın dayanışmasıyla çalışan bağımsız bir kadın örgütüdür. Daha önce iletişime geçtiğiniz gönüllümüz Avukat Çiğdem Hacısoftaoğlu’nun da belirttiği gibi kadına yönelik şiddetle mücadele devletin yükümlülüğüdür. Buna rağmen Mor Çatı’nın kadınlarla dayanışması sürmekte ve devletin sorumluluk alması gereken birçok alanda kadınların destek ihtiyacı da Mor Çatı’nın gönüllü gücü ile karşılanmaktadır. Bu noktada Radikal Gazetesi’nin Mor Çatı’nın değil devletin sorumluluklarını hatırlatması gerekirken, üstelik de doğru olmayan bir biçimde haber yaptığını gördük. Bu haber her şeyden önce hali hazırda Mor Çatı’dan destek alan, İstanbul Barosu’ndan bir gün içerisinde avukat desteğine ulaşmış bir kadının hiçbir yerden avukatı olmadığını beyan ederek gerçek dışı bir haber yapmıştır. Üstelik de Av. Hacısoftaoğlu’nun kadının zaten destek aldığı beyanı yanlış yansıtılmış, sanki haberin etkisiyle Mor Çatı “konuyla ilgilenecek” gibi ifade edilmiştir. Böyle bir habercilik her şeyden önce kadının ve Mor Çatı’da onunla dayanışma içinde olan kadınların can güvenliğini tehdit etmekte, dayanışma merkezini hedef olarak göstermektedir. Bu haber nedeniyle mail ve telefon yoluyla Mor Çatı’nın merkezi taciz edilmektedir. Kadına yönelik şiddet gibi hassas bir alanda, üstelik de F.’nin can güvenliği tehlikesi sürerken böyle bir haber yapmak bu mücadeleye katkısı olmak bir yana mücadeleyi geriye götürmektedir.
Saygılarımızla,
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı

Hüseyin Üzmez’e Yakalama Kararı

 

Yargıtay, Hüseyin Üzmez’e, ”cinsel istismar” ve ”küçük yaştaki çocuğun ruh sağlığını bozma” suçlarından verilen 13 yıl 1 ay 15 günlük hapis cezasını onadı. Görüldüğü yerde tutuklanacak Üzmez, 6 yıl daha hapis yatacak.
Devamını Oku…

Karakollar Kadın Katillerini Engellemiyor/İstanbul Feminist Kolektif

mahmureİstanbul Feminist Kolektif Basın Açıklaması 21 Temmuz 2012 – Fatih Şehit Tevfik Fikret Karakolu

Cinayet sürecine  tanık olmayalım engel olalım.

Karakollar kadın katillerini engellemiyor.

 Kadınlar öldürülmeye devam ediyor. Boşanmak istemesi ya da evi terk etmesi , yemek yapmaması ya da hep aynı yemeği yapması, hiç konuşmaması ya da çok konuşması, sağa bakması, sola bakması… kadınların öldürülmeleri için kadın olmaları yetiyor.

Kadınlar artık kendilerine karşı yürütülen bu savaşın farkındalar. Her gün 5 kadın öldürülüyor, yüzlerce kadın sakat kalıyor, yaralanıyor, yüzbinlerce kadın şiddet görüyor.

Kadınlar artık güle oynaya evlendikleri, sevdikleri adamların şiddetlerini kader kabul etmiyorlar. Karşı koyuyorlar, çevrelerine duyuruyorlar, polise şikayet ediyorlar. Boşanıyorlar ve yeni bir hayat kurmaya çalışıyorlar. Her gün onlarca kadın şiddet sarmalından kurtulmak için adım atıyor. Atmaya devam edecek.

Ancak yine de her gün aramızdan birileri  canlarını yitiriyorlar. Yanı başımızdaki kadınlar kayıp gidiyorlar.

İstanbul’da da  geçen hafta aynı gün içinde 2 kadin cinayeti birden işlendi. Mahmure Karakule Fatih’te, Zahide Feyzioğlu ise K. Çekmece’de öldürüldüler. İki kadin da şiddet görüyorlardi. Mahallenin, karakolun, konu komşunun, polisin bundan haberi vardı. Ancak şiddetin bilinir olması canlarını kurtarmadı. Cinayet sürecine tanık olmaktan başka.

İstanbul Küçükçekmece’de, 4 çocuk annesi eşi Zahide Feyzioğlu eşi Çetin Fevzioğlu’ndan  bir hafta içinde iki kez dayak yedi. Eşinden korkan kadın  kaymakamlığa başvurup koruma aldı. Arkadaşının evinde kalan genç kadın tahminen çocuklarını görmek için gündüz saatlerinde kendi evine döndü. Ancak kapıyı açtığında karşısında eşini buldu. Çetin Feyzioğlu mutfaktan aldığı bıçakla Zahide’yi öldürdü.

İstanbul  Balat’ta 19 yaşındaki Mahmure Karakule kocası Zülfikar Bakır tarafından iki çocuğunun gözleri önünde 47 bıçak darbesiyle öldürüldü. Mahmure Bakır’ın akrabaları, kocasının kendisini öldüreceğini söyleyerek defalarca Fatih Polis Karakolu’na giden genç kadının kaale alınmadığını söylüyorlar. Son gidişinde polis memurları tarafından azarlanarak “ağza alınmayacak laflar” işittiği de söyleniyor. İddialara göre genç kadın, cinayet günü akşam saatlerinde hem hastaneye hem de karakola telefon ederek eşinin iyi durumda olmadığını, evden götürülmesini istemiş. Ambulans gelmiş, polis gelmemiş. Karakoldan gelen olmayınca da ambulanstaki yetkililer yardım edememişler.

Tıpkı Mahmure ve Zahide’ninkinde olduğu gibi artık kadın cinayetleri haberlerinin ayrılmaz bir parçası kadınların şiddetten korunmadığı..
‘savcılığın verdigi şiddetten koruma kararına rağmen’,
‘Şiddet gördüğü icin karakola başvurusu olmasına rağmen’, ‘sığınmaevinde kalıp bilinmeyen gerekçeyle (!) eve döndükten sonra’, ‘katil kocanın daha önce şiddet gösterdiği için uzaklaştırma kararı almasına rağmen’…. cümleleleri haberlerden eksik olmuyor.

Bakan Fatma Şahin tarafindan yaldızlı pakette sunulan yeni siddet yasasısının da kadınların can güvenliklerini korumaya katkısı olamadı. Kadınlar karakollara başvurdukları halde öldürülüyor.

Bugün buradayız!  Mahmure’nin katili Zülfikar Bakır’ı engellemeyen, gelen ihbar telefonlarını ciddiyetle değerlendirmeyen Fatih Şehit Tevfik Fikret Polis Merkezi önündeyiz!
Ve diyoruz ki mahmure’nin katledilmesinden siz de sorumlusunuz. Bu vesileyle tüm yetkililere tekrar seseleniyoruz. 14 yaşında çocuk gelin olan, sürekli şiddete maruz kalan Mahmure’nin ölümünden siz sorumlusunuz.

Kadınlara aile propagandası yapmak, anneliği dayatmak, kürtaj yaptırmalarını  engellemek, evliliğe teşvik ederek,  evlilik ve ailenin  kadınlar için ölüm, şiddet, baskı ve eşitsizlik yuvası olduğunun üstünü örtemezsiniz.

Herkese, öncelikle bütün kadınlara  sesleniyoruz. Çevrenizde, mahallenizde bir şiddet tanıklığı yaparsanız,  bu konuda bir şey yapmak için çabalayın. Unutmayın ki yanıbaşımızdaki birini kaybetmenin ağırlığı ömür boyu üzerimizde kalacak. Her gün şiddet yuvası aileden kurtulup hayatlarını kuran kadınlara bir yenisinin daha eklenmesi için dayanışmak ve karakolların ve devletin sorumsuzluklarını takip etmek için gücümüz birlikteliğimizde.

İstanbul Feminist Kolektif’ten Fatma’nın Davasına Katılım Çağrısı

img_5866Kocası tarafından ölüm tehdidiyle 4.kattan düşürülen Fatma Şen’in 1 Ağustos Çarşamba günü saat 9.00’da Büyükçekmece Adliyesi’nde görülecek davasına İstanbul Feminist Kolektif de katılıyor. İstanbul Feminist Kolektif, şiddetten korunmak için daha önce karakola başvuran Fatma’nın davasına dikkat çekmek, Fatma’nın can güvenliğini sağlamayanların yargılanmasını, can güvenliğinin acilen sağlanmasını ve onu öldürmek isteyen kocasının gereken cezayı almasını talep etmek için duruşma çıkışında bir basın açıklaması yapacak.

Devamını Oku…

22 Temmuz Pazar Günü Fatih Karakolu Önündeyiz

karisik-068

22 Temmuz Pazar saat 17.00’de Mahmure’yi korumayan, Zülfikar Bakır’ı engellemeyen Fatih Şehit Tevfik Fikret Polis Merkezi önünde eylemdeyiz!

Kadın cinayetleri hız kesmeden devam ediyor… Türkiye’nin her yerinde, her yaştan, her sınıftan, ucretli çalisan çalışmayan kadinlar öldürülüyor. Bakan Fatma Şahin tarafindan yaldızlı pakette sunulan yeni siddet yasasısının da kadinlarin can güvenliklerini korumaya katkısı olamadı.

Artık kadın cinayetleri haberlerinde, ‘savcılığın verdigi siddetten koruma kararına ragmen’,
‘Şiddet gördugu icin karakola başvurusu olmasına rağmen’, ‘siginmaevinde kalıp bilinmeyen gerekçeyle (!) eve döndukten sonra’, ‘katil kocanın daha önce şiddet gösterdiği için uzaklaştırma kararı almasına rağmen’…. cümleleleri eksik olmuyor.

İstanbul’da da geçen hafta aynı gün içinde 2 kadin cinayeti birden işlendi. Mahmure Karakule Fatih’te, Zahide Feyzioğlu ise K. Cekmece’de öldürüldüler. İki kadin da şiddet görüyorlardi. Mahallenin, karakolun, konu komşunun, polisin bundan haberi vardı. Ancak şiddetin bilinir olmasi canlarını kurtarmadı. Cinayet surecine tanık olmaktan başka.

Yarin/Pazar günü saat 17.00’de Fatih’te Mahmure Karakule’nin şiddet gördüğü bildirilen karakol önünde bir eylem yapıyoruz. ‘Mahmure’yi korumadiniz’ pankartımızla orada olacağız.

Zülfikar Bakır’ı engelleyebilir, Mahmure’yi koruyabilirdiniz.

Yer adresi Beyceğiz Mahallesi Fevzi Paşa Caddesi 34087 Fatih / İstanbul, Fatih İstanbul

Tarih 22 Temmuz 2012 Pazar Saat 17.00

Dezenleyen: İstanbul Feminist Kolektif

http://www.tubiba.com/harita/merkez-karakolu (iş bankasinin yaninda)

eminonu 336 E Taksim 87 besiktas 28 hatlari

Duragin adi Yavuz Selim

İstanbul Feminist Kolektif

İstanbul Küçükçekmece’de, Zahide Feyzioğlu eşi Çetin Fevzioğlu’ndan bir hafta içinde iki kez dayak yedi. Eşinden korkan kadın kaymakamlığa başvurup koruma aldı. Arkadaşının evinde kalan genç kadın kimseye haber vermeden kendi evine döndü. Ancak kapıyı açtığında karşısında eşini buldu. Çetin Feyzioğlu mutfaktan aldığı bıçakla eşinin boğazını keserek öldürdü.

İstanbul Balat’ta 19 yaşındaki Mahmure Karakule birlikte yaşadığı Zülfikar Bakır tarafından iki çocuğunun gözleri önünde 47 bıçak darbesiyle öldürüldü. Mahmure Bakır’ın akrabaları, kocasının kendisini öldüreceğini söyleyerek defalarca Fatih Polis Karakolu’na giden genç kadının kaale alınmadığını iddia ediyor. Son gidişinde polis memurları tarafından azarlanarak “ağza alınmayacak laflar” işittiği de söyleniyor. İddialara göre genç kadın, cinayet günü akşam saatlerinde hem hastaneye hem de karakola telefon ederek eşinin iyi durumda olmadığını, evden götürülmesini istemiş. Ambulans gelmiş, polis gelmememiş. Karakoldan gelen olmayınca da ambulanstaki yetkililer yardım edememişler.

Kürtaj Yapmama Hakkı Neyin Hakkı?

doktorvicdani-redÖzlem Barın

Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın önceki gün Bakanlar Kurulu’nda sunumunu yaptığı yeni kürtaj yasa tasarısının maddelerinden birinin de sağlık personelinin kürtaj konusunda görevden çekilme hakkının tanınmasını içereceği söyleniyor. Haberlerde “kürtaj yapmama”, “görevden çekilme” hakkı olarak geçen bu “hak” neyin hakkıdır; ya da şöyle soralım: hangi hakkın kürtaj özelinde kullanımıdır? Hükümetin adını koymaktan çekineceği bu hak, tüm dünyada “vicdani ret” hakkı olarak geçen, bir kimsenin kendi vicdanına, inanç ve ilkelerine aykırı düşen hiçbir şeye ve hiç bir kamu hizmetine zorlanamayacağı şeklinde ifadesini bulan temel insan haklarından biridir.Vicdan özgürlüğü eşitliğini, sivil itaatsizliği içerecek şekilde vicdani ret hakkını anayasal güvence altına almaya direnen hükümetin kürtaj özelinde bu hakkı tanıyıvermesi pes dedirtiyor. Kürtaja karşı çıkarken bile kendi vicdanını dinleyip kendi sözünü oluşturmaktan aciz, Amerikan yeni muhafazakâr, “yaşam yanlısı” söylemi ithal eden hükümet temsilcilerinin, gelen tepkiler karşısında kürtajı yasaklayamayıp, fiilen yapılamaz duruma getirmek için yine Amerikan muhafazakârlığı tarzı ayak oyunlarına sığınacakları beklenebilirdi; ama bunu yapmanın bile bir tutarlılığı, en azından kendi yasalarında bir zemini olmalıydı.  Devamını Oku…

Remzi Fındıklı’nın Özlemi!

milliyet-2012-07-08Sakine Günel
Neoliberal muhafazakar AKP, mutlak iktidar anlayışıyla her alanda kendi politikasını dayatarak uyguluyor. Devlet kurumlarının başında bulunan muhafazakar siyasetçiler, erkek olarak bulundukları mevkilerdeki görevlerinin yanı sıra, kadınları hedef alıyorlar. Cinsiyetçi ve ayrımcı vaazlar vererek, kadınları, yaratmak istedikleri muhafazakar dünyanın kuralları içine hapsetmek için konum ve mevkilerini kullanıyorlar. Çünkü iktidar onlara yetmiyor. Onların erkekliklerini ve iktidarını pekiştirecek şey, kadınlar üzerindeki hakimiyetleri! Kadınların konumu aynı zamanda AKP’nin, muhafazakar politikalarını pekiştirmenin bir göstergesi olacak.

Devamını Oku…

El Emeği, Göz Nuru Çarkları (veya Birikimin Hamalları: Kadınlar)

istihdamTürkiye’de kadının istihdama katılımı, dünyadaki diğer ülkelerle karşılaştırıldığında oldukça düşük. Ulusal İstihdam Strateji belgesi ve yeni Teşvik Yasası gibi çeşitli belgelerde kadın istihdamının düşüklüğüne karşı tedbirler alınacağı söyleniyorsa da yıllardır değişen bir şey yok. Hatta kriz döneminde daha da sorunlu hale geldiği açık.  Devamını Oku…

“Ayda 10 Bin Dolar Dahi Verilse Bu İşi Yapmam”

yasli-bakimiAltı yılı aşkın süredir yaşlı ve hasta anne babasının bakımını üstlenen Fatoş Dehri ile geçtimiz Eylül ayında bir söyleşi yaptık. Amacımız yaşlı ve sakat aile üyelerine bakan diğer kadınlarla da söyleşi yapmak ve hepsini birlikte yayınlamak idi.

Ancak irtibat kurduğumuz diğer arkadaşlarımız süreçle ilgili duygusal olarak zorlandıklarını ve konuşmak istemediklerini söylediler.

Bunun üzerine biraz gecikerek Fatoş ile yaptığımız söyleşiyi yayınlıyoruz. Çocuk doğurmamayı tercih ettiğimiz durumda bile kadın olarak bakım emeğinden kaçışımız yok. Çoğumuzu bekleyen bu süreci anlamamıza ve dolayısıyla feminist mücadelemizi sürdürmemize yardımcı olduğu için Fatoş’a çok teşekkür ediyoruz.
Devamını Oku…

Cidden Bunlar “Kadın İşi” midir?

anneEv işi, hasta-yaşlı-çocuk bakımı meşakkatli bir iş ve bu işte harcanan emek de öyle yabana atılacak cinsten değil. Bu gerçek bilinmesine rağmen, dünyanın neresine giderseniz gidin aile içindeki bu görünmeyen emeğin maddi karşılığı yok ve ne yazık ki kadına yüklenilmiş. Devamını Oku…

Ataerki ve Birikim

ataerki-ve-birikimDemet Bolat

Marksist kuram dahil olmak üzere tüm modernist kuramlar, kapitalizmin kendisinden önceki sistemleri yok ede­ceğini ve tüm toplumların doğrusal bir ilerleme çizgisinde yürüyeceğini öngörmüştü. Maria Mies, Ataerki ve Birikim kitabında güçlü analizleri ve berrak anlatımıyla bu öngörüyü eleştirerek ka­pitalizm öncesi üretim biçimlerinin ve kadın emeği sömürüsünün, ilk oluşum süreçlerinden günümüze dek kapitaliz­min temelini oluşturduğunu söylüyor. Mies, kapitalist sermaye birikim süre­cinin, kadın emeği sömürülmeden iler­lemeyeceğini belirterek, içinde yaşadı­ğımız sistemi kapitalist ataerki olarak tanımlıyor. Bu tahlili yapabilmek için Avrupa ve erkek işçi merkezli bir ana­lizden ziyade dünyanın “geri kalanına” ve kadın emeğine odaklanacağını ise en baştan belirtiyor.

Devamını Oku…

Toplumsal Cinsiyet ve Eğitim

toplumsal-cinsiyet-ve-eitimEvrim Ünaldı

Fevziye Sayılan’ın Toplumsal Cinsi­yet ve Eğitim adlı kitabı sekiz makalenin derlenmesinden oluşuyor. İlk üç makale Türkiye’deki eğitim sorunlarının kimi yönleriyle ilgili. Bu kısımda, içinde bulunduğumuz neoliberal yeniden yapı­lanmanın arttırdığı eğitim eşitsizlikleri bağlamında eğitimin cinsiyeti sorununu tartışılıyor. Eğitimdeki eşitsizliğin bir yanıyla toplumsal eşitsizliği yansıtması, toplumdaki güç dağılımının yeniden üre­timine nasıl katkı sağlamakta olduğuyla ilgili. Farklı (sosyo-ekonomik) sınıflara farklı eğitimin sunulmasının, yoksul kız çocuklarının kaliteli eğitime ulaşmasını zorlaştırdığı; bununla birlikte okul içer­sindeki gizli müfredatın kız ve erkek ço­cuklar üzerindeki etkisi anlatılmakta.

Devamını Oku…

Tutuklu Kadınlara Özgürlük!

img_5615Feministler, kadın örgütleri, çeşitli demokratik örgütlere ve siyasi partilere üye kadınlar, 30 Haziran 2012 saat 16.00’da Galatasaray’da tutuklu kadınlarla dayanışmak için bir basın açıklaması yaptılar.    Devamını Oku…

Bakmayacağım Çocuğa Bakacak mı Devlet?

annelikbabalikKürtaj yasağının gündeme oturduğu bu günlerde medyada feministlerin söylemleri üzerine çok tartışıldı, çok konuşuldu. Kadın bedeninde can bulacak  ceninin yaşam hakkı,  müdahalede kadının söz sahibi olup olmaması üzerine günlerce söylendi, yazıldı, çizildi. Özellikle özürlü bebek doğumları  ve tecavüz bebekleri üzerine yapılan yorumlar tüyler ürperten cinstendi.

Devamını Oku…

“Çocuk Üretimi” Üzerine

annelika4aChristine Delphy’nin de editörlerinden biri olduğu üç ayda bir çıkan NQF (Nouvelles Questions Feministes) dergisinin 2011 yılı Ocak ayı sayısında annelik kavramını maddeci bakış açısıyla irdeleyen bir makale yayınlandı. Bu yazının amacı Anne Françoise Praz, Marianne Modak ve Françoise Messant tarafından Fransızca yazılmış olan makalenin kısa bir özetini sizlere sunabilmek: Herşeyden önce kullanılan dilin eleştirisi ile başlayalım:

Devamını Oku…

Ödül Yerini Yasağa Bırakırken

nufus45 “Türkiye’nin şu anda nüfus artış hızına baktığımız zaman bir rivayete göre 1.5, bir rivayete göre 1.8. Bu demektir ki bu milletin nüfusu yaşlanıyor. Biz ise şu anda genç nüfusla övünüyoruz. Onun için bunun 2.5’un üzerinde olması lazım. En azından 2.5 olmalı ki mevcut durum korunsun. Dünyada geçmişte ‘doğum kontrolü’ diyenler, ‘nüfus planlaması’ diyenler, şu anda ‘yandık’ diyorlar ve üste para veriyorlar. Ama nüfus artmıyor. Artık kötü alışkanlıklar başladı. Biz de şimdiden diyoruz ki bir yanlışlık başladı. Eğer böyle giderse 2038’de durumumuz kötü. Bu durumu düzeltmemiz lazım. Bir Başbakan olarak bunu söylüyorum. Belki ödül de koyarız bu işe belli olmaz. Çünkü bu işi başarmamız lazım”

Devamını Oku…

‘Bekaret, Gebelik, Kürtaj fişlenemez’

img_5553Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu’nun çağrısıyla biraraya gelen kadınlar, 28 Haziran Perşembe akşamı saat 20.00’da Galatasaray’da buluşarak ‘bekaret, gebelik, kürtaj fişlenemez’ pankartıyla Taksim’e yürüdüler.

Yürüyüş sonunda yapılan basın açıklaması şöyledir:

Devletin, AKP hükümetinin, kadınların doğurganlık hakları üzerinde uyguladığı kadın düşmanı politikaların sonu gelmiyor. Özel hayat dâhil, kadınların hayatlarının bütününe sirayet eden uygulamalar ile kadınlar resmen devletin kontrolü altına sokuluyor. Biz kadınlar, hak mücadelemize devam ediyoruz ve devletin temel haklarımıza karşı başlattığı bu politikalara direniyoruz, kadın düşmanı politikaları teşhir ediyoruz.

Temel hak ve özgürlükler hiçe sayılarak başlanan bir uygulama daha, eril devletin, kadınların hayatları üzerindeki kontrol ve egemenlik kurma niyetini açığa çıkarmıştır.
Sağlık sistemi ile sosyal güvenlik kurumu nezdinde gerçekleştirilen uygulamalar ile, aile hekimleri, `kadınların gebelik testi yaptırıp yaptırmadığını`, `kürtaj olup olmadığını`, `neden kürtaj olduğunu`, gebeliğine ilişkin tüm süreçleri `GEBLİZ` denilen bir sistem üzerinden izlemeye alıyor.

Devletin ihlalleri burada da bitmiyor!

Hükümet, günde 3 kadının kocalar, babalar, erkek kardeşler, kısacası aile/ev içinden ve dışından erkekler tarafından öldürüldüğü bu topraklarda, kadının gebelik durumunu, doğurganlık hakları ile ilgili tüm bilgileri, babalara, kocalara, erkeklere sms ile gönderiyor, muhbirlik yapıyor. Böyle durumlarda, “kadınların hayatı” söz konusu olduğu halde!
Bir kez daha hatırlatmak isteriz ki, Devlet`lerin yükümlülükleri açıkça kadınların yaşam hakkını, temel hak ve özgürlüğü olan vücut bütünlüğü hakkını ve özel hayatın gizliliği hakkını korumaktır. Oysa AKP hükümeti ve politikaları açıkça kadın cinayetlerinin kat be kat artmasının kapılarını sonuna kadar açacak olan uygulamalarına devam ediyor. Çünkü Başbakan 5 çocuk istiyor, çünkü bu hükümetin bakanları, milletvekilleri, `tecavüze de uğrasa doğursun` diyor, çünkü bu devlet kadınları eşit görmüyor, kendilerini kadınların hayatları, varlıkları üzerinde söz sahibi görüyorlar, onlara kamusal hayattan el çektirip, evlere hapsetmeye ve toplumsal hayatı erkeklerin egemenliğine bırakmaya, kadın bedenini nüfus, ucuz işgücü ve savaş politikalarına alet etmeye devam ediyorlar.

Kürtaj yasaklanmasa bile fiili olarak engelleniyor!

Kadınlar sağlık kuruluşlarına gittiklerinde, doğurganlık hakları ile ilgili olmasa bile, sağlık kuruluşları herhangi bir bilgi vermeksizin, kendilerinden habersiz bir şekilde gebelik testi yapıyorlar. Hekimler, `Kürtaj olup olmadığını`, `Neden kürtaj olduğunu` sorguluyorlar, bu bilgilerin tamamı sağlık bakanlığında fişleniyor. Sağlık bakanı, toplumsal ahlakı korumak adına, kadınların hayatları pahasına, kürtajı yasaklamak istiyor. Bu eril, muhafazakâr zihniyet, her ne kadar kürtaj süresi konusunda geri adım atmış gibi görünse de, biz kadınlar bu devlete, bu hükümete güvenmiyoruz. Hazırladıkları yasa taslağının kürtajı yasaklamıyor gibi görünse de fiili olarak kadınların kürtaja erişimini engelleyeceğini biliyoruz. Fiili engellere karşı susmayacağız ve alanlarımızı terk etmeyeceğiz.

VÜCUT BÜTÜNLÜĞÜMÜZE İLİŞKİN HİÇBİR BİLGİYİ, GEBELİĞİ, BEKÂRETİ, DOĞUM KONTROL YÖNTEMLERİNİ FİŞLEYEMEZSİNİZ, BİLGİLERİMİZİ MERKEZİLEŞTİREMEZSİNİZ, HASTAYLA DOKTOR ARASINDAKİ MAHREM İLİŞKİYE ÜÇÜNCÜ KİŞİ OLAMAZSINIZ, MÜDAHALE EDEMEZSİNİZ, BİLGİLERİMİZİ İFŞA EDEMEZSİNİZ!

Haklarımız için mücadeleye devam ediyoruz. Devlet, kadınların doğurganlık hakları ile ilgili her türlü bilginin gizli kalmasını sadece kadın ile hekim arasında kalacak şekilde bilginin hiçbir kişi ve kurumlara ulaşmamasını teminat altına almak zorundadır. Devlet kadınlar için güvenli, ücretsiz, kolay erişilebilir asgari 12 haftaya kadar kürtaj hakkını sağlamak zorundadır. Bütün doğum kontrol araçlarına erişimi, sosyal güvence kapsamı içerisinde ücretsiz, güvenli olacak şekilde, gizlilik teminatı ve etik ilkeler doğrultusunda sağlamak zorundadır. Kürtajda erkeklerin onayını alma uygulaması derhal kaldırılmalıdır. Doğurma kararı yalnızca kadınlara aittir.
İstediğimiz zaman istediğimiz kadar çocuk yaparız. Zorla gebelik, dayatılan annelik istemiyoruz!’

Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu

Tutuklu Kadınlar Serbest Bırakılsın!

p1030308Kadınlara çağrı:

Kadın hareketi içinde birlikte mücadele ettiğimiz çok sayıda arkadaşımız KCK davalarında tutuklu yargılanıyor. 2 Temmuz Pazartesi günü Silivri’de başlayacak davada yargılanan kadın arkadaşlarımızla dayanışmak ve tüm tutukluların serbest bırakılması için 30 Haz. Cumartesi günü saat 16.00’da Galatasaray’da toplanıyoruz.

Türkiye Psikiyatri Derneği’nin Kürtaj – Sezaryen Tasarısı Hakkında Görüşleri

psiko5_02Dünya Sağlık Örgütü Üreme Sağlığı Strateji Raporları, dünyada her yıl ortalama 45 milyon kürtajın yapıldığını ve bunların 19 milyonunun güvenli olmayan ortam ve koşullarda gerçekleştiğini göstermektedir. Türkiye’de 1983’te legal hale gelen kürtaj ile yasadışı düşüklere bağlı anne ölümleri azalmıştır. Şimdi ise büyük bir aceleyle Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı’nın beraber hazırlayarak Bakanlar Kurulu’na sunacağı kürtaj – sezaryen yasa tasarısı hazırlamaktadır.

Türkiye Psikiyatri Derneği bu çalışmalarda yol gösterici olacağını umarak aşağıdaki görüşlerini kamuoyuyla paylaşmaktadır.

Kürtaj tüm dünyada hala çok yönlü olarak tartışılmaktadır. Ülkemizde Kürtajla ilgili tartışmaları yapan yetkililer, seçilmiş kişiler bazen kadınları suçluluk duygusuna iten, travma yaratan mesajlar vermektedir. Bu tür ifadeler kadınları değersizleştiren, onların refahına ve acısına son derece duyarsız ifadelerdir ve kadınların ruh sağlığı üzerinde onulmaz yaralara yol açabilir.

Hazırlanan yasa tasarısının en başta “İnsanların üreme ve bunu ne zaman ve ne sıklıkla yapabileceğinin kararını verme hakkına sahip olduğu” na vurgu yapan 1994 Kahire Nüfus ve Kalkınma Bildirgesi’nde güvence altına alınan eylem planları olmak üzere, zaten imzalamış olduğu insan haklarına dayalı tüm uluslararası anlaşmalara uyumlu olmasına çaba göstermelidir.

Kürtaj hakkındaki tutumlar ve yasal düzenlemeler ülkeden ülkeye büyük değişkenlik göstermektedir. Konu kamuoyunda tartışılırken ve yetkililerce yasal düzenlemeler yapılırken, yalnızca siyasal ya da dinsel saiklerle hareket edilmesi, kürtaj ve sezaryenin halk sağlığı boyutunun, etik, sosyo-kültürel, psikolojik ve bilimsel yanlarının göz ardı edilmesi son derece sakıncalıdır.

Yasal kürtaj izninin yalnızca “anne ve bebeğin bedensel sağlığındaki riskler” ile sınırlı tutulması insanı insan yapan psiko-sosyal özellikleri yadsımaktır. Planlanmamış ya da istenmeyen gebeliklerdeki “ergen gebeliği, aile içi huzursuzluk, eşin uyguladığı fiziksel şiddet, duygusal istismar, tecavüz sonucu gebelik, ailenin zarar görme olasılığı ve yoksulluk gibi sosyal etkenler vb” gibi boyutların göz ardı edilmemesi çok önemlidir. Bu gibi gerekliliklerde de kadınlar sağlıklı ortamlarda ve ücretsiz kürtaja serbestçe ulaşabilmelidir.

Planlanmamış gebeliklerin (olması istenmemiş ve düşünülmemiş) ve istenmeyen gebeliklerin (planlansın ya da planlanmasın, kadının oluşan gebeliği sürdürmek veya doğum yapmak istememesi) ruh sağlığını olumsuz etkilediği iyi bilinmektedir. Gebelik depresyonunun önde gelen nedenlerinden biri istenmeyen gebeliklerdir. Depresyonu olan annelerin bebeklerinde erken doğum, doğum ağırlığının düşük olması, beslenme güçlüğü gibi sorunların yanı sıra, uzun dönemde ciddi ruhsal, zihinsel ve davranış bozukluklarına yol açabilmektedir.

Planlanmamış / istenmeyen gebeliklerin ruhsal bozukluklara yol açtığının bilinmesine karşılık, annenin tercihiyle gebeliğin ilk 3 ayında yapılan kürtajın (tedavi amaçlı olmasa bile) ruh sağlığına olumsuz bir etkisi olmadığı da bilinmektedir. Aksine, kişileri kürtaj yapmakla damgalamak, özel yaşamın gizliliğine özen göstermemek ve sosyal destek sistemlerinin yetersiz olması, kürtaj ertesinde kadınların ruh sağlığını daha fazla bozmaktadır.

Kürtaj girişiminde kişiden tıbbi yarar ve zararları içeren “yazılı bilgilendirilmiş olur” alınması uygundur. Ancak bunun ötesinde babayı açıklamaya zorlamak, ahlaki – dini – psikolojik telkinlerde bulunmak, bir kurulun karşısına çıkarıp “utandırarak ikna etmek” uygun değildir. Kadınların zor karar verdiği, kırılgan ve hassas olduğu bir konu olan kürtaj pratiğinde suçluluk duygularını arttırmak durumu iyice zorlaştırmak ve kadınların ruh sağlığını deneysel olarak bozmak demektir.

Yukarıda tartışılanların çoğu sezaryene getirilmesi düşünülen kısıtlamalar için de geçerlidir. Yasayla tıbbi girişim dayatılamaz. Sezaryen tıbbi zorunluluklar dışında, “yazılı bilgilendirilmiş olur” alınarak hastanın tercihine bırakılmalıdır.

TPD Önerileri

1) Arzu edilmeyen gebeliklerin olmasını ve kürtajla sonuçlanmasını önlemek için kadınlar ve erkeklerin cinsel eğitim ve çağdaş doğum kontrol yöntemlerine ilişkin bilgilere erken yaşlardan başlayarak kolaylıkla ulaşmaları gerekmektedir.

2) Üreme sağlığı hizmetlerinin kalitesi artırılmalı ve ülke genelinde yaygınlaşması sağlanmalıdır. Sağlığın ticarileştirilmesi sonucu hastanelerdeki aile planlaması hizmetleri ücretli hale getirilmiştir. Bu hizmetler ücretsiz verilmelidir.

3) Yasal kürtaj izninin yalnızca “anne ve bebeğin bedensel sağlığındaki riskler” ile sınırlı tutulmaması ve bazı başka psiko-sosyal zorunluluk hallerinde de (eşin uyguladığı fiziksel şiddet, tecavüz sonucu gebelik, ailenin zarar görme olasılığı, yoksulluk vb” kadınlar sağlıklı ortamlarda ve ücretsiz kürtaja serbestçe ulaşabilmelidir.

4) Planlanmamış/istenmeyen gebeliklerde ruhsal hastalık riski artmış olduğu için bu kişilere tıbbi, ruhsal ve sosyal destek sağlanması için önlemler alınmalıdır.

– Kürtajın yasal bir hak olarak kalmasını savunuyoruz…

– Kadınlar hayatlarını riske atacak tehlikelere zorlanamaz, kürtaja ve üreme sağlığı hizmetlerine her kadın ücretsiz ulaşabilmelidir…

– Kadınların çocuk sahibi olup olmamasına ya da kaç çocuk sahibi olacağına kendileri karar vermelidir…

Fişlenerek ve İkna Turuna Direnerek Kürtaj…

ank-18-haz-kurt-9Filiz Karakuş

Orta yoldan kadınların kürtaj seçme hakkı değil devletin ve ailenin çıkarları çıkıyor.

Kürtajın cinayet olduğu ve yasaklanması gerektiği açıklamalarıyla başlayan tartışmalar, kadınların mücadeleleri ve her kesimden gelen tepkilerin belirlediği bir sürece yol açtı.

Kürtajı yasaklamayı hedefleyen Hükümet bu emelini gerçekleştiremeyeceğini anlayınca, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın deyimiyle  bir ‘orta yol’ arayışına girmek zorunda kaldı.

Bulunan orta yolun kadınların bedenleri üzerinde söz ve karar hakkının dışında bir yol olacağını tahmin ediyor, “Kürtajda orta yol olmaz,” diyorduk. Maalesef yanılmadık. Kürtajı yasaklamayı göze alamayan devlet, kürtaj hakkının kullanımını zorlaştıran bir yasa hazırlığı içinde.

Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı’nın beraber hazırlayarak Bakanlar Kurulu’na sunacağı kürtaj tasarısının basına yansıyan arka plan tartışmalarına ve büyük ihtimalle önümüze gelecek haline baktığımızda, kadınların cinsellikleri, bedenleri, hayatları üzerinde erkeklerin ve devletin sınırsız denetimi olması perspektifinden hazırlandığını görüyoruz. Yani, artan muhafazakarlaşmanın da izin verdiği biçimde, kadınları erkeklerin ve devletin kontrolüne koşulsuzca teslim eden, kendi arzularını hiçe sayarak belirli rollere, bilhassa anneliğe sıkıştıran bir zihniyetin ürünü olduğunu.

Önümüze gelecek tasarıda, kürtajın sadece hastanelerde yapılabilmesi şart koşulurken; kürtaj hakkı psikolojik, tıbbi, ideolojik baskı ile kullanılamaz hale getiriliyor.

Gebliz uygulaması gebelik testini ve kürtajı kapsamamalı ve kadınların talebine bağlı olarak sisteme kaydedilmeli

Uzun süredir gündemde olan ve son Aile Hekimliği sistemiyle yürürlüğe giren Gebe, bebek, lohusa izleme sistemiyle (Gebliz) bir kadın ebelik testi yaptırdıkları andan itibaren izlemeye alınıyor. Kadınların gebelik tespiti için yaptıkları tahlillerin sonuçları gerekli yerlere (!) iletilmek üzere kayıt altına alınıyor. Test yaptıran kadın başvuruda mahremiyet butonunu işaretlemediyse kadının oturduğu eve telefon edilerek ya da bizzat evin kapısı çalınarak gebelik testi sonucundan eş, baba ve kardeş…evde oturan herkesin bilgi sahibi olması sağlanıyor. Test sonuçları ilk andan itibaren merkezileştiriliyor.  Aile Hekimlerine bilginin ulaştırılması için yapılan bu uygulama, kadınların cinselliklerinin denetimi anlamına geldiği gibi, özel hayatlarının gizliliğini ihlal anlamına geliyor. Bu uygulamayla kadınların gebeliğini devam ettireceği varsayılıyor ve üzerlerinde baskı kuruluyor. Bu baskılanmaya rağmen bir kadın kürtaj yaptırmak için hastaneye başvurduğunda ise öncelikle bir heyetle görüşmesi zorunlu kılınıyor.

Kürtaj öncesi bilgilendirme heyeti istemiyoruz.
Kürtajda söz ve karar kadınların
Koca izni kaldırılsın. Evli-bekar kadınlara aileye bağlı kılınmadan kürtaj hakkı.

Hazırlanan tasarıda, hastanelerde oluşturacak  uzmanlar heyeti tarafından kürtaj başvurusu yapan ailenin  ‘bilgilendirilmesi’ hedefleniyor. Kürtaj başvurusu için anne ve baba adayının birlikte başvurusu şart koşulacakmış. Kadının tek başına başvurusunun kabulünü istisna olarak görüyor yasa tasarısı. Kadınların kürtajda asıl söz ve karar sahibi olmalarını baştan reddediyor. Daha önceki uygulamada koca izninde imzalı bir rıza beyanı yeterli olurken, şimdi kocalar baba adayı sıfatıyla ikna odalarına anne adayı (kadın değil anne adayı) birlikte davet ediliyor. Bekar kadınlar için, hamileliğin faili erkeği açıklama baskısı demek olan bu uygulamanın, aile üzerinden yürüyen kürtaj tartışmasında bekar kadınların hastanelere başvurmalarının da önünü kapatacağını söyleyebiliriz. Bekar kadınların kürtaj başvurusu yaptıklarında, genel ahlak ve evlilik tavsiyeleriyle karşılaşmaları ise kuvvetle muhtemel.

Kurulması hedeflenen uzmanlar heyetinin bileşimi ise dikkat çekici. Kadın doğum uzmanı, sosyal hizmet uzmanı ve psikologdan oluşuyor bu heyet.

Kadın doğum uzmanının kürtajın tıbbi sürecini aktarması bakımından anlaşılır yanı var. Peki psikolog ve sosyal hizmet uzmanının bu heyette işi ne? Psikologlar oldukça basit olan bu operasyona kadını hazırlamak, kürtaj yaptıran kadınların travma yaşamalarına gerek olmadığını anlatmak , kadınları güçlendirmek için heyette yer bulmuyorlar. Sosyal hizmet uzmanları ise olağanüstü durumlar dışında toplam1-2 saatlik hastane yatış süresi olan kürtaj operasyonu ve yapılacak hastane düzenlemesi konusunda, başvuru yapan kadınlara bilgi vermesi için bu heyete dahil edilmiyorlar. Bu heyetin amacı, ne için kurulmak istendiği ortada ; Kadınların kürtaj yaptırmasını engellemek

Kadınların cinsellikleri, bedenleri ve hayatları hakkında karar hakkı

İkna odalarında ‘bilgilendirme’ adı altında kadınlara, kocalarının da gözcülüğü ve denetiminde kürtaj yaptırmasını engellemek için merkeze konulan konunun ise ‘bebeğin yaşam hakkı’ olduğu belirtiliyor. Basına yansıyan haliyle cenin, embriyo gibi ifadelerin özellikle kullanılmadığını ve döllenme anından itibaren yaşama hakkı olan bir bebekten söz edildiğini görüyoruz. Bilgilendirmenin birinci maddesi ‘bebeğin yaşam hakkı’ ile başlıyor. Son maddesi ise devletin çocuk bakım hizmetleri konusunda sunacağı olanaklar  (bunun gerçek hayatta bir karşılığı olmadığını bu ülkede yaşayan herkes biliyor)

Sosyal hizmet uzmanlarının bu heyette bulunmasının anlamı çocuk bakımı konusunda yapacakları yönlendirme, psikologların yapacakları ‘bir cana kıyılır mı?’ baskısı olacak gibi gözüküyor. Ancak ikna turlarından ‘sağlam’ çıkabilen kadınlar kürtaj yaptırabilecekler. İkinci kez kürtaj yaptırmak isteyen kadınların aynı prosedüre, baskıya maruz kalmamak için doğurmak zorunda kalacaklarını ya da yaşam haklarını tehdit eden (şiş, kibrit çöpü, askı vb.) kürtaj yöntemlerine başvurabileceklerini söylemek abartı olmaz. Bekar kadınların çoğunluğu ise heyetle muhatap olmamak  ve fişlenmemek için kürtaj karaborsasına ya da yaşamlarını tehlikeye atan yollarla düşük yapmaya yönelebilecek. İkna turlarında, ceninin yaşam hakkından yola çıkılarak kürtajın cinayet olduğu, bir devlet politikası olarak empoze edilecek ve kadınlar için annelik neredeyse zorunlu seçenek olacak. Ceninin yaşam hakkını merkeze alan bir yaklaşım baştan kadının hayat ve yaşam hakkını riske atıyor.

Tecavüz saldırısına uğrayan kadına ömür boyu ağırlık

Yasa tasarısının arka plan tartışmalarında,  tecavüz sonrası hamileliklerde  tecavüze uğrayan kadın ve cenini eş değerde önemseyerek yol bulmaya çalışıyoruz deniyor. Oysa “anne ve bebeğin masumiyeti” diye formüle edilen bu anlayış aslen yine bebek olarak tanımladığı ceninin kürtajını engellemek üzerine kuruluyor. Kadınların tecavüz sonrası yaşadıkları travmanın üstüne ‘bebeğin masumiyeti’ söylemiyle kurulan baskı kadının seçim hakkının önünü kapatıyor. Tecavüzcü erkekle saldırıya uğrayan kadın arasındaki ilişkiyi doğacak çocuk üzerinden süreklileştiriyor. Tecavüze uğrayan kadının hayatı boyunca bu saldırının sonuçlarını yaşamasının yolunu açıyor.

Diyanet hazırlık içinde

Kadınların kürtaj seçim hakkına ‘ceninin yaşam hakkı’, ‘ailenin güçlendirilmesi’ zemininde bir saldırı da Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan gelmek üzere. Diyanet kürtaj meselesine ‘yaşam hakkının kutsallığı’ zemininde yaklaşmaya karar vermiş.

Görünen o ki; Diyanet de, hükümet de, kadınlara kürtajı seçme hakkını ‘sen bir bebek öldürüyorsun, bunu bilerek davran’ baskısı ve paketiyle vermeye hazırlanıyor.

Sezaryen kadının seçimine bırakılmalı

Sağlıkta dönüşüm ve performans sisteminin bir parçası olarak sezaryenle doğum kadınlara dayatılan bir doğum yöntemi haline geldi. Sezaryenin dayatılmış bir yöntem olması engellenirken, kadınların sezaryeni tercih etme hakkının ortadan kaldırılması doğru değil. Sezaryen konusunda TBMM’de geçti-geçecek yasanın sezaryen uygulaması için sadece tıbbi zorunluluk koşulu getirmesi bir eksiklik. Sezaryen tıbbi sonuçları anlatılarak kadının onayıyla uygulanabilmeli.

Cinsellik, Doğurmamak, Annelik kadınların seçim hakkı.

Kürtaj kadınlar için çoğunlukla erkeklerin korunmaması, kimi zaman kadınların doğum kontrolüne erişememiş olması nedeniyle ve  bazen kazayla oluşan istenmeyen gebeliklerin sona erdirilmesi için bir seçim hakkı. Kadınların kendi bedenleri hakkında söz ve karar sahibi olmalarının bir parçası.

Bugün kürtaj hakkı, kadın ve üreme haklarının bir parçası olarak dile getiriliyor. Bu çerçeve bizim için yeterli mi? Değil. Çünkü kürtajın üreme haklarının bir parçası olmasının yanı sıra kadınlar açısından hem cinsellik ve doğurganlık arasındaki hem de hamilelik ile annelik arasındaki bağı kopartan bir işlevi var. Bu anlamda kürtaj kadınlara rahatlama sağlayan ve özgürleştirici bir sosyal hak. Yani aslında ister zorunluluktan olsun, ister kazayla olsun, kürtaj kadınların doğurmamayı seçme hakkı.

Kürtajın özgürleştirici dinamiğini güçlendirmek, kadınların cinsel ilişkiyi reddetme hakkı ve kadınların hayatları hakkında karar sahibi olma, anne olmayı reddetme, ya da istese bile zamanını kendi belirleme hakkıyla birlikte savunarak mümkün. Bütün bu savununun temelinde ise kadını aileden bağımsız görmek, kadınların cinsellikleri, bedenleri, hayatları üzerindeki erkek ve devlet denetimine karşı çıkmak yatıyor.

Kürtajda orta yol olmaz. Bedenimiz ve geleceğimiz bizimdir.

900 Örgüt ve 60.00 Kişiyle “Kürtaj Yasaklanamaz”

img_5487‘Kürtaj Yasaklanamaz’ başlıklı metin (http://www.kurtajyasaklanamaz.com) bir hafta içinde  ulusal ve uluslararası alanda faaliyet gösteren 900 örgüt ve  55 bin kişi tarafından imzalandı.İmzacı örgüt ve bireysel imza atan kadınlar, Türkiye’nin farklı illerinde  basın açıklaması yaptılar. Kadınlar imzaları  Başbakan, Cumhurbaşkanı, Sağlık Bakanı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanına gönderdiler.

Yapılan basın açıklamasında “Kürtajı yasaklamak için başlatılan sürecin derhal durdurulması”  istendi.

Devamını Oku…

Bedenimiz Bizimdir

bedenimiz-bizimdir-denizlili-kadn-eylemiKâmile Yılmaz

Yüzyıllardır kadın bedeni üzerinden politika yapılıyor. Kadınlar da bu konuda yılmadan mücadeleyi sürdürüyorlar. Bir türlü bedenimizin yalnızca belden aşağı olmadığını, kafamızın da olduğunu, en az onlar kadar düşünebildiğimizi, bedenimizin yalnızca bize ait olduğunu anlatamadık. Kadının doğurmak zorunda olmadığını, bu konuda kararın yalnızca kendisine ait olması gerektiğini de anlatamadık. Biz yorulduk, erkek egemen sistem yorulmadı. Varsa yoksa kadın bedeni üzerinden politika üretmekte. Kadın bedeni üzerinde hak iddia etmekte. Konuşurlarken, sanki bir malın sahibiymişcesine edilen sözler dizilmekte.

Devamını Oku…

Canan Arın: ‘Türkiye İçin Endişeliyim.’

2011’de katıldığı bir seminerde Hz. Muhammed’e hakaret ettiği öne sürülerek hakkında suç duyurusunda bulunulan Avukat Canan Arın, Gaziantep’te kaldığı otelde 24 Haziran 2012 tarihinde saat 05.30’da gözaltına alındı. Canan Arın  ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı.

Canan Arın’ın konuyla ilgili yaptığı basın açıklaması:

Devamını Oku…

Kürtaj Haktır, Pazar Günü Yürüyoruz!

izmir-afisYürüyoruz!

istanbul, İzmir, Ankara,…

Kürtaj Haktır, Karar Kadınların

Tüm kadınları; seslerimizi birleştirmek, “kürtaj haktır karar kadınların” demek için 17 Haziran Pazar günü saat 16.00’da Pangaltı Metro çıkışında buluşmaya çağırıyoruz.

Sevgili kadınlar,

Bizler, kürtaj hakkımızın geri almaya kalkanlara dur demek için, coğrafyanın dört bir yanında biraraya geldik. Bedenlerimize, cinselliğimize, doğurganlığıma, hayatlarımıza müdahale edilmesine karşı çıkıyoruz.

Kürtaj haktır, yasaklamak ise cinayet!

Çünkü sağlıklı, güvenli ve ücretsiz kürtaj hizmeti sağlanmadığı, doğum kontrolü sadece kadınların üzerine yıkıldığı için yılda seksen bin kadın ölüyor.

Çünkü gebeliğe bağlı ölüm nedenleri arasında güvensiz koşullarda yapılan kürtajın etkisi ilk sırada yer alıyor.

Çünkü kürtaj yasağı kadınları “merdiven altlarında” ölüme terk etmek demek.

AKP elini bedenimizden çek!

Çünkü kadınlara yönelik bu son saldırının da, AKP’nin kadın düşmanı politikalarının bir parçası olduğunu, “3 çocuk, yok yetmez, 5 çocuk” doğurun diyen, “kadın-erkek eşitliğine” inanmadığını her fırsatta tekrarlayan Başbakan’ın amacının “Türk” nüfusunu arttırarak çoğalmak ve yanı sıra ucuz iş gücü yaratmak olduğunu biliyoruz.

Kürtaj haktır, Uludere katliam!

Çünkü “Her kürtaj bir Uludere’dir” diyen Başbakan yanılıyor, kürtaj ve sezaryen değil, Uludere cinayettir/katliamdır.

Çünkü günde beş kadının savcılıklara, karakollara başvurduğu halde korunmaması ve devletin bilgisi dâhilinde, erkekler tarafından öldürülmesi cinayettir/katliamdır.

Ücretsiz, sağlıklı, güvenli kürtaj hakkımız!

Çünkü, mevcut düzenlemelerin yetersiz olduğunu söylüyor; ücretsiz, sağlıklı, güvenli, erişilebilir kürtaj hakkı için bu düzenlemelerin genişletilmesini ve kürtaj süresinin pek çok ülkede olduğu gibi en az 12 haftaya çıkarılmasını istiyoruz.

Cinselliğimizi, doğurganlığımızı, bedenimizi denetleyemezsin-iz!

Çünkü kürtaja yol açan istenmeyen gebeliklerin sorumluluğunun, korunmayı reddeden, doğum kontrol yöntemlerini gündemine almayan erkekler olduğuna dikkat çekiyor ve erkekler için doğum kontrol merkezleri oluşturulsun istiyoruz.

Bedenimiz, cinselliğimiz ve doğurganlığımız; ne Başbakan, ne Bakanlar, ne ilahiyatçılar, ne diyanet başkanları, ne de kocalar, babalar, sevgililer tarafından denetlenemez! Yasakçı, denetçi, kadın düşmanı politikalara yol vermemek için 17 Haziran Pazar günü saat 16:00’da

Pangaltı metro çıkışında buluşalım.

facebook.com/kurtajhaktirkararkadinlarin
twitter.com/kararkadinlarin
kurtajhaktirkararkadinlarin@gmail.com

Kurtaj Yasağına Karşı 17 Haziran’da Kadınlar Ankara, İstanbul ve İzmir’de Sokakta

logo1Kürtaj Yasağına karşı kadınlar farklı illerden aynı saatte sokağa çıkıyor. İstanbul, Ankara ve İzmir’de eylemlerin yapılacağı alanlarda hep birlikte sesimizi Kürtaj Yasağına Karşı birleştirelim

İstanbul’da : Kadınlar, 17 Haziran Pazar saat 16.00’da Pangaltı metro çıkışında buluşup “kürtaj haktır, karar kadınların” demek için Taksim’e yürüyoruz.

Ankara’da: Kadınlar, 17 Haziran Pazar saat 16.00’da Cebeci’de buluşup, miting için Kolej kavşağına yürüyoruz.

İzmir’de : Kadınlar, 17 Haziran Pazar saat 17.00’da  Cumhuriyet  Meydanı’nda “kürtaj haktır, karar kadınların” demek için   Konak’a yürüyoruz.  Emekli Sandığı önünde miting yapıyoruz.

Eyleme Erkekler Neden Gelmemeli?

rahatsiz-erkeklerCemre Baytok

Feministler, kadınlara çağrıda bulundukları eylemlere erkekler*  katılıp da “destek olmak” istediklerinde veya halihazırda katılmışlar ise, buna neden karşı çıkarlar? Ya da şu an sürmekte olan kürtaj eylemleri gibi feministlerin de bileşeni olduğu kadınların kurtuluşunu temel alan eylemlerde? Hem yıllardır süregiden bir tartışma olmasının yarattığı farklı farklı birikimler, hem de zaman darlığı sebebiyle bu konu eylem alanlarında tartışıldığı zaman, sonuç genel olarak gerginlik çıkması ve fikirlerin pekişmesi yönünde oluyor. Feministler erkeklerden –sistem veya erk, erkeklik, erillik vs değil, bizzat erkeklerden- bağımsızlığı öne sürdüğüne ve yıllardır buna sahip çıktığına göre bu fikri açıklamakta fayda var.

Devamını Oku…

Bedenimiz Bizimdir. Kürtaj Olup Olmama Kararı Bize Aittir

img_4715Sakine Günel

Günde 3 kadın öldürülmesine seyirci kalan,  kadını aile içinde  tutma politikaları gereği  kadınlara yönelik 3 çocuk tavsiyesinin devamında da kürtaj yasağını gündeme getiren muhafazakâr ve otoriter akp, kadınların  kazanılmış haklarına yönelik saldırıda gelebileceği son noktaya vardı. Akp, kadınların hak taleplerine  kadın düşmanı politikalarla cevap veriyor; kadınları annelik kimliğine hapsederek kimliksizleştirme politikalarına  devam ediyor. Akp’nin aile politikası kadınları eve kapatmayı, kadınların bedeni  ve cinselliği üzerindeki erkek denetimini,  devlet eliyle pekiştirmeyi hedefliyor.

AKP’nin kürtaj karşıtlığını, embriyonun canlı varlık (tıbbi tanıma göre embriyo kan pıhtısı) olduğu iddiasına dayanarak yaşam hakkı üzerinden savunuyor. Bu argümanın kendisini,  kürtajın gerektirdiği koşulları, kadınların mevcut patriyarkal düzen içindeki ihtiyacını göz ardı ettiği ve kadınların gereksinmelerini sorguladığı için tartışmıyoruz. Kürtaj hakkı ellerinden alınsa da, kadınlar yüzyıllardır istenmeyen gebelikleri ilkel yöntemlerle düşük yaparak sonlandırıyorlar. Veya sağlıksız koşullarda, tıbbi ehliyetten yoksun ticari amaçlı “kasap” tabir edilen ehliyetsiz kişilere kürtaj yaptırmak zorunda kaldıklarında onları bekleyen sakat kalma ve ölüm risklerine rağmen, doğurmak yerine kürtaj olmaktan vazgeçmiyorlar. Kadınlar her zaman kürtajı, kendi isteklerine bağlı olarak güvenli koşullarda yapılması için temel bir hak olarak savundular. Mevcut patriyarkal düzende annelik, kadının kendi hayatını çocuğa tabi kılması ve ona göre planlaması demek. Kadın işini bırakır, eve kapanır. Erkek baba olsa da olmasa da çalışmak ve para kazanmak görevini sürdürmeye devam eder. Erkekler doğum kontrolüne başvurmazken, çocuk bakımı tamamen kadın sorumluluğundayken bile evlilik içinde kürtaj, kocanın iznine bağlı. AKP’nin kürtajı sınırlama politikasının, karı kocayı “ikna” yöntemiyle embriyonun “yaşam hakkı üzerinden” olacağı açıklanıyor: Bu yöntemle kadına doğurması yönünde baskı yapılacak, erkeklerin kadın bedeni üzerindeki tasarrufu artırılacak.

AKP kürtaj hakkını, süreyi 8 haftaya düşürerek sınırlamayı hedefliyor. Çoğu kadın bilir ki, hamileliğin anlaşılması düzenli, hiç sekmeyen bir regl takvimini gerektirir. Bu düzenlilik içinde bile, kadınlar regl olmadığında 2. regl süresini,  4. haftayı beklemeyi tercih ederler. Eğer hamilelik söz konusu ise bu, 8 hafta demektir. İkinci reglin de gecikme ihtimaliyle bir iki hafta daha eklendiğinde, bu süre en az 10 haftaya tekabül eder. Türkiye’de halen yürürlükte olan kürtaj süresi bu alt sınırdan belirlenmiş durumda. Bu noktada kürtaj hakkının yaygın olarak kullanılması için sürenin en az 12 hafta olarak uzatılmasını talep etmemiz gerekiyor.

Sürenin bu şekilde sınırlandırılması, fiili olarak kürtajın yasaklanması demek. AKP, kürtajın yasaklanmadığını, zina ilişkisi yani “özgür” ilişki yaşayanların korunmadıkları için kürtaja başvurdukları tehditleriyle bekâr kadınlara kürtaj yasağı getirilecek. Kadınların cinselliği, ancak doğurma amaçlı ve evlilik içinde meşru anlayışı ile kadın bedeni ve cinselliği üzerindeki erkek kontrolü artacak.

Patriyarkal sistemde, kadınların cinselliklerinin ve doğurganlıklarının erkekler ve devlet tarafından denetlendiği, erkeklerin doğum kontrolünü üstlenmedikleri koşullarda, kadınlar istemeden hamile kalıyor ve kürtaja başvuruyorlar. Kadınlar cinsellikte erkeklerin hazzına tabi oldukları için ve evlilik içinde kocaya hayır diyemedikleri durumda, istenmeyen gebeliklerde kürtaj aynı zamanda bir doğum kontrolüdür ve kadınlar için kazanılmış bir haktır; bir zorunluluktur. Kadınların cinsel özgürlüklerinin olmadığı, doğurganlıklarının erkekler ve devlet tarafından denetlendiği ve bedenleri ile ilgili karar alma haklarının olmadığı bu patriyarkal düzende “Bedenimiz bizimdir ve kürtaj kararı kadınlara aittir!” demeyi sürdüreceğiz.

Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu

kurtajkarar

Kürtajın yasaklanmasının gündeme gelmesiyle, bu hakkın geri alınmasına karşı çıkmak amacıyla bir araya gelen kadınların oluşturduğu Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu, çalışmalarına Haziran ayında başladı. Kırktan fazla bileşeni olan platform, sekiz aylık süreçte çeşitli illerde geniş katılımlı eylemler, kürtaj kampanyaları ve etkinlikler gerçekleştirdi.


Bugüne Kadar Neler Yapıldı?

• Kürtaj yasağını protesto etmek amacıyla, 8 Haziran cuma günü, Türkiye’nin 22 ilinde eş zamanlı yürüyüş ve oturma eylemi gerçekleştirildi. Yapılan açıklamanın ardından diğer illerde eylem yapan kadınlarla canlı bağlantı kuruldu.

• Kürtaj yasağının kadınlar için ne anlama geldiğini açıklayan bir bildiri hazırlanarak yaygın olarak dağıtıldı.

• 17 Haziran pazar günü İstanbul, Ankara ve İzmir’de geniş katılımlı yürüyüşler gerçekleştirildi. Sadece İstanbul eylemine binin üzerinde kadın katıldı.

• 28 Haziran’da, Galatasaray’dan Taksim’e “Kürtaj, Gebelik, Bekaret Fişlemez” eylemi yapıldı.

• 08 Eylül cumartesi günü “Tecavüze uğrayan kadınları doğurmaya zorlayan hukukunuz batsın” pankartıyla, Nevin ve Zeynep şahsında, fiili kürtaj yasağına ve hukuk mercilerinin yaklaşımına karşı eylem yapıldı.

• “Doğru sanılan yanlışlara” ve kürtaj uygulamasındaki sorunlara dikkat çekmek amacıyla bir bilgilendirme broşürü hazırlayan platform, broşürün etkin bir şekilde kullanılması için çalışmalarını sürdürüyor. İstenmeyen bir gebelik sonucu kürtaj yaptırmak için başvurulduğunda karşılaşılan engellerle ilgili deneyim ve uygulamalara yer verilen broşürün Ocak ayında 20 ilde dağıtılması planlanıyor.

• Kadınları birçok engelle karşı karşıya bırakan kürtajla ilgili uygulamalara dikkat çekmek amacıyla; ‘Süre’, ‘Gebe Avı’, ‘Suçlu’ ve ‘İkna Odası’ başlıklı dört video hazırlandı. Ortalama birer dakika süren videolarda yasal kürtaj süresinden ceza uygulamalarına, ikna sürecinden takip ve korunma yöntemlerine kadar pek çok konuda uygulanan fiili engellemelere işaret edildi.

İKNA ODASI: http://www.youtube.com/watch?v=jfrOr_yPBn4
SUÇLU: http://www.youtube.com/watch?v=pjy9iFTVvlE
ERKEKLER KORUNSUN: http://www.youtube.com/watch?v=Ak3AYFLJcQo
SÜRE: http://www.youtube.com/watch?v=VZrv8V1xfrE

• ‘Hangi İnsan Hakları? Film Festivali’ kapsamında kadınlarla ‘kürtaj hakkı’ konulu bir Forum Tiyatrosu gerçekleştirildi. 12 Aralık’ta, Salt Galata’da sahnelenen ilk oyunu davetli kadınlar ilgiyle izledi ve oyuna aktif olarak katıldı.

• Kürtaj yasağı, fişleme, sezaryen deneyimleri üzerinden devletin kadın düşmanlığını ifşa etmek amacıyla “Rahim Hikâyeleri” adıyla hikayeler toplandı. Kadınların doğururken, kürtaj olurken, sezaryen yaptırırken yaşadıkları kötü deneyimler http://www.kurtajhaktir.com sitesinde biriktirildi.

Platform Kimlerden Oluşuyor?

İstanbul Feminist Kolektif, Amargi, Antalya Kadın Danışma ve Dayanışma Derneği, Ayvalık Bağımsız Kadın İnisiyatifi Demokratik Özgür Kadın Hareketi, Filmmor, Gökkuşağı Kadın Derneği, Feminist Kadın Çevresi, Feminist Yaklaşımlar, İMECE Kadın Sendikası Girişimi, KA.DER Genel Merkez, KA.DER Kadıköy Şube, KA.DER İzmir, KA.DER Bursa, KA.DER Adana, KA.DER Eskişehir, Kadın Mühendisler Grubu, Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği, Kadınlarla Dayanışma Vakfı, Karadeniz Kadın Dayanışma Derneği, Mor Çatı, Sosyalist Feminist Kolektif, BDP İstanbul Kadın Meclisi, Aka-Der Kadın Faaliyeti, Anarşist Kadınlar, DİP’li Kadınlar, DSİP’li Kadınlar, Emek Partili Kadınlar, KESK’li Kadınlar, Mavi Kalem Derneği, ÖDP’li Kadınlar, SDP’li Kadınlar, Sendikal Güç Birliği Platformu Kadın Koordinasyonu, Sosyalist Kadın Meclisleri, Sosyalist Parti’li Kadınlar, TMMOB’lu Kadınlar, Kadın Emeği Kolektifi, TMMOB İstanbul İKK Kadın Komisyonu, Emekçi Hareket Partili Kadınlar, Halkevci Kadınlar, İmece Kadın Sendikası Girişimi, Kazete, TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu, İKD (İlerici Kadınlar Dayanışma Derneği), Yeşiller ve Sol Gelecek Partili Kadınlar vb

kurtaj-eylemGüvenli, erişilebilir, sağlıklı, ücretsiz kürtaj hakkı talebiyle bir araya gelen kadınlar olarak diyoruz ki;

•Kürtaj hakkı kadınların kendi bedenleri ve doğurganlıkları üzerindeki söz hakkının bir parçasıdır. Hükümetten bir an önce bütün kamu ve özel hastanelerde kürtajda 10 haftalık yasal süreye uyulmasını ve yasal süresinin 12 haftaya çıkartılmasını istiyoruz.

• Kadınların doğum kontrol yöntem ve araçlarına ulaşmasının önündeki engellerin kaldırılması, ücretsiz, sağlıklı, erişilebilir ve güvenli koşullarda kürtajın sağlanmasıyla birlikte kadınların yaşam hakkının güvenceye alınmasını;

• Tecavüz durumlarında kürtaj süresinin başka ülkelerde olduğu gibi en az 24 hafta olmasını,

• Kürtajda koca izninin kaldırılmasını ve kadının kendi kararının esas alınmasını,

• İstenmeyen gebeliklerin önlenmesi için gerekli doğum kontrol yöntem ve araçlarına kolay ve bedelsiz erişimin sağlanmasını, suça maruz kalınması durumunda, “tecavüz sonucu ortaya çıkan gebeliklerde “savcılık izni” talebiyle kürtajın fiilen engellenmemesini, kadının beyanının yeterli görülmesini,

•Kürtaj klinikleri ve hastanelerinde son tıbbi teknoloji doğrultusunda, gebeliğin sonlandırılması için konulan yasal sürenin uygulanarak sağlıklı koşullarda kürtaj servisinin sağlanmasını,

•Doğum kontrol yöntemlerinin arttırılmasını, doğum kontrol araç ve ilaçlarının ücretsiz ve kolay erişilir olarak sağlanmasını, özellikle erkekler için doğum kontrol yöntemlerinin arttırılmasını ve yaygınlaştırılmasını,

•Bir doğum yöntemi olan sezaryeni neredeyse yasaklayan yasanın yürürlükten kaldırılmasını, hamile kadın ve bebeğin sağlığı göz önüne alınarak doğumun hangi yöntemle yapılacağına devletin değil; hekim ve hamile kadının birlikte karar vermesini sağlayacak bir yasanın yürürlüğe sokulmasını talep ediyoruz.

EK: 2013 Ocak-2016 Ekim arasındaki faaliyetlerden:

• Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu, 3 Mayıs 2013 tarihinde Kürtaj yapmayan/kürtaj yaptırmanın önüne engel koyan hastanelerde uygulamaların kürtaj hakkı yönünde düzenlenmesi talebiyle, bir eğitim-araştırma hastanesi olup kadın doğum bölümü olduğu halde kürtaj yapmayan hastanelerden biri olan Taksim İlk Yardım Hastanesi bahçesinde bir basın açıklaması yaptı.

• İspanya Hükümetinin kürtaj hakkını yasaklamaya yönelik yasa tasarısı İspanya ve Avrupa’nın her yerinde kadınların tepkisiyle karşılaştı. Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu, İspanya’da kürtaj hakkından vazgeçmemek için mücadele eden kadınlarla dayanışmak için 1 şubat 2014 tarihinde İspanya Konsolosluğu önünde bir basın açıklaması yaptı.

• Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu 30 Mart 2014 tarihinde yapılacak mahalli idareler genel seçimlerinde, kadınları kürtaj yasakçılarına oy vermemeye ve ‘Kürtaj yasakçılarına oy yok’ demek için 28 Mart 2014 tarihinde mor giyip sokağa çıkmaya çağırdı.

• 26 Mart 2014 tarihinde Kadıköy sokaklarında Kürtaj yasakçılarına oyumuz yok!! #kurtajyasalhastanedeyasak yazılmaları yapıldı.

• 28 Mart 2014 tarihinde Kürtaj yasakçılarına oyumuz yok!! #kurtajyasalhastanedeyasak sosyal medya eylemi yapıldı.

• Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu, 3 Ekim 2016 tarihinde Polonya’da kürtajın yasaklanması girişimine direnen Polonyalı kadınlarla dayanışma mesajı yayınladı.

KÜRTAJ HAKTIR KARAR KADINLARIN PLATFORMU

*Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu Ocak-2013 tarihinde, platformun kimlerden oluştuğunu, amacını ve faaliyetlerini bir metinde topladı. Platformun Ocak 2013- Ekim 2016 arasındaki faaliyetlerini de facebook sayfasındaki paylaşımlardan derledik.

  Kürtaj hakkımızdan vazgeçmeyeceğiz, kürtaj yasakçılarına oy vermeyeceğiz!

  İstemeden Hamile Kalırsanız!

  Kürtaj Yasada Hak Hastanede Yasak!

  Yasada Hak Hastanede Yasak!

  Kürtaj Uygulamalarına Dair Videolar Yayında!

  Kadınlara çağrı; Rahim Hikayelerimizi Anlatıyoruz…

  ‘Bekaret, Gebelik, Kürtaj fişlenemez’

  Kürtaj Haktır, Pazar Günü Yürüyoruz!

  Kurtaj Yasağına Karşı 17 Haziran’da Kadınlar Ankara, İstanbul ve İzmir’de Sokakta

  Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu/Tanıtım

  Kürtaj Haktır Karar Kadınların/Haziran 2012

  Kadıköy’de “Kürtaj Haktır” Eylemi Yapıldı

Derleyen. Filiz Karakuş

Kürtaj Toplumsal Bir Hak

krtaj-hakk

Ayşe Toksöz-Özlem Barın

Patriyarkal sistem içerisinde kürtaj, kadınların bedenlerinin, cinselliklerinin ve doğurganlıklarının denetlenmesine karşı, kadınların kendi bedenlerini, yaşamlarını belirleyebilmelerinin ayrılmaz bir parçası.

Kadınlar istenmeyen gebeliklere maruz kaldıkları müddetçe, bu gebelikleri sağlıklı bir şekilde sonlandırmak, kadınların kendi bedenlerini ve yaşamlarını belirleyebilmelerinin bir önkoşulu olmaya devam edecek.

Bugün hem Türkiye’de hem de genel olarak dünyada neoliberal politikalar ve yükselen muhafazakârlık altında kürtaj karşıtlığının artması, kürtajı yasaklama girişimlerinin hız kazanması hiç de tesadüf değil. Kadınların bedenleri, doğurganlıkları, cinsellikleri ve bu yolla kimlikleri ve emekleri üzerinde denetimi tahkim etmenin saç ayaklarından birini kürtajı yasaklamak, kadınların kürtaja erişimini sınırlandırmak, kürtajı tüm toplumu ilgilendiren bir ahlaki mesele olarak sunup kadınların karar verme kapasitesini sınırlandırmak ve kadınlığı annelikle özdeşleştirmek oluşturuyor. Bu saldırı karşında, kadınlar olarak kürtaj hakkını en temel haklarımızdan biri olarak savunmak, erkek egemenliğine, patriyarkal kapitalizme karşı ciddi bir darbe indirmek anlamına geliyor.

Fakat feministler olarak kürtajı vazgeçilmez bir hak olarak savunurken, kazanılmış ya da verili bir hakka yönelik saldırı karşısında salt bu hakkı korumak adına soyut bir yerden mücadele etmiyoruz. Kürtaj tartışmasının embriyonun yaşam hakkı gibi ahlaki bir düzeye çekildiği ideolojik bir ortamda kürtajı kadınların kendi yaşamlarını belirleyebilmelerini, kendilerini gerçekleştirmelerini mümkün kılan bir hak olarak kurgulamak gerekiyor. Kürtajı bu şekilde savunurken ise, kadın bedenini ve cinselliğini, kadınların yeniden üretim kapasiteleri ile birleştiren bir biyolojik özcülüğe düşmemeye ve kürtaj hakkını bireysel bir seçim özgürlüğüne indirgememeye dikkat etmek gerekiyor.

Kişinin bedenin metalaştırılmasına, nesneleştirilmesine, dışarıdan belirlenmesine karşı bedensel dokunulmazlığı ve bedeni üzerindeki kendi denetim hakkını bir doğal hak olarak savunmak elbette önemli. Fakat kürtaj hakkını bedeni bir özel mülkiyet olarak kurgulayan ve mahremiyet üzerinden tanımlayan liberal bir anlayış üzerine oturtmak, kadınların yeniden üretim kapasitelerinin patriyarkal bir toplumsal düzen içinde belirlendiğini, dolayısıyla da kürtajın kadınlar için bir ihtiyaca, zorunluluğa tekabül ettiği gerçeğini göz ardı ediyor. Kürtaj kararının kadınlara ait olduğunu söylerken, “Bedenim benim, embriyo, cenin de benim bedenimin bir parçası, benim malım, ister beslerim, ister atarım, cinsiyetini beğenmedim aldırırım,” gibi keyfi ve atomize bir birey anlayışından hareket etmiyoruz elbette. Çünkü böylesi bir keyfiyet, tam da kadınlar açısından ciddi tehlikeler barındırıyor. Her şeyden önce kadınların cenini bedenlerinin bir parçası olarak görmedikleri, istenmeyen gebelik durumunda bedenin bir işgali olarak algıladıkları şeklindeki deneyimlerine ters düşüyor bedensel mülkiyet anlayışı. Keyfiyet tahayyülü, kadınların yeniden üretim kapasiteleri üzerindeki denetimlerini hem soyut hem de mutlak kılıyor. İstenmeyen gebeliklerde erkeklerin rolünü göz ardı ettiği kadar, yeniden üretimi, doğurganlığı kadınların biyolojik olarak belirlenen, kaderleri olan özel bir alan olarak da mutlaklaştırıyor. Erkek egemen denetim de zaten bu mutlaklaştırma üzerinden işliyor. Soyut bireyci bir hak anlayışına karşı belirli bir toplumsallık içinde belirli ihtiyaçlarla şekillenen, bu ihtiyaçlarının karşılanmasıyla kendini gerçekleştiren somut bir birey anlayışı üzerinden, kendi bedenlerimiz üzerindeki kontrol ve kendini belirleme hakkını pozitif bir noktadan kurgulamalıyız. Patriyarkal ilişkiler içinde, kadınlar hamilelikten bedensel, ruhsal, cinsel olarak daha fazla etkilendiği için ve çocuk bakımının yükü kadınların üzerinde olduğu için kürtaj hakkını kadınların, kendilerini kendi ihtiyaçları doğrultusunda gerçekleştirme hakkını tanıyan, mümkün kılan bir koşul olarak savunuyoruz. Patriyarkal ilişkiler bağlamında ve kadınların toplumsal özgürleşmesi perspektifi içinden düşünmediğimizde tek başına hak kavramı soyut olduğu kadar durağan bir kavram. Var olan toplumsal ilişkileri hedef almayan, patriyarkal tahakküm biçimlerine meydan okumayan, kürtaj hakkını salt bir kürtaj hizmetine erişim hakkı olarak gören bir sabitlemeye de düşmemeliyiz. Kürtajı daha geniş bir özgürleşme perspektifi içinden, kadınların kendi bedenlerini, cinselliklerini, yaşamlarını belirleyebilmeleri, doğurganlıkları üzerindeki patriyarkal tahakküme dur diyebilmeleri, kendilerini gerçekleştirebilmeleri için bir toplumsal hak olarak savunmalıyız.

Bütün bunları söylerken, özcülüğe düşmemek adına biyolojinin rolünü yok saymamak da gerekiyor. Kadın bedeni, cinselliği ve doğurganlığı arasındaki ilişki devam ettiği müddetçe, kadın bedeni hamileliğin gerçekleştiği ortam kaldığı müddetçe kararın kadınlara ait olması gerekiyor. Bu, kürtaj hakkının ve kadınların kendi bedenlerini kontrol ve belirleme hakkının sadece politik bir talep olmadığı, maddi bir gereklilik üzerinden de yükseldiği demek. Bu biyolojiye dayanan maddi gerekliliği, yukarıda bahsettiğimiz üzere “doğal” olana indirgememek elbette önemli. Üreme konusunun biyolojiye dayanan temeli, konunun çetrefil yanlarından biri olsa da, “doğal” olan ile “toplumsal” olan arasındaki ayrımı mutlak olarak almazsak, biyolojik süreçlerin daima toplumsal kurumlar tarafından dolayımlanıyor oluşunu daha iyi kavrayabiliriz. Bir başka deyişle, bedenselliğin bu konudaki merkezi konumu, üremeyi “doğal” bir süreç haline getirmez; tersine, bu bedensel süreç daima sosyal olarak şekillendirilir.

Hali hazırda içinde yaşadığımız toplumlarda bu kurumların erkek egemen bir karaktere sahip olması, kadınlar arasında bir deneyim ortaklığı kuruyor. Kürtajla ilgili içinde bulunduğumuz süreç, bu ortaklığın sınıf, etnik köken ve coğrafi konum gibi farklılıkları nasıl aştığını kanıtlar nitelikte: devlet hastanelerinde, özellikle küçük yerleşim yerlerinde kürtaja erişimin giderek zorlaşmasının ve ardından kürtajı “vicdani” olarak reddeden özel hastanelerin çoğalmasının, bugün kürtaja karşı başlatılan geniş çaplı saldırının habercisi ve ilk adımları olduğunu görüyoruz. Bu, kadınlar arasındaki eşitsizliklerin ve farklılıkların ortadan kalktığı anlamına değil; tüm kadınların ihtiyaçlarına cevap verebilecek, kapsayıcı feminist politikalar üretebilmenin önemine işaret ediyor.

“Tercih” ve “kadınların tercih hakkı” kavramları, yukarıda ele aldığımız gibi, bu aşamada yetersiz kalıyor. Tercihlerin, daima belirli bir sosyal bağlam içerisinde kullanıldığını gözden kaçırmamak gerekir. Bu demek değil ki mevcut toplumsal koşullar tarafından ikincilleştirilen ve marjinalleştirilen grupların kullandığı tercihler “tercih” sayılmaz. Fakat bu denklemde odaklanılması gereken terim tercih değil, toplumsal koşullar olmalı.

İşte bu yüzden, “kürtaj hakkı”nı bireysel bir hak gibi değil, bir toplumsal hak olarak kavramsallaştırmanın önemine inanıyoruz. Yine de, burada kaçınmamız gereken bir tuzak daha var: “Kadın tecavüze uğrasa da doğurmalı, gerekirse devlet bakar,” diyenlere karşı “Doğmuş çocukların bakımı için devlet şimdiye kadar ne yaptı ki?” diye cevap verildiğinde, sanki toplumsal koşullar daha uygun olsa – diyelim ki, devlete güvensek (!) ya da sosyalizm gelse (!) – kürtaj vazgeçilebilir bir şey haline gelecekmiş gibi bir anlam çıkıyor. Vurgulamak gerekir ki bireysel hak anlayışını eleştirmemiz, hamileliğin kadınların bedensel olarak yaşadığı bir gerçeklik olduğunu göz ardı edebileceğimiz anlamına gelmiyor.

Burada belki hak kavramının içeriğine dair bir not düşmekte yarar var: elbette haklar, kendinden menkul, “sahip olunan” ya da “verilen” yetkileri değil; toplumsal düzenlemelere ilişkin fikir ve talepleri içerir. Bu anlamda, kürtajı bir hak olarak görmek, ne bireyselliğe, “tercih”e, yaşam tarzına öncelik vermektir; ne de kürtajı koşulsuz bir iyilik olarak kabul ettirmeye çalışmak. Eğer hakları, yalnızca yasal olarak tanımlanmış mukavemetler değil, etrafında örgütlenilebilecek kaynaklar olarak düşünürsek; “Kürtaj haktır,” demek, kadınları annelik üzerinden tanımlayarak onları ikincilleştiren, bedenleri üzerindeki tasarruflarını yok sayan patriyarkal sisteme karşı “Bedenimiz bizimdir” fikrini bir kez daha ileri sürmenin bir yoludur.

“Toplumsal hak” kavramının bireysel hak ve insan hakları kavramlarından ayrıştığı nokta burası. Çünkü kürtajı toplumsal hak olarak talep etmek, kürtaj yaptırmayı istemekten öte, kürtajın hangi koşullar altında bir zorunluluk haline geldiğini açık etmeyi de içeriyor: erkeklerin cinsel sorumsuzluğunun tolere edildiği, hatta desteklendiği; buna karşın üremeye ilişkin her konunun (doğum kontrolünden çocukların yetiştirilmesine) sorumluluğunun kadınların omuzlarına yüklendiği gerçeğini. Feministler, yalnızca açık etmekle kalmayıp, bunu değiştirmek için de mücadele veriyor: doğum kontrolüne erişimin yaygınlaştırılması, sorumluluğun daha eşit biçimde paylaşılması için. Bunun yanında, kadınların bedenleri üzerindeki kontrolün ne olursa olsun kabul edilemez olduğunun altını çiziyor.

Kadınların bireysel (hamilelik ve kürtaj) deneyimleriyle, üremenin toplumsal karakteri arasında bir uyuşmazlık, en azından feminizm açısından bir formül üretme zorluğu varmış gibi görünse de, bu kopukluk aslında yine ikilikler üzerinden düşünme alışkanlığının bir sonucu. “Bedenimiz bizimdir” fikri, hem kadınların bedenleri üzerindeki tasarrufunu, hem de kadınlara doğurganlık üzerinden biçilen sosyal konumu bir araya getirdiği için, feminist politika için vazgeçilmez bir zemindir.

Kürtaj Haktır Karar Kadınların/Haziran 2012

kurtajkararSevgili Kadınlar,

Bizler, Kürtaj hakkımızın geri almaya kalkanlara dur demek için Türkiye’nin her yerinde bir araya geliyoruz. Polis müdahalesiyle karşılaşıyor, tartaklanıyor, gözaltına alınıyor ama ısrarla, çoğalarak bedenlerimize, hayatlarımıza müdahale edilmesine karşı çıkıyoruz.

Karşı çıkıyoruz. Çünkü kürtaj değil, kürtaj yasağı cinayettir. Sağlıksız koşullarda kürtaj yaptırmak zorunda kaldığı için yılda seksen bin kadını kaybediyoruz. Ücretsiz, sağlıklı, güvenli doğum kontrol ve kürtaj hizmeti sağlanmadığı, kürtaj yasaklandığı, doğum kontrolü sadece kadınların üzerine yıkıldığı için yılda seksen bin kadını kaybediyoruz. Kürtaj yasağı kadınları “merdiven altlarında” ölüme terk etmek, daha çok kadını kaybetmek demek olacağı için karşı çıkıyoruz.

Karşı çıkıyoruz. Çünkü Bedenimiz, Cinselliğimiz ve Doğurganlığımız Başbakan ya da Koca ya da Hoca, hiç kimse tarafından denetlenemez. Kilise-Mutfak-Çocuk ya da 3 -5 Çocuk ya da Fıtrat-Yaradılış diyerek bizi eve göndermeye ve hapsetmeye yeltenen bıyıklı siyasetçilerin yüzlerce yıllık tahayyüllerine karşı çıkıyoruz.

Karşı Çıkıyoruz. Çünkü Kürtaj değil Uludere katliamdır. Günde beş kadının savcılıklara, karakollara başvurduğu halde korunmaması ve devletin bilgisi dâhilinde öldürülmesi katliamdır.  Kadınların, çocukların sağlığı, can güvenliği, yaşam haklarının değil dini referansları bile muğlak olan “cenin haklarının” dillere pelesenk edilmesine karşı çıkıyoruz.
Bizler, 8 Haziran Cuma akşamı Saat: 20.00’da Galatasaray Meydanı / İstanbul, Adana, Mersin, Alsancak / İzmir, Sümerpark / Diyarbakır, Çanakkale, Sinop, Antalya, Eskişehir, Van, Ankara, Sakarya‘da “Kürtaj Haktır, Karar Kadınların” demek üzere buluşuyoruz.
Hepinizi bizimle birlikte karşı çıkmaya, yasakçı, denetçi, kadın düşmanı politikalara yol vermemeye çağırıyoruz.

Facebook: http://www.facebook.com/events/427273233973668/

Twitter: https://twitter.com/#!/kararkadinlarin

İletişim: kurtajhaktirkararkadinlarin@gmail.com

“Kürtaj Haktır” Ne Demek?

bedenimiz-bizimdir_kurtaj-haktirCemre Baytok

Erdoğan, kürtaj ve sezaryen cinayettir diye önce, her kürtaj bir Uludere’dir diye de ertesi gün söyleyiverdi. Ardından da, başka bir politik atmosferde olunsa, her birinin arkasından sokağa çıkılacak laflar sarfedildi devlet mercilerinden. Ötesinin artık görünmediği nokta da Melih Gökçek’in “tecavüzden olan çocuk mu ölecek, anası ölsün” sözü oldu.

Devamını Oku…

Abortion is a Right, Decision Belongs to Women/Istanbul Feminist Collective

kurtajhakAbortion right has been put under attack in Turkey by the Prime Minister Erdoğan repatedly saying “I see abortion as murder”. He then outrageously likened abortion to Uludere, the village in Turkey’s Iraqi border where 34 Kurdish civilians were killed by a military airstrike, couple of months ago. Following these statements of the PM, Health Minister expressed that they were working on a new bill that would ban abortion and caesarean, adding that the state would take care of babies born because of incidents of rape.

Devamını Oku…

Kadıköy’de “Kürtaj Haktır” Eylemi Yapıldı.

img_4769AKP’nin “kürtajı yasaklama” girişimine karşı  Kadıköy’de çok sayıda grubun çağrısıyla Boğa Heykeli önünde buluşan binlerce kadın “Kürtaj hakkını tartışmıyoruz, bedenimiz bizimdir’ ve ‘Kürtaj haktır,Uludere katliam’ pankartlarını taşıyarak İskele Meydanı’na yürüdü.  İskele Meydanı’nda fiili bir miting yapıldı. 3 Haziran 2012

Ayşe Paşalı Davasına Ulaşan Köprünün/Yolun Başlangıcı Ayşe Yılbaş Davası…

mor_nokta_2_ayse_yilbas

O. Meriç Eyüboğlu

Ayşe Yılbaş aramızdan ayrılalı 4 yıl oldu.

Karar ‘erkeklik indirimi’nedeniyle bozuldu.

Yargılama sürüyor…

Ayşe Yılbaş… 2007 yılının son aylarında, galiba üç-dört kez görüştük. Ne çok zaman geçmiş! Biliyorum ki pankartlarda, dövizlerde, göğsümüze iliştirdiğimiz kokartlarda fotoğrafları olmasa, yüzünü hatırlayamayacağım…

Ayşe’nin ölüm haberi bir Cuma günü öğlen saatlerinde telefonla iletildi. Takvimler 22 Şubat 2008’i gösteriyordu… Boşanmaya çalıştığı, kendisini bir Cuma günü öğlen saatinde/ezan vaktinde öldüreceğini defalarca söyleyen; Astsubay Kıdemli Çavuş, (göğsünü gere gere söylediği gibi Jitem’ci) Hüseyin Güneş Özmen tarafından öldürülmüştü.

Avukatı olduğum için bana haber veriyorlardı…O zamana kadar hiç böyle bir ölüm haberi almamıştım. Epey bir süre ne yapacağımı bilemedim.

Ayşe, Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde öğrenciydi. Artık son senesiydi, katilinin hayatında yol açtığı tüm zorluklara ve imkansızlıklara rağmen, eninde sonunda Üniversiteyi bitirecek ve doktor olacaktı… Ama ölüm mahalli, o esnada staj yapmakta olduğu Nöroloji servisinin koridorları oldu…

Cerrahpaşa’ya gittiğimde savcı da gelmişti. O sırada bölük pörçük öğrendim; bir şarjör yetmemiş, ikinci şarjörü de boşaltmış… Ayşe (muhtemelen dönüp kaçmaya çalışırken) ilk olarak kafasının arkasından vurulmuş. Sonraki kurşunların tamamı da doğrudan kafasına ve göğsüne isabet etmiş. Toplam 15 kuşundan sadece bir tanesi öldürücü olmayan bir uzva, koluna gelmiş.

Yetmemiş, ceketiyle Ayşe’nin üzerini örtmüş, soğukkanlılıkla başında beklemiş. Teslim olmamış, ben jandarmayım, jandarmaya teslim olurum diye bağırarak, Ayşe’nin yanına kimseyi (sağlık çalışanlarını) yaklaştırmamış…4 ya da 5 güvenlik görevlisi tarafından etkisiz hale getirildiğinde, Ayşe’ye ulaşıp ilk müdahaleyi yapan hekimlere “yoksa ölmedi mi?” diye soracak kadar aklı başındaymış… Götürülürken tekbir getirmeyi ihmal etmemiş…

O gün iki şey istiyordum, bunu çok net hatırlıyorum. Evime gitmek ve bir daha çıkmamak… Bir de Ayşe’nin “beni öldürecek biliyorum” dediği anı unutmak… Hadi canım demiştim, o kadar kolay mı? Belki burası dağ başı mı? diye de eklemiştim. Çünkü O’na inanmamıştım. Ölümün bu kadar yakınında olduğuna…

O günlere ilişkin hatırladığım bir başka an da, Küçükçekmece Sulh Ceza Mahkemesi’ne yazdığımız dilekçe… Ayşe ve annesi, katil hakkında şikayetçi olmuştu. Tehdit, hakaret ve darp nedeniyle…(Aslında böyle bir sürü dava vardı). Duruşması yakındı bu nedenle Mahkemeye hitaben bir dilekçe kaleme aldık, “şikayet dilekçesinde yer alanlar gerçekleşti, müvekkilimiz sanık tarafından öldürüldü” diyen…

Yargılama sürecini onlarca feminist avukat ve feminist aktivist birlikte takip ettik. Ama sanık ve vekili tarafından iddia edildiği gibi, Ayşe Yılbaş aramızdan birilerinin müvekkili olduğu için değil… Bunun bir kadın cinayeti davası olduğunu düşündüğümüz için. O yıllarda ne “kadın cinayeti” kavramı biliniyordu, ne de “haksız tahrik” indiriminin istisnasız tüm kadın cinayeti davalarında uygulandığı ve erkek katilleri koruduğu bilgisi yaygınlaşmıştı. Feminist hareketin bu davayı sahiplenmesinin asıl nedeni bu politik tespitleriydi. Tabii bir de Ayşe’nin yaşadıklarının bize yabancı olmaması, hatta pekçoğumuz için tanıdık olması…

Bugünden bakılınca geldiğimiz noktanın, kadın cinayetlerine ilişkin oluşan bu “duyarlılık” ve “farkındalığın”, hatta Türk Ceza Kanunu’nun 29. Maddesinde yer alan “haksız tahrik” indirimi konusunda bile yol alınmış olmasının, Ayşe Yılbaş davasıyla ilk adımlarını attığımız feminist kampanyadan geçtiği görülüyor.

Biz bir yandan katilin ceza alması-adaletin yerini bulması, diğer yandan devletin kurumlarının, somut olarak da yargının cinsiyetçi bakış açısından kaynaklanan “haksız tahrik” indirimlerini uygulamaması, kadın kurumlarının neden taraf olduğunun, neden davaya müdahil olmak istediklerinin anlatılması/anlaşılması için çaba harcadık.

Katil ve sanık avukatı ise, ceza almamak için ellerinden geleni yaptılar. ‘Şuuru yerinde değildi’, ‘şizofrendi’, ‘cezai ehliyeti yoktu’, ‘seviyordu, perişan oldu’, ‘çocuğu için yaptı’, ‘derin bir elem ve gazap içindeydi’, ‘onlarınki bir aşk hikayesiydi, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı kadar birbirlerini seviyorlardı, her şey Ayşe’nin ailesi yüzünden oldu’ …tüm kadın cinayeti davalarında ileri sürülen gerekçeleri, ardı ardına sıraladılar.

7 Mayıs 2008 tarihinde başlayan yargılama, 28 Temmuz 2009 tarihinde sona erdi. Hüseyin Özmen, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı.

Bu karar Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından katil Hüseyin Özmen’in lehine bozuldu.

Yargıtay’ın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını oy birliğiyle bozmasının gerekçesi ise sanığın bu cinayeti tasarlayıp-tasarlamadığının, planını sabırla ve ısrarla uygulayıp-uygulamadığının, öldürme kararını ne zaman verdiğinin belli olmadığı “kanaati” (!)

Bu cinayetin önceden tasarlanıp işlendiğini gösteren bunca delil varken, bozma kararı verilmesini anlayabilmek güç. Feminist cepheden bakınca ise bu durumun adı belli; “erkeklik indirimi”

Ayşe…buralardan gideli ne çok zaman oldu. Ama hâlâ ailesi ve oğlu Berkay “adaletin tecellisini” bekliyor. Son olarak 21 Şubatta, yani ölüm yıldönümünden bir gün önce duruşması görüldü. Katili bir kez daha görmek, “kadın örgütlerinin menfaat temini amacıyla bu davayı takip ettiklerine ilişkin” zırvalıklarını dinlemek zorunda kaldık.

Avukatı istifa etti ama çook geç kalmış bir istifa… Zaten sanığın tutuklu kaldığı süre düşünülünce iyi niyetli olarak kabul edilmesi de zor görünüyor. Zaman kazanmak/yargılamayı uzatmak için yapılmadığını düşünmek ne kadar mümkün!? Nitekim Baro’dan yeni avukat atanacak, biraz zaman geçecek. Sanık “hakimin reddi” talebinde bulundu, prosedür işleyecek, biraz daha zaman geçecek. Eminim bu aşamadan sonra bir şeyler daha bulup-buluşturacaklar…biraz daha zaman geçecek. Sanık belki de, yargılama sona ermeden dışarı çıkacak. Ne mi olacak? Yaptığı yanına kar kalmış olacak, sürekli olarak anneanne ve dedeyi rahatsız edecek (içerdeyken de çeşitli kereler şikayetçi oldu, oğluna iyi bakılmadığını, dövüldüğünü falan iddia etti), oğlunu almaya çalışacak… (herhalde annesini 15 kurşunla vahşice öldürdüğünü övüne övüne anlatacak!!!)Olmadı yeniden öldürecek…3-5 yıl yatıp çıkacak…

Ne olursa olsun…feministler ve feminist avukatlar olarak bu davanın peşini bırakmayacağız.

Son olarak ve tekrar pahasına belirtmeliyim ki; Ayşe Yılbaş’ın davası, yargının cinsiyetçiliğini ve somut olarak da “haksız tahrik” indirimlerini gündemleştirmemiz, 4320 sayılı Kanun çerçevesinde verilen koruma kararlarının ne denli etkisiz olduğunu anlatmamız, bu davaları takip etmemizin/müdahil olmamızın sonuçlarını kamuoyuna yansıtmamız yönlerinden bir İLK’ti. O’nun davası vesilesiyle başlattığımız “kadın cinayetleri politiktir” kampanyasının feminist harekete ne kattığı, daha da önemlisi “kadın cinayeti” davalarını nasıl etkilediği ortada…

Ayşe Yılbaş davasıyla başladığımız yolculuk, bu davaların bir başka sembol ismi olan Ayşe Paşalı davasında, katil erkeğe “haksız tahrik” indirimi uygulanmamasına neden oldu… Böylesi kararlar umudumuzu arttırıyor. Ama ne olursa olsun öncelikli isteğimiz; öldükten sonra “adalet” değil, özgür, eşit ve güvenli yaşama hakkı…

Şiddet Yasası Kimin İçin?

8-mart-2012-262Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun

Yaklaşık bir yıl süren çalışmalar sonucunda Türkiye’nin yeni bir şiddetle mücadele yasası oldu. Farklı platformlarda yer alan kadın örgütleri yasa taslağı tartışmalarına kendi çaba ve ısrarlarıyla dahil oldular.

Devamını Oku…

Cezaevinde Taciz Davası…

Davanın 5.duruşması 30 Mayıs’ta Adana Ağır Ceza Mahkemesi’nde…

cezaevinoe-siddetKadına yönelik taciz ve tecavüzde pek alışık olmadığımız ama aslında her olayda olması gereken bir durum Adana’da yaşanmakta.

Devamını Oku…

Erkeklere Tecavüz Etmemeyi “Öğretin”…

tecavzclere-seslenSanırım 5 yaşındaydım. Bir gün sokakta kayboldum. Belediye binasına götürdüler beni. Annem “Yabancı erkeklere yaklaşma; seni iğneli beşiğe koyarlar!” derdi. Belediye binasında aklımda hep iğneli beşik vardı. Etrafa bakındım göremedim. Sonra evi tarif ettim.

Devamını Oku…

Bakanlık Suçtan Zarar Gören mi?

cesitli-subat-ortasi-186Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Kadına Yönelik Şiddet Suçlarında “Suçtan Zarar Gören” midir Hakikaten?

8 Mart Günü AKP’nin popülarist salvosuyla apar topar meclis gündemine taşınan yeni şiddet yasamız, iyice tırpanlanıp feminizmden “temizlendikten” sonra, 20 Mart 2012 günü yürürlüğe girdi.

6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, AKP’nin şiddet meselesini aile içinde çözme anlayışının bir ürünü olarak oluştu.

Devamını Oku…

Katil Olan Ben Değilim

sirnak_bombalama_koylulerT.A.

Başbakan “Yatıyorsunuz kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz, her kürtaj bir Uludere’dir” buyurmuş. Otuzlarına gelen, iki kez kürtaj yaptırmış bir kadın olarak, sanki PKK’li olsa yapılması hakmış gibi yargısız infaz edilen onlarca sivilin katili devletle, aynı suçu paylaştığımı iddia etmesi, hem devletin suçunu hafife alıyor, hem de beni işlemediğim bir suçla itham ediyor.

Devamını Oku…

Erdoğan’dan İlk Değil Son Adım

eskisehir-kurtaj-eylemAyşe Toksöz

Başbakan’ın kürtajla ilgili ardı ardına belirttiği görüşler (!) haklı bir endişe duygusu uyandırdı: kürtaj karşıtlığının Türkiye’de (ezeli emsali Amerika’da olduğu gibi) resmi ağızda yer bulması, kürtajın yasaklanmasına doğru giden ilk adım görüntüsü çizdi.

Devamını Oku…

Avrupa’da Kürtaj…

women_on_waves1-copy-640x553Özlem Barın

La Lutte Continue (Kavga sürüyor)

Kürtaj hakları mücadelesi, kadınların kendi bedenlerini ve yeniden üretim işlevlerini kendilerinin belirlemesinin bir gereği olarak feminist hareketin ayrılmaz bir parçası olageldi.

Devamını Oku…

Patriyarka, Kapitalizm ve Doğurganlığın Kontrolü

kurtaj2Ayşe Toksöz

Kadınlar, Orta Çağ boyunca ‘kadın bilgisi’ olagelmiş ve onlara kendi bedenleri üzerinde neredeyse mutlak tasarruf yeteneği sağlamış olan doğurganlığa ilişkin bilgi alanından tamamen dışlanmış; doğurmaya mahkûm kılındıkları çocuklarla beraber eve kapatılmıştır.

Devletlerin -ve 20. yüzyıldan itibaren giderek (Dünya Bankası, IMF gibi) ulus-üstü kuruluşların- müdahalesi, nüfus hareketlerinin, ve aslında insanların hayatlarının, sermayenin çıkarlarına uygun biçimde düzenlenmesinin yolunu açıyor.

Sosyal Bir Olgu Olarak Doğum

Kürtaja ilişkin tartışmaları, ‘yaşam-yanlısı/seçim-yanlısı’ ikiliğinin bir adım ötesine çekmek, kadınların bedenlerine doğurganlıkları üzerinden nasıl el konulduğunu ortaya koymak; erkek egemenliğine ve kapitalizme ilişkin daha bütünlüklü bir eleştiri yapabilmek için elzem. Ben de bu yazıda, feminist teorisyenlerin çalışmaları doğrultusunda, erkek egemenliği-kapitalizm-nüfus-doğurganlık konuları arasındaki bağlantıları kurmaya çalışacağım.

Belki öncelikle belirtmem gereken nokta, yapmaya çalışacağım tahlilin genel olarak doğumdan bahsetmediği. Bu yazı, doğum olgusunun belirli bir tarihsellik içerisinde nasıl sosyal olarak kurulduğunu ve bunun da iktidarın belirli bir biçimde tesis edilişiyle olan ilişkisini ortaya koymayı hedefliyor. Nitekim kürtaj, doğum olgusunun nasıl algılandığı ve anlamlandırıldığıyla doğrudan bağlantılı.

Marx’a yöneltilen ‘cinsiyet körü’ olduğu yönündeki feminist eleştiri; cinsiyetin, üretim ve yeniden-üretim süreçlerindeki başat rolünü görmemiş olmasına dayanır. Doğumsa, elbette, bu yeniden-üretim süreçleri içerisinde merkezi bir yere sahiptir. Marx’ın nüfus konusunu ele alışı, doğumu nasıl “tamamen doğal” bir olgu olarak kabul ettiğini, dahası, kadınlarla erkeklerin bu olgudan nasıl farklı biçimde etkilendiklerini görmediğini ortaya koyar: Kullandığı ‘artık nüfus’, ‘doğal artış’ gibi kavramlar, nüfusu ekonomik süreçlere mekanik biçimde cevap veren, emek-sermaye çelişkisi dışında bir çelişki barındırmayan bir konu olarak resmeder.

Oysa patriyarka ve kapitalizm ilişkisini inceleyen kimi feminist çalışmalar, kapitalizmin nasıl her zaman erkek egemenliğinden beslenerek kurulduğunu ortaya koyar. Erkek egemenliği, kapitalizmin tanımına dahil olmasa da, yani artık değer üretiminin mantığında içkin olmasa da, tarihsel olarak kapitalizm her zaman erkek egemen olmuştur; çünkü kadınların (doğallaştırılmış) ev içi karşılıksız/görünmeyen emeği, sermaye birikimi açısından gerekli bir koşuldur: “…Karşılıksız emek üzerinde yükselen yeniden üretim alanı, ‘özgür’ emekçilerin yeniden üretildiği alan olarak kapitalist üretim ilişkilerinin gizli zeminini oluşturur.”

Kadın Bedeninin Bilgisi

İtalyan feminist Sylvia Federici, Avrupa’da feodalizmden kapitalizme geçiş sürecini incelediği çalışmasında , bu bağlantıya vurgu yapar. Federici’ye göre; kadınların sömürülmesinin ve bedenlerine el konulmasının bu süreçte aldığı biçim, kapitalizmin daha sonraki evreleri açısından da belirleyici olmuştur. ‘Ev içi’ alanın oluşumu, bilhassa doğum ve doğurganlığa ilişkin meseleler, bu yeni sömürü ve el koyma biçiminin merkezini oluşturur.

16. yüzyıl sonu-17. yüzyıl başında, Amerika Kıtası’ndaki İspanya ve Portekiz sömürgelerinde yerlilerin adeta soykırıma uğratılması, Avrupa’daysa çiçek ve benzeri salgın hastalıklar sonucu bir “yoksul kırımı”nın yaşanmasıyla, nüfusta daha önce görülmemiş bir düşüş yaşanır ve yeni oluşmakta olan kapitalizm, ilk küresel krizini doğurur. Bu kriz, devletlerin duruma el koyması ve “nüfus çokluğunun, bir ulusun zenginliğinin temelini oluşturduğu” fikrinin nüfusu artırmaya yönelik politikalara tercüme edilmesiyle aşılır. Bu politikaların yürürlüğe konmasıysa, kadınlar açısından çok başka bir çağın başlaması anlamına gelir.

Bu “başka”lık, özellikle “aile”nin kazandığı yeni konumda kendini ortaya koyar: Aile, kapitalist üretim tarzı içinde mülkiyetin aktarılmasını ve emek gücünün yeniden üretilmesini düzenleyen birincil kurum olmanın yanı sıra, cinselliğin ve doğurganlığın devlet kontrolüne alınmasını sağlaması açısından da kilit bir öneme sahiptir. Öte yandan, devletin bu kontrolü, kadınların emek ve bedenleri üzerinde baba/koca sıfatıyla denetim kuran erkeklerin işbirliğine dayanır ve bu iki denetim biçimi birbirini yeniden üretir. Fakat Federici’ye göre bu yeni çağın karakterini asıl ortaya koyan, içerdiği inanılmaz boyuttaki şiddetle, ‘cadı avları’dır.

Gerçekten de, bahsi geçen nüfusu artırmaya yönelik politikaların en önemli ayaklarından biri de gebelik önleyicilere, çocuk düşür(t)meye ve bebek ölümlerine getirilen sert cezalardır. Doğum kontrolü sağlayan bu tekniklere ilişkin bilgiye sahip olan ve bunu uygulayan kadınlarsa, ‘cadı’ olarak suçlanır ve öldürülür. Böylece kadınlar, Orta Çağ boyunca ‘kadın bilgisi’ olagelmiş ve onlara kendi bedenleri üzerinde neredeyse mutlak tasarruf yeteneği sağlamış olan bu alandan tamamen dışlanmış; doğurmaya mahkûm kılındıkları çocuklarla (ki bunlar geleceğin ücretli emek ve ev içi emek havuzunu oluşturacaklardır) beraber eve kapatılmıştır.

Kadınların artık kendilerine ait olmayan rahimleri, sömürgeleştirilebilecek bir ‘doğal kaynak’ haline gelmiştir: Bu sürecin içerdiği şiddeti göz önünde bulundurarak, Federici bunun “ilkel sermaye birikimi”nin başat bir parçası olduğunu iddia eder. Öte yandan, tam da aynı dönemde, yeni oluşmakta olan ücretli emek piyasasından dışlanan kadınların emeği, ‘ev işleri’ olarak kodlanarak değersizleştirilmiştir. Bu cinsiyete dayalı iş bölümü, kapitalizmin bir dünya-sistemi olarak yerleşmesinde en azından uluslar arası iş bölümü kadar etkili olmuştur.

Federici’nin bu argümanına belki şunu ekleyebiliriz: Kadınların bedene ilişkin bilgilerin (sağaltıcılık, ebelik, gebelik önleme, çocuk düşürtme gibi) alanından dışlanmasına koşut bir diğer gelişme, biyoloji ve tıp bilimlerinin -tamamen erkeklere ait bilme biçimleri olarak- bu alanı tümden içine almasıyla yaşandı: 18. yüzyıldan itibaren hegemonyasını ilan eden modern biyoloji ve tıp, kadınlığı ve erkekliği yeniden tanımlamakla kalmıyor; bedene ilişkin tek yetkin bilgiyi üretiyor olma iddiasını taşıyor, böylece kadın bedeninin, cinselliğinin ve doğurganlığının kontrolü tamamen kadınların elinden erkeklerin eline geçmiş oluyordu.

Nüfusun Kontrolü ve Kadınlar

Foucault, 18. yüzyıldan itibaren nüfusun, siyasetin nesnesi haline geldiğini söyler. Nüfusu kontrol etmeye yönelik bu ihtiyacı kapitalizm çerçevesinde düşündüğümüzde diyebiliriz ki, elbette sermaye, kendinden menkul, kör bir güç olarak üzerimizde hüküm sürmüyor. Fakat devletlerin -ve 20. yüzyıldan itibaren giderek (Dünya Bankası, IMF gibi) ulus-üstü kuruluşların- müdahalesi, nüfus hareketlerinin ve aslında insanların hayatlarının, sermayenin çıkarlarına uygun biçimde düzenlenmesinin yolunu açıyor. Bu süreç, tek belirleyenli olmaktan da hayli uzak: Yukarıdan dayatmanın yanı sıra aşağıdan da destekleyici mekanizmaların, başta erkek egemenliğinin ve yanı sıra çeşitli söylemlerin; öte yandan direnişlerin de oyuna dahil olduğu, oldukça karmaşık bir resim bu. Bu karmaşık resmin içindeki değişmeyen şey, her halükârda, kadın cinselliğini, bedenini ve doğurganlığını kontrol etmenin bu sürecin çok önemli bir parçası olduğu.

Kürtajın bir ‘mesele’ haline geldiği durumlarda, kontrole yönelik bu iradenin billûrlaştığını görebiliriz; ister kürtaj-karşıtlığının yükselişinde, ister kürtajın ve zorunlu kısırlaştırmanın dayatılmasında. Her iki durumda da, erkeklerin doğum konusundaki sorumluluğu yok sayılarak iktidar doğrudan kadın bedeni üzerinde uygulanır.

Sermayenin çıkarlarının, siyasete yansımasının mekanik bir şekilde gerçekleşmediğini söylemiştik. Fakat genele baktığımızda, kapitalizmin belirli eğilimleri desteklediğini, ayrıca bunu yaparken esas olarak erkek egemenliğinden beslendiğini görebiliriz: Örneğin, ‘nüfus/aile planlaması’ adı altında gebelik önleyicilerin, kürtajın ve zorunlu kısırlaştırmanın dayatılması, genellikle ‘sürdürülebilir yoksulluk’ sınırının aşıldığı, yani yoksul nüfusun ‘korkutucu’ biçimde arttığı hallerde yaşanır. Nüfusun bir bölümü (duruma göre bu yalnızca ‘yoksullar’ da olabilir, ‘köylüler’ de; ‘Kürtler’ ya da ‘zenciler’ de…) tehlikeli bir biçimde ‘fazla üremek’le suçlanır; bu da bu toplulukların ‘cahilliğine’ verilir. Böylece devletlere ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarına müdahale alanı açılır; kadınlar, doğum kontrol haplarının kontrolsüzce dağıtılmasından, onay almaksızın kısırlaştırmaya uzanan bir yelpaze içinde, çeşitli şiddet biçimlerine maruz bırakılır.

Kürtaj karşıtlığının (ve genel olarak doğum yanlılığının) artmasıysa, emek gücüne ihtiyacın artmasına paraleldir. Fakat burada da hedeflenenin, nüfusu kontrolsüzce artırmak olmadığını söyleyebiliriz: Öncelikle, nüfusun hangi bölümünün çoğalmasının istendiği bellidir, ki bu, egemen ulusun orta ya da alt-orta sınıflarıdır. İkincisi, uzun vadeli bu ‘kazanım’ uğruna, kısa vadede iş gücünün bir kısmının pazardan çekilip evlere geri yollanması uygun bulunur: Kadınların! Böylece istihdamın daha yüksek olduğu algısı yaratıldığı gibi (Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in Mart 2009’da yaptığı “İşsizlik rakamlarının yüksek olmasının nedeni, kriz döneminde kadınların iş aramasıdır” minvalindeki açıklamayı hatırlayın) kadınlara daha fazla ev içi emek harcamaları da dayatılır.

Kadınların (kendi) bedenleri ve doğurganlıkları üzerinde kurulmaya çalışılan bu tahakküm, fiziksel zor kullanımı, hukuki yaptırım (kürtaja ilişkin yasaklar ya da aile planlamasına ilişkin katı kısıtlamalar), söylem (milliyetçilik, militarizm, din…) ve temsil (‘fazla üreyen cahil kadın’ ya da ‘çocuk bakamayacak kadar keyfine düşkün, cinsel olarak aşırı aktif, bencil kötü kadın’) üzerinden işliyor.

Erkeklerle, sermayeyle ve devletin baskısıyla ‘kendimize ait bir rahim’ için mücadele ederken, bu mevzilerin her birini göz önünde bulundurmamız şart!

-Acar Savran, Gülnur, “İkinci Basıma Önsöz”, sf. 15. Kadının Görünmeyen Emeği içinde, (İstanbul: Yordam Kitap, 2008).
-Federici, Sylvia, Caliban and the Witch (Brooklyn: Aotonomedia, 2004).
Oysa çok sayıda çocuk doğurmak, yoksullar açısından bir hayatta kalma stratejisidir: Yoksulluk, dünyanın her yerinde ve her zaman yüksek bebek ve çocuk ölümü oranı anlamına geldiğinden, birkaçının hayatta kalması için çok çocuk doğurmak bir ihtiyaçtır. Öte yandan, hayatta kalan çocuklar erken yaşlardan itibaren hane ekonomisine katkıda bulunmaya başlar.
-Hartmann, Betsy, Reproductive Rights and Wrongs (New York: South End Press, 1995).

İstediğimiz Zaman, İstediğimiz Kadar Çocuk!

kurtaj1‘Tohum saçan’ erkek ve ‘ekilen tarla’ kadın temsilleri, erkeklerin doğum kontrolüne ilişkin konulardaki sorumsuzluğuna izin vermekle kalmıyor, bunu alenen körüklüyor da. Kürtajı, bireysel bir tercih olarak değil, kadınları özgürleştirecek bir toplumsal hak olarak kabul etmeli ve bu temelde savunmalıyız.

Devamını Oku…

Feministlerden Basın Açıklaması: Kadınların Kürtaj Hakkını Tartıştırmıyoruz

feministlerkurtaj_degil_uludere_cinayettir_11102_550_300 “BEDENİMİZ”, “KÜRTAJ HAKKIMIZ” BAŞBAKAN’IN MESELESİ DEĞİLDİR!

“Kadınların kürtaj hakkını tartıştırmıyoruz”

Tayyip Erdoğan!
En az 3 çocuk diye çıktınız yola, hızınızı alamadınız 5 dediniz…

Şimdi ise “sezaryenle doğuma karşıyım, kürtaj cinayettir” diyorsunuz. O da yetmiyor, faillerini bile bile gizlediğiniz bir devlet cinayeti olan Uludere ile kürtajı eşitliyorsunuz. Devamını Oku…

Kadınların Kürtaj Hakkını Tartıştırmıyoruz

21-haziran-kurtaj-cinayettir-basbakan-protestosu-306İstanbul Feminist Kolektif Basın Bülteni / 27.5.2012

“BEDENİMİZ”, “KÜRTAJ HAKKIMIZ” BAŞBAKAN’IN MESELESİ DEĞİLDİR!

“Kadınların kürtaj hakkını tartıştırmıyoruz”
Tayyip Erdoğan!
En az 3 çocuk diye çıktınız yola, hızınızı alamadınız 5 dediniz…

Devamını Oku…

SFK Tanışma Kahvaltısı, Feminist Politika 14. Sayı Okur Toplantısı/ 26 Mayıs 2012

sfktanisma6mart2011Sosyalist Feminist Kolektif’i tanımak ve Sosyalist Feminist Kolektif’ üyeleriyle tanışmak isteyenlerle 26 Mayıs Cumartesi saat 12.00’de SFK mekanında  buluşuyoruz.

Beraber kahvaltı ediyoruz.

Sonrasında da Feminist Politika 14.sayı dosya konusu olan ‘Tecavüz’ üzerine tartışıyoruz.

Yer: Sosyalist Feminist Kolektif

Tel sok. No.20/3 Beyoğlu-İstanbul

Tel:0212 243 49 93

sosyalistfeministkolektif@gmail.com

Ayşe Yılbaş’ın Katiline İndirim Yok!

ayseyilbas23mayis28 Temmuz 2009’da Ayşe’nin katili Hüseyin Özmen iki kez ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılmış, cezasında hiçbir indirime gidilmemişti. Şubat 2012’de Yargıtay’ın kararın ağırlaştırma sebeplerinden birini bozmasıyla dava yeniden başladı. Bozma gerekçesinde katilin tasarlayarak öldürdüğünün ispatlanamamış olması yazıyordu.

23 Mayıs’taki duruşmada son sözler söylendi. Ayşe’nin onlarca avukatı önceki süreçte defalarca söylediklerini yine tekrarladılar: Hüseyin Özmen Ayşe’yi tehdit ediyordu, bunun tanıkları vardı ve ilan ettiği gün ve saatte Ayşe’yi öldürmüştü.

Devamını Oku…

Feminist Politika Dağıtım Yerleri

Feminist Politika dergisine abone olmak isterseniz feministpolitika@gmail.com adresine mail atmaniz yeterli.

Feminist Politika dergisi dağıtım gönüllüsü olmak için de aynı adrese mail atmanız gerekiyor.

Adana

Kitapsan Gazipaşa-1 Gazipaşa Bul. Durak Apt. Altı No:5/A Seyhan/ADANA
Kitapsan Gazipaşa-2
Gazipaşa Bul. Bahribey Apt. Altı No:3/A Seyhan/ADANA
Çakmak Cad. Çakmak Plaza No:49/32-37 Seyhan/ADANA
Kitapsan Turgut Özal T.Özal Bulv. Akçeli3 Apt. No:78- Çukurova/ADANA
Kitapsan Çukurova Üniversitesi Çukurova Üni. Merkez Kütüphane Altı Yüreğir/ADANA

Ankara

Dost Kitabevi Konur sok. No.4 Kızılay
İmge Kitabevi Çankaya Konur Sok. 17, Ankara
Turhan Kitabevi Yüksel Cad.No:8/32 06650 Kızılay – Ankara – TÜRKİYE
İlhan ilhan kitabevi Karanfil Sokak 30/3 Kızılay 06650 Ankara
Tunali Bufe
Tayfa Kitap ve cafe Selanik Cad. No:83/82 Kızıcaşar Çankaya

Antalya
Nigar Duru Tel: 532 521 46 61/532 521 46 61

Bodrum
Figan Erozan figan_erozan@hotmail.com

Denizli

Yaprak Kitabevi Altıntop Mah.836.sok.No: 4 Denizli

Eskişehir

Adımlar kitabevi Doktorlar Caddesi. Akbank aralığı
İnsancıl İstiklal Mahallesi Yeşiltepe Sokak No:24/A (Esnaf Sarayı C Kapısı Karşı Sokağı) Eskişehir
Altyazı sahaf İstiklal Mahallesi Esnaf Sarayı C Kapısı Karşısı

Eskişehir iletişim.. ozkurtdijan@gmail.com

Gebze

Tudem Cağrı Kitabevi
HaciHalil mah.Adliye caddedi
Saniye Boyacı Apt.N0:14 Gebze

İstanbul

Sosyalist Feminist Kolektif
Tel sok. No. 20/3 Beyoğlu-İstanbul
Tel:0212 243 49 93 -0536 818 31 92

Beyoğlu

Mephisto İstiklal c n 197 Beyoğlu / İstanbul
Bağlam Meşrutiyet Cad. Avrupa Pasajı No: 8 Kat: 2 Galatasaray / Beyoğlu / İstanbul
Pandora İstiklal cad., Büyükparmakkapı sk. 3
Semerkant Saksı Sokak No: 5 Beyoğlu – İstanbul
Simurg Tarlabaşı Bulvarı, Kalyoncu Kulluğu Caddesi 13 / 4 Beyoğlu 34435 ISTANBUL
Robinson İstiklal Caddesi No:195/A (389), Arap Camii / Beyoğlu
Şiirci Süslü Saksı sok. Beyoğlu/Taksim

Kadıköy

Kadıköy Mephisto Caferağa Mah. Muvakkithane Cad. No: 5 Kadıköy/İstanbul
İmge kitabevi Mühürdar Cad. No:80, Caferağa/İstanbul
3 deniz kitabevi Pavlonya Sok. 10. Kadıköy/ İstanbul
Akademi kitabevi cafe Sakız sk. No:12 Kadıköy/İstanbul
Sahaf 26A Caferağa Mah. Sakız Sokak No: 3/1 Kadıköy/İstanbul

Şişli

Nostaljikültür Teyyareci Fehmi Sok.12/c (Telekom Sokağı) Pangaltı Şişli/İstanbul
Pandora Kitabevi (Nişantaşı) Vali Konağı Cad. No: 5 (Askeri Müze kapısının karşısı) 34371 Şişli/İstanbul 

Bakırköy

tugbabakiiletisim@gmail.com

Boğaziçi

cemrebaytok@gmail.com

İzmir

Kitapsan Kıbrıs sehitleri cad 1443 sk no.48/A – B Alsancak-İzmir
Yakın Kitabevi Kıbrıs Şehitleri Cad. 1464 Sok. 6/A Alsancak/İzmir
İzmir iletişim  elifcan28@gmail.com

İskenderun

uslu.duygu@outlook.com

Mersin

nevranin@gmail.com 506 277 71 86

Muğla

Demet Polat 0507 387 60 71

Samsun

meldaya2000@yahoo.com

Sinop

deryasabah@gmail.com

Kıbrıs

Işık Kitabevi Polis sok. No.14 Lefkoşe-Kıbrıs

Huzur Sokağı

huzursokagiElifhan Köse

Sosyal bilimlerde yapılan tespitlerden biri de sadece Türk modernleşmesi ve cumhuriyet rejiminin değil, aynı zamanda bütün ideolojilerin kendine özgü cinsiyet sembolizmlerinin olması ve bu semboller üzerinden özellikle İslamcılığın ve Kemalizm ideolojilerinin birbirinden ayırt edilmesidir.Devamını Oku…

Hangi Polis Kadını Şiddetten Koruyacak?

 img_5866Deniz Bayram

6284 Sayılı Yasa, 8 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe girdi. Yasanın yapım sürecinde,  Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kadın örgütlerini birçok kez toplantıya çağırdı ve görüş aldı. Bu süreç içerisinde bütün emeklerini bu yasa taslağına veren kadın örgütleri zaman zaman atıl kalan taleplerinin arkasında sonuna kadar durdu. Kadın örgütleri süreç içinde hem alan çalışmasının deneyimini hem de kadına yönelik şiddet ile mücadelenin esasen nasıl politik bir mücadele olduğunu kadın erkek eşitsizliklerinin yeniden üretilmesinin şiddetin arkasında en önemli dinamik olarak karşımıza çıktığını, kadın erkek eşitliğine inanmıyorum diyen bir Başabakan’a ragmen her toplantıda ifade etti.

Sonuç itibariyle  yasa çıktı ama  genel kurulda halihazırda da eksik olan taslağa müdahaleler devam etti ve bugün yasanın eksiklikler ve yapılan müdahaleleri ile uygulamayı geriye götüren bir yasa yürürlükte ve şiddete karşı etkili olmuyor.

Şiddet halinde polise başvurulduğunda polisin, `aile mahkemesi tarafından alınmış bir tedbir kararı olmadan harekete geçemiyor olması yani yetksinin bulunmaması, şiddete müdahale bakımından onemli bir mesele idi. Mevcut yürürlükteki yasanın stratejik noktalarından biri, kadına yönelik şiddetle mücadelede polisin rolü oldu. Yeni yasa polisi sadece görevlendirmekle kalmıyor aynı zamanda “yetkilendiriyor“. 6284 Sayılı Yasa`nın 4. ve 5. maddelerinin son fıkraları uyarinca polis, şiddete maruz kalan ve-veya şiddet tehlikesi altına olan kadın ve varsa beraberindeki çocuklara şiddet uygulanmaması, şiddet uygulayanın yaklaştırılmaması tedbir kararını doğrudan alır. Görülmektedir ki, polisin hakim ve-veya mülki amir tarafından verilmiş “bir tedbir kararı olmasa dahi doğrudan müdahale yetkisi“ mevcuttur. Şiddete maruz kalan veya şiddet görme tehlikesi altında olan kadın ve beraberindeki çocukların kalacak yerleri yoksa, polis hangi gün ve saat olursa olsun, kadın ve beraberindeki çocukları, güvenli, uygun bir sığınağa yerleştirme görevi ve yetkisine sahiptir. Polisin doğrudan aldığı bu yetki, şiddet uygulayanın veya şiddet uygulama tehdidinde bulunan kişinin, kadın ve çocuklardan uzaklaştırılması, hakaret ve sözlü şiddet uygulamamasını, hayatı riskinin olduğu durumlarda geçici koruma tahsis edilmesini gerektirmektedir.

Polisin; `kocandır sever de döver de`, `evine don hiçbirşey yapamayız`, `sen kocana nasıl bir iftira attığının farkında mısın“ ve şiddete maruz kalmış kadının cesaretini kıran daha pek çok söz ve davranışla (örneğin, ifade tutanağı düzenlememe, harekete geçmek için isteksiz davranma, şiddete maruz kalan kadını saatlerce karakolda bekletme gibi) kadının şikayetinden vazgeçmesini, şikayette bulunmamasını ve nihayetinde şiddet ortamına geri dönmesine neden olmaktadır. Gerek Mor Çatı`ya başvuran pek çok kadının deneyimleri, gerekse de basına yansıyan pek çok haberde polisin “görevi ihmal suçunun“ artık ortak bir deneyim haline geldiğini gördük.

Alanda polisin yetkisinin olmaması, şiddet anında şiddet uygulayana müdahale etmek ve şiddete maruz kalan kadının can güvenliğini sağlamak bakımından pek çok sıkıntı ortaya çıkarıyordu. Çünkü kadınlar sadece mesai saatleri içinde şiddet görmüyorlar, gecenin bir vakti ya da sabaha karşı, fiziksel, sözlü, psikolojik, cinsel şiddete maruz kalabiliyorlar. Bu zamanlarda, kadınların ilk başvurdukalri yer karakollar oluyor. İşte bu nedenlerden dolayı 6284 Sayılı Yasa bakımından, polisin görevlendirilmesinin yanı sıra “yetkilendirilmesi“ bu yasanın önemli kararlarından biriydi.

Ne var ki, çoğu kez kadınların şiddet durumunda her ne kadar başvuracakalri ilk yer olsa da, karakollarda maruz kaldıkları davranışlar nedeni ile polis ile yüz yüze gelmek istemiyor.  Alanda çalışan kadınlar olarak bizim deneyimlerimiz gösteriyor ki, polis, erkek egemen bir toplumun parçası olarak `şiddetin varlığına inanmıyor, şiddetin varlığına inansa da bunu normal, aile meselesi, kadının hatası olarak görüyor, uzalaştırma ve arabuluculuk yapıyor ve görevini yerine getirmiyor`. Bu nedenle, artık görevi olduğu gibi yetkisi de olan polisin kadın erkek eşitliği, kadına yönelik şiddetin özel dinamikleri , gerek iç hukuk yoları gerekse de uluslararası belgeler konusunda eğitim alması çok önemli. Sadece polisin değil, kadının şiddet nedeniyle başvurduğu her kamusal makamda onunla iletişim halinde olacak herkesin bu eğitimden geçmesi çok önemli. Ancak, prosedür gereği verilen bir eğitim ve denetleme – kontrol mekanizması olmadan polisin yetki verilmesi ancak ve ancak o yetkinin keyfi kullanımasına neden oluyor.

Polis Ne Yapıyor?

Kadına yönelik şiddet konusunda “prosedür gereği“ eğitim almış olması, şiddet birimlerinin kurulmuş olması, erkek egemen ilkeler asılmadığı sürece, kadına yönelik şiddetin arkasındaki toplumsal meşruiyeti kırmaya yeterli olmuyor.

Yeni yasanın uygulmasında, polis şiddet nedeni ile başvuran kadınlara bir form dolduruyor. Bu form kadının şiddete uğrayıp uğramadığı, hangi şiddet türlerini yaşayıp yaşamadığına ilişkin çeşitli soruların yer aldığı bir form. Mülki amir tarafından tedbir kararı alınması durumunda ilgili emniyet birimleri tarafından kadına yakın koruma tahsis edilmesi sağlanıyor. Ne var ki, yasa çıkmadan önce de polisin her zaman kadının can güvenliğini korumak görevi vardı. Sorunsal, burada polisin görevini yapıp yapmayacağı, görevini yerine getirip getirmediğinin sıkı bir denetim altına alınıp alınmayacağı, görevini yerine getirmeyen polisin görevini ihmalden oturu sıkı koşullar altında soruşturularak gerekli sürecin işletilip iletilmeyeceği meselesi.

Yasanın bu eksikleri daha doğrusu “devletin bu eksikliklere göz yumması“ nedeni ile hala etkin bir korumadan bahsetmek mümkün değil. Sığınak bilgisinin verilmesi, kendisini ve beraberindeki çocukları güvenli bir yere götürülmesi, şiddet uygulayanının uzaklaştırılması gibi akut ve büyük öneme sahip tedbirler halen ivedilikle alınmıyor. Tahsis edilen yakın koruma olan polisler görevini gereği gibi yerine getirmiyor. Özellikle çok sık olarak yakın koruma tahsis edilen kadınlar, yakın korumaların bu durumdan sürekli söylendikleri, şikayet ettikleri, durumdan ne kadar memnuniyetsiz olduklarına gösteren hal ve tavırlara girildiği, ifade ediyorlar.

Toplumsal meşruiyet zemini üstünde, polisin özen yükümlülüğü yeni yasanın uygulaması çerçevesinde oturtulmamıştır. Herşeyden önce, polis halen kendisine şiddet nedeni ile başvuran kadını geri göndermek, şikayetini almamak, karakolda saatlerce bekletmek, kendi istediği gibi kadının beyanlarının aksine dilediği gibi tutanak tutmak ve beyanları saptırmak, ifadeyi değiştirmek, kadını geri göndermek ve hatta azarlamaya kendini muktedir görmektedir. Çünkü erkektir, çünkü eril devletin memurudur.

Yeni Polis Akademisi Başkanı ve Polisin Perspektifi

Şiddete karşı mücadele alanın polise karşı verilen bu ayrıca mücadelenin tam da ortasında, her gün kadın cinayetleri haberleri gelirken, Polis Akademisi Başkanlığı`na Prof.Dr. Remzi Fındıklı atandı.

Remzi Fındıklı`nın neler yapacağını görmeye gerek kalmadan, kendisinin yazdığı kitabında, kadina karsi cinsiyetci yaklasimini gorduk; halihazırda da Polis Akdemisi Başkanı Remzi Fındıklı kitabında,

“bal arıdan kavga karıdan olur“

“kadının cihadı eşiyle güzel geçinmesidir“

“15inde kız ya erde ya yerde olmalıdır“

“erkeğin göbeklisi, kadının bebeklisi makbuldür“ diyor.

İstanbul Sözleşmesi`nin ilk imzacısı ve tarafı olan devlet olmakla övünen (!), kadına yönelik şiddet konusunda ulusal eylem planı hazırlamış olan, 6284 Sayılı yasanın yürürlükte olduğu fakat polisin persepektifinin, Polis Akademisi Başkanı Remzi Fındıklı`nın sözleri ile husule geldiği Türkiye`de geçtiğimiz yakın zamanda kadınlar polisin görevini ihmali nedeni ile öldürüldü, şiddete maruz kaldı.

Polis memuru Gülşah Karakafa, polis olan kocası Ümit Karakafa tarafından öldürüldü. İki gün önce koruma istemişti, yakın koruma bazı bürokratik işlemler nedeni ile ivedilikle tahsis edilmemiş kendisine koruma verilmemişti.

Mahmure Karakule, defalarca Şehit Tevfik Fikret Karakolu`na gitti ve kendisine şiddet uygulayan ve tehdit eden kocasını şikayet etti. Karakol polisleri kendisini azarlayarak karakoldan dışarı çıkarırken, “sen yalan söylüyorsun senin koçan iyi bir adam“ dediler. İstanbul Feminist Kolektif, Fatih Karakolu önünde Mahmure Karakule`yi korumadıkları için eylem yaptıklarında, polis memurlarından biri, “ben kaç defa gelen kadınlara cebimden para çıkartıp verdim` dedi. Sanki devletin polisi değildi, sanki kadının hayatını korumakla görevlendirilmiş ve yetkilendirilmiş kişi değildi.

Cumhuriyet Savcılığına ve polise defalarca dilekçe verilmesine rağmen, Demet Üçler, Kayseri`de boşanma davasının duruşmasından bir gece önce kocası tarafından bıçaklanarak öldürüldü.

Fatma Sen, kocasının kendisini öldürmeye teşebbüsü nedeni ile hastanelik oldu. Koruma kararı olan Fatma Sen, karakola gittiğinde, bir polis memurunun, “senin artık koruma kararın sona ermiş, evine git, koruma kararı talebinden de feragat etmek zorundasın“ dedi, hastanede ifadesini alan bir başka polis memuru ise, Fatma`nın ifadesini değiştirdi. Polis memurları hakkında suç duyurusunda bulunuldu.

Göçmen Kadına “Tecavüz” Yasalardan Besleniyor

gocmenkadinEmel Coşkun

 “Çok işlevsel” yasaların göçmenleri mağdur eden ayrımcılığından yararlananlar elbette sadece polisler değil, genel olarak erkekler ve kadınlar da farklı şekillerde bu pastadan paylarını alıyorlar.

İstanbul’un göbeğinde, Taksim’deki karakolda 11 Mart gecesi göçmen bir kadına tecavüz edildi. Taksim Polis Merkezi’nde görevli komiser yardımcısı N.K.’nın, “rutin” eğlence yeri kontrollerinde kimliği olmadığı gerekçesiyle gözaltına aldığı bir kadına, kameralarla döşeli binanın kamera olmayan tuvaletinde tecavüz ettiğini gazetelerden öğrendik. Kadının “suçu” ise sahte kimlik kullanması, vizesinin olmaması, ya da izinsiz çalışması… Ne derseniz deyin ama asıl sebep göçmen olması, polisin ve medyanın diliyle “kaçak” olması, üstüne bir de kadın ve Rusya vatandaşı olması.

Bu tecavüz polisin göçmen kadınlara yaptığı eziyetin su yüzüne çıktığı ilk haber değil elbette. Örneklerine karakolda adeta medyan dayağı atılan, Küçükçekmece’de tecavüze uğrayıp yol kenarına bırakılan, her ay rutin olarak Laleli’de gözaltına alınan, kimi zaman ev işlerinde “kaçak” çalıştığı için sınırdışı edilen örneklerle çoğaltmak mümkün. Bu örnekleri göz önüne alınca basına yansımayan çoğu vakanın olduğunu tahmin etmek hiç de güç değil. Peki, görevi insanları korumak olan polisin bu kadar pervasızca göçmen kadınlara karşı şiddet uygulaması neden kaynaklanıyor?

Elbette tek bir sebeple bunu açıklamak mümkün değil ama Türkiye’nin göçmenlere yönelik ırkçı ve ayrımcı politikaları, yasaları ve bu yasaların polise verdiği geniş imtiyazlar bu şiddetin en büyük destekçisi. Bu yasalar göçmenlerin çalışma izinlerinden pasaport kanununa, fuhuş kanununa kadar değişik kategorilerde birbirini besliyor, biri eksik kaldığı yerde öbürü tamamlıyor.

Şöyle ki; Türkiye’nin göç yasaları göçmenlerin pratikte çalışma izni almasını neredeyse imkansız kılıyor. Bir göçmenin çalışma izni alabilmesi için işvereninin başvuru yapması gerekiyor, yani çalışma izinleri işverenin keyfine bağlı. Vergi ve sosyal güvenlik gibi yasal yükümlülükleri ile uzun süren bürokratik işlemler göz önüne alınırsa bu izinler işveren için hiç de cazip değil. Aksine bir de SSK primi ödemektense, yasalar karşısında savunmasız, iki dudağından çıkacak kelimeye bağlı bir göçmen çalışanının olması çoğu işverenin işine geliyor, göçmenlerin esnek ve ucuz emeğini sonuna kadar sömürebiliyor.

Öte yandan 1 Şubat 2012’de uygulamaya geçen yeni bir yasa ile artık turistlerin/göçmenlerin 3 aydan fazla Türkiye sınırları içinde kalmasına izin verilmiyor. Dolayısıyla önceden 6 ay kalabilen ya da 3 aydan sonra aynı gün tekrar giriş-çıkış yapabilen göçmenler artık 3 aydan önce giriş yapamıyorlar. Bu yasa çoğu göçmeni ama özellikle de sayıları yüz binleri aşan ev işlerinde çalışan kadınları vize ihlaline ve resmi dilde “kaçak” olarak Türkiye’de yaşamaya ve çalışmaya zorluyor. Çünkü bir yandan hiçbir işveren üç aylığına işçi kabul etmiyor, öte yandan ne kadar zor şartlarda da çalışsa göçmenler de bulduğu işi kaybetmek istemiyor. İşte bu noktadan sonra artık Türkiye’de yasal olarak kalma hakkını da kaybeden kadınlar için acele etmenin bir anlamı kalmıyor. Nitekim izinsiz göçmen işçi çalıştıran işverene belirli bir para cezası uygulansa da asıl ceza göçmenlere kesiliyor. İhbarla vs yakalanırsa sınır dışı ediliyor ki bunu kimi zaman işverenler de yapıyor. Öte yandan kendi isteğiyle Türkiye’den çıkarsa hem sınırda para cezası ödemek zorunda kalıyor hem de belirli bir süre giriş yapamıyor. Para cezasından ziyade -çünkü artık çoğu bunu kabul etmiş durumda- sınırdışı edilmek kadınların en büyük korkusu, çünkü uzun süre Türkiye’ye girememek demek çalışamamak ve dolayısıyla para kazanamamak anlamına geliyor. Bunu engellemek ve Türkiye’de kalıp çalışabilmek için göçmen kadınlar farklı yollara başvuruyorlar. Bunlar kimi zaman bir Türkiye vatandaşı erkek ile evlenmek kimi zaman kendi ülkesinde kimlik değiştirerek tekrar giriş yapmak gibi farklı yöntemlere başvurmak olabiliyor.

Ama bunlar da çok işe yaramıyor. Çünkü pasaportunuzda vizeniz olsa da, bir cafede otururken gözaltına alınmanız işten bile değil. Hele ki göçmenseniz ve kadınsanız. Çünkü polis sokakta ya da eğlence yerinde kimlik sorduğu bir göçmen kadını fuhuş yaptığı gerekçesiyle gözaltında alıp sınır dışı edebiliyor. Çünkü “yabancıların” çalışmasına izin vermeyen fuhuş yasası, halk sağlığını her şeyin üzerinde tutan Pasaport yasası ile birleşince polisin eline göçmenleri cezalandırmak ve sınırdışı etmek için başka bir sebep yaratıyor. Pasaport Kanunu’na göre bulaşıcı hastalığı olan “yabancılar” sınırdışı ediliyor. Elbette bu yasa sadece fuhuş yaptığı gerekçesiyle gözaltına alınan, doğru düzgün muayene bile yapılmadan ve herkeste olabilecek hastalıklar sebep gösterilerek sadece (evet yine) göçmen kadınlar için geçerli. Nitekim, Türkiye’de fuhuş yaptığı ya da bulaşıcı hastalık taşıdığı gerekçesiyle sınırdışı edilen kadınların sayısı yılda 2 bini geçiyor. Elbette erkeklere böyle bir kontrol yok.

Çalışma izinlerinin imkansızlığına, vize ihlalleri, fuhuş gerekçesi, halk sağlığı derken bir de üstüne eski Sovyet Bloku’ndan gelen kadınlara yapıştırılan “fahişe” damgası eklenince göçmen kadınlar her türlü sömürüye ve tacize karşı savunmasız hale getiriliyor. Bu “çok işlevsel” yasaların göçmenleri mağdur eden ayrımcılığından yararlananlar elbette sadece polisler değil, genel olarak erkekler ve kadınlar da farklı şekillerde bu pastadan paylarını alıyorlar. Bu kimi zaman göçmenlerin “kaçak” durumundan yararlanarak fahiş kiralar isteyen ev sahipleri, yine aynı sebeple en ağır şartlarda onları çalıştırmaktan çekinmeyen işverenler, kimi zaman da ev ve bakım işlerinde göçmen kadınları çalıştıranlar yani genel olarak erkekler ve kadınlar; ya da son örnekte olduğu gibi onların savunmasızlığından yararlanarak cinsel taciz ve tecavüze yeltenen sokaktaki vatandaş ve hatta kamu görevlileri olabiliyor. Tüm bu kesimlerin en büyük ortak dayanağı hiç şüphesiz göçmenlerin kanadını kıran, onları savunmasız bırakan; pasaport, çalışma, fuhuş alanlarında yapılan yasalar. Türkiye bir yandan kadına yönelik şiddetle ilgili imzalamadığı uluslararası sözleşme kalmazken bir yandan yerel yasaları ile göçmenleri ve özellikle de kadınları saldırıya, ayrımcılığa ve sömürüye karşı savunmasız bırakıyor. Sınırdışı edilme korkusu çoğu kadını ya çalıştıkları evlere hapsediyor ya da son tecavüz olayında görüldüğü gibi insanlık dışı muamelelere katlanmak zorunda bırakıyor. Nitekim son tecavüz vakasında direnmeyişinin sebebini “Oradaki insanların bana inanmayacağını ve beni suçlu ilan edeceklerini düşünmemdi,” diye açıklayan göçmen kadın tam da bu korkuyu dile getiriyor.

Öncelikle bir insanın vizesinin, oturma ve çalışma izninin ya da kimliğinin olmaması onu ne “kaçak” ne de “suçlu” yapar. En genel ifadeyle, her insanın istediği yerde yaşaması evrensel bir haktır. Dolayısıyla herkesin istediği yerde çalışabilmesi, sağlık ve eğitim gibi hizmetlerden yararlanması ve en önemlisi insanlık onuruna yakışır bir şekilde muamele görmesi gerekir. Bu haklar kadınlar söz konusu olduğu zaman çok daha önemli. Cinsiyetinden ötürü göçmen kadınların ayrımcılığa, tacize ve tecavüze uğraması biz feministler olarak özellikle kabul edilemez, hele ki bu ayrımcılık yasalardan kaynaklanıyorsa. O yüzden, toplumun çeşitli kesimlerinin ortak olduğu bu sömürü mekanizmasının en azından yasal dayanağını ortadan kaldırmak için göçmenler ve özellikle de kadınları mağdur eden bu yasaların bir an önce kaldırılması gerekiyor. Öte yandan oturma ve çalışma izinlerinin kolaylaştırılması, işverene bağımlı olmaktan kaldırılması, kadınların sınırdışı korkusu olmaksızın yardım alabilecekleri mekanizmaların kurulması gerekiyor. Aksi halde, sadece karakolda değil toplumun hemen her kesiminde “tecavüze” uğrayan göçmen kadınların bedenlerine uzanan bu sömürüyü görmezden gelerek, TC’nin “imtiyazlı” vatandaşları olarak biz de bu sömürüye ortak olmuş oluruz. Özellikle de feministler olarak, göçmen kadınların çektiği eziyeti görmeden, onların bedenlerine uzanan sömürüyü deşifre etmeden, hak arayışlarında onların yanında olmadan yaptığımız politika eksik kalacaktır.

 

 

Boğaziçi’nde Cinsiyetçi Firmaya Feminist Protesto

axeBoğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen Spor Festivali kapsamında stand açan Axe’ı, okuldaki feminist kadınlar protesto etti. Firma, uzun süredir devam ettirdiği reklam kampanyalarında “kadın gibi kokma”, “kadınları baştan çıkar”, “kadınlara doğru yolu göster” gibi sloganlar kullanıyordu. Son kampanyalarından birinde ise “Ceyda’ya doğru yolu göster” başlığıyla erkekleri ünlü bir kadının günlük aktivitelerini yönlendirmeye davet etmişti. Devamını Oku…

Kadınlar Artık Susmayacaklar!

megafonS.Dilek Şentürk

Alanlarda attığımız, “Gelsin baba, gelsin koca, gelsin devlet, gelsin cop. İnadına isyan, inadına isyan, inadına özgürlük!” sloganımız, kadın dayanışmasıyla tek yumruk oluşumuzu ve bu dayanışmayla güçlendiğimizi ne güzel anlatmakta. Yolumuz, her ne kadar çok uzun da olsa bu güçle edineceğimiz kazanımlarla her gün biraz daha kurtuluşa yaklaştığımızın inancındayım. Kadın dayanışmasının, gün geçtikçe yaygınlaşıp, büyüdüğünü sezen erkek egemen sistem ise panik halindedir. Kendince yeni önlemler almakta, karalama politikası ile sözümüzün görünürlüğüne gölge düşürmeye çalışmaktadır.

Devamını Oku…

Adana’da “Boşanıyoruz, Mutluyuz!” Eylemi

bosanmaToplumsal ayıplama ve pişman etme dalgalarının üzerine, kadın dayanışmasından bir gemi kondurduk…

Boşanmanın toplumsal kültürde özellikle kadının ‘suç’u olarak tanımlanıp reddedildiği; zorlukları azaltmak için tek seçenek olarak ortaya çıkışının görünmez kılındığı güncel zihinsel iklimde bir ters rüzgar estirdik. Kız kardeşimizin bu olayı tüm sosyal baskılara tek başına tahammül ettiği bir dönem olarak yaşamasını önlemek istedik. Feminist pratiğimiz ile bildik ki, bunun yolu dayanışmadır, görüşlerimizin birlikte ilanıdır.Devamını Oku…

Kadın Avukatlardan Barolar Birliği’ne Çağrı…

img_2834

250 kadın avukattan Türkiye Barolar Birliği’ne çağrı var…

“Fethiye davası karar duruşması öncesinde yaptıkları açıklamaları düzeltmeye ve/veya geri çekmeye çağırıyoruz. “

Türkiye Barolar Birliği

18.04.2012 tarihinde Muğla Baro Başkanı Mustafa İlker Gürkan’ı sahiplenen ve uğradığı “saldırı” ve ithamlara karşı Mustafa İlker Gürkan’ın yanında olacağınızı belirten bir yazı yayınladınız. Ardınızdan Afyon, Aydın, Balıkesir, Bilecik, Bursa, Çanakkale, Denizli, Edirne, Kırklareli, Kocaeli, Kütahya, Manisa, Sakarya, Tekirdağ, Uşak, Yalova, İstanbul Baro Başkanları da, hem de davanın karar duruşmasından bir gün önce aynı içerikte bir açıklama yaptılar. Dolayısıyla sözümüz sizin nezdinizde bu açıklamaları yapan herkesedir.

Devamını Oku…

Tek Başıma Başedebilir miyim Kendimle?

annelikfeminizm

Özgür Can Sunata yazdı:
Benden bir beden çıktı…Demeden, yemeden, etmeden olmaz..Bir kocaman başarısızlık çöktü sütüme, göbeğime, kıçıma.

Hadi diyorum takma boş ver yürü yolda. Su aksın bulsun yolunu…

Olmuyor.Bu aptal analık nerden kaçtı içime? Hep orda mıydı? Bilincimin derinliklerinde bir yerde…

Tek başıma başedebilir miyim kendimle?

Devamını Oku…

Tecavüzde “Kadın Ceza Hukuku”…

img_2758Tecavüz suçlarında ‘kadın ceza hukuku’ adaletin neresine düşer?

Bu yazının konusu, politik olarak cinsiyet temelli fiili eşitsizliklerin beslediği şiddet ve ayrımcılık ile, en önemli sanık haklarından olan savunma hakkı. Ne var ki, gerek uzun tarihsel geçmişine, gerek savunma hakkının katledildiği davalara, gerekse de bu ülke topraklarında öldürülen, tecavüze maruz kalan, şiddet gören on binlerce kadının, faillerin savunma hakkı gerekçe gösterilerek hukuk düzeninden nasıl itildiği, burada açıklamakta eksik kalacağımız kadar geniş ölçekli bir konu.

Devamını Oku…

Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta-Haberler

Yine… Kadını öldüren erkek, tahrik indiriminden yararlandı

Erzurum’un Pasinler ilçesi Ardıçlı köyünde, tartıştığı imam nikâhıyla yaşadığı Gonca Kanmaz’ı, “Bana kocalık bile yapamıyorsun” sözü üzerine, kalbinden bıçaklayarak öldürmek suçundan yargılanan Menap Bakır, tahrik indiriminden yararlandırıldı. Ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Menap Bakır’ın cezası, önce ’ağır tahrik’ten 24 yıla, duruşmalardaki ’iyi hali’ nedeniyle de 20 yıla indirildi. Dosya temyiz’e gönderildi.

Devamını Oku…

Van’daki Kadın Aktivistlerin Gözaltına Alınmasına Tepkiliyiz!!

serbestBiz aşağıda adları yazılan kadın örgütleri Van’da 4 Mayıs günü hava daha ağarmadan apar   topar gözaltına alınan 12 kadın aktivist arkadaşımızın gözaltına alınmasına ve göz altıların  biçimine tepkiliyiz.

– Kadın alanında çalışmalar yapan arkadaşlarımızın evlerine baskınlar sabahın erken saatlerinde 3- 4 sularında yapılmış, yaşadıkları mahalleler abluka altına alınarak tüm mahalle sakinlerine korku salınmıştır. Topluma bu şekilde korku salmak devlet şiddetidir.

Devamını Oku…

SFK Cumartesi Buluşmaları: “Kadınların Kurtuluşu Nereye Düşer?”/5 Mayıs 2012

5mayis2012

Cumartesi  Buluşmaları

Ece Kocabıçak ve Hülya Osmanağaoğlu

Bu hafta ‘Kadınların kurtuluşu nereye düşer?’ konusunu tartışmaya açıyorlar

İşçi sınıfı erkeklerden mi ibarettir? İşçilerin cinsiyeti yok mu?
Patriyarka sadece evde mi, yoksa her yerde mi?
Patriyarka kapitalizmin içinde çözülür mü?
Ya da kapitalizm, patriyarka olmaksızın var olabilir mi?
Sınıfsız toplumcinsiyetsiz midir ya da patriyarkadan muaf mıdır?
Kadınları patriyarkadan kim kurtarır? İşçi sınıfının kurtuluşu kadınları da kurtarır mı?
Kadın kurtuluş hareketinin işçi kurtuluş hareketiyle benzerliği var mı, yolları nerede birleşir, nerede ayrılır?

Cumartesi Buluşmalarında Bu Hafta: “Kadınların Kurtuluşu Nereye Düşer?”

img_3646 ‘Kadınların kurtuluşu nereye düşer?’  

Sunum: Ece Kocabıçak-Hülya Osmanağaoğlu

  • İşçi sınıfı erkeklerden mi ibarettir? İşçilerin cinsiyeti yok mu?
  • Patriyarka sadece evde mi, yoksa her yerde mi?
  • Patriyarka kapitalizmin içinde çözülür mü?
  • Ya da kapitalizm, patriyarka olmaksızın var olabilir mi?
  • Sınıfsız toplum cinsiyetsiz midir ya da patriyarkadan muaf mıdır?
  • Kadınları patriyarkadan kim kurtarır? İşçi sınıfının kurtuluşu kadınları da kurtarır mı?
  • Kadın kurtuluş hareketinin işçi kurtuluş hareketiyle benzerliği var mı, yolları nerede birleşir, nerede ayrılır

Tarih: 5 Mayıs Cumartesi

Saat: 16.00

Yer: Sosyalist Feminist Kolektif

Sendikalarda Cinsiyetçilik, “BatıCephesinde Yeni Bir Şey Yok”

e_womensworkers_ke204Sendikaların, işçilerin evleri olduğu sloganının beyinlerimize ve belki henüz filizlenmiş sınıf bilincimize yerleştiği ilk zamanların kavramsal telaşını üzerimizden atıp kadın işçiler olarak bu evlere yeniden bakınca fark ettik ki, buraları da aynı ailelerimizle yaşadığımız evler gibi erkek egemenliğiyle şekilleniyordu.

Gündelik yaşamın her alanında karşılaştığımız patriyarka ve ürettiği bütün eşitsizliklerden; torbalarında haksızlık, insan onuru ve adalete dair onca söylemi barındırmasına rağmen sendikalar da paylarına düşeni almıştı.

Devamını Oku…

Ya Kır Dizini Otur, Ya da Maaş Yok!

“Onlar erdi muradına, biz çıkalım kerevetine” cümlesiyle noktalanan masallar, düğün görüntüsü ile “mutlu son” sahnelerinin altına yazılmış kocaman bir “son” yazısıyla biten filimler, roman boyunca başlarına gelmedik kalmayan ama sonunda birbirine kavuşan “mutlu son” a erişen insanların anlatıldığı cilt cilt aşk romanları. Hepsinin ‘mutlu son’ dan kastettikleri her ne hikmetse hep aynı. Tek mutlu son olabiliyor, o da evlilik pek tabi! Peki ya sonra. Hayat bitiyor mu orada.Yok mu bu filmin, romanın, masalın devamı?

Devamını Oku…

Yaşasın 1 Mayıs!

taksim-feminist-1-maysBu yıl da “Feministler” pankartıyla yürüyoruz. İstanbul’da Taksim’e Şişhane yönünden giriyoruz. Saat 9.00’da Şişhane’de buluşuyoruz.

1 mayis işçi sınıfının ve emekçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü…

Sömürüye, ezilmeye, yoksulluğa isyanın haykırıldığı gün! Biz feministler, evdeki görünmeyen emeği görünür kılmak; cinsiyeti ve cinsel yönelimi nedeniyle ezilen, ayrımcılığa uğrayan, aşağılanan, hor görülen, tecavüz edilen, öldürülen, ezilenlerin de ezileni kadınların sesini duyurmak için 1 Mayıs’ta alanlardayız.

Ev işi yapmak da ucuz emek olmak da istemiyoruz Devamını Oku…

Ümmüsüm’ün Eylemi!

mmsmGaziantep Devlet Hastanesinde görevli Dr.Ersin Arslan’ın, bir hasta yakını tarafından öldürülüşünü takiben çoğu yerleşim birimlerinde protesto eylemleri oldu. *
Sağlık çalışanları ve kurumlar da ordaydı. Hastanelerdeki performans uygulamalarının çalışma barışını yok ettiğini, giderek daha fazla çalışmaya ve hata yapmaya zorladığını, hatta bu sistemin hayata geçmesini engelleyemedikleri için cinayete ortak olduklarını dile getirdiler. Bu cinayetin faili, hastanın 17 yaşında olan torunu değil, sağlıkta dönüşüm programı ve onun uygulayıcılarıdır, dediler. Sağlık hizmetlerinin ticarileştirilmesinin, yaşanan olumsuzlukların sebebi olduğunu vurguladılar. Sonuçta hem sağlık çalışanlarının hem de ezilenlerin, emekçilerin mağduriyeti gündeme geldi.*

Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 15/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 15

DOSYA: Popüler kültürde her daim “popüler”: Cinsiyetçilik

4 “Sınırlara takılan” emeğin… / Cemile Gizem Dinçer
5 Yel değirmenlerini de biz yaparız / Derya Yüksel
6 Söyleşi: Irak Kürdistanı’ndan izlenimler / Selin Çağatay
8 STK’lar aracılığıyla politika yapmak? / Özlem Kaya
9 AWID forum üzerine / Sezen Yalçın
Mini DOSYA: Kürtaj yasası tartışmaları üzerine…
12 Kürtaj haktır derken… / Ayşe Toksöz, Özlem Barın
14 Hükümet bariyeri sürüyor! / Filiz Karakuş-Sakine Günel
15 Kürtajın (tıbbi) tarihi / Hafize Öztürk Türkmen
16 Devir değişir, siyaset değişir…/ Asena Günal
17 Tanıklıklar
19 “Yaşam Hakkı” tartışmasına dair / Demet Bolat
20 Septik odası hikayeleri
21 Bir nüfus kontrol yöntemi olarak sezaryen/ Müge Yetener
22 Yuvarlak masa: “Yeni bir ayna inşa etmek gerekiyor…”
DOSYA: Popüler kültürde her daim “popüler”: Cinsiyetçilik
26 İçi de dışı da bizi yakar!.. / Selime Büyükgöze, Nacide Berber
28 aynada titreyen yalan büyüyor / ayşe düzkan
30 Anlatılan senin hikayen değildir / Haziran Düzkan
31 İyi adamların tek seçeneği / Sevilay Çelenk
32 Görüntüye kurban!.. / Ahu Antmen
34 Modern patriyarkanın seçmeli Kürtçe dersi / Hülya Osmanağaoğlu
35 Bugün ne giysem? / Yasemin Özgün
37 Popüler kültür ve izdivaç programları / Özden Dilber
38 “Reklamları izlemem!” / Lale Bakırezer
39 Gece macerası / Güney Öztürk, Selime Büyükgöze
40 Aşk: Güneşin altında söylenmemiş bir söz var mı? / Şöhret Baltaş
42 Popüler tarih mi yoksa tarih mi popüler? / Gülten Aslan
44 Her devrin sineması / Melek Özman
45 Futbolun erkekliğine halel getirmek / Sevecen Tunç
46 Yine biz mi cinsiyetçi olduk? / İpek Özsüslü
47 Dijital dünyada erkek egemenliği / Dilek Erzurumlu
48 (Anti-)Sosyal medyada kadın düşmanlığı / Deniz Ulusoy
49 Fethiye’de saldırıya uğrayan tüm kadınlardır! / Cemre Topal
50 Söyleşi: Alev Özkazanç’la CTSB üzerine… / Gül Çorbacıoğlu
52 Feminizme ve queer’e muhalif bir lgbt örgütlenmesi / Hande Öğüt
54 Nasıl feminist oldum?: Mor dünyam / Filiz Ak
56 Söyleşi: Hayatın suç ortağı olmak! / Firdevs Hoşer
58 Kadınlık halleri: Ama annem ne der? / Elem Çiçek
59 Bellek: Kadınlara Mahsus Gazete… / Hülya Eralp
60 Öykü: Suçlu bendim topu yansılamıştım / Figen Öcal
61 Kitap: Ataerki ve Birikim / Demet Bolat
61 Kitap: Toplumsal Cinsiyet ve Eğitim / Evrim Ünaldı
62 Kitap: Koşarken Yavaşlar Gibi / Öznur Subaşı
62 Türkiye’den haberler 65 Dünyadan haberler

Fethiye Tecavüz Davasında Avukatların Açıklaması

Fethiye’deki tecavüz davasında, tecavüzcülerin beraat ettği karar duruşması çıkışında davanın avukatları adına bir açıklama yapıldı:  

img_2758Bugün Fethiye’de bir toplu tecavüz davası sonuçlandı, sanıkların tümü beraat etti.

Cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlarda kalın bir duvar gibi karşımızda duran cinsiyetçi yargı pratiğinin bir örneğini daha gördük bugün.

Ortada müvekkilimizin tecavüze uğradığına dair adli tıp ve uzman hekim raporları olmasına rağmen, telefon kayıtları, baz bilgileri müvekkilimizin anlattıklarını doğruluyor olmasına rağmen sanıklar beraat etti. Devamını Oku…

Yaşasın 1 Mayıs!

1-mayis-dugun-ve-miting-084-001

Erkek egemenliğine, kapitalizme, heteroseksizme ve militarizme karşı 1 Mayıs’ta alanlardayız!

Bu yıl da “Feministler” pankartıyla yürüyoruz. İstanbul’da Taksim’e Şişhane yönünden giriyoruz. Saat 9.00’da Şişhane’de buluşuyoruz.

1 Mayıs işçi sınıfının ve emekçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü… Sömürüye, ezilmeye, yoksulluğa isyanın haykırıldığı gün! Biz feministler, evdeki görünmeyen emeği görünür kılmak; cinsiyeti ve cinsel yönelimi nedeniyle ezilen, ayrımcılığa uğrayan, aşağılanan, hor görülen, tecavüz edilen, öldürülen, ezilenlerin de ezileni kadınların sesini duyurmak için 1 Mayıs’ta alanlardayız.

Devamını Oku…

Samsun’da Kadınlar Şiddete Karşı Buluştu

Samsun_26_Nisan_2012

Samsun’da Nisan ayında Birsen Candan ve Fikriye Kul’un kocaları tarafından bıçaklanarak öldürülmesi, 13 yaşındaki M.K. ve 6 yaşındaki F.A.’nın tecavüze uğramasının ardından kentte son dönemde yaşanan cinsel saldırı ve kadına yönelik şiddet olaylarının yalnızca bilinen sonuncusu olan olayla ilgili olarak kadınlar, mahkeme sürecinin takipçisi olacaklarını söylediler. “Kadın kıyımına son” yazılı panktart ve “Sokağa çık hayır de kadın cinayetlerini engelle”, “Erkek vuruyor AKP koruyor” sloganlarıyla cinayetlere karşı ses çıkaran kadınlar adına açıklamayı Gizem Altunkaynak okudu.

Devamını Oku…

Ankara’nın Göbeğinde Aylardır 1 Çadır ve İçinde de 1 İşçi Kadının Direnişi Var.

Cansel Malatyalı, İnşaat Mühendisleri Odası’nın (İMO) bir çalışanıydı ve “performans yetersizliği” nedeniyle işten atıldı. İşe geri dönmek için yedi ayı aşkın bir süredir, Necatibey Caddesindeki İMO binası önünde tüm baskılara rağmen direnişini sürdürüyor . İMO yöneticilerinin Cansel’in üstüne araba sürmelerinden, saldırmalarından, polise şikayet edip defalarca gözaltına aldırmalarına, çadırını yıkıp oraya duvar ördürmelerine kadar varan akıl almaz davranışların muhatabı olarak tekrar kurulan çadırında oturmaya devam ediyor. Gelinen en can yakıcı nokta ise Cansel’in süresiz açlık grevine başlaması. Sağlıksız koşullarda sürdürdüğü açlık greviyle hayati tehlike her geçen gün artmakta
Devamını Oku…

Hükümetten Kadına Nakdi Yardım “Gösterisi”

Kadınla erkeği eşit kılmayıp, sadece “eşi vefat etmiş ve aylık geliri asgari ücretin üçte birinin altında olan kadınlara” nakdi yardım yapan hükümete KEİG Platformu’ndan haklı bir itiraz geldi. Ayrıca nakdi yardımın koşulları da kadınların büyük kısmını dışlayıcı ve ayrımcı nitelikte!

Devamını Oku…

Fethiye Davası Kadınların Davasıdır

fethiye_17_subat27 Nisan’da yine Fethiye’deyiz!

Feministler yıllardır kadınlara yönelik tecavüz ve cinayet davalarını takip ediyorlar, kadınlara yönelik sistematik şiddete görünürlük kazandırmaya çalışıyorlar. ‘Taciz ve Tecavüze Son İnisiyatifi’ adına katılım çağrısı yapılan  Fethiye’deki toplu tecavüz davası da başından beri kalabalık bir kadın katılımı ile takip ediliyor. İstanbul,  Ankara, İzmir,  Adana,  Muğla ve Antalya’dan feminist aktivist ve avukatlar da her duruşma günü Fethiye Adliyesi’nde oluyoruz.Devamını Oku…

Biz Saadet’i Çok Sevdik…

saadet1989 yılı… Tünel’deki Kadın Kültür Evimizde kadın olarak yaşadıklarımızın bir tesadüf olmadığını birbirimize anlattığımız yıldı…  Samimiydik, kendimizi de katarak tarihimizi anlatıyorduk uzun uzun, şaraplar içip, birbirimizi kucaklayıp, şarkılar söyleyip, danslar edip hayatın içinde birbirimizi sevmeye başladığımız yılların başlangıcıydı… Hep sevdik birbirimizi, hep anlamak istedik, otoritesizdik, hiyerarşisizdik yani sahiciydik hayatlarımızda…

Devamını Oku…

Israrlı “Erkeklik” Halleri…

Ayşe Yılbaş davası karar duruşması  23 Mayıs Çarşamba Saat 10.00’da Çağlayan 4.Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.

ayseyilbas4a55

Kadın cinayeti davalarını takip ederken çok şey öğreniyoruz. Bu davaları izlerken ana hedefimiz katillerin daha ağır ceza almaları değil. Bu davalar görünür olsun, yargı erkeklik indirimlerini uygulamasın ve kadın cinayetlerinin önlenmesi için bir baskı mekanizması oluştursun istiyoruz. Bu isteğimizi kısmen gerçekleştirdiğimizi söylemek de abartılı olmaz. Bugün toplumun her kesiminde kadın cinayetlerinin tartışılır ve bilinir olmasında, erkek şiddetine karşı çözümler aranmasında dava takip sürecinin etkisi reddedilemez. Takip ettiğimiz davalarda katillerin ağır ceza almalarının ve erkeklik indirimlerinin kararlara yansımamasının ise kadınları ezen, kadına şiddeti hak gören ve meşru sayan erkeklerde caydırıcı bir etkisi olduğunu umuyoruz.

Devamını Oku…

Şiddete Karşı 4320’den 6284’e

sddetekarsi-ac-11-01-2011-ifkKadına yönelik şiddete karşı 1998 yılında çıkarılan 4320 sayılı ‘ailenin korunmasına dair kanun’dan; 2012 yılında çıkarılan 6284 sayılı ‘ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun’  arasında ne gibi farkllııklar olduğunu aşağıdaki tablodan inceleyebilirsiniz. Her bir değişiklikte kadınların büyük emekleri var.

AİLENİN KORUNMASINA DAİR KANUN

AİLENİN KORUNMASI VE KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUN

Kanun No: 4320

Kanun No: 6284  

Kabul Tarihi:  14 Ocak 1998

Resmî Gazete: 17 Ocak 1998

Kabul Tarihi:  08 Mart 2012

Resmî Gazete: 20 Mart 2012

Madde 1 – (Değişik madde: 26/04/2007-5636 S.K./1.mad)

Türk Medenî Kanununda öngörülen tedbirlerden ayrı olarak, eşlerden birinin veya çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinden birinin veya mahkemece ayrılık kararı verilen veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı olan veya evli olmalarına rağmen fiilen ayrı yaşayan aile bireylerinden birinin şiddete maruz kaldığını…

BİRİNCİ BÖLÜM

Amaç, Kapsam, Temel İlkeler ve Tanımlar

Amaç, kapsam ve temel ilkeler

MADDE 1 – (1) Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.

(2) Bu Kanunun uygulanmasında ve gereken hizmetlerin sunulmasında aşağıdaki temel ilkelere uyulur:

a) Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, özellikle Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ve yürürlükteki diğer kanuni düzenlemeler esas alınır.

b) Şiddet mağdurlarına verilecek destek ve hizmetlerin sunulmasında temel insan haklarına dayalı, kadın erkek eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve süratli bir usul izlenir.

c) Şiddet mağduru ve şiddet uygulayan için alınan tedbir kararları insan onuruna yaraşır bir şekilde yerine getirilir.

ç) Bu Kanun kapsamında kadınlara yönelik cinsiyete dayalı şiddeti önleyen ve kadınları cinsiyete dayalı şiddetten koruyan özel tedbirler ayrımcılık olarak yorumlanamaz.

Tanımlar

MADDE 2 – (1) Bu Kanunda yer alan;

a) Bakanlık: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını,

b) Ev içi şiddet: Şiddet mağduru ve şiddet uygulayanla aynı haneyi paylaşmasa da aile veya hanede ya da aile mensubu sayılan diğer kişiler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddeti,

c) Hâkim: Aile mahkemesi hâkimini,

ç) Kadına yönelik şiddet: Kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının insan hakları ihlaline yol açan ve bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan her türlü tutum ve davranışı,

d) Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı,

e) Şiddet mağduru: Bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışlara doğrudan ya da dolaylı olarak maruz kalan veya kalma tehlikesi bulunan kişiyi ve şiddetten etkilenen veya etkilenme tehlikesi bulunan kişileri,

f) Şiddet önleme ve izleme merkezleri: Şiddetin önlenmesi ile koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak uygulanmasına yönelik destek ve izleme hizmetlerinin verildiği, çalışmalarını yedi gün yirmidört saat esası ile yürüten merkezleri,

g) Şiddet uygulayan: Bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışları uygulayan veya uygulama tehlikesi bulunan kişileri,

ğ) Tedbir kararı: Bu Kanun kapsamında, şiddet mağdurları ve şiddet uygulayanlar hakkında hâkim, kolluk görevlileri ve mülkî amirler tarafından, istem üzerine veya resen verilecek tedbir kararlarını,

ifade eder.

İKİNCİ BÖLÜM

Koruyucu ve Önleyici Tedbirlere İlişkin Hükümler

Mülkî amir tarafından verilecek koruyucu tedbir kararları

MADDE 3 – (1) Bu Kanun kapsamında korunan kişilerle ilgili olarak aşağıdaki tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere mülkî amir tarafından karar verilebilir:

a) Kendisine ve gerekiyorsa beraberindeki çocuklara, bulunduğu yerde veya başka bir yerde uygun barınma yeri sağlanması.

b) Diğer kanunlar kapsamında yapılacak yardımlar saklı kalmak üzere, geçici maddi yardım yapılması.

c) Psikolojik, meslekî, hukukî ve sosyal bakımdan rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilmesi.

ç) Hayatî tehlikesinin bulunması hâlinde, ilgilinin talebi üzerine veya resen geçici koruma altına alınması.

d) Gerekli olması hâlinde, korunan kişinin çocukları varsa çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere dört ay, kişinin çalışması hâlinde ise iki aylık süre ile sınırlı olmak kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının yarısını geçmemek ve belgelendirilmek kaydıyla Bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden karşılanmak suretiyle kreş imkânının sağlanması.

(2) Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birinci fıkranın (a) ve (ç) bentlerinde yer alan tedbirler, ilgili kolluk amirlerince de alınabilir. Kolluk amiri evrakı en geç kararın alındığı tarihi takip eden ilk işgünü içinde mülkî amirin onayına sunar. Mülkî amir tarafından kırksekiz saat içinde onaylanmayan tedbirler kendiliğinden kalkar.

Hâkim tarafından verilecek koruyucu tedbir kararları

MADDE 4 – (1) Bu Kanun kapsamında korunan kişilerle ilgili olarak aşağıdaki koruyucu tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilir:

a) İşyerinin değiştirilmesi.

b) Kişinin evli olması hâlinde müşterek yerleşim yerinden ayrı yerleşim yeri belirlenmesi.

c) 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanunundaki şartların varlığı hâlinde ve korunan kişinin talebi üzerine tapu kütüğüne aile konutu şerhi konulması.

ç) Korunan kişi bakımından hayatî tehlikenin bulunması ve bu tehlikenin önlenmesi için diğer tedbirlerin yeterli olmayacağının anlaşılması hâlinde ve ilgilinin aydınlatılmış rızasına dayalı olarak 27/12/2007 tarihli ve 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu hükümlerine göre kimlik ve ilgili diğer bilgi ve belgelerinin değiştirilmesi.

Madde 1 – (Değişik madde: 26/04/2007-5636 S.K./1.mad)

…kendilerinin veya Cumhuriyet Başsavcılığının bildirmesi üzerine Aile Mahkemesi Hâkimi meselenin mahiyetini göz önünde bulundurarak re’sen aşağıda sayılan tedbirlerden bir ya da birkaçına birlikte veya uygun göreceği benzeri başka tedbirlere de hükmedebilir:

Kusurlu eşin veya diğer aile bireyinin;

a) Aile bireylerine karşı şiddete veya korkuya yönelik söz ve davranışlarda bulunmaması,

b) Müşterek evden uzaklaştırılarak bu evin diğer aile bireylerine tahsisi ile bu bireylerin birlikte ya da ayrı oturmakta olduğu eve veya işyerlerine yaklaşmaması,

c) Aile bireylerinin eşyalarına zarar vermemesi,

ç) Aile bireylerini iletişim araçları ile rahatsız etmemesi,

d) Varsa silah veya benzeri araçlarını genel kolluk kuvvetlerine teslim etmesi,

e) Alkollü veya uyuşturucu herhangi bir madde kullanılmış olarak şiddet mağdurunun yaşamakta olduğu konuta veya işyerine gelmemesi veya bu yerlerde bu maddeleri kullanmaması,

f) Bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması.

Eğer şiddeti uygulayan eş veya diğer aile bireyi aynı zamanda ailenin geçimini sağlayan yahut katkıda bulunan kişi ise hâkim bu konuda mağdurların yaşam düzeylerini göz önünde bulundurarak daha önce Türk Medenî Kanunu hükümlerine göre nafakaya hükmedilmemiş olması kaydıyla talep edilmese dahi tedbir nafakasına hükmedebilir.

Hâkim tarafından verilecek önleyici tedbir kararları

MADDE 5 – (1) Şiddet uygulayanlarla ilgili olarak aşağıdaki önleyici tedbirlerden birine, birkaçına veya uygun görülecek benzer tedbirlere hâkim tarafından karar verilebilir:

a) Şiddet mağduruna yönelik olarak şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmaması.

b) Müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhâl uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi.

c) Korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve işyerine yaklaşmaması.

ç) Çocuklarla ilgili daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle kaldırılması.

d) Gerekli görülmesi hâlinde korunan kişinin, şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve kişisel ilişki kurulmasına ilişkin hâller saklı kalmak üzere çocuklarına yaklaşmaması.

e) Korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar vermemesi.

f) Korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya sair surette rahatsız etmemesi.

g) Bulundurulması veya taşınmasına kanunen izin verilen silahları kolluğa teslim etmesi.

ğ) Silah taşıması zorunlu olan bir kamu görevi ifa etse bile bu görevi nedeniyle zimmetinde bulunan silahı kurumuna teslim etmesi.

h) Korunan kişilerin bulundukları yerlerde alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmaması ya da bu maddelerin etkisinde iken korunan kişilere ve bunların bulundukları yerlere yaklaşmaması, bağımlılığının olması hâlinde, hastaneye yatmak dâhil, muayene ve tedavisinin sağlanması.

ı) Bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması ve tedavisinin sağlanması.

(2) Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde birinci fıkranın (a), (b), (c) ve (d) bentlerinde yer alan tedbirler, ilgili kolluk amirlerince de alınabilir. Kolluk amiri evrakı en geç kararın alındığı tarihi takip eden ilk işgünü içinde hâkimin onayına sunar. Hâkim tarafından yirmidört saat içinde onaylanmayan tedbirler kendiliğinden kalkar.

(3) Bu Kanunda belirtilen tedbirlerle birlikte hâkim, 3/7/2005 tarihli ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununda yer alan koruyucu ve destekleyici tedbirler ile 4721 sayılı Kanun hükümlerine göre velayet, kayyım, nafaka ve kişisel ilişki kurulması hususlarında karar vermeye yetkilidir.

(4) Şiddet uygulayan, aynı zamanda ailenin geçimini sağlayan yahut katkıda bulunan kişi ise 4721 sayılı Kanun hükümlerine göre nafakaya hükmedilmemiş olması kaydıyla hâkim, şiddet mağdurunun yaşam düzeyini göz önünde bulundurarak talep edilmese dahi tedbir nafakasına hükmedebilir.

Suçlara ilişkin saklı tutulan hükümler

MADDE 6 – (1) Kişinin silah bulundurması, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmasının suç oluşturması dolayısıyla ya da fiilinin başka bir suç oluşturması nedeniyle;

a) Soruşturma ve kovuşturma evresinde koruma tedbirlerine veya denetimli serbestlik tedbirlerine,

b) Mahkûmiyet hâlinde ceza veya güvenlik tedbirlerinin infazına ve bu çerçevede uygulanabilecek olan denetimli serbestlik tedbirlerine,

ilişkin kanun hükümleri saklıdır.

Madde 1 – (Değişik madde: 26/04/2007-5636 S.K./1.mad)

… birinin aile içi şiddete maruz kaldığını kendilerinin veya Cumhuriyet Başsavcılığının bildirmesi üzerine Aile Mahkemesi Hâkimi…

İhbar

MADDE 7 – (1) Şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin varlığı hâlinde herkes bu durumu resmi makam veya mercilere ihbar edebilir. İhbarı alan kamu görevlileri bu Kanun kapsamındaki görevlerini gecikmeksizin yerine getirmek ve uygulanması gereken diğer tedbirlere ilişkin olarak yetkilileri haberdar etmekle yükümlüdür.

 Madde 1 – (Değişik madde: 26/04/2007-5636 S.K./1.mad)

Yukarıdaki hükümlerin uygulanması amacıyla öngörülen süre altı ayı geçemez ve kararda hükmolunan tedbirlere aykırı davranılması halinde tutuklanacağı ve hakkında hapis cezasına hükmedileceği hususu şiddet uygulayan eş veya diğer aile bireyine ihtar olunur.

Tedbir kararının verilmesi, tebliği ve gizlilik

MADDE 8 – (1) Tedbir kararı, ilgilinin talebi, Bakanlık veya kolluk görevlileri ya da Cumhuriyet savcısının başvurusu üzerine verilir. Tedbir kararları en çabuk ve en kolay ulaşılabilecek yer hâkiminden, mülkî amirden ya da kolluk biriminden talep edilebilir.

(2) Tedbir kararı ilk defasında en çok altı ay için verilebilir. Ancak şiddet veya şiddet uygulanma tehlikesinin devam edeceğinin anlaşıldığı hâllerde, resen, korunan kişinin ya da Bakanlık veya kolluk görevlilerinin talebi üzerine tedbirlerin süresinin veya şeklinin değiştirilmesine, bu tedbirlerin kaldırılmasına veya aynen devam etmesine karar verilebilir.

(3) Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz. Önleyici tedbir kararı, geciktirilmeksizin verilir. Bu kararın verilmesi, bu Kanunun amacını gerçekleştirmeyi tehlikeye sokabilecek şekilde geciktirilemez.

(4) Tedbir kararı, korunan kişiye ve şiddet uygulayana tefhim veya tebliğ edilir. Tedbir talebinin reddine ilişkin karar ise sadece korunan kişiye tebliğ edilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde ilgili kolluk birimi tarafından verilen tedbir kararı şiddet uygulayana bir tutanakla derhâl tebliğ edilir.

(5) Tedbir kararının tefhim ve tebliğ işlemlerinde, tedbir kararına aykırılık hâlinde şiddet uygulayan hakkında zorlama hapsinin uygulanacağı ihtarı yapılır.

(6) Gerekli bulunması hâlinde, tedbir kararı ile birlikte talep üzerine veya resen, korunan kişi ve diğer aile bireylerinin kimlik bilgileri veya kimliğini ortaya çıkarabilecek bilgileri ve adresleri ile korumanın etkinliği bakımından önem taşıyan diğer bilgileri, tüm resmi kayıtlarda gizli tutulur. Yapılacak tebligatlara ilişkin ayrı bir adres tespit edilir. Bu bilgileri hukuka aykırı olarak başkasına veren, ifşa eden veya açıklayan kişi hakkında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun ilgili hükümleri uygulanır.

(7) Talep hâlinde ilgililere kişisel eşya ve belgelerinin kolluk marifetiyle teslimi sağlanır.

İtiraz

MADDE 9 – (1) Bu Kanun hükümlerine göre verilen kararlara karşı tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde ilgililer tarafından aile mahkemesine itiraz edilebilir.

(2) Hâkim tarafından verilen tedbir kararlarına itiraz üzerine dosya, o yerde aile mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde aile mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde asliye hukuk mahkemesine, aile mahkemesi hâkimi ile asliye hukuk mahkemesi hâkiminin aynı hâkim olması hâlinde ise en yakın asliye hukuk mahkemesine gecikmeksizin gönderilir.

(3) İtiraz mercii kararını bir hafta içinde verir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir.

    Madde 2 – (Değişik madde: 26/04/2007-5636 S.K./2.mad)

Koruma kararının bir örneği mahkemece Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi olunur. Cumhuriyet Başsavcılığı kararın uygulanmasını genel kolluk kuvvetleri marifeti ile izler.

Tedbir kararlarının bildirimi ve uygulanması

MADDE 10 – (1) Bu Kanun hükümlerine göre alınan tedbir kararları, Bakanlığın ilgili il ve ilçe müdürlükleri ile verilen kararın niteliğine göre Cumhuriyet başsavcılığına veya kolluğa en seri vasıtalarla bildirilir.

(2) Bu Kanun kapsamında ilgili mercilere yapılan başvurular ile bu başvuruların kabul ya da reddine ilişkin kararlar, başvuru yapılan merci tarafından Bakanlığın ilgili il ve ilçe müdürlüklerine derhâl bildirilir.

(3) Korunan kişinin geçici koruma altına alınmasına ilişkin koruyucu tedbir kararı ile şiddet uygulayan hakkında verilen önleyici tedbir kararlarının yerine getirilmesinden, hakkında koruyucu veya önleyici tedbir kararı verilen kişilerin yerleşim yeri veya bulunduğu ya da tedbirin uygulanacağı yer kolluk birimi görevli ve yetkilidir.

(4) Tedbir kararının, kolluk amirince verilip uygulandığı veya korunan kişinin kollukta bulunduğu hâllerde, kolluk birimleri tarafından kişi, Bakanlığın ilgili il veya ilçe müdürlüklerine ivedilikle ulaştırılır; bunun mümkün olmaması hâlinde giderleri Bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden karşılanmak üzere kendisine ve beraberindekilere geçici olarak barınma imkânı sağlanır.

(5) Tedbir kararının ilgililere tefhim veya tebliğ edilmemesi, kararın uygulanmasına engel teşkil etmez.

(6) Hakkında barınma yeri sağlanmasına karar verilen kişiler, Bakanlığa ait veya Bakanlığın gözetim ve denetimi altında bulunan yerlere yerleştirilir. Barınma yerlerinin yetersiz kaldığı hâllerde korunan kişiler; mülkî amirin, acele hâllerde kolluğun veya Bakanlığın talebi üzerine kamu kurum ve kuruluşlarına ait sosyal tesis, yurt veya benzeri yerlerde geçici olarak barındırılabilir.

(7) İşyerinin değiştirilmesi yönündeki tedbir kararı, kişinin tabi olduğu ilgili mevzuat hükümlerine göre yetkili merci veya kişi tarafından yerine getirilir.

Kolluk görevleri

MADDE 11 – (1) Kolluk görevleri, kolluğun merkez ve taşra teşkilâtında bu Kanunda belirtilen hizmetlerle ilgili olarak, çocuk ve kadının insan hakları ile kadın erkek eşitliği konusunda eğitim almış ve ilgili kolluk birimlerince belirlenmiş olan yeteri kadar personel tarafından yerine getirilir.

Teknik yöntemlerle takip

MADDE 12 – (1) Bu Kanun hükümlerine göre verilen tedbir kararlarının uygulanmasında hâkim kararı ile teknik araç ve yöntemler kullanılabilir. Ancak, bu suretle, kişilerin ses ve görüntüleri dinlenemez, izlenemez ve kayda alınamaz.

(2) Teknik araç ve yöntemlerle takibe ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.

    Madde 2 – (Değişik madde: 26/04/2007-5636 S.K./2.mad)

       Koruma kararına uyulmaması halinde genel kolluk kuvvetleri, mağdurların şikâyet dilekçesi vermesine gerek kalmadan re’sen soruşturma yaparak evrakı en kısa zamanda Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirir.

       Cumhuriyet Başsavcılığı koruma kararına uymayan eş veya diğer aile bireyleri hakkında Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açar.

Fiili başka bir suç oluştursa bile, koruma kararına aykırı davranan eş veya diğer aile bireyleri hakkında ayrıca üç aydan altı aya kadar hapis cezasına hükmolunur.

Tedbir kararlarına aykırılık

MADDE 13 – (1) Bu Kanun hükümlerine göre hakkında tedbir kararı verilen şiddet uygulayan, bu kararın gereklerine aykırı hareket etmesi hâlinde, fiili bir suç oluştursa bile ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre hâkim kararıyla üç günden on güne kadar zorlama hapsine tabi tutulur.

(2) Tedbir kararının gereklerine aykırılığın her tekrarında, ihlal edilen tedbirin niteliğine ve aykırılığın ağırlığına göre zorlama hapsinin süresi onbeş günden otuz güne kadardır. Ancak zorlama hapsinin toplam süresi altı ayı geçemez.

(3) Zorlama hapsine ilişkin kararlar, Cumhuriyet başsavcılığınca yerine getirilir. Bu kararlar Bakanlığın ilgili il ve ilçe müdürlüklerine bildirilir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Merkezlerin Kurulması, Destek Hizmetleri ve Kurumlararası Koordinasyon

Şiddet önleme ve izleme merkezlerinin kurulması

MADDE 14 – (1) Bakanlık, gerekli uzman personelin görev yaptığı ve tercihen kadın personelin istihdam edildiği, şiddetin önlenmesi ile koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak uygulanmasına yönelik destek ve izleme hizmetlerinin verildiği, çalışmalarını yedi gün yirmidört saat esasına göre yürüten, çalışma usul ve esasları yönetmelikle belirlenen, şiddet önleme ve izleme merkezlerini kurar.

(2) Kurulan merkezlerde şiddetin önlenmesi ile koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak uygulanmasına yönelik izleme çalışmaları yapılır ve destek hizmetleri verilir.

Destek hizmetleri

MADDE 15 – (1) Bu Kanun kapsamında şiddetin önlenmesi ve verilen tedbir kararlarının etkin olarak uygulanmasının izlenmesi bakımından şiddet önleme ve izleme merkezleri tarafından verilecek destek hizmetleri şunlardır:

a) Koruyucu ve önleyici tedbir kararları ile zorlama hapsinin verilmesine ve uygulanmasına ilişkin veri toplayarak bilgi bankası oluşturmak, tedbir kararlarının sicilini tutmak.

b) Korunan kişiye verilen barınma, geçici maddi yardım, sağlık, adlî yardım hizmetleri ve diğer hizmetleri koordine etmek.

c) Gerekli hâllerde tedbir kararlarının alınmasına ve uygulanmasına yönelik başvurularda bulunmak.

ç) Bu Kanun kapsamındaki şiddetin sonlandırılmasına yönelik bireysel ve toplumsal ölçekte programlar hazırlamak ve uygulamak.

d) Bakanlık bünyesinde kurulan çağrı merkezinin bu Kanunun amacına uygun olarak yaygınlaştırılması ve yapılan müracaatların izlenmesini sağlamak.

e) Bu Kanun kapsamındaki şiddetin sonlandırılması için çalışan ilgili sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapmak.

(2) Korunan kişilerle ilgili olarak şiddet önleme ve izleme merkezleri tarafından verilecek destek hizmetleri şunlardır:

a) Kişiye hakları, destek alabilecekleri kurumlar, iş bulma ve benzeri konularda rehberlik etmek ve meslek edindirme kurslarına katılmasına yönelik faaliyetlerde bulunmak.

b) Verilen tedbir kararıyla ulaşılmak istenen amacın gerçekleşmesine yönelik önerilerde bulunmak ve yardımlar yapmak.

c) Tedbir kararlarının uygulanmasının sonuçlarını ve kişiler üzerindeki etkilerini izlemek.

ç) Psiko-sosyal ve ekonomik sorunların çözümünde yardım ve danışmanlık yapmak.

d) Hâkimin isteği üzerine; kişinin geçmişi, ailesi, çevresi, eğitimi, kişisel, sosyal, ekonomik ve psikolojik durumu hakkında ayrıntılı sosyal araştırma raporu hazırlayıp sunmak.

e) İlgili merci tarafından istenilmesi hâlinde, tedbirlerin uygulanmasının sonuçları ve ilgililer üzerindeki etkilerine dair rapor hazırlamak.

f) 29/5/1986 tarihli ve 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu hükümleri uyarınca maddi destek sağlanması konusunda gerekli rehberliği yapmak.

(3) Şiddet uygulayanla ilgili olarak şiddet önleme ve izleme merkezleri tarafından verilecek destek hizmetleri şunlardır:

a) Hâkimin isteği üzerine; kişinin geçmişi, ailesi, çevresi, eğitimi, kişisel, sosyal, ekonomik ve psikolojik durumu ile diğer kişiler ve toplum açısından taşıdığı risk hakkında ayrıntılı sosyal araştırma raporu hazırlayıp sunmak.

b) İlgili makam veya merci tarafından istenilmesi hâlinde, tedbirlerin uygulanmasının sonuçları ve ilgililer üzerindeki etkilerine dair rapor hazırlamak.

c) Teşvik edici, aydınlatıcı ve yol gösterici mahiyette olmak üzere kişinin;

1) Öfke kontrolü, stresle başa çıkma, şiddeti önlemeye yönelik farkındalık sağlayarak tutum ve davranış değiştirmeyi hedefleyen eğitim ve rehabilitasyon programlarına katılmasına,

2) Alkol, uyuşturucu, uçucu veya uyarıcı madde bağımlılığının ya da ruhsal bozukluğunun olması hâlinde, bir sağlık kuruluşunda muayene veya tedavi olmasına,

3) Meslek edindirme kurslarına katılmasına,

yönelik faaliyetlerde bulunmak.

(4) Şiddet mağduru ile şiddet uygulayana yönelik hizmetler, zorunlu hâller dışında farklı birimlerde sunulur.

Kurumlararası koordinasyon ve eğitim

MADDE 16 – (1) Bu Kanun hükümlerinin yerine getirilmesinde kurumlararası koordinasyon Bakanlık tarafından gerçekleştirilir.

(2) Kamu kurum ve kuruluşları ile diğer gerçek ve tüzel kişiler, bu Kanunun uygulanmasıyla ilgili olarak kendi görev alanına giren konularda işbirliği ve yardımda bulunmak ve alınan tedbir kararlarını ivedilikle yerine getirmekle yükümlüdür. Gerçek ve tüzel kişiler, bu Kanun kapsamında Bakanlık çalışmalarını desteklemek ve ortak çalışmalar yapmak üzere teşvik edilir.

(3) Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu ile ulusal, bölgesel ve yerel yayın yapan özel televizyon kuruluşları ve radyolar, ayda en az doksan dakika kadınların çalışma yaşamına katılımı, özellikle kadın ve çocukla ilgili olmak üzere şiddetle mücadele mekanizmaları ve benzeri politikalar konusunda Bakanlık tarafından hazırlanan ya da hazırlattırılan bilgilendirme materyallerini yayınlamak zorundadır. Bu yayınlar, asgari otuz dakikası 17.00-22.00 saatleri arasında olmak üzere 08.00-22.00 saatleri arasında yapılır ve yayınların kopyaları her ay düzenli olarak Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna teslim edilir. Bu saatler dışında yapılan yayınlar aylık doksan dakikalık süreye dâhil edilmez. Bu süreler Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından denetlenir. Televizyon kuruluşları ve radyolarda yayınlanacak bilgilendirme materyalleri, Bakanlık birimleri tarafından üniversiteler, ilgili meslek kuruluşları ve sivil toplum kuruluşlarının da görüşleri alınarak hazırlanır.

(4) Bu Kanunda öngörülen görevlerin yerine getirilmesi sırasında kamu kurum ve kuruluşlarının personeli Bakanlık görevlilerine yardımcı olurlar.

(5) Tüm kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, personel ve üyelerinin bu Kanunun etkin bir biçimde uygulanması amacıyla Bakanlığın hazırlayıp koordine edeceği, kadının insan hakları ile kadın erkek eşitliği konusunda eğitim programlarına katılmasını sağlar.

(6) İlköğretim ve ortaöğretim müfredatına, kadının insan hakları ve kadın erkek eşitliği konusunda eğitime yönelik dersler konulur.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Mali Hükümler

Geçici maddi yardım yapılması

MADDE 17 – (1) Bu Kanun hükümlerine göre geçici maddi yardım yapılmasına karar verilmesi hâlinde, onaltıyaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının otuzda birine kadar günlük ödeme yapılır. Korunan kişinin birden fazla olması hâlinde, ilave her bir kişi için bu tutarın yüzde yirmisi oranında ayrıca ödeme yapılır. Ancak, ödenecek tutar hiçbir şekilde belirlenen günlük ödeme tutarının bir buçuk katını geçemez. Korunan kişilere barınma yeri sağlanması hâlinde bu fıkrada belirlenen tutarlar yüzde elli oranında azaltılarak uygulanır.

(2) Bu ödemeler, Bakanlık bütçesine, geçici maddi yardımlar için konulan ödenekten karşılanır. Yapılan ödemeler, şiddet uygulayandan tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde tahsil edilir. Bu şekilde tahsil edilemeyenler21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre ilgili vergi dairesi tarafından takip ve tahsil edilir.

(3) Korunan kişinin gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunun tespiti hâlinde yapılan yardımlar, bu kişiden 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.

Nafaka

MADDE 18 – (1) Bu Kanun hükümlerine göre nafakaya karar verilmesi hâlinde, kararın bir örneği, resen nafaka alacaklısının veya borçlusunun yerleşim yeri icra müdürlüğüne gönderilir.

(2) Nafaka ödemekle yükümlü kılınan kişinin Sosyal Güvenlik Kurumu ile bağlantısı olması durumunda, korunan kişinin başvurusu aranmaksızın nafaka, ilgilinin aylık, maaş ya da ücretinden icra müdürlüğü tarafından tahsil edilir. İcra müdürlüklerinin nafakanın tahsili işlemlerine ilişkin posta giderleri Cumhuriyet başsavcılığının suçüstü ödeneğinden karşılanır.

Sağlık giderleri

MADDE 19 – (1) Bu Kanun hükümlerine göre hakkında koruyucu tedbir kararı verilen kişilerden genel sağlık sigortalısı olmayan ve genel sağlık sigortalısının bakmakla yükümlü olduğu kişi kapsamına da girmeyen veya genel sağlık sigortası prim borcu sebebiyle fiilen genel sağlık sigortasından yararlanamayan ya da diğer mevzuat hükümleri gereğince tedavi yardımından yararlanma hakkı bulunmayanlar; bu hâllerin devamı süresince, 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinin (1) numaralı alt bendi kapsamında, gelir testine tabi tutulmaksızın genel sağlık sigortalısı sayılır.

(2) Bu Kanun hükümlerine göre hakkında önleyici tedbir kararı verilen kişinin aynı zamanda rehabilitasyonunun veya tedavi edilmesinin gerekli olduğuna karar verilmesi hâlinde, genel sağlık sigortası kapsamında karşılanmayan rehabilitasyon hizmetlerine yönelik giderler ile rehabilitasyon hizmetleri kapsamında verilmesi gereken diğer sağlık hizmetlerinin giderleri Bakanlık bütçesinin ilgili tertiplerinden karşılanır.

    Madde 1 – (Değişik madde: 26/04/2007-5636 S.K./1.mad)

Bu Kanun kapsamındaki başvurular ve verilen kararın infazı için yapılan icraî işlemler harca tâbi değildir.

Harçlar ve masraflardan, vergilerden muafiyet ve davaya katılma

MADDE 20 – (1) Bu Kanun kapsamındaki başvurular ile verilen kararların icra ve infazı için yapılan işlemlerden yargılama giderleri, harç, posta gideri ve benzeri hiçbir ad altında masraf alınmaz. Bu Kanunun 17 nci maddesi uyarınca yapılan ödemeler gelir vergisi ile veraset ve intikal vergisinden, bu ödemeler için düzenlenen kâğıtlar ise damga vergisinden müstesnadır.

(2) Bakanlık, gerekli görmesi hâlinde kadın, çocuk ve aile bireylerine yönelik olarak uygulanan şiddet veya şiddet tehlikesi dolayısıyla açılan idarî, cezaî, hukukî her tür davaya ve çekişmesiz yargıya katılabilir.

BEŞİNCİ BÖLÜM

Çeşitli ve Son Hükümler

Kadrolar

MADDE 21 – (1) Ekli listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına ait bölümüne eklenmiştir.

Madde 2/son

Bu Kanunun uygulanmasına ilişkin hususlar yönetmelikle düzenlenir.

Yönetmelik

MADDE 22 – (1) Bu Kanunun uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar altı ay içinde, Adalet, İçişleri, Maliye, Milli Eğitim ve Sağlık Bakanlıklarının görüşleri alınmak suretiyle Bakanlık tarafından hazırlanan yönetmeliklerle düzenlenir.

Yürürlükten kaldırılan hükümler ve atıflar

MADDE 23 – (1) 14/1/1998 tarihli ve 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlükten kaldırılmıştır.

(2) Mevzuatta 4320 sayılı Kanuna yapılan atıflar bu Kanuna yapılmış sayılır.

(3) Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce 4320 sayılı Kanun hükümlerine göre verilen kararların uygulanmasına devam olunur.

Madde 3 – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Şiddet önleme ve izleme merkezlerinin faaliyete geçmesi

GEÇİCİ MADDE 1 – (1) Bu Kanunun 14 üncü maddesinde kurulması öngörülen şiddet önleme ve izleme merkezleri, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde Bakanlık tarafından belirlenecek illerde pilot uygulama yapılmak üzere kurulur. Kuruluşları tamamlanıncaya kadar merkezlerin görevlerinin Bakanlığın hangi birimlerince yürütüleceği Bakanlık tarafından belirlenir.

Yürürlük

MADDE 24 – (1) Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

 Madde 4 – Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

Yürütme

MADDE 25 – (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

19/3/2012

LİSTE

KURUMU: AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞI

TEŞKİLATI: TAŞRA

İHDAS EDİLEN KADROLARIN

SINIFI

UNVANI

DERECESİ

SERBEST KADRO ADEDİ

GİH

GİH

TH

TH

TH

TH

SH

SH

SH

SH

SH

SH

SH

SH

SH

SH

SH

SH

SH

SH

SH

SH

YH

YH

YH

Kuruluş Müdürü

Kuruluş Müdürü

Sosyolog

Sosyolog

Sosyolog

Sosyolog

Psikolog

Psikolog

Psikolog

Psikolog

Sosyal Çalışmacı

Sosyal Çalışmacı

Sosyal Çalışmacı

Sosyal Çalışmacı

Çocuk Gelişimcisi

Çocuk Gelişimcisi

Çocuk Gelişimcisi

Çocuk Gelişimcisi

Hemşire

Hemşire

Hemşire

Hemşire

Bakıcı Anne

Bakıcı Anne

Bakıcı Anne

2

3

3

4

5

7

3

4

5

7

3

4

5

7

4

5

7

9

3

4

7

9

5

7

12

10

4

10

10

5

20

20

20

20

30

10

10

10

15

5

5

10

22

4

15

15

50

10

10

22

Toplam

362

Hazırlayan: Hulya G.

Adalet Bazen Adaletlidir!

10.03.2010 günü özel ders verdiği evden çıkıp evine gitmek üzere yolda yürürken iki tecavüzcü tarafından kaçırılan, tecavüze maruz bırakılan, parası gasp edilen ve öldürülme tehdidi yaşayan kadının ve onunla dayanışma gösteren feminist kadınların iki yıldır süren mücadelesi sonuç verdi!Devamını Oku…

Melih Gökçek’ten LGBT Bireylere Açık Ayrımcılık İlanı!

LGBT örgütler Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in ayrımcı açıklamasına tepki gösterdi. SPoD (Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği), Kaos GL ve Pembe Hayat dernekleri yaptıkları açıklamalarda, Belediye Başkanı Gökçek’i, LGBT haklarını görmezlikten gelmekle eleştirdiler.
Devamını Oku…

Kürt ve Kadınsan, Sahada Dayak Yiyebilirsin!

diyarbakrsporDiyarbakır Büyükşehir Belediyespor’un genç kadın futbol takımı, geçtiğimiz günlerde Türkiye Futbol Federasyonu Kadınlar 2. Ligi maçı için gittikleri Elazığspor maçında sahada şiddete uğradı. Aralarında Elazığspor’un yöneticisi Ahmet Çakar ile hakem Lütfü Bektaş’ın da bulunduğu kişiler Diyarbakırlı iki kadın futbolcunun ayağını kırdı ve toplam 11 oyuncudan 7 kişiyi yaraladı. Şiddete uğrayanların arasında Diyarbakır Büyükşehir Belediyespor’un antrenörü Filiz Atay da varDevamını Oku…

Erkek Yargı: Demet’in Hiç mi Suçu Yok?

demet_eygu_mor_nokta_2Demet Eygi, dershanede çalışan 26 yaşında bir öğretmendi. Çok kısa bir süre görüştüğü ve evli olduğunu öğrenince ayrıldığı Hüseyin Ayyıldız tarafından, 17 bıçak darbesi ile 7 Kasım 2009 tarihinde öldürüldü.

Hüseyin Ayyıldız, hazmedemediği bu ayrılık kararından sonra, Demet’i çokça rahatsız etmiş ve peşini bırakmamıştı. Demet’in kendisini istemediği konusunda kararlı olduğunu anlayan Hüseyin Ayyıldız, arkadaşı Cabbar Kıvrakdal’ ın da yardımıyla planlayarak Demet’i öldürmüştü.

Devamını Oku…

Öznur İçin…

oznur_mor_nokta_2Çocukken günler bitmeyecek gibidir, her an heyecanlı ve anlamlıdır sanki. Okulu, ailesi, arkadaşları, köyü/mahallesi olan bir çocuksunuzdur işte…

Günler çoktur, insanlar iyidir. Herkes dosttur, hemen akraba sıfatları eklersiniz yenice tanıştığınız birinin adının önüne. Her yetişkin kadın teyze, yetişkin adam amcadır. Geçen uçaklara el sallarsınız ne taşıdıklarını düşünmezsiniz pek.

Ama tüm çocuklar için değil maalesef; göğe gözlerini dikip bir uçağın geçişini seyretmesine kalmadan bombalar iner bir çocuğun bedenine, ya da bir diğeri bedeninde 13 kurşun bulur çocukluğun bitmeyecekmiş gibi gelen günlerini göremez… Devamını Oku…

Şiddetin Normelleştirilme Süreci

iddetin-normalletirilme-sreciSakine Günel

Kadınlar kocalarından sistematik ve sü­rekli şiddet görmelerine karşın, çocukların olması, geçinebilecekleri bir gelirden yok­sun olmaları, aile baskısı vb. bir çok sebeple evliliklerini sürdürmek zorunda kalıyorlar. Bazen bir kadının hikayesine bakıp, bu se­beplere rağmen sürdürülecek bir hayat değil, diye düşünebilirsiniz. Uzun yıllar dayakla, baskıyla süren evlilik hikayesini dinlerken “bunca yıl nasıl dayanmış” gibi bir soruyu sormaktan kendinizi alamayıp, bir erkeğin şiddetle birlikte kadını evlilik içinde tutabil­mesine öfkelenirsiniz. Nasıl olur da erkek kadına şiddet uygularken bile kendi deneti­minde tutabilir?

Devamını Oku…

İktidarın Mahremiyeti – İstanbul’da Hayat Kadınları Seks İşçiliği ve Şiddet –

iktidarin-mahremiyetiDeniz Ulusoy

Aslı Zengin, Metis Yayınları’ndan çıkan “İktidarın Mahremiyeti” adlı ça­lışmasında, devletin kayıtlı ve kayıt dışı çalışan seks işçileriyle kurduğu ilişkileri konu edinerek, ‘devletin cinsel kıyıları’ olarak adlandırabileceğimiz eril siyasetin kurucu pratiklerini ve anlayışını deşifre ediyor. Seks işçilerini kayıtlı ve kayıt dışı genel kadın kategorilerine ayırıp tanımlayan yasa, aynı zamanda bu kategorileri ve bu kategorilere yerleştirdiği hayatların de­netimini belirli şekillerde kuruyor ve elin­de tutuyor. Bu denetimin kendisi aslında devlet iktidarının mahremiyet/yakınlık ile kurmuş olduğu derin ittifakı gözler önüne seriyor.Devamını Oku…

Kalkınmada Kadın Emeği

kalknmada-kadn-emeiEmel Dalfidan

“Kalkınma bir ülkede toplumsal refa­hın artması, insanların sınıf, cinsiyet, ırk, etnik köken, din vb. farkı gözetilmeksizin insan onuruna yakışan, bir yaşam düzeyi sürdürebilmesi için yürütülen çalışmalar olarak tanımlanabilir.”

Kapsamlı bir araştırmanın ve pek çok örneğin yer aldığı Kalkınmada Kadın Emeği adlı kitap, kalkınmanın ne olduğu­nun açıklandığı giriş bölümünde yer alan yukarıdaki satırlarla başlıyor. Kalkınma düşüncesinin gelişimi, kalkınma teorile­ri, kalkınma stratejileri ve kalkınma ide­olojileri dünyada ve ülkemizde bunlara ilişkin uygulamalar tarihsel gelişimi için­de detaylı bir şekilde incelenerek okuyucuların bilgisine sunulmuş.Devamını Oku…

Bir Eylem Alanı Olarak Beden ve Dans

isadoraduncan“Beden, kültürler arasında bir toplum

sembolü olarak işlev gösterir ve ritüeller,
kurallar, bedensel davranışlarla ilgili
sınırlar, toplumsal kuralların işleyişi
olarak algılanabilir” Mary Douglas  

Banu Taban

Toplumsal cinsiyet farklılıklarının önemli ölçüde kaynaklandığı yer olan beden, kapsamlı bir tarihselleştirme ve sorunsallaştırma sürecine tabi tutulmalıdır. Son yıllarda toplumsal cinsiyet araştırmalarının çoğu, beden ve hareketin  tarihsel, sınıfsal ve kültürel bir süreç sonucu cinsiyetlendiğini öne sürmekte ve bu yönde feminist araştırmacılar dans ve hareket  incelemelerinde bulunmaktadırlar. Bedenin sınıfsal ve kültürel bir süreç sonucunda oluşan ve değişken bir niteliğe sahip olduğunu ilk kez, bir antropolog olan Marcel Mauss “Beden Teknikleri” adı  verilen düşüncesiyle ifade etmiştir. Mauss’a göre, gündelik hayattaki oturma, kalkma, yemek yeme, yürüme gibi en basit insan davranışları bile kültürler arası farklılıklara ve öğrenilmişliklere dayanmaktadır. Beden Teknikleri’nden yola çıkarak, cinsiyet rolleri ve bu öğrenilmişliğe göre oluşturulan hareket biçimlerini de anlamamız kolaylaşabilir.

Devamını Oku…

Bilmek Başka, Görmek Başka…/Uludere’den

img_1838Lale Bakırezer

Bildigimizi biliyorlardı ama bilmenin ve bilginin yeterli olmadığına çoktan kani getirmiş Uludere’li kurtler. Haklılardı, katliamın üzerinden bir aydan fazla zaman geçmesine karşın ancak yollara düşebilmiştik.

Haritada küçük ama askeri stratejide önemli bir yer şırnak/uludere. Tepelere konuşlandırılmış , kulelere benzeyen güvenlik karakollarının önünden geçerek ilerledik. Toplam iki defa güvenlik kontrolüne takıldık. Karla kaplı vadi ve sağlı sollu yamaçlara bakarken minibüsün penceresinden , biraz sonra kadınlarla nasıl yüzleşeceğimizi aklımdan geçirip derin bir iç sıkıntıyla birlikte telaşlandım.

Devamını Oku…

Ayşe Yılbaş’ın Katili Tahliye Peşinde!

meri-yazAyşe Yılbaş’ın 15 kurşunla öldürülmesinden tam 4 yıl sonra yeniden başlayan davanın ilk duruşmasında, Hüseyin Özmen, davayı izleyen feministlerin, müdahil olan avukatların kendisine hakarette bulunduğunu iddia ederek duruşmaların sesli ve görüntülü yapılmasını ve kadın örgütlerinin baskısıyla basında aleyhinde haberler yapılarak mahkemenin baskı altına alınmaya çalışıldığını iddia ederek de bu yöndeki yayınların durdurulması için karar alınmasını talep etmişti. Mahkeme heyeti Hüseyin Özmen’in taleplerini reddetmiş. Barodan bir avukat atanması kararını almıştı.Devamını Oku…

Şefika Etik Davasında Yine Erkek Yalanlar

adana_kadin_platformu14subatŞefika Etik aramızdan ayrılalı daha 6 ay olmadı. 14 ‘ünde ‘çocuk gelin’, 15’inde anne olan Şefika, evliliği süresince hep şiddet görüyor. Bir gün tüm gücünü toplayıp karakola şikayette bulunuyor ve sığınmaevine yerleştiriliyor. Şefika sığınmaevindeyken kocasının ‘barışalım’ tacizleri karşısında devletin arabulucuğuna ‘tamam’ diyor. Kocasının çiçeklerle almaya geldiği sığınmaevinden eve döndükten 2 saat sonra banyoda yine kocası tarafından bıçaklanıyor. Kamuoyu onu Habertürk’ün medya şiddeti olarak sürmanşetinde yayınladığı ‘’sırtından bıçaklı ‘’ fotoğrafıyla tanıdı. Cesedini yıkayan yakınlarının anlattıkları, katilin kendisinden ayrılmaya çalışan, onu karakola şikayet eden, sığınmaevine giden karısını işkence ederek öldürdüğünü ortaya koyuyor.Devamını Oku…

Şimdi Değil!

dsc_0030Dilek Şentürk

Bir arkadaşımla dertleştik bugün çay bahçesinde. Daha doğrusu, iki kadın kafa kafaya verip, birbirimize tutunduk katıldığımız bir söyleşinin ardından. İki kelimenin arasına bir virgüllük boşluk bile bırakmadan saatlerce paylaştık yaşadıklarımızı. Katılmış olduğumuz söyleşi masallar ve toplumsal cinsiyet üzerineydi. Bizde söyleşi sonrasında paylaşma hissi doğuran şey de katılımcı bir erkeğin feministler üzerine bomba gibi attığı “feminist hareket burjuva eylemidir” söylemiydi. Her ne kadar söyleşi anında o kişiye sözümüzü söylesek, öfkemizi göstersek de, sonrasında aramızda bununla ilgili konuşma ihtiyacını hissettik. Oturduğumuz masanın üstü yaşadıklarımız, gördüklerimiz, duyduklarımızla doldu taştı saatler boyu.Devamını Oku…

Feminist Yol Arkadaşlarımıza da Uzanan Baskılar…/İstanbul Feminist Kolektif

img_2568Bu topraklarda bir süredir “cadı avı” yaşanıyor. Her güne yeni tutuklama haberleriyle girer olduk. Son bir yıl içinde binlerce kişi çeşitli nedenlerle gözaltına alındı, tutuklandı. Tutuklama ve gözaltıların azımsanmayacak bir kısmını ise kadınlar oluşturuyor. Yanıbaşımızdaki feminist arkadaşlarımız, kadın hareketinde yanyana olduğumuz kadınlar simdi cezaevindeler.

Devamını Oku…

Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta-Haberler

erkek-adalet-deil-gerek-adaletErkek yargı yine boş durmadı…

  • • Geçtiğimiz yıl kızının erkek arkadaşı tarafından bıçaklanarak öldürülen Adliye çalışanı Necla Yıldız’ın davasında erkek yargı, tutuklu sanık Gazi Baltacı’nın akıl sağlığının yerinde olup olmadığının belirlenmesi için; savcının bile aksi yönde görüş bildirmesine rağmen, sanığın İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderilmesine karar verdi. Necla Yıldız’ın avukatları, sanığın akıl hastalığıyla ilgili daha önce Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesinden rapor alındığını, başka bir rapora gerek olmadığını, bu yönüyle dosyanın tamamlandığını ifade ederek, esas hakkında kararın verilmesini talep etti. Avukatlar, kararın süreci uzatmaya yönelik olduğuna işaret ederek tepkilerini dile getirdiler. Gazi Baltacı’nın akıl hastası olup olmadığının belirlenmesi için, İstanbul Adli Tıp Kurumu Gözlem İhtisas dairesine gönderilmesine karar veren mahkeme, eksik belgelerin tamamlanması için duruşmayı erteledi. Salonun dışındaysa kadınlar, pankart ve sloganlarla, kadın cinayetlerine karşı tepkilerini gösterdiler.

Devamını Oku…

IMC TV Yönetimi’nin Dikkatine

Mayıs 2011 tarihinden itibaren yayında olan, feminist hareketin içinden bir ekiple, gündemi toplumsal cinsiyet temelli analizle yorumlayan Mor Bülten 29 Şubat tarihinde itibaren yayından kaldırıldı.

Mor Bülten çalışanı yol arkadaşlarımız 2 Mart’ta yazdıkları kısa bilgilendirme yazısında bültenin hiçbir gerekçe gösterilmeden yayından kaldırıldığını ve işlerine son verildiğini açıkladılar.

Devamını Oku…

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2012

2012_feminist_gece_y (13)Aile değil kadınız; feminist isyandayız!

Geçen 8 Mart’tan bu yana kadınların ezildiği, sömürüldüğü, şiddete uğradığı aile temelli politikalar aldı başını yürüdü.  Kadınların aile için feda edildiği politikalar, uygulamalar ve söylemler güçlendi, güçlendirilmeye de devam ediliyor. Bunun en somut göstergesi AKP iktidarının son döneminde, Kadın Bakanlığı’nın kaldırılıp yerine Aile Bakanlığı’nın kurulması oldu.  TBMM’de bugün 8 Mart’ta kabul edilen, kadınları erkek şiddetine ve en çok aile içindeki erkek şiddetine karşı güçlendirmek ve korumak için hazırlandığı söylenen yasa yine ‘aileyi koruma’ adıyla çıkarıldı. Biz kadın örgütleri bu süreçte, kadın erkek fiili eşitliğini tanımayan AKP iktidarı ile bitmek bilmeyen bir mücadele içine itildik. Her gün 3 kadının öldürülürken, biz kadınlar erkek şiddetine karşı her gün mücadele ederken yasa tasarısının TBMM`de tartışıldığı gün, meclisin neredeyse bomboş olması, şiddetle mücadelede devletin iradesini ortaya koymuştur. Gelinen noktada yasa, erkek şiddetinin önlenmesine ilişkin kimi olumlu düzenlemeler içerirken, şiddet gören kadının güçlenmesi ve sosyal haklar elde etmesi anlamında önemli belirsizlikler getiriyor. Çünkü AKP hükümeti, kadının güçlenmesi ile ilgilenmiyor, onları aileye mahkum etmeye çalışıyor. En son gündeme taşıdıkları eğitim modeli, kız çocuklarını aileye mecbur, mahkum eden bir anlayışın ürünü değil de nedir?

Hangi aileden bahsediyoruz?

Kadınları, iyi eş, fedakar anne olarak konumlandıran, çocuk, hasta, yaşlı bakımının sorumluluğunu bizlere yükleyen;

dayakla, tecavüzle ve ölüm tehditleriyle denetim altına alındığımız, emeğimize, bedenimize, kimliğimize el konulan; aileden mi?

Erkek şiddetinin örtbas edildiği, meşru kabul edildiği, kol kırılınca aile içinde kaldığı, aileden mi?

Aile kurumunun erkeğin kadına şiddet uyguladığı, emeğini sömürdüğü „yuva“ olduğunu artık bütün kadınlar biliyor,

Kadınların karşılıksız emekleri “aile” için;

ücretli çalıştıklarında düşük ücretli, esnek çalışmaya mahkum olması da “aile”nin korunması, kadının aile içindeki görevini aksatmadan sürdürmesi için;

Başbakan’ın kadınlara 3 çocuk doğurmasını buyurması da ailenin devamlılığı ve kadının aile içindeki kutsal annelik görevlerini sürdürmesi için

Aile Bakanının lezbiyen, biseksüel ve transları meşru kabul etmemesi de “aile değerlerinin” sarsılmaması için,

her gün 3 kadının, tuzluk uzatmadığı, sürekli  makarna yaptığı, kocasından izin almadan annesine gittiği, tayt giydiği gibi gerekçelerle öldürülmesi de aile için.

Erkek adalet tecavüz davalarında tecavüz gören kadının beyanını esas kabul etmediği gibi; kadının aile yapısını araştırıyor, tecavüzde ‘rıza’ arayarak mağdur kadınları sorguluyor, yargılıyor. Boşanmak istediği, itaat etmediği için öldürülen kadınların katillerine aile adına erkeklik indirimi yani haksız tahrik indirimi uyguluyor.

Devlet politikalarının aileye göre belirlenmesi ve yazılı belgelerden kadın kelimesinin silinmesi tesadüfi değil, erkek egemen sisteminizin temeli.

Kadınları birey olarak almayan aileye mahkum eden anlayışı kabullenmiyoruz!.

Bizler,  kendi hayatlarımızdan , kadınlar aile içine hapsoldukça, bu aile yapısı sorgulanmadıkça kadını erkeğe bağımlı kılmaya çalışan bu heteroseksist aile biçimi sürdükçe erkek şiddetinin hayatlarımızdan gitmeyeceğini biliyoruz.

Kadın erkek eşitliğini kabul etmeyen zihniyetiniz ve heteroseksizmi güçlendiren aile politikalarınız her gün 3 kadının öldürülmesine ve trans cinayetlerinin artarak devam etmesine neden oluyor.

İsyan ediyoruz!

Kadın cinayetleri politiktir!

Trans cinayetleri politiktir!

Bu topraklarda yıllardır süren savaşın, barışa karşı olan anlayışın, iki kat mağduru Kürt kadınların teker teker hapse atıldığına hepimiz şahitiz. 8 Mart organizasyonuna katıldığı, ders verdiği, düşündüğü, düşüncesini ifade ettiği için ya da sadece Kürt olduğu için kadınlar tutuklandılar. Ve tutuklanmaya devam ediyorlar. Biz feministler bu cadı avının bir an önce durmasını, arkadaşlarımızın serbest kalmasını istiyoruz ve keyfi tutuklamalara isyan ediyoruz.

İsyanımız  kurtuluşumuz için..

Ev içinde karşılıksız emeğimizin ortadan kaldırılması için,  ücretli-ücretsiz çalışırken sömürülmemek için,

İsyanımız erkek şiddetine, tecavüzde ‘rıza’, cinayette ‘tahrik’ arayan yargıya

İsyanımız;  Kadın diyemeyenlere, bizlere karı, hanım, bayan, eş, anne, analarımız, nine, abla, kızkardeş, hatun, aile, kızlarımız, kadınlarımız diye seslenenlere, bizi bu kimliklerine hapsedenlere,

İsyanımız bedenimiz üzerinde denetim kuranlara, cinselliğimizi erkek kafalarıyla sınırlandırmaya çalışanlara

İsyanımız depremin mağduruyken,   felaket sonrasında hayatlarımızı yeni baştan kurmaya çalışırken artan taciz, tecavüz ve erkek şiddeti ile de mücadele etmek zorunda kalmamıza’

İsyanımız savaşa, operasyonlara,

Patriyarkal sistem ve heteroseksizmden temellenen ailenizi,  bu aileyi güçlendirmek adına hayatlarımızı kuşatmanızı kabul etmiyoruz. 8 Mart’ı kadınların dayanıştığı, isyan ettiği gün olarak selamlıyoruz. Yaşasın kadın dayanışması! Yaşasın feminist dayanışma!

 

İstanbul Feminist Kolektif

8 Mart 2012

 

8 Mart’ta Birlikte Eğlenelim…

8-mart-davetiyesi-1İstanbul Feminist Kolektif; 8 Mart gece yürüyüşü sonrasını birlikte geçiriyor. Feminist Hareketin 30.yılına denk gelen bu 8 Mart’ta dertleşmek, eğlenmek için birlikte olmaya ‘evet’ diyorsanız feministler@gmail.com adresine mail atabilrsiniz.

Şiddete Son Platformu’ndan TBMM Üyelerine Mektup/7 Mart 2012

Şiddete Son Kadın Platformu’nu oluşturan 237 kadın örgütü ve Platform’un taleplerini destekleyen tüm diğer kadın platformları ve kadınlar olarak bir kez daha belirtmeliyiz ki, aylardır tartışılan şiddet yasa taslağının, Bakanlıkta, Başbakanlıkta ya da TBMM’de bir odadan diğerine giderken bile uğradığı aleyhte değişikliklerden son derece rahatsızız.

Devamını Oku…

Şiddet Kimin Suçu, Neyin Utancı?

mor-nokta_3_ebru_sorgunBirçok kadın gördüğü şiddetin adını koyamamaktadır ve adını koyduğunda da kendisine yapılanın, kendisinin bir suçu karşılığında olduğuna inanma eğilimindedir. “Kesinlikle dayağı, azarlanmayı hak edecek bir şey yapmışımdır, benim suçumdur, erkektir ne de olsa” fikri maalesef son derece içselleşmiştir. Halbuki şiddet ne şiddet görenin suçudur, ne tanrı kelamıdır, ne de kader olarak görülmelidir.

Devamını Oku…

Seks İşçiliği ve İnsan Hakları Konferansı

seksiscileri_2012

Seks İşçileri “Polis Elini Bedenimden Çek!” Diyecek!

5 yıldır Pembe Hayat öncülüğünde düzenlenen Seks İşçiliği ve İnsan Hakları Konferansı’nın bu seneki teması, polisin seks işçilerine yönelik baskısı olacak.

Konferansın ana başlığının “Polis Elini Bedenimden Çek” olması üzerinden Türkiye’de polisin seks işçilerine yönelik baskısı konuşulurken, Avrupa ülkelerinde polisin seks işçilerine yönelik uygulamaları ve seks işçilerinin mücadele yöntemleri de tartışılacak.

Devamını Oku…

Şiddete Son Platformu Basın Açıklaması/3 Mart 2012

Şiddete Son Platformu, 03 Mart 2012 tarihinde 14 ilde eş zamanlı düzenlediği basın açıklamasıyla, “Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı”na ilişkin ilişkin tepki ve taleplerini dile getirdi:

Bilindiği gibi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bir süredir her platformda şiddet yasa tasarısının tanıtımını yapmaktadır. Hükümetin aceleyle kanunlaştırmaya çalıştığı bu yasa tasarısı şiddet mağduru kadınların ihtiyaçlarını karşılamaktan, kadına yönelik şiddeti önlemekten ve ortadan kaldırmaktan çok uzaktır. Yıllardır kadına yönelik erkek şiddetiyle mücadele eden kadın örgütlerinin bu haliyle bu tasarıyı sahiplenmelerinin, desteklemelerinin ve kabul etmelerinin mümkün olmadığı ortadadır.

Hükümet, Avrupa Konseyi’nin kadına yönelik şiddet konulu İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacıları arasındaolmasıyla sürekli övünmekle birlikte, gerek Bakanlık gerek diğer Hükümet yetkilileri tarafından kamuoyuna açıklanan pek çok konu tasarı metninde yer almamaktadır. Hükümet kadınlara yönelik şiddetle mücadeleye dair verdiği sözleri tutmamaktadır.

Bakanlık, tasarının hazırlığı ile ilgili yaklaşık bir yıldır çalışmaktadır. Kadın örgütleri, bu süreç boyunca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile çok sayıda toplantı gerçekleştirmiş, görüşülebilecek tüm kurumlarla yasa tasarısı müzakere edilmiş, kadınların talepleri defalarca yazılı ve sözlü şekilde ilgili kurum ve kişilere iletilmiş, kadın örgütlerince bir yasa taslağı metni kaleme alınmakla yetinilmemiş Bakanlığın metnine ilişkin de çok sayıda eleştiri ve öneri sunulmuştur. Kadın örgütleri tüm iletişim yollarını zorlayarak sürece müdahil olmayı talep etmelerine rağmen Bakanlık bu konuda çok geç harekete geçmiş ayrıca kadın örgütleri tarafından tasarıya eklenen düzenlemelerin Bakanlar Kurulu’nda imza aşamasında değiştirilmesini veya tasarıdan çıkartılmasını engelleyememiştir. Süreç,

Hükümet tarafından açık ve samimi şekilde yürütülmemiştir. Bugün gelinen noktada Hükümet tarafından yasalaşması için TBMM’ye gönderilen metin kadın örgütlerinin taleplerini karşılamamaktadır.

Tasarı ile 4320 sayılı kanun’un kazanımları geri alınıyor

Hükümetin yasalaşması için Meclis’e gönderdiği tasarı metni ile Bakanlığın Bakanlar Kurulu’na imza için gönderildiğini açıkladığı metin arasında çok ciddi farklar bulunmaktadır. Tasarının adı “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı” iken “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi” olarak değiştirilmiş, bir kez daha kadınların hayatının korunması yerine ailenin korunması tercih edilmiştir. Hükümetin bakış açısını yansıtan bu tutum dışında da mevcut tasarıda ciddi pek çok sorun bulunmaktadır.

Tasarının temel ilkelere ilişkin maddesinden Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere yapılan atıf ve şiddet mağdurlarına ilişkin verilecek destek ve hizmetlerin sunumunda temel insan haklarına dayalı, toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve süratli bir usul izleneceği ilkesi çıkarılmıştır. Ayrıca ev içi şiddet, kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet tanımları da tasarının dışında bırakılmıştır. Bu ilkelerden ödün verilerek, kadın erkek eşitliği ve fiili eşitlik kavramlarından korkularak kadına yönelik şiddetle mücadele edilmesi mümkün değildir.

Tasarının önceki halinde yer alan ve önemli bir kazanım gibi görünen Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri ise son düzenlemeyle ayrı bir hayal kırıklığına dönüşmüştür. Yasanın gereği gibi uygulanmasını sağlayacak en önemli mekanizma olan bu merkezlerin kadrosu 5557’den 362’ye indirilmiş, bu merkezlerde çalışacakların tercihen kadın olmasına ilişkin düzenleme tümden çıkarılmıştır. Kadına yönelik şiddetin bu denli yüksek oranlara ulaştığı ve günden güne arttığı bir ülkede 362 kadro ile kurulacak merkezlerin işlevsiz ve göstermelik kurumlar olacağı çok açıktır.

Meclis’e sunulan tasarıda, şu an yürürlükte olan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un kazanımları geri alınmakta ve 4320 sayılı Kanun’un çok daha gerisinde düzenlemelere yer verilmektedir. 4320 sayılı Kanun’da ve tasarının önceki halinde yer alan şiddet gören dışında çevresindeki kişilerin de şikâyetçi olabilmesini içeren “ihbar hakkı” son anda metinden çıkarılmıştır. Hâkimlerin dosya üzerinden ve şiddetin yazılı olarak belgelenmesini aramaksızın, dosyanın kaydedildiği gün tedbir kararı vereceği yönündeki düzenleme de tasarıdan çıkarılan düzenlemeler arasındadır. Bu düzenlemeler ile kadınlar yalnızlaştırılmakta, maruz kaldıkları şiddeti ispatlamaları istenmekte, hâkimlerin tedbir kararı verirken delil aramaları esas, aramamaları ise istisna haline getirilmektedir. Tüm bunlar, yasayı etkisizleştirecek müdahalelerin somut örnekleridir.

Prestij malzemesi olarak kullanılan bir yasa değil, gerçek bir yasa istiyoruz

Tasarı, 1 Mart sabahı alelacele Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’na (KEFEK) ve gene aynı gün içerisinde Adalet Komisyonu’na gönderildi. Komisyon toplantılarına katılan Bakan Fatma Şahin kadınlara Adalet Komisyonu’nun eski tasarıyı dikkate alacağı sözünü verdi. Ancak eski tasarı da daha önce defalarca belirttiğimiz gibi kadınların taleplerini yeterince dikkate almamaktaydı.

Kadın örgütlerinin yasaya ilişkin başlıca talepleri şunlardır:

– Kadına yönelik şiddetin insan haklarına aykırılık teşkil ettiğinin açıkça ifade edilmesi,
– Ayrımcılık yasağı, fiili eşitsizlikler gibi şiddetin arkasındaki dinamiklere dair düzenlemelere yer verilmesi,
– Temel ilkeler bölümünde uluslararası sözleşmelere ve özellikle İstanbul Sözleşmesi’ne atıf yapılaması,
– Cinsel yönelim ve cinsel kimliği ifadelerinin yasaya eklenmesi,
– Mağdur yakınlarının ve şiddete tanıklık edenlerin de koruma kapsamına alınması,
– Kadın örgütlerinin şiddet ile ilgili her türlü davada müdahilliklerinin kabul edilmesi,
– Sığınaklar ve cinsel şiddet kriz merkezlerine ilişkin düzenlemelere yer verilmesi,
– Tedbir kararlarının gerektiğinde süresiz verilebilmesi,
– Çocukların velayet hakkının koruma süresince, kadının talebi ile şiddet mağduru tarafından kullanılacağı, çocukların şiddet uygulayan ile kişisel ilişkisinin bu süre boyunca kaldırılacağı veya denetime tabi tutulacağı düzenlemesine yer verilmesi,
– Şiddet uygulayanların yanı sıra, şiddeti azmettirenlere ve yardım edenlere karşı da tedbir alınması ve bu kişilerin de tedbir kararına aykırılıktan ötürü cezalandırılması,
– Hâkim ve savcılar dâhil olmak üzere bu vakalarda görev alacak herkese yönelik kadının insan hakları, toplumsal cinsiyet, kadın erkek eşitliği konularını içeren eğitimler verilmesi,
– Şiddet ile ilgili yasal başvuru süreçlerinde taraflar arasında arabuluculuk ve uzlaşma girişiminde bulunulamayacağının düzenlenmesi,
– Şiddet mağdurlarının zararlarının tazmin edilmesi,
– Hakkında koruyucu tedbir kararı verilen şiddet mağduru kişilerin sosyal güvencesinin şiddet uygulayan kişiye dayandığı hallerde, gizliliği ihlal etmemek için tedbir süresi boyunca mağdur lehine ücretsiz sağlık tedbirine karar verilmesi,
– Yasanın uygulamasını etkili şekilde izleyecek ve denetleyecek Şiddet Önleme ve İzleme Merkezlerinin kurulması.

Bizler, Hükümet tarafından prestij malzemesi olarak kullanılan bir yasa değil ihtiyacı karşılayan, etkili ve gerçek bir yasa istiyoruz. Adalet Komisyonundan kadın örgütlerinin tüm taleplerini karşılayan bir metnin çıkması için kadın örgütleri olarak mücadele etmeye devam edeceğimizi bir kez daha duyuruyor, Hükümeti kadınları gözardı eden tutumunu ısrarla sürdürmekten vazgeçmeye ve kadın örgütlerinin yasaya ilişkin taleplerini dikkate almaya davet ediyoruz.

Erkek Şiddetine Karşı Etkili Bir Yasa İstiyoruz!

feminist_kadinlar_eylemYaklaşık bir yıldır tüm Türkiye’den 237 kadın örgütü olarak, kadına yönelik şiddete karşı çıkarılacak yasanın hazırlık çalışmalarıyla ilgili öncelikle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olmak üzere çok sayıda kurum ve kişi ile görüşmelerimizi sürdürüyoruz. Ancak gelinen son noktada sanki tüm bu müzakereler olmamış gibi, hükümet kadınlara verdiği sözleri unutarak onaylamadığımız bir yasa metnini meclise sevk etti. Biz kadınlar olarak, hükümetin uluslararası siyasi arenada ve AB nezdinde prestij malzemesi olarak kullanacağı ancak şiddete karşı kalıcı çözüm getirmekten, kadınların ihtiyaçlarına yanıt vermekten uzak bu tasarıyı sahiplenmiyoruz.

1 Mart Perşembe günü itibarıyla, TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu ve Adalet Komisyonu’nda tartışılan bu tasarıyla ilgili olarak Sayın Bakan Fatma Şahin’in, verdiği sözü tutmasını ve;

· Bakanlar Kurulu’nun tasarının adından başlayarak tüm içeriğine yaptığı müdahalenin geri alınmasını,

· Kadın örgütlerinin talepleri doğrultusunda bir şiddet yasası çıkartılmasını istiyoruz.

Hükümet tarafından 8 Mart 2012 tarihinde yasalaştırılması istendiğinden gereksiz bir telaşla ele alınan bu yasadaki her bir kelimenin, kadınların hayatlarını yakından ilgilendirdiğini ve hata kaldırmayacağını bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.

Sadece kadınların değil, tüm dünyanın ve Türkiye kamuoyunun nefesini tutup beklemekte olduğu şiddet yasası ile ilgili güncel durumu ve taleplerimizi paylaşacağımız basın açıklamamamıza hepinizi davet ediyoruz.

Şiddete Son Platformu

Tarih 3 Mart 2012 Cumartesi
Saat 12:30
Yer İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyeti
İstiklal Cad. Ayhan Işık Sok. No:6 Beyoğlua

Kadına Yönelik Suçlarda Müdahillik…

490-250Kadın Örgütlerinin, Kadın Cinayeti Davaları’nda Müdahil Olması Neden Önemli?

Kadın örgütleri ve feminist hareket bir süredir kadın cinayetleri davalarında taraf olduklarını ileri sürüp, davalarda “müdahil olma” talebinde bulunuyor. Peki hukuken “davaya katılma” olarak adlandırılan bu talebin , kadınlar ve feminist mücadele bakımından anlamı nedir? Neden bir hukuki müessesenin uygulanması bir politik talep olarak dillendiriliyor? Bu yazıda kısaca bunun politik arka planı açıklanacaktır. Devamını Oku…

TBMM`ye Sunulan Yasa Taslağını Kadın Örgütleri Kabul Etmiyor

kadina-siddete-hayirDeniz Bayram

Bakanlar Kurulu`ndan Basbakan imzali olarak TBMM`ye sunulan yasa taslagini incelediginizde su sorular geliyor aklimiza;

– Mevcut tum insan haklari sozlesmeleri, evrensel bildirgeler ve 1982 tarihli anayasa; `cinsiyet ayrimi yapilmaksizin esitlik` olgusunu bu denli supheye yer vermeyecek sekilde duzenlemisken, `fiili esitsizlik`, `kadin erkek esitligi` kavrami neden sizi rahatsiz ediyor? Devamını Oku…

As We Set Off

In recent years, in Turkey, a lot is being said, and in fact many things are being done on behalf of and in the name of women. Many women’s groups have mobilized for causes such as the empowerment of women against domestic violence, the denouncement and punishment of honor crimes, the improvement of women’s employment, and for making participation in schooling attainable for women, through various modifications strengthening women’s status in the constitution and laws, which enhance women’s position.

Devamını Oku…

Zeynep Göçek Davasına Mor Çatı Adına Müdahillik!

isyandayiz

Zeynep Göçek aramızdan biri. Cezaevinden izinli gelen kocası arafından öldürüldüğünde 37 yaşındaydı. Biri 12, biri 18 yaşında iki çocugu vardı. Hayatı zorluydu. Katili olacak adam ikinci kocasıydı. Kurtuluş’ta kapıcılık yapıyor hem evi geçindiriyor; hem de cezaevindeki kocasına yetişmeye çalışıyordu. Katili olacak adamla arasında 25 yaş fark vardı. Adam içerdeyken kadına baskı yapıyor. Paranoyalarıyla Zeynep’i taciz ediyordu. Bayram iznine geldiğinde Zeynep’in kızkardeşinin yanında bayramın birinci günü için 3 gün sonrası için ‘kim öle; kim kala’ demisti. Devamını Oku…

“Buzzz Gibi Ofsayt: Cinsiyetçiliğin Sportif Halleri” Buluşmamızın Düşündürdükleri…

Nacide Berber

cumartesi_bulusmalari-01Popüler kültür-feminizm tartışmalarına kafa yormaya başlamamız çok yeni değil tabii. Ama Şubat ayı itibariyle başlattığımız Feminist Cumartesi Buluşmaları’nı gerçekleştirmemizde itici kuvvet olduğu kesin.

Popüler kültür tartışmaları küçümsemeyle yüceltme arasında gidip gelse de, biliyoruz ki hegemonik kültür olarak herkesin olduğu kadar kadınların ve dahi feministlerin de hayatını etkilemekte ve bu konu gündelik hayatımızda önemli bir yer teşkil etmektedir. Her popüler kültür ürünü kötüdür diye bir şey düşünmesek de, pek çoğunun cinsiyetçi olduğu ve haklı bir feminist müdahaleyi hak ettiği kesin diye düşünüyoruz! Devamını Oku…

Ayşe Yılbaş Davası 20 Mart’a Ertelendi

ase_yilbas_Ayşe Yılbaş’ın katili Hüseyin Özmen’in cinayeti planlı olarak işlemediği iddiasıyla Yargıtay tarafından bozulan davanın birinci duruşması 21 Şubat’ta yapıldı. Duruşma öncesi İstanbul Feminist Kolektif’in çağrısıyla biraraya gelen kadınlar bir basın açıklaması yaptılar.

Duruşmanın sürprizi katilin avukatlığını yapan ve insan hakları savunucusu olarak birçok davanın savunmasını üstlenen Bahri Belen’in duruşmadan 4 gün önce istifa ettiğini beyan eden yazıyı mahkemeye göndermiş olmasıydı. Hüseyin Özmen’in önce boşanma avukatı, cinayet sonrası da savunma avukatı olan Bahri Belen’le bu davayı bırakması için çok kez görüşülmüştü. Ancak Bahri Belen bu davayı bırakmak bir yana, kadın cinayetlerini politik kılan bir yerden, kadın düşmanı politikalarla savunma avukatlığını sürdürdü. Katilin ruh sağlığının yerinde olmadığı, aşk cinayeti işlediği, haksız tahrik indirimi uygulanması gerektiği gibi erkek egemen taraftan savunmasını kurdu.

Devamını Oku…

4+4+4 Kadınlara Ne Getiriyor?

zorunlu-egitim-005Ayşe Panuş

Türkiye’ de eğitimin süresi Tevhidi Tedrisat Kanunu’ndan bu yana bir kapışma alanı olagelmiştir. 28 Şubat’ta sistemin iki muktedirinin kapışması sonucunda ise 8 yıllık kesintisiz eğitim uygulaması başladı. Tarafların kapışması her zaman kadınlar üzerinden gerçekleşmekte ve patriyarkal sistem nasıl eğitim alacağımız üzerine yine yasalar çıkarmakta. Türkiye’yi yöneten tüm muktedirlerin ortak paydası ise kadını ailenin temel fonksiyonlarına göre tanımlamasıdır. Kimi seküler kimi de dini bir anlayışla bunu kadınlara dayatmaktadır.

Devamını Oku…

SFK Cumartesi Buluşmaları: Buz Gibi Ofsayt: Cinsiyetçiliğin Sportif Halleri/25 Şubat 2012

cumartesi_bulusmalari-0125 Şubat Cumartesi saat 16.00’da ‘Buz gibi ofsayt: Cinsiyetçiliğin Sportif Halleri’ üzerine tartışmak için buluşuyoruz.
Sunum: Sevecen Tunç

Spor politik/ideolojik bir alan mıdır?

Cinsiyet ayrımcılığı sporda nasıl tezahür eder?

Spor erkek egemen sisteme nasıl ne şekilde katkı sunar?

Kadınlar bazı spor dallarından nasıl ve niçin dışlanır?

Kadınlar bazı spor dallarından anlamaz mı, niçin?

Futbolda cinsiyetçilik mücadelesinin hayatın diğer alanlarındakilerle benzerlikler, nelerdir?

eminizmin feministlerin, tribündeki ve sahadaki cinsiyetçilikle mücadele imkanları nerede başlar, neden bitmez?
Tarih 25 şubat 2012, saat 16.00
Yer:İstiklal caddesi Tel sokak no 20 kat 3, Beyoğlu, İstanbul
Tel 0212 243 49 93
http://www.sosyalistfeministkolektif.org

İzmir’de Feminist Buluşma

Tansunur Şengül

Bu yılki Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası’nda Homofobi ve transfobi karşıtı kadınlar olarak örgütlenen Siyah Üçgen’in feminist örgütlerle birlikte organize ettiği Feminist Buluşma’yı geçtiğimiz cumartesi günü gerçekleştirdik.

Feminist Buluşma’nın gündemini ”taciz” olarak belirledik.Evde, iş yerinde ve sokakta olmak üzere yaşamın her alanında öncelikli olarak kadınların maruz bırakıldıkları eril taciz, kadınları tüm sınıfsal ve farklı kimlik kotlarında ortak kesen olarak karşımıza çıkıyor. Farklı yönelimlere sahip olan kadınlar göz önünde bulundurulduğunda yaşanan tacizler de çeşitlilik gösteriyor. Tacize karşı birlikte politik söz üretirken, kadınların birbirleriyle kurdukları ilişkilerin de eril söylemin hayatlarımızdaki bir diğer yansıması olmamasına dikkat ederek bu konuyu hep birlikte daha kapsamlı tartışmak istedik.

Feminist Buluşma’nın örgütleyicileri arasında Siyah Üçgen’li Kadınlar,Sosyalist Feminist Kolektif,Amargi,Bağımsız Kadın İnsiyatifi yer aldı. Katılıcımlar arasında ise bu örgütlerden kadınlar ve bağımsız olarak katılan toplam 46 kadın vardı.

Sabah 10’da kahvaltıyla başladık. Kahvaltıdan sonra daha önceden belirlediğimiz tacizle ilgili sekiz örnek vakayı sekiz ayrı atölye grubu oluşturarak tartıştık. Atölye çalışmalarımızdan sonra sonuçlarımızı sunduk onun üzerinden sorular çıkardık. Soruları en son geniş kapsamlı bir tartışma ortamında tartıştık. Buluşmanın çıkışında Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası kapsamındaki eyleme katıldık.

Ağlamaya Utanmak/Uludere’den…

img_1827Hülya Osmanağaoğlu

Neredeyse bir buçuk ay oldu Uludere’den döneli. Nisan’a bir hafta kaldı. Evinde kaldığım Sevim Encü ile görüşüyoruz telefonda. Halimizi hatırımızı soruyor, herkese selam söylüyor. Nisan’da gelip gelmeyeceğimizi sorup, gelince bende kalacaksın unutma diye ekliyor. O akşam tanışamadığım 13 yaşındaki kızı Asya ile de konuştum. Nisan’da tanışmak üzere sözleştik. Nisan ayı önemli Uludere katliamında yakınlarını kaybedenler açısından. Kar kalkınca bombalanan bölgeye yeniden gidip o geceden bir şey kalmış mı bakacaklar. Bir de Nisan’a kadar devlet sorumluları cezalandırıp ailelerden özür dilemezse Güney Kürdistan’a geçeceğini söyleyenler var. Devamını Oku…

Aşkın Gözü Kör Değildir.

cupidS.Dilek Şentürk

Aşkın gözü kör değildir.

Aşkın doğal, saf, toplumsal hiçbir katkı ve etkiye maruz kalmayan bir hali var mıdır? Hani, görürsünüz, içinizden ılık ılık bir şeyler akar, yüreğinizin atışı değişir. Bir anda dünya vız gelir de uçmak, koşmak, doğayı sımsıkı kucaklamak istersiniz.Devamını Oku…

Ayşe Yılbaş Davası Yeniden Başlıyor; 21 Şubat Saat 9.00’da Çağlayan Adliyesi’ndeyiz!/İstanbul Feminist Kolektif

kadn-cinayetiAyşe Yılbaş Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Nöroloji servisinde stajyer doktordu. Ayşe boşanmak istediği eşi Astsubay Kıdemli Çavuş Özmen tarafından 22 Şubat 2008’de staj yaptığı hastanede 12 kurşunla öldürülmüştü.

Ayşe Yılbaş’ın davasını onlarca feminist avukat ve feminist aktivist takip ettik. Dava sırasında katil ve savunma avukatları, az ceza çıkması için ellerinden geleni yaptılar. ‘Şuuru yerinde değildi’, ‘şizofrendi’ ‘cezai ehliyeti yoktu’, ‘seviyordu, perişan oldu’, ‘çocuğu için yaptı’, ‘derin bir elem ve gazap içindeydi’ gibi tüm kadın cinayeti davalarında ileri sürülen gerekçeler, ardı arkasına sıralandı.

Devamını Oku…

Uludere’ye Sessizliği Protesto Ediyoruz

Biz bir grup feminist 11 Şubat’ta Uludere’de olacağız.

uludere_katliami_cenaze_toreni_30_12_11 Uludere katliamının üzerinden yaklaşık 1.5 ay geçmesine rağmen; hükümetin, aralarında çocukların da olduğu 34 Kürdün uğradığı saldırıya kayıtsız kalmasını, bu korkunç olaya adeta bir doğal afetmiş gibi yaklaşmasını protesto ediyoruz!
Sorumluların derhal bulunup, yargılanması gerekirken, sözde şeffaf bir soruşturma sürdürüleceği ileri sürülürken, mahkemeden çıkarılan gizlilik kararıyla katliamın örtbas edilmeye çalışılmasına öfkeliyiz.

Devletin kurumlarının, hükümetin ve AKP’nin tam destek verdiği, “operasyon hatası”, “hiçbir devlet kendi halkını bombalamaz” gibi açıklamalara inanmıyoruz!

Devamını Oku…

Fevziye Cengiz Yalnız değildir

karakolda_dayak_subat_2012_izmirBu davanın sonuna kadar takipçisiyiz

Bugün burada Fevziye Cengiz’in 16 Temmuz 2011’de Karabağlar Polis Karakolunda “alkollü olduğu ve kimliği olmadığı” gerekçesi ile gördüğü işkence sonrasında gösterdiği  kararlılık  sonucu polislere açılan davanın ilk duruşması dolayısı ile toplandık.

Devamını Oku…

Şiddet ve Sevgi Bir Arada Olabilir mi?/İstanbul Feminist Kolektif

Hangi hediye, erkek şiddetini unutturabilir?

seven-erkek-oldurur-muBugün 14 Şubat sevgililer günü. Kapitalizmin önümüze sürdüğü parlak hediyelerle sevgilimizin bize verdiği değeri, sevgisini “ölçtüğümüz” gün. “Aşk” ve “sevgi” bahanesiyle baskı ve şiddetle iç içe yaşarken, hangi hediye bunları unutturabilir?
Aşk ve sevgi adına girdiğimiz yolda her birimiz farklı biçimlerde erkekler tarafından değersizleştirilirken, tek bir güne sığdırılan sevgi sözcükleri “aldanmaya” yeter mi?
Biz kadınlar heteroseksist dünyanın erkek egemen aşkına karşı çıkıyoruz.

Aşkımız ne kadar “uyumlu”, ne kadar “anlayışlı” olduğumuzla ölçülüyor. Erkeklerin kurduğu baskı “aşk adına” olağanlaştırılıyor. Bizi güçsüzleştiren aşkta mutlu olmamız mümkün mü?

En ufak bir tartışma erkeklerin ses yükseltmesine, kıskançlık krizlerine dönüşebiliyor: erkekler öfkelerini; bağırarak, azarlayarak, bizi hiçe sayarak, vurduklarında bile gözlerimizin içine bakarak “severim de, döverim de…Zaten seni sevdiğim için vurdum” diyerek mazur göstermek istiyorlar. Peki, şiddet ve sevgi bir arada olabilir mi?

Bazen sevişmek istemiyoruz. Ama buna zorlanıyoruz. Erkekler “hayır” dediğimizde bize tecavüz etmeyi “hak” görürken; istemediğimiz/red ettiğimiz cinsel ilişki için bile sevgimiz sorgulanmıyor mu? Heteroseksizmle sınırlanmış, kadınlar için cinselliğin sadece evlilik içinde kabul gördüğü bir dünyada, özgür bir cinsellik mümkün mü? Kiminle sevişeceğimizin kararı bize mi ait?

Erkeğin ”sana güveniyorum, çevrene güvenmiyorum”, “bu kıyafet vücut hatlarını fazla belli etmiyor mu?”, “arkadaşlarınla az görüşsen daha iyi olur” laflarıyla tercihlerimiz hep denetim altında. Kadının erkeği mutlu ettiğinde, kendisinin de mutlu olduğu söylemi, aşk adına kendimizden, kendi istek ve arzularımızdan vazgeçmek anlamına gelmiyor mu?

Kendisinden ayrılmak istedi diye, sevgilik teklifini reddetti diye günde 3 kadının öldürüldüğü, taciz, tecavüz ve kadın cinayeti davalarında, “seviyordum öldürdüm” diye savunma yapan erkeklere “haksız tahrik” indirimi uygulanıp cezaların indirildiği bu topraklarda; aslında “sevginin” değil, “alışveriş çılgınlığının” günü olan 14 Şubatı yani “sevgililer gününü” kutlamıyoruz. Şiddetin gerekçesinin sevgi olduğunu kabul etmiyoruz.

Bize ask ve sevgi adına dayatılanları değişir umuduyla hep affetmemiz bekleniyor. Affetmek kendinden vazgeçişse affetmiyoruz! “Hayır” deme özgürlüğümüzün olduğu bir aşka “evet” diyoruz!

İstanbul Feminist Kolektif

“Al Aşkını Ver Hayatımı”/ İstanbul Feminist Kolektif

Egemenlik ve sevgi bir arada durur mu?

Ya eşitsizlik, baskı, zorlama, yasaklama…

Kıskançlık sevgiye dahil olabilir mi?

Peki ya şiddet, taciz, tecavüz…

Ölümle biten sevgi olabilir mi?

Hangi hediye hepsini unutturabilir?

Egemenliği gizleyen hediyelerinizi değil, özgürlüğümüzü istiyoruz!

14 Şubat 2012

18607_411426548943526_438334066_n

65292_411426735610174_1445286718_n

164436_411426832276831_379554418_n

379237_411426845610163_1993055086_n

521860_411426495610198_1011498364_n

643956_411426728943508_969213139_n13096_411427105610137_1978279698_n

Şiddet Yasa Taslağı ve Geldiğimiz Nokta

Deniz Bayram

Kanun hükmünde kararname ile kurulduğu günden bu yana kadınlar, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı`nın adında, `kadının` adının olmamasına dair eleştirileri ile protestolarına devam ederken, yeni bakanlık, şiddete karşı yeni bir yasa taslağını gündeme getirdi. Görüyoruz ki, uluslararası alanda kadına yönelik şiddetten dolayı mahkum edilmiş ilk ülke olarak tarihe geçilmesi ve kadın cinayetleri ile şiddete dair çetele tutulması karşısında, bakanlığın ilk adımı yeni bir şiddet yasası yapmak yönünde oldu.

Yürürlükte olan 4320 sayılı yasa, elbetteki pek çok eksiklikleri olan yetersiz bir yasaydı ve 1998 yılından bu yana adı da dahil olmak üzere, kadın hareketinin eleştirdiği bir yasa olmuştu. Kadınlar, bu yasal yetersizlik ve uygulamanın, kadının şiddetten korunması ve şiddetin ortadan kaldırılması anlayışından uzak olması nedeni ile kendilerini şiddete karşı işlevsiz bir süreç içerisinde buluyorlardı. Bu süreç, her gün beş kadının öldürüldüğü bir gerçekliği karşımıza çıkardı.

Bu doğrultuda, yeni yasa ile şiddete karşı nasıl bir mücadele verileceği, tam da İstanbul Sözleşmesi`nin İstanbul`da imzaya açılmasının akabinde başlaması ile en önemli gündemimiz haline geldi. 236 kadın örgütünün oluşturuduğu ‘’Şiddete Son Platformu’’ tarafından hazırlanan ve İstanbul Sözleşmesi ve diğer uluslararası sözleşmeler referans alınarak hazırlanan yasa taslağı, bu süreçte `kadın örgütlerinin yasa taslağı` olarak bakanlığa sunuldu.

Bakanlık tarafından hazırlanan ve yapılan çalışmalarda ve basında, yasada yer alması planlanan elektronik takip sistemi, şiddet uygulayan erkeklerin rehabilite edilmesi gibi pek çok konu haber edildi. Ancak sorulması gereken soru, şiddet, patriyarkadan, erkek egemen bir sistemden beslenirken, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ve temelde bununla mücadele politikalarının yasaya ne denli yansıyacağı idi.

Şiddet Yasa Tasarısı `Amaç Ve Kapsamı`

Kadına yönelik şiddete karşı mücadele içerisinde dünya örneklerine baktığımızda, yasalar ya İspanya modelinde olduğu gibi bütün mevzuatı reforme eden, geniş kapsamlı ve `eşitlik` perspektifini yansıtan şiddet yasaları olarak ya da sadece ‘’uzaklaştırma-koruma kararı’’ yasaları olarak düzenleniyor. 4320 sayılı yasa, bu modellerden salt ‘’koruma kararına’’ ilişkin bir yasadır. Oysa ki, şiddet yasasında öncelikle, şiddetin özel dinamiklerinin göz önünde bulundurularak, eşitlik ekseninde düzenlemelerin yer alması asıldır. Bir şiddet yasası, işe bu nedenle fiili eşitsizlikleri, toplumsal cinsiyet rollerini tanımlamakla, amaç ve kapsamı ile temel ilkelerini bu doğrultuda hazırlamakla başlamalıdır.

Yeni yasanın tüm kadınları ve çocukları koruyan bir yasa olması kadınlar için çok önemliydi. Başbakanlık`a sunulması ile; ‘’yakın ilişki’’ ifadesinin çıkarılması sonrasında, kadın örgütleri olarak yaptığımız basın açıklamasında da ‘’canımız üzerinden pazarlık yapmayız’’ diyerek tüm kadınların yasa kapsamına alınmasından vazgeçmeyeceğimizi belirttik. Böylece, yasa taslağında, kadınların, çocukların , şiddet gören aile bireyleri ve tek taraflı ısrarlı takip mağdurları yasa kapsamına alındı. Tek taraflı ısrarlı takip mağdurlarının (stalking) yasa kapsamına alınması ile kadın ve erkek arasında hiçbir şekilde ilişki bulunmaması halinde de, ısrarlı takibe maruz kalan kadınların yasadan yararlanması mümkün oldu.

Yasanın amaç ve temel ilkeleri konusunda getirilen en önemli düzenleme, kanunun Türkiye`nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin de esas alınarak uygulanması hakkındaki hükmüdür. Zira, Anayasa 90. madde uyarınca temel hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda iç hukuk yasalarından da öncelikli uygulama alanına sahip olan uluslararası sözleşmelerin uygulamada neredeyse adının olmadığı bir gerçek. Böylece esasında zaten uygulanması gereken uluslararası sözleşmelere bu yasa lafzında düzenleme getirildi.

Yasa Tasarısının Öngördüğü Uygulama

Bakanlığın göreve geldiği tarihten bu yana, karşımıza pek çok taslak örneği geldi. Zaman zaman bütün bu örnekleri yeniden yorumlama ve üstüne yazıp çizmeyi bitiremeden yeni taslak metinleri karşımıza çıktı. Ancak, 10 Ocak 2012`de yayınlanan yeni taslak, bütünüyle bir sistem değişikliğini öngören farklı bir taslak olarak karşımıza çıktı. Bu taslağa göre, yargılama muhakemesi yapılması gereken ve ancak hakimin görevi olabilecek konuların, mülki amirlerin görev alanı olarak hazırlandığını gördük. Koruyucu ve önleyici tedbirlerden kadın açısından hayati önem taşıyan birçok hususun ve temel hak ve özgürlükler ile ilgili konuların yargı organlarının görev alanından çıkartılıp özellikle küçük yerlerde ‘’bağımsız olmayacağı’’ aşikar olan ve esasında siyasi otoriteler olan mülki amirlere verilmesi bu yasa kapsamında kabul edilemez bir olguydu. Bu konuya ilişkin olarak yaptığımız itirazlar öncelikli olarak dikkate alındı. Gelinen son noktada, taslakta, sadece kadının kolayca ulaşabilmesini sağlayan barınma yeri sağlanması, geçici yardım yapılması, acil durumlarda fiziki koruma sağlanması gibi kadını koruyucu ve yargılama muhakemesi gerektirmeyen hususların mülki amirler tarafından verilmesi, hakimlerin de diğer hususlarda ve esasta tüm konularda (mülki amirler tarafından verilen tedbirler hakkında da) karar alması düzenlendi. Bununla birlikte hakimlerin alacağı tedbirlerin sınırlı tutulması yerine uygun göreceği başkaca tedbirlere de hükmedebilmesi düzenlendi.

Şiddet halinde, özellikle akut durumlarda, şiddet uygulayanın derhal uzaklaştırılması ve kadının şiddet ortamından uzak kalmasının sağlanması konusunda kolluğun yetkilerinin arttırılması da yasaya girmiş oldu. Çünkü özellikle akut durumlarda, yetkili olmadığını ifade ederek herhangi bir işlemde bulunmayan kolluğun artık şiddet uygulayanı derhal uzaklaştırma, şiddetin önlenmesi ve şiddet uygulayan bireyin yaklaşmaması konusunda ilk aşamada yetkili olacak.

Bizler biliyoruz ki, hayati tehlikesi var olan öyle vakalar var ki, kadının içinde bulunduğu bu tehlikenin sonlandırılması için bazen, kimlik değiştirilmesi gibi gizlilik esasını alan tedbirlerin alınması zorunludur. Yasa taslağında da hayati tehlikenin mevcut olduğu şiddet olaylarında, Tanık Koruma Kanunu hükümleri uyarınca, kanunda belirtilen makamlar tarafından, kimlik ve ilgili olabilecek bilgi ve belgelerin değiştirilmesi mümkün olacak.

Tedbir Kararına Uyulmaması Halinde Ne Olacak?

Şiddetin cezasızlık hali, şiddetin meşru görüldüğünün bir göstergesidir. Temelde verdiğimiz mücadele konularından biri de bu cezasızlık haline ilişkindir. Şiddetin uygulanması halinde, kadının şiddet ortamından derhal uzaklaştırılması sağlansa da, şiddet uygulayanın tedbir kararına uymaması halinde, bir tokatla başlayıp kadın cinayetlerine giden bir süreç var önümüzde. Bu nedenle tedbir kararlarına uyulmamasının bir yaptırımı olmaması, beraberinde şiddetin tekrarını, sürekliliğini getirmektedir.

4320 sayılı yasada, tedbir kararına aykırılık halinde verilecek hapis cezasının neredeyse uygulanabilirliği söz konusu değildi. Ceza dosyalarının açılması; verilen cezaların ertelenmesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kısa süreli seçenek yaptırımlar gibi fiili olarak uygulanmayan bir hal teşkil ediyordu. Yani ‘’teoride yer alan ceza’’ esasında ‘’fiili bir cezasızlık’’ haline dönüşüyordu.

Yeni yasa tasarısında kadınlar özellikle, bu işlevsiz cezai kuruma işlerlik kazandırmak istediler. Süreç içerisinde Bakanlık tarafından düzenlenen taslakta ‘’zorlama hapsi’’ kavramı yasaya girdi. Ne var ki, taslağın 10 Ocak 2012 tarihinde yayınlanan halinde, erkeğin taahhüt etmesi halinde zorlama hapsinin uygulanmayacağına ilişkin düzenleme, esastan itiraz ettiğimiz bir konuydu. Yasanın caydırıcılık mekanizmasının, şiddet uygulayan erkeğin taahhüdüne bağlı tutulması itirazlarımızın temel noktasını oluşturdu. Böylece, ‘’taahhüt’’ şartı taslaktan çıkartıldı. Halihazırdaki düzenlemeye göre, tedbir kararına uymayan kişilerin ‘’fiili başka bir suç teşkil etse bile’’, üç günden on güne kadar zorlama hapsine, tedbir kararına uymamanın tekrarı halinde ise altı ayı geçmemek üzere on beş günden otuz güne kadar zorlama hapsinin uygulanması söz konusu olacak.

Yasa tasarısı tedbir kararlarının süresi bakımından da yeni bir düzenleme getirdi. Kadınların, tehlike esasının gözetilerek tedbir kararlarının gerektiğinde süresiz verilebilmesi talebine yer verildi. Uygulamada karşılaşılan en önemli sorunlardan biri, tedbir kararı için başvurulan mahkemelerin verdikleri yetkisizlik kararları idi. Kadınlar, bu süreçte, adli prosedür içerisinde ikincil mağduriyetlerle karşı karşı kalıyor ve tedbir kararının alınması gecikiyordu. Tasarının getirdiği yeni düzenlemede özel bir yetki usulü getirildi ve tedbir kararlarının en kolay ulaşılabilecek, aile mahkemesi, mülki amir ve kolluk tarafından alınacağı konusunda mutabık kalındı.

Şiddet Yasasına İlişkin Süreç İle Birlikte Kadınların Mücadelesi Devam Ediyor

Yasa taslağında, olumlu olarak değerlendireceğimiz noktaların yanı sıra var olan eksiklikler konusunda kadınların mücadelesi önümüzdeki süreç içerisinde de devam ediyor.
Yasa taslağında, 7-24 çalışacak olan ve ‘’tek kapı’’ esasını benimseyen kadın merkezlerinin kurulmasını öngören düzenleme yeni bir yapılanma olarak karşımıza çıktı. Öngörülen bu merkezlerin yeni yapılar olarak karşımıza çıkması ve bu yeni yapılar üzerine çalışmaların devam ettiğini, yasada yer alan düzenlemenin geliştirilerek daha iyi bir şekilde formüle edilmesi gerektiğini vurgulamak gerekiyor. Çünkü, merkezlerin işlerliği, bu merkezlerde kadın örgütleri ile sağlanacak işbirliği, merkezlerin çalışma esaslarının kapsamlı düzenlenmesi konusunda kadın hareketinin talepleri devam ediyor.

Kadın örgütleri kadına yönelik şiddet davalarında ‘’taraftır’’ ve kadın örgütlerinin müdahilliğinin ve şiddet gören kadınlar ile yanyana olmamızın yasal olarak tanımlanması gerekmektedir. Şiddete ilişkin her türlü davada kadın örgütlerinin müdahilliğinin düzenlenmesi, sürecin en başından bu yana ısrarcı bir şekilde üzerinde durduğumuz bir konu oldu. Ne var ki, yasa taslağında bu husus ‘’davaya katılma’’ başlığı altında sadece bakanlığın müdahalesi, davaya katılması şeklinde düzenlendi.

Yasanın uygulayıcılarının, yasanın uygulanması bakımından şiddetin var olan meşruiyetinin elimine edilmesi için, kadının insan hakları, toplumsal cinsiyet, eşitlik konusunda eğitim almalarının uygulamada yaşanan sıkıntıları ortadan kaldırmak için önemli olduğunu defalarca dile getirdik. Bu eğitimler, basit bir şiddet eğitimi değil, gerçek anlamda, öğrenilmiş toplumsal cinsiyet rolleri, cinsiyet ayrımcılığı yasakları, kadının insan hakları ve eşitlik olgularına dayanmak zorundadır. Bu eğitimin, yasanın temel uygulayıcıları olarak karşımıza çıkan hakim ve savcılara verilmesinin de bu noktada önemi büyüktü. Her ne kadar mevcut yasada, kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki personel ve üyelerinin eğitimi düzenlenmiş olsa da hakim ve savcıların toplumsal cinsiyet eğitimi sürecine dahil edilmemeleri önemli bir eksiklik olarak karşımıza çıkıyor.

Son olarak, 15 Ocak`tan sonra yapılan çalışmaları da içeren yasa taslağının son hali, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü web sitesinde yayınlandı. Bundan sonraki süreçte, yasadaki olumlu noktalar nezdinde kazanımlarımızın kaybedilmemesi, eksikliklerin ise yeni formüller ile geliştirilmesi için mücadelemiz devam ediyor.

Kadına yönelik şiddetle mücadele politik bir mücadeledir. Şiddeti meşru gören bir anlayışın karşısında duran bir mücadeledir. Her gün beş kadının öldürdüğü bir ülkede, bu mücadele içerisinde sözümü kurarken Charlotte Bunch`un sözünü hatırlıyorum hep; “bir ulusal ya da etnik grup erkeklerin kadınları öldürdüğü veya sakatladığı oranda bir diğer gruba zarar verseydi bu durum olağanüstü hal ya da savaş ilanını gerektirirdi.“

Sözümüz yasal mücadeleye geldiğinde ise, perspektifi değiştirmek bu meşruiyet anlayışını ve eşitsizliği ortadan kaldırmak için bütün yasal düzen içerisinde; yeni şiddet yasasının yasalaşma sürecinden uygulanamasına kadar; anayasadan, iş kanununa, ceza kanuna kadar bütün mevzuata dair sözümüzün bitmediği bir noktada olduğumuzu vurgulamak gerekiyor.

SFK Cumartesi Buluşmaları. ‘Aşk politiktir’/4 Şubat 2012

“Aşk politiktir!”

Sunum: Funda Ekin

Feminizm aşkımızın gücü adına; kadınlarla daha sık bir araya gelmek, aklımızdan hayatımızdan geçenleri daha sık daha yakından paylaşabilmek, tartışabilmek için Sosyalist Feminist Kolektif olarak iki haftada bir her cumartesi bütün kadınlarla bir araya gelebileceğimiz “Feminist Buluşmalar”ı gerçekleştirmeye niyetlendik. Mevzu aşktan açılmışken ordan da başlayalım dedik ve “Aşk politiktir!” dedik…

Aşk aşk derken arkasından gelen sorular silsilesinin içinden çıkamadık. Aşkın cinsiyeti var mıdır? Aşk heteroseksist midir? Hangi cinsiyete ve nasıl aşık olacağımız ve nasıl yaşayacağımız dahi cinsiyetimize göre belirlenmişken; aşkın patriyarkadan, kapitalizmden, heteroseksizmden etkilenmediğini söylemek mümkün müdür? Aşkın sınıfı var mıdır, sınırı var mıdır? Peki bu aşkın sınır tanımazlığı, etek boylarımızın bile sevginin ölçütü sayıldığı bir dünyada ne kadar doğru, ne kadar yanlıştır? Nasıl, neden ve kime aşık oluruz? Patriarka kadınlara nasıl bir aşkı reva görür? Duygular, patriarkadan bağımsız olabilirler mi? Aşk her şeyi affeder mi? Aşk kadınları güçsüzleştirir mi? Yoksa aşk bir yanılsama mı? Ve biz feministler aşkı nasıl yaşıyoruz? Sorduk da sorduk…

Aşkı ortalığa döküp bu soruları birlikte cevaplayalım ya da yanlarına yenilerini ekleyelim istedik. Bütün kadınları “Feminist Buluşmalar”ımızın ilkine “Aşk” vesilesiyle bekliyoruz…
http://bianet.org/biamag/diger/136097-ask-politik-midir

Aile Sever Bakan ile İşimiz Çok Zor…

Önce “N.Ç”yi evlatlık alıp, “bizim kızımız” ilan eden, hemen sonrasında 11 yaşında “evlilik dışı” hamile olan çocuğun “17 yaşında” olduğunu açıklayan ve “Ağrı valisini arayıp mahkemenin hızlanması ve doğumdan önce resmi nikahın kıyılmasını isteyen” Fatma Şahin’in, “kadın”ın değil, “aile”nin bakanı olduğunu ne zamandır söylüyoruz.

Ama feminist hareket içinde böyle düşünmeyenlerin; Fatma Şahin’in mevcut hükümette bu bakanlığa getirilebilecek en iyi isim olduğunu, ona bir şans vermek gerektiğini söyleyenlerin sayısı da hiç az değil.

Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 14/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 14

DOSYA: Tecavüz: Şiddet, ceza, ‘cinsellik’

4 Gökkuşağı kadın fırını / Mehtap Tosun
6 Serbest bölge: Uykusuz kadınlar
7 Sağlıkta dönüşüm programının kadınlara etkileri/ Müge Yetener
8 AKP’den son hamle: 4 + 4 + 4 / Evrim Ünaldı
9 “Meğer feministler iyi insanlarmış” / Zozan Özgökçe
11 Kimliksiz Mukaddes’in bilinmeyen tarihi / Mehtap Doğan
13 Kürt kadın hareketine feminist bir bakış / Hülya Osmanağaoğlu
15 Kadın Cinayetleri: Her ülkede kadınların gerçekliği / Ayşe Toksöz
17 Feminizm ve queer: Avustralya’dan bir bakış / Barbara Baird
19 Küba’da kadınlar / Tuğba Özay Baki
DOSYA: Tecavüz: Şiddet, ceza, ‘cinsellik’
22 “Tecavüz bir erkek eylemidir.” Erkeklik suçudur! / Filiz Karakuş
24 Suskunluğu bozanlar / Delta Meriç, Cemre, Gülnur
26 Rıza, erkek adaletin diğer (bir) adı / Özlem Barın
28 Tecavüz suçunun mağduru kim? Faili kim? / Deniz Bayram
30 Tanıklıklar…
32 Erkek egemen sistemin cezalandırma aracı olarak tecavüz / Fatoş Hacıvelioğlu
34 Tecavüze karşı ses çıkar! / Özge Yenier Duman
36 Cinsel şiddet sadece sağlık sorunu değildir / Filiz Karakuş, Cemre Baytok
38 Tecavüzcüyü savunmak (kutsal bir) hak mı? Yoksa (politik bir) tercih mi?
40 3. sayfa… / Emine Özcan
42 ’Düzeltmek için düzeltici tecavüz!’ / Seçin Varol
43 Uludere: Gözyaşı ve isyan
46 Aileyi esas alan bir yasa kadınları şiddetten koruyabilir mi? / Candan Dumrul
47 Söyleşi: Cezaevinde anne olmak / Tansunur Şengül
49 Feminist birliktelik / Fatma Mefkure
51 Feminist yöntemin serin suları ve masedilmenin ağırlığı… / Nacide Berber
53 A.M./ P.M. / Berna Kıran
54 Kadınlık halleri: Kadın aile midir? / S. Dilek Şentürk
55 Nasıl feminist oldum?: Mutsuz muyum? Hiç sanmam! / Özlem Kaya
56 Bellek: Saadet Arıkan Özkal
57 Kitap: Gülay Toksöz- Kalkınmada Kadın Emeği / Emel Dalfidan
57 Kitap: Aslı Zengin- İktidarın Mahremiyeti / Deniz Ulusoy
58 Kitap: Eva Lundgren- Şiddetin Normelleştirilme Süreci / Sakine Günel
58 Kitap: Elif Özer -Kimse Duymaz / Emel Coşkun
59 Türkiye’den haberler
63 Dünyadan haberler
65 Hiç şaşırmadık!
66 Cezaevinden mektup var

Politik Hattımız/Başlarken

Sosyalist Feminist Kolektif, “Sosyalist Feministlere Çağrı” ile 14 Haziran 2008 tarihinde birincisi yapılan bir dizi toplantıdan sonra 40’dan fazla kadının katıldığı SFK 1. Kamp (30 – 31 Ağustos 2008) sonrası faaliyetlerine başladı. 3 Kasım 2008’de İstanbul’da mekan açılışında, Sosyalist Feminist Kolektif’in faaliyetlerinde esas alacağı politik hat metni de hazır olmuştu.

03 Kasım 2008

Son yıllarda Türkiye’de kadınlar için ve kadınlar adına çok söz söyleniyor ve hatta çok şey yapılıyor. Kadınların aile içinde maruz kaldıkları şiddet karşısında güçlendirilmeleri, namus cinayetlerinin ifşa edilmesi ve cezalandırılması , kadın istihdamının artırılması, kadınların eğitime katılımlarının önünün açılması, Anayasa ve yasalarda kadınların durumunun çeşitli düzenlemelerle güçlendirilmesi gibi hedefler için pek çok kadın grubu seferber olmuş durumda.. Kuşkusuz yapılan işlerin önemli bir bölümü kadınlar açısından sevindirici kimi sonuçlar veriyor. Devlet ve sermaye çevreleri de bu hedeflerden bazılarını benimsemiş gibi görünüyor. Kendi ihtiyaçları için olsun, AB ile uyum politikalarını n gereği olarak olsun, ya da hükümetin durumunda olduğu gibi kadınlardan gelen taleplerin basıncı yüzünden olsun, onlar da kadınların taleplerini dikkate almaya ya da alır gibi görünmeye çalışıyor. Bu da kadın hareketinin daha çok ses çıkarabilmesinin önünü açıyor. Ancak bu hareketli ortam aynı zamanda da kaotik bir ortam.. Feministlerin sözü, bu canlı kadın hareketi içinde belki yaygınlaşıyor, ama yaygınlaşırken yer yer kendi karşıtına dönüşüyor, kendine yabancılaşıyor. Örneğin kadına yönelik erkek şiddeti, “aile-içi şiddet” adı altında erkek öznesinden koparılıyor. Kadın istihdamının artması doğrultusunda yapılan kimi politikalar, kadınların karşılıksız ev ve bakım emeğinin üzerinden atlıyor ve dolayısıyla günümüzde kapitalizmin güncel yüzü olan neo-liberal politikaların yoksulluğu nasıl kadınlaştırdığının üstünü örtüyor.

Devamını Oku…

Fatma Şahin Neye Müdahil?

images1Fatma Şahin, şu sıra “çocuk gelinler”le! ilgileniyor. Çeşitli illerde basına yaptığı açıklamalarda, Türkiye’de çocuk yaşta evlendirmelere karşı mücadele edeceklerini söylüyor. 16 yaşından itibaren evliliklerde resmi nikâhın öneminden söz ediyor. Öte yandan, 18 Ocak’ta açıklanan Yargı Reformu taslağında, hastaneye başvuran kız çocuklarının hamilelik, şiddete maruz kalma, nikâhsız birlikte yaşama gibi durumlarına tanık olan hekimlerin, savcılık ya da polise bildirme yükümlülüğünün “tutuklamaların azaltılacağı” müjdesiyle ortadan kaldırılması öngörülüyor.

Devamını Oku…

Ayse Yılbaş Davası 21 Şubat’ta!/İstanbul Feminist Kolektif

ayskartAyse Yılbaş, boşanmak üzereydi; dava uzun sürmüştü… Boşanma avukatlığını, Meriç ve Birsen üstlenmişlerdi. Boşanma sırasında, Katil Hüseyin Özmen, Ayşe’nin 1 yaşından küçük çocuğunu kaçırmış ve Ayşe’ye göstermemişti. Ayşe, çocuğu polis zoruyla ve avukatların çabasıyla geri almıştı. Annesiyle yaşıyordu; Cerrahpaşa Tıp’ta Stajyer öğrenciydi.

Hüseyin Özmen astsubaydı. Bölge’de görev yapmıştı uzun yıllar. Ayşe’yi öldürdükten sonra soğukkanlı olmasını açıklamak için Özmen’in kadın avukatı, “müvekkilim yıllarca Güneydoğu’da görev yaptı, ölülere alışkın” demişti.

Devamını Oku…

Bu Bebeği Doğurmak İstemiyorum

S.Dilek Şentürk

Şunun şurasında bir hafta on günüm var doğurmama ama dünyaya gelsin istemiyorum artık.
Oğlan olursa yeniden aynı acıyı yaşamak, kız olursa, kızımın da benim yaşadığım acıları yaşayacak olmasına tahammülüm yok artık. İstemiyorum anladınız mı? İstemiyorum. ben bu bebeği doğurmak istemiyorum!

Devamını Oku…

Şefika Etik Davasına Müdahiliz!/İstanbul Feminist Kolektif

erkek-adalet-deil-gerek-adaletŞefika Etik, Türkiye’de her gün öldürülen kadınlardan biri. 6 Ekim 2011 tarihinde boşanmak istediği kocası tarafından öldürüldü. Kamuoyu onu Habertürk’ün medya şiddeti olarak tanımladığımız, sürmanşetinde yayınladığı, sırtından bıçaklı fotoğrafıyla tanıdı.

 Şefika Etik 20 Eylül tarihinde, kocasının uyguladığı şiddete isyan etti ve karakola başvurup şikayetçi oldu. Kendi talebi üzerine Kadın Sığınma Evi’ne yerleştirildi. Sığınakların amacı kadınların şiddetsiz bir yaşama geçiş yapabilmelidir. Sığınakların yerleri ve sığınaklarda kalan kadınların bilgisi gizli tutulmalıdır. Şefika Etik’in yeri ise kocası tarafından tespit edildi ve sığınaktan çıkmaya ikna edildi. Bir başka deyişle sığınak görevlilerin “arabulucuk” yapması sonucu ölüme gitti. Evine gider gitmez kocası tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Devlet bir kadını daha korumadı. Devletin, failler ile kadınlar arasındaki uzlaştırma ve arabuluculuğu kadınları öldürüyor!

Nasıl oluyor da şiddet uygulayan erkek sığınma evinin yerini bilebiliyor? Nasıl oluyor da sığınma evinden çıktıktan iki saat sonra canından olan Şefika’nın ölümünün sorumluluğu ”kendi isteğiyle gitti” cümlesiyle devletin/kadından sorumlu bakanlığın üstünden atılabiliyor? Nasıl oluyor da hergün üç kadının öldürüldüğü bilindiği halde kadınların sığınma evinden şiddet ve ölüm yuvası evlerine geri dönmesi engellenmiyor?

Bu soruları ısrarla devlete sormaya devam ediyoruz. 23 Ocak 2012 tarihinde ilk celsesi görülecek Şefika Etik cinayeti davasını feministler olarak takip ediyoruz.

Biz kadın örgütleri kadın cinayeti davalarında “tarafız, müdahiliz”. Biz, feminist kadın örgütlerinin müdahillik taleplerini kabul etmeyen mahkemelere rağmen müdahiliz. Kadın cinayetlerine failler lehine indirim uygulayan mahkemelere rağmen müdahiliz. Biz erkek zihniyete rağmen, erkek adalete rağmen, kadın örgütleri olarak, kadına karşı işlenen her suçtan zarar gören ve her davaya taraf olan feminist kadınlar olarak, kadına yönelik şiddet davalarının tarafı ve 7/24 takipçisiyiz!

İstanbul Feminist Kolektif/Kadın Cinayetlerine İsyandayız Kampanyası

 

Şefika Etik Davası: Kadın Bedeninden Ölüme Gerekçe Yaratmak

kadn-cinayetleri-eylemManisa’da kocası İbrahim Etik tarafından 6 Ekim 2011’de öldürülen ve Habertürk gazetesinin cesedini alenen ve ikinci kez mağdurlaştırarak sürmanşetten yayınlamasıyla gündeme gelen Şefika Etik’in davası 23 Ocak’ta başladı. İstanbul Feminist Kolektif, Habertürk’teki haberin veriliş tarzını, kadına yönelik erkek şiddetini pornografikleştirmek ve şiddete özendirmek sebebiyle protesto etmişti. Davanın ilk duruşması feministlerin bu protestolarında ne kadar isabetli olduklarını bir kez daha doğruladı.

Şefika kocasından sürekli şiddet görüyordu. Polise başvurdu ve sığınmaevine yerleştirildi. 6 Ekim’de yerinin gizli olması gereken sığınmaevinden İbrahim Etik tarafından arabayla alındı ve eve döndü. Aralarında çıkan tartışma sonucu aynı gün kocası onu bıçakla öldürdü ve evi yakmaya teşebbüs etti.

Devamını Oku…

Takip Edilen Davalar

Takip Edilen Davalar

İstanbul

23 Ocak pazartesi – Manisa 2. Ağır Ceza, saat: 14.00 – Şefika Etik kadın cinayeti
24 Ocak salı – Üsküdar 2. Ağır Ceza, saat: 10.00 – PA lise öğrencisine öğretmeni tarafından tecavüz
17 Şubat cuma – Bakırköy 7. Ağır Ceza, saat 10.20 – EB tecavüz dosyası
17 Şubat cuma – Fethiye Ağır Ceza, BS toplu tecavüz
21 Şubat salı – İstanbul 4. Ağır Ceza, saat 10.00 – Ayşe Yılbaş kadın cinayeti
21 Şubat salı – İstanbul 20. Ağır Ceza, saat 13.30 – ÜS karakolda çırılçıplaküst arama
23 Şubat perşembe – Bakırköy 31. Asliye Ceza, saat 09.25 – ŞE tıp merkezinde cinsel taciz

Adana

Ezgi Köseoğlu – kadın cinayeti 29 Şubat 2012 – Adana 1. Ağır Ceza
Gülcan Aydın (cezaevi müdürü tarafından taciz) 09 Mart 2012 – Adana 1. Ağır Ceza
Eylem Aktaş Ünal – kadın cinayeti 24 Ocak 2012 – Adana 3. Ağır Ceza
Ankara
Necla Yıldız Cinayeti – Ankara 10. Ağır Ceza, 23 Şubat 2012 saat: 10.30
Sincan Tecavüz Davası – Sincan 1. Ağır Ceza, 1 Mart 2012 saat: 10:00

Bartın

Rengiye Mersinli Davası – Bartın Ağır Ceza, 9 Ocak 2012 saat: 13:30

Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta…

3. Yargı paketi

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, yargıyı hızlandırma projesi kapsamında 3. Yargı paketini açıkladı. Paketten kadınlar için çıkanlar şöyle: Çocuk gelinlerin doğumuna giren ya da kocasından şiddet gören kadınları tedavi eden doktorlar suçu polise bildirmezlerse haklarında dava açılmayacak.

Kadına yönelik şiddeti de içeren üst sınırı 3 yıl olan suçlarda tutuklama yerine adli kontrol kararı verilebiliyordu. Bu sınır 5 yıla yükseltilecek.

TMMOB’li kadınlardan yönetim kurulu adayına tepki

MMO Bursa Şubesi yönetim kurulu adayı Hayri Özturan’ın ekonomik olarak zorlaşan hayatta kadınların tek başına mücadele etmesindense, bir ailenin içinde korunmasının daha makul olduğu, bu yüzden dul kadınların erkeklerin ikinci eşleri olarak koruma altına girmeleri gerektiğini söylediği açıklamasına TMMOB’li kadınlardan tepki gecikmedi. Kadınlar Özturan’a şöyle seslendi: “ Hakkınız olduğunu iddia ettiğiniz çok eşlilik talebi tüm kadınlara, MMO Bursa Şube Başkanlığı’na olan adaylığınız ise mühendis kadınlara ve TMMOB çatısı altındaki kadınların örgütlü mücadelesine yapılmış bir saldırı ve hakarettir. TMMOB üyesi tüm kadınlara yaptığınız hakareti derhal sonlandırın ve adaylığınızı geri çekin.” Devamını Oku…

İsyan(dayız)! politikası

isyan

Kadın Cinayetlerine Karşı İsyandayız Kampanyası’na başlarken, belirlediğimiz hedeflerle bir noktaya geldik; bazı tespitlerimizle birlikte kampanyanın sözünü farklılaştırma ihtiyacı ile kampanyanın yeni yöneliminin ne olacağına dair bir feminist forum düzenledik. Forumda, erkek şiddeti ve kadın cinayetlerinin artışıyla ilgili paylaştığımız fikirlerimizle ilgili henüz ortak bir değerlendirme yapamadık. Kadın cinayetleri gündemleşirken; hükümetin aileyi kurtarma politikasına karşı, kadını esas alan feminist politikanın güncellenmesi ve sözünü farklılaştırma ihtiyacı hâlâ sürerken, kampanyaya dair bazı değerlendirmeleri toparlamaya çalışacağım.

Devamını Oku…

Erkek Şiddeti, “Yakinim Olur”sa…

Çoğumuzun bildiği bir fıkrayı düşündüm bugün. Hani iki kadın yolda karşılaşmışlar da, “Hayırlı olsun” demiş kadınlardan biri diğerine, ”Kızın evlenmiş”. Diğeri almış sözü:

– Ya evet kardeş, kızım bir rahat ki sorma, böylesi dostlar başına, damat sabahları kızımın yatağına getiriyormuş kahvaltısını, bir dediğini de iki etmiyormuş. Kızım mutlu olunca ben de mutlu oluyorum haliyle…

Devamını Oku…

“Kocam Çok Sinirli”

kadina_siddet_h179Şiddet gören kadınların ve şiddete tanık olanların şiddeti anlatmaya başlarken kullandıkları ilk cümlelerden biridir bu. Veya şöyle cümleler duyarız; “çok asabi”, “işi çok yoğun olduğu için çok gergin”, “stresli”. Bu cümlelerin, biraz sonra anlatılacak şiddet öykülerinin giriş cümlesi olduğunu kadınlar olarak biliriz. Önce bu muğlak ve genel ifadelerin davranış düzeyindeki anlamını, somut karşılığını anlamaya çalışırız: “Bağırıyor, kızıyor, en ufacık şeyde tersliyor, bir şey konuşamıyorum onunla, hemen beni susturup üste çıkıyor…”. Konu derinleştikçe ve güven ortamı tesis edildikçe, şiddetin daha ileri boyuttaki örnekleri de çekingenlik ve utanç duygularıyla ortaya çıkmaya başlar:

Devamını Oku…

Tecavüz Çetesinin Avukatına Protesto!

toplutecavuzprotesto2Ankara Barosu tarafından düzenlenen “Uluslararası Hukuk Kurultayı”na konuşmacı olarak katılan, Muğla Barosu Başkanı Mustafa İlker Gürkan Ankara Kadın Platformu üyesi kadınlar tarafından protesto edildi.

Fethiye’de devam etmekte olan “toplu tecavüz davası” sanıklarının avukatı olan Muğla Barosu Başkanı Mustafa İlker Gürkan Ankara Barosu tarafından Uluslararası Hukuk Kurultayı’ndaki “Hukukun üstünlüğü ve direnme hakkı” başlıklı oturuma konuşmacı olarak davet edilmesi, Ankara Kadın Platformu üyeleri tarafından oturum sırasında dövizlerle protesto edildi. Devamını Oku…

Erkek Şiddetine Karşı Yasa Taslağını Konuşuyoruz

senaytaniklikSosyalist Feminist Kolektif’in çağrısıdır; “’Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı’nda yapılan değişiklikler, kadın örgütleriyle bakanlık görüşmelerinden çık(amay)an sonuçlar neler? Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın kadın örgütlerine çağrısıyla 12 Ocak’ta yapılan görüşmeden sonra süreç ne noktada? Bundan sonra nasıl bir yol izleyeceğiz?

Gelin hep birlikte konuşalım!”

Konuşmacılar:

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’ndan
Çiğdem Hacısoftaoğlu
Deniz Bayram

Tarih: 18 Ocak Çarşamba

Saat: 19:00

Yer: Sosyalist Feminist Kolektif Tel Sk. No: 20/3 Beyoğlu

Canımız üzerinden ‘pazarlık’ edilmesin!/İstanbul Feminist Kolektif

sddetekarsi-ac-11-01-2011-ifkErkek şiddetine karşı yasa taslağ Bakanlık tarafından sürekli değiştiriliyor. Bakanlık ve kadın örgütleri toplantıları olumlu geçiyor gibi görünse de toplantı sonralarında taslaktaki değişiklikler kadınlar aleyhine oluyor. Bakanlık değişiklikleriyle taslağı kendi sitesinde yayınlıyor. Son olarak 10.01.2012 tarihinde siteye yenilenerek konan taslak önemli sorunlar içeriyor.

4320 sayılı “Ailenin” Korunmasına Dair Kanunda değişiklik yapılmasının gündemde olduğunun, üstelik yeni düzenlemenin kadın örgütleriyle birlikte  yapılacağının duyurulması, kadına yönelik şiddetin rakamlara sığmadığı şu  günlerde, hükümet tarafından nihayet adım atılacağına dair bir umudun doğmasına neden olmuştu. Bu nedenle kadın örgütleri;   Bakanlığı’n çağrılarına olumlu cevaplar verdi, toplantılara katıldı.

Görüş, öneri ve taleplerini ısrarla iletti. Ne var ki geldiğimiz nokta ancak hayal kırıklığı olarak tanımlanabilir. Görüşmelerdeki olumlu havanın aksine; taslak pek çok kez değişikliğe uğradı ve özellikle Başbakanlığa sunulmasının ardından adım adım kadın örgütlerinin önerilerinden uzaklaşarak, kadınların aleyhine maddeler içerir bir hale büründü. Son taslak,  Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından  10.01.2012 tarihinde yayınlandı. Şaşırarak ve öfkelenerek gördük ki; taslak bu zamana kadar yapılan önerilerin pek çoğunu dikkate almadığı gibi, daha önce var olmayan pek çok yeni sorunu da içeriyor. Üstelik şu an yürürlükte olan Yasanın bile gerisinde… Kabul edilemez bir halde…

Yürütmenin Atadığı Mülki Amire Mahkeme Yetkisi!

Kabul edilemez değişikliklerin ilki; önleyici tedbir kararlarında yetkinin hangi kuruma verildiğine ilişkin. Hükümet taslağında, kadınlar için önleyici tedbir kararı verme yetkisi Mahkemelerden alınarak, Vali ve Kaymakamlara veriliyor. Vali ve Kaymakamların yani Mülki Amirlerin de elbette tüm devlet kurumları gibi kadına yönelik şiddeti önleme yükümlülüğü var. Ancak Mülki amirlerin yetkisi, fiziki koruma tahsis etme gibi, acil can güvenliği sağlanması için gerekli tedbirlerin alınması ve ellerindeki yetki ve fonlar dâhilinde her türlü ayni –nakdi destek hizmetlerinin verilmesinden ibaret kalmalıdır. Bunun dışındaki yetkilerin, özellikle de Mahkemelerin alanına giren yetkilerin mülki amirlere verilmesi tamir edilemez sonuçlar doğuracaktır. Üstelik, il ve ilçelerde mülki amirlerin, bölgenin güç dengeleri başta olmak üzere çeşitli etkilere açık olması kuvvetle muhtemeldir. Bu haliyle şiddetin failinin bölgenin tanınmış eşrafından, en nüfuslu ailesinden, en zenginlerinden vb olması halinde tarafsız ol-a-mama, tedbir kararı ver-e-meme ihtimali bir başka sorun alanıdır.

Şiddet Arttığı Halde Cezalar İndiriliyor!

Kabul edilemez değişikliklerden bir diğeri verilen cezalarla ilgili. Koruma kararlarının ihlali halinde erkeklere verilecek cezalar indirilmiş, üstelik bir daha şiddet uygulamayacağını beyan eden erkeklerin cezasının kaldırılacağı da yasaya eklenmiştir. Mevcut uygulamanın da gerisinde olan bu durum çok vahim ve kadınlar adına korkutucudur. Bu durum hükümetin ne yapmaya çalıştığını da anlaşılır kılmaktadır. Hiçbir zaman kadının beyanını esas almayarak şiddet gören kadını ikincil mağduriyetler ile başbaşa bırakan hükümet, yeni taslak uyarınca erkeğin beyanını esas almakta ve adeta şiddet uygulayan erkeğin kadına karşı yeni tehlikelerle geri dönmesini sağlamaktadır. Yıllarca kadın hareketinin ve son zamanlarda Bakan Fatma Şahin’in söylediği gibi şiddetle mücadelede “zihniyet dönüşümü” sağlanacaksa, dönüştürülecek zihniyet öncelikle şunu anlamalıdır; Şiddet Suçtur ve Şiddet Uygulayan Erkeğin Cezasızlık Hali Kabul Edilemez!

Soruyoruz; taslağın bu haliyle yasalaşması durumunda, şiddeti bir daha uygulamayacağını taahhüt ederek hapisten çıkan erkekler, kadınları öldürdüğünde bunun hesabını kim verecektir?

Ayrıca yeni taslak ile 4320 sayılı yasanın gerisinde bir başka düzenlemeye daha gidilmiş, tedbir kararlarının süresi 6 aydan 3 aya indirilmiştir.

Nikahsız Kadınlara Şiddet Yasal!

Daha önceki taslakta yer alan “yakın ilişki içinde yaşayanlar” kavramı Başbakanlık tarafından taslaktan çıkarılmıştır. Böylece şiddete uğrayan pek çok kadın bu yasanın koruması dışına atılmıştır. Oysa eşi, nişanlısı, olmasa da birçok kadın şiddete uğramaktadır; resmi nikâh imkânı olmayanlardan, zorla evlendirilmiş kız çocuklarına; aynı çatı altında nikâhsız yaşayanlardan, birlikte oturmadıkları halde bir ilişki içinde olanlara, imam nikâhlı kadınlara kadar şiddet uygulayan erkekle yakın ilişki yaşayan pek çok kadın şiddete maruz kalmaktadır. Başbakanlığın “yakın ilişki içinde yaşayanlar” ifadesini yasa taslağından çıkarmasının, yukarıda sözü edilen kadınları iki, üç kat mağdur etme sonucunu doğuracağı tartışmasızdır. Diğer yandan bu yaklaşım korunanın “kadın” değil, “aile” olduğunu bir kez daha görünür kılmıştır.

Kadın Cinayetleri Nasıl Engellenecek?

1996 yılından beri mücadelesini verdiğimiz Koruma Kanunu’nun önerilerimizle biraz daha geliştirilmesini beklerken, eldeki taslağa Başbakanlık’tan şu an yürürlükteki yasanın bile gerisinde olan bir müdahalenin gelmiş olması vahimdir. Kadın cinayetlerinin her geçen gün hız kesmeden artmakta olduğu bir ülkede, var olan yasanın yetersizliği bu kadar ortadayken, bunun daha da gerisinde bir yasa taslağının hazırlanmış olması, son derece manidar olduğu gibi, kadına yönelik şiddetle etkin şekilde mücadele edeceğini söyleyen Hükümetin, aslında bu yönde bir siyasi iradesinin olmadığını da apaçık göstermektedir.

Mevcut Durum Daha da Kötüye Gidecek!

Feminist hareketin ve kadın örgütlerinin; uzun yıllardır süre giden mücadelesinin, birikimlerinin ve erkek şiddetine karşı edindiği deneyimlerin ışığında 236 Kadın Örgütünden oluşan Şiddet Son Platformu tarafından hazırlanan taslağı, pek çok kez Bakanlığa sunduk ve tümüyle yasalaşmasını talep ettik. Kadın örgütleri olarak, Bakanlığın ve son olarak Hükümet taslağının erkek şiddetini önlemede son derece yetersiz olacağını defalarca yazılı ve sözlü olarak aktardık. Ancak görüyoruz ki, 236 Kadın Örgütünün taleplerinin taslağa yansıması bir yana, her geçen gün taslakta kadınlar aleyhine değişiklikler yapılmaktadır. Bizler, kadına yönelik suçların şikâyet aranmaksızın ve arabuluculuk – uzlaşma hükümlerine tabi olmaksızın soruşturulması ve kovuşturulmasına, etkin izleme ve denetleme mekanizmaları kurulmasına dair düzenlemeler olmasını beklerken, mevcut durumun da gerisine gidilen bir tablo ile karşı karşıyayız.

Kadın Örgütleri Vitrin Olmayacak!

Bu durum, Bakanlık ile kadın örgütleri arasındaki ilişkinin şeffaf bir biçimde yürütülmediğinin, görüşlerimizin usulen alındığının, ancak hiçbir şekilde dikkate alınmadığının, yasaya yansıtılmadığının, bu görüşmelerin sadece bir vitrin görevi gördüğünün somut bir göstergesidir.

Kadın örgütleri olarak 12 Ocak’ta yani yarın Bakanlığın çağrısı ile yeni bir toplantıya katılacağız ve sözlerimizi aynı ısrarla söylemeye devam edeceğiz. Ancak bizler artık söylediğimiz sözlerin odalarda, bakanlık koridorlarında kalmasını değil yasada tanımlar ve yaptırımlar olarak açıkça yer almasını istiyoruz. Başbakanlığı, Bakanlar Kurulu’nu ve kadından sorumlu olması gereken Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını, kadınları şiddetten korumak üzere feminist hareketin ve kadın örgütlerinin on yıllara dayanan deneyimlerini ciddiye almaya ve işlevsel, etkin ve amacına uygun bir yasa çıkarmaya, kısacası GÖREVE ÇAĞIRIYORUZ! Kadın örgütleri olarak hazırladığımız taslaktaki her bir önerimizin gerçek anlamıyla yaşamsal! önemde olduğunu bir kez daha hatırlatıyor, taslağımızın arkasında olduğumuzu ve olduğu gibi yasalaşmasını ısrarla istediğimizi, bunun dışındaki taslakları, özellikle de son taslağı kabul etmeyeceğimizi belirtiyoruz.

İstanbul Feminist Kollektif

Kadın Cinayetlerine Karşı İsyandayız Kampanyası

Amargi

Bağımsız Feministler

Filmmor

Kadav

Kadının İnsan Hakları  – Yeni Çözümler Derneği

Morçatı

Sosyalist Feminist Kollektif

Kadınlar İçin mi; Aile için mi?

25kasim2010taksimeylem_thumb Feministler, kadın örgütleri ‘4320 sayılı ailenin korunması hakkında kanun’un erkek şiddetini geriletecek, erkek şiddetine karşı kadınları güçlendirecek şekilde değiştirilmesi için yıllardır mücadele ediyorlar. Yasanın mantığının aileyi korumak için değil şiddet gören kadın için kurulması gerektiğinden hareketle yasanın adının da değiştirilmesini istiyorlar. 230 civarında kadın örgütünün imzaladığı taslak metin Bakanlığın eline ulaştı. Aylardır çeşitli toplantı ve temaslarla yasanın daha iyi çıkması için çabalar sürüyor. Madde madde kadınlar için daha iyi bir yasa formüle edilmeye çalışılıyor. Ancak görüşmelerde olumlu davranan Bakanlık yetkilileri yasa taslağını sürekli kadınlar aleyhine kırparak geriye götürüyorlar Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı’ndan Çiğdem Hacısoftaoğlu’nun 19 Eylül 2011 tarihinden 31 Aralık 2011 tarihleri arasında yasa taslağındaki değişikliklere ilişkin notlarını sizlerle paylaşıyoruz.Devamını Oku…

Aile(niz)de Kadın Var mı?

2011 seçimlerine giderken her gün en az 3 kadın öldürülmeye devam ediyor. Hükümet ise kadın erkek eşit değildir ve kadının asıl yeri ailedir anlayışıyla politikalar üretmeyi sürdürüyor. Son olarak Kadın Bakanlığı’nı kaldırıp yerine Aile Bakanlığı kurmak istemesi de bu anlayıştan kaynaklanıyor.

Seçimler aracılığıyla dile getirilen programlar, kadınlara dayatılan koşulların daha da katmerlenerek süreceğini gösteriyor. Seçim için ringlere çıkan iktidar ve muhalefet liderlerinin onca vaadleri arasında kadınlara yönelik erkek şiddetine ve kadınların karşılıksız emeklerine dair tek söz duymuyoruz. Kadınlar, gizli özne olduğu kaset skandallarından fırsat kalırsa eğer, bu seçim sürecinde ancak partilerin aile programlarında kendilerine yer bulabiliyorlar.

Kadın’ın yeri diyerek; Türk aile yapısı, Aileyi Koruma Kanunu, Aile Sigortası, Kutsal aile, aile değerlerimiz, aileye bağlılık, ailem için, canım ailem, önce aile, aileadına vb gibi tanımların arasında görünmezleştiriliyoruz.
Kadın diyerek; Karı, hanım, eş, anne, analarımız, nine, abla, kızkardeş, hatun, aile, kızlarımız, kadınlarımız, teyze, hala, anneanne, babaanne, kimlikleriyle anılıyoruz.

İktidar partisi AKP ve ana muhalefet partisi CHP’nin programlarında da kadınlar “birey“ olarak kabul edilmiyorlar. Bu programlarda, “kadın„ yerine, biraz anne, bir tutam eş, bedeni ve emeği aile içinde iç edilen biri var. Satır aralarında hitap cümlesi olarak ya “kadınlarımız” ya da” hanımlar” deniliyor.

Biz feministler, Türkiyeli kadınların en yakıcı sorunu olan, kadına yönelik erkek şiddetini, kadın ve çocuğa tecavüz taciz ve istismarı haykırıyoruz. Hane içinde, erkeklerin kadınları kontrol mekanizmalarının sistemli olduğunu, her gün mezara gömülen en az 3 kadın olduğunu isyanla duyuruyoruz. Aile kurumunun, erkeğin kadına şiddet uyguladığı, emeğini sömürdüğü „yuva“ olduğunu ifşa ediyoruz. Kadının emek ve bedeninin nasıl sömürüldüğünü açıklıyor ve bunların önlenmesi için önerilerimizi tekrarlıyoruz. Buna rağmen, seçim döneminde de siyasiler, kadını aile kurumu içinde eş veya annelik üzerinden tanımlamaya, kadın cinayetlerini seyretmeye devam ediyorlar.

Seçim programlarında taciz ve tecavüzün bu denli yaygın olduğu Türkiye’de, kadını güçlendirecek, kadının şikayet etme mekanizmalarını kolaylaştıracak projelerden söz edilmiyor. Kadınların korunma taleplerini yerine getirmeyen savcılar, koca şiddetinden kaçıp karakola sığınan kadınları eve gönderen polis, erkek adaleti uygulayan mahkemeler mevzu bile değil. Kaba şiddette darp izi arayan, ekonomik şiddetin, psikolojik şiddetin izlerini göremeyen, tacizin/tecavüzün ispatını kadından bekleyen yasaları değiştirmeyi vaad eden yok.

Bunların yerine, soyut bir aile tanımı içinde kadın, ailenin korunmasına dair bir unsur ve başbakanın dayattığı en az 3 çocuk yapma işlevine sahip tali bir canlı imişcesine konumlandırılıyor. Kadınları evlenmeye zorlayan, planlarını “evlenme/aile” üzerinden inşa eden erkek politikalar, ahlak, namus algılarıyla desteklenirken,annelik üzerinden kutsallaştırılan “Türk aile yapısı” da siyasilerin kadına yönelik erkek şiddetini, kadın cinayetlerini, taciz ve tecavüzü yok saydığını gösteriyor.

Kadınlar aile içinde annedir, eştir, ev emeği, çocuk , hasta, yaşlı bakımı kadının görevidir dayatmasıyla, bu görevleri “aksatan“ kadınlar erkeklerin şiddetiyle karşı karşıya kalıyorlar. Partilerin programlarında, kadının hane içinde değersizleştirilen/ücretsiz/görünmeyen bakım emeği yok sayılırken, esnek çalışma kurtuluş gibi sunuluyor ve hane içindeki cinsiyetlendirilmiş işleri kadının üzerinden almayan cinsiyet körü politikalarla kadın daha da sömürüye açık hale getiriliyor.

Kreş, huzur evi, yaşlı bakım evi, sığınma evi vb gibi kadına dayatılan yükleri paylaştıracak sosyal devlet anlayışıyla örtüşen hiçbir proje olmadığı gibi, toplumsallaşması gereken bu hizmetler gün be gün piyasalaştırılıyor. Kadına dayatılan cinsiyetlendirilmiş işler erkekle bölüştürülmüyor veya sosyal devletin üstlenmesi gereken işler “aile içinde”(kadına) yükleniyor. Hem evde hem işte çalışan kadınlara erken emeklilik, ev kadınlarına zorunlu sağlık sigortası ve 50 yaşında koşulsuz emeklilik, işyerlerinde çalışanların cinsiyetine bakılmaksızın kreş, yaşlıları, hastaları, engellileri kadın bakımına terk etmeyen sosyal olanaklar, erkek ve kadınların cinsiyetlendirilmeyen işbölümü yapmasına dair bahis yok.

Kadını birey değil ailenin bir parçası olarak gösteren anlayışlar, adı geçen/tanımlanan aile dışında kalmayı seçen/seçecek bütün kadınları yok sayıyor, dahası hedef haline getiriyor.

Aile değil kadın olduğumuzu söylüyoruz. Söylemeye devam edeceğiz..!

 Sosyalist Feminist Kolektif/Haziran 2011

Kadınlar Günü’nü Kutlayamadığımız Bir 8 Mart Daha!/İstanbul Feminist Kolektif

karisik-1-15-mart-2011-132Bugün 8 Mart!

Kadınlar Günü’nü kutlayamadığımız bir 8 Mart daha!

Bir yıldan fazla bir süredir 2009 yılı Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre günde beş kadının öldürüldüğü artık katliam boyutlarına varan kadın cinayetlerine karşı isyandayız! Tek bir gün, tek bir kadını dahi kaybetmeye tahammülümüz yok diyerek defalarca ve acilen herkesi üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmeye çağırdık. Nihayet dün aldığımız kadın cinayetlerini önlemek üzere hazırlanan yasa taslağı haberini eğer daha önce onca umutlu ama uygulanmayan yasa, genelge deneyimimiz olmasa kaybettiğimiz her kadın için geç kalan ama umutlu bir adım olarak görebilirdik. Kaybettiğimiz arkadaşımız, komşumuz, akrabamız ya da gazetelerin 3. sayfalarında kalan fotoğraflarından tanıdığımız kadınların anısı ve bir fazlasına, uygulamaya geçmeyen yasalar, uygulanması için hiçbir adım atılmayan, bütçe ayrılmayan genelgelere bağlayacak umudumuz, gösterecek tahammülümüz yok. Zira yasalar önünde kadın-erkek eşitliği yıllardır kabul ve garanti altına alınmış iken Başbakan’ın bile dillendirebildiği ‘kadın ve erkeğin eşit olmadığı’ fikriyatı değişmediği sürece ne yaşadığımızı, neye rağmen yaşadığımızı ve nasıl yaşayamadığımızı ancak biz kadınlar biliriz. Yaşadıklarımız, yitirdiklerimiz senede bir gün, 8 Martlardaki iltifat, söz ve taahhütlerle avutulur gibi değil… Lütuflar, taahhütler, kağıt üstünde kalan yasalar değil acilen uygulama iradesi, bütçesi, fiili adımlar ve sonuçlar görmek istiyoruz.

Devamını Oku…

Kadının Beyanı Esastır!

keskAksi İspatlanıncaya Kadar, Kadının Beyanı Esastır! Tecavüzcü, Suçsuz Olduğunu Kanıtlamalıdır.

Bu konuda kısa yazmak çok zor… Nereden başlasam, başlamadığım yerde eksik kalıyor…

Bir kadın size “tecavüze uğradım“ diye gelebilirse, ilk sözünüz ne olur? “Ama, sen de, keşke!”diye kadını suçlamadan, yargılamadan elinden tutup karakola gider misiniz? Hanginiz ilk önce tacizciyi suçlar, “Ne olursa olsun tecavüz etmeye hakkı yoktur.” dersiniz? Devamını Oku…

Clara Zetkin Kitabı

clara…Türkiye sosyalist hareketi yaşadığı her politik ayrışmada tezlerini Marksist-Leninist külliyattan alıntılarla doğrulamaya çalışır. Neredeyse her eğilim aynı cümle­leri ayrı yorumlamakta ustalaşmıştır. An­cak hepsinin okuduğundan aynı anlamı çıkardığı yegâne yazılar Clara Zetkin’in kadın sorunu üzerine fikirleri olagelmiş­tir. Sosyalist sol Kollontay’ın kadınlar için söylediklerinden pek haz etmez, fazlasıyla feminist bulur, Lenin’in konu üzerine sınırlı sayıdaki sözü ve yazısı ise tartışmalarda referans verilecek kadar detaylı değildir. Bu nedenle özellikle de feministlerle yürütülen tartışmalarda her daim başvuru kaynağı Zetkin’in yazıla­rıdır. Kuşkusuz bu yazılarda öne sürülen tezler için feministtir demek mümkün değil. Ancak yazıldıkları dönemdeki top­lumsal mücadelenin gerilimleri, sınıfsal çelişkilerin boyutu göz önünde bulundu­rulduğunda sosyalist solun yorumladığı gibi anti-feminist bir vurguya da sahip değildir. Tam tersine sınıf mücadelesi­nin yükseldiği bir dönemde işçi sınıfın­dan kadınların gündemlerinin ve talep­lerinin nasıl oluştuğu üzerine Zetkin’in yaptığı analizler, kadın hareketine her dönem için önemli katkılar sunar. Clara Zetkin’in görüşleri Türkiye’de hakkında yazılan biyografler dışında sadece kadın sorunu başlıklı derlemelerde Marks, Engels, Lenin ve Stalin’den sonra kendine yer bulabildi. Bu derlemelerdeki alıntıla­rın da kadınların ezilmişliği ve sosyalizm mücadelesine katılımları üzerine yazdığı yazılarının çok sınırlı bir kesimi oluştur­duğunu söylemek gerekiyor.

Devamını Oku…

Başka Aşklar

baka-aklarSahra Daşdemir

“Kötü, bir şey, bir yaratık, bir felaket olmaktan çıkıp kanlı canlı bir insana dö­nüşmüştü, lakin dönüştüğü şey de, bildikle­ri ve yaşadıkları dünyaya sığmıyordu.”

Ayşegül Devecioğlu’nun son kitabı, Başka Aşklar ismiyle kitapçılarda. İlk anda taşıdığı isimle çok da özdeşleştiremediğiniz kitap, hem karakterleri ve olay akışı hem de okuyucuda bıraktığı iz ile yarım kalmışlıkların hikâyesi…

Kitap 6 kısa öyküden oluşuyor: Koltuk, Tek Çaresi Ölümmüş, En Çok Karşılaştı­ğım Adam, Kötü, Kurşun Memed, Xet. Kitabı oluşturan öykülerde, farklı coğraf­yalarda birbirinden oldukça farklı durum veya tarihlere sahip insanların, ama daha çok kadınların hikâyeleri anlatılıyor. Farklı kadınların farklı toplumsallık ve anlamlan­dırma deneyimleri aktarılıyor bizlere, iç ya da dış seslerle.

Devamını Oku…

Öldürülüyoruz. Devlet seyrediyor…/İstanbul Feminist Kolektif

İstanbul Feminist Kolektif-Kadın Cinayetlerine İsyandayız Kampanyası  23 Şubat 2011’de Ümraniye’de öldürülen Arzu Odabaşı’nın Öldürüldüğü yerde bir basın açıklaması yaptı:

Kadın Cinayetlerine İsyandayız!

Burada işlenen Arzu Odabaşı  cinayeti Devlet destekli örtük bir cins-kırım yaşandığını açıkça ortaya koymuştur.

Arzu Odabaşı, koca şiddetini adli mercilere bildirdiği halde,  öldürülene kadar“devlet” kılını kıpırdatmamıştır.  O merciler hakkında suç duyurusunda bulunacağımızı kadınların şikayetini ciddiye almayanların takipçisi olacağımızı buradan herkese söylüyoruz.
9 şubat günü öldürülen Arzu Yıldırım cinayetinde de Ümraniye savcılığının ihmali açıktı. Bunun için de suç duyurusunda bulunduk, takipçisiyiz.

Adana’da  Semiha K.   Yıllarca şiddet gördüğü “koca”dan kurtulmak istedi, Devlet Semiha’yı da  erkek şiddetinden korumadı, geçen akşam öldürüldü.

Gebze Yavuzselim mahallesinde  Çiğdem K.   kocası tarafından salı gecesi pompalı tüfekle öldürdü.

Özlem eski kocadan kurtulmak için il değiştirdi, Katili onu buldu, bıçakladı ,ağır yaralı.

Maltepe de Şehri F.  Daha önce şikayetçi olduğu  halde gözaltına alınıp bırakılan  erkek tarafından  bıçaklanarak öldürüldü.

Gaziantep’te   kocasından boşanmak isteyen kadın bıçaklanarak yaralandı.

Erkekler seri kadın cinayeti işlerken. Devlet (hükümet, emniyet, jandarma, belediyeler, partiler,sendikalar, erkek kurumlar) seyrediyor.

Öldürmek için erkek, öldürülmek için kadın olmak yetiyor.

Kadın katilleri, “erkekçe bahaneler caizdir cumhuriyeti’nde” kadına şiddet uygulamaktan, kadını öldürmekten hiç çekinmiyor.

Bu cinayetler: devletin kadını koruyamadığını, kadınları  hanedeki  erkek şiddetiyle baş başa bırakıp, dövülmelerini, öldürülmelerini seyrettiğini gösteriyor.

İktidarın Aileden sorumlu bakanı , kadın cinayetleri için  “ münferit “diyor.  Ya münferidin anlamını bilmiyor, ya da bunca “ kadın kıyımını” görmüyor.

İktidarın, kadın cinayetleri  8 yılda % 1400 artmasının nedenlerini”  araştırmayıp,  erkek egemen zihniyeti besleyen cümleler kurmaları “ cins kıyımı’nın   artmasına sebep olmaktadır.

Meclis acilen  toplanıp “kadın cinayetlerini önlemek için “ derhal karar almalıdır.

Öldürülüyoruz! Devlet seyrediyor.
Savcılar  kadının  şikayetini ciddiye almıyor.
Sokaklara çıkıp cam çerçeve mi indirelim , silah mı kuşanalım.
Sabrımız kalmadı, canımız yanıyor,
Öfkeliyiz,  İsyandayız!!

İstanbul Feminist Kolektif

Cinayetten Savcılık da Sorumlu/İstanbul Feminist Kolektif

İstanbul Feminist Kolektif üyeleri, sevgilisi tarafından öldürülen Arzu Yıldırım’ın ölümünde ihmali olduğu iddiasıyla Ümraniye Cumhuriyet Savcısı Feridun Kabadayı hakkında suç duyurusunda bulundu.

Kadın Cinayetlerine İsyandayız Kampanyasını yürüten İstanbul Feminist Kolektif üyeleri, Yıldırım’ı sevgilisi Metin Çilingir’in, hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunduktan iki gün sonra öldürdüğünü hatırlattılar. Yıldırım’ın ölümünde, korunması için gerekli önlemleri almayan cumhuriyet savcısı Kabadayı’nın da sorumluluğu bulunduğunu belirttiler.

“Tek suçlu Metin Çilingir mi?”

Ümraniye Savcılığının önünde yapılan basın açıklamasında Kadın cinayetlerinde erkek şiddetiyle ilgili suç duyurularını önemsiz sayan, görevini yapmayan, kadınları korumasız bırakan savcıların da sorumluluğu bulunduğu vurgulandı ve “Gözümüz savcılıklarda” dendi:
“Ümraniye’de sevgilisi tarafından öldürülen Arzu Yıldırım’ın çantasından savcılığa verdiği ‘öldürüleceğim’ dilekçesi çıktı. Arzu dilekçeyi verdikten iki gün sonra öldürüldü. Suçlu sadece Arzu’yu savcılığa dilekçe vermesini bahane edip de öldüren Metin Çilingir mi sizce?

Arzu Yıldırım’ın çığlığını duymayan, onu haklarına dair bilgilendirmeyen, can güvenliğinin sağlanabileceği ve güçlenebileceği bir sığınağı göstermeyen herkes sorumlu değil mi ölümünden? Onu, ‘Arzu Yıldırım’ı ölümle tehdit ettiği öne sürülen Metin Çilingir’in ifadesinin alınması’ talimatını eline tutuşturarak karakola yollayan Ümraniye Savcılığı’nın sorumluluğu göz ardı edilebilir mi?”

“Kadınları korumak imkansız değil”

Kalkan, savcılıklara “daha çok kadının ölmemesi için konunun önemine uygun davranmaları” çağırısında bulundu: “Savcılar, suç duyurularını savcılık kalemlerinde süründürmeden, suç duyurusu yapan kadınlarla yüz yüze görüşmelidir.

Aile mahkemesinin; tanıksız ve belgesiz 4320 sayılı kanun gereğince şiddet gören kadına koruma kararı verebileceği bilgisiyle davranmalı, kadının eline emniyete götürmek üzere dilekçeyi tutuşturacağına şiddet gören kadını Aile Mahkemesine yönlendirmelidir.
Kadınlar derhal güvenliklerini sağlayacak sığınaklara yönlendirilmeli ve tüm bu süreçlerde can güvenleri sağlanmalıdır.”

“Hükümet somut adımlar atmalı”

Kalkan, hükümeti de kadın erkek eşitsizliğini derinleştiren uygulamaların ve kadın cinayetlerinin önüne geçmek için somut adımlar atmaya çağırdı: “Sığınaklar hala yetersizin de altında. Kadın katillerine haksız tahrik indirimi uygulanmaya devam ediliyor, yeni yasal düzenlemeler, özel önlemler yok. Var olan yasalar dahi uygulanmıyor. Ve savcılıklar koruma talep eden kadınları dahi koruyamıyor! Acilen önlem alınmasını, adım atılmasını, hükümetin, yargının, savcılıkların görevlerini yapmalarını hatırlatıyoruz.”

İstanbul Feminist Kolektif / 18.02.2011

Feministler KESK Kongresi’ne çağrı yaptılar…

KESK Olağanüstü Kongresine ve Genel Kurul Üyelerine

Biz feministler KESK’te yaşananlara, yani cinsel tacize karşı “tarafız” diye başladık söze. Önce tepkimizi ve beklentilerimizi içeren, 19 kadın grubunun imzaladığı bir metni KESK yönetimine ve KESK Kadın Sekreterliklerine ilettik.Devamını Oku…

Sosyalist Feministler TÜSİAD ile Neden Görüşmüyor?

Erkeklerden, devletten, sermayeden bağımsız bir feminizmi ilerletme çabalarına katkıda bulunmak üzere kurulan SFK, kadın emeği ve istihdamı konularında TÜSİAD’la taban tabana zıt politikaları savunuyor. Talepleri TÜSİAD’ın halihazırdaki talepleriyle tümüyle çelişiyor ve “lobicilik yoluyla siyasete karşı”.
Devamını Oku…

Van’da Kadın Dayanışması…

van-2011mehtapMehtap Doğan

23 Ekim ve 9 Kasım tarihlerinde Van’da iki büyük deprem yaşandı. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ilk depremin şiddetini 6,6 olarak duyurdu, ancak daha sonra büyüklüğü 7,2 olarak güncellendi. Deprem öyle şiddetliydi ki Erzurum, Batman, Bitlis, Şanlıurfa, Muş, Bingöl, Siirt, Iğdır ve Hakkari’de hatta Irak’ın kuzeyindeki Duhok bölgesinde bile hissedildi.

Devamını Oku…

TRT’nin Basindaki “Kadin Dusmani” İstifa!

Yazarlar ve Gazeteciler Vakfi’nin duzenledigi toplantida Kurt asilli sarkici Rojin’e  “asufte” ve “psikopat” diyerek hakaret eden TRT Genel Müdürü Ibrahim Sahin’i istifaya cagiriyoruz.

Basbakan Recep Tayyip Erdogan, esi Emine Erdogan, Basbakan Yardimcisi Bulent Arinc’in Rojin’i arayarak ozur dilemesi, yapilan hakareti yok etmez, affettirmez. Sahin istifa etmedigi takdirde “kadin erkek esitligini saglamakla, kadina siddeti engellemekle yukumlu devletin” en ust kademesinin Sahin’i gorevden almasini bekliyoruz.    Devamını Oku…

SFK Erken Yılbaşı Partisi/24 Aralık 2011

Sevgili Kadınlar,

Bir yıl boyunca eylemlerde, forumlarda, kampanyalarda meydanlarda birlikte olduk. 2011’e veda edip, 2012’ye merhaba derken yine hep birlikte olalım istedik.

Hep beraber şarkılarımızı söyleyip, dans edeceğiz.

Yer: İstiklal caddesi Rumeli Han C Blok No:96 Kat:3 Beyoğlu (Haymatlos üstü)

Tarih: 24 Aralik 2011 Cumartesi

Saat: 21.30

Sosyalist Feminist Kolektif

sosyalistfeministkolektif@gmail.com

http://www.sosyalistfeministkolektif.org
Tel:0212 243 49 93

Adres: Tel sok. No.20/3 Beyoğlu-İstanbul

Şiddetsiz, Eşit ve Hak Ettiğimiz Bir Yaşam İçin…

5c8d784f45d2a04bdc3d562e

Trabzon’da, Karadeniz Kadın Dayanışma Derneği üyeleri, kadın cinayetlerini ve erkek şiddetini protesto etmek amacıyla 17 Aralık 2011 tarihinde Atatürk Alanı’nda oturma eylemi yaptı.

Dernek adına yapılan açıklamayı okuyan Dilay Aydın, Türkiye’de yaşayan 35 milyon kadının, şiddetsiz, eşit, hak ettiği bir yaşam istediğini belirtti.

Devamını Oku…

Erkek Adalet ‘Tahrik’ Peşinde

kadn-cinayetleriFiliz Karakuş

2005 yılında yürürlüğe Yeni Türk Ceza Kanunu ile kadınlara yönelik suçlar yeniden tanımlandı. Bu suçların kadın cinayetlerini içeren kısmında eski TCK’daki “namus saikiyle işlenen suçlar” ifadesi yerine “töre saikiyle işlenen suçlar” ifadesi kullanıldı ve “töre cinayeti” nitelikli insan öldürme suçu kapsamına alındı. TCK Kadın Platformu, yasanın çıkış sürecinde “töre cinayeti” yerine “namus cinayeti” terimi kullanılması yönünde ısrar etti. Çünkü töre cinayetleri terimi namus adına işlenen cinayetleri doğru olarak betimlemiyor ve töre ifadesi, cinayetleri, belli bir bölge ve aşiret yapısıyla ilişkilendiriyordu.

1926 tarihli TCK, namus adına işlendiği iddia edilen cinayetlerde cezai yaptırımda üçte bir oranında indirim öngörüyordu. Şimdiki TCK ise nitelikli öldürme maddesine dahil edilen “töre saiki” dışında işlenen tüm kadın cinayetlerinde katil erkeklerin cezalarında indirim yapılmasına zemin sunuyor.

İşte bu nedenle “ağır tahrik” yerine yürürlükteki TCK’da“haksız tahrik”olarak formüle edilen cezai indirim kadın katillerini teşvik ediyor.

Türkiye’de her gün en az 3 kadın öldürüldüğünü Adalet Bakanlığı’nın 2010 yılı ağustos ayında yaptığı açıklamadan biliyoruz. Kadın cinayeti davalarının karara bağlanması en az bir yılı buluyor. Her yıl devam eden 1000 civarında kadın cinayeti davası var. Feministlerin ve kadın örgütlerinin takip edebildiği dava sayısı maalesef parmakla sayılabiliyor. Kadın cinayetlerinin tamamı basına yansımadığını biliyoruz. Basına yansıyan mahkeme sonuçları ise asla yüzlü rakamlara ulaşmıyor. Feministlerin, kadın örgütlerinin takip ettiği, kamuoyunun gözünün üzerinde olduğu davalarda mahkemeler özenli davranıyor ve çoğunlukla bu davalarda katillere haksız tahrik indirimi uygulanamıyor. Hatta katillere iyi hal indirimi de yapılmayabiliyor. İçinde onlarca avukatın da olduğu feministlerin takip ettiği Ayşe Yılbaş davasında katil Hüseyin Özmen’e ağırlaştırılmış müebbet cezası verilirken hiçbir indirime gidilmedi. Tıpkı Satı Korkmak, Pippa Bacca, Demet Eygi davalarında olduğu gibi. Feministlerin takip ettiği Satı Korkmak davasında karısını boğarak öldüren Hasan Korkmak ağırlaştırılmış müebbet cezası aldı.

Erkek katillere verilen tahrik indirimleri yeni cinayetlerin önünü açıyor. Buna en somut iki örnek Sevim Zarif ve Ayşe Paşalı cinayetleri. Sevim’in katili Yaşar Özcan avukattı ve hukukun erkeklerin lehine olduğunu bilinciyle bu cinayeti işledi. İstikbal Yetkin’in ise internetten kaç yıl ceza alacağını hesap ettikten sonra Ayşe’yi öldürdüğü ortaya çıkarıldı. Feministlerin ve kamuoyunun bu iki davadan da gözünü ayırmaması ve sıkı takipleri katillerin heveslerini kursağında bıraktı. Her iki katile de haksız tahrik indirimi uygulanmadı. Yaşar Özcan müebbet; İstikbal Yetkin ağırlaştırılmış müebbet cezası aldı.

Basına yansıyan az sayıda kadın cinayeti davasının sonuçları ise oldukça vahim. Kadın cinayetlerinin herkesin gündemine oturduğu bugünlerde bile çoğu davada katillerin cezalarına “haksız tahrik” ve “iyi hal” indirimi uygulanabiliyor.

Kadın cinayetlerini önlemenin katillere ağır cezalar verilmesi ile mümkün olacağını söylemiyoruz tabii ki. Ancak indirimlerle kuşa çevrilen ve caydırıcılığı kalmayan cezaların şiddet uygulayan erkekleri harekete geçirdiğini görüyoruz. Öldürülen kadınların davranışlarının erkekleri tahrik ettiği gerekçesiyle cezaların indirimle sonuçlanmasının, erkek egemenliğini ve erkek şiddetini meşrulaştırdığını, kadınları itaat etmeye çağırdığını söyleyebiliriz.

Haksız tahrik inidirimi gerçeğiyle ilk kez, arkadaşımız Sevim Zarif öldürüldüğünde yüzleşmistik. Yeni TCK’nın kadın cinayetleri karşısında durduğu kaygan zemini bu vesileyle öğrenmiştik. Bu zemin varlığını hâlâ sürdürüyor. Uzağımızda ve yakınımızda öldürülen kadınların davalarında katillere haksız tahrik indirimi uygulanmaya devam ediyor.

Hülya Kalkan da bunlardan biri. Sosyalist Feminist Kolektif’ten bir arkadaşımızın kuzeni olan Hülya, Ağustos ayında kocası tarafından öldürülmüştü. Davada müdahil avukatlığını Candan Dumrul arkadaşımız üstlenmişti. Hülya’nın hikâyesi de kocaları tarafından öldürülen diğer kadınlardan farklı değildi aslında; sürekli şiddet gören Hülya kocasının tehditlerinden korunmak için kendine cep telefonu aldı.  Öldürüldüğü gece “imdat” demek için ailesini ve 155’i ikişer kez aradı.  Ancak yardım çağrısı cevap bulamadan kocası Hakan Kalkan tarafından 31 bıçak darbesiyle öldürdü. Dava Hakan Kalkan’ın ağırlaştırılmış müebbet cezası alacağı yönünde ilerliyordu. Son celsede değişen savcı yeni mütalaada gerçek adalet yerine erkek adaleti devreye soktu. Mahkeme heyeti Hakan Kalkan’ın “karım beni aldatıyordu” iddiasını kanıt olmadığı için kabul etmedi, fakat, önceki gece çıkan tartışmada Hülya’nın “Sana daha neler yapacağım, sana boynuz yakışır” sözlerini sarfettiğini varsaydı. Aksi ispat edilmediğinden katil Hakan Kalkan’ın sözlerine itibar etmek gerektiğine hükmetti. Ölmüş kadın neyi ispat edecekti? Yargı, öldürülen ve kendini savunma hakkı olmayan kadına karşı katil kocanın yanında yer almayı uygun gördü. Hasan Kalkan tahrik ve iyi hal indiriminden yararlanarak 20 yıla mahkum oldu.

Biz kadın cinayetlerinde hiçbir söz ve fiilin tahrik oluşturamayacağını söylüyoruz. “Haksız tahrik indirimi”nin, kadın cinayetleri kapsam dışında bırakılarak düzenlenmesini talep ediyoruz.

Hasan Kalkan lehine işleyen erkek adalet; eylül ve ekim ayında birçok kadın cinayeti davasında devreye girdi.

Yenibosna’da 23 Ağustos 2010 tarihinde sevgilisi Gülbeyaz Arslan’ı öldüren Ferdi Sevim’in yargılanmasında cinayetin “kıskançlık” sonucu ağır tahrik altında gerçekleştiğine kanaat getirildi. Ferdi Sevim 21 Ekim 2011 tarihindeki karar duruşmasında 15 yıla mahkum oldu.

Adana’da 1 Haziran 2010 tarihinde 23 yıllık eşi Nazlı Umakoğlu’nu, öldüren İmadettin Umakoğlu 20 Ekim 2011 tarihindeki karar duruşmasında 20 yıl ceza aldı. Mahkeme katilin “bana kadınlık yapmıyordu ve yatak odasına almıyordu” beyanını ağır tahrik olarak kabul etti.

İzmir’de 20 Temmuz 2010 tarihinde eşi Songül Acar’ı balta ve bıçakla öldüren, kızları Rabia ve Ebru’yu ağır yaralayan Tevfik Acar 12 Eylül 2011 tarihli karar duruşmasında 15 yıl hüküm giydi. Songül Acar’ın başka bir erkekle telefonla konuşma yapmış olması tahrik olarak kabul edildi.

Bursa’da boşandığı eşi Aysel Çalışır’ı barışmak için ikna edemeyince bıçaklayarak öldüren Cemal Aydın, “Her şey Aysel’in bana küfür ve hakaret etmesi ve bir anlık öfke sonucu oldu. Pişmanım” dedi. Mahkeme heyeti Cemal Aydın’ın sözlerine inandı. Tahrik olduğuna karar verdi. 14 Eylül 2011 tarihindeki duruşmada Cemal Aydın 20 yıl hapis cezası aldı.

Konya’da 30 Mart 2010 tarihinde 3 çocuğunun annesi olan dini nikahlı karısı Ayşe Demir’i öldürüp 10 parçaya bölen Yaşar Kaya’nın cezası 11.10.2011 tarihinde verildi. Yaşar Kaya 19 yıla mahkum oldu. Katil erkeğin “bana hakaret etti” beyanını doğru kabul eden mahkeme heyeti cinayetin tahrik altında işlendiğine hükmetti.

Türkiye’de yargının inisiyatifine bırakılan haksız tahrik indiriminin uygulanması için erkek olmak yetiyor. Cinayeti işleyen erkeklerin “kadınlık görevini yapmıyordu”, “erkekliğime hakaret etti”, “bana küfretti”, “beni aldatıyordu”, “cilveli saat sordu”, “tayt giyiyordu” gibi ucu açık beyanları mahkemelerin tahrik indirimi yapması için yeterli oluyor. Bu konuda acilen bir düzenleme gerekiyor.

Haziran ayında Yargıtay Ceza Genel Kurulu önemli bir karara imza attı. Genel Kurul, “Boşandıktan sonra hiçbir şey tahrik oluşturmaz” diyerek, eski eşini öldüren kocalara en ağır cezanın verilmesine hükmetti. Bunu olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyoruz. Ancak bu yetmez. Bütün kadın cinayetlerinde tahrik unsurunun kabul edilmemesini, bu doğrultuda erkek beyanlarının esas alınmamasını istiyoruz.

Bu nedenle, 21.10.2011 tarihinde BDP milletvekili Sebahat Tuncel’in TBMM’ye sunduğu “Türk Ceza Kanunu ve Ailenin Korunması Kanunu’nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi”ni içerik olarak destekliyoruz. Bu teklifte, kadın cinayetlerinin nitelikli haller kapsamına alınması ve “namus saikiyle, kadınlara yönelik cinsiyet ayrımcılığı nedeniyle ve cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı nedeniyle” bir insanı öldüren kişilerin, müebbet hapis ile cezalandırılması öngörülüyor. Kanun teklifinde ayrıca “kadınlara yönelik cinsiyet ayrımcılığı nedeniyle işlenen kasten öldürme suçları, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı nedeniyle işlenen kasten öldürme suçlarında” haksız tahrik indiriminin uygulanmayacağı hüküm altına alınıyor.

Kadın cinayetlerinde haksız tahrik indirimi uygulaması erkek egemenliğinin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Kadınların boşanmak istemesini, tartışırken kendini ifade etmesini, istediği kıyafetle gezmesini, sevişmek istememesini… tahrik sebebi olarak değerlendirmek; kadınların aile içinde erkeklere itaat etmesi gerektiğini varsayıyor. Dolayısıyla kadınları ölüme kadar götüren erkek egemenliği ve erkek şiddetini pekiştiriyor. Kadınların iradelerini ve erkek egemenliğine direnişlerini cinayetin gerekçesi olarak kabul ederek erkek şiddetini ve cinsiyetçiliği meşrulaştıran ‘haksız tahrik indirimi’ uygulamasının kadın cinayeti davalarında devre dışı bırakılmasını erkek egemenliğine karşı mücadelemizde bir köşe taşı olarak değerlendiriyoruz. Biliyoruz ki kadının tayt giymesini, sevişmek istememesini cinayet için tahrik unsuru olarak görmek; kadınların kıyafetleri, cinsellikleri, iradeleri üzerinde erkek denetimini ve erkek şiddetini meşru sayar. İtaat etmeyeceğiz!

Taammüden Cinayetin Parolası: “Gel Son Bir Kez Konuşalım”

kadýn cinayetleri

Fatoş Hacıvelioğlu

Kadının iradesi, erkeği, arabası çalındığında ya da evi yandığında duyduğu öfkeden çok daha şiddetli bir öfke ve nefret seline sürüklüyor. Deliye dönen erkek, kendi kültürüne çok uygun bir yöntemle yanıt veriyor: cinayet!

Erkek egemen kontrol mekanizması öyle güçlü bir baskı kuruyor ki üzerimizde, çoğu zaman o son buluşmanın “konuşarak, anlaşarak ayrılma” olabileceğine inanmak istiyoruz. Sanki yıllarımızı birlikte geçirdiğimiz ve nice şiddet uygulamasına maruz kaldığımız o adam birdenbire iyi birisi olacak, medeni bir şekilde konuşabilecekmiş gibi

Devamını Oku…

Polisiyeleşmeden…

Ayşe Toksöz

Ocak 2009. Ben İstanbul’daydım. Canan da öyle. Dilek Eskişehir’deydi, Çiğdem Ordu’da.

Ocak 2010. Ben bu yazıyı yazıyorum, Canan Akbulut, Dilek Özer ve Çiğdem Bayram artık aramızda değil. Basının diliyle “arkalarında soru işaretleri bırakarak” gittiler. Yanlış anlamayın, bu bir edebi kalıp. Yoksa basının soru sormaya niyeti yok. Daha doğrusu, sordukları sorular “İntihar mı etti, öldürüldü mü? Bunalımda mıydı? Cinnet mi geçirdi? Kocasının başka kadınlarla ilişkisi var mıydı?” türünden.

Ben bu soruları sormak istemiyorum. Duymamış olanlar için kısaca Canan’dan, Çiğdem’den ve Dilek’ten bahsedeyim. Sonra da neden bu soruları sormak istemediğimden, neden cevaplarını merak etmediğimden.

Canan geçtiğimiz Nisan ayında Mor Çatı’ya başvurmuş, eşinden şiddet gördüğünü söyleyerek yardım istemiş. Korkusundan polise ya da savcılığa başvurmamış. 27 Temmuz’da balkondan düşerek (atarak ya da atılarak) öldüğünde, Mor Çatı’nın psikoloğuyla görüşmelerine devam ediyormuş. Mor Çatı’nın ve diğer feministlerin takipçisi olduğu dava süreci sonunda mahkeme, olayın intihar olduğuna hükmedip Canan’a dayak attığını itiraf eden kocasını serbest bıraktı.

Dilek, ‘Elveda Hayat’ başlıklı bir mektup yazmış 10 Ekim’de, iki çocuğunu yanına alarak, Porsuk Çayı’na atlamadan önce. Resmi makamlar intihar nedenini araştıradursun, medya kocasıyla nikahsız yaşamasını, adamın hapse giriş çıkışlarını, Dilek’in olası sevgililerini, küçük çocuğun babasının kimliğini diline dolamış bile…

Çiğdem’in kocası ise “işsiz-güçsüz” değil; “kerli-ferli” takımındanmış besbelli; komşular ne Çiğdem’in dayak yediğini duyduklarında araya girebiliyorlarmış, ne de, Çiğdem’in 5 Kasım’da balkondan düşerek (yine atarak ya da atılarak) ölmesinin ardından ifade verdikleri sırada mahalle muhtarının olay yerindeki tehdikar varlığına itiraz edebilmişler. Çiğdem morga götürüldüğü sırada, annesinin ölümüne tanık olan, ama varlığı savcı tarafından dikkate alınmayan oğluyla bir-iki saat ilgilenmişler yalnızca. Savcı, tanık konumundaki çocuğun velayetini, Çiğdem’i dövdüğü yönünde ifadesi olduğu halde, karakoldan serbest bırakılan babaya verdi.

Sadece bu hikayeleri alt alta yazmak bile “İntihar mı? Cinayet mi?” sorusunu duymak bile istemeyişimi açıklamıyor mu? Nedir bu hikayelerden öğrendiğimiz?

Kocan seni istediği kadar dövsün, etraftaki herkes bunu görsün, bilsin, hatta adam karakolda/mahkemede bunu itiraf etsin. Sen polise başvurmadıysan hiçbir hükmü yok. Başvursaydın da resmi makamların arabuluculuğuyla kocana geri dönmek zorunda kalacaktın ya, olsun. Bunun da hükmü yok.

Resmi makamların gözünde, insan olarak varlığının, yaşayışının, duygularının da hükmü yok. Nitekim, Çiğdem’in davasına bakan savcı, kocasının Çiğdem’i aldattığı yönündeki ifadelere, “Aldatmak suç değildir, erkek adam aldatır” gibi cevaplar verebiliyor. Bunun, savcının kötü bir adam olmasıyla falan ilgisi yok; bütün mesele diğer adamın bir an önce bu işten yakayı sıyırmasının sağlanması.

Toplumun nezdinde ise, attığın her adımın hükmü var. Ablasının kızını evlat edindiği sonradan anlaşılan (!) Dilek’in ölümünün ardından medya, “İkinci çocuğu kocası hapisteyken doğdu, yoksa başkasından mıydı” minvalinde döktürdü. Öyle ya, ya sevgilisi var(dıy)sa? O zaman her şey mübah olacaktı herhalde?

Bir de senin ne yaşadığını herkes zaten biliyordur, açıklamaları her zaman kolaydır: Bunalımdasındır, kıskançlık krizidir, psikolojik tedavi görüyorsundur (Canan’ın kocası herhalde Mor Çatı’nın psikoloğunu kastediyor!), ikinci çocuğu doğurdaktan sonra bunalıma girmişsindir – Dilek aslında doğum yapmamış ya, neyse…

Ha bir de, yaşamının da bir değeri yok. Artık adalet duygumuzu herhangi bir biçimde korumaktan aciz kalmış hukuk sistemi; cinayet olduğu aşikar olan vakalarda bile katilleri cezalandırmakta gönülsüz davranırken, “intihar mı, cinayet mi?” kuşkusunun olduğu durumlarda baştan savma bir olay yeri inceleme ve sorgulamanın ardından intihar hükmüne varma eğiliminde.

Bu hikayelerin bize düşündürdüğü, tek tek kadınların hikayelerinin önemli olmadığı, tüm kadın intiharlarının cinayet olduğu olmamalı elbette. Kadın intiharlarının tercih mi, yoksa kadınlara dayatılan, şiddet döngüsünden kurtulmak için ellerinde bırakılan son çare mi olduğu sorusunun geçersizliği de değil. Kadınlar olarak her birimizin hayatının ne derece şiddetle malul olduğunu; buna izin veren erkek egemen sistem içinde hayatlarımızın tekilliğinin nasıl silinip istatistiklere hapsolduğunu, öteki uçta ise nasıl magazinleştirilip, polisiye öyküye çevrilip “malzeme” haline getirildiğini görebilmek belki de.

Çünkü “intihar mı, cinayet mi?” sorusuyla adli birer vakaya indirgenen kadın ölümleri, esasında politiktir.

Sizin Hiç Kardeşiniz Öldürüldü mü?

senaytaniklikŞenay Gelişli

Kurşun bedene girince insan ne hisseder, o anda ne düşünür, yaşamın bittiğini mi, çocuklarını bıraktığını mı, sevdiklerini terk ettiğini mi, lanet mi eder katilini tanıdığı güne, her şey bitti mi der? Yoksa hiçbir şey hissetmez mi, çok canı yanmış mıdır, acaba acı çeker mi?

Hepimiz düşünmüşüz bunları, otopsi raporu gelene kadar: ANİ ÖLÜM… İnsan kardeşinin aniden öldüğüne sevinir mi? Biz raporda bunu okuyunca rahatladık. Ne garip; öldü ama hiç olmazsa acı çekmeden, aniden!…

Yıllardır bire bir bilinçli karşı mücadelesini verdiğimiz erkek egemen şiddetini bu kadar yakınımızda ve bu kadar ağır yaşamak… Vurgun yemek çok başkaymış.

Hiç öyle atılan sloganlarla, bildirilerle, basın açıklamalarında yazılanlarla, panellerde anlatılanlarla aynı şey değilmiş bizzat yaşamak. O kadar derinden yaralıyor ki insanı, devamlı kanıyor.

Başımıza gelebileceğini hiç düşünmediğimiz bir katliamla boyalı basının 3. sayfa haberi olduk biz. Kimsenin başına asla gelmesini istemediğimiz bu olay, bize o kadar çok şeyi yaşayarak öğretti ki.

Okumayı kendi kendine öğrenmiş, fakat yazması olmayan ama Yediveren Gülleri diye şiir kitabı olan bir annenin yediveren gülleriydik, yedi kız kardeştik biz. Eğlenceli, gürültücü, kavgacı, dayanışmacı, bol kadınlı güzel bir aile… Şimdi yediveren gülün biri yok. Şimdi bir yanımız eksik. İki buçuk yıl oluyor neredeyse. Acılıyız, öfkeliyiz ve çaresiziz. Nasıl biter bu acı? Ama hayat devam ediyor, Sevim’in geride kalan iki küçük kızıyla yaşamı yeniden kurmaya çalışıyoruz.

Her zamanki gibi acımasız ve vicdansız bir erkeğin kırdığı, yok ettiği hayatların geride bıraktığı yürekleri onarmak, hayatı yeniden şekillendirmek kadınların o kadar güzel yaptıkları bir şey ki. Kadınlar çok güçlü. Bütün aile, sülale ve dostların desteğiyle ayaktayız, ama travmamız çok büyük.

42 yaşında, yaşamayı her şeye rağmen çok severken, çocuklarını büyütemeden, emekli olup dinlenme hayalleri kurarken, yaşlanamadan, yapacak onca şeyi varken, huzurlu bir yaşam istiyorum, yalnız yaşlanmak istemiyorum deyip yıllar sonra evlendiği ve kendisiyle evlenmek dışında hiçbir suçu olmayan kocasıyla birlikte yolda yürürken, arkadan vurularak öldürüldüler. Hem de büyük kızının babası olan, eski kocası tarafından.

Sevim hemşireydi, henüz okurken tanıştığı, sonradan katili olacak olan o adamla evlendi. Hemşire olduğunda halen okumakta olan adamı mezun etti, askere yolladı, iki kere avukatlık bürosu açtı, evin tüm geçimini sağladı. Bu arada eve ekmek dahi almayan, asalaklığı yaşam biçimi haine getiren katil, hayattaki tüm ezilmişliğinin tembelliğinin ve başarısızlıklarının sorumlusu kardeşimmiş gibi sürekli onu ezmeye çalışıp, ona hep kötü davrandı.

Kendisiyle ve hayatla sorunu olan ve devamlı didişen bu adamın yaptıklarına dayanamayan ama bir de ondan çocuğu olan kardeşim tükendiğini anlayıp, yaşadığı yeri ve çok rahat olan işini terk ederek İstanbul’a yerleşti.

Ama kabus bu sefer de çocuk üzerinden devam etti.

Kardeşimin dimdik ayakta kalıp yeniden evlenip ikinci çocuğunu doğurmasını, yeni bir hayat kurmasını hazmedemeyen ve bir avukat olan katil, tacizlerini Sevim’e ve çevresindeki herkese yaşattı.

Kardeşim defalarca mahkemelerde, yollarda dövüldü, tehdit edildi, çocuğun alınıp verilmesi sırasında devamlı sorunlar yaşadı. Katil, yasal velayeti kardeşimin üzerinde olan çocuğu defalarca kaçırdı. Avukatları tehdit ve darp etti, hakimleri reddetti. Sevim’in çevresinde olan ve ona destek olan herkes bu adamın yaptıklarından nasibini aldı.

En sonunda kardeşimin ona sunduğu yaşam standartlarını ve çevresini kaybetmenin hıncıyla o iki masum insanı öldürerek çıkardı. Ve bunu da kızım için yaptım diyerek o küçücük çocuğun üzerine kaldıramayacağı bir yük bıraktı.

Çocukları şimdi ömür boyu bir lanetle yaşamak zorunda. Sevim’den geriye kalan iki küçük kızdan biri, katil babası yüzünden annesiz kaldı, diğeri ise hem annesiz hem babasız kaldı ve onu bu duruma sokan ise ablasının babası. Ne biçim bir vurgun yemek bu, ne biçim bir adalet, acaba ilahi adalet var mı diye düşünmeden edemiyor insan. Bu çocukların suçu ne?

Kardeşim tüm yaşadığı kötü şeylere rağmen mücadeleci, iyi niyetli, dayanışmacı, sevecen, hayata sımsıkı bağlı güzel bir insandı, tıpkı birlikte öldürüldüğü kocası gibi.

Her zaman çocuğun psikolojisini ve mutluluğunu düşünerek o adamla iyi bir diyalog kurması için çaba sarf etti. Çocuğu ondan hiç esirgemedi. Onun aleyhinde konuşmadı. Evlense de kurtulsam diyordu hep, ne garip, hiç ölse de kurtulsam demedi.

Kendi çocuğuna ömür boyu altından zor kalkılacak bir yük bırakan bu katilin, mahkemelerdeki tavırlarından, savunmalarından ve bize bakışlarındaki ifadesinden de anlıyoruz ki hiç pişman değil. Pişman olsa kendi kafasına da sıkardı zaten. Karar duruşmasından sonra cezaevi aracında giderken inanılmaz bir pişkinlikle zafer işareti bile yapabildi. Nasıl bir duygu ve vicdan taşıyor bizim anlayabileceğimiz bir şey değil bu!.. Vicdanındaki bu yükle nasıl yaşıyor acaba?

Diğer izlediğimiz kadın katillerinin de mahkemelerdeki tavırları, ifadeleri, bakışları hep aynı. Sadece isimler ve mekanlar değişiyor.

‘Çocuğumu çok seviyordum onu bana göstermeyeceğinden korktum, o yüzden karımı öldürdüm’ diyordu, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisi Ayşe Yılbaş’ı acımasızca 12 kurşunla öldürülen katil. Bu katili bizim eski ünlü solcu avukatlarımızdan biri olan Bahri Belen savundu. Son duruşmada, Bahri Belen katili savunurken, katilin karısını çok sevdiğini, çocuğunu onbeş gün görememesinin onu tahrik ettiğini, cinayeti azap ve elem içinde işlediğini öne sürerek haksız tahrik indirimi istedi ve bunun için o kadar çok çabaladı ki biz kadınlar hayretler içinde izledik. Adeta öldürmekte haklıydı diyordu. Ben inanamıyordum bu olup bitenlere, yıllar önce sol siyasi bir örgüt üyesi olmaktan yargılanan eşimi savunan Bahri Belen, yıllar sonra bir kadının bir anlamda benim kız kardeşimin katilini savunuyordu. Ve bunu o kadar korkunç bir biçimde yapıyordu ki, hepimiz şaşkınlık içinde kalıyor ve tepki veriyorduk. Ama o, sadece bizim tepkilerimizden rahatsız oluyordu, katilin haksız tahrik indiriminden yararlanması için utanılacak savunmalar yapıyordu. Aynı zamanda aynı Bahri Belen Hrant Dink’in de avukatı, halen mahkemelere katılıyor.

Ne bu şimdi, biz neye inanacağız, inançlarımızı, değerlerimizi neyle ölçeceğiz?

Sorguluyorum, hayatımda, bugüne kadar inandığım her şeyi, sahip olduğum değerlerimi sorguluyorum.

Kardeşimin katiline haksız tahrik ve iyi hal indirimi uygulanmadı. İki ayrı cinayetten müebbet aldı. Tasarlayarak öldürmeye dair yeterli kanıt bulunamadığından ağırlaştırılmış müebbet verilemedi.

Şimdi biz rahatladık mı? Kaybımız ve acımız o kadar büyük ki, ne ceza verilirse verilsin bize yetmeyecekmiş, mahkeme bittiğinde bunu daha iyi anladık. Öyle kırıldık ki doğrulamıyoruz hâlâ. Bu travma nasıl geçer, nasıl atlatılır, bu nasıl bir adaletsizlik?

Bana göre hayatta en büyük suç, başka bir insanın yaşam hakkını elinden almaktır. Umarız bu katil ömür boyu dışarı çıkamaz ve başka kimsenin canını yakamaz, özellikle de kızının..

Takip Ettiğimiz Davalarda Haksız Tahrik İndirimi Yok!

2004 yılında öldürülen Güldünya Tören davasından beri gücümüz yettiğince kadın cinayetlerinde kadın örgütleri adına müdahillik talebimizi dile getiriyoruz. Ancak bu talebimiz Güldünya davasında kabul edilmediği gibi, son olarak müdahil olmak istediğimiz Satı Korkmak davasında da reddedildi. Ancak biz feministler, buna rağmen müdahillik talebinde bulunduğumuz davaları izlemeye devam ettik. İstanbul’da bizi sevindiren dava sonuçlarına ulaştık. Takip ettiğimiz davalarda haksız tahrik indirimi uygulanmadı. Davalarda müdahillik taleplerimiz ve dava takiplerimiz sürüyor, sürecek…

Güldünya Tören

Umut adını verdiği oğluyla ailesinden saklanan Güldünya Tören, kendisini bulan kardeşlerince bacağından vurulmuş, hastaneye kaldırılmıştı. Polis koruması talep eden Tören’e hastanede koruma sağlanmamıştı. kardeşleri hastaneye gelerek başından silahla vurarak Güldünya Tören’i öldürmüşlerdi (27.02.2004). Güldünya’nın kardeşlerinden İrfan Tören müebbet, Ferit Tören 23 yıl hapis cezasına mahkum oldu (15.11.2007).

Sevim Zarif

Sevim Zarif ve eşi Halil İbrahim Zarif , Sevim’in 11 yıl önce ayrıldığı kocası Yaşar Özcan tarafından katledildiler ( 22.07.2007). Yaşar Özcan iki kez ağırlaştırılmış ömür boyu hapse mahkûm oldu (15 Ekim 2008).

Pippa Bacca

Pippa Bacca ismiyle tanınan İtalyan sanatçı Giuseppina Pasqualina Di Marineo barış yolculuğuna çıkmıştı. Gebze’de arabasına bindiği Murat Karataş tarafından önce tecavüze uğradı, sonra öldürüldü (31 03.2008). Murat Karataş, ‘Suçu gizlemek amacıyla kasten adam öldürmek’ suçundan ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı (24.06.2009).

Ayşe Yılbaş

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 5. sınıf öğrencisi Ayşe Yılbaş Özmen, ayrılmak istediği eşi Hüseyin Güneş Özmen tarafından hastanede 12 kurşunla katledildi (22.02.2008). Hüseyin Güneş Özmen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum oldu (22.07.2009).

Satı Korkmak

Satı Korkmak, eşi Hasan Korkmak, tarafından televizyon kablosuyla boğularak öldürüldü (14.02.2009). Hasan Korkmak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum oldu (17.11.2009).

Yargı “Haksız”da Kör, “Tahrik”te Dört Göz!

Perihan Meşeli

“Çok sık banyo yapıyordu”, “Kahvaltıyı geç hazırladı”, “Boşanmak istedi”, “Meyve suyu ikram etim, reddetti”, “Bir aydır sadece makarna pişiriyordu”… Bunlar ve bir dünya sudan sebep kadınları öldürmek için yeterli. Kadınların hayatı erkekler tarafından yok yere tuzla buz edildiği yetmiyormuş gibi, yargı da adaletin terazisine geçirdiği haksız tahrik kılıfıyla katil erkekleri koruyor. Bu yazıda, öncelikle kılıfına uydurulmamış haksız tahrik kurumunun ne olduğunu ve hukuken düzenleniş biçimindeki sorunlara çok girmeden, mevcut haliyle kadınlara karşı işlenen cinayet, taciz, tecavüz ve diğer şiddete dayalı suçlarda uygulanış biçimini kısaca anlatmaya çalışacağım.

Haksız tahrik, cezada indirim sebeplerinden biri. TCK m.29 ve gerekçesi incelendiğinde haksız tahrik indiriminin uygulanabilmesi için: 1-Mağdurdan kaynaklanan tahrik edici bir fiil olmalıdır. 2- Fiil haksız olmalıdır. 3- Fiil failin öfke ve üzüntü duymasına yol açmalıdır. 4- Fail haksız tahrik nedeniyle tepki olarak bir suç işlemelidir. Bu şartların hepsi birlikte gerçekleşmiş olmalı ki haksız tahrik indirimi gündeme gelsin. Biri gerçekleşmemişse haksız tahrik indirimi uygulanamaz. Bu şartlar arasında, yargı tarafından hep “unutulduğu” için özellikle fiilin haksız olması hususuna dikkat çekmek gerek. Haksız fiilden kasıt, hukuk düzeninin onaylamadığı bir harekettir. Hareket, toplumsal değer yargıları, örf, adet, gelenek v.s. açısından tahrik edici olabilir ama hukuk düzenince tasvip ediliyorsa haksız tahrik indirimi uygulanamaz. Bunun yanında fail, suçu, kıskançlık, intikam gibi duygular nedeniyle veya tepkisel değil tasarlayarak işlemişse yine haksız tahrik indiriminden yararlanamayacaktır.[1] İndirim uygulanamaz uygulamalar ise kadın cinayetlerinin neredeyse hepsinde var. İşte gazete haberlerine yansımış birkaç örnek:

“9 Mart 2006 akşamı, Ali Şimşek, kendisinden izinsiz alışverişe çıktığını, kıyafet alarak borca girdiğini öğrendiği eşi Nurgül Şimşek’i ekmek bıçağıyla öldürdü. Cezası ‘haksız tahrik’ indirimiyle müebbetten 24 yıla indi”[2]“7 Ağustos 2007’de, Fatih Aguş, eşi Sevgi Aguş’u, kot pantolon giymesi yetmiyormuş gibi başka bir erkeğe de ‘cilveli şekilde’ saati sorduğu için öldürdü. Cezası ‘haksız tahrik’ altında işlediği ve pişman olduğu gerekçesiyle müebbetten 20 yıla indirildi.”[3], “Bir gece eşinin cinsel ilişki teklifini kabul etmeyen Ö.Y., bu konuda ısrar eden kocasını yataktan itekledikten sonra düşmesine neden oldu. Ü.Y. bu harekete, ruhsatsız tabancasını çekerek karşılık verdi ve eşi Ö.Y.’yi öldürdü. Kocaeli 1. Ağır C. Mahk.’de yargılanan Ü.Y., haksız tahrik indirimi de uygulanarak 24 yıl hapis ve 440 YTL adli para cezasına çarptırıldı..”[4], “İzmir 11. Ağır C.M., Alev Er’i öldüren eşi Şakir Er’e kadının piercing yaptırmasını ve çantasından doğum kontrol hapı çıkmasını ‘haksız tahrik’ sayarak 20 yıl hapis cezası verdi”[5]

Su içsek haksız tahrik diyen, kanunları bilerek ve isteyerek çiğneyen erkek bir yargı var karşımızda. Bu yüzden biz kadınlar için haksız tahrik indirimi “erkeklik indirimi” ile eşanlamlı. Yeni Ceza Kanunu’nda kadın örgütlerinin mücadelesiyle erkeklerin aldıkları cezaların dayanılmaz hafifliğine karşı birtakım olumlu düzenlemelere yer verildi. Eski kanunda töre cinayetlerinin failleri tahrik indiriminden yararlanabiliyorken yeni kanunda “töre veya namus cinayetlerinin” failleri hak­sız tahrik indiriminden yararlanamıyor. Namus cinayetleri, erkeklerin kadını, kadın bedenini ve cinselliğini kendilerine ait görmelerinden kaynaklanan cinayetler olup töre cinayetlerini de içeren daha kapsamlı bir terimdir. Kanuna “Namus bahanesiyle işlenen insan öldürme suçlarında haksız tahrik indirimi uygulanamaz” ibaresi konması gerekirdi. Ancak yeni kanun da namus cinayetlerini töre cinayetlerinden ibaret görmüş, faillerini “akraba içi”yle sınırlı bırakmış. Bu kadarını dahi içine sindirememiş ki bu ibareye kanunda değil kanunun gerekçesinde yer vermiş!

Kadınlar sırf kadın oldukları için öldürülüyor. Erkek egemen sistem katil erkeklerin adlarını değiştiriyor sadece. Bu sistematik erkek şiddeti karşısında biz feministler kadına yönelen şiddet davalarında tarafız. Ayşe Yılbaş, Sevim Zarif davalarında katiller haksız tahrik indiriminden yararlandırılmayarak gerektiği gibi cezalarını aldılar. Davalara her müdahillik talebimiz reddedilse de başka kadınların aramızdan ayrılmaması için bu davaların takipçisi olmaya devam edeceğiz. Eril cinsellik ve otoritesinin meşruiyetini sağlayan ataerkil sistemin tüm mekanizmalarına “sözümüz”: EMEĞİMİZ, BEDENİMİZ, KİMLİĞİMİZ BİZİMDİR!

 

[1] Arş Gör. Devrim Aydın, Yeni Türk Ceza Kanunu’nda Haksız Tahrik Yüksek Lisans Tez Çalışması,

http://www.nuveforum.net/292-suclar-cezalar/70711-yeni-turk-ceza-kanununda-haksiz-tahrik/

[2] 17.11.2006 tarihli haber http://www.tumgazeteler.com/?a=1803638

[3] 11.08.2007 tarihli haber http://www.tumgazeteler.com/?a=2348627

[4] 26.11.2007 tarihli haber http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=239876

[5] 20.09.2007 tarihli haber http://www.nethaber.com/NewsDetails.aspx?id=37971

 

Babaların Meydanı

cemre-yazsb

Cemre Baytok

Münevver Karabulut’un öldürüldüğü 3 Mart 2009’dan, Cem Garipoğlu’nun 17 Eylül’de yakalanmasına kadar geçen uzun süre boyunca kamuoyu uzun zamandır olmadığı kadar genç bir kadının öldürülmesiyle ilgilendi. Feministler olarak kadına yönelik şiddeti ve cinayetleri kamuoyuna bu kadar duyurduğumuz bir dönemde, nasıl oldu da bu sefer, Münevver’in öldürülmesi tekil bir olaymış gibi öne çıkabildi ve birçoklarının kendilerini söz sahibi hissettikleri bir hâl aldı? Münevver üzerinden nasıl oldu da farklı egemenlik konumlarından beliriveren “babalar” Münevver’i “sahiplendiler”?

Türkiye’de birçok genç kadın benzer şiddet yöntemleriyle öldürüyor fakat babalar ortalığa dökülmüyor. Ne peki burada istisnai olan? Münevver Bahçeşehir’de öldürüldü, bedeni Etiler’de bulundu. Karabulut ailesi orta sınıf, Garipoğlu ailesi ise üst sınıf bir aileydi. Münevver ve Cem sevgililerdi. Bu durumun kendisi, sıradanlaştırılmış kadın cinayeti haberlerinin aksine bu genç kadının öldürülmesine öncelikle pornografik bir değer kattı. Pornografik değer, haber değeri demekti, yani takip edilebilir, izi sürülebilir haber. Bazı şiddet yöntemlerini bulunduğumuz toplumun dinamikleri içerisinde kanıksarız. Münevver’in öldürülmesi, medya aracılığıyla kanıksanma olanağını sunmadı. Münevver’in veya tüm kadınların mücadelesi adına değil ama. 3.sayfalarda yer alması ve göz ardı edilmesi alışılagelmiş olayların aksine, Münevver’in öldürülmesi görünür bir söz alanı açtı. Kadına yönelik şiddeti takip etme yolunun kadına bir kez daha şiddet uygulamaktan geçtiği bir söz alanı.

İşte böylece babalar meydana döküldü. Münevver’in öldürülmesinin üzerinden aile ve ahlâk algıları konuşulmaya başlandı. Başbakan ahlâki erozyon sebebiyle ya davulcuya ya zurnacıya kaçacak olan kızların başlarına böyle şeylerin gelebileceğini söyledi. Emniyet müdürü, Karabulut ailesinin kızlarına sahip çıkmadığını (yani sahip olmadığını) bildirdi. Bir gazeteci, “insanlara dokunan gazeteciliğin” unutulduğunu, bulunduğu medya grubunun baba Süreyya Karabulut’un yerine bu işi takip edeceğini ilan etti. Bir başka gazeteci, köy kızının aşırı serbestleşmesini olaydaki asıl felaket olarak yorumladı. Cem Garipoğlu’nun amcası, Cem’in babası olmadığı için cinayetle alakasının kurulamayacağını açıkladı. Tüm bunların yanında, Süreyya Karabulut da birçok yerde hem bunlara karşı çıktı, hem de kendisinin nasıl bir baba, kızının da nasıl “öyle” olmadığını anlatmaya çalıştı. Eksik baba Süreyya Karabulut, nihayet, takipçi medya grubunun başkanı tarafından saçmaladığı gerekçesiyle babalıktan çıkarıldı ve yerine Fatih Altaylı geçti, artık Münevver’in babası oydu.

Yine o dönemde, aylar sonra hâlâ katili yakalayamamış olan polis, cinayeti çözmeyi namus meselesi yaptığını duyurdu. Kamuoyu bir yandan erkeklerin kadın cinayeti vesilesiyle aile ve ahlâk üzerine birbirlerine konuşmalarına maruz kalırken, cinayetin sebebini merak etmeyi de ihmal etmedi. Pornografik değer bir kez daha üredi: Münevver, Garipoğlu ailesine dair bir sır mı biliyordu, Cem’in alkol sorunu mu vardı, olay bir cinnet cinayeti miydi? Günlükler, MSN yazışmaları ortaya saçıldı. Neticede, Cem yakalandıktan sonra gazetelerde iddianamede cinayetin nedenine dair tek bir kelime geçmedi, bu sefer de nedeni değil cinayetin nasıl işlendiği değer etti. Zira Cem Garipoğlu’nun Münevver’den başkaca da haber değeri vardı ve bu, yakalandıktan sonra an an görüntülenmesiyle çeşitlendi. Fakat bu, başka bir yazının konusu ve ben babaların sözüne geri dönmek istiyorum.

Cem Garipoğlu yargılanıyor, ama ondan önce babası cinayeti beraber işledikleri gerekçesiyle tutuklandı. Mehmet Nida Garipoğlu nedense tüm bu babalık tartışmasından nasiplenmedi, aile ahlâkıyla bağlantılandırılmadı. Süreyya Karabulut ise, eksik babadan, psikologlara havale edilen, kızının ölümünden para hesapları yapan ahlâkı noksan babaya dönüştü.

Bu olaydan geriye kalan, yine kadın cinayetlerine yönelik bir tepki olmadı. Genç bir kadının bu şekilde öldürülmesinin aslında hiç de münferit bir olay olmadığı konuşulmadı. Kadına yönelik şiddetin gündeme gelmesi, bazıları için kadını bir kez daha aile içinde tanımlamaya ve ikincilleştirmeye yaradı. 7 aya yakın süren yakalanma sürecinde, aile söyleminin farklı konumlardan erkekler tarafından tekrar üretilmesi erkek şiddetini olağanlaştırırken kadınları yine evlerine, babalarının veya kocalarının yanına çağırdı.

Feministler ise, Münevver’den sonra olduğu gibi, erkek egemenliğine her kesimden kadının maruz kaldığını iddia ederek kadın cinayetlerine ve babaların sözlerine karşı çıkmayı sürdürüyor. Kadın cinayetlerinde dahi, babaların yani erkeklerin sahiplendikleri kamuoyunu reddederek kadınların sesini yükseltmeye devam ediyor.

Davaları Takip Ederken…

sb1Yaklaşık iki yıldır mahkemelerde yan yanayız. Katilleri, ölen, yaralanan, tecavüze uğrayan kadınları, ailelerini, feministleri, hissettiklerimizi, biriktirdiklerimizi oturup konuşalım, paylaşalım dedik. Yerimiz ancak bu kadarına izin verdi ama aslında daha o kadar çok şey var ki…

Funda: Nerden başlayalım bilemiyorum ama bu süreci hep birlikte yaşadık. Dosya konumuz “Kadın Cinayetleri politiktir” olunca, bu süreç boyunca neler yaşadık konuşalım diye düşündük.

Selin: Kişisel hislerimden başlayabilirim aslında. Hepimiz 2. derece travma yaşıyoruz diye düşünüyorum. Bu davaların benim psikolojime etkileri epeyce ağır oldu. Kendimi uzak tutmaya çalışıyorum ve yardım da alıyorum zaten. Çok istesem de bazen duruşmalar gitmiyorum. Kesinlikle kendimi iyi hissetmiyorum ve sakin kalamıyorum, adamlara vurmak istiyorum mesela, saldırmak istiyorum abuk sabuk konuştuklarında. Sadece dosyalarda değil, başka yerlerde de birikiyor bu tepki içimde. Bu çok büyük bir problem ve adeta bir savaş! Kadınlar canlarını kurtarmaya çalışıyorlar. Savaşta bizim de güçlü olmamız gerekiyor ve bazen gücümüz azalıyor diye düşünüyorum.

Devamını Oku…

Mezar Değil Sığınak İstiyoruz

Canan Akbulut. Kocası tarafından evinin balkonundan aşağıya atılarak öldürüldü. Daha önceleri de kocasından şiddet görüyordu. Ne Karakola ne de Savcılığa başvurabilmişti korkusundan… Davası halen devam ediyor.

Satı Korkmak. Kocası tarafından televizyon kablosuyla boğularak öldürüldü. Kocasının gerekçesi, kendisini aldattığı yönündeydi. Kocası ve kocanın ailesi elbirliği ile Satı’nın öldürülmesine sebep olmuştu. Bu bahanenin arkasına sığınılacağından korkan Satı’nın abisi, bize bir mektup göndererek kadınların desteğini ve dayanışmasını istedi. Katil kocanın haksız tahrik indiriminden faydalanmamasını istiyordu. Dava sonuçlandı. Katil koca haksız tahrik indirimi almadı ama pişmanlıktan ve iyi halden cezasına indirim uygulandı.

Takip ettik, ediyoruz bu davaları; duruşmalara gidiyor, müdahillik, yani davaya katılma talebinde bulunuyoruz, geride kalanlara destek olmaya çalışıyoruz. Ama ne yazık ki Satı’yı da Canan’ı da hayattalarken bulamadık.

Kadınlar sadece cinayete kurban gidince mi önemli olur? Şiddet gören ama öldürülmediği için gazetelere çıkamayan o kadar çok kadın var ki. Medya ve onun yönlendirdiği toplum, kadın cinayetlerini politik olarak görmüyor. Bu cinayetlere “kıskanç koca karısını kurşunladı…” minvalinde “anlaşılabilir” dayanaklar bulmaya çalışıyor. Kadının mutlaka suçlanacak bir “kusuru” vardır bu hikayelerde. Aldatmıştır, boşanmak istemiştir, hatta boşanmıştır, küfür etmiştir, çok para harcamıştır, cilveli saat sormuştur, kocasının istemediği bir sürü şey yapmıştır… Şiddete uğrayan, tacize, tecavüze uğrayan kadınlar toplum da hep “Acaba ne yaptı, kuyruk mu salladı, vır vır konustu mu?” gibi ithamlarla karşılaşır ve tüm bunlar şiddet için haklı bir neden olarak öne sürülür.

Ancak şiddetin hiçbir haklı sebebi olamaz. Kadınlar ister bunları yapsın isterse yapmasın şiddete maruz kalmamalıdır. Oysa her gün binlerce kadın şiddet yüzünden büyük travmalar yaşıyor. Buna rağmen çoğu küllerinden yeniden doğarak hayatta kalmaya çalışıyor. Üstelik, bu rehabilitasyon sürecinin, kadınların yine kocalarından darbe almaları veya devletin yeterli desteğini almadıkları için sancılı, korkulu, eziyetli ve uzun bir süreç olmasına rağmen. Tabii kadınların, kendisileri ve çocuklarının hayatta kalma mücadelesi yüzünden insana yakışır koşullarda ve hayallerinin gerçekleşmesi noktasına varmadan yaşamak zorunda bırakılması ne kadar hayatta kalmaksa…

Kadın ölümlerine işaret etmemizin en önemli tarafı, devleti, toplumu sorumluluk almaya çağırmak, cezaların indirimsiz verilmesini sağlayarak bireyin uyguladığı şiddeti toplumsal olmaktan çıkarmaya davet etmek konusunda değerli bir mücadele olmasıdır. Ama biz feminisler bunu yaparken, bu şiddetin aslında aile içinde erkek şiddetinden bağımsız olmadığını, asıl çözülmesi gerekenin erkek kaynaklı şiddet olduğunu unutmamalıyız ve mücadelemizi verirken de bu noktadan kaymamalıyız.

Feministlerin, yeniden, daha radikal, daha sorgulayıcı, daha farkındalık arttırıcı bir yapıya girmesi gerekiyor. Kadına yönelik erkek şiddetine karşı mücadele eden ve feminist politikalar üretme çabasında olan bizlerin uzun yıllardır savunduğu gerçekler var. Şiddete maruz kalan kadınlarla ilgili, devletin sosyal sorumluğu olduğu kadar (danışma merkezi ve sığınak açmak, sığınak sonrası kadınların kendi iradeleri ile istedikleri şekilde yaşamlarını sürdürebilmelerini sağlayacak tedbirler almak, eğitim, hukuk ve sağlık sistemindeki cinsiyetçi düzenlemelerin ayıklanması, 4320 sayılı yasanın daha etkin uygulanması gibi) politik sorumluluğu da var. Erkek egemen sistem bir iktidar aracı olarak şiddeti sürekli üretiyor .

2002 yılından 2009 Temmuz’una kadar olan dönemde kadınlara yönelik erkek şiddeti ve cinayetlere ilişkin Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre; son yedi yılda namus adına işlenen cinayetlerde hayatını kaybeden kadın sayısında yüzde bin 400 oranında artış belirlendi. Son 7 yılda, kayıtlara cinayet olarak kaydedilen kadın cinayetlerinin sayısı 2002’de 66 iken 2006’da 663, 2007’de 1011, 2008’de 806 ve 2009’un ilk yedi ayında 953.

Bu istatistik Adalet Bakanlığı verilerine dayanmakta ise de kadın cinayetlerinin sağlıklı bir istatistiğinin yapılamadığını söyleyebiliriz.

Bir diğer sayısal değerlendirme olarak şunu söyleyebiliriz: Türkiye’de kadın sığınmaevi sayısı 51, ancak nüfusumuz 70 milyon. Örneğin Norveç’te de 51 sığınmaevi bulunmakta ancak Norveç’in nüfusu 5 milyon. Sığınmaevi sayısının azlığı bir yana, sığınaklardaki standartların farklılığı da kadın ve çocukların şiddetin etkileri ve travmasından uzaklaşmaları açısından çok önemli. Bununla birlikte gelişmiş kapitalist ülkelerdeki sığınak sayısının çokluğu kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmıyor. Çünkü sorun tam da erkek egemen kapitalist sistemin kendisinde.

Erkek egemen sistem hem Canan’ın, Satı’nın, Ayşe’nin, Sevim’in Pippa’nın, hem de bizlerin özgürlüğüne, yaşam hakkına kastediyor. Bu kadınların hepsi, kadın oldukları için ve cinsiyet rollerinin dışına çıktıkları için öldürüldüler. İktidarını sarsmak istemeyen erkek kadını öldürmekten kaçınmıyor. Kadın cinayetlerinin politik olduğunu bir kez daha görüyoruz. Peki ya öldürülmeyen ama fiziksel, psikolojik, ekonomik, cinsel şiddet gören kadınlar, yani bizler, yani dayanışmaya çalıştığımız kadınlar… Belki de artık toplu davalar açmanın ve bunları hep birlikte takip etmenin zamanıdır. Dayanışmanın bizi güçlendirdiğini ve sesimizin daha gür çıktığını bilerek yan yanayız.

Yaşasın Kadın Dayanışması

Mor Çatı Gönüllüleri

Gülsun Kanat, Özlem Özkan, Özgür Can Sunata

Namus Kavramının Feminizme Düşündürdükleri

Nükhet Sirman

Bir süredir feministler meydanlarda barış istemeye başladı. Barışın neden kadınların talebi olduğu, yani feminist bir bakışla savaşa ve şiddete nasıl bakılacağı hepimizin sorunu olmaya başladı. Bu süreç, feministlere kadınların ezilmesiyle başka ezilme biçimleri arasındaki ilişkiyi düşünmeleri için önemli bir fırsat yarattı. Bu yazı ataerkilliğin gelişmecilik ve sömürgecilikle nasıl eklemlendiğine bakarak feminizmle Kürt sorunu arasındaki bazı ilişkileri gündeme getirmeyi amaçlamaktadır.

Gelişmecilik, Türkiye’de uzun bir süre Türkiye’nin kendini Batı’ya bakarak modernlik açısından eksik görmesi biçiminde yaşandı. Bu eksikliğin saptanmasıyla 1920’lerde Türkiye bir dizi reforma girişti. Bu reformların en önemlisi arasında evlilik dahil her türlü anlaşmaya dayalı ilişkiyi düzenleyen Medeni Kanun geliyor. Bu kanun, erkekler arası eşitliği düzenlemeye yönelik olduğu halde kadın/erkek eşitliğini sağlaması açısıdan Türk modernitesinin en önemli kilometre taşı olarak algılandı. Bu kanuna göre, her erkek evinin, ailesinin reisi oluyor, kadınlar muavin ve müşavir olarak erkeklere hem ekonomik hem de otorite açısından bağımlı kılıyordu. Kadınları öncelikle cinsel nesne olarak tanımlayan ve namus üzerinden cinselliklerini erkek kontrolü altına sokan cinsiyet rejimine bu kanun dokunmadı. Nitekim mahkemelerde namusa dayalı suçlar haksız tahrik yoluyla ceza indirimi alabiliyor, hapse düştüğünde diğer mahkumlar tarafından el üstünde tutuluyor, toplum, namus saikiyle gösterilen şiddeti suç değil, suçun cezası olarak algılıyor. Kısaca, namus kavramı gündelik yaşamda insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen önemli bir kavram olarak iş görmeye devam ediyor.

İşin ilginç yanı Cumhuriyet tarihinde bu muhayyilenin aile gibi algılanan başka ilişkilere de uygulandığını görüyoruz. Eskiden ailenin, köyün ya da mahellenin namusu varken, şimdi vatanın da namusu oluyor, acemi askerlere silahlarının namus olduğu söyleniyor, hatta siyasi partilere bile namus üzerinden oy verilebiliyor. Yani modern denilen birçok ilişki ve bağlılık biçimi hem devlet hem de başka kurumlar tarafından eski denilen muhayyileye göre düzenlenebiliyor. Bu özellikle göç sürecinde ortaya çıkan bir olgu. 1950’lerde başlayan büyük şehirlere göçler, araştırmacıların da belirttiği gibi tamamen yasaların dışında gerçekleşmiştir. Bu göçmenler, ev bulmaktan iş bulmaya tüm işlerini komşu ya da tanıdıkları vasıtasıyla yürütmüşler, yasanın dışında hareket etmişlerdir. Hükümetler bu oluşuma göz yummuş, buraları sadece oy deposu olarak görmüşlerdir. Bu alanlarda insanlar birbirleriyle gündelik yaşamda ilişkilenirken bildikleri tek normatif kodu, yani akrabalık kodunu kullanarak bir düzen sağlamışlardır. Yani akrabalık ve buna bağlı olarak namus kavramı hem devlet eliyle yukarıdan yeniden üretilmiş, hem de başka yasaların yokluğunda aile içinde ve gündelik yaşamda tanıdıklar arasındaki hiyerarşileri belirlemeye devam etmiştir. Yani namus kavramı kendi iş gördüğü akrabalığa dayalı toplumda değil, modern olarak yeni toplumda yeniden yaratılmıştır.

Ancak son yıllarda namus yeni bir işlev kazanmaya başladı. Türkiye bir süredir kendini moderniteye gelmiş sayıyor. Bunu yapabilmesinin tek nedenini de kendi doğusundakileri yani Kürtleri geri kalmış bir kültür olarak kodlamaları. Tam da Avrupa’dan öğrendikleri gibi Türkler şimdi kendilerini teknolojinin ve akılla yönetmenin ustası olarak görüyorlar. Özellikle AKP hükümetiyle ortaya çıkan bu eğilim, rasyonel akıl vasıtasıyla, şehirleri, ormanları, sermayeyi, ve şiddeti yönetme iddiasında. Özellikle ekonomi ve yerleşim konularında tüm yasadışılıklar, kentsel dönüşüm ve kayıtdışı ekonomiyi engelleme politikalarıyla yok edilmeye çalışılıyor. Kürtlerin bu dönüşümde rolleri büyük çünkü akıl dışılık onlara temsil ettiriliyor. Onlarda akrabalığın ve geleneğin fazlası olarak görülen aşiret ve törenin hüküm sürdüğü, dolayısıyla akılla iş yapamadıkları iddia ediliyor. Yani antropolojik bir kavram olan kültür, Batı’da nasıl bir toplumun özünü tanımlamak ve o toplumu Batı’ya göre daha geri bir yere yerleştirmek için kullanıldıysa, aynı yöntem şimdi Türkiye’de Kürtlere uygulanıyor.

Bu işlem özellikle namus kavramı üzerinden çalıştırılıyor. Türklerde namus var, Kürtlerde töre. ‘Namus’la törenin farkı ise şöyle tanımlanıyor. Töre kişinin kendi aklıyla ve özgür iradesiyle eylem yapmasını engelleyen, kişiyi grubun denetimine fazlaca sokan kültürel bir pratik olarak görülüyor. Aşiret, aile ya da sülale, kişiler hakkında karar vererek (ki kişi, bu namus suçunu işleyen kişi de olabilir, namus suçuna cezayı uygulayan da) bu kişilerin insan haklarını ihlal ediyor. Buna karşılık namus, her insanda olan doğal bir duygu olarak kişinin özgür iradesini, onun kişisel bütünlüğünü ve kendine olan saygısını gösteren bir kavram olarak alınıyor. Yani namus insanlık hakkı olarak tanımlanıyor. Her insanın namusuyla yaşama hakkı olduğu noktasından hareketle namusa dayalı suç işleyenin güçlü duygular eşliğinde geçici bir akıl tutulmasına kapıldığını, yani başkasının yaşam ya da şiddet görmeme hakkına bu ani akılsızlıkla tecavüz etmiş olduğunu varsayarak namus suçlarına haksız tahrik indirimi verilmeye devam ediliyor. Böylece namus kavramı insan hakları kavramıyla çelişen bir kavram olmaktan çıkarılıyor.

Bu işlem, karşıtlığın kendisini sorgulamakla değil, karşıtlığı başka bir şekilde yeniden üreterek yapılabiliyor. Yani Batı bizi arasına kültürel geriliğimiz üzerinden kabul etmiyor ama geri olan biz değil, Kürtler denmiş oluyor. Biz onlar yüzünden Avrupa Birliği’ne giremiyorsak o zaman onları değiştirmemiz, kendimize benzetmemiz lazım deniyor. Avrupa tarihine bakıldığında bu ileri/geri karşıtlığının nasıl sömürgeciliği mümkün kıldığını, sömürge oluşturmanın da nasıl yeni yönetim tarzlarının geliştirilmesine olanak sağladığını görmek mümkün. Türkiye şu anda böyle bir sömürgeci serüveninin tam içinde, sömürgeciliğini hem kurumsal hem de kültürel pratiklerle geliştirme yolunda. Bu serüvenin başarısı için, yani Türklerin modernleşmesi için, başkasının modern dışı olarak kurulması gerekiyor ve kültür kavramlarıyla özellikle de namus sorunu bu kurgunun tam ortasında yer alıyor.

Gülbinşah, Tuğçe ve Demet… Kadın Katillerini Kim Koruyor?

kadn-cinayetiFatoş Hacıvelioğlu

Gülbinşah henüz 14 yaşında iken erkek arkadaşı var diye babası tarafından okuduğu okuldan alınır. Bir süre sonra annesinin yokluğunun da verdiği yalnızlık sonucu evden kaçar ve katili olacak adamla evlenir. Bu arada iki çocuk sahibi olur. Kocası sürekli dövmeye başlar. Çeşitli zamanlarda evden ayrılıp babasının evine sığınan Gülbinşah tekrar döner. Çünkü koca “Çocukları öldürüp suçu senin üzerine atarım” diyerek korkutur. En son ise yine dayak yer ve babasının evine gider. Bu kez kararlıdır ve boşanacaktır. Ayrı oldukları bu dönemde iş bulur ve çalışmaya başlar Gülbinşah . 23 Haziran 2009 günü kocası bir süredir işsiz gezdiğinden Gülbinşah’ı görmek üzere onun çalıştığı iş yerine gider. Gülbinşah’ı işyerinin önünde telefonla görüşürken bulan adam, yanına yaklaşıp elindeki telefonu zorla alıp konuşulan son numarayı tekrar arar. Bir erkek sesiyle karşılaşan koca hiçbir şey sormadan döverek eşini bir taksiye bindirip evine götürür. Vahşice ekmek bıçağını rast gele vücuduna saplamaya başlar ve 66 kez bıçaklar. Gülbinşah’ın cansız bedenini orada bırakıp, namusunu temizlemiş bir erkeğin zafer kazanmış edasıyla karakola gidip eşini öldürdüğünü “göğsünü gere gere” anlatır. Gülbinşah ölmeden bir buçuk ay önce ablasına şunları söyler; “Boşanmak istiyorum, çok mutsuzum, Şener beni “Oy Yarê” isimli şarkıyı telefonuma yüklediğim için dövdü. Nerede ise bana rüyamı nasıl göreceğime kadar söylüyor”

6 Kasım 2009’da Adana’da 24 yaşındaki öğretmen Demet Eygi’nin, sevgilisi evinin önüne gelerek konuşmak istediğini söyler. Evinde kardeşi Didem ve kuzeniyle birlikte akşam yemeği hazırlığı yaptığı esnada sevgilisi Hüseyin A.’nın ısrarı üzerine konuşmak için aşağı iner. Bir süre konuştuktan sonra tartışmaya başlar ve sokak ortasında 10 bıçak darbesiyle öldürülür. Ablası Demet’in “Hüseyin yapma” çığlıklarını duyan kardeşi Didem, aşağı indiğinde ablası Demet’i kanlar içinde yerde bulur. Olaydan önceki gece Hüseyin A.’nın Demet’in oturduğu binanın önüne gelerek 3 el havaya ateş ettiği herkesçe bilinmesine rağmen hiçbir şey yapılmaz.

Tuğçe daha 20 yaşındaydı ve bir markette kasiyer olarak çalışıyordu. Eski erkek arkadaşı sürekli peşinde idi. İş yerine gelip açıkça gözdağı veriyor, tekrar birlikte olma isteğini reddettiği için “Sen Adana’nın Münevver’i olacaksın” diye defalarca tehdit ediyordu. 30 Kasım’da Seyhan Nehri kıyısında, kayalıklar arasında boğazı kesilmiş halde yerde kanlar içindeki genç kadının 28 yerinden bıçaklanmış cesedi bulundu.

Katil “Tuğçe’yi çok seviyordum” diyor ve daha az ceza almak için diğer tüm katiller gibi aynı şeyi söylüyordu; “Cezaevine girince başkasıyla dolaşmaya başlamış. Sahilde konuşurken bana ağır hakaretler etmeye başladı. Nasıl bıçakladığımı hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde Tuğçe ölmüştü.” Oysa katil olay yerine bıçak, hatta havlu götürmüştü. Üstelik yanında bir de cinayet işlenirken Tuğçe’nin “Ne olur beni hastaneye götür” demesine aldırmayan ikinci bir katil vardı.

Adana Kadın Platformu üyeleri olarak Tuğçe Anlaş’ın ailesini ziyaret ettik.
Tuğçe’nin annesi Meryem Anlaş ile görüşmemizde davaya müdahil olarak katılacağımızı belirttik. Kadın dayanışmasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha somut olarak görmüş olduk. Anne bütün acısına rağmen “Demek kadın dernekleri var, demek siz beni ziyarete geldiniz, çok sağolun” diyor, ancak katilin “tahrik” indiriminden yararlanmasından endişe ettiğini belirtiyordu.

Üç kadın daha 20’li yaşlarda namus bahanesi ile defalarca bıçaklanarak katledildiler ve yargılamaları sürüyor. Ama bizler hep kaygılıyız, çünkü yargılama sonunda katillerin büyük olasılıkla “haksız tahrik” maddesi ile ödüllendirilmeleri söz konusu.

Yeni TCK’nın Mahkeme Yorumu: Kadın Katillerine Yeni Koruma Ve Teşvik!

2005 yılında kadınların yoğun çabaları sonucu TCK’da namus cinayetlerinde katillerin cezalarında indirimi sağlayan “ağır-hafif tahrik” maddesinin yerine, 29.madde ile “haksız tahrik” maddesi getirildi ve haksız bir fiilden kaynaklı suçun işlenmesi şartı getirilmiş oldu. Belki bu kez, en azından kadın katillerinin hemen “tahrik” olmaları engellenecekti. Gelgelelim, kanunda yapılan değişikliklerin gerçek yaşamda karşılığının olması bütünüyle, pratik süreçlerde kararı veren mahkemelerin yorumuna bağlı. Ama bakın bu değişiklik mahkemeler tarafından nasıl benimsenmiş: (Onlarca örnekten sadece her yıl için birer tane!)

2006’da, bir tv programında gençliğinde kendisinin tecavüzüne uğradığını söylediği için kızı Nermin Ardıç kurşun yağmuruna tutarak öldüren katil babanın müebbet hapis cezası, “haksız tahrik”ten 15 yıla indirildi.

2007’de eşi Sevgi Aguş’u “Çevrendekilerle cilveli konuşuyorsun” diyerek, iki çocuğunun ve onlarca kişinin gözleri önünde 15 yerinden bıçaklayarak öldüren katilin cezasını “kot pantolon giyip, tanımadığı erkeğe cilveli şekilde saati sormasının” “haksız tahrik” oluşturduğu görüşüyle 24 yıla indirdi.

2008’de İzmir’de eşini öldüren Ethem Gürsoy’un ömür boyu hapis cezası, eşinin kendisine “boynuzlu” dediğini iddia etmesi üzerine “haksız tahrik”ten 16 yıla indirildi.

2009 yılında Sevda’yı bıçaklayarak öldüren kocası Mustafa Akyurtlaklı’nın ömür boyu hapis cezası aşk içerikli mesajları indirim sebebi sayılarak 18 yıla indirildi.

Bütün bu cinayetlerde katillerin cezalarının indirilmesini sağlayan TCK’nın 29. maddesinde düzenlenen “haksız tahrik” maddesine getirilen yukarıda aktarılan yorumlardır. “Haksız tahrik” maddesine dayanılarak cezalarda yapılan indirimler hukuk sisteminin ne kadar cinsiyetçi olduğunun somut bir göstergesidir.

Sonuç olarak “değişen” TCK’da, değişmeyen tek şey “namus” anlayışı oldu. Namus takıntısı olduğu gibi korunuyor. Uygulama öyle bir hale geldi ki, nerede ise yasada anlatılan töre cinayeti mağdur olan (örneğin tecavüz edilen) kadınlarla sınırlandı. Kadının beğendiği tercih ettiği biri ile birlikte olması, flört etmesi, evlenmeye direnmesi, bekaretini kaybetmesi, boşanmak istemesi, sinemaya gitmesi, istediği gibi giyinmesi durumları “namus” nedeni ile hoş görülmeye devam etti.

Yerel mahkemelerden Yargıtay’a kadar bütün bir yargı sistemi, bir kadının katledilmesinde sadece kadın olduğu ve cinsiyet rollerinin dışına çıktığı için katil açısından haklı bir yan bulmakta ve çoğunlukla indirim yapmaktadır. Yargının “haksız tahrik” maddesine dayanarak uyguladığı indirim “Bu davranışla kadının kendisi ölümü hak etti!” demekten başka bir anlam taşımamaktadır. Zaten katiller “ kadın tahrik ettiği” için öldürmekte, tecavüzcüler “ kadın tahrik ettiği” için tecavüz etmekte, yargı da onları alkışlamaktadır.

Kadın Cinayetleri Politiktir!

Biz kadınlar namus cinayetlerinin erkek egemen sistemin bir ürünü olduğunu ve bu suçlara maruz kalmak için sadece kadın olmanın yeterli şart olduğunu çok iyi biliyoruz. Erkekler kadınları hasta, sapık, eğitimsiz oldukları için değil, kendilerini kadın bedeni üzerinde hak sahibi gördükleri için öldürüyorlar. Erkeklerin kadınların yaşamlarını, kimliklerini, emeklerini ve bedenlerini denetim altında tutmasının en önemli araçlarıdır töre, namus, ahlak, iffet. Bu nedenle biz kadın cinayetlerinin politik cinayetler olduğunu biliyoruz söylüyoruz ve söylemeye devam edeceğiz. İşlenen namus cinayetlerinin politik yönü kadına yönelik sistematik olarak uygulanan şiddetin bir parçası olmasıdır. Bu anlamda olayların her biri, biz kadınlar açısından “politik” bir olaydır. Namus cinayetlerinde kadınları öldürenler kocaları, babaları, erkek kardeşleri vs. gibi en yakınında bulunanlar olduğu için bu davalarda ortada şikayetçi olmadığı için ya da kalan yakınları da korktukları için ölen kadınların hakları savunulmuyor. Hakları savunulmayan kadınların haklarını bizler kadın kurumları ve feminist avukatlar savunmak için mahkemelere başvurduğumuzda bu taleplerimiz reddediliyor. Bütün kadınlar olarak bu tür suçların potansiyeli olarak görüldüğümüzü belirtip, “cilveli” saat sormanın, piercing takmanın, tayt giymenin, boşanmak istemenin, sevişmek istememenin öldürülmemize neden olamayacağını haykırmak için müdahale talebinde bulunmaya devam edeceğiz.

Erkeklerin egemenliklerini sarsmak, bedenimize sahip çıkmak için; mücadeleyle kazandığımız lehimize olan TCK maddelerinin doğru uygulanmasını ve “haksız tahrik” ile ilgili düzenlemelere devam edilmesi için, erkek egemen anlayışın bütün yasalardan ve düzenlemelerden temizlenmesi için dayanışacağız. Ayşe için, Sevim için, Aynur için, Sakine için, Oya için, Hatice için, Nermin için, Sevgi için, Güldünya için, Gülbinşah için, Tuğçe için Demet için…

Şiddet Değil, Erkek Şiddeti

meri-yaz

Meriç Eyüboğlu

Dört yanımızı ölümler, tecavüzler, tacizler, intiharlar kaplamış durumda. Şiddet üstümüze üstümüze geliyor, neredeyse hepimizde/tüm kadınlarda bir köşeye sıkışmışlık duygusu bırakmayı sürdürüyor.

“Şiddet” medyanın, pek çok sivil toplum kuruluşunun, siyasi partilerin, toplumun pek çok kesiminin de “ilgi odağı” haline geldi. Bu nedenle de son yıllarda kim tarafından uygulandığı (faili) ve mağduru belli olmayan bir soyut şiddet tasavvuru ile karşı karşıya kaldık. Kampanyalar birbirini izliyor ama öznesi kadınlar, faili erkekler değil, bütün toplum. Şiddeti yaratan, uygulayan, sürdüren erkeklere neredeyse söz söylenmiyor.

Oysa söz konusu olan şiddet değil, erkek şiddeti.

Şiddet evde, ailede, “sıcak yuva”da erkeklerin tekelinde. Bunu meşrulaştıran, buna kılıf olansa öncelikle AİLE. Bu yüzden kadınlar sadece ev içi şiddete, en azından yakın akrabaların bilgisi ve sessiz “onayı” ile yıllarca sistematik olarak uğruyor, hatta öldürülüyor.

Ama ‘kadına yönelik erkek şiddeti’ sadece evde, ailede yani özel alanda değil, yaşamın her alanında, çeşitli yüzlerle karşımıza çıkıyor. Bazen sevgilinin tecavüzü, eski bir kocanın “intikamı” olurken, bazen ustabaşının elle sarkıntılığı, siyasal bir partide “şef”in tacizi, arkadaşınla gittiğin bir kafede garsonların veya lise öğretmeninin tecavüzü olabiliyor…

Gözaltında veya cezaevinde “politik suçlu” ve Kürt kadın olmaksa; çoğu zaman erkek şiddetinin katmerlisini (devlet şiddeti ile de kol kola girerek) yaşamak demek.

Ama medya, yasalar, devlet büyüklerinin ağzından düşürmediği (soyut) şiddetin nedeni; ruhsal hastalık, kötülük, yoksulluk, en çok da eğitim eksikliği olarak izah ediliyor. Oysa erkek şiddetinin kökeninde patriyarka/erkek egemen sistem ve erkeklerin bundan sağladığı maddi çıkarlar yatıyor. Bu nedenle erkeklerin şiddetten vazgeçmesi bir eğitim sorunu değil, olsa olsa ayrıcalıklarının elinden alınması sorunu olabilir.

Bu nedenle erkek şiddetine karşı feminist mücadelenin yolu, sadece şiddeti farkettirmekten (moda deyimle farkındalık yaratmaktan) değil, illa ki yıkıcı ve radikal bir mücadeleden geçiyor. (Bu isyanın içinde “aile”ye ayrı bir yer açmalı ve her zamankinden daha çok ve yüksek sesle sorgulamalıyız diye düşünüyorum.)

Kadın cinayetlerine ilişkin yürüttüğümüz mücadele de, bu toplamın bir parçası olarak değerlendirilmeli.

Kadın Cinayetleri Politiktir

Adalet Bakanlığının istatistiklerine göre kadın cinayetleri 7 yılda yüzde bin 400 arttı. Anadolu Üniversitesinin 1998-2006 yılları arasını kapsayan çalışmasına göre ise 8 yılda, 5 bin 673 kadın intihar etti. İntiharların önemli bölümünün, erkek baskı ve şiddetinden kaynaklandığı düşünülünce, bir “tesadüfle” karşı karşıya olmadığımız ya da durumu ruhsal bozukluk veya eğitim eksikliği ile açıklayamayacağımız ortada.

Fotoğrafın bütününe bakınca, kadın cinayetlerinin aynı nedenden/aynı kökten kaynaklandığı görülüyor; erkekleri ve kadınları belirlediği toplumsal roller içine hapseden cinsiyetçi sistemden. Bu rollerden bizim payımıza bolca namus, edep, haya, vefakar eş, saçlarını süpürge eden anne… gibi şeyler düşüyor. Erkeklere ise daha çok delikanlılık, güçlülük, namus bekçiliği üçlemesine yaslanan “erkeklik”. Bu nedenle televizyon programına çıkıp şiddet gördüğünü söyleyen Birgül Işık’ı, “namusuna halel gelen” oğlu, tecavüze uğradığı için hamile kalan Kadriye Demirel’i abisi, boşanmak isteyen Ayşe Yılbaş’ı “kocası”, Pippa Bacca’yı beyaz gelinlikle otostop çeken yabancı bir kadın olduğu için, yoldan geçen herhangi biri…; hep aynı düstur nedeniyle öldürüyor; kadınların bedenleri ve hayatları, erkeklere aittir!

Bedenlerimizin ve hayatlarımızın tasarrufunu ‘namus’, “iffet”, aile, din, gelenek, yasa adına erkeklerin kullanımına sunan erkek egemen sistem nedeniyle; öldürülmek için, başkaca bir şeye hacet yok. Sadece kadın olmak yeterli. Bu nedenle kadın cinayetleri, hâlâ toplumun büyük bölümünde “kabul” görüyor, “meşru” ve “haklı” sayılıyor.

Yani kadın cinayetlerinin kökeninde de –tıpkı politik cinayetler olarak adlandırılan diğerlerinde olduğu gibi- bir “politika” var. Patriyarkanın esası/ sırtını yasladığı, “erkeklik politikası” var. Bu nedenle kadın cinayetleri, politik cinayetlerdir.

Kadın cinayetlerinin durması için yürütülecek mücadelenin ise erkek egemen/patriyarkal sistemle mücadeleden geçeceği malum. Ancak hiç kuşkusuz ki, bu iddia hemen şimdi yapılabilecekleri ertelemek anlamına gelmiyor.

Haksız tahrik indirimi de, hemen şimdi yapılabilecekler listesinde üstlerde yer alıyor. Çünkü kadın cinayetlerinde faillere verilen cezalar, Türk Ceza Kanunu’nun 29. maddesinde yer alan “haksız tahrik” düzenlemesinden hareketle, kırpılıyor, kuşa dönüşüyor. Bu nedenle haksız tahrik indirimine yönelik yürüttüğümüz mücadele, aynı zamanda cinsiyetçi sisteme karşı da mücadele demek.

“Haksız Tahrik İndirimi” Aslında Her Eve Lazım

Kanunun 29. maddesi; “Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet ve şiddetli elemin etkisi altında” suç işleyen kimseye verilecek cezanın indirilmesinden söz ediyor. Yani haksız tahrik nedeniyle cezanın hafifletilmesi için; mağdurun, hukuka aykırı bir davranışının bulunması, bu davranış nedeniyle saldırganın öfke veya üzüntü duyması ve bu hiddet ve şiddetin etkisi ile suç işlemesi gerekiyor.

Dolayısıyla Mahkemeler “haksız tahrik davalarında”; boşanmak isteyerek, çocuğun velayetini isteyerek, sevişmeyi reddederek, beyaz tayt giyerek, çantasında doğum kontrol hapı veya aşk şiirleri taşıyarak, alışveriş yaparak, izin almadan gezmeye giderek, cep telefonunda şüpheli mesajlar bulundurarak kadınların haksız bir davranış içinde bulunduğuna ve katilini bu haksız davranışları ile hiddet ve şiddete sürüklemiş olduğuna karar veriyor. Bu hiddet ve şiddet altında karısını, sevgilisini, kızını, kardeşini öldüren erkeklere verilen cezalar da indiriliyor (!).

Ama 20 yıl boyunca kocası tarafından her türlü şiddete maruz kalan bir kadının, bu adamı öldürmesi halinde, 29. madde işletilmiyor. Kanun metnine göre ölçü; “mağdurun (bu örnekte erkeğin), hukuka aykırı bir davranışının bulunması, bu davranış nedeniyle kadının öfke veya üzüntü duyması ve bu hiddet ve şiddetin etkisi ile suç işlemesi” değil miydi? Oysa Adana’da feministler ve feminist avukatlar tarafından takip edilen 2 ayrı davada, kocasını öldüren kadınlar için haksız tahrik indirimi uygulanmadı.

Fazla söze hacet yok; tahrik indirimleri bu ülke hukuk sisteminin ne kadar cinsiyetçi olduğunun en açık göstergesi.

Aksi halde sevişmeyi reddettiği için kocası tarafından oracıkta silahla vurularak öldürülen Ö.Y.’nin davasında; “Olay gecesi cinsel ilişki teklif ettiği eşi olan maktülenin, kendisini iteklemesi, yataktan düşürmesi ve hakaret etmesi sanık lehine haksız tahrik teşkil eder” diyerek, tahrik indirimini onayan Yargıtay 1 Ceza Dairesi’nin kararı nasıl anlaşılabilir?

Sadece yargı da değil; sistemin tümü, bir erkeği kurtarmak için harekete geçtiğinde, hastanelerden Adli Tıp Kurumu’na, yüksek yargıdan adalet teşkilatının tüm birimlerine kadar, siyasetçilerle de dahil olmak üzere, bütün mekanizmalar tüm gücüyle erkek saldırganı kurtarmak için işliyor.

Öldürüldükten Sonraki “Adalet” Yetmez, Yaşamak İstiyoruz

Biz 29 maddenin değiştirilmesini değil, doğru ve adil uygulanmasını istiyoruz. Oysa kanun metninde yazmasa da, haksız tahrik erkeklerin uğradıkları “haksızlıklarla” ilgileniyor. Ve görüldüğü gibi, yaptığımız her şey erkeklerin “kanına” dokunabiliyor (!) Onlara karşı “haksızlık” olabiliyor. Bu nedenle aslında haksız tahrik indirimi=erkeklik indirimi anlamına geliyor.

Talebimiz belli; kadın cinayetlerinde haksız tahrik indirimi uygulanmasın.

Uygulanmaması; belki Sevim Zarif, Ayşe Yılbaş, Pippa Baca, Satı Korkmak’da olduğu gibi caydırıcı bir etkiye yol açabilir, başka kadınların aramızdan ayrılmamasını sağlayabilir. Ama kaybettiklerimizi geri getirmeyecek, bunu biliyoruz. Bu nedenle kadınlar öldürüldükten sonraki “adalet” yetmiyor/yetmemeli, önemli olan kadınların yaşaması olmalı.

Oysa yaşarken de, aynı cinsiyetçi sistemle karşı karşıyayız. Güldünya, devletin koruması altındayken öldürülmedi mi? Karakola giden kadınlar, hâlâ gerisin geriye evlerine gönderilmiyor mu? Mahkemeler hâlâ erkeğin evden uzaklaştırma kararını, kılı kırk yararak vermiyor mu? Şikayet dilekçeleri hâlâ savcılıkların önünde işlem yapmak için bekletiliyor ve/veya işlem yapılmaksızın takipsizlik kararları ile sonuçlanmıyor mu?

Ama Kürt kadınlarının, Şemse Allak’ın cenazesine sahip çıkmasının, cenazesini kadınlar olarak kaldırmasının üzerinden geçen bunca yıl içinde değişenler de var. Bu başlangıç, kadın cinayetlerinde taraf olmanın da miladı oldu. Sonrasını irili ufaklı kampanyalar ile duyurma/ilan etme süreci, ardından da davaların takibi ile kadınlar adına “müdahil” olma izledi.

Bugün erkek şiddeti ve kadın cinayetleri; sadece hukuki (haksız tahrik vb) sınırlara zaptedilemeyecek kadar geniş ve politik bir mesele halini aldı. Daha uzun yıllar gündemimizi “işgal” edeceği görülüyor. Ama güçlenerek yürüyoruz ve her geçen gün, daha çok kadın şiddetin “kader”imiz olmadığını farkediyor.

Dayak, Aşağılama, Tecavüz ‘Haksız Tahrik’tir!

Fatoş Hacıvelioğlu

Sevişmeye “hayır” demenin neresi haksız tahriktir? Çantada doğum kontrol hapı bulunmasının neresi haksız tahriktir? Çok sık banyo yapmanın neresi haksız tahriktir? Oysa dayak yemek haksız tahriktir, tecavüze uğramak haksız tahriktir, aşağılanmak, işkence görmek haksız tahriktir.

Erkek egemen yargı sistemi “kot pantolon giydi”, “sevişmeyi reddetti”, “cilveli biçimde saat sordu”, “piercing takıyor”, “beyaz tayt giydi”, “çantasında doğum kontrol hapları gördüm gibi gerekçeleri, erkekleri tahrik eden davranışlar olarak değerlendirip, nerede ise erkeğe “mağdur” muamelesi yapıyor. Bu davranışların hiçbirisi hukuken haksız bir fiili teşkil etmediği halde, ataerkil değerlere yaslanan bir mantıkla bu tür davranışlar kanun uygulayıcılar tarafından “haksız tahrik” olarak değerlendiriyor. Oysa kanunda belirtilen haksız tahrik için şart olan  “haksız fiil”, hukuki anlamda gerçek bir haksız fiil olmalıdır. Yoksa kadının “namus”u ve kadını kendi malı gibi gören erkek zihniyetinin uydurduğu saçma ve akıldışı gerekçelerin kendisi bir haksız fiil olarak değerlendirilemez.

Sevişmeye “hayır” demenin neresi haksız tahriktir? Çantada doğum kontrol hapı bulunmasının neresi haksız tahriktir? Çok sık banyo yapmanın neresi haksız tahriktir? Oysa dayak yemek haksız tahriktir, tecavüze uğramak haksız tahriktir, aşağılanmak, işkence görmek haksız tahriktir. Hatta bundan da öte, çoğu vakada bu davranışlar karşısında gösterilen tepkiler meşru müdafaadır

Haksız tahrik konusunda erkeklere oldukça cömert davranan mahkemeler, söz konusu olan dayak yiyip, ölümle tehdit edilip, tecavüz edilip ve nihayet ölmemek için saldırganını (koca, baba vs.) öldüren kadınlar olduğunda “haksız tahrik” maddesini uygulamamak için ellerinden geleni yapıyor.

“Hakikat Anı”: Ya kurban olacaksın ya da “katil”  

Size aktaracağım birinci olay, tam da mahkemelerin bu “cimriliği”ne en uç örnek olacak kararın ardındaki bir hikaye, Rabia’nın hikayesi. Rabia Aksın, önce gönüllü avukatı, sonra bundan da öte arkadaşı olduğum, varlığından güç aldığım, kendi ezilmişliğiyle kadın bilincine sahip olan bir kadın. Rabia’nın yaşamındaki korkunç olaylar, 13 yaşında iken Adana’da okuduğu okuldan kaçırılması ve tecavüze uğramasıyla başlıyor. Rabia’nın annesi bu olay üzerine kendini asarak hayatına son veriyor. Bu arada Rabia babası tarafından sürekli dövülüyor ve tecavüzcüsü ile evlenmeye zorlanıyor. Yediği dayaklara dayanamayan Rabia sonunda tecavüzcüsüyle evleniyor. Evlendiği ilk günden itibaren kocası-tecavüzcüsü tarafından sürekli işkenceye tabi tutuluyor. Demir çubuklarla dövülen, ayağı kırılan, vücuduna çatal batırılan, çırılçıplak soyulan, kafasına silah dayanarak intihar mektupları yazdırılan ve sürekli sokağa atılmakla tehdit edilen Rabia, bütün bu hengâme içinde iki çocuk sahibi olarak, yaşama bir şekilde tutunmaya çalışıyor.

Rabia, 13 yıl süren evliliğinde iki defa boşanma davası açıyor, fakat tehditler nedeniyle vazgeçiyor. Bu arada dayaktan ve işkenceden bunaldığı bir gün, adını nereden duyduğunu bile hatırlamadığı Mor Çatı Kadın Sığınma Evi’ne gitmek üzere çocuklarını da yanına alarak evden kaçıyor. Ancak bu yolculuk bilgisizlikten ve parasızlıktan dolayı sadece bir gün sürüyor.  Olay gününden yalnızca birkaç gün önce, yine çok kötü bir biçimde dayak yedikten sonra iki çocuğunu da alarak babasının evine gidiyor ve boşanma davası açıyor. Bu günlerde koca sürekli evi arayarak ölümle tehdit ediyor. Ve nihayet koca olay günü de, gündüz vakti Rabia’nın babasının evine evde kimse yokken gizlice giriyor ve Rabia’yı öldüresiye dövmeye başlıyor. Artık canına tak eden Rabia da  “hakikat anı”nda, kurban olmamak için silahı alıp kocasını öldürüyor ve “katil” oluyor.

Kadın hukukçular olarak, olayda öncelikle “meşru müdafaa” nedeniyle Rabia’nın beraat etmesi gerektiğini, olmadığı taktirde, olay öncesinde Rabia tarafından açılan darp davaları, raporları ve tanıklar göz önüne alınıp “ağır tahrik” indirimi yapılması gerektiğini belirttik. Bütün uğraşlarımıza rağmen Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, yaşananların, sanık lehine “hafif haksız tahrik” olarak değerlendirilmesi gerektiğini, öldürmeyi gerektirecek “ağır tahrik” boyutuna ulaşmadığını belirterek, önce ömür boyu, sonra da indirim yaparak 24 yıllık bir ceza verdi. Mücadelemize devam ettik ve dosya Yargıtay’da üç kez bozuldu. En sonunda ceza 19 yıla inebildi. Rabia, cezaevinde kadınlara okuma -yazma öğretmeye çalışıyor, tiyatro oyunları yazıyor, tiyatro oyunlarında yer alıyor, resim yapıyor ve dört gözle cezaevinden çıkıp kadınlarla “özgürce” dayanışacağı günleri bekliyor.

İkinci hikâyemiz ise, “meşru müdafaa”nın uygulanamadığı hallerde bütün mahkemelere örnek olarak sunduğumuz, “haksız tahrik” düzenlemesinin ruhuna uygun nitelikli bir kararın ardındaki hikâye.

Ülkü,  60 yaşında bir öğretmen. 22 yaşındayken, kendisi gibi öğretmen olan Özdemir Bey ile evlendi ve 3 çocuğu oldu. Okulda,  dışarıdaki insanlara, komşulara karşı hep kibar olan kocası, Ülkü’ye ev içinde hep kaba bir davranıyor, sürekli küçümsüyor, özellikle mesleğindeki başarılı faaliyetlerini kıskanıyordu. Bir süre sonra bu kaba davranış yerini hakarete,  tehdide varan bir tavra ve daha sonrada fiziksel şiddete bırakacaktı. 36 yaşında erken menopoza giren Ülkü, menopoz nedeni ile cinsel ilişkiden rahatsız olduğu için eşinin başka kadınlarla birlikte olmasına ses çıkarmıyor, hatta belki kendisini daha az rahatsız eder umuduyla bunu teşvik ediyordu.

Ne yazık ki bu “anlayış ve teşvikler” dahi tecavüzleri önleyemeyecekti. Bulaşıcı hepatit teşhisi konulan koca Ülkü’yü sürekli olarak hastalığını bulaştırmakla tehdit edecekti. Olay gecesi ise, yine aynı şekilde kendisine tecavüz etmeye kalkan kocasına Ülkü bu sefer sert bir biçimde karşı koyunca, kocası bıçakla saldırır. Ülkü göğsüne bir bıçak darbesi yedikten ve bir süre boğuştuktan sonra bıçağı kocasının elinden almayı başarır ve “hakikat anı” gelir. Ya  “kurban” olacaktır, ya da “katil”! Ülkü, kendini kaybederek bıçaklar, bıçaklar, bıçaklar, ta ki tecavüzcü “kocası” 17 darbeyle ölene kadar. Yıllarca süren bu kabus dolu olayları kimseyle paylaşmayan Ülkü’nün “melek gibi adamı” neden öldürdüğünü hiç kimse anlayamamıştır! Soru şudur: hangisi vahşidir? 17 bıçak darbesi mi, yıllarca süren tecavüz ve fiziksel/psikolojik işkence mi?

Yapılan yargılamada mahkeme, eşine az rastlanır biçimde bu soruya doğru yanıtı verdi;  yine “meşru müdafaa” kurgusundan başlayan savunmamızın bir aşamasında, talebimiz üzerine “ağır tahrik” indirimini uygulayarak Ülkü’nün 30 sene olan cezasını 12 seneye indirdi. İşte daha sonra Yargıtay’ın da onadığı bu örnek karar, “ağır tahrik”in doğru yerde uygulanmış olması açısından son derece değerli bir örnektir. Zira Ülkü’nün yaşadığı olayda haksız tahrikin birinci koşulu olan gerçekten haksız bir fiilin varlığı, hatta birden fazla haksız fiilin, yani somut olayda  “dayak”, “tehdit” ve “tecavüz”’ün varlığı mevcuttur.

isimsiz2

İngiltere örneği…

Tam da bu konuya ilişkin olarak, İngiltere’de hazırlanan yeni ceza yasası tasarısı ile, yıllarca şiddet gördükleri kocalarını öldüren kadınların cezalarında “haksız tahrik” nedeniyle indirime gidilmesi yönünde kolaylık sağlanması hedefleniyor. Yeni yasa tasarısı ile erkeğin lehine olan ve cezai indirime yol açan kıskançlık temelindeki “haksız tahrik” unsurunun kaldırılması hedefleniyor. (Görüldüğü gibi erkek şiddet  “bahaneleri” ülke farkı dinlemiyor!) Yani bu düzenlemeyle, eşini öldüren bir erkek, eşi kendisine sadık olmadığı için bu cinayeti işlediğini iddia ettiğinde,  artık cezai indirim alamayacak. Bunun yanı sıra, aile içi şiddete maruz kalarak cinayet işleyen kadınlara ek savunma olanakları getiriliyor ve yıllarca şiddete maruz kalan kadınların, bu temelde savunma yapmasına olanak tanınıyor.

Kadınlar bütün “tahrik”lere rağmen daha az suç işliyor

Türkiye’de Cezaevine giren hükümlülerin yüzde 96.7’sini erkekler, yüzde 3.3’ünü ise kadınlar oluşturuyor. Cinayet suçu işleyen kadınların yüzde 38 gibi büyük bir çoğunluğunun eşlerini maruz kaldıkları şiddet nedeniyle öldürdükleri biliniyor. Bunu sırasıyla baba, akraba bir erkek veya saldırgan başka bir erkek takip ediyor. Kadın mahkûmlarla yapılan bir araştırmada, suçun çok büyük çoğunlukla, kötü muamele gören ya da dayak yiyen kadınlarda aniden şiddetli bir tepki sonucu ortaya çıktığı ve bu tür cinayetlerde, öldürücü bir silah ya da fiziksel güç kullanarak ilk saldıranın, kurbanın kendisi olduğu saptanmış. Kadınlar çoğunlukla kendilerini korumak amacıyla bu suçu işliyorlar. Yani aslında bu “cinayet”lerin çoğu “haksız tahrik” hükümlerinin değil, “meşru müdafaa” hükümlerinin uygulanmasını gerektiren vakalar.

Rabia ve Ülkü, öldürülmenin sınırına gelip kendini ancak saldırganını (kocasını) öldürerek kurtarabilen “şanslı” sayılabilecek kadınlardan ikisi. Çünkü her ikisinin de yaşadıkları, haksız tahrikin gerçekten hukuken uygulanabileceği olaylardır. Yani onlar yaşadıkları sistematik şiddetin sonucu “katil” olmuşlardır.  “Namusumu temizledim” sözcüğünün kendisi bile  “haksız tahrik” olurken, dayak, aşağılama, tecavüzün haksız tahrik olarak değerlendirilmesi daha zaman alacağa benziyor.

Evet Beyler! Rahatsız Olun!

morat-yeni-008

Kadına şiddeti kim yapar?

Kadına karşı şiddeti kınamayan yok! Kadına şiddetten bol bol söz edin, ama bunu kimin yaptığına gelince sakın ağzınızı açmayın, erkekleri işaret etmeyin! Yoksa karşınızda RTÜK’ü bulursunuz!

RTÜK kadına şiddete karşı çıkan ama bunun arkasında erkeklerin toplumun her alanındaki egemenliğini görmeyen iki yüzlü tutumun bir örneğini sergiledi. 20 yılı aşkın bir süredir kadına karşı şiddetle mücadele eden Mor Çatı’nın TV’lerde ücretsiz yayınlanmasını istediği spotları “toplumsal cinsiyet eşitliğine” aykırı buldu, “genelleme” yapıldığını söyledi.

Genelleme yapmadan kadına şiddet anlaşılamaz. “Kadına şiddet” dediğinizde de genelleme yapmış olursunuz. Çünkü bunun ardındaki toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine işaret edersiniz. RTÜK’ün sözünü ettiği “toplumsal cinsiyet eşitliğine” değil. Üniversitelerde öğretildiği ve uluslararası sözleşmelerde de belirtildiği gibi toplumsal cinsiyet eşitliği günümüz toplumlarında zaten mevcut değildir. Kadına şiddet de bunun için vardır. Yani kadına karşı şiddetin öbür yüzünde erkekler bulunur. Şiddeti uygulayan erkekler!

Kadın cinayetlerinde ciddi bir artış yaşanırken isabetsiz tespitlerle cinayetler engellenemez. Evet, her gün 5 kadın babaları, kocaları, ağabeyleri, sevgilileri olan erkekler tarafından öldürülüyor. Tıpkı Mor Çatı’nın TV spotlarında da söylendiği gibi… Çünkü toplumdaki egemenliklerinin bir sonucu olarak erkekler, kadın bedenini kendi mülkleri gibi görüyorlar. Çok öfkelenseler bile patronlarını, arkadaşlarını öldürmezken, eşlerini öldürebiliyorlar. Tıpkı Mor Çatı’nın TV spotlarında da söylendiği gibi… RTÜK sözde bağımsız bir kurum olarak tanımlanmakta. Ancak Meclis’teki çoğunluk tarafından atanan üyelerden oluşuyor ve bu nedenle de Meclis’teki egemen zihniyetin temsilcisi durumunda. Nitekim vermiş olduğu karar, kadına karşı şiddetle mücadelede niçin bu kadar az yol kat edilmiş olduğunun nedenlerini de ortaya koyuyor. Yasalar çıkarılıyor, anlaşmalar imzalanıyor, ancak kadın-erkek eşitsizliğini besleyen mekanizmalar hâlâ yerli yerinde duruyor!

Feministler 25 yıl önce “koca dayağından” söz ettiğinde kendisini “aydın” olarak niteleyen erkeklerde bile bu durum rahatsızlık yaratmıştı. Şimdi “kadına karşı şiddetle mücadele” gündelik hayatımıza girdi. Ama hâlâ erkeklerin sorumluluğuna işaret etmek engellenmeye çalışılıyor.

Biz feministler, rahatsız edici de olsa gerçekleri söylemeye ve değiştirmek için mücadele etmeye devam ediyoruz.

Evet beyler! Rahatsız olun!

 Mor Çatı/4 Aralık 2011

Videolar Aşağıdaki Linkten İzlenebilir:

 http://youtu.be/sITCprG5ASU

 Bilgi içinMor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı 212 292 52 31-32

 

 

 

 

Kadın Cinayetlerine Hep Birlikte Karşı Duralım!/İstanbul Feminist Kolektif

Biz bu ülkede yaşayan 35 milyon kadın, şiddetsiz, eşit, hak ettiğimiz bir yaşam istiyoruz. Kimimiz erkek şiddetine ve erkek egemenliğine rağmen hayatlarımızı değiştirebiliyor, kimimiz tek başımıza, yasalar, yasaları yapanlar, yasaları uygulayanlar kadınlar aleyhine oldukça çok zorlanıyoruz. Kimimiz boşanmak istediği, yeni bir hayat istediği, itaat etmediği için en yakınındaki erkekler tarafından öldürülüyor. Şiddeti öngördükleri, mücadele ettikleri, savcılıklara başvurdukları halde yargıdan medyaya, yasamadan yürütmeye hiçbir kurum üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmediği için, kadınlar göz göre göre öldürülüyor.

Her gün, hatta günde beş kez “Bir kadın cinayeti daha” başlıklı haberler kadınların erkek şiddetinden kaçarken ölüme yakalanmaları  herkesin  ama en çok yasama, yürütme, yargısıyla devletin  sorumluluğu…

Aynı zamanda bu haberleri erkek egemen bir dil ve görsellikle sunan medyanın sorumluluğu…

Yasama, Yürütme, (Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı), Yargı, Emniyet Müdürlüğü, Valilikler, Belediyeler; hepinizi yıllardır, defaatle harekete geçmeye çağırıyoruz. Şimdi, bir kez daha soruyoruz:

– Kadın-erkek eşitliğini fiili olarak hayata geçirdiniz mi?

– Kadınlara yönelik her tür şiddet, baskı ve ayrımcılığın önüne geçmek ve kadınların yaşam haklarını garanti altına aldınız mı? Hangi özel önlemleri aldınız?

– Kadın cinayetlerini sona erdirmek için hangi acil eylem planını hayata geçirdiniz?

– Kadın örgütlerinin talepleri doğrultusunda hangi yasal düzenlemeleri yaptınız?

– Kadınlara yönelik erkek şiddetiyle mücadele için ne kadar bütçe ayırdınız?

– Kaç sığınak açtınız? Her 7500 kişilik nüfusa bir sığınak taahhüdünü yerine getirdiniz mi?

Hükümet olarak adım atıyor gibi görünseniz de aslında bunların hiçbiriyle ilgili neredeyse hiçbir şey yapmadınız. Kadınları yoksayarak aile dediniz. Kadına yönelik erkek şiddetine ortak olmaya devam ettiniz. Erkek egemenliğini sürdürdünüz. Bu politikanızı  daha ne kadar sürdüreceksiniz?

Bizim beklemeye, tek bir kadın arkadaşımızı daha kaybetmeye tahammülümüz yok. Tüm kurumlarıyla erkek egemenliğine, erkek şiddetine itaat etmiyoruz. Ölümü göze alarak da olsa direnmeye ve hayatımızı değiştirmek için mücadele etmeye devam edeceğiz.  Sizleri de derhal üstlendiğiniz sorumluluğu yerine getirmeye çağırıyoruz.

Tek Bir Kadını Daha Kaybetmeden!

Kadın Cinayetlerine İsyandayız / İstanbul Feminist Kolektif

ABD ve Türkiye’de Krizin Patriyarkal Halleri ve Feminist Politika

mc3Ocak 2007 ile Temmuz 2011 arasında ABD’de istihdamın durumunu inceleyen işgücü istatistik bürosu, 2010 yılından itibaren bir toparlanma olduğuna işaret ediyor. Kadınlar için Politika Araştırma Enstitüsü (Institute of Women’s Policy Research) mevcut toparlanmanın cinsiyetini incelemiş ve bizim için de ilginç olabilecek bazı sonuçlar çıkartmış. Bu yazıda ABD işgücü piyasasında cinsiyet temelindeki ayrımcılığın 2008 krizi ile birlikte nasıl şekillendiğini inceleyecek ve Türkiye’de kadın istihdamına yönelik taleplerimizi yeniden gözden geçireceğiz.

Devamını Oku…

Çalışmak Yormaz, Öldürür!

mc2Karoşi (karoshi) Japoncada aşırı çalışmaya bağlı ani ölüm demek. Genelde çalışmaktan doğan aşırı strese bağlı beyin kanaması ya da kalp krizi sonucu görülüyor. Savaştan yıkımla çıkan Japonya kalkınmasının en önemli faktörü olan uzun mesai saatleri, kavramın ortaya çıkışında etkili. İlk karoşi vakası 1969’da Japonya’nın o dönemki en büyük gazetelerinden birinin dağıtım servisinde çalışan bir erkek işçide görülüyor. Aşırı mesai sonrası aniden beyin kanaması geçiren 29 yaşındaki işçi ölüyor ve kavram yıllar sonra vakalar arttığında terminolojide yerini alıyor. Karoşiyi 1983’de terminolojiye kazandıran Japonya’da meslek hastalıkları üzerine çalışan 3 hekimin aynı adla yazdığı bir kitap. Japonya’nın karoşiyi kabul etmesi ise 90’ların ortalarını buluyor. Karoşi sonrası şirketlerin ve devletin ailelere yüksek tazminatlar ödemek zorunda kalması, hükümeti de konuyu görmezden gelmek konusunda teşvik etmiş.

Devamını Oku…

Ev Kadınlarının ‘’Meslek Hastalığı’’ Olur mu?

mc1Kadınlara Özgü Hastalıklar

Bir ortopedi uzmanını, medyaya yaptığı açıklamada, çok fazla bilinmeyen ancak elde uyuşmalara neden olan hastalığın literatürde ”Karpal Tünel Sendromu” diye isimlendirildiğini ve ev hanımlarında sık karşılaşıldığını söyledi. Sinir sıkışmasına bağlı olarak bu parmaklarda uyuşma, duyu kaybı, ağrı ve güç kaybı ortaya çıkan hastalığın; şeker, guatr ve romatizma hastaları risk taşısa da, klinik uygulamada en çok elini hor kullananlarda görüldüğünü ifade etti. ‘’Bunlar içinde ev hanımları ve eliyle çalışan grup yer alıyor’’ diye ekledi.

Ev kadınlarına, çalışan hem de ağır çalışan kadınlara özgü hastalıkların bir tür meslek hastalığı olarak ifade edilmeleri duymaya alışık olduğumuz bir şey değil.

Cinsiyetçi iş bölümü gereği kadınlar, ev içinde tekrarlayan işler yapıyorlar.

Devamını Oku…

We Want Our Due Back From Men!

We want back the hours, Days and Years we have spent on housework!

We want back our due in the house!

We are calling on women to stop doing any housework until we are paid back our due. We want housework to be men’s work. Cooking, laundry, ironing, dish washing… Let men do the housework, day in and day out, for hours on end.

Let the fathers care for their children: Prepare them for school in the morning, prepare their meal in the evening and help them with their homework. When the kids are ill, let the fathers leave work and run home to look after them.

On the weekend, let the fathers take the kids to their leisure activities, go searching in the markets for cheap, healthy, nourishing food, go back to pick them back with their arms loaded.

Devamını Oku…

A New Feminist Breath*

As of November 2nd, 2008, feminists have a new place in Istanbul: We, the Socialist Feminist Collective, have inaugurated our new space, which will also serve as our base for future publications. The process which brought us to today began in the middle of 2007. Starting with the festival organised in honour of the 20th anniversary of the Campaign for Solidarity against domestic violence, a series of activities which bear the specific color and stamp of feminists were launched. This festival was followed by a support campaign for sex workers who were candidates to parliament in the general election of July 22, by the Purple Needle campaign, re-activated after nearly two decades, by the “line of political resistance” set up by feminists prior to the adoption of the Social Insurance and General Health Insurance law and other actions. The politics behind these campaigns and actions took its aspiration from a feminist standpoint that considers male dominance as all-pervasive and aims to set up women against this problem as a collective political subject. A radical, subversive feminism started to make its voice to be heard again.

Devamını Oku…

Bu Çağrı Merkezlerinde Neler Oluyor?

Bütün dünyada 340 milyar dolarlık cirosu ile 124 bin çağrı merkezi bulunan ve toplam 11 milyon kişinin çalıştığı Call Center sektörü pazarı büyütmek için Türkiye’de kollar sıvanmaya başladı. Asıl olarak kadınların istihdamının hedeflendiği bu sektörde neler olduğuna bakalım istedik.

Devamını Oku…

Vallahi Feministiz Müdür Bey!

Müge Yetener

Başbakanlığa bağlı Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün Diyarbakır’da yaptığı toplantı kararlarının medyaya yansımış bölümünü gözlerimiz dehşetten büyüyerek okuyoruz.

Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun da katıldığı 29 Şubat-2 Mart 2008 tarihli ‘Aile Hizmetlerinde Sivil Toplum Kuruluşları ile İstişare Toplantısı’nı rapora dönüştürerek yayımlamış olduğu, her biri  cinsiyetçiliğin, dinci gericiliğin, milliyetçiliğin birer ibret vesikasına dönüşmüş bu kararlar, en açık ifadelerini kadın düşmanlığında somutluyorlar. Devamını Oku…

Lezbiyenler Her Yerde

Ayşe Toksöz

“Söz konusu olan (lezbiyen) kadınların yokluğu değil, görünmezlikleri!”

Lezbiyenler çok çeşitli grup ve hareketlerin içinde yer aldıkları veya onlarla ittifak kurdukları halde buralarda yine de eşit görünürlüğe sahip olmadıkları, bu hareketler içinde lezbiyenlerin haklarına yeterince önem verilmediği fikriyle yola çıkan ILGA (Uluslararası Gay ve Lezbiyen Birliği), “Lezbiyenler her yerde!” sloganının doğruluğunu bize anımsatan bir broşür yayınladı

Devamını Oku…

“Sol Patriyarkayı Hâlâ “Kadın Sorunu” Biçiminde Bir Alt BaşlIk Olarak Görüyor”

Söyleşi

Birikim dergisinin, Ağustos- Eylül 2009 sayısından alınmıştır.

Asena Günal: Feminizm ile sosyalizm arasındaki ilişkiden başlayalım istersen. Bu ilişki nasıl tasarlandı? Bir iç içe geçme mi, organik bir bağ mı, mekanik olarak eklemlenme mi, yoksa sosyalizmin feminizmle ya da tersi feminizmin sosyalizmle tamiri mi? Hem sen nasıl bir ilişkilendirmeden yola çıktın, hem de başka türlü ilişkilendirme biçimlerini nasıl değerlendiriyorsun?

Gülnur Acar Savran: Bu konuda üç yaklaşım belirginleşti gibi gözüküyor. Devamını Oku…

8 Milyar Doları Kadınlara Verin!

Dünyada kriz var dendi işsiz kaldık. Evdeki çocuklar ve kocalar işten atılınca aç kalmamak için iş aramaya başladık, işsizliği siz artırıyorsunuz dediler. Şimdi de çocuklarınıza oyuncak alın ekonomi düzelsin diyorlar. Son istatistikler işsizliğin yüzde 13 civarında olduğunu söylüyor. Kuşkusuz bu rakamlar, gerekli eğitime sahip olamadığı için iş bulma umudu kalmayan, uygun koşullarda kreş ya da yaşlı ailesini bırakacak yer bulamadığı için çalışamayan kadınları içermiyor.

Devamını Oku…

Boğa, Matador Ve Homofobi

Tuğba Özay Baki

Değişik nedenlerle son yıllarda İspanya’ya sık gider oldum.  Ülkenin 17 eyaletinin farklı tarihi dokusu,  güneş, deniz ve deniz ürünleri , tapas, paella  gibi yöresel yemekleri, üzüm bağları ve şaraplarının  yanı sıra  Flâmenko dansı, müziği ve boğa  güreşleri  ile  turizm sektörünün bol kazançlı kapısı olmayı sürdürüyor. Devamını Oku…

Bizim Sosyalist Feminizmimiz Üzerine

Ece ve Filiz

Birikim dergisinin Ağustos – Eylül 2009 sayısı, Türkiye’de sol üzerine genel bir değerlendirme yapmayı amaçlamış. Feministlerin değerlendirmelerinin de yer aldığı “Cinsiyet Belası” başlıklı dosya içerisinde, Asena’nın Gülnur ile yaptığı söyleşinin yanı sıra, Aksu’nun da bir yazısına yer verilmiş. Aksu’nun yazısı solun erkek halleri üzerine, çoğuna bizim de katıldığımız tahlilleri içeriyor ve Sosyalist Feminist Kolektif ‘e (SFK) dair bir takım eleştiri ve kaygılarla da sona eriyor. Aksu’nun  yazısındaki kimi değerlendirmeler vesilesiyle biz de yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için kendimizi daha açık ifade etmemiz gerektiğini fark ettik. Devamını Oku…

Farklılıklarımızın Feminist Politikaya Etkisi

Gülnur Acar Savran

8 Kasım 2009’da TÜYAP’ta aynı başlıkla yapılan paneldeki konuşmanın metni.

Panel’in başlığı, feminizmin, ta başından beri ona içkin olan, yapısal bir gerilimine işaret ediyor: “Biz kadınlar” diye ortaya çıkıp, kadınlar olarak politika yapmak ile “kadınlar” kümesinin türdeş/yekpare bir kategori olmaması arasındaki gerilime. “Biz kadınlar” diye konuşmak ve politika yapmak olanaklı ve anlamlı: Çünkü bütün kadınlar sadece kadın oldukları için eziliyor, baskı görüyor, dışlanıyor, sömürülüyor. Ama “kadınlar” kendi içinde çeşitli farklılıklar barındıran bir toplumsal grup Devamını Oku…

Esneklik Kadın İstihdamı İçin Bir Alternatif Olabilir Mi?

Özlem Kaya- Ece Kocabıçak

Sermaye birikiminin 1970’li yıllarda içine girdiği krizi aşmanın yollarından biri, tüm dünyada esnek çalışmanın yaygınlaştırılması oldu ve bu tür çalışma, kısa süreli ve geçici işlerin, süreli iş sözleşmelerinin, taşeronlaşmanın gelişmesiyle sağlandı.Türkiye’de ise esnekliğin yaygınlaşabilmesi için, 12 Eylül ile işçi sınıfının örgütlülüğüne büyük bir darbe indirilmesi gerekti. Böylelikle Türkiye’de esneklik, 1980’lerin sonunda hızlanan bir süreç olarak yaşanmaya başladı. Devamını Oku…

Fatmagül’ün Suçu

Cemre Baytok

“Hapı attık patladık, Fatmagül’e rastladık, Fatmagül’ün suçu yok, biz onu Bihter sandık”: dizinin ilk bölümünden sonra Ankaragücü taraftarlarının attığı “yaratıcı” tabir edilen bir slogan bu. “Aşk-ı Memnu”dan sonra “Fatmagül’ün Suçu Ne?” aynı yapım şirketi tarafından çekiliyor. İkisinde de Beren Saat’in oynamasından öte bir devamlılık var diziler arasında ve Ankaragücü taraftarının yanı sıra Ay Yapım da bunun farkında belli ki. Slogandan da anlaşıldığı gibi, “ahlaksız” ilişki kuran ve bunun sonucunda intihar eden Bihter’in hikayesini, Fatmagül devralıyor ve ilk bölümde tecavüze uğruyor. Ankaragücü taraftarının gördüğünü/özdeşleştiğini yapım şirketinin de düşündüğünü ve belki de reyting hesaplarını gözden geçirdiğini varsayabiliriz sanırım.

Dizinin ilk bölümünden ikinci bölüme dek tekrarlarla Kanal D’de gösterilen, internette Fatmagül yazınca çıkan -yani çok izlenen- tecavüz sahnesiyle bitmiyor tabii olay. Belli ki o sahne birçoklarını “tahrik etti”, ki tekrar tekrar izlendi. İçki ve alkol nedeniyle “kendilerinde olmayan” üçü kasabanın zengin çocuğu dört genç tarafından önce tacize, sonra üçünün tecavüzüne uğrayan Fatmagül’ün maruz kaldığı şiddet, diğer bölümlerde katmerlenerek sürüyor: kendisinin, dolayısıyla, nişanlısının, ailesinin, kasabanın namusunu kirleten Fatmagül, önce hastanede herhangi bir muamele görmüyor. Bu esnada deliye dönerek karakol basan nişanlı, nişanı bozuyor. Yenge, Fatmagül üzerine pazarlığa girişiyor. Kasaba, dedikoduya başlıyor. Jandarma, Fatmagül’ü başkalarıyla birlikle aldığı sorguda azarlıyor. Neticede, Fatmagül dört gençten “durumu uygun” olanıyla evlendirilmek isteniyor ve gerisi geliyor.

Burada şunu görmekte fayda var: “Fatmagül’ün Suçu Ne?” yayınlanmaya başlayalı bir ay oldu ve kamuoyunda gürültü koparabilen tepkilerden anlaşılan o ki bu dizi kitleleri “kadının başına neler geldi, bunda sadece tecavüz edenlerin değil, koca bir sistemin payı var” şeklinde bir tepkiye yöneltmedi. En azından şimdilik bu dizinin, kadınlar lehinde bir tartışmaya yol açmadığını, durumun vehametini göstererek insanları isyana sürüklemediğini söyleyebiliriz. Bu anlamda, tecavüz sahnesinin bol bol izlendiği ilk hafta sonunda “genel ahlak” yine gündem oldu; fakat tecavüz sahnesinin fanteziye dönüşmesinden ötürü değil, görülmemesi, gizlenmesi gereken bir şey olduğu gerekçesiyle RTÜK’e şikayetler başladı. Yani, genel ahlak ve fantezi tarafları, kadınların yine önce cinsel obje olduklarının hakkını ortaklaşa teslim edip sonra bağırdılar “erkekçe” tepkilerini.

Tecavüz sahnesinin devamında dizi bir gerçeklik tasvir ediyor: dizideki herkesin öfkeli ve incinmiş nişanlının şahidi olduğu bir gerçeklik. “Herkes sizin şahidiniz olur tabii”. Fatmagül’ün yengesinin ağzından dökülüyor bu söz, Fatmagül’ün nişanlısının ailesine söylüyor, hafif sitem edercesine. Halihazırda Fatmagül’ün şahidi olabilecek tek insan akli dengesinin yerinde olmaması sebebiyle “erkekliğinden arınmış” deli abisi. Kadın erkek, dizideki herkes aynı düzenin yapı taşları. Yani Fatmagül’ün üç bölümdür ağlamak dışında başka bir şansı yok: “Benim konuşmaya hakkım yok. Benim şikayetçi olmaya hakkım yok.” Dizinin sunduğu ve daha önemlisi olağanlaştırdığı bu gerçeklikte tüm parçalar ince ince düşünülmüş; Fatmagül’ün ailesinden, nişanlısının ailesine, konu komşuya, kasaba jandarmasına, doktoruna herkes aynı lafı telaffuz ediyor: Fatmagül masum olabilir ama yapacak bir şey de yok!

Hal böyle olunca, nişanlısı öfke nöbetlerine kapılmasın da ne yapsın -sanki tecavüze uğrayan oymuş gibi mağdur-, jandarma “E konuşmayacak mısın, seninle mi uğraşıcaz” demesin de ne desin, görece aklı başında resmedilen kadın karakter -Ebe nine- “kızım doğruları söyle, benim oğlum suçsuz” demekten öteye gidemesin, yengesi para pul -ve nedense safi kötülük- peşinde Fatmagül’ü feda etsin, zengin ama güzel yüzlü zengin kesim topyekün kendi çıkarlarını düşünüp olayı örtmeye baksın, tam bir erkek olamayan abi ancak ağlayıp kardeşine sarılabilsin… Bu dizinin yaptığı tam da bu işte, taşları yerine oturtuyor: erkek egemen sistem, yakınındakinden uzağındakine, aileden doktora jandarmaya kasabaya ne kadar kadının aleyhine ilerliyor, bunu ince ince işliyor. Bunu o kadar özenle yapıyor ki dizide herkesin ve her kurumun Fatmagül’ün karşısında teker teker yer almasını, Fatmagül’ün dahi susarak ve ağlayarak bunu sürdürmesini gerçeğin kendisi olarak kabulleniyoruz.

Hani, belki Vedat Türkali yazalı -ki dizideki versiyonun farklı olması başka bir yazının konusu- kadınların lehine bir şeyler değişti Türkiye’de, fakat dizi bunları bile dahi dile getiremeyeceğimiz bir ustalıkla bir sistem çiziyor, çemberi kapatıyor ve tamam dedirtiyor insanlara: Belki suçu yok ama napalım, o da gece tek başına evden dışarı çıkmasaydı!

Takip Ettiğimiz Davalarda Haksız Tahrik İndirimi Yok!

2004 yılında öldürülen Güldünya Tören davasından beri  gücümüz yettiğince  kadın cinayetlerinde kadın örgütleri adına müdahillik talebimizi dile getiriyoruz. Ancak bu talebimiz Güldünya  davasında kabul edilmediği gibi, son olarak müdahil olmak istediğimiz Satı Korkmak davasında da reddedildi. Ancak biz feministler, buna rağmen müdahillik talebinde bulunduğumuz davaları  izlemeye devam ettik.

Feminist Avukatlar da davaya taraf vekili olarak katıldılar. İstanbul’da, Adana’da bizi sevindiren dava sonuçlarına ulaştık. Takip ettiğimiz davalarda haksız tahrik indirimi uygulanmadı. Davalarda müdahillik taleplerimiz ve dava takiplerimiz sürüyor, sürecek…

Güldünya Tören

Bakırköy

Umut adını verdiği oğluyla ailesinden saklanan Güldünya Tören, kendisini bulan kardeşlerince bacağından vurulmuş, hastaneye kaldırılmıştı. Polis koruması talep eden Tören’e hastanede koruma sağlanmamıştı. kardeşleri hastaneye gelerek başından silahla vurarak Güldünya Tören’i öldürmüşlerdi (27.02.2004) Güldünya’nın kardeşlerinden İrfan Tören müebbet, Ferit Tören 23 yıl hapis cezasına mahkum oldu (15.11.2007).

Sevim Zarif

Üsküdar

Sevim Zarif  ve eşi Halil İbrahim Zarif , Sevim’in 11 yıl önce ayrıldığı kocası Yaşar Özcan tarafından katledildiler.  ( 22.07.2007) Yaşar Özcan iki kez ağırlaştırılmış ömür boyu hapse mahkûm oldu, (15 Ekim 2008)

Pippa Baca

Kocaeli

Pippa Bacca ismiyle tanınan İtalyan sanatçı Giuseppina Pasqualina Di Marineo  barış yolculuğuna çıkmıştı. Gebze’de arabasına bindiği Murat Karataş tarafından önce tecavüze uğradı, sonra öldürüldü. (31 03.2008) Murat Karataş, ‘Suçu gizlemek amacıyla kasten adam öldürmek’ suçundan ömürboyu hapis cezasına çarptırıldı. (24.06.2009)

Ayşe Yılbaş

İstanbul

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 5. sınıf öğrencisi eşi Ayşe Yılbaş Özmen, ayrılmak istediği eşi Hüseyin Güneş Özmen tarafından hastanede 12 kurşunla katledildi. (22.02.2008) Hüseyin Güneş Özmen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum oldu.(22,07.2009)

Satı Korkmak

İstanbul/Kartal

Satı Korkmak, eşi Hasan Korkmak, tarafından televizyon kablosuyla boğarak öldürüldü.(14.02.2009)  Hasan Korkmak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum oldu.(17.11.2009)

Demet Eygi

Adana

Öğretmenlik yapan 24 yaşındaki Demet Eygi,  Hüseyin Ayyıldız ile kısa süren ilişkisini bitirince; Hüseyin Ayyıldız tarafından evinin önünde bıçaklanarak öldürüldü. (7 Kasım 2009) Mahkeme heyeti önce ömür boyu hapis cezası verdiği sanığın duruşmadaki iyi halini göz önüne alarak süreyi 25 yıla indirdi.(4 Ekim 2009)

Haksız Tahrik İndirimi Örnekleri

Çoğunlukla kimsenin tanık olmadığı ve kadının ölümüne neden olan tartışma anında nedense hep kadınlar erkeklere küfrediyor ve aldattıklarını söylüyorlar. Erkeklerin gözü dönüyor. Onlarca bıçak darbesiyle ya da kurşunla kadınları öldürüyorlar. Yargıya düşen de erkeklik(haksız tahrik)  indirimi ile katilleri rahatlatmak oluyor…

19 Şubat 2009

“İnternette sörf yaparken, izlediğim bir porno filminde eşimin  giydiği kazağa benzeyen bir kazak giyen ve başörtüsünü aynı şekilde bağlayan bir bayanın erkekle sevişme sahnelerine rastladım. Kavga ettik. Kavga sırasında bana (Benim daha ne filmlerim var. Onları daha sen görmedin. Şimdiye kadar pezevenklik yaptın. Şimdiden sonra da yapsan ne olur?) deyince kendimi kaybettim  …bıçakladım.”

Bursa’da boşandıktan sonra tekrar birlikte yaşadığı eşi Arzu Civil’i  22 yerinden bıçaklayarak öldüren tekstil işçisi Yavuz Özcan’ın yargılaması sona erdi. Bursa’da, 9 yıllık eşini internette izlediği porno filmdeki kadına benzettiği için 22 yerinden bıçaklayarak öldürdüğü iddia edilen dokumacıya tahrik indirimi uygulayan mahkeme, 18 yıl hapis cezası verdi.

09 Nisan 2009

“Eşim beni  aldatıyordu. bunu tartışma sırasında söyledi, ayrıca yine tartışma sırasında eşim bana küfür etti. Kendimi kaybettim…”

İzmir’in Karşıyaka ilçesinde, kendisini aldattığını ileri sürerek tartıştığı eşi Serap Himmetoğlu’nu 14 yaşındaki kızının gözleri önünde, boğazını keserek öldüren Adnan Himmetoğlu ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle yargılanıyordu. Eşinin kendisini aldattığını bunu tartışma sırasında da kendisine söylediğini, ayrıca yine tartışma sırasında eşinin kendisine küfür ettiğini ileri süren Adnan Himmetoğlu ağır tahrik indirimlerinden de yararlanarak mahkeme heyetince, 17 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

2 Mart 2010

‘Sabah namazından sonra yattığımda beni uyandırarak cinsel ilişkiye girmek istedi, uykusuz ve yorgun olduğumu söyleyince ”Zaten senin erkekliğin gün geçtikçe kayboluyor. Sen ne biçim erkeksin” dedi.  Tokat attım ve düştükten sonra da iki elimle 10 dakika süreyle boğazını sıktım”

Antalya’da 2008’in Kasım ayında cinsel ilişki isteğini reddettiği için kendisine hakaret eden eşini boğarak öldürdüğü iddia edilen emekli imam Ali İhsan Karataş, ”Kasten yaralama sonucu ölüme sebebiyet vermek” suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı.Mahkeme, sanığı, önce eylemi nedeniyle ”Kasten yaralama sonucu ölüme sebebiyet vermek” suçundan 11 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırırken, eşinin söylediği sözleri ise kışkırtma sebebi kabul etti. Mahkeme heyeti, ölen Durdu Karataş’ın, kendisiyle yorgun olduğunu söyleyerek cinsel ilişkiye girmeyen eşi Ali İhsan Karataş’a ”Sen artık erkek değilsin” gibi çeşitli sözleriyle ilgili cezada tahrik indirimi de uygulayarak, sanığı toplam 8 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırdı.

22 Haziran 2010

“Kızımın evden kaçması yüzünden eşimle aramızda geçimsizlik başladı. 1.5 yıldır yatağını ayırarak benden ayrı yatıyordu. ‘Başka kadınlara git’ diyordu. Kendisi gezmeyi çok sever, nereye gittiği belli olmaz, zaman zaman da gece yarısı eve gelirdi.   Konuşmak için damadımın evine gidince burada benden boşanmayacağını ve başkaları ile aldatacağını söyleyince beni tahrik etti ve kendisini bıçakladım””

Ayrı yaşadığı eşi 3 çocuk annesi Hanife Ertaş’ın evine gidip,  44 yerinden bıçaklayarak öldüren  Yaşar Ertaş Samsun 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandı. Mahkeme heyeti, sanığı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 82/1-b maddesine göre önce ağırlaştırılmış hapis cezasına çarptırırken, ceza TCK’nın 29/1 maddesine göre tahrik nedeniyle 18 yıl 4 aya indirildi

30 Eylül 2010

“Olay günü Ceyda ile evde konuşmak istedim. Gezdiği kız arkadaşlarının iyi olmadığını söyledim.   ‘Sen ne biçim babasın. Senden utanıyorum. Adam değilsin’ diyerek hakaret etti. Daha sonra pencereye çıkıp ‘Polis çağırın’ diye bağırdı. Kendisini içeri çektiğimde masa üzerindeki çantamda bulunan tabancamı alıp bana ateş etti. Ben yere eğilince kurşunlar eşime isabet etti. Ben de Ceyda’nın elindeki tabancayı alıp onu vurdum. …”

Bursa’da eşi ve kızını beylik silahı ile öldüren polis memuru Ali Şeker’in yargılandığı davada karar çıktı. Ağır Ceza Mahkemesi´nde, “kasten eşini ve kızını öldürmek” suçundan çifte müebbet hapis talebiyle yargılanan polis memuru Ali Şeker,   kızı Ceyda Şeker´i orta şiddette tahrik altında öldürdüğü gerekçesiyle 17 yıl 6 ay hapis, eşi Hatice Şeker´i ise hafif tahrik altında öldürdüğü için de 20 yıl hapse mahkum etti. Sanık, sonuç olarak 37 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Torba Yasa Kadınları Değil Aileyi Gözetiyor

Kamuoyunda kadınlar için çok şeyler vaat ettiği izlenimi yaratılan Torba Yasa tasarısı gerçekte neler getiriyor biz kadınlara? Kadınlar için öngörülen çeşitli esnek çalışma biçimlerini kayıt içine alıyor, kurallaştırıyor. Uzaktan, evden ve çağrı üzerine çalışma; ev içindeki bakım yüklerinin elini kolunu bağladığı kadınların yaşamlarından esinlenerek geliştirilmiş çalışma biçimleri. Çocuk, hasta bakımı, ev işi yükleri yüzünden kadınların bu tür işleri tercih etme eğiliminde olmaları hiç şaşırtıcı değil. Bu işleri kadınlar için daha cazip kılmak üzere tasarıda bu çalışma biçimlerine sembolik düzeyde bazı sosyal haklar getirilmiş. Ne var ki çalışanların İş Yasasındaki uzun vadeli haklardan yararlanmaları bu çalışma modelleri için olanaksız.

Devamını Oku…

SFK Tanışma ve Okur Toplantısı yapıldı/27 Kasım 2011

okur-toplantisiSosyalist Feminist Kolektif’i tanımak,

Sosyalist Feminist Kolektif üyeleriyle tanışmak isteyenler için…

27 Kasım Pazar Saat: 11.00-13.00 arası kahvaltılı tanışma toplantısı yapıldı.Feminist Politika Dergisi 12. sayısının dosya konusu olan ‘Erkek Şiddeti’ son 25 Kasım etkinliklerinin değerlendirilmesiyle birlikte tartışıldı.

 

SFK Feminist Politika 12.Sayı Okur Toplantısı/27 Kasım 2011

Feminist Politika okur toplantısı

“Erkek Şiddeti”

Yaklaşan 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete karşı Uluslar arası mücadele ve dayanışma günü ve kadın cinayetlerindeki artışa rağmen şiddetin öznesinin giderek muğlaklaşması nedeniyle 12. sayının konusunu erkek şiddeti olarak belirledik.

Feminist Politika dergisini Şubat 2009 tarihinde çıkarmaya başladık. Birinci sayıyı 3000 diğer sayıları 2000 adet bastık. Kimi sayılarımızın tamamına yakınını; kimilerinin tamamını tükettik. Bugünlerde 13. sayının hazırlığı içerisindeyiz. Feminist Politika çıktığından bu yana, okurlarımızla birlikte dergideki yazıları konuşmak üzere bir yıl önce bir kez toplanabildik. İkincisini 27 Kasım Pazar günü saat 14.00 de, 12. sayımızın dosya konusu olan “Erkek Şiddeti” üzerine konuşmak için buluşalım diyoruz.

Okur toplantısı öncesi Saat 11.00’de, ‘Sosyalist Feminist Kolektif’le tanışmak isteyenlerle birlikte kahvaltı edelim diyoruz.

Görüşmek üzere,

Sosyalist Feminist Kolektif
sosyalistfeministkolektif@gmail.com
http://www.sosyalistfeministkolektif.org
Adres: Katip Mustafa Çelebi Mah.Tel sok. No.20/3 Beyoğlu-İstanbul
Tel:0212 243 49 93

Kesk’i Olağanüstü Genel Kurula Götüren Süreç

KESK’i  olağanüstü genel kurula götüren süreç, birçoğumuzun yabancısı olmadığı bu süreç. KESK Genel Merkezi’ndeki bir kadın çalışanın, Genel Sekreter Emirali Şimşek tarafından birden fazla kez cinsel şiddete maruz bırakıldığını beyan etmesi üzerine başladı. Kadınlar, aşağılanmak, baskı altına alınmak, denetlenmek anlamına gelen tacizle, sol politika yapan karma örgütler de dahil olmak üzere bir çok ortamda karşılaşmaktadır. Bu anlamda, tüzüğünde “cinsiyetler arası eşitsizliğin ortadan kaldırılması için mücadele etmeyi” kendine amaç edinmiş bir konfederasyon olan KESK’te de benzer bir durumla karşılaşmak şaşırtıcı olmadı. Devamını Oku…

Torba Yasa’ya Esastan İtirazımız Var!

Uzun yıllardır art arda çıkarılan yasa ve yönetmelikleri sermayenin ve erkeklerin çıkarlarına uygun olarak yeniden düzenleyen Torba Yasa’ya da, tıpkı SSGSS’ye olduğu gibi, kadınların ev içi emeğini görmezden geldiği ve buna göre şekillenen çalışma biçimlerini kalıcılaştırdığı,  dolayısıyla kadınları aileye, babaya, kocaya mahkum etmeye devam ettiği için itirazımız var!

Devamını Oku…

Habertürk Protestosu: Siz Öldürülmüş Kadınları Teşhir Ettikçe Biz Daha Çok Öldürülüyoruz!/İstanbul Feminist Kolektif

Şefika Etik, her gün öldürülen 3-5 kadından biri.  Manisa’da yaşıyordu. 19 yıllık evli ve 2 çocuğu vardı. Şiddet görüyordu. 20 Eylül’de şiddet gördüğü için polise başvurdu ve sığınmaevine  yerleştirildi.   Katili olacak kocası İbrahim Etik; nasıl olduysa gizli olması gereken sığınmaevi kapısına dayandı. Elinde çiçekler vardı.  Şefika 7 Ekim’de eve dönmek zorunda kaldı. Eve döndükten 2 saat sonra ise duştayken arkadan bıçaklanılarak kocası tarafından katledildi.

Devamını Oku…

Erkeklerden Alacaklıyız

posterler

Sosyalist Feminist Kolektif kendini örgütlerken ‘kadın emeği’ üzerine politikalar geliştirmeyi çok önemsedi. Bu nedenle Feminist Politika dergisinin Kasım 2008 tarihli ilk sayısının dosya konusu ‘Neoliberalizm, AKP ve Kadın Emeği’ oldu. Ağustos 2009 tarihli 3. sayısının dosya konusu olan ‘Ücretli Emek/Ücretsiz Emek Kıskacında Kadınlar’ ise SFK’nın üzerinde politika ürettiği özgün mücadele alanını belirledi.

Devamını Oku…

Bilinç Yükseltme: Devrimden Yeniden Değerlendirmeye

Naomi Braun Rosenthal

State University of New YorkCollege at Old Westbury

Çev. Deniz Saltukoğlu, 2009

Bilinç yükseltme kadın kurtuluş hareketinin radikal feminist kanadı içinde geliştirilmiş ve başlangıçta devrim yaratacak bir araç olarak tasavvur edilmişti. Hareketin reform kanadı, bilinç yükseltmeyi 1970’ten sonra kısmen tabandan gelen baskıya cevap olarak, kısmen de yeni üye çekmek için benimsedi. Bilinç yükseltme yaygınlaştıkça politik içerik kaybına uğradı ve sonunda grup terapisi hareketinin yörüngesine girdi. Bilinç yükseltmenin devrimci kökeninden grup terapisine yaklaşma şeklindeki dönüşümü, radikal feminizmin tarihi ile olduğu kadar militanlarının geçirdiği değişimle de bağlantılıdır. Bilinç yükseltmenin tarihi sadece grup terapisi akımının gücünü yansıtmakla kalmaz; daha da önemlisi, politik içerik bir kenara bırakıldığında bilinç yükseltmenin hem genel olarak hareket, hem de kişiler için değerini sorgular.

Devamını Oku…

Biz Kimiz?

Yeni Bir Feminist Soluk

2 Kasım’da feministlerin yeni bir mekânı oldu: Sosyalist Feminist Kolektif olarak, ileride dergimizi de çıkaracağımız yeni yerimizin açılışını yaptık. Bizi bugünlere getiren süreç, 2007 yılının ortalarında başladı. Dayağa Karşı Dayanışma Kampanyası’nın 20. yılı vesilesiyle düzenlediğimiz şenlikle birlikte, feministlerin özgül renklerini, kendi damgalarını taşıyan bir dizi faaliyet başlamış oldu. Bu şenliği, 22 Temmuz genel seçimlerinde milletvekili olan vesikalı kadınlara destek kampanyası, ardından Novamed’de direnen kadın işçilerle dayanışma kampanyası, yıllarca sonra yeniden canlandırdığımız Mor İğne kampanyası ve SSGSS yasasının kabul edilmesinden önce feministler olarak oluşturduğumuz politik direniş hattı ve yaptığımız eylemler izledi. Bu kampanyalar ve eylemlerde ortaya konan politikalar, erkek egemenliğini bütünlüklü bir politik sorun olarak gören ve kadınları bu sorun karşısında kolektif bir politik özne olarak kurmayı hedefleyen bir feminizm anlayışından besleniyordu. Köktenci, yıkıcı bir feminizm sesini yeniden duyurmaya başlamıştı.

Devamını Oku…

SFK Kadın Emeği Konferansı Yapıldı

13-kasim-salon-2011-11-13Sosyalist Feminist Kolektif tarafından düzenlenen “Ücretli, Ücretsiz Emek Kıskacında Kadın” konulu konferansta “kapitalizm ve patriyarka”, “bakım emeği”, “ücretli-ücretsiz kadın emeği” ve “günümüzde feminist politika” konuları tartışıldı. Konferansa kadın emeği çalışmalarına sağladıkları katkılarla tanınan Heidi Hartmann, Helena Hirata, Jean Gardiner ve Gülnur Acar Savran konuşmacı olarak katıldı.

Sosyalist Feminist Kolektif (SFK) tarafından, 12-13 Kasım tarihlerinde, Mimar Sinan Üniversitesi Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu’nda düzenlenen, “Ücretli, Ücretsiz Emek Kıskacında Kadın” konulu konferansa, kadın emeği çalışmalarına sağladıkları katkılarla tanınan Heidi Hartmann, Helena Hirata, Jean Gardiner ve Gülnur Acar Savran konuşmacı olarak katıldı. Akademik bir konferans olmaması ve feminist politikanın bir parçası olarak planlanması nedeniyle sadece kadınların katılımına açık olan konferans iki gün boyunca yoğun ilgi gördü.

Devamını Oku…

SFK Kadın Emeği Konferansı Duyurusu/12-13 Kasım 2011

Biz Sosyalist Feminist Kolektif olarak, hem bu topraklardaki feministlerin biriktirdiklerini hem de SFK olarak ürettiğimiz/önerdiğimiz kadın emeği politikalarını tartışmak üzere feminist yol arkadaşlarımızla ve uluslararası feminist hareketten dostlarımızla bir araya geliyoruz. Ücretli-ücretsiz emek kıskacına sıkışmış kadınların koşullarını ne tür politikalarla ve hangi yollardan geçerek dönüştürebileceğimizi tartışmak istiyoruz.

Patriyarkanın en önemli dayanağı ailede yaşanan cinsiyetçi işbölümü nedeniyle, erkekler için karşılıksız emek harcarken, her gün en az üç kadın erkekler tarafından öldürülüyor. Ancak erkeklerden gelen bütün tehditlere rağmen vazgeçmiyoruz. Bizi erkeklerin şiddet politikaları karşısında güçlendirecek söze ve örgütlülüğe ihtiyacımız var.

Patriyarkanın kalın duvarlarıyla örülü evlerimizin dışına çıkabildiğimizde ise gölgesi hep üstümüze düşen patriyarka, sermaye ile işbirliği içinde, bizim ancak ucuz, güvencesiz, esnek ve niteliksiz emek olarak, ücretli emek gücüne katılmamızı mümkün kılıyor. Bu kısır döngüyü nasıl aşabileceğimizi birlikte tartışmak istiyoruz!

Maddeci ve sistem dışı bir feminizmin beden politikalarıyla, erkek şiddetine ve heteroseksizme karşı mücadeleyle, kadın emeği arasında bağ kurması gerektiğinin altını çizerek, akademik tartışmalara sıkışmadan ve erkek egemenliğine karşı pratikte bir mücadele vermenin gerekliliğini unutmadan, bir araya gelmek ve fikir alışverişinde bulunmak için bu konferansı örgütlüyoruz.
Sunuş yapacak konuşmacılarımızı ve konularımızı da bu perspektifle belirlemeye çalıştık. Bizimle beraber düşünmek, tartışmak isteyen bütün kadınlarla bir arada olmak umuduyla…

12 Kasım Cumartesi

09:30-10:00 Kayıt
10:00-10:30 Açılış Konuşması
10:30-11:45 Birinci Oturum: “Kapitalizm ve Patriyarka” H. Hartman
11:45-12:00 Kahve Molası
12:00-13:00 Birinci Oturum Aktif Tartışma
13:00-14:00 Yemek Arası
14:00-15:15 İkinci Oturum: “Bakım Emeği” J. Gardiner
15:15-15:30 Kahve Molası
15:30-16:30 İkinci Oturum Aktif tartışma

13 Kasım Pazar

11:00-13:00 Üçüncü Oturum: “Esneklik ve Ücretli Kadın Emeği” H. Hirata
13:00-14:00 Yemek Arası
14:00-15:00 Kapanış Oturumu: “Günümüzde Feminist Politika”
H. Hartmann, J. Gardiner, H. Hirata ve G. Acar Savran
15:00-15:15 Kahve Molası
15:15-16:30 Kapanış Oturumu Aktif Tartışma

* Konferans sadece kadınların katılımına açıktır.

Düzenleyen: sosyalist feminist kolektif
http://www.sosyalistfeministkolektif.org

Yer: Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi/Fındıklı Kampüsü
Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu

Konuşmacılar:

Heidi Hartmann
“Patriyarka-kapitalizm ilişkisi”

Jean Gardiner
“Ev ve bakım emeği”

Helena Hirata
“Kadın emeği/esnek çalışma koşulları”

Gülnur Acar Savran
“Günümüzde feminist politika”

**Konferans süresince simutlane çeviri yapılacaktır.

page-0 kadinemegi1

Feminist Politika Sayı 13/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 13

DOSYA: Güncel feminist politika

4 Pınar Akıncı ve Türkan Elaldı ile söyleşi: Plazalardaki “görünmeyen emek” / Başak Günsever, Deniz Ulusoy
6 İşte böyle güzelim… / Hülya Adak, Ayşe Gül Altınay, Esin Düzel, Esen Ezgi Taşçıoğlu
8 Birgül Avdan ile söyleşi: Türkiye’de kadın cinselliği / Selin Çağatay
11 Wall Street yetmez, patriyarkayı işgal et / Bengisu Peker
13 Reyhan Yalçındağ ile Söyleşi: N.Ç. davası / Ebru Sorgun
DOSYA: Güncel feminist politika
16 Düzenlenmiş patriyarkanın ötesine bakmak / Gülnur Acar Savran 18 yola devam / ayşe düzkan
20 Feminizmi savunurken / Ece Kocabıçak
22 Avrupa’da kriz ve kadınlar: Feminizmin dönüşü mü? / Özlem Barın
24 Van’dan Uludere’ye: Afet günlerinde feminizm / Hazal Halavut
26 Yuvarlak masa: Kadın cinayetlerine karşı politika yaparken…
29 Görünürün ötesine… / N. Gamze Toksoy
30 Çünkü yasa, orman kanunudur! / Aksu Bora
32 Sığınaklar Kurultayı’nda kadın düşmanı resmî görüşler seslendirilmemeli! / Sakine Günel
33 Feminist politikanın aracı olarak sığınak / Fatma Mefkure
37 Kadın Emeği Konferansı‘nın ardından
38 Van depremi: Depreme rağmen erkek şiddeti sürüyor
39 Feminizm canlısı, yürüyen erkekler / Hilal Eyüpoğlu, Özlem Barın
41 FEMA ile söyleşi: Farklı coğrafyalarda yaşasak bile … / Eylem Ateş
43 Kadınlar, patriyarka ve başka türlü bir eğitim / Fadime Gök
45 Ulaş ve İlksen ile söyleşi: Feminizm, trans politika ve erkeklik üzerine / Delta Meriç
48 Nasıl feminist oldum? / Gül Demir
49 Gecekondunun penceresinden / Dilek Şentürk
51 “Bayan çarpmış“ / Hasbiye Günaçtı
52 Ahtapot Ayten Teyze / Ebru Sorgun
54 Bayan Yanı ile söyleşi: Hepimizin içinde feministlik var / Nacide Berber, Hazal Özvarış
57 Bellek: Feminizmi telaffuz etmekten ne kadar korkmuştuk! / Şirin Tekeli
58 Kitap: Başka Aşklar / Sahra Daşdemir
58 Kitap: Clara Zetkin Kitabı 59 Kitap: Ateşle Oynamak / Kamile Dinçsoy
60 Canan ile söyleşi: “Türk Lokumu“ sergisi / Asena Günal
62 Türkiye’den haberler
64 Dünyadan haberler
66 Cezaevinden mektup var
66 Hiç şaşırmadık!: Hava-iş sendikasında kadın çalışana mobbing

Ev Eksenli Çalışma Görülmüyor!

Mutfak Cadıları – Ekim 2011

Tüm Türkiye’de sayıları on binleri bulan ev eksenli çalışan kadınların haklarını korumak amacıyla kurulmuş Ev Eksenli Çalışan Kadınlar ve Sosyal Haklar Derneği, yeni iş yasasında işçi sayılmak ve işçilik haklarından yararlanabilmek için imza kampanyası başlattı.

Devamını Oku…

Yargıtay: 41 yaşındaki Dul Kadının Evlenme Şansı Yüzde 2

Yargıtay, bir tazminat davasında kocası ölen ve çocukları bulunan 41 yaşındaki kadının yeniden evlenebilme olasılığının düşük olduğuna hükmederek tazminat seviyesini yükseltti. Yargıtay, kadının evlenebilme olasılığını tartıştı. 41-50 yaş aralığındaki dul kadının evlenme şansının yüzde 2 olduğuna dikkat çekilen davada, 49 yaşındaki dul ve çocuklu kadının evlenme şansının bulunmadığı sonucuna varıldı.

Feminist hareketin yıllardır söylediğini, yani kadınların tek başlarına bireyler olarak ayakta kalma koşullarının olmadığını Yargıtay’dan duymak şaşırtıcı oldu. Kuşkusuz bizimle aynı nedenle söylemedi Devamını Oku…

Küçük Girişimciler…

Elif’in hikayesi; Elif işsizdir. Kocası bir ay önce bir iş kazası geçirmiştir. Evin geliri yok denecek kadar azalmıştır. Bu yüzden askerden yeni dönen oğluyla birlikte ufak bir iş kurmaya karar verir. Elif mutfakta maharetlidir. Nohutlu pilav yapacak oğlu da bunu seyyar bir arabayla satacaktır. Bu amaçla borç bulmaya karar verir. Amcasının hali vakti yerindedir. Ayda 100 TL geri ödeme sözü vererek ondan 500 TL borç alır. Bunun 150 TL.sini ikinci el bir tezgah araba için kullanır. Geri kalan 350 TL’yi de pirinç, nohut ve yağ almak için harcar. Malzemeleri toptan aldığı için epeyce indirim yaptırmayı başarır. İş tutar. Beş ay boyunca amcasına borcunu söz verdiği gibi zamanında öder ve bitirir. Borcunu düştükten sonra elinde kalan parayla aylık geçimini de sağlamayı başarmıştır. Borcunu bitirdikten sonra ayda 100 TL. kenara koymaya karar verir.”

Devamını Oku…

Feminizm Kendi Arasında

feminizm-kendi-arasndaTuğba Özcan

 Aksu Bora’nın Ayizi Yayınevi’nden çıkan Feminizm Kendi Arasında, “yıllardır emek verdiğimiz bunca biri­kimin belki de birikmediği duygusuyla başa çıkmak kolay değil” diyerek çeşitli yerlerde yayınlanmış yazıları bir araya getiren bir kitap. Feminizmi Tartışmak, Temsili Kadın Kadınları Temsil Edebilir mi? Kadınlık ve Maziye Bir Bakıver başlıklarıyla dört bölüme ayrılmış. Feminizm içi tartışmaları besleyen, kimlik siyasetine, projelere, politik ak­törlerin müdahale güçlerine vurguyla, sorular sorarak, kendi cevaplarını tekrar ele alarak çok verimli bir tartışma hattı yürüttüğü yazıları bugüne de denk düşen konular hala. Kadınlık bölümündeki yazılar ise bir çırpıda keyifle okunuyor. Bu bölümü okurken, geçen sene Amargi dergisi okur buluşması için ODTÜ’ye gelen Aksu Bora’nın kadınların gün­delik öykülerinin, yaşanmışlıklarının anlatısının ne kadar değerli olduğunu vurguladığını ve bu tür yazıları öncelediğini söylediğini hatırladım. Çok yalın, çok gerçek, hep tanıdığımız ama anlatılmaya ihtiyacı olan ve say­falarca teorinin işaret edemeyeceği ka­dar açık…

Devamını Oku…

Kaktüsler Susuz da Yaşar

kaktsler-susuz-da-yaarGönül Işık 

“Kaktüsler Susuz da Yaşar”, 12 Eylül dönemini Ma­mak Cezaevi’nde karşı­layan kadınların hikayelerinden oluşu­yor. Yıllar sonra bizleri buluşturan ve birleştiren “Ankara Devrimci 78’liler Derneği’nin 26 Yıl Sonra Sahibini Ara­yan Mektuplar Sergisi” oldu. En gen­cimiz bile 50’sine merdiven dayamıştı. Yıllar sonra buluşmanın heyecanı ve coşkusuyla kucaklaştık birbirimizle… Kısa sürede bir yazışma grubu oluştur­duk. Grubumuzun adı Mamaklı Kadın­lar idi.

120 kadın oluverdik. Önceleri birbirini bulmanın sevinci ve heyecanı ile yazış­tık. Bir süre sonra da yıllar önce yaşa­dıklarımızı o günkü ve bugünkü duygu ve düşüncelerimizi gruba yazsak, paylaşsak sağaltıcı olmaz mı hepimiz için dedik ve yazmaya başladık. Çok iyi gel­di bu paylaşım ve dostluk birbirimize… Bir süre sonra da kitap çalışmasına baş­ladık.

Devamını Oku…

Mamak Kitabı

mamak-kitabHülya Üstün

Önce, “anlatan” kadınların ad­larını yazalım… Adile, Ayfer, Ayşe, Feride, Güneş, Hayat, Meral, Pamuk, Seher, Sema, Sezgin, Sükun.

Kitabı okurken, sanki birimizin evinde bir araya gelmiş, ara ara tüylerimiz di­ken diken, bir ara gözlerimiz dolu, hop kalkıp hop oturarak, daha çok gülerek, anlatıyormuşuz hissine kapıldım sık­ça… Anlatılara kapılıp, okumayı unu­tarak yaşadıklarımı düşünür, “ama bir yandan da böyleydi…” diyerek kendi kendime konuşur oldum. Meral Akbaş, kitabın başında, ‘sözlü tarih’ yöntemini neden, nasıl seçtiğini (çok da iyi yapmış) alıntılar yaparak açıklamış; böylece, bu bölümdeki anlatı da gayet güzel bir biçimde kitabın ama­cına dahil olabilmiş. Kitap boyunca da bu yöntemden ayrı düşmemek için çok dikkatli davranılmış. Kitap’ta, 12 Eylül öncesi ve sırasını, okuldan bozma bir cezaevi olan ‘iki yıllık’ı, bir “hoş geldin işkencesi” ala­nı olan Mamak cezaevi girişindeki ‘kafes’i, ‘tabutluk’u, Mamak cezaevi­nin 12 Eylül öncesi ve sonrasını, A ve C blok kadınlar koğuşunda yaşananları ve dışarıda karşılaşılan dünyayı anlatmakta kadınlar.

Devamını Oku…

SFK 4. Kamp “Erkeklerden Alacaklıyız Kampanyası” Gündemi

Kreş atölyesi sonuçları

Genel olarak, kampanyanın sadece kreş talebine odaklanmaması gerektiği ileri sürüldü. Ağırlıklı eğilim kampanyanın üç ayaklı olarak devam etmesi doğrultusundaydı; emeklilik, kreş ve esnekliğin bir arada işlenmesi gerektiği savunuldu. Bir görüş ise, tek bir talebe odaklanılacaksa bunun esneklik ya da emeklilik olması gerektiğiydi.

Yine üzerinde ortaklaşılan bir görüş, kreş talebinin istihdamdan bağımsızlaştırılmasıydı: Ev dışında ücret karşılığı çalışmayan tam zamanlı ev kadınlarının da (evli ya da yalnız anne) kreş hakkı olduğu, dışarıda çalışmayan kadınların annelik rollerinin sabitlenmemesi için bunun elzem olduğu genel kabul gördü.

Bakım işlerinin erkekler ve kadınlar arasında eşit paylaşımını ve anne-babaların çocuklarla vakit geçirebilmelerini sağlamanın bir yolu olarak, ücret kaybı olmaksızın iş gününün kısaltılması üzerinde de duruldu. Bir kişi, çocukların bütün zamanlarını kreş ve yuvalarda geçirmesinin arzulanacak bir şey olmadığını özellikle vurguladı.

Dışarıda çalışmayan kadınların kreş hakkının karşılanabilmesi için mahalle kreşlerinin önemi vurgulandı. Ancak bu bağlamda ayrıca, çalışanların cinsiyetinden bağımsız olarak,50 kişi çalıştıran iş yerlerinin kreş açması gerektiği ve çocukların, babalarının iş yerlerindeki kreşlere verilebileceği konuşuldu. Hem iş yeri kreşleri (Türkiye’de 30 kişi ve altında çalıştıran iş yerlerinin çoğunlukta olduğu, dolayısıyla 50 çalışan değil 30 çalışanlı iş yerleri için kreş talep etmemiz gerektiği de ileri sürüldü), hem mahalle kreşleri talep etmemiz gerektiği savunulurken, “50 (ya da 30) kişiden az işçi çalıştıran iş yerlerinin patronları çalıştırdıkları işçi sayısına göre mahalle kreşlerinin finansmanına katılmalı” da denildi.

Mahalle kreşlerinin finansmanının merkezi devlet tarafından sağlanması, kreşin idaresinin ise belediyelere bırakılması gerektiği konuşuldu. Finansmanın adem-i merkeziyetçi bir anlayışla yerelleşmesinin (belediyelere bırakılmasının) eşitsizliğe yol açacağı söylendi.

Kreş talebimizin feminist bir talep olması için cinsiyetçi iş bölümünü aşındırmaya yönelik önlemlerin önemi bütün atölyelerde vurgulandı: Kreşlerde sadece kadınların ya da sadece erkeklerin istihdam edilmesini talep etmenin sakıncaları üzerinde duruldu, kotalarla dengeli bir dağılımın sağlanması gerektiği söylendi. “Kadınların bu iş alanından tümüyle dışlanması sakıncalıyken, erkeklerin bu işlere yönlendirilmeleri de (eğitim almış olarak ve yüksek ücretle) bir o kadar önemli” denildi. Kadın-erkek kreş çalışanları arasındaki cinsiyetçi iş bölümünü tersine çeviren (kadın çalışanlar yönetimde, idari işlerde, eğitimde istihdam edilsin; erkekler, çocukları besleme/uyutma gibi bakım işlerine yönlendirilsin) önlemler üzerinde duruldu. Evdeki cinsiyetçi iş bölümünü aşındırmaya yönelik olarak, ayrıca, babaların velilik yapmaya yönlendirilmeleri, bedava kreş hizmetinin koşulu olarak babaların velilik yapmaları konuşuldu. Öte yandan, yuva ve kreşlerin, kadınların sosyal ilişkiler içine girebildikleri, güçlendikleri bir alan olduğu (KEDEV yuvaları örneği) hatırlatıldı ve buradan da dışlanmalarının istenir bir şey olmadığı ileri sürüldü. Yine bu kreş ve yuvalarda, eğitimin cinsiyetçilikten arındırılmasına yönelik önlemler üzerinde duruldu.

Üzerinde mutabakat sağlanmasa da belli bir destek gören iki öneri vardı. Bunlardan ilki, feminist kreş anlayışının sendikalarda yaygınlaştırılması ve sendikalar tarafından savunuculuğu yapılması için çalışmak; diğeri ise, kreş talebinin hasta ve yaşlı bakım hizmeti talebiyle birlikte gündeme taşınmasıydı.

Emeklilik hakkı atölyesi

Emeklilik hakkı, benzer alt başlıklar altında altı atölyede tartışıldı. Her atölyenin başlangıcında konuya ilişkin birer ön bilgilendirme yapıldı.

Kadın Emeği grubu olarak, emeklilik hakkını evde çalışan, piyasada çalışmayan kadınlar için düşünmüştük. Evli olup da, eşlerinden ayrılmış, orta yaşın üzerinde ve hiçbir güvenceye sahip olmayan kadınlar için bu talebi tartışmak anlamlı geldi. Diğer yandan, ücretli çalışan kadınların da aynı zamanda ev kadını olması nedeniyle, hem evde hem işte çalışan kadınlara (yıpranma payı olarak) erken emeklilik hakkını ileri sürmeyi düşündük.

Her altı atölyede de tartışmalarda ortaya çıkan görüşleri kabaca üç başlık altında toplayabiliriz:
1. Ev emeğinin ücretlendirilmesi-emeklilik hakkı arasındaki ilişki ve getirdiği sorunlar,

2. Emeklilik hakkı gibi taleplere, patriyarkal kapitalizmi aşındıran, kadınları güçlendiren bir çerçeveden bakmak ve diğer yandan ev içi emeği görünür kılmak için mücadele,

3. Emeklilik hakkı için mücadelenin, erkeklerin konumunu teşvik edeceği, bu tür talepler yerine kadınların istihdama daha fazla katılmalarının önünü açacak bir çizgi izlemek.

Tartışmalarda şu konular öne çıktı:

Bakım emeğinin altını çizerek, bunun ücretlendirilemeyeceğini vurgulamalı; erken emekliliği savunmalıyız. Bir tür vatandaşlık hakkını savunmak gibi, feminist taleplerimizle destekleyebiliriz.

Hem ev içi emeği ücretlendirilmeli, hem sonrası için emeklilik hakkı olmalı.

Ev kadınlarına emeklilik hakkının bir yandan ev içi emeği ücretlendirdiğini söylüyoruz ama birçok kadın için ev kadınlığı statülü bir durum.

Ev emeğinin ücretlendirilmesini feminist bir söylem olarak savunmuyoruz. Ev emeğinin ücretlendirilmesi ile emeklilik aynı yere işaret ediyor.

Emeklilik kadınların dışarı çıkmasını teşvik edebilir. Ev emeğinin ücretlendirilmesi tartışmasının aksine kadını ev içinde kalıcılaştıran bir durum değil.

Ev içi emeğin görünür olmasını emeklilik üzerinden tartışamayız. Ev içi emeği görünür hale getirmek için ücretlendirmek gerekli midir? Ev kadınlarının eşleri sosyal güvenceli ise kadınların çalışması açısından zorlayıcı bir şey olmuyor. Ev içi emeğin görünür olması için başka bir şey olmalı. Örneğin çalışma saatleri az olmalı, erken emeklilik olmalı. Ancak pratikte babadan maaş almak için boşanma oluyorsa, emeklilik hakkı için evliliği sürdürmek bile olabilir. Ya da kadınlara emeklilik hakkı talep ettiğimizde, babalık hakkının kötüye kullanılması gibi ters bir etki yaratır mı?

Hem evde hem ücretli çalışan kadınlar için emeklilik yaşını erkene çekmek gerek. Kadınların alacağı paranın daha fazla olması gerekir.

Bir önemli konu da “işsizlik sigortası”. Kadın çalışmak isteyip iş bulamadığında işsizlik sigortası almalı.

Emeklilik hakkı gibi taleplere, “geçiş dönemi talepleri” olarak bakmak gerekiyor. Patriyarkal kapitalizmi aşındıran talepler de gerekiyor. İş yerinde kota, mesleki eğitim vb talep ettiğimizde bunun için önlemler almış oluyoruz. Yani tek başına bir şeyi savunmuyoruz. Kotaları, yıpranma payını; babadan, kocadan ayrı bağımsız sağlık ve güvenlik hakkını savunuyoruz. Tüm talepleri birden savunarak riskleri giderebiliriz.

Tüm kadınların emeklilik hakkı önemli. Birinin bakımını üstlenmediği için emeklilik hakkı olmaması düşünülemez. Tüm kadınlar mutlak biçimde emeklilik hakkına sahip olmalı. Bakım emeği harcıyorsa bu arttırılabilir.

Kadınlara emeklilik hakkı anlamlı olsa da, “Erkeklerden Alacaklıyız!” kampanyası çerçevesine oturtulması zor. Çünkü bu işleri eşit paylaşmayı istiyoruz. Ev içindeki hiyerarşiye karşıyız. Emeklilik hakkı ile var olanı kabul edip bir talepte bulunuyoruz. Ancak tek başına bu talep yeterli değil. Ev kadınlarının emeklilik hakkı, ev işlerini daha fazla görünür kılacak. Bizim farkımız bundan sonrasını söylemek. Bu nedenle bu işler için bir süre koymak gerek. Ör: kreşler açılana kadar, bakım emeği sosyalleşene kadar vb…

Patriyarkayı aşındıran taleplerle, kadınları bireysel olarak güçlendiren talepler sık sık birbirine karışıyor. Ör: İngiltere’de yalnız annelere çocuk parası veriliyor. Ama bu kadınlar partnerleri ile yaşayabiliyor. Bir de adamlar çalışmayıp, bundan nemalanabiliyor. Bizim taleplerimiz kadınların boşanmasını, erkeklerin ev işi yapmasını desteklemeli. Diğer yandan, amacımız bu işleri cinsiyetsiz kılmak. Erkeklerin zaten görevi. Bunu teşvik etmek gereksiz. Diğer yandan, “erkeklerden alacaklıyız” derken, erkeklerin teşviki anlamsız kalıyor.

Diğer bir açıdan, emeklilik dediğimizde kadınlar ev işlerinden aslında emekli olmuyorlar. Bu, kötünün iyisi gibi bir çözüm oluyor.

Kadınlar çocuk nedeniyle çalışamadıkları zamanı devlete iki yıl borçlanıyor. Oysa, bu iki yıl doğrudan emekliliklerine sayılabilir.

3200 iş günü prim ödeyince erken emekli oluyorsun. Bu dokuz yıllık evlilik demek. Devlet bunu ön koşul isterse, “3200 gün hasta bakacaksın!” derse, ne diyeceğiz? Örneğin, kadın boşanma isterse de, bunu gözeterek evliliğini sürdürebilir. Boşanmış veya tek başına kendine bakan kadın için ne olacak?

Esas amacımız ev içi emeği görünür kılmak ise, evde çalışan kadınlara emeklilik hakkı istemek doğru değil. Bu nedenle, ücretli emeğe erken emeklilik daha doğru. Evde çalışan ve çocuk bakan erkeklere de emeklilik verilebilir.

Kadınları istihdama yönelten önerileri desteklemeliyiz. İşkur eğitim versin, kadınlar 09.00-18.00 işlerde güvenceli istihdam edilsin. Ev kadınlarının istihdamını teşvik etmeliyiz. “Ev kadınlarına tam zamanlı istihdam” sloganımız olmalı.

Önümüzdeki dönemde AKP’nin istihdam politikaları ağırlık kazanacaksa, ev kadınlarına emeklilik AKP tarafından benimsenebilir. Bu durumda emeklilik hakkı, aileyi de destekleyen bir talebe dönüşebilir. Mutlaka istihdam politikalarıyla birlikte düşünülmeli.

Tüm kadınlara sosyal güvence isteyebiliriz: Yük arttıkça yıpranma payı isteyebiliriz. Kadın istihdamının zorluklarına karşı kadın kotası, işveren için prim indirimi gibi önlemler istenebilir.

Kapitalizm koşullarında kadın istihdamı o kadar geçişken ki, bugün çalışıyor yarın işsiz. Sürekli ev işi yapıyor, ev eksenli çalışıyor. İstihdam piyasasının hangi güçlerle belirlendiğini biliyoruz. Kadın istihdamı nasıl belirlenecek? Biz çubuğu kadınları bireysel olarak güçlendirecek taleplere bükmemeliyiz.

Sonuç

“Erkeklerden Alacaklıyız” kampanyasının, “esneklik”, “emeklilik” ve “kreş” başlıklı taleplerimizi birbirinden ayırmadan, bütünlüklü bir biçimde yürütmek konusunda genel eğilim oluştu. Esneklik konusunda ciddi fikir ayrılıkları yaşanmazken, özellikle kreş ve emeklilik konularında farklı görüşler tartışıldı. Ev kadınlarını ev içi emek yükünden kurtarmak için emeklilik talebinin tek başına ele alınmaması ya da hiçbir şekilde “emeklilik hakkı” adı altında ele alınmaması konuşuldu. Emeklilik hakkının ev emeğine ücret talebi ile benzerliği vurgulandı. Kreş yerine feminist bakış açısıyla çocuk bakımı üzerinden taleplerimizi şekillendirmemiz gerektiği tartışıldı.

Birkaç somut öneri getirildi:

• Kadınlara maaş ve sosyal güvencede pozitif ayrımcılık,

• 18 yaşını bitirmiş olan ve işe girmek isteyen tüm kadınlar için işsizlik sigortası sağlanması ve en az bir yıl aylık ödenmesi,

• Boşanmak isteyen kadınlara, boşanma müracaatından itibaren 2 yıl koşulsuz aylık ödenmesi ve işe girmek istediği andan itibaren en az 1 yıl süreyle her ay işsizlik sigortası ödenmesi,

• Ücretli ve ücretsiz çalışan tüm kadınlara 50 yaşında emeklilik hakkı

Getirilen somut öneriler farklı açılardan tartışıldı, yeniden formüle edilmeye çalışıldı. İstihdamı tek başına öne çıkartmanın sakıncalarına değinilirken, pozitif ayrımcılığın önemini konuşuldu.

Tüm tartışmaların ardından Kadın Emeği Grubunun;

1) Kampta yapılan tartışmaları toparlamasına,

2) Ekim ayında illerin de katılımının sağlanacağı genel bir toplantı organize etmesine

3) Böylelikle, kampanyanın önümüzdeki yıl nasıl şekilleneceğinin detaylandırılmasına karar verildi.

Hükümetin Kadınlara Vaadi: Daha Fazla Güvencesizlik Ve Esnek Çalışma

Temmuz ayında hükümet yetkililerinin kıdem tazminatı hakkındaki açıklamaları gündemi epeyce meşgul ettikten sonra tartışmalar sönümlendi. Ancak hükümet sendikalarla pazarlık halinde ve önlerinde sendikalar yasasıyla birlikte Ulusal İstihdam Stratejisi (UİS) Belgesi var. Sendikalar ya da odalarca temsil edilelim ya da edilmeyelim, hepimizi etkileyecek düzenlemeler hayata geçiriliyor. Devamını Oku…

Kadın Emeği Politikalarımızda Geçen Yıl

Dergimiz Feminist Politika’nın ikinci sayısında “ücretli-ücretsiz emek kıskacı” diye adlandırdığımız ve kadınların ev içindeki karşılıksız emeğinin belirlediği koşullarda ücretli emek gücüne katılımı ve ücretli emek gücüne katılımının da ev içindeki karşılıksız emeği nasıl etkilediği/hangi koşullarda yeniden şekillendirdiği tartışmasıyla, kadın emeği politikasına bütünlüklü bir giriş yaptık.

Devamını Oku…

Yaşamak İçin Erkek Şart!

Mutfak Cadıları Eylül 2011

“11 senedir önüme ne iş çıktıysa yaptım… Üniversite mezunu insan gittim merdiven sildim, geceli gündüzlü konfeksiyona gittim, evde boncuk işi yaptım, el işi şallar yaptım, tülbentler ördüm. Boş geçiremezdim çünkü ev benden ekmek bekliyordu… Bir türlü sigortalı iş bulamadım, hep böyle yarım günlük, ev temizliği… Evlenmeden önce muhasebeci olarak şirkette çalıştım ama ne zaman evlendim, kocam çalıştırmadı, o zaman çalışsaydım böyle muhtaç olmazdım, kendisinin doğru dürüst düzenli bir işi de yoktu…” (Kadın, 42 yaş, eşi vefat etmiş, İstanbul)

Devamını Oku…

SFK 4. Kamp (19 – 21 Ağustos 2011)

ilgaz1Sosyalist Feminist Kolektif’in 4. kampını geride bıraktık. 4. Kampımızı 19-20-21 Ağustos’ta Ilgaz’da gerçekleştirdik. 2008 yılı Ağustos ayında yaptığımız ilk kampımız sonrasında Kasım 2008’de SFK’nın kuruluşunu kamuoyuna ilan etmiştik. O yıldan beri her yıl Ağustos ayında kamp yapmak bizim için gelenekselleşti.

SFK’nın 4. kampına altısı çocuk 95 kadın katıldı. İstanbul 54, Ankara 20, Adana 11, Eskişehir 1, İzmir 3, Muğla 1 kişiyle kampa katıldı. Kampımıza katılanlar arasında İstanbul, Ankara ve İzmir’den toplam 7 SFK dostu vardı. SFK 4. kampında değişik illerden SFK’lilerle kaynaştık. Sadece tartışmadık, güldük, eğlendik de…

Devamını Oku…

Söyleşi: ‘Erkeklerden Alacaklıyız Kampanyası’

Ağustos 2011 (Ekmek ve Özgürlük Sayı 10)

E&Ö: Erkeklerden alacaklıyız kampanyası ile başlayalım. Nasıl doğdu bu fikir? Kastedilen nedir? Kadınlar nasıl tahsil edecekler alacaklarını?

Gülnur: O zor iş, onun cevabı henüz yok.

“Erkeklerden alacaklıyız” nasıl doğdu? Sosyal politika konusunda ‘feminist açıdan sosyal politikaya nasıl yaklaşırız, feminist sosyal hak talepleri nasıl geliştirilebilir’ diye tartışırken şöyle bir şey çıktı: Sosyal politika genel olarak kadınlarla erkekler arasındaki çelişkileri, çıkar çatışmasını bir biçimde yumuşatmaya ya da arada tampon oluşturmaya yönelik politikalar demeti aslında. Nasıl ki emekle sermaye arasındaki ilişkide de sosyal politika devletin araya girmesiyle ve işçi sınıfına bir takım destekler sunmasıyla işçi sınıfının sermayeyle yüzmesini biraz erteleyen, çelişkiyi biraz yumuşatan bir politikaysa aynı şey kadınlar ve erkekler için de geçerli. Yani örneğin bugün AB ülkelerindeki aile ve iş yaşamı uyumlulaştırma politikalarına baktığımızda -bir tür sosyal politika örneği olarak- orada da esas murat edilen ev içindeki cinsiyetçi işbölümünü çok fazla zorlamadan (çünkü zorlayamıyor da, erkeklerin direnci o kadar yüksek ki bu konuda) kadınların istihdama katılmasını sağlamak. Bunu da kadınla erkeğin ev içinde çatışmasını bir biçimde erteleyerek yapıyor. Yani, kadınları esnek çalışmaya teşvik ederek, erkeklere ebeveyn izni vererek, kadınların dışarıdaki ücretli çalışma koşullarını öyle düzenleyerek ki kadın yine evde emek harcayabilsin… Böyle bir genel yaklaşım sosyal politika. İşte bunları tartışırken, şöyle düşündük: Bir yandan biz sosyal politikanın bu tampon oluşturma işlevini biliyoruz ama bir yandan da vazgeçemeyiz. Sosyal hak taleplerini bir tarafa atamayız. Erkeklerden alacaklıyız en başta “biz bir takım sosyal hak talepleri geliştirirken bu alacağımızı unutmuyoruz” fikrinden doğdu. Biraz daha açayım: sosyal hak taleplerini sonuç olarak kime hitaben geliştirildiği belli: ya devlet ya da sermaye. Ancak cinsiyetçi iş bölümü çerçevesi içinde düşünecek olursak, erkekler, her sınıfın kendi erkekleri, bu taleplerden bir biçimde muaf oluyor. Örneğin, devlet, kadınlara annelik ödeneği vererek, erkeğin harcamadığı emeği/zamanı kadınlara nakit olarak vermiş oluyor. Kadın, hakkı olan, harcadığı emek zamanını erkekten almamış oluyor. Paylaşımcı bir düzen olsaydı, kadının ve erkeğin yarı yarıya paylaşacağı bu iş yerine devlet araya giriyor. Erkeğin vermesi gereken emek zamanının karşılığını para olarak veriyor. Bu sadece şematik bir örnekti.

Bu “alacaklıyız” fikri böyle doğdu. Biz kadınları güçlendirecek, kadınların ücretli emeğe katılımını mümkün kılacak ve ev içinde, aile ilişkileri içinde güçlenerek, gerektiğinde boşanma talep edecek hale gelebilmelerini mümkün kılacak hak talepleri de geliştiriyoruz. Ama son tahlilde bütün bunlar kendi başlarına kadınların kurtuluşunu getirecek şeyler değil. Bunun esas kilit noktası, cinsiyetçi iş bölümünün ortadan kalkması, diye düşünüyoruz. İşte bu yüzden de erkeklerden alacaklıyız, broşürünün ilk bölümünde, tamamen bu cinsiyetçi iş bölümünü alt-üst etme yönelik bir dizi (talep değil) dayatma sıraladık: Biz gazete okurken erkekler çocukların yemeklerini versin; okuldan onlar alsın çocukları; kursa onlar götürsün; hastayken işten izin alıp onlar baksın gibi… Erkeklerden borcumuzu tahsil edene kadar, bu işleri biz yapmayalım onlar yapsın anlamında, bir isyan manifestosu oldu ilk bölüm.

İkinci ve üçüncü bölümler ise sosyal hak talebi olarak nitelendirilebilecek şeyler. İkinci bölümü sermayeye, üçüncü ise devlete yönelik talepler. SFK (sosyalist feminist kolektif) olarak bizim tahlilimizde kadın emeği, temel bir yer tutuyor. Ücretli ve ücretsiz kadın emeğinin, kadınların harcadığı iki emek türünün, onları bir çıkmaza ya da kıskaca soktuğunu tahlil ediyoruz. Dolayısıyla da, bu kıskacın gevşetilmesi ya da kıskacı gevşetecek talepler geliştirmek, bizim politikamızın ana eksenlerinden birini oluşturuyor. Bu yüzden de “erkeklerden alacaklıyız”, uzun vadede yapacağımız işlerin bir nevi üst başlığı. Şimdilik oldukça kısmi şeyler geliştirebildik. Dediğim gibi kadını evde güçlendirecek ev kadınlarına emeklilik hakkı, karşılıksız ev emeğinin karşılığı olarak hesaplanacak nafaka türünden talepler; kadını ücretli iş gücüne dâhil edebilecek, kreş ve her türden kamusal bakım hizmeti, iş gücü piyasasında kota, pozitif ayrımcılık, meslek içi eğitimde kota ya da iş gücü piyasasında eşdeğer işe eşit ücret gibi talepler… Bunlar sonuçta bizim altüst etmek istediğimiz iş bölümüne doğrudan değen şeyler değil. O tahsilâtı nasıl sağlayacağımızı daha henüz çözmedik, bunu geliştirmek önümüzdeki yılların işi diye düşünüyorum.

E&Ö: “Erkeklerden alacaklıyız”, içinde sadece hayata dokunan bir isyan barındırmıyor, aynı zamanda diğer feminist örgütlerin politikalarıyla SFK’nınki arasındaki farkı da ortaya koyuyor gibi… Kadınlara söylenen sözler mi var burada aslında?

Gülnur: Sermayeden ve devletten de “alacaklıyız” diyor broşür, ama biz sonradan aramızda tartıştık, o bölümleri “talep ediyoruz” diye değiştirdik. Çünkü alacaklı olmak, çok uzun vadeli ve çok kökten bir şey ifade ediyor. Halbuki burada devlete ve sermayeye yönelik olarak, bir biçimde klasik anlamda sosyal hak talepleri ileri sürüyoruz. Hatta bu yüzden İngilizce versiyonunda bunu değiştirdik. Çünkü alacaklı olacaksak eğer, sermayeden çok daha fazla şey alacaklıyız.

E&Ö: Alacaklıyız bana tarihsel bir şey de çağrıştırıyor.

Gülnur: Aynı zamanda çok uzun geleceğe yönelik de bir şey. Bu bağlamda bizim özellikle üzerinde durduğumuz, vurgulamaya çalıştığımız şey, ‘her ne pahasına olursa olsun, kadın istihdam edilsin’ fikrinde olmadığımız. Şimdi tabii bu işsizlik ve kriz koşullarında kadın-erkek çalışanlara ne dayatsalar, ne esneklik ve güvencesizlik dayatsalar kabul ediliyor. Ama biz bu alanda feminist politika yaparken, kadınların esnek ve güvencesiz koşullarda çalışmaya sürülüşünü ifşa etmek istiyoruz. Buna karşı çıkıyoruz. Bu tabii sosyal politika alanına tam girmiyor ama istihdam konusunda hep bu kaydı getirerek bazı taleplerde bulunuyoruz. Bunun yanı sıra belki bizi başka açıdan ayrıştıran bir şey, eşitlik perspektifi. Mesela kadın emeği konusunda en yaygın olarak politika üreten KEİG (Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi); Onların, genel olarak oldukça eşitlikçi hatta biraz soyut eşitlikçi bir perspektifleri var. Örneğin ebeveyn izni istiyorlar, oysa biz devredilemez babalık izni istiyoruz. Özellikle devredilemez şartını getiriyoruz ki babalar bu izni kullanmak zorunda kalsınlar. Biz kota, pozitif ayrımcılık istiyoruz. Genel olarak onlar bugünün AB politikalarında ana-akımlaştırma perspektifinde yaygın olan ‘fırsat eşitliği’ çerçevesinde talepler dile getiriyorlar. Erkeklerden alacaklıyız broşürünün son iki bölümünde biz, biraz daha pozitif ayrımcı, durum eşitliğine yol açabilecek, soyut eşitliği aşan, kadınlar için pozitif ayrımcı talepler geliştirmeye çalışıyoruz. Mesela, evli ya da değil birlikte yaşadığımız erkekler için harcadığımız emek karşılığında 50 yaşında emekli olmak istiyoruz. Bu ev kadınlarına emeklilik hakkı talebi, soyut eşitlikçi çerçevenin ileri sürdüğü bir şey değil. Kadınlara iş arayıp bulamadığında süresiz işsizlik ödeneği istiyoruz. Beceri kurslarında kadınlar için kota istiyoruz, özellikte teknik işler için. Çifte mesai yaptığımız için, erken emeklilik hakkı istiyoruz. Erken emeklilik, bu ana akımlaştırma çerçevesinin bir parçası olarak, bütün Avrupa’da da Türkiye’de de kaldırıldı. Hatta bu, kadınlar için ileri bir hak gibi sunulabiliyor. Eşitlik perspektifi daha öne çıktı, himayeci, paternalist politikalar ortadan kalktı deniyor. Oysa kadınlardan yana bazı koruyucu politikaları savunmak zorundayız. İstihdam alanında da aynı şeyler oluyor. Kadınlar için bir sürü iş ağır iş tanımından çıkınca kadınlar oralarda soyut eşitlik koşullarında var olmak durumunda kalıyorlar. Bu şu demek oluyor: Bazı iş kollarında gece mesaisi kadınlar için yokken bunun yolu açılıyor.

Bütün bunlar eşitlik ve ilerleme gibi görünen ve genel geçer ideolojide öyle sunulan şeyler. Ama mevcut koşullarda biz kadınlar için kimi koruyucu hakların gerekli olduğunu düşünüyorum. Ayrıca işçi sınıfı için de. Çeşitli mücadelelerle kazanılmış bu haklar. Tabii buna karşı bir tehdit ileri sürüyorlar: Kadınlar için koruyucu haklar söz konusu olursa, kadınlar daha az istihdam edilir, daha az işe alınır deniyor. Kreş isterseniz bakın almazlar işe gibi. Biz de buna karşılık, şöyle diyoruz: Bu hakkımızı da istiyoruz; kota da istiyoruz. Kota olunca işe almak zorunda kalacaklar zaten

E&Ö: Emek üzerinden bir takım cinsiyetlendirilmiş sosyal hak talepleri gündeme gelince, şöyle bir soru aklıma geldi. Feministlerin bağımsız politika yapması gerektiğini düşünmekle birlikte karma örgütlerle ya da sendikalarla örneğin işbirliği olabilir mi? eğer “erkeklerden alacaklıyız” bir kampanyaya evrilecekse böyle bir ortak çalışmaya dönüştürülebilir mi?

Gülnur: Sendikalı ve sendikacı kadınlarla ortak işler yapabilmeyi bu bağlamda çok önemsiyoruz. Buna önümüzdeki dönemde çaba göstereceğiz. Cinsiyetlendirilmiş politikalara duyarlı olan sendikalı/sendikacı kadınlarla bir araya gelip, sendikalar kanalıyla bu taleplerimizi duyurmaya çalışacağız. Sendikalarda kabul görüp yaygınlaşırsa bu talepler, gerçek sahiplerini bulacak diye düşünüyorum.

E&Ö: Nasıl yapılabilir?

Gülnur: Yani mesela sendikalarda sadece ücretli çalışan kadınların değil de ev kadınlarının da bazı hakları birlikte savunulursa, mesela ‘ev emeğinin karşılığının tazmin edilmesi gerekir’ gibi bir perspektif benimsenirse, bu çok büyük bir adım olur. Çünkü hem ücretli çalışan kadınlar hem tam zamanlı ev kadınları için ev emeğinin karşılığında bir şeyler istiyoruz. Ev emeğini ücrete bağlamak istemiyoruz, çünkü onun ev kadınlığını bir kimlik olarak sabitleştireceğini, kalıcılaştıracağını düşünüyoruz. Ama şunu diyoruz: Çift işte çalışıyoruz, çifte mesai yapıyoruz, dolayısıyla erken emeklilik istiyoruz, yıpranma payı istiyoruz;  bunun yanı sıra ev kadınları için emeklilik istiyoruz. Bu iki talebi aynı anda ileri sürünce ev kadınlığını kimlik olarak ayırmamış oluyoruz. Doğrudan her kadının harcadığı karşılıksız ev emeğine yönelmiş oluyoruz. Dolayısıyla sendikalara bu paketin gitmesi, sendikaların bilincine bir kimlik olarak ev kadınlığının himaye edilmesi değil de, ev emeğinin tazmin edilmesi gereken bir emek olarak taşınması bence çok önemli olur.

E&Ö: Tabii sendikaların şu anki yapısı için biraz ütopik görünüyor…

Gülnur: Bir iki sendikayla, sendikalarda çalışan bize yakın az sayıda kadınla toplantılar yaparız, orada tartışırız. Taleplerimizi açıklamaya, ete kemiğe büründürmeye çalışırız. Tabii ki onların da alandan bize katacakları çok şey var.

E&Ö: Sosyalistler kriz koşullarında sınıfsal çatışmanın yükseleceği öngörüsünde bulunuyorlar ya da bunu temenni ediyorlar. Aynı şekilde, mevcut cinsiyetler arası çatışmanın da şiddetleneceğini ve kadın mücadelesinin yükseleceğini varsayabilir miyiz? Kriz kadının yükünü ağırlaştırıyor; yoksulluk kadını eve mahkûm ediyor, yalıtıyor ve güçsüzleştiriyor. Buradan “kadına yönelik şiddet”in artışına gelmek istiyorum: Kimi feministlerin şiddeti, kadınları disipline etmenin; daha düşük ücrete, güvencesizliğe ya da ev içi emeğe razı etmenin bir yöntemi olarak çözümlemelerine ne diyorsunuz?

Gülnur: Bu şiddetin Türkiye’de ve bütün dünyada arttığı kesin. Tabii ki daha görünür hale de geldi ama bir yandan reel olarak arttı da. Türkiye’de bunun için iki tane çok esaslı, deyim yerindeyse, “baba” neden var. Birincisi, militarizm ve savaş. İkincisi de kriz ve yoksulluk. Elbette patriyarkal şiddet, yani kadınlara yönelik erkek şiddeti savaşın ya da krizin olmadığı durumlarda da var. O, zaten o ilişkinin kendi içinde olan bir şey. Ama artış kesinlikle bu iki koşula da bağlı.

Ücretli emek-ücretsiz emek kıskacı kriz koşullarında kadınları daha çok eve gönderiyor. Sermaye örgütleri kadınlara yoksullukla baş etmek için yöntemler öneriyor; ne kadar maharetli olunabilir, ev işlerinde ne kadar ekonomi yapılır vb. Kadının zaten nefes alacak hali kalmıyor. Açıkçası bunu ben kapatmak üzere kullanılan bir şiddet diye yorumlamazdım. Ama krizin getirdiği çelişkilerin artması şiddeti de artırıyor. Yani neler oluyor? Kredi kartı borcu birikiyor, evde hiçbir şey yolunda gitmiyor, kadın ayrılmak istiyor. Zaten feci yük altında. Ama ne oluyor? Ayrılmak istediğinde kadına “ayrılamazsın” deniyor. Kadının ayrılma hakkı yok. Çünkü kadın o erkeğin malı. Ayrılma talebi öldürme nedeni oluyor. Ya da erkek çok bunalıyor, cinnet geçiriyor. Üçüncü sayfa haberleri bunlarla dolu. Peki erkek sinirini öfkesini neden hep kadın öldürerek çıkarıyor?

E&Ö: Neden patrondan çıkarmıyor da kadından çıkarıyor?

Gülnur: Çünkü bunun sağlam bir altyapısı var; patriyarkal ilişkiler var. Dolayısıyla, savaşın yanı sıra kriz de çok ama çok arttırıyor şiddeti. Kadından o kadar çok şey beklenince ne oluyor? Tabii kadın bunlara yetişemiyor. O zaman, “bir tabak sıcak yemek çıkarmadı bana” oluyor.  O zaman vur abalıya. O yüzden de krizin kadınlarla erkekler arasındaki mücadeleyi [ilerlettiğini] ve kadınların kurtuluş koşullarını yakınlaştırdığını hiç görmüyorum. Tam tersine, kadınları iyice güçsüzleştiriyor, sindiriyor, geriletiyor. Hiçbir şekilde bunda bir umut görmüyorum. Sonuçta kadın haklarının en ilerlediği dönem Batı’da sosyal devletin geliştiği, kapitalizmin görece “refah” dağıtabildiği dönemdi. Ama artık yapamıyor bunu ve kadınların koşulları daha da kötüleşiyor.

E&Ö: İşçi sınıfının mücadelesiyle kadınların mücadelesi her zaman olmasa da çoğu zaman paralel gidiyor diyebilir miyiz?

Gülnur: Aradaki sosyal devlet dolayımı önemli hakikaten. İşsizlik ödeneği yüksekse, nafakalar yüksekse, çocuk yardımı yüksekse, sosyal hizmetler gelişkinse -yaşlılar için ve çocuklar için… Benim hatırladığım Thatcher’ın ilk marifeti okullarda öğle yemeğinin ve sütün kaldırılması olmuştu. Ücretli çalışan kadınlar için müthiş bir şeydi. Çocuklar ya eve geliyor ya o yemek hazırlanıp yanına veriliyor. Dolayısıyla sosyal hakların ve hizmetlerin budanmasıyla doğrudan ilgili tabii.

E&Ö: söylediklerinizden hareketle sosyal hakların budanması kadının ev içindeki karşılığı ödenmeyen emeğini, iş yerindeki ücretli emeğine ikame etmesini bir yandan hızlandırıyor, diğer yandan da giderek güçsüzleşmelerini, dolayısıyla şiddete açık bir hale gelmelerini de sağlıyor. Aynı zamanda yaygın işsizlik koşulları altında kadınların esnek çalışma koşullarını, güvencesizliğe rağmen, tercih etmelerinin de önünü açıyor. Bunların yanı sıra bazı istatistiklerce de kadın istihdamı artıyor. Bu dinamikleri bir arada düşündüğümüzde kadın istihdamı gerçekte artıyor mu?

Gülnur: Bana kalırsa farklı dönemlerde farklı mekanizmalar işliyor, bir de farklı ülkelerde farklı işliyor, diye düşünüyorum. Mesela Türkiye’de erkek işsizliği o kadar yüksek ki şu anda… Erkeklerin kabul etmeyeceği, gönül indirmeyeceği işleri ve ücret düzeylerini, güvencesiz koşulları kadınlara dayatabilirler, diye düşünmüyorum. Erkekler her şeye razı çünkü… O kadar kötü ki durum. [Örneğin] emek yoğun sanayileri Kürt illerine taşıma projeleri var gibi görünüyor; bir yandan da orda kadınlara çeşitli kurslar veriliyor. Fakat bu, kadınların emek yoğun sanayilerde istihdam edileceği anlamına gelir mi, diye tartışıyorduk geçenlerde. Orada kadınlara sıra geleceğini düşünmüyorum ben. Erkekler o koşullara razı olacaklardır. O yüzden şu anda bizde bu akışkanlık olmayacak kadar durum tıkanık gibi geliyor bana. Erkek işsizliği ve yoksulluk koşulları, kadınları bir yandan evde, mutfakta çeşitli “mucizeler yaratarak” evin geçimini, ailenin yaşamının idamesini bir biçimde sağlamak; öte yandan yaygın olarak ev eksenli ve enformel, kayıt dışı işlerde çalışarak evin gelirini artırmak zorunda bırakıyor.

E&Ö: Kadının evde olması galiba şu ara kapitalistlerin de daha çok işine geliyor değil mi? Ek ödenekleri azalıyor. Maliyet unsuru (kreş vb.) diye bakacak olursak?

Gülnur: Zaten bu ek ödenekler gündeme geldiğinde de hemen “işe almayız” tehdidini savuruyorlar

E&Ö : “Erkeklerden alacaklıyız” başlığına geri dönecek olursak, bundan sonraki aşamalar neler?

Gülnur: Neler yapılabilir? Bu yaz geçtikten sonra, demin konuştuğumuz gibi sendikalı/sendikacı kadınlarla bir işbirliği arayışı olacak. Bir de bizim, demin de sözünü ettiğimiz gibi, bu talepleri ilerletmemiz gerekiyor. Gerçekten de kafa yorup erkeklerden bu alacağı tahsil etmenin yolu üzerine de yoğunlaşmak… Bu hemen olacak bir şey olduğu için değil de, böyle bir perspektifi oluşturabilmek için uğraşacağız. Bir yandan ortaklaştırmak bu sözü, bir yandan da radikalleştirmek, daha derinleştirmek denebilir.

E&Ö: Peki Mutfak Cadıları bülteni?

Gülnur: Orada müthiş bir bilgi biriktirdik. Aylık bültenimiz; hem elektronik olarak hem de basılı olarak çıkıyor. Mutfak Cadıları’nda kriz, istihdam, kadın istihdamı vs. konularında çok bilgi biriktirdik. Bir yandan o kanaldan da bu -ne diyelim?- sosyal politika perspektifinin altyapısını oluşturuyoruz.

E&Ö: Biz de çok seviyoruz Mutfak Cadılarını. Kısa, çarpıcı, on ikiden vurarak gidiyor. Siz, “bilgi biriktirdik” deyince o militan halini kaybedebilir mi diye bir an korktum.

Gülnur: Bu anlamda bilgi biriktirmekten söz ediyorum tamamen. Militan ve somut. O somut bilgiyi biriktirmek önemli, diğeri kolay.

E&Ö : Zaman ayırıp sorularımızı yanıtladığınız için çok teşekkür ederiz.

Feminist Politika Sayı 12/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 12

7 DOSYA: Erkek Şiddeti

4 Sendikal hareket hep tek özneli mi? / Banu Paker-Nacide Berber
7 DOSYA: Erkek Şiddeti
8 Yeni muhafazakârlık ve kadın cinayetleri / Yasemin ÖzgünDeniz Ulusoy
12 Şiddetin cinsiyeti / Fatoş Hacıvelioğlu
13 Ekonomik şiddet hukuk yoluyla arttırılıyor / Funda Ekin
14 Erkek şiddetiyle mücadelede yeni bir adım? / Çiğdem Hacısoftaoğlu
16 Canan Arın: “Ceza hâkimleri erkek egemenliğini korumak istiyorlar” / Sakine Günel
18 Erkek adalet tahrik peşinde / Filiz Karakuş 20 Cinsel şiddetin belleğe etkileri: Nasıl unutulur! Nasıl hatırlanır! / Özge Yenier Duman
22 İskender: Bir aileye yönelik şiddet romanı / Cemre Baytok
24 Psikolojik Şiddet / Hilal Eyüpoğlu
26 Siirt’e gittik… / Şahika Yüksel-Lale Tırtıl
27 Öfkeden taş kesilmek / Yuvarlak masa
30 Farklılıklarımızın nedeni erkeklerin avcı, kadınların toplayıcı olması mı? / Handan Üstündağ
32 Öykü: Düğme deyip geçme! / Tuğba Özay Baki
34 Bellek: ROZA Cinsiyetçiliğe ve ırkçılığa karşı kürt kadın dergisi / Fatma Kayhan
36 Bellek: Yalancının mumu / Saadet Arıkan Özkal
37 Barış diyen seslerimizi çoğaltma zamanı / Barış için kadın girişimi
38 Nasıl feminist oldum? / Gülhan Davarcı
39 Kadınlık halleri: Ocaklardan ırak Şefika / Ebru Sorgun
40 Keşke yan yana oturabilsek… / Başak Günsever
41 Kitap: “Biz bir orduya kafa tuttuk arkadaş” / Hülya Üstün
42 Kitap: Umut ve direniş:Mamaklı kadınlar / Gönül Işık
43 Kitap: Feminizm kendi arasında / Tuğba Özcan Sanat: Bizbize… / Güneş Terkol-Deniz Ulusoy
44 Türkiye’den haberler
47 Dünyadan haberler
49 Sosyalist Feminist Kollektif 4. kamp sonuçları

Feminist Politika Sayı 11/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 11

DOSYA: Cinsel özgürlük, haz(cılık) ve pornografi

4 O ihtimal esnekliğin cinsiyeti ve kadınların sosyal güvenliği mi dersin? / Müge Yetener
6 Toz bezi değil, sendika… / Emel Coşkun
7 Menopoz bedenin “artık yumurtlamak istemiyorum” demesidir… / Hasbiye Günaçtı
8 Kutsal yuva bize tuzak mı? / Özgür Can
9 Hepimiz “kaltağız” ya da hiç birimiz “kaltak” değiliz / Burcu Şentürk
10 İngiliz Fahişeler Kolektifi ’nden…
11 Feminizmin görülmeyen “emeği” / Deniz Tuna
12 Eşitlik ve bakanlık / Sakine Günel
14 Kadın-erkek eşitliğine inanmayan, cinsiyetçi başbakan istemiyoruz / O. Meriç Eyüboğlu
15 Kadınlar, seçimler, eşitsizlikler, alametler
16 19. Onur haftası / Seçin Tuncel
DOSYA: Cinsel özgürlük, haz(cılık) ve pornografi
18 Feminist cinsel politikanın imkânları ve önündeki tuzaklar / Gülnur Acar Savran
20 Cinsel özgürlük tarihi: Kadınlara ne getirdi, ne götürdü? / Hilal Eyüpoğlu
22 Haz özgürleştirir / Sezen Yalçın 23 Elim elime değse… / Özlem B.
25 Bu beden kimin? / Dilek Şentürk
26 Gebelikte (yok) cinsellik / Dilruba Şerbetçi- Perizat Azâdegil
27 Hayatlarımızla feminizmlerimiz arasındaki o ince çizgi… / Helin Aydeniz
28 Cinsel saldırı mağdurlarının yeniden güçlenmesinde seks tedavilerinin yeri / Şahika Yüksel
30 Yasa-klananlar ve saklananlar (şişe çevirmece oyununda cinsellik) / Selda Ustabaş
32 Eşcins-el (kadın) cinsellik üzerine düşünce ve sorular…
33 Cinselliğimi özgürce yaşamak neydi ki? / Diyar Sezen
34 Nesneleşen bedenler: Pornografi ve imge üretimi / Deniz Ulusoy
37 Feminist fantezi olur mu?
40 Sapkın sevicinin mavi göl fantezisi / Burcu Ersoy
42 Pornografi nin alternatifi mi? Alternatif po rno mu? / Tuğba Özcan
44 Kadın Çevresi kurulurken / Gülser Öztunalı Kayır
48 Zabel / Kayuş Çalıkman
50 Nasıl feminist oldum? / Gönül Korkmaz
51 Kadınlık halleri: Ana kızın kısa tatili / Yasemin Köken
52 “Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla!” / Mehtap Doğan
54 Kitap: Sanat/Cinsiyet: Sanat tarihi ve feminist eleştiri / Gülhan Davarcı
55 Öykü: Şu kapıdan girebilsem / Nurhan
57 Feminizmin sordurduğu sorulardan korkmak niye? / Özlem Kaya
58 Türkiye’den haberler
61 Dünyadan haberler
63 KESK Disiplin Kurulu’nun tacize ilişkin aldığı kararlara kurul üyesi olarak şerhimdir / Semra Altınsoy Kaya
65 Sergüzeşt-i taciz ve KESK’te yaşadıklarımız / KESK Üyesi Kadınlar

Bir Kere Olmadı.. Birkaç Kere Oldu.. Olan Şeyler

Mutfak Cadıları – Ağustos 2011

2003 yılında uygulamaya konan Sağlıkta Dönüşüm Programı neoliberal politikalar ekseninde sağlık alanındaki çalışma düzeninde, ücretlendirme biçimlerinde önemli değişimler yarattı.  Az sayıda kişi ile hizmetlerin yürütülmesi sonucu sağlık çalışanlarının iş yükünün artması yanında taşeronlaştırma, güvencesizleştirme ve performansa dayalı ücretlendirme sistemleri, meslek hastalıkları karşısında korunmasızlık sağlık çalışanlarını köleleştiren uygulamalar olarak yürürlüğe kondu.

Devamını Oku…

Öğrenci Olmak, Çalışan Olmak ve Kadın Olmak

Mutfak Cadıları – Ağustos 2011

Özge YENTÜR

Türkiye’de hem okuyan hem de bir iş yerlerinde yarı zamanlı ya da tam zamanlı çalışan kadın öğrenciler çoğunlukta. Bu kadınlar bir yandan yurt paralarını kazanabilmek bir yandan da okumak zorundalar. İşte bu kadınlardan biri olan İfakat ile yaptığımız ufak röportajda çalışan kadınların ne gibi zorluklar altında olduklarını, kadın oldukları için iş yerinde tacize maruz kaldıklarını bir kez daha gözler önüne sermeye çalıştık.

Devamını Oku…

Asıl Derdiniz Ne Sizin?

Mutfak Cadıları – Ağustos 2011

Toplumu muhafazakârlaştırmak ve aynı doğrultuda kadınları eve kapatmak isteyen bir zihniyetin sesini hemen hemen her gün medyada, günlük hayatımızın içinde yoğun bir şekilde duymaktayız. Bu zihniyet kadına verdiği görev listesinin en başına aileyi ayakta tutma ve nesli yetiştirme sorumluluğunu yerleştiriyor. Niçin? Bu işin cidden zor olduğunun farkındalar mı, yoksa evden çıkıp alanlarını daraltırız diye mi korku duymaktalar?

Devamını Oku…

Ev İşleri ve İdeoloji

Mutfak Cadıları Ağustos 2011

Ne zaman yeni  kadınlarla tanışsam ve konu ne zaman “kadınlar”a gelse kendimi mütemadiyen feminizmi savunurken buluyorum. Bu çok can sıkıcı bir durum. Böyle zamanlarda Wilhelm Reich’ın, “Asıl açıklanması gereken, neden aç insanın çaldığı ya da sömürülen adamın grev yaptığı değil, neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir.” sözü geliyor aklıma ve feminist olmanın değil olmamanın açıklama gerektirdiği zamanları görebilecek miyim diye geçiriyorum içimden. Feminist olmanın gereksiz hale geleceği zamanları ise yalnızca düşleyebiliyorum.

Devamını Oku…

İşyeri Mutfağındaki İş Gerilimi de, Ya Evdeki Ne?

Mutfak Cadıları Temmuz 2011

Mutfak ve servis çalışanlarında iş gerilimi ve nedenlerini irdeleyen bir araştırma yayımlanmış. ***

İş geriliminin önemli sağlık sorunlarına yol açan bir etmen olarak kabulünden yola çıkan çalışmada 77 mutfak çalışanı değerlendirilmiş ve 20’sinde iş gerilimi yüksek bulunmuş.

Devamını Oku…

Sevgilim Yemek Pişiriyor!

Mutfak Cadıları Temmuz 2011

Babam “Şu kızlara yemek pişirmeyi öğret, büyüyünce aç kalacaklar” dediğinde, ciddiye almadığında takındığı tavırla “Hıı” der geçerdi annem. Biraz büyüdüğümde “Yemek pişirmeyi öğrenme, yoksa evlenince hep sen yaparsın” diye kulağıma fısıldamıştı. Boşanınca gerçekten babamın dediği oldu, aç kaldım. Ama yılmadım, güzel yemek pişiren erkeklere aşık oldum. Benim kalbime giden yol, midemden geçiyor anladım. ***

Devamını Oku…

Ev İşçileri ve Özel İstihdam Büroları

Mutfak Cadıları Temmuz 2011

Neo-liberal ekonomi politikalarının etkisiyle hizmet sektörü çalışanlarının sayısı son yıllarda hızla artmıştır. Bu durum, sosyal politikaların formel sektör çalışanları için dahi kısıldığı koşullarda işgücü piyasasına giren orta ve üst sınıf kadın sayısındaki artış ile birleşince gündelikçi, hastabakıcı, bebek bakıcısı gibi neredeyse tamamını kadınların oluşturduğu ev işçilerinin hizmet sektöründeki payı da giderek artmaktadır.

Devamını Oku…

Sanat/Cinsiyet: Sanat Tarihi ve Feminist Eleştiri

sanat-cinsiyet-sanat-tarihi-ve-feminist-eletiriGülhan Davarcı

Ahu Antmen’in editörlüğünü yaptığı Sanat/Cinsiyet: Sa­nat Tarihi ve Feminist Eleş­tiri adlı kitap feministler için bir başucu kitabı olma niteliğinde. Kitap, farklı yazarların makalelerinden oluşuyor. Sanatta ve sanat tarihinde fe­minizmin doğuşundan birinci ve ikinci kuşak feminist sanat eleştirisine, neden hiç büyük kadın sanatçı yoktur sorusundan sanat tarihi kanonu­na, modernliğin ve kadınlığın mekânlarından beden sanatına kadar pek çok konuyu bir arada bulmanın mümkün olduğu bir eser duruyor okuyucunun kar­şısında. Kitabın en çarpıcı tezle­rinden biri “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?” sorusuna Linda Nochlin’in verdiği cevap­ta yatıyor.

Devamını Oku…

Sendikalardaki Erkek Egemen Antidemokratik Yapıya İsyan Ediyoruz…

“Biz kadınlar, sendika temel metinlerinde, tüzük ve programlarında taleplerimizin tanımlanması gerektiğini biliyoruz. Ama ne yazık ki işçierkekler üzerinden örgütlenme politikaları oluşturan sendikalar, işçi kadınların sorunlarını ve taleplerini yok sayıyorlar. Bu durum böyle devam edemez. Sendikalar tek başına erkeklere ait değildir” diyen ‘ Sosyalist Feminist Kolektif’in de destek verdiği ‘Sendikalarda erkek egemenliğine karşı kadın inisiyatifi'”Biz kadınlar olarak algılarını ve kapılarını kadın üyeye ve kadın temsilcilere,kadın yöneticilere kapayan sendikaları artık istemiyoruz. Hazırladığımız sendika tüzük ve program önerimizi kamuoyuna açıklıyor, konfederasyon ve sendikaların tüzük ve program metinlerini ivedilikle değiştirmeleri için çalışmalara başlamalarını istiyoruz” şeklindeki taleplerini kamuoyuyla paylaştı.Devamını Oku…

“Erkeklerden Alacaklıyız” Kampanyası İstanbul Eylem Çağrısı/6 Haziran 2011

Kadınlara davet;

Bugüne kadar, binlerce çocuk doğurduk, besledik, büyüttük, kimse, “yeter!” demedi. “Üç çocuk daha” dediler. Binlerce litre çorba pişirdik, kimse aşçı demedi. “Vazifeniz!”, dediler. Binlerce sökük diktik, kimse terzi demedi. “Çalışmaya devam!” dediler. On binlerce kez, tacize, tecavüze, şiddete uğradık, canımızı kaybettik. Sudan bahaneler ileri sürdüler!

Ev ve bakım işlerine harcadığımız saatlerimizi, günlerimizi, yıllarımızı geri istiyoruz! Hayatımızı geri istiyoruz!

Evet, alacaklıyız! Erkeklerin bize borcu var! Karşılığı ödenmemiş emeklerimiz için alacaklıyız. İster ev dışında çalışalım, ister tam zamanlı ev kadını olalım, bütün ev işlerini ve bakım yükünü üstümüze yıkan erkeklerden alacaklıyız.

“Erkeklerden alacaklıyız” başlığı ile kadınların giderek budanan ve yok edilen sosyal haklarını gündeme getirmek amacıyla; evde, çalışma hayatında ve kamusal alanda cinsiyetçi iş bölümünü değiştirmeye yönelik taleplerimizi dillendireceğ imiz basın açıklamamıza destek ve katılımınızı bekliyoruz

Evlere hapsedilmek değil, hayatımızı istiyoruz, özgürlüğümüzü istiyoruz!

Sosyalist Feminist Kolektif

Tarih : 06 Haziran 2010 Pazar
Yer : Galatasaray Meydanı
Saat :13.00

SFK 2. Takas Pazarı / 4 Haziran 2011

sfk2011takas

Kadınlara Çağrı:

Sosyalist Feminist Kolektif, havaların ısınıp yazlıklarla kışlıkların yer değiştirdiği günlerde kadınlar için hiç para harcamadan ihtiyaçlarını giderebileceği “dayanışma panayırı” nın üçüncüsünü düzenliyor.

Panayıra katılmak isteyenlerin, kullanmadıkları ama başkalarının kullanabileceğini düşündükleri ikinci el kıyafetlerini veya her tür eşyasını 3 Haziran Cuma günü akşam saatlerine kadar temiz, sökükleri dikilmiş ve ütüsüz (kadınların ev icinde harcadiklari karşılıksız emegin onemli bir kısmını ütü işinin aldigini düsünerek, bu yıl ütüsüz diyoruz) halde SFK’ye bırakması; 4Haziran Cumartesi günü de askılardan beğendiklerini alması yeterli.

Katılım için tek koşul, bir kurşunkalem dahi olsa, SFK’ye bir şey bırakmış olmak.

SFK Takas Pazarı
Yer: İstiklal Caddesi, Tel Sokak No: 20 Teras Kat
Tarih: ‎04 Haziran 2011 Cumartesi 13:00

Nasıl Çalışıyoruz?

Mutfak Cadıları Haziran 2011

Birkaç gün önce 2011 yılı Şubat dönemine ait Türkiye genelinde işgücüne katılma oranı açıklandı. Bu oran bir önceki yılın aynı dönemine göre % 48,5 olarak gerçekleşmiş. Bu verileri cinsiyetlendirirsek aynı dönemler için erkeklerde işgücüne katılma oranı % 70,6, kadınlarda ise % 27,2’dir. Yani 100 çalışabilir nitelikte insandan sadece 48’i çalışmak arzusunda ya da çalışıyor. 52 kişi çalışmaktan vazgeçmiş ve 100 çalışmakta ya da çalışma arzusunda olan insandan ise sadece 27’si kadın, geri kalanı erkek.

Devamını Oku…

Güçlenen Aile; Zayıflayan Kadın

Mutfak Cadıları Haziran 2011

Seçimler yaklaşırken iktidar ve ana muhalefet partisi seçim beyannamelerini ve sıra sıra projelerini açıkladılar: iktidar partisinin projelerinin ana eksenini kent yatırımları ile yoksulluğu sürdürülebilir kılma oluştururken, muhalefet daha çok yoksulluk ve işsizlik konusunu odağında tuttu.

Devamını Oku…

Haydi, Kadınlar Okula Temizliğe!

Mutfak Cadıları – Haziran 2011

Kamudaki özelleştirmeler sonucunda, sağlıktan eğitime katkı payı ödediğimiz oranda hizmet alabiliyoruz. Devlet ve hükümetler sosyal harcamaları kısarken bakımın faturasını bize ödetiyor.

Devamını Oku…

Kadınlar Arasında/2010 LGBTT Onur Haftası Kadınları ve Transları

kadinlar_arasinda

2010 LGBTT Onur Haftası Kadınları ve Transları

Kadın kadına cinsellik dediğimizde aklımıza neler gelir? Kafamızda şekillenenlerle ya da dilimizden dökülenlerle, esas olarak deneyimlediklerimiz, birbirinden nasıl farklılaşıyor, neler, ne zaman örtüşüyor, neler değişiyor? Cinselliğin kadınlık ile ilişkisi genellikle erkek imgesinin merkeze alınışıyla beliriyor zihnimizde, hem erkek hem kadın zihinlerimizde… Peki ya bunu kırıp, kadın kadına cinselliği ‘erkeğin olmadığı, erkeksiz’, ve heteroseksüel dünyadan ödünç aktif/pasif gibi tanımlardan kurtararak, onun gerçekte nasıl bir şey olduğunu anlamak için ne yapabiliriz, kendi cinselliğimizin kapısını nasıl aralarız?

Devamı için: http://illetblog.files.wordpress.com/2011/05/kadc4b1nlar-arasc4b1nda.pdf

Feminist Politika Sayı 10/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 10

DOSYA: Toplumsal hareketlerin feminist eleştirisi

4 Söyleşi: O ihtimal evlenmek mi dersin?/ Emel Çoşkun
6 Erkeklerden alacaklı olduğumuzu dillendirmeye devam… / Tuğba Özcan
7 Sansürlesek de mi saklasak, sansürlemesek de mi saklasak?/ Eda Aslı Şeran
8 Pornografi , cinsellik, cinsel özgürlük / Melek Özman
10 Polis kadınları neden arar?/ Bermal Küçük
11 Neye müdahiliz, niye müdahiliz? / Deniz Tuna
13 “Yabancı” benim / Ada Deniz 14 Hukukta ataerkillik ve cinsel politika / Emek Bayrak
15 8 Mart mitinginde neden ol-a-madık…
16 Nasıl feminist oldum? / Firdevs Hoşer
18 Nuryoldaş’a mektuplar 2 – Suskunluğumuz politik (!) / Gülhan Davarcı
DOSYA: Toplumsal hareketlerin feminist eleştirisi
20 Feminizm (yeni) toplumsal hareketlerden biri mi? / Gülnur Acar Savran
22 LGBT aktivizmi ve feminist mücadele / Yeşim Tuba Başaran
24 Ne cinsiyet ne cinsel yönelim / Ayşe Düzkan
26 Anti kapitalist sol, anti kapitalist feminizm: Yeni durumlar, eski sorunlar / Özlem Barın
28 Feminizm, ama nasıl? / Banu Paker
29 Erkek parti yapısı içinde feminizm yaralıdır / Hülya Üstün
30 Sınıfın kadınları, kadınların sınıfı ve feminizm / Necla Akgökçe
32 Kürt kadınların sözlü tarihini okumak… / Zehra İpek
34 Farlılıklarımızla birlikte / Filiz Karakuş
36 Savaşla barış arasındaki bağ: Kadına yönelik erkek şiddeti/ Selin Çağatay
38 Türkiye’de kadın hareketinin demokratikleşmeye etkisi / İlkay Yılmaz
40 Feminizm ve ekolojist hareket / Özlem Barın
41 Mahkeme kapısında feminist olmak / Hülya Osmanağaoğlu
42 Seçim kapıdayken… / O. Meriç Eyüboğlu
44 Yuvarlak masa: Evlilikte “kıyamet” var?
48 “Kadınlarveçocuklar”a feminist merakla yaklaşmak / Ayşe Gül Altınay
50 Öykü: Reklamlar… / Meryem Fehime Oruç
52 Söyleşi: Ateş kadınlara değince / Asena Günal
54 Kadın sineması yetmez, yaşasın feminist sinema! / Deniz Ulusoy
56 Söyleşi: İlk feminist yayınevi: Ayizi / Öznur Subaşı
57 Mutfak Cadıları / Berrin Hatacıkoğlu Tek boyutlu kadın / Nacide Berber
58 Bellek: Kadınlar vardır, kadınlar her yerde… / Nuran Ağan
60 Türkiye’den haberler
64 Dünyadan haberler
66 Hiç şaşırmadık! Cezaevi mektupları

Ebelerin Talepleri Haklı Ama Eksik

Mutfak Cadıları Haziran 2011

5 Mayıs Dünya Ebeler Günü’nde çeşitli illerden gelen ebeler, Ankara Üniversitesi rektörlük binası önünde toplanarak bir yürüyüş gerçekleştirdiler. “Ebeler çoğalsın sezaryen azalsın”, “Ebelik yasası istiyoruz”, “Aile ebesi istiyoruz” yazılı dövizler taşıdılar.

Devamını Oku…

‘Kadınların Davos’u’na eleştiri

Mutfak Cadıları Mayıs 2011

21. Küresel Kadın Zirvesi 5-7 Mayıs tarihleri arasında İstanbul’da yapılacak. Zirveye 1000’in üzerinde iş kadını, politikacı ve sivil toplum örgütlerine mensup kadın katılıyor; hepside bulundukları kurumlarda üst düzey yönetici, yani ‘lider’ konumunda kadınlar. Aralarında Boeing, Intel, IBM, Vodofone, PepsiCo gibi dev şirketlerin üst düzey yöneticileri ile dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen 30’un üzerinde bakan var. Zirvenin amacının bu üst düzey konumlardaki kadınların birbirleriyle tanışarak, iş çevrelerini genişletmek ve bu sayede yeni işbirlikleri kurmak olduğu açıkça belirtiliyor. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Türkiye’deki iş kadınlarının bu çevreye dahil olmasını önemsemiş ve Küresel Kadın Zirvesi Başkanı Irene Natividad’i zirvenin bu yıl Türkiye’de yapılması için ikna etmiş. TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner de Türk pazarına girmek isteyen bu girişimci iş kadınlarına Türkiye ekonomisini anlatacağı ve tavsiyelerde bulunacağı özel bir oturum düzenliyormuş.

Devamını Oku…

Bizi Hiç mi Anlamayacaksınız Ya Hu?

Mutfak Cadıları, Mart – Nisan 2011

Ofis ortamına hapsolmuş milyonlarca kadından bir kısmının sevgilisiyle ya da eşiyle aynı ofiste çalışmak gibi bir derdi oluyor bazen. Kadın erkek arasındaki eşitsizliği dile getirmenin bir nevi  her  daim mızmızlanan insanlar gibi görülmemizi sağladığı bir cehennem burası.Devamını Oku…

CHP’nin Aile Sigortası: Ama Bu Kimin Sigortası?

Mutfak Cadıları Mart – Nisan 2011

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin aile sigortası projesi bir süredir gündemde ve özellikle yoksulluğa ve işsizliğe çare olup olmayacağı üzerinden tartışmalara konu oluyor. CHP Aile Sigortası’nı tanıttığı kitapçığında, aile sigortası programı ile çağdaş bir sosyal güvenlik sisteminin kurulacağını ve bir tür sosyal koruma ağı geliştireceğini iddia ediyor. Ayrıca aile sigortasının, inanç ve köken ayrımı gözetmeksizin her yurttaşı her türlü dışlanmışlıktan korumayı ve yoksulluğu ortadan kaldırmayı hedeflediği belirtiliyor. Bu yazıda aile sigortasının kadınlar için ne anlama geldiğine ve “her yurttaş” olarak ifade edilen bütünün yarısını oluşturan kadınları, iddia edildiği gibi maruz kaldıkları “her türlü dışlanmışlıktan koruma” işlevini yerine getirip getiremeyeceğine bakacağız. ***

Devamını Oku…

Kadınlar ve Sendika Çıkmazı

Mutfak Cadıları Mart – Nisan 2011

Kadınların tarihsel olarak sendikaya üyelikleri konusundaki genel tavrı belirleyen, aileyi asıl geçindirenin erkek olarak görülmesi, kadının çalışmasına geçici gözüyle bakılmasıdır. Sanayi devrimiyle birlikte kadınların kitlesel olarak fabrikalarda çalışmaya başlamasına erkeklerin ciddi muhalefeti olmuştur. Bu muhalefet sendikalara üye olmalarını da engellemiştir. ***

Devamını Oku…

8 Mart Hangi Kadınların Günü…

Mutfak Cadıları Mart – Nisan 2011

25 Mart 1911 Triangle yangınından yüzyıl sonra

8 Mart hangi kadınların günü…

Tarihçesine baktığımızda 8 Mart’ın kadınların mücadele günü haline gelmesinin ilk eylemi olarak Mart 1857’de Tekstil işçisi kadınların yaptığı grevi görüyoruz.

Devamını Oku…

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2011

banu-8mart 623Bugün 8 Mart! Kadınlar Günü’nü kutlayamadığımız bir 8 Mart daha!

Oysa 8 Mart, her yerde, herkesçe kutlanıyor. 8 Mart’ı erkek egemenlerin şiddet ve sömürüsüne karşı mücadele günü olmaktan uzaklaştırmak için ne büyük çaba, 8 Mart’ı feminizmden uzaklaştırmak için ne büyük bir gayret var…

Bizler 8 Martı bin sekiz yüzlü yıllarda işçi kadınların çalışma saatlerinin azaltılması ve daha iyi çalışma koşulları için ölümüne verdikleri mücadeleden devraldığımızı unutmadığımız gibi, kadının sırtından sopa eksik olmaz diyen Mustafa’lara karşı mücadele edenlerden devraldığımızı da, dosta düşmana karşı bir kez daha tekrarlıyoruz.

Bizler bugün burada emeğine el konulanlarla, evde köle işte düşük ücrete mahkûm edilenlerle, fabrikada genelevde evde nerde olursa olsun sömürülenlerle, baba, koca, erkek dayağına katlanmak zorunda kalanlarla, “namus” cinayetlerinde katledilenlerle, gizli kürtajlarda ölenlerle, uluslararası çetelerce fuhuş sektörüne satılanlarla, sokakta, işyerinde, savaşta, gözaltında tacize tecavüze uğrayanlarla dayanışmamızı haykırıyoruz…

YAŞASIN 8 MART/ BİJİ HAŞTE ADARE

İsyan Özgürleştirir!  Kadınlar Kurtuluşumuz için MÜCADELEYE;

İsyanımız; kadınların emeklerine, bedenlerine ve kimliklerine erkekler tarafından el konulmasına, isyanımız PATRİARKAL DÜZENE

İsyanımız; koca dayağına, “namus bekçiliğimize” soyunan babamıza, abimize. İsyanımız; bedenimizin bize bırakılmayıp, erkek devletin ve erkeklerin eline teslim edilmesine.

İsyanımız;  devlet kaynaklı şiddete,  işkenceye, korucu, asker, polis taciz ve tecavüzüne

İsyanımız; evde emeğimize erkekler tarafından el konmasına… Ev işi, bakım işi yaparken, ücretsiz aile işçisi olarak da çalışırken, emeğimizin görünmemesine. İsyanımız; kapitalist piyasada sömürülmeye, ayrıca kadın olduğumuz için ucuz işgücü ve ikincil olmaya, cinsiyetçi işbölümüne.İsyanımız;  patronlara. İsyanımız patriarkayla kol kola giren kapitalizmin kadın emekçilere yönelik saldırısını görmeyen, yönetimlerini kadınlarla paylaşmayan erkek sendikalara.

İsyanımız; cinselliğimizi özgürce yaşayamamaya, patriarkanın bize heteroseksizmi dayatmasına. Lezbiyenlerin dışlanmasına, yok sayılmasına, Travesti ve transeksüel kadınlara uygulanan şiddete, nefret cinayetlerine.

İsyanımız; bu topraklarda yıllarca süren savaşın öncelikli mağduru, kimlikleri yok sayılan, dili yasaklanan Kürt kadınlarının yaralarının sarılmamasına. İsyanımız yaşasın halkların kardeşliği diyemeyenlere.

İsyanımız; ERKEK ŞİDDETİNE, isyanımız KADIN CİNAYETLERİNE…

Bu yıl da; sevişmek istemediğimiz için, tuzluğu uzatmadığımız için, boşanmak istediğimiz için (…) öldürüldük. Bu yıl da katillerimiz kocalar, eski kocalar, babalar, erkek kardeşler, sevgililer oldu. Bu yıl da erkek öldürürken; erkek devlet bütün kurumlarıyla erkek katili kolladı.

Bu yıl da; koca dayağından kaçıp “koruyucu yasaları” uygulamasını istediğimiz karakollardan eve geri gönderildik. Çoğu zaman morarmış gözümüz, patlamış dudağımız ile suç duyurunda bulunmaya gittiğimiz savcılıklar; elleri titremeden takipsizlik kararları verdi. Tecavüz dosyalarında hem çaresiz, hem öfkeli bir halde randevu vermesini beklediğimiz Adli Tıp Kurumu verdiği kararlar ile tecavüzcüleri korumaya devam etti. Mahkemeler, son bir yılda da kadın cinayetlerinde, haksız tahrik yani “erkeklik indirimi” yaparak katillerin cezalarını kuşa çevirdiler.

Bu yıl da; cinsel şiddete karşı mücadeleyi; sadece dışımızdakilere değil, yanı başımızdakilere karşı da sürdürdük. Aynı sendikada, aynı partide birlikte mücadele ettiğimiz erkeklerin de erkek egemenliğinden azade olmadıklarını bildiğimiz halde, yine de, yanı başımızda olanlardan sarsıldık, üzüldük. En son olarak KESK çalışanı bir kadın, yöneticinin kendisini taciz ettiğini açıkladı. Sonrasında yaşananlar, taciz ve tecavüzde kadının beyanının esas alınmasının ne denli önemli bir ilke olduğunu, bu ilke yok sayılarak ya da “kadının beyanı esastır ama…” denerek yürünen yolun; cinsel taciz gören kadını ve kadın örgütlenmesinin kazanımlarını yok saymak anlamına geldiğini açıkça gösterdi.

Bu yıl da; Dünya Ekonomik Forumu 2010 raporunda Türkiye “kadın erkek eşitliği’nde” 134 ülke arasında 121. sıradan 126. sıraya indi ama devletin kurumları yönünden hiçbir şey değişmedi. Başbakan kadınlara “3 çocuk doğurun” demeye devam etti.

Oysa bu 8 Mart’ta kadınların artık şiddete uğramadıklarını söylemek isterdik. Kadınların şiddete uğradığında gidebilecekleri sığınak sayısının Avrupa Birliği standartlarına uygun olarak her 7500 kadın ve çocuğa bir tane düşecek şekilde açıldığını söylemek isterdik. Sığınak sayısının artık 100 sayısına bile ulaşmadığını tekrar etmeyi geride bırakmak isterdik. Kadınların şiddetten uzaklaşmak istediklerinde ekonomik güvencelerinin sağlandığını, erkek şiddetinin artık meşru olmadığını, kadınların adliye kapılarına ulaşmalarının artık öldürülmemeleri için güvence olduğunu duyurmak isterdik.

Oysa bu yıl da devlet, erkek egemen zihniyeti aşındıracak, kadının beden ve emek sömürüsünün önüne geçecek, kadına yönelik fiziksel, psikolojik ve ekonomik şiddetin hızını kesecek hiçbir önlem almadı. Elimizde 8 Mart öncesi acele açıklaması yapılan yasa tasarısı haberinden başka bir şey yok. Kağıt üzerinde kalması muhtemel yasalar değil, acil önlem istiyoruz.

TBMM’ye, Hükümete, Adli makamlara sesleniyoruz; kadınlar her gün yakınları erkekler tarafından öldürülüyor. Durdurmak için daha ne bekliyorsunuz?

Bugün 8 Mart! 8 Martların tarihi kadınların direnişlerinin tarihidir. Biz 8 Mart’ı kadınların isyan günü olarak selamlıyoruz. Birlikte güçlüyüz, birlikte isyan ederek daha güçlü olacağız.

YAŞASIN 8 MART, YAŞASIN MÜCADELEMİZ

İstanbul Feminist Kolektif

 

 

 

 

Torba Yasa’ya Esastan İtirazımız Var! (Şubat 2011)

torba-yasaKamuoyunda ‘Torba Yasa’ diye bilinen, “Bazı alacakların yeniden yapılandırılması ile sosyal sigortalar ve genel sağlık sigortası kanunu (SSGSS) ve diğer bazı kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısı” AKP Hükümeti tarafından hazırlandı. 234 maddelik 606 sayılı ‘Torba Yasa’nın önemli bir bölümü, sermayenin önceden belirlenmiş hedefleri ve ihtiyaçları doğrultusunda ve Hükümet tarafından hazırlanan adı var kendisi yok “İstihdarn Strateji Belgesi” ışığında, istihdamın esnek, kuralsız ve güvencesiz bir şekilde yeniden düzenlenmesini amaçlıyor. Devamını Oku…

Feminist-İz: Hediye Yerine Özgürlük İstiyoruz!

izmirfeminist-iz14subat-1jpegFeminist-İz grubu, “kıskandım”, “aşıktım”, “çok seviyordum”, “namusumu temizledim” vb. sözde “sevgi dolu” gerekçelerle meşrulaştırılan ve gazetelerin 3. sayfa haberlerine konu olan kadın cinayetlerine dikkat çekmek üzere kadınlara “Tüketim toplumu yaratma yolunda ortaya çıkarılan ve ‘en sevgi yüklü’ gün olarak lanse edilen ‘sevgililer günü’ alışverişe teşvik ediyor hepimizi” diyerek bir dizi etkinlik yaptı.Devamını Oku…

Torbadan Kadınlara Düşen…/Şubat-2011

torba_yasa_insert_v3_1Hepimizin bildiği gibi bugünlerde Mecliste Torba Yasa görüşülüyor. Tasarının yarısına yakın maddesi kabul edildi bile. Torba yasada yok yok! Bu tasarı, nüfusun bütün kesimlerini ilgilendiriyor. Bakalım bu torbada kadınlar için neler var:

Devamını Oku…

SFK Eylem Çağrısı: Torba Yasa’ya Esastan İtirazımız Var!/5 Şubat 2011

torba_yasa_insert_v3_1-3Torba Yasa’ya esastan itirazımız var!

Kadınlara davet ;

Uzun yıllardır art arda çıkarılan yasa ve yönetmelikleri sermayenin ve erkeklerin çıkarlarına uygun düzenleyen Torba Yasa’ya da, tıpkı SSGSS’ye olduğu gibi, kadınların ev içi emeğini görmezden geldiği ve buna göre şekillenen çalışma biçimlerini kalıcılaştırdığı, dolayısıyla kadınları aileye, babaya, kocaya mahkum etmeye devam ettiği için itirazımız var!

Mecliste görüşülen torba yasa taslağında esnekliğin kural haline getirilmesine ve var olan cinsiyetçi istihdam politikalarının derinleştirilmesine itiraz ediyoruz!

Evde, işte, sokakta ve hayatın her alanında cinsiyetçi işbölümü ve uygulamaları değiştirmeye yönelik taleplerimizi dillendireceğimiz etkinliğimize destek ve katılımınızı bekliyoruz.

Sosyalist Feminist Kolektif
Tarih : 05 Şubat 2011 – Cumartesi Saat : 13.00 Yer : Kadıköy – Altıyol Boğa Heykeli yanı

Torba Yasa’da Güvenceli Esneklik, Esnek Beceri Demek

esnek-almyoruzSon günlerin en fazla tartışılan konusu torba yasa oldu. Çeşitli emek örgütleri ve sendikalar ardı ardına eylemler yaparak torba yasanın geçmemesi için seslerini yükseltirken, her gün mecliste 267 maddelik yasanın yirmişer-otuzar maddesi kabul görüyor. Medya bu konuda herhangi bir yorum yapmayıp, protestoları görmezden geliyor. Devamını Oku…

Torba Yasa ve Esneklik

torba-yasa-kadnDevlet, özellikle, uyguladığı gelişim stratejileri ile kadın ve erkek emeğine olan talebi, eğitim kaynakları ve diğer devlet hizmetlerini sağlayarak da kadın emeğinin arzını ve şeklini etkiler. Ancak bu politikaların kadınların güçlenmesini sağlaması ve işgücü piyasasındaki eşitsiz konumlarını değiştirebilmesi, patriyarkal aile sistemi ve zihniyetini ne ölçüde değiştirebildiği ile yakından ilişkilidir. Kamu politikası ve stratejilerinin böyle bir etki yaratabilmesi için ise, kadın istihdam sorununun teknik bir konuya indirgenmemesi ve topluma ait cinsiyete ilişkin ön yargıları kırmaya dönük bütünlüklü bir nitelik göstermesi gerekir. Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 9/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 9

DOSYA: Politik bir hareket olarak feminizm

4 Novamed grevini hatırlamak / Feryal Saygılıgil
5 Torba Yasa Tasarısı kadınları değil aileyi gözetiyor!
6 Kadınlar kadınlarla dayanışmada / Necla Akgökçe
7 “Erkeklerden Alacaklıyız” kampanyası sürüyor…
8 Ey duhul, orada kadın var mı? / Hasbiye Günaçtı
9 Cinsel görünümlü şiddet alanında feminist yöntem arayışı / Cinsel Şiddete Karşı Kadın Platformu
10 Söyleşi: Dayanışmaya… / Funda Ekin
12 Tacize dair… / Derya Turna
14 Feminist bir bakıştan milliyetçilik / Nükhet Sirman
16 Sînorên Zimanê me, Sînorên Cîhana me / Dilimizin sınırları, dünyamızın sınırları / Handan Çağlayan
18 KESK’i olağanüstü kongreye götüren süreç
DOSYA: Politik bir hareket olarak feminizm
20 Feminizmin politik öznesinde kimler var? / Gülnur Acar Savran
22 İyi ki feministiz / Ayşe Düzkan
24 Bilinç yükseltme hâlâ gerekli mi? / Stella Ovadia
26 Örgütlenme: Nereden nereye? / Filiz Karakuş
29 Nerde devlet, nerde bu feministler!.. / Aksu Bora
31 Teori ve politika birlikteliğinde feminizm / Özlem Kaya
33 Dayanışma merkezi deneyimleri / Ülfet Taylı
34 Feminizmin hukukla ‘imtihanı’ / Meriç Eyüboğlu
36 Yuvarlak Masa: Bir ihtimal daha var: Kadın dayanışması
40 Sınır tanımayan feminizm üzerine / Ece Kocabıçak
42 Patriyarkayla ‘esastan’ mücadele / Hülya Osmanağaoğlu
44 Birlikte düşünmek için / Candan Yıldız
45 TÜSİAD’la neden görüşmüyoruz?
46 Bellek: Kadınlar Halk Fırkası / Yasemin Köken
47 Kadın dayanışması, başörtülü “bayanlar” ve antifeminizm / Selin Çağatay
49 Sen kötü olmak zorundasın Karolin! / Burcu Şentürk
50 Nasıl feminist oldum? / Deniz Gökçe
52 Evli barklı kadın / Dilek Şentürk
53 Nuryoldaş’a mektuplar – 1 (intiharım politiktir) / Gülhan Davarcı
54 “Normal”: Ne korkunç bir kelime / Ceylan Sezin
56 Türkiye’den haberler
60 Dünyadan haberler
63 Bugünlerde projeciler neler yapıyor? / Çağla Diner
64 Nü Kolektif’in yorumuyla Sürüne Sürüne Erkek Olmak / Nacide Berber
64 Vanessa ve Virginia / Tuğba Özcan
65 Öykü: Kürtaj / Meryem Fehime Oruç
66 Hiç Şaşırmadık!

Tacize Dair…

Bir kere, eğer sosyalist/sol/muhalif bir örgütte faaliyet yürütüyorsanız, az çok okumuş yazmışlığınız varsa, bir mesleğiniz varsa, yani “kurtulmuş” kadınlardansanız, cinsel tacize uğradığınızı kabullenmeniz pek o kadar kolay değildir

“Bir kadının tacize uğradığını söylemesi zordur”. Hepimizin diline pelesenk olan bu cümlenin nedense hayatta bir karşılığı yoktur ama. İçinde yaşadığımız toplumda kadınların her düzeyde şiddete, cinsel tacize, tecavüze uğraması “vaka-i adiyedendir” ama bunu ifade etmesi o kadar sıradan değildir. Bu sıradan olmayan beyanlar da, zaten sıra dışı tepkilerle karşılanır.alt
Devamını Oku…

“Cinsiyetçi İstihdam politikalarının derinleştirilmesine İtirazımız var!/14 Ocak 2011

Bugün TÜSİAD’ın düzenlediği ‘Çalışma Hayatında Kadın” konferansı başlamadan önce Sosyalist Feminist Kolektif üyeleri olarak konferansın yapıldığı Çırağan Sarayı önünde kadınların istihdamına ilişkin yaklaşımımzı dile getirme gereğini duyduk. Sessiz eylemimizde taşıdığımız dövizlerle TUSİAD’ın kadın istihdamına yaklaşımını protesto ettik.

Bütün kadınların ücretli çalışıp çalışmamalarına bağlı olmaksızın ev kadınlığı yaptıkları ve erkeklerden alacaklı oldukları göz önüne alınmadan oluşturulacak istihdam politikaları kadınları ezilmekten kurtarmadığı gibi kadınlar için daha fazla ezilme anlamına gelebiliyor. Hükümet’in TÜSİAD’ın da görüş ve taleplerini dikkate alarak oluşturduğu Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası’nın kadının ev emeğini görmezden gelerek kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği pekiştirdiğini dile getirmiştik. Artık bunun sonuçlarını da yaşamaya başladık..

Son yıllarda kadın istihdamını engellediği gerekçesiyle 150’den fazla kadın işçi çalıştırılan yerde kreş açmanın dışarıdan hizmet alma ile zorunluluktan çıkarılmasının, kadınlara regl izninin işkolları sınıflandırmasında yapılan düzenlemeyle kadınların yoğun çalıştığı Tekstil işkolunda kaldırılmasının kadın istihdamının ev içindeki cinsiyetçi işbölümü düşünülmeden “arttırılmaya” çalışıldığına ilişkin somut örnekler olduğunu düşünüyoruz.

Kadınların aile içinde çocuk, hasta bakımı ve ev işlerinden sorumlu olduğu varsayılarak dolayısıyla iş ve aile yaşamını uyumlulaştırma temelinde oluşturulan istihdam politikalarının kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizliği derinleştirmekten başka sonucu olamaz. TÜSİAD’ın kadınlara açtığı güvenceli de olsa esnek işlerde çalışma yolu kadınları iş yaşamında eşit koşullarda yer almasını engelleyen ve kadınlara düşük ücrete mahkum eden bir yoldur.
Bu yola itirazımız var!
İşverenlerin işyerlerinde çalıştırdıkları kadın işçilerin regl, hamilelik gibi özel halleri dikkate almadan koydukları tuvalete gitme sınırlaması da bize TÜSİAD’ın kadınlar tarafından değil sermaye tarafından soruna yaklaştığını gösteriyor.
Soruyoruz bu işverenler TÜSİAD üyesi değil mi?

Dolayısıyla biz TÜSİAD’ın üzerine çalıştığı kadın istihdamı politikalarının kadınların ezilmesini ortadan kaldırmak üzerinden değil TUSİAD üyesi işverenlerin çıkarları üzerinden geliştirildiğini düşünüyoruz

Son söz olarak başta TUSİAD olmak üzere toplantının katılımcılarına ve tüm kamuoyuna sesleniyoruz!

Çalışmak istiyoruz ama esnek değil: Yüzyıllardır erkeklere öncelik tanıyorlar. İşe başvururken, çalışırken ve mesleki eğitimde pozitif ayrımcılık, “erkek işi” denilen işlerde kadın kotası istiyoruz. Güvenceli esnekliğe inanmıyoruz. Güvenceli esneklik, patronlara güvenceli kar bize daha fazla ev işi vaat ediyor. Torba yasa taslağında istihdamı arttırmak için, bizim için öngörülen ‘çağrı üzerine’, ‘evden’ ve ‘uzaktan’ çalışma’ şekilleri için kimi sosyal haklar tanınıyor gibi görünse de, bu çalışma biçimlerinin bizi uzun vadeli iş haklarımızdan mahrum edeceğini biliyoruz. Bu yasayla esnekliğin kural haline getirilmesine ve var olan cinsiyetçi istihdam politikalarının derinleştirilmesine itiraz ediyoruz!

“İstihdama evet, esnekliğe hayır”
“İstihdama evet, düşük ücrete hayır”
İstihdama evet, Torba Yasa’ya hayır”

Sosyalist Feminist Kolektif  14 Ocak 2014

Erkeklerden Alacaklıyız/5 Ocak 2011

Galatasaray’da 5 Ocak 2011 tarihinde yapılan eylemde 3 ayrı kişi tarafından okunan basın metni ve aralarda hep birlikte atılan sloganlar şöyledir:

1- Ev işlerine harcadığımız zamanı geri istiyoruz: Erkeklerden alacaklıyız. Erkeklerden alacaklarımızı tahsil edene kadar ev işi yapmayalım! Ev işleri erkek işi olsun. Yemek, çamaşır, ütü, bulaşık… Erkekler saatlerce ev işi yapsın. Çocuklara babaları baksın. Sabahları onları okula hazırlasın, akşam yemeklerini hazır etsin, derslerinde yardımcı olsun. Hastalandıklarında işi bırakıp eve babaları koştursun. Erkekler dert ortaklığı etmeyi, kendi çocuklarıyla ve babalarıyla ilişkilerini düzenlemeyi öğrensinler.

Sloganlar: (üçer defa)

“Erkekler evlere çocuk bakmaya”
“Erkekler evlere ütü yapmaya”
“Erkekler evlere yemek yapmaya”
“Erkeklerden alacaklıyız”

2- Ev kadınlarına emeklilik hakkı istiyoruz: Evli ya da değil birlikte yaşadığımız erkekler için harcadığımız emek karşılığında 50 yaşında emekli olmak istiyoruz. Ev kadınlarına emeklilik hakkı talep ediyoruz! Hem evde hem işte çalışıyoruz. Çifte mesai yapıyoruz. Erken emeklilik istiyoruz! Artık yeter dediğimizde ve boşanmaya kalktığımızda ‘kusur’, ‘iffet’, ‘ahlak’ vaazları dinlemeden koşulsuz nafaka istiyoruz! Kocanın ödemediği durumda nafakayı devlet ödesin.

Sloganlar: (üçer defa)

“Hem evde hem işte çalışıyoruz, çifte mesai yapıyoruz, erken emeklilik istiyoruz”
“Kusurlu/kusursuz, ahlaklı/ahlaksız, nafaka hakkımız”
“Erkeklerden alacaklıyız”

3- Çalışmak istiyoruz ama esnek değil: Yüzyıllardır erkeklere öncelik tanıyorlar. İşe başvururken, çalışırken ve mesleki eğitimde pozitif ayrımcılık, “erkek işi” denilen işlerde kadın kotası istiyoruz. Güvenceli esnekliğe inanmıyoruz. Güvenceli esneklik, patronlara güvenceli kâr bize daha fazla ev işi vaat ediyor. Torba yasa taslağında istihdamı arttırmak amacıyla, bizim için öngörülen ‘çağrı üzerine’, ‘evden’ ve ‘uzaktan’ çalışma’ şekilleri konusunda kimi sosyal haklar tanınıyor gibi görünse de, bu çalışma biçimlerinin bizi uzun vadeli iş haklarımızdan mahrum edeceğini biliyoruz. Bu yasayla esnekliğin kural haline getirilmesine ve var olan cinsiyetçi istihdam politikalarının derinleştirilmesine itiraz ediyoruz!

Sloganlar: (üçer defa)

“İstihdama evet, esnekliğe hayır”
“İstihdama evet, düşük ücrete hayır”
“İstihdama evet, Torba Yasa’ya hayır”
“Erkeklerden alacaklıyız”

Kampanya Şarkısı/5 Ocak 2011

Müzik: Bratsch-Choubi
Söz: Özgün Akduran
2 ocak 2011

(1)
Erkeklere ait dünyada
Yürümek yalnız başına

Sokaklar yaralar seni
Meraklı bakışlarla

Haydi kadınlar yan yana
Sokaklara çıkmaya

Haydi kadınlar yan yana
Sokakları almaya

(2)
Erkeklere ait dünyada
Çalışmak zor eşit şartta

Kurallar yaralar seni
Adaleti eksik mi

Haydi kadınlar yan yana
Hayatı kazanmaya

Haydi kadınlar yan yana
Hakkımız olanı almaya

(3)
Erkeklere ait dünyada
Yaşayabilmek ne mümkün

Yasalar korumaz seni
Ölüm allahın emri

Haydi kadınlar yan yana
Şiddeti haykırmaya

Haydi kadınlar yan yana
Onlardan hesap sormaya

(4)
Erkeklere ait dünyada
Alacaklısın ezelden

Ev işi tüketir seni
Dur durak bilmeden

Haydi kadınlar yan yana
Ev işini bırakmaya

Haydi kadınlar yan yana
Yeniden başlamaya

Haydi kadınlar yan yana
Yan yana, yan yana, yan yana

Haydi kadınlar yan yana
Yeniden başlamaya

“Erkeklerden Alacaklıyız” Adana Eylemi Çağrısı

Kadınlara davet;

Erkeklerden alacaklıyız ve geleceğimizi istiyoruz!

Tarih: 28 Ocak 2011 Cuma    Saat: 19:30     Yer: Baraj Yolu Duygu Cafe Önü

Ev işlerinde yardım istemiyoruz, işleri paylaşacağımız zamana kadar, ev içi cinsiyetçi iş bölümü yok olana ve erkeklerden bugüne kadarki emeklerimizin karşılığı olan alacaklarımızı tahsil edene kadar ev işi yapmayalım diyoruz. Ev ve bakım işlerine harcadığımız saatlerimizi, günlerimizi, yıllarımızı geri istiyoruz!

Mecliste görüşülen torba yasa taslağında esnekliğin kural haline getirilmesine ve var olan cinsiyetçi istihdam politikalarının derinleştirilmesine itiraz ediyoruz!

Evde, işte, sokakta ve hayatın her alanında cinsiyetçi iş bölümü ve uygulamaları değiştirmeye yönelik taleplerimizi dillendireceğimiz eylemimize destek ve katılımınızı bekliyoruz.

Sosyalist Feminist Kolektif

 

“Erkeklerden Alacaklıyız” Eskişehir Eylem Çağrısı

Sevgili kadınlar;

Bedenimiz ve emeğimiz üzerindeki tahakkümü kırmak, emeğimizi görünür kılmak, yüzyıllardır kadınları sömürerek yaşayan erkeklerden alacaklı olduğumuzu söylemek isteyen Sosyalist Feminist Kolektifli kadınlar olarak “Erkeklerden Alacaklıyız” kampanyasını yürütüyoruz. Bulaşık, çamaşır, temizlik, çifte mesai, çocuk bakımı, yaşlı bakımı derken erkeklerin bizden çaldıkları emeğin onların borç hanesine yazıldığını düşünüyoruz.

Bu düşüncemizi dile getirmek için Eskişehir SFK olarak ilk eylemimizi yapmak istiyor ve tüm kadın arkadaşlarımızı bu eyleme destek vermeye çağırıyoruz.

Tarih: 07 Ocak 2010 Saat: 17.30
Yer: Migros Önü

Sosyalist Feminist Kolektif

İşsizlik Estetik Yaptırıyor

Mutfak Cadıları – Ocak 2011

TUİK verilerine göre eylül döneminde işsizlik oranı %11.3.  Genç nüfusta işsizlik ise 21.2 Yani her 5 gençten biri işsiz.

Kapitalizmin içinden geçtiğimiz aşamasında; gelişen teknolojinin, işgücünü daha az ihtiyaç duyulur kılması ve az kişiyle çok iş yapabilmeyi dayatması nedeniyle iş başvurularında artan bir rekabet söz konusu.

Devamını Oku…

Kooperatifler Esnek, Güvencesiz, Düşük Ücretli Kadın Emeği Cennetleri mi?

pazarda_tarim_kredi_kooperatifi_satis_magazasini_yeniledi_h3168Ekonomik krizle birlikte, “kriz dönemlerinde kooperatiflerin özel bir öneme sahip olduğu” tezi öne çıkarılmaya başlandı. Bir şehir efsanesi tadında olan bu tez, sanki kooperatifler yoksullardan, kadınlardan yana, küçük üreticinin krizle baş etmesini sağlamak üzere düşünülmüş şahane bir formülmüş gibi dile getiriliyor. Oysa bu doğru değil! Evet kooperatifler küçük üreticilere, büyük sermaye karşısında ayakta kalabilmek için bir fırsat sunuyor; ancak kooperatifleri neoliberal politikalara eklemlenmek üzere dile getirilen yukarıdaki sözde sihirli formülün temellendiği nokta emek sömürüsü.

Devamını Oku…

Ağ Ören Kadınlar…

ag-oren-kadnGeçenlerde Yeni Şafak’ta bir haber çıktı: “Karadeniz kadını her yerde eşinin yanında” başlığıyla verilen habere göre, Samsun’un 19 Mayıs ilçesinde, kadınlar Halk Eğitim Merkezinin açtığı kurslarda balık ağı örmeyi öğreniyorlarmış. Spotta, kadınların “hem eşlerine yardım ediyor, hem de ördükleri ağları satarak aile bütçesine katkı sağlıyor” olmaları müjdeli bir haber olarak kutlanıyor. Haberin dili baştan aşağı kadınların cefakârlıklarını, özverilerini, kocalarına sadakatlerini yücelten ifadelerle bezenmiş: “Tarlada çapa yapan, dağda sırtında ağırlığınca yük taşıyan, evde sıcak tüten aşını eksik etmeyen Karadeniz kadını, zorlu şartlarda çalışan eşinin yükünü de paylaşıyor.” Yeni Şafak açısından bir kadının ulaşabileceği en yüksek mertebeye ulaşmış adeta bu kadınlar.

Devamını Oku…

‘Pompacı Genç Kız’ Değil, İşçiyim!

Mutfak Cadıları – Ocak 2010

Bir kadının meslek sahibi ve ücretli çalışıyor olması erkekleri kızdırmaya yetiyorken, bir de üstüne kadınların “erkek yoğun meslekler”i seçmesi alayla öfke arası bir hal yaratıyor ataerkil toplumda. Yoksa niye iş bulma seçeneği çok zengin olmayan bir yerde bir benzin istasyonunda çalışan bir kadın haber değeri taşısın ve o haber de şöyle servis edilsin: “Erkekleri kızdıran pompacı genç kız!”

Devamını Oku…

İstatistiklerin Kadınlarla İmtihanı

Mutfak Cadıları – Aralık 2010

Kadınlar uzun yıllar resmi kaynaklarda, istatistiklerde ve araştırmalarda özne olarak yer alamadılar. Serpil Çakır II. Meşrutiyet döneminde kadın konulu araştırmasında daha önce fark etmediği bir gerçeğin farkına varır:

Devamını Oku…

Sendikalarda Kadınlık Halleri

Mutfak Cadıları – Aralık 2010

Neo-liberalizmin emeği ve üretim biçimlerini yeniden yapılandırması karşısında sürekli kan kaybeden sendikalar örgütlenme stratejilerini yeniden gözden geçirmek zorunda kalmış,  “yeni bir sendikacılık” tanım olarak daha çok ifade edilmeye başlanmıştır.

Devamını Oku…

Kamu Çalışanlarına Eziyete ‘Ebeveyn İzni’ Makyajı!

Mutfak Cadıları – Aralık 2010

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda değişiklik içeren 23 maddelik tasarı, Bakanlar Kurulu’nun onayından geçti. Haziran ayından beri TBMM gündemine girmek için sırasını bekliyor.  Haziran ayında tasarı basında ilk yer aldığında ve Aralık ayında yeniden yer aldığında kamu çalışanlarına ve özellikle kadın ve özürlülere tanıyacağı yeni haklarla gündeme gelmişti. Ancak tasarı kesinleşmeden, hükümet sendikaların baskısıyla bazı olumlu değişiklikleri de içermekle birlikte, özellikle 20 maddesi doğrudan kamuda çalışanları ilgilendiren yeni düzenlemelerle torba yasayı gündeme getirdi.

Devamını Oku…

Her Yerde Kadın Cinayetlerine İsyandayız!

Feminist Kolektif/İstanbul

“Her gün üç kadın öldürülen bir ülkede, cins kıyımdan/ kadın katliamından söz edilip, meclisin olağanüstü toplanacağını sanırsınız … Oysa, gittikçe yükselen muhafazakarlık, artan kadın düşmanlığı, kadınlara ölüm olarak geri dönerken,  kadın katili erkeklere de “haksız tahrik indirimi” olarak kâr sağlıyor.”

Feminist-iz/İzmir

“Bu cinayetlerin, ataerkil sistemin meşru gördüğü erkek şiddetini silah olarak kullanan erkekler tarafından işlendiğini biliyoruz. Her zaman ‘erkekçe’ mazeretleri olan bu katillerin sapık ya da akıl hastası olmadıklarının, “Erk” kendilerine ait bir değer olduğu için; bedenimize, hayatımıza ve emeğimize dair yaptırım uygulama hakkını kendilerinde gördüklerinin farkındayız.”

Adana Kadın Platformu

“Erkek devlet, katilleri ve tecavüzcüleri korumaya devam ettiği sürece, şiddet her boyutuyla artmaya devam ediyor.”

Ankara Kadın Platformu

“Öfkemizi ve isyanımızı haykırmaya devam edeceğiz. Kadın cinayetlerine suç ortaklığı yapan devleti, polisi, yargıyı, medyayı teşhir etmeyi sürdüreceğiz”

Eskişehir Demokratik Kadın Platformu

“Erkeklerin kadınları katletmesine, devletin koyduğu yasalarla erkekleri korumasına, hayatın her noktasında olan kadınların aramızdan ayrılmasına izin vermeyeceğiz.”


İstanbul Feminist Kolektif / 2 Nisan 2010 / Taksim

Basına ve Kamuoyuna!

İstisnasız her gün üç kadın, sevildiklerini sandıkları erkekler tarafından öldürülüyor.Feminist hareket yıllardır, bu ülkede kadına yönelik erkek şiddetini, açık etmeye çalışırken, devletin kurumları, kadın cinayetlerini önlemek yerine, kadın katillerini azmettirici  kararlara/sözlere imzalar atıyorlar. Polis, karakola başvuran kadını “zulüm gördüğü aileye”  iade edip, bizzat şikayetçi olduğu koşullara yeniden itiyor. Devlet, kadın vatandaşlara “katilin olacak kişiyle baş başa kal” diyor.

MEDYA öldürülmüş kadınlar üzerinden, erkeği koruyan “Çılgın aşık, işsiz erkek vb” başlıklarla cinayeti  MEŞRULAŞTIRICI, “kadınlar ölümü hak etmişti” ön kabulü yaratacak haberler yapmaya devam ediyor.

Kadın düşmanlığı üzerinden MAHKEMELER kuruluyor, öldürülmüş kadınlar konuşmuyor. YARGI ise kadın katillerinin  bahanelerini makul bulup, ellerinin kanıyla HAKSIZ TAHRİK indirimi uyguluyor.

Erkek egemen sistemin, kadınları baskılandırması, üzerimizde şiddet uygulaması ve öldürmesi için tek bir bahane yetiyor: kadın olmak!Her gün üç kadın öldürülen bir ülkede, cins kıyımdan/ kadın katliamından söz edilip, meclisin olağanüstü toplanacağını sanırsınız … Oysa, gittikçe yükselen muhafazakarlık, artan kadın düşmanlığı, kadınlara ölüm olarak geri dönerken,  kadın katili erkelere de “haksız tahrik indirimi” olarak  kâr sağlıyor.

Biz feministler, sesimizi bir kez daha yükselterek,

*Şiddete maruz bırakılan kadınlara, erkek egemen zihniyete uygun davranarak kadını evine gönderen polise.

*Erkeklerden yana yasalara

*Şiddet gören kadınları koruyamayan vali, kaymakam, devlete…

*Kadın cinayetlerini, meşrulaştırıcı ve cinsiyetçi bir dille haber yapan medyaya…

*HAKSIZ TAHRİK İNDİMİ yaparak, kadın öldürme bahanelerini ödüllendiren yargıya…

*Kadın SIĞINAKLARI açmayan belediyelere, “Siz, kadın katillerinin SUÇ ORTAKLARISINIZ!”, diyoruz. Kadın katillerine ve suç ortaklarına isyan ediyoruz.

İsyan ediyoruz!

İsyan ediyoruz!

İsyan ediyoruz!


Feminist-iz /İzmir

Mezar Değil Sığınak İstiyoruz!

Endişeliyiz…

Hayatlarımız, geleceğimiz ve sevdiklerimiz için…

Öfkeliyiz…Yaşama hakkımız her vesileyle elimizden alındığı, ömürlerimiz bozuk para gibi harcandığı, şiddete maruz kaldığımızda bize gidecek yer bırakılmadığı için…

Kabul etmek istemiyoruz…Gazetelerin 3. sayfalarına haber malzemesi yapılmayı, bizlere yönelen katliamın mazur görülebilmesini, katillerin cezalandırılmamasını ve bunca katliama karşı sessiz kalmayı…

Bu nedenle bugün sokaktayız. Katliamların sorumluları ortaya çıkarılsın, hesap sorulsun, kadınlar öldürülmeden önce önlem alınsın diye buradayız. Artık susmayacak ve bu şiddetle barışmayacağız…

Kadın katliamlarının sorumlularını teker teker göstereceğiz. İşaret parmaklarımızdan korkun artık! İşte başlıyoruz…

Sorumluları biliyoruz: Başta İç İşleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Kadından ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü, Savcılıklar, Mahkemeler, Valilikler, Belediyeler olmak üzere önlem almakla yükümlü tüm devlet kurumları; bu sistemi yeniden ürettikleri ve görevlerini yerine getirmedikleri için her kadın ölümünden sorumludurlar.

Türkiye’de halen 1,5- 2 milyon kadına bir sığınma evi düşmekte. Son rakamlara göre 40’a yakın sığınak var. Ama nüfusa oranladığınızda, 1400 civarında sığınağa ihtiyaç var. Nüfusu 50 bini geçen tüm belediyelerde bir sığınak açması gerekli. 81 il var. Ama bu illerin hepsinde kadın sığınağı yok. Sığınma evlerinin yetersizliği nedeniyle, şiddete uğrayan kadın ve çocukların, şiddet gördükleri ortamda kalmaya devam ettiğine ya da sokakta yaşamak zorunda bırakıldığına ve öldürüldüğüne şahidiz.

Şiddet mağduru kadınlar için yeterli korumanın sağlanmaması, adli makamlara ulaşımı konusunda yaşanan sorunlar ve şiddet uygulayanın cezalandırılmaması da sistemin kadına şiddeti olağan gören yapısının sonucu olarak ortaya çıkıyor. Bu durum aynı zamanda kadına yönelik şiddetin devamı için zemin oluşturuyor.

Diğer taraftan, kadın cinayetlerine uygulanan haksız tahrik indirimleri ile cinsiyetçi yargı mekanizması kendisini ele veriyor. Sistemin cinsiyetçi yaklaşımı, kot pantolon giydi, alışverişe çıktı ya da sevişmeyi reddetti gibi gerekçeleri, erkekleri provoke eden davranışlar olarak kabul edip, cinayeti işleyenleri bu anlamda haklı bulup cezalarda indirime gidiyor. Pek çok kadının karakola gittiğinde ciddiye alınmayacağı, şikayette bulunursa sonuç getirmeyeceği inancı nedeniyle adli makamlara yaşadığı şiddeti aktarmayıp sessizce boyun eğdiğine şahidiz.

Katilleri tanıyoruz:  Bu cinayetlerin, ataerkil sistemin meşru gördüğü erkek şiddetini silah olarak kullanan erkekler tarafından işlendiğini biliyoruz. Her zaman ‘erkekçe’ mazeretleri olan bu katillerin sapık ya da akıl hastası olmadıklarının, “Erk” kendilerine ait bir değer olduğu için; bedenimize, hayatımıza ve emeğimize dair yaptırım uygulama hakkını kendilerinde gördüklerinin farkındayız.

Kadına yönelik şiddet aile içi, akrabalık sistemi, aile dışı gibi herhangi bir yer belirlemeksizin varlığını devam ettiriyor. Eril dünya düzeni kadınları çeşitli bahaneleri öne sürerek yok etmeye devam ediyor. Erkeklerin sevgisi, hergün 3 kadını öldürüyor.  Basına yansıyan haberlere göre 2009 yılında erkekler tarafından 198 kadın öldürüldü. Bunun sadece basına yansıyan kadarı olduğunu düşününce; kaygımız ve öfkemiz, evlerimizden, işyerlerimizden ve mutfaklarımızdan taşarak bizleri buraya getirdi.  Bugün sözün bittiği ve eylemin başladığı gün…

Bugün öfkemizin, kabullerimizi yendiği gün…

Bugün hayatın, kadınların birlikte mücadelesi ile şiddetsiz olabileceğine dair umudumuzu haykırdığımız gün…Bugün nehrin denizi aramaya başladığı gün…

Bugün başlayan bu isyan çığlığımız, 25 Kasım’a kadar sürecek bir kampanyanın habercisi. Bundan sonra hangi ilde bir kadın öldürülürse o ilin Emniyet Müdürü hakkında suç duyurusunda bulunacağız. Balkonlarımıza pankartlar asacağız. Her hafta bir semtte eylem yapacağız. Cinsiyetçi bir dil kullanarak haber yapan basın kuruluşlarını deşifre edeceğiz.    Bilinsin istiyoruz:1 Mayıs’tan başlayarak her gün saat 21:00’de sokağa, balkona, pencereye çıkıp 1 dakika boyunca düdük öttürecek, kadın cinayetlerine karşı ses çıkaracağız. Gürültü yapacağız, rahatsız edeceğiz, hatırlatacağız.

Biz feministler, bu davanın hem şahidi hem davacısı hem de takipçisiyiz. Bu davanın hem sanıklarından hem de azmettirenlerinden hesap soracağız.  Tüm kadınları sesimizi çoğaltmaya çağırıyoruz…  Sokağa çık, hayır de! Kadın cinayetlerini engelle!


Ankara Kadın Platformu / 6 Mayıs  2010

Yasta Değil İsyandayız

Biz kadınlar artık yas tutmuyoruz. Askılı elbise giydiği, eve geç geldiği, boşanmak istediği, aşık olduğu, sevişmek istemediği, sevmediği kişi ile evlenmek istemediği için öldürülen, aslında yalnızca ”kadın” olduğu için öldürülen binlerce kadının yasını tutmuyoruz.

YASTA DEĞİL, İSYANDAYIZ!

Kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran ataerkil sistemi arkasına alarak çeşitli bahanelerle eşini, kızını, sevgilisini, kız kardeşini öldüren, aslında sadece ”erkek” olduğu için öldürmeyi hakkı olarak gören bu zihniyete karşıduruyoruz. Artık susmuyoruz.

KADINLAR ARTIK SUSMAYACAKLAR, SUSMAYACAKLAR, SUSMAYACAKLAR!

Artık yas tutmuyoruz, çünkü kadın cinayetlerinin hesabını katillerden ve suç ortaklarından sormak için öfkemizi ve isyanımızı sokağa taşıdık. Kadın cinayetlerini ısrarla görmek istemeyenlere göstermek, işitmek istemeyenlere haykırmak için sokaklardayız: KATİLLERİ TANIYORUZ!

NAMUS AŞK BAHANESİ HEPSİ KADIN CİNAYETİ!

Katiller, baba, koca, sevgili, ağabey, kardeş…Katiller mühendis, doktor, işçi, işsiz… Katiller Kürt, Türk, Laz, Çerkez… Katiller genç, yaşlı… Ortak noktaları, erkek olmaları. Erkek kadını katlettiğinde devlet, medya, yargı, polis hepsi erkeklikte birleşiyor, kadın cinayetlerine suç ortağı oluyor.

YARGI: ERKEK! DEVLET: ERKEK! POLİS: ERKEK! MEDYA: ERKEK! HEPSİ KADIN KATİLİ!

Kadın cinayetlerinde suç ortaklığı yapanları, en can yakıcı, en yakın, en apaçık halleriyle Siirt’te 2 yıldır süregelen devlet-erkek işbirliğiyle örtbas edilmeye çalışılan tecavüzlerde gördük.

Suç ortaklarını TANIYORUZ!

Başta Başbakanlık, İç işleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Aileden ve Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı, Emniyet Müdürlüğü, mahkemeler, savcılıklar, valilikler ve belediyeler olmak üzere önlem almayan tüm devlet kurumları sistematik olarak gerçekleştirilen kadın cinayetlerinde, tecavüz dahil kadına yönelik her türlü şiddet eyleminde suç ortağıdır. Katilden, tecavüzcüden yana haber yapan, katillerin beyanını esas alan medya da en az önlem almayanlar kadar bu suçlara ortaklık etmektedir .

Polis Suç Ortağıdır; çünkü şiddet gören kadını, zulüm gördüğü, can güvenliğinin olmadığı yere, katilinin yanına yolluyor,

Belediyeler Suç Ortağıdır çünkü, yasayla zorunlu kılınmasına rağmen sığınma evlerini açmamakta direniyor,

Medya Suç Ortağıdır, çünkü işsizlik cinayeti, namus cinayeti, aşk cinayeti diyerek katili mağdurlaştırıyor, kadın cinayetlerini meşrulaştırıyor,

Yargı Suç Ortağıdır, çünkü erkeklerin ipe sapa gelmez bahanelerini haksız tahrik gerekçesi olarak kabul ediyor, ceza indirimleri ile kadın cinayetlerini teşvik ediyor.

KADINLARIN MEZARINI ERKEK DEVLET KAZIYOR!

Resmi rakamlara göre bile, erkekler istisnasız her gün en az 3 kadın öldürüyor. Ve erkek yargı haksız tahrik indirimi vererek erkek katilleri koruyor.

Kadın olmak haksız tahrik sebebi değildir.

ERKEK ADALET DEĞİL, GERÇEK ADALET!

Biz biliyoruz ki kadın cinayetleri münferit değil, sistematiktir.

MÜNFERİT DEĞİL, SİSTEMATİK CİNAYET!

Bizzat 2006/17 sayılı Kadın ve Çocukları şiddetten korumak için çıkartılan Başbakanlık Genelgesinin takipçisi olmadığı için Başbakan istifa etmelidir.

Kadınların güvenliğini sağlamayan İç işleri Bakanı ve cinayetlere seyirci kalan Aileden ve Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Kavaf derhal istifa etmelidir.

KAVAF İSTİFA!!! ATALAY İSTİFA!!!

Sığınmaevleri ve danışma merkezleri açılması için,.
Kadın örgütleri tarafından açılan sığınmaevlerinin maddi sorunlar yüzünden kapanmasına engel olunması için,

2006/17 sayılı Başbakanlık Genelgesinin uygulanmasını için,

Mahkemelerde kadın katillerine haksız tahrik indirimi uygulanmaması için,

Kadınların yaşam hakkını koruyan bütün yasal düzenlemelerin tamamlanması için,

25 Kasım’a kadar her yerde ve her fırsatta öfkemizi ve isyanımızı haykırmaya devam edeceğiz. Kadın cinayetlerine suç ortaklığı yapan devleti, polisi, yargıyı, medyayı teşhir etmeyi sürdüreceğiz.

Mücadelemiz, özgürlük ve yaşam içindir.


TMMOB Adana İl Koordinasyon Kurulu Kadın Komisyonu TMMOB Ankara İl Koordinasyon Kurulu Kadın KomisyonuTMMOB Bursa İl Koordinasyon Kurulu Kadın Komisyonu TMMOB Diyarbakır İl Koordinasyon Kurulu Kadın KomisyonuTMMOB Eskişehir İl Koordinasyon Kurulu Kadın Komisyonu TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu Kadın Komisyonu TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu Kadın Çalışma Grubu 

25 Haziran 2010

Erkek Şiddetinden Kurtulmuş Kadın Yoktur! 

Basına ve kamuoyuna,

Peyzaj mimarı arkadaşımız Hülya Yolcubal’ın eski sevgilisi tarafından aylarca taciz ve tehdit edildikten sonra öldürülmesi bize bir gerçeği tekrar hatırlattı: Hiçbirimiz kadın katliamından muaf değiliz. İster Bodrum’da, ister Ardahan’da, ister Edirne’de ya da Antalya’da yaşayalım;  ister kasiyer, ister bankacı, öğretmen, hemşire, doktor ya da mimar olalım; hepimiz bir erkek bizi “öldüresiye sevdiği” için günün birinde üçüncü sayfa haberi olabileceğimiz gerçeğiyle yaşıyoruz. Günde en az üçümüz erkekler tarafından katlediliyoruz. Katillerimiz çoğu zaman sokaktaki, tanımadığımız erkekler değil. Babamız, kardeşimiz, oğlumuz, mevcut ya da ayrıldığımız kocamız, sevgilimiz, nişanlımız tarafından öldürülüyoruz.  Her hafta ortalama iki kadın şimdiki veya eski eşi veya sevgilisi tarafından öldürülüyor. Evlenme teklifini kabul etmemek, boşanmak istemek, sevgiliden ayrılmak, artık başka bir erkeği sevmek gibi gerekçeler erkeklerin kadınları öldürmesine yetiyor. Bu gerekçelere dayanarak katillere haksız tahrik indirimi uygulanıyor, kadın katliamı meşrulaştırılıyor. Çünkü kadın katilleri gibi, yasa koyucu da, uygulayıcı da kadınların kendi hayatlarının sahibi bağımsız bireyler olduğuna inanmıyor. Son 7 yılda kadın cinayetleri yüzde 1400 arttı. Her kadın cinayeti, hayatta kalan kadınlar için bir gözdağı. Hiçbiri münferit değil. İşte bu nedenle kadın cinayetleri politiktir ve işte bu nedenle tüm kadınlar kadın cinayetlerinde taraftır. Hülya Yolcubal’ın suç duyurusunun gereğini yapıp göz göre göre gelen cinayeti engelleyemeyen kurumlar; “güzel mimara 8 aşk kurşunu”, “katili uğruna kitap yazmış”, “mimar kızın katil zanlısı, kitap yazıp aşkını ilan etmiş”, “çıplak fotoğrafları ortaya çıktı” gibi başlıklarla cinayetleri magazinleştirerek haberleştiren medya ve katilleri tahrik indirimiyle ödüllendiren, cesaretlendiren yargı suç ortağıdır.  Herkesi, kadın cinayetlerine karşı ses çıkarmaya, hesap sormaya davet ederken; “ya benimsin, ya kara toprağın” diyen ataerkil zihniyete isyan ediyor, bu davanın takipçisi olacağımızı ilan ediyoruz.


Adana Kadın Platformu / 01.06.2010

Basına ve Kamuoyuna

Türkiye’de kadına yönelik şiddet  çeşitli boyutlarıyla durmadan artmaktadır. Geride bıraktığımız son iki ayda onlarca kadın öldürüldü ve yüzlercesi taciz ve tecavüze uğradı. Kadınların hayatlarına, bedenlerine ve emeklerine  el koyan erkek egemen sistem bu tabloyu görmemekte ısrar etse de, kadın katliamları sıradan cinayetler olarak algılansa da, aylardır yaptığımız basın açıklamaları gösteriyor ki bir ülkede her ay ortalama  25 kadının ölmesi, 80 kadının taciz ve tecavüze maruz kalması kesinlikle bir tesadüf olamaz. Her ay yaşanan bu katliamlar şiddetin ne denli sistematik bir hal aldığını göstermektedir. Nisan ayında Siirt’te yatılı bölge okulunda yaşanan tecavüz olayı söze hacet bırakmıyor. 2 yıl saklanan tecavüz olayının soruşturması da gizli yapıldı. Şehir sessizliğe büründü çünkü tecavüzlerin içerisinde müdür yardımcısı, asker ve polis vardı.   Yani devlet hala tecavüzcüleri koruyor. Olanları tüm çıplaklığıyla basına yansıtmak yerine ” Nasıl olsa bu da unutulur” mantığıyla hareket ediyor. Oysa ki yaşananlar unutulmayacak kadar ağırdır. Erkek devlet, katilleri ve tecavüzcüleri korumaya devam ettiği sürece, şiddet her boyutuyla artmaya devam ediyor. Yanlızca Nisan ve Mayıs aylarında yaşanan şiddet, taciz,tecavüz ve kadın katliamları basına böyle yansıdı:

1 Nisan Taciz:  Adana’da bir ilköğretim okulunda sekizinci sınıf öğrencileri H.A. (14) ve E.K.’ya (14) cinsel tacizde bulunduğu iddiasıyla tutuklanan okul müdürü İ.S. hakkında, bir kız öğrenci daha şikayette bulundu. Yaralama: Mersin’de M.G. (25) kendisiyle evlenmek istemeyen amcasının kızı E.G.’yi (22) “Seni başkasına yar etmem” diyerek sokak ortasında bıçakladı. Taciz: Adana’da E.Y. (27), belediye meclis üyesi G.C.’nin (61), iş vaadiyle kandırıp kendisine tacizde bulunduğu iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. Cinayet: Aydın’da rehber öğretmen A.T. (34), karısı H.T. (34) ile eşinin çalıştığı rehabilitasyon merkezinin sahibinin pompalı tüfekle vurarak öldürdü. Cinayet: Giresun’da önceki gün cesedi bulunan 14 çocuk annesi H.G.’yi (40), eşi M.G.’nin (44) av tüfeğiyle vurarak öldürdüğü ortaya çıktı. Cinayet: Denizli’de tartıştığı eşi, üç çocuk annesi S.Y.’yi (31) silahla vurarak öldüren E.Y. (38) intihar etti. Cinayet: Ümraniye’de üç aylık evli S.E. (18), evinde bıçakla öldürülmüş olarak bulundu. (BB) 2 NİSANTecavüz: Bursa’da işsiz C.K. (27), birlikte yaşadığı E.Ş.’nin (24) kz kardeşi Ö.Ş.’ye (17) üç yıl boyunca tecavüz ettiği iddiasıyla tutuklandı.Tecavüz: Antalya’nın Alanya ilçesinde B.D. (41), dört yıl önce boşandığı eşi Z.B.’yi (38) dövdükten sonra tecavüz etti.3 NİSANTecavüz: Bursa’da temizlik şirketleri aracılığı ile iş bulma sözü verip evlerinde hizmetli olarak çalıştırdıkları bir çocuk annesi D.C.’ye (27) tecavüz ederek görüntüleyen ve para karşılığı erkeklerle birlikte olmaya zorlayan dört kişi yakalandı. 4 NİSANTecavüz: Zonguldak’ın Ereğli ilçesinde, zihinsel engelli Ş.Ç.’ye (15) tecavüz ettiği öne sürülen F.G. tutuklandı. Ş.Ç.’nin daha önce de tecavüz uğradığı öne sürüldü. Tecavüz :Gaziantep’te A.D.’ye (17) tecavüz ettikleri öne sürülen beş  kişi  tutuklanarak cezaevine gönderilirken A.D. çocuk esirgeme kurumuna teslim edildi. 5 NİSANYaralama: Kars’ta eşi M.A. ve kayınbiraderi R.A. tarafından darp edildiğini ileri süren kadın hastanede tedavi altına alındı. Burnunda kesikler olan Y.A., başvurduğu karakoldan hastaneye götürülüşü sırasında görevli bir askerin de kendisine şiddet uyguladığını söyledi. Yaralama: Erzincan’da E.Ç., kendisinden boşanmak isteyen ve halasının evinde kalmaya başlayan eşi F.Ç.’yi (22) altı yerinden bıçakladı. Taciz – cinsel istismar: Samsun’da M.D. (40) ve O.K., evden kaçan ilköğretim okulu öğrencileri Ş.M. (14) ile M.D.’yi (15) evlerine götürüp tacizde bulundukları iddiasıyla gözaltına alındı. 6 NİSANCinayet: Aydın’da E.Ç. velayeti eski eşinde bulunan üç yaşındaki oğlunu kaçırdı. E.Ç. çocuğu almaya gelen eski eşi A.Ç’yi kayınvalidesini ve kayınpederini av tüfeğiyle vurarak öldürdü.Tecavüz: Bursa’da fuhuş operasyonunda kurtarılan Y.Ö.’nün (15), komşusunun ve üvey babasının tecavüzüne uğradığı, daha sonra üvey babası tarafından fuhuşa zorlandığı belirlendi.  7 NİSANYaralama: Amasya’da K.K., emniyet müdürlüğünün önünde tartıştığı eşi T.K.’yi (30) bıçakla ağır yaraladı.Tecavüz: Kütahya’da madde bağımlısı A.K. (17) ve Z.K. (18), gece yarısı çöplerden atık toplarken gördükleri sağır ve dilsiz E.U.’ya (49) tecavüz etti. Taciz – cinsel istismar: Gaziantep’te lise müdürü H.B.’nin lise öğrencisi kızlara tacizde bulunduğunu öne süren üç veli, cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulundu.8 NİSANCinayet: Kaçak yollarla geldiği Iğdır’da garsonluk yapan Azeri N.İ. (25), konsomatristlik yapan karısı N.E.’yi (38) döverek öldürdü. Cinayet :Şanlıurfa’da Vedat Kaya ikinci çocuğuna sekiz aylık hamile olan eşi Gülistan Kaya’yı (28), koyunları otlatmadığı için tekme, tokat ve keserle dövdü. Gülistan Kaya olaydan sonra karnındaki bebekle birlikte yaşamını yitirdi. Vedat Kaya gözaltına alındı. Taciz – cinsel istismar: Mersin’de ilköğretim okulu öğretmeni O.M. (35), dokuz yaşındaki iki kız öğrencisini taciz ettiği iddiasıyla tutuklandı.Taciz – cinsel istismar :Mersin’de bir lisenin okul aile birliğinde yönetici olan S.Y., aynı okulda öğrenci olan bir kız öğrenciye okul dışında cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla gözaltına alındı. Cinsel istismar: Trabzon’da ilköğretim okulu öğretmeni M.A.G.(26), dokuz kız öğrenciye cinsel tacizde bulunduğu iddiasıyla tutuklandı. 9 NİSANEnsest: Zonguldak’ta askerden yeni gelen S.K., dört yaşındaki yeğeni N.K.’ye cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla tutuklandı. Cinayet: Fethiye’de iki çocuk annesi G.K.’yi bıçaklayarak öldürdüğü şüphesiyle gözaltına alınan A.K., emniyette suçunu itiraf etti. Tecavüz: Bursa’da H.K. (21) ve A.Y. (20), ikisiyle de aynı anda birlikte olduğunu fark ettikleri N.K.’ya (16) tecavüz etti. Taciz – cinsel istismar:Samsun’da bir ilköğretim okulunda bir ay önce hizmetli olarak çalışmaya başlayan M.E. (35), birinci sınıf öğrencisi iki kız çocuğuna tacizde bulunduğu iddiasıyla gözaltına alındı.  10 NİSANTecavüz:Çorum’da M.G. (18), T.T. (15) ile cinsel ilişkiye girip hamile kalmasına neden olduğu iddiasıyla tutuklandı. T.T., Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü tarafından koruma altına alındı.Taciz – cinsel istismar:Kastamonu’da M.K. (25) amcasının kızı D.K.’ya (9) cinsel tacizde bulunduğu iddiasıyla tutuklandı. 11 NİSANYaralama: İzmir’de polis memuru K.Y., kendisi gibi polis olan karısı B.Y.’yi tabanca ile ateş ederek yaraladı. Yaralama: Kayseri’de B.Ç., kredi kartı borcu nedeniyle tartıştığı eşi G.Ç.’yi döverek yaraladı. 12 NİSANCinayet:Kocaeli’nde Y.U. (37), eşi G.U.’yu (37) kendisini aldattığı iddiasıyla yedi yerinden bıçaklayarak öldürdü. Tecavüz: Bursa’da gece kulübünde tanıştıkları M.A. (16) ve E.Ö.’ye (17) tecavüz ettikleri öne sürülen 211 suçtan sabıkalı  E.Ç. (17) ile arkadaşı tutuklandı. 13 NİSANTecavüz: Batman’da hamile olduğu anlaşılan zihinsel engelli E.Y.’ye tecavüz ettiği ortaya çıkan K.S. (17), tutuklandı.Tecavüz – ensest: Kütahya’da, 8 yaşındaki oğlu Ö.Ç.’ye tecavüz ettiği iddia edilen İ.Ç. (38) tutuklandı.14 NİSANTaciz:Antalya’da F.K. (33), Ocak ve Şubat aylarında hırsızlık amacıyla girdiği dört evde kadınlara tecavüze kalkıştığı iddiasıyla gözaltına alındı.15 NİSANCinayet:Gaziantep’te İ.D., üç yıl önce boşandığı eşi M.K.’yi (36), çocuklarını görmek için gittiği çocuk yuvasının önünde bıçaklayarak öldürdü. Tecavüz: Manisa’daki bir camide görev yapan 16 yıllık imam A.I. (41), İmam Hatip Lisesi’nin yurdunda kalan dört erkek öğrenciyle cinsel ilişkiye girdiği iddiasıyla gözaltına alındı. Suçunu itiraf eden imam A.I., çıkarıldığı mahkemece tutuklandı. Taciz: Afyonkarahisar’da H.T.(33), kendisini taciz ettiğini öne sürdüğü kayınbiraderi Y.T.’yi (32) av tüfeğiyle öldürdü. H.T. ve eşi S.T. gözaltına alındı. 16 NİSANTaciz: Bursa’da sokakta oynarken görüp parka götürdüğü Ç.G.’yi (6) taciz eden İ.S gözaltına alındı. 17 NİSANCinayet :Bursa’da C.A. (26), üç ay önce boşandığı eşi A.Ç.’yi (24) çocuğunu göstermediği gerekçesiyle bıçaklayarak öldürdü. Tecavüz: Antalya’da sekiz ay önce hırsızlık suçundan cezaevine giren Z.D.’nin (17) sübyan koğuşunda 15 kişinin tecavüzüne uğradığı, falakaya yatırılıp sopayla dövüldüğü ve jiletle tehdit edildiği ortaya çıktı. Z.D.’nin olayın ortaya çıkmasının ardından nakledildiği bir başka koğuşta da tecavüze uğradığı saptandı. 15 tecavüz zanlısı hakkında 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Taciz – intihar :Bursa’da altı ay evvel komşuları H.V.’nin (60) tacizine uğrayan ve olayla ilgili soruşturma sürerken intihar girişiminde bulunan ilköğretim okulu öğrencisi R.T. (15), yaşamını yitirdi. Taciz :Konya’da mahalle muhtarı A.K. (70) ile oğlu E.K.(30), resmi işlemlerini yaptırmak üzere muhtarlığa gelen öğretmen A.M.A.’ya (29) tacizde bulundukları iddiasıyla gözaltına alındı. 18 NİSAN Yaralama:Samsun’da H.A. (30), eşi H.A.’yı (26) darp edip omzundan bıçakla yaraladıktan sonra kaçtı. 19 NİSANTecavüz: Bursa’dan kaçırılan ve beş kişinin tecavüzüne uğradığı iddia edilen G.D. (21), Ankara Otobüs Terminali AŞTİ’de bulunarak ailesine teslim edildi. 20 NİSAN Cinayet :İstanbul’da Y.K.(52), üç ay önce kendisinden boşanan eşi A.K.’yi (48) öldürdükten sonra intihar etti. Taciz – cinsel istismar: Aydın’da ilköğretim okulunda resim öğretmeni olarak görev yapan A.E., sınıfındaki bazı kız öğrencilere cinsel tacizde bulunduğu iddiasıyla gözaltına alındı.21 NİSANCinsel istismar: Siirt Valisi Necati Şentürk, kentte bir ilköğretim okulunda meydana geldiği iddia edilen ”nitelikli cinsel istismar olayı” ile ilgili 2 kamu görevlisinin açığa alındığını bildirdi. 22 NİSAN Cinayet: Şanlıurfa’da askerliğini yapan C.K. ile Ağrı’ya kaçtıktan sonra evlenen E.K. (22), erkek kardeşi F.E.(19) tarafından bıçaklanarak öldürüldü. 23 NİSANTaciz – ensest: Muğla Yatağan’a bağlı Akgedik köyü’nde 17 yaşındaki lise ikinci sınıf öğrencisi öz kızını taciz ve darp ettiği iddia edilen A.İ. çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklandı. Taciz – cinsel istismar: Kahramanmaraş’ta ilköğretim okulu öğrencisi E.K.’ye (14) cinsel taciz ve istismarda bulunduğu öne sürülen M.T. (30) ve S.K. (25) gözaltına alındı. 24 NİSANCinayet: Bursa’da B.K. (25), çocuğunu görmek için gittiği evde boşandığı eşi E.B.’yi (20) bıçaklayarak öldürdü. Taciz – ensest:  H.B. Bursa’da annesi ağabeyi tarafından bıçaklanarak öldürüldü. babasının tacizine uğradığı iddiasıyla sık sık evden kaçan H.B.’nin 15 gün önce Bursa Emniyet Müdürlüğü’ne başvurup babasından şikayetçi olduğu, gözaltına alınan babanın mahkeme tarafından serbest bırakıldığı öğrenildi. 25 NİSAN Cinayet: Adana’da N.S.G. (41), evinin bahçesinde av tüfeği ile vurularak öldürüldü.26 NİSANCinayet:  Aydın’da C.A., üç çocuk annesi eşi K.A.’yı silahla vurarak öldürdü.Tecavüz : Antalya’da A.S.’ye (25) silah tehdidiyle tecavüz ettiği ve parasını gasp ettiği iddia edilen Y.K. (26), olaydan üç gün sonra poliisle girdiği çatışmanın ardından yakalandı. Tecavüz: Siirt’te Yatılı İlköğretim Bölge Okulu (YİBO) öğrencilerinin, iki ve üç yaşındaki çocuklara tecavüz edip, birinin öldürülmesi olayında, ailelerin konunun kapanması için kendi aralarında anlaştığı ortaya çıktı. Pervari Belediye Başkanı DP’li İsmail Bilen, yaşanan tecavüz vakasını “çocuk oyunu” olarak değerlendirerek, “YİBO’larda tüm Türkiye’deki gibi olay olur” dedi. Vali Necati Şentürk ise olayla ilgili olarak tutuklanan üç kişinin daha sonra mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığını söyledi. 27 NİSANCinayet: Antalya’da H.H.A. (40), karpuz tarlasında çapa yapan eşi H.A.’yı (35) otomatik av tüfeğiyle ateş ederek öldürdü.Tecavüz – ensest : Edirne’de öz kızına 13 yaşından itibaren 8 yıl boyunca tecavüz eden ve kızından 2 çocuğu olan R.B. (53), kızından olan ve 17 yaşına gelen kızına da cincel tacizde bulundu. Genç kızın intihara kalkışmasıyla ortaya çıkan olay sonrası tutuklanan baba hakkında, 7 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası istendi. Cinsel istismar: Şanlıurfa’da E.A. (22), K.Ö. (14), K.K. (3) ve Ö.K.’ye (5) cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla gözaltına alındı. K.Ö., K.K. ve kardeşi Ö.K. ailelerine teslim edildi. 28 NİSANYaralama: Şanlıurfa’da S.Ç. (32), eşi S.Ç.’yi (25) bıçakla yaraladı. Cinayet: Manisa’da A.N.B. (50), ayrı yaşadığı karısı LB.’yi (39) sokak ortasında vurarak öldürdü. Tecavüz: Iğdır’da adliyede görevli Y.S. (32), lise öğrencisi S.A.’ya (15) tecavüz ettiği suçlamasıyla tutuklandı. Tecavüz :İstanbul’da, yedi kişi, B.Z.’yi (16) zorla alıkoyup fuhşa zorladıkları iddiasıyla gözaltına alındı. Tecavüz: Bursa’da sevgilisinin akrabasına tecavüz ettiği öne sürülen ve polise yakalanmamak için sığınakta 20 gün saklanan E.D.  yakalandı. Cinsel istismar: Sakarya’da H.A.K. (30), 15 yaşındaki üvey kızına cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla tutuklandı. Taciz :THY, 14 yıldır şirket bünyesinde görev yapan kaptan pilot E.G.’nin sözleşmesini, bir kabin memuruna tacizde bulunduğu iddiasıyla son verdi. Olay, kabin memurunun şikayetiyle ortaya çıktı. 29 NİSANCinayet: Ö.Ç Muğla’da kardeşinin eşi S.Ç.’yi (42) av tüfeği ile vurarak öldürdü.Cinayet: Kars’ta iyi halden izinli olarak cezaevinden çıkan F.T., bir yaşındaki kızlarını komşularına bıraktıktan sonra eşi F.T.’yi bıçaklayarak öldürdü. F.T. cinayetten sonra polisi arayarak teslim oldu. Tecavüz: Bursa’da zihinsel engelli F.S.’ye (17) tecavüz ettikleri ileri sürülen dört kişiden biri tutuklandı. Taciz: Kayseri’nin Melikgazi ilçesi Ahmet Baldöktü yatılı ilköğretim okulunda, iki öğretmenin kız öğrencilere cinsel tacizde bulunduğu ortaya çıktı. Taciz : Uşak’ta, dokuz yaşındaki ilköğretim okulu öğrencisine cinsel tacizde bulunduğu öne sürülen M.G. (26) gözaltına alındı. 30 NİSANTaciz: İstanbul’da evinden kaçan zihinsel engelli S.M.’nin (14) Sultangazi’de terk edilmiş bir kamyonet içinde kimliği belirsiz kişilerce cinsel tacize uğradığı iddia edildi. S.M.’yi taciz ettiği öne sürülen şahıslar, kızı araçta bırakarak kaçtıTaciz: İzmir’in Urla ilçesindeki bir ilköğretim okulunda beşinci sınıf öğrencisine cinsel tacizde bulundukları öne sürülen beş öğrenciden üçü tutuklandı. Cinayet: Ordu’da H.Ç.(47), eşi A.Ç.’yi (42) vurduktan sonra intihar etti. 02 MAYIS-Mardin’in Midyat İlçesi’nde 38 yaşındaki D.Y., 70 yaşındaki N.Y.’ye iddiaya göre tecavüz edip, bıçak zoruyla 7 bin TL’sini gasp etti. Jandarma tarafından gözaltına alınan şüpheli, çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.Diyarbakır’ın Kulp ilçesinde 6 yaşındaki bir kız çocuğunu kaçırarak cinsel tacizde bulunduğu iddiasıyla gözaltına alınan uzman çavuş M.Y.’ye (30)   tutuklandı.03 MAYIS-İstanbul’da, Zülfü K.(24) kendisini polis gibi tanıtarak, tanıştığı kadınlardan gasp yaptığı ve tecavüz ettiği iddiasıyla gözaltına alındı.04 MAYIS- Çorum’da Lise 1. sınıf öğrencisi Nilgün Erkmen (16), sabah saatlerinde okula giderken kendisini rahatsız edip arkadaşlık teklifinde bulunan O.K. (24) adlı gencin üzerine benzin dökerek yakması sonucu hayatını kaybetti.07 MAYIS-  Ankara’da mobilya mağazaları sahibi 27 yaşındaki Mehmet K., 20 yaşındaki sevgilisi Betül Çelik ‘i kendisi ile birlikte olmak istememesi üzerine  başka bir erkekle aldattığını düşünerekten çeşitli yerlerinden bıçaklayıp öldürdükten sonra baraja attı.09 MAYIS- Kahramanmaraş’ta Yusuflar Mahallesi’nde oturan H.K. (30), boşandığı ancak bir süre önce birlikte yaşamaya başladığı eski eşi Fatma Darendeli (26) ile tartışmaya başladı. Tartışmanın büyüyüp kavgaya dönüşmesi üzerine H.K., Fatma Darendeli’yi eliyle boğarak öldürdü.10 MAYIS- Şanlıurfa’da hırsızlıktan sabıkalı 2 gencin, kapı komşuları 16 yaşındaki engelli B.D.Y’yi eve kilitleyip, zorla bira içirip cinsel tacizde bulunduğu iddia edildi. Mutfak dolabı içerisinde üstü çarşafla örtülü, bilekleri kesilmiş halde polisler tarafından bulunan engelli kızın ailesi, olay sonrası depresyona girdi.14 MAYIS- Düzce’nin Akçakoca ilçesinde, fındık bahçesinde parçalanmış bir kadın cesedi bulundu. Cesedin Düzce’de 5 Ocak 2010 tarihinde okul çıkışı kaybolan 15 yaşındaki Hatice A.’ya ait olduğu tahmin ediliyor.15 MAYIS- Ceyhan’da Fatih Ü. (24), boşanma davası açan eşi Kezban Ü. (22)  ve kayınpederi Osman Göçer’i (45) av tüfeğiyle öldürdü.16 MAYIS- Antalya’nın Manavgat ilçesi Sorgun sahilinde kıyıya vurmuş boynuna taş bağlı bir kadın cesedi bulundu.Mersin’in Tarsus İlçesi’nde, üç aylık evli 24 yaşındaki Reyhan Arıdağ, evinde bıçaklanarak öldürüldü17 MAYIS- Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde  S.Ç. (18), 13 yaşındayken amcasının oğlu tarafından tecavüze uğradı. Daha sonra F.K. isimli biri ile evlendirildi. Bakire olmadığını öğrenen eşi tarafından terk edildi.yine  amcasının oğlu tarafından  tecavüze uğradı.S.Ç., Siverekte kalacak yeri ve can güvenliği i olmadığı için İlçe Emniyet Müdürlüğüne giderek, kadın sığınma evine gönderilmesini istedi.18 MAYIS- Trabzon Adli Tıp Kurumu’nda otopsi kameramanı olarak görev yapan 42 yaşındaki Şengül Karabacak evinde ölü bulundu.19 MAYIS- Gaziosmanpaşa’da, alkollü halde eve geldiği sırada tartıştığı 6 aylık hamile sevgilisi Derya Demiral’ı döverek öldüren Ufuk Ç. polise teslim oldu.20 MAYIS- Sakarya’nın Pamukova İlçesi’nde 14 yaşındaki üvey kızı tarafından tecavüzle suçlanan 49 yaşındaki Süleyman Ş. “Bu iftirayı temizleyin” diyerek eşiyle birlikte gittiği polis merkezinde çelişkili ifade verince, sevk edildiği mahkemece tutuklandı.21 MAYIS- Denizli’de , lokantada bulaşıkçı olarak çalışan 3 çocuk annesi Fatma Özalp’ı, daha önce beraber yaşadığı ileri sürülen Niyazi Karaca adlı bir kişi sokak ortasında pompalı tüfekle öldürüldü.  23 MAYIS- Tekirdağ’da, kıskançlık krizine giren taksici Adnan Yakut, yabancı uyruklu eski sevgilisi Zaharonova Kerimbekinova ile onun yeni sevgilisi olduğu iddia edilen Serkan Şekerpancarı’nı öldürdükten sonra intihar etti. 24 MAYIS- Beylikdüzü’nde, 41 yaşındaki Vedat Türkoğlu, boşanma davası açan 36 yaşındaki eşi Ayşe Türkoğlu’nu kahvaltı almak için girdiği pastanede kurşunlayarak öldürdü.25 MAYIS- Adana’da  İlker K.(36) adlı bir kişi , boşandığı eşi Nurdan Bakşi’yi sokak ortasında tartışırken tabanca ile öldürmek isterken Nurdan Bakşi’nin ablası Remziye Bakşi kardeşini korumak için silahın önüne atladı.Hastaneye kaldıran Remziye Bakşi’nin durumunun ağır olduğu öğrenildi.26 MAYIS- İnşaatlarda çalışan 26 yaşındaki Adem Soylu, kısa süre önce kendisini terk eden kuaför eşi 18 yaşındaki Burcu Soylu’yu çalıştığı işyerinde av tüfeğiyle öldürdü, diğer çalışanları rehin aldı.28 MAYIS- Ağrı’nın Diyadin ilçesine bağlı Yolcupınar köyünde,  Özlem ve Şehriban D’nin cesetleri, köyde terk edilmiş bir evin tavanına iple asılı vaziyette bulundu. Öte yandan, Yanıkçukur köyünde yaşayan Saniye Ç’den (20) de haber alamayan yakınları dün akşam saatlerinde eve gitti. Evin kapısını kırarak içeri giren yakınları, genç kadının tavana asılı cesedini buldu.Yalova’nın Samanlı köyünde bir servis şoförü, torunu yaşındaki öğrencilere elle ve sözlü cinsel tacizde bulunduğu iddiasıyla tutuklandı. 62 yaşındaki M.P. adlı servis şoförünün öğrencilere cinsel tacizde bulunduğu iddia edildi.Pendikte emekli Yusuf Coşaran ,25 yıllık eşi Hüsne Coşaran’ı pompalı tüfekle öldürdü. Durumu oğlunu arayarak “Anneni öldürdüm, ben de intihar edeceğim. Şu anda ormandayım” dedi.Kütahya’nın Hisarcık ilçesinde yaşayan Mustafa Kalkan (79),  yaklaşık 15 yıldır ayrı yaşadığı eşi Umahan Kalkan ‘ı(77) av tüfeğiyle vurarak öldürdü, oğlunu yaraladı.30 MAYIS- Konya’da 12 yaşındaki bir kız çocuğu 5 ay boyunca öz babasının tacizine uğradı. Tacizci baba annenin şikayeti üzerine tutklandı.Kayseri’de 22 yaşındaki M.K. annesi İkramiye Köse’yi boğazını keserek öldürdü.Bugün burada Türkiye’de son iki ayda yaşanan şiddeti gözler önüne serdik. Nisan ve Mayıs ayında yaklaşık 40 kadın öldürüldü, 120 kadın taciz ve tecavüze uğradı. Onlarca çocuk ise cinsel istismara maruz kaldı.Bizler Adana Kadın Platformu olarak aylardır kadınların yaşadığı şiddetin çetelesini tutmaya, öldürülen kadınların duruşmalarını takip etmeye devam ediyoruz. Katillerin ve tecavüzcülerin ceza indirimlerinden yararlanmamaları için davalara müdahil olma ısrarımız devam edecektir.

KADIN KATLİAMLARINA SON!

YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI!


Eskişehir Demokratik Kadın Platformu / 17 Ağustos 2010

Yasta Değil İsyandayız! Tüm Kadın Cinayetlerinin Hesabını Soracağız!

Kadın cinayetleri gün geçtikçe artmaya devam ediyor. Hergün bir başka bahaneyle öldürülen kadınların haberini alıyoruz. Kıskançlık, erkeğin aşkına karşılık vermediği için, boşanmak istediği için, aile meclisi kararıyla, güzel koktuğu için ve daha niceleri. Kadınların ölümüne türlü türlü gerekçeler gösteriliyor. Hayatın her noktasında olan kadınlar birer birer ayrılıyorlar aramızdan.

2010 yılının ilk 6 ayında 135 kadın öldürülürken, Temmuz ayında cinayetler hız kesmedi, 36 kadın erkekler tarafından katledildi.31 Temmuz’da yaptığımız eylemimizden bu yana  7 kadın cinayeti daha işlendi. Eskişehir’de kocasından boşanmak üzere olan Mediha BAŞTÜRK  kocası tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Kocasından şiddet gören Mediha sığınma evine gitmiş olmasına rağmen, devlet tarafından kocasına teslim edildi ve hiçbir önlem alınmadı. Malatya’da aile meclisi kararıyla öldürülen Hanife DURAK, Ankara’da kıskançlık bahanesiyle öldürülen Makbule SEYFİ, İstanbul Ümraniye’de Sebahattin Alkan, rüyasında “çıplak gördüğü” gerekçesiyle eşi Ruzkat Alkan ve evli-hamile kızı Sevgi Arslan’ı boğarak öldürdü. Mersin’de Orçan Yaraş, ayrılmak üzere olduğu karısı Nuray Yaraş’ı yazlık sitede, kızlarının gözleri önünde  10. kattan aşağı atarak öldürdü. Van, Cevdetpaşa Mahallesi’nde yaşayan 29 yaşındaki Altun Akırmak eski dini nikahlı eşi tarafından av tüfeğiyle vurularak katledildi. En son İstanbul Beyoğlu’da 77 yaşındaki Burhan Cahit Tekinliğ’in birlikte yaşadığı 61 yaşındaki Neşide Dırmıkçı’yı hunharca katledip, cesedi elektrikli testereyle parçalara ayırdı.

Kadın cinayetleri bu kadar artarken, devlet erkekleri koruyarak kadınların katledilmesine izin vermeye devam ediyor. Kadın cinayetlerinde erkeklere ceza indirimleri uygulayarak, erkeklerin kadınları öldürmesine yol açıyor. Ankara’da öldürülen Makbule Seyfi’nin kocası cinayetten sonra beni “tahrik etti”, “yaptığım için pişmanım” ifadelerini kullandı. Artk katiller hangi ceza indirimlerinden faydalanacaklarını bilerek ifade veriyorlar ve birbirlerinden besleniyorlar. Bizler cinsiyetinden, cinsel yöneliminden ve cinsiyet kimliğinden ötürü öldürülen kadınların, katillerinin nitelikli hal kapsamında yargılanmasını istiyoruz.

Ne vakit bir kadın öldürüldüğünde bizler orda olacağız ve kadın katillerinden hesap soracağız. Kadın katilleri her an soluğumuzu enselerinde hissedecekler.

Erkeklerin kadınları katletmesine, devletin koyduğu yasalarla erkekleri korumasına, hayatın her noktasında olan kadınların aramızdan ayrılmasına izin vermeyeceğiz.

Hergün bir kadın cinayetiyle uyanmayacağız. Kadın cinayetlerinin nitelikli hal sayılması için alanlarda, adliye önlerinde olmaya devam edeceğiz.

Örgütlü gücümüzle kadın cinayetlerini durduracağız.

 

Hem Evden Hem de İşten Kurtulmak İstiyoruz!

Mutfak Cadıları – Kasım 2010

Ücretli çalışmak şart: Niye? Kendi ayaklarımız üzerinde durabilmek, ekonomik özgürlüğümüzü kazanmak, işe yaradığımızı ve bir şeyler üretebildiğimizi görebilmek, kendimize güvenebilmek, istediğimiz hayatlara ulaşabilmek için… Her birimizin farklı “için” leriyle çeşitlenir ve uzar gider bu cümle… Peki, ister kendi isteğimizle isterse mecbur kaldığımızdan olsun çalışmanın, hayatımıza kattıklarının yanı sıra götürdüklerinin bir listesini yapsak, cümle ne kadar uzar, uzayabilir?

Devamını Oku…

Kadınlar İçin Esneklik Diyarı: Hollanda

supermarket-checkout-408_334Türkiye’de kadın istihdamının oldukça düşük düzeyde olduğu bilinen bir gerçek. Son yıllarda bu sorunu dert edinmiş görünen hükümet ve sermaye çevreleri çözüm olarak “güvenceli esneklik” kavramını öne sürüyor. Bu minvalde sıkça gündeme gelen Hollanda örneği üzerinden, esnek çalışma koşullarının kadınların ücretli ve ücretsiz emeğine etkisini, Avrupa Birliği İstatistik Kurumu (Eurostat) ve Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) verilerine dayanarak incelemeye çalışacağız.

Devamını Oku…

Herkes Kadın İstihdamı İstiyor, Kimin İçin?

esneklik-1Türkiye’de kadın istihdamının düşüklüğü, istihdam koşulları, erkeklerle kadınların ücret farkları gibi konular, son yıllarda giderek daha çok kesimin gündemini meşgul etmeye başladı. Bu gelişmede farklı etkenlerin kesişrnesi rol oynuyor ve bu kesimler, kadın istihdamı ile farklı bağlamlarda ilgilenmekteler. Birbirinden farklı kesimler olarak nitelediklerimiz sermaye kesimi, devlet kurumları, hükümetler, sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler ve feministler. Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 8/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 8

DOSYA: Kürtaj hakkı: Rahim bizim, hayat bizim, karar bizim!

4 Erkeklerden alacaklıyız! / SFK Kadın Emeği Grubu
5 Kadın sendikaları / Betül Urhan
7 “Eşit Ücret Günü” / Sevgi Uçan-Çubukçu
9 Sınıf ve kadın dayanışması üzerine / Hülya Osmanağaoğlu
11 Söyleşi: ‘Mobbing’/ Başak Günsever, Aslı Öz
13 Döllenme fantezileri / Suzan Saner
14 Saç Boyama Faşizmi / Özgün Akduran
15 Bedenimiz, biz ve taciz… / Müge Karahan
16 Katiller hanemizde… / Selin Nakıpoğlu, Funda Ekin
18 ‘Utanç davası’nda utandıran karar / Yeşim Çürük
20 İLeLeBeT İLleT! / Hilal Esmer
DOSYA: Kürtaj hakkı: Rahim bizim, hayat bizim, karar bizim!
22 İstediğimiz zaman, istediğimiz kadar çocuk!
24 İsteğe bağlı kürtajın önündeki görünmeyen engeller / Aslı Davas
25 Kürtaj hakkının yasal zincirleri / Gülümser Uğurlu
27 Dışı da beni yakar, içi de… / Özge Yenier Duman
28 Kürtaj hurafeleri / Candan Yıldız
29 Erkek egemenliği, kapitalizm ve doğurganlığın kontrolü / Ayşe Toksöz
31 Militarizm, tecavüz ve kürtaj… / Tülay Özdemir
33 Yuvarlak Masa: Ceninler, kadınlar, erkekler…
36 Tanıklıklar
38 Kürtaj mı, o da nesi? / Filiz Karakuş
40 Avrupa’da kürtaj hakları mücadelesi / Özlem Barın
42 Latin Amerika’da durum 44 Yaşam yanlısı mı? Yaşam düşmanı mı? / Yasemin Köken
45 “343 kahpe”nin imzasıyla başlayan kürtaj mücadelesi / Stella Ovadia
47 “Özel olan politiktir!” / Christine Delphy
49 Fırsat eşitliği değil, durum eşitliği için pozitif ayrımcılık! / Fatoş Hacıvelioğlu
51 Türkiye’de kadın üzerinden koparılan siyasi skandallar / Tuğba Özay Baki
52 Bebekli tatil / Hatice Ödemiş
53 Nasıl feminist oldum? / Banu Paker
55 Türkiye’den haberler
58 Dünyadan haberler
60 Başka türlü bir şey benim istediğim… / Funda Ekin
62 Cinsiyetin ‘başka’ tasvirleri… / Tuğba Özcan
63 Kitap
64 Öykü: Simit Çay / Handan Üstündağ
65 Kadınlar kampta, dayanışmadaydı! / Füsun Özgören, Evrim Ünaldı
66 Hiç Şaşırmadık!

Yüzyıllardır Söylüyoruz: Yasa Önünde Eşitlik

Mutfak Cadıları – Ekim 2010

“… Vatanda her ferd biribirine müsâvi ve hukukça aynıdır. Maalesef bugün yine müsâvât yalnız erkek ferdlerindir. (Erkek) ve (dişi) diye iki nev’ insan telakkisi bugün vicdanlarda yaşıyor. Erkeklere hak, kadınlar sükût veriliyor. Hâlbuki bütün insaniyyet bir nev’-i maklûktur. Erkeklik, dişilik mevzû’-ı bahs olamaz.

Devamını Oku…

İşsizlik Kimin Sorunu, Kimin Çözümü?

Mutfak Cadıları – Ekim 2010

Eylül başında ekonominin “büyükleri” ardı ardına basına açıklamalar yaparak müjdeyi verdiler. Örneğin, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, “Türkiye, özel sektörün tüketim ve yatırımına dayalı olarak çarpıcı büyüme performansı sergilemeye devam ediyor” dedi. Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Ümit Boyner de, ekonominin gidişatından son derece memnun bir şekilde, özel sektörün yatırım harcamalarındaki artışının büyüme üzerinde olumlu bir etki yarattığını vurguladı.

Devamını Oku…

Bu Yarışmanın Galibi Mağlup

Mutfak Cadıları – Ekim 2010

Geçtiğimiz ay Garanti Emeklilik ve Elele dergisi ortaklığında kadınlar için bir kısa öz yaşam hikâyesi yarışması ilan edildiğini duyduk. Yarışmanın başlığı bir hayli dikkat çekici: “Zamane hatunları”! Yarışmanın mantığı çok da yabancı değil. Dünyada son on yılda gündemleşen aile ve iş yaşamını uyumlulaştırma politikaları ile paralel, hem “iş”e hem “ev”e yetişen “süper kadın”lar yaratma tasarısının Türkiye’deki en aktüel göstergesi “zamane hatunları”. Yarışmanın çağrı metnine göz gezdirdiğimizde karşılaştığımız ifadeler şaşırtmıyor ama öfkelendiriyor:Devamını Oku…

Bakıma Muhtaç Özürlülerin Bakımı

Mutfak Cadıları – Ekim 2010

27691 sayılı  ‘Özürlülerin[i]  Bakımı, Rehabilitasyonu ve Aile Danışmanlığı Hizmetlerine Dair Yönetmelik’ 3 Eylül 2010 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlandı. Bu yönetmelik bir anlamda 2005 yılından beri bu konuda çıkan yasaları ve yasalarda yapılan değişiklikleri derli toplu hale getiriyor.
2005 yılından beri sakat hakları ile ilgili en önemli gelişme olan ağır sakatların bakımı ile ilgili düzenlemelerde  ‘bakıma muhtaç özürlü’nün ailesi önemli yer tutuyor. Burada aile kavramı ile işaret edilen kişi ailedeki bakıcı kadınlar. Yani başta anneler olmak üzere, eşler, kız çocukları, kız kardeşler. Devamını Oku…

Güvenle Al, Esnekçe At

Başbakanlık tarafından hazırlanan Ulusal İstihdam Stratejisi Taslağı ile birlikte Avrupa Komisyonu tarafından uygulanması önerilen ve Avrupa’nın farklı ülkelerinde dolaşıma giren “güvenceli esneklik” kavramını tartışmaya başladık. Güvenceli esneklik modeli kamuoyuna iki temel argüman ile sunuldu. Birincisi işsizlik oranının gittikçe yaygınlaşması, ikincisi ise kayıt dışı istihdamın artması. Emek piyasasında yaşanan işsizlik ve güvencesizlik gibi sorunların, işverenin işçiye iş güvenliği sağlaması yerine, işten çıkarılmanın ve işe almanın kolaylaştırılmasıyla çözüleceği vurgulanıyordu. Pek çok kurum bu argümanlarla güvenceli esnekliğin kadın istihdamını arttıracağı konusunda neredeyse hemfikir oldu. Devamını Oku…

Ev İşleri Hiç Bitmez

Mutfak Cadıları – Eylül 2010

Ev kadınlığı, dünyanın en zor işlerinden biri… Dışarıda çalıştığınızda tek iş yaparsınız ama evde yemek, bulaşık, temizlik, çamaşır, çocuk ve yaşlı bakımı pek çok işi birden yapmak zorundadır ev kadınları…Bunların hepsi dışarıda yapıldığında para getirir ama evde yaptığınızda, sizin doğal olarak göreviniz gibi algılanır…Üstelik, bu işler görünmez işlerdir… Yapılmadığında fabrikadaki işler de yürümez onun ötesinde yaşam durur ama ev işleri, iş diye istatistiklere girmez, ülkenin gayri safi milli hasılası içinde yeri yoktur…

Devamını Oku…

Kadın İşsizliği Artıyor

Mutfak Cadıları – Eylül 2010

Toplumsal hayatın bütün alanlarında olduğu gibi işgücüne katılım/işsizlikte de kadınlar açısından temel belirleyen patriyarkal ilişki biçimleri oluyor. Kadınlar evdeki sorumlulukları nedeniyle istihdama katılamıyorlar.

Devamını Oku…

Yasta Değil İsyandayız!/ 17 Ağustos 2010

Eskişehir Demokratik Kadın Platformu Basın Açıklaması

Kadın cinayetleri gün geçtikçe artmaya devam ediyor. Her gün bir başka bahaneyle öldürülen kadınların haberini alıyoruz. Kıskançlık, erkeğin aşkına karşılık vermediği için, boşanmak istediği için, aile meclisi kararıyla, güzel koktuğu için ve daha niceleri. Kadınların ölümüne türlü türlü gerekçeler gösteriliyor. Hayatın her noktasında olan kadınlar birer birer ayrılıyorlar aramızdan.

Devamını Oku…

Burçak Yası Tutanlar

Yazın gelmesiyle birlikte; malum hasat mevsimi, gezici mevsimlik kadın tarım işçileri de evlerinden, kendilerine ait hissettikleri güvenli ortamlarından uzak hayatlarının sürdürmekte. Ekmeğini çıkarmak, ailelerine destek olmak için çoğu zaman dillerini bile bilmedikleri, üretim zincirinin içinde yer alan dayıbaşı, elçi dışında gittikleri yerden hiç kimseyle karşılaşma imkanı dahi olmadan tarlalarda çalışmakta.

Şubat ayından başlayıp Kasım ayına kadar, ortalama üç değişik şehirde geçen; sabah güneşin doğmasıyla başlayan ve gece geç saatlere kadar barınma mekanında ve tarlada dur duraksız çalışılan bu süreç, gezici mevsimlik kadın tarım işçisi için” kötü kaderden” ibaret bir hayat.

Az topraklı veya topraksız ailelerde kadınlar, tarımsal üretimin her aşamasında yer alırken ailenin geçimi için öncelikle mevsimlik işçilik yapmaktalar. Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) 115. sayısında Tarımsal işletmelerde 2009 yılı için mevsimlik tarım işletmelerinin ücret yapısına ilişkin yapmış olduğu araştırma sonuçlarına göre mevsimlik tarım işçiliği yapan kadınlar aynı işi yapan erkeklere göre %30 daha az ücret almaktadır. Araştırma hangi işleri yoğunlukla kadınların hangilerini erkeklerin yaptığını söylemese de biz emek yoğun işler olan tütün, çapalama, ürün toplama vb işlerde kadınların daha fazla çalıştığını biliyoruz. Özellikle gezici olmayan mevsimlik tarım işçilerinde yaşlanan şu sahne hepimize tanıdık gelecektir; evin reisi sayılan erkekle birlikte ailece tarlaya çalışmaya gidilir. Erkek bir süre çalıştıktan sonra “siz devam edin benim halletmem gereken (muhtarla konuşmak, dayıbaşı ile görüşmek gibi) bir iş var der ve sıvışır. Bir ağaç gölgesinde saatlerce bitmek bilmeyen görüşmeler yapılırken diğerleri yaptıkları işe göre -daha sonra birçok ortopedik hastalığa neden olan- azap verici bir pozisyonda saatlerce güneşin altında çalışırlar. Buna ilaveten kadınların çalıştıkları tarlalar dışında da işleri bitmek bilmemekte.

Mevsimlik gezici kadın tarım işçileri patriarkal yapıdan dolayı en fazla ezilmiş kesim olarak cinsiyetçi iş bölümünden dolayı belki de en fazla alacaklı olan kesimdir Gezici mevsimlik kadın işçiler; çoğu sıcakta içlerinde durmakta zorlanılan naylonlardan oluşturulmuş tek odalı çadırları aylar boyu içlerinde yaşayacakları evleri haline dönüştürmekle yükümlüler. Oturma odası, yatak odası ve mutfak olarak kullanılan bu barınma mekanlarında yemek yapma, yemek sonrası temizlik, çocukların bakımı, giyeceklerin yıkanması ve hazır edilmesi, çadırın temizliği, ekmeğin pişirilmesi ve su temini gibi görevleri de yerine getirmekteler. Yapılan araştırmalarda mevsimlik erkek tarım işçileri çalışma koşullarına ilişkin en çok düşük ücretten şikayet ederken kadınlar en önemli sorunu kötü çadır koşulları olarak ifade etmektedir. Çoğu barınma mekanında veya yakınında bir tuvaletin bile bulunmayışından dolayı kadınlar gündüzleri “ayıp” sayılacağından tuvaletlerini bütün gün tutup ancak hava karardıktan sonra uygun bir yer bularak ihtiyaçlarını giderebilmekte.

Yine özlemlerine ilişkin on seçenekli bir soruya “ümidi kırık işçi kadınlar” olarak verdikleri cevaplardan “bu işten kurtulmak” ilk sırada yer alırken “ev hanımı olmak” ve “evlenmek” son sırada yer almıştır.

Ne yazık ki mevsimlik kadın işçilerine dair araştırmalar yok denecek kadar az ve var olanlar da erkek egemen kapitalist kalkınma söylemine dayanmaktadır. Örneğin 2002 yılında Uluslar arası Çalışma Örgütü Türkiye temsilciliğinin yaptırmış olduğu “Türkiye’de gezici ve geçici kadın tarım işçilerinin çalışma ve yaşam koşulları ve sorunları” araştırmasında; “Kadınların büyük bir kesiminin Türkçe bilmediği ve Türkçe bilenlerin de görüşme cetveli içeriğini anlayacak düzeyde kavrama yeteneğinden yoksun olduğu görülmüştür.” Cümlesi kimin kimi ve neyi anlamaktan yoksun, bu konuyla ilgili körlüklerin nerelerde olduğunu çok açık bir şekilde göstermektedir.

Yine 24 Mart 2010 tarihinde 27531 sayılı resmi gazetede yayınlanan mevsimlik gezici tarım işçilerinin çalışma ve sosyal hayatlarının iyileştirilmesi hakkında başbakanlık genelgesinde kadınlardan 13. madde dışında bahsedilmemektedir. Yaşam koşullarının iyileştirilmesi ile ilgili maddeler aileye yöneliktir ve kadının iş yükünü hafifletecek önlemler değildir. Bahsedilen 13. maddede işçilerin geri dönüşlerinde başta kadın ve genç kızlar olmak üzere, yetişkinlere okuma-yazma, sosyal-kültürel faaliyetler ve meslek edindirme kursları düzenlenmesi hususunda gerekli imkanların hazırlanması ön görülmektedir. Bu kadınlar büyük ihtimalle bulundukları bölgede işleri bittiği gibi arkalarına bakmaksızın evlerine dönmek istemektedirler. Ayrıca bahsi geçen meslek edinme kursları ile edinecekleri var sayılan mesleklerini gerçekleştirme ihtimali nedir sormak isteriz? Ama görünen o ki; genelge mevsimlik gezici kadın tarım işçilerinin gerçekliğinden uzak, sırf süs olsun diye konmuş maddelerle dolu bir genelge.

Yüzyıllardır söylüyoruz: Kamusal Alanda Eşit olmak istiyoruz

Mutfak Cadıları – Ağustos 2010

“Bugün kadının erkek ferdden zaif ve âciz kalmasına sebeb hayat tarzlarından mütevellittir. Kadın daima dar bir saha içinde kalmıştır. Erkek ise geniş bir sahada çok görmüş ve çok gezmiştir. Yani kadının hayatı (statik- statique) erkek ferdin hayatı da (dinamik- dynamique) geçmiştir.

Devamını Oku…

Uyumlulaştırmanın Bir Başka Vehçesi

Mutfak Cadıları – Ağustos 2010

Yaklaşık 10 yıl önce çalıştığım ABD şirketinin erkek insan kaynakları müdürünün masasında, üzerinde  “Aile ve İş Yaşamını Uyumlulaştırma” yazan kocaman bir dosya olduğunu görmüştüm. Ne yaptığını sorduğumda eğitime gönderildiğini öğrendim.

Devamını Oku…

Doğum Borçlanması: Alacaklıyken Borçlu Çıkarıldık…

Mutfak cadıları – Ağustos 2010

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) yasası ile doğum yapan kadınlara verilen prim borçlanma hakkının kapsamı 01.07.2010 tarihinde yapılan bir düzenleme ile genişletildi. Daha önce doğum borçlanmasından faydalanabilmesi için kadın sigortalının, doğum nedeniyle işten ayrılmış veya işten ayrıldığı tarihten itibaren üçyüz gün içinde doğum yapmış olması gerekiyordu.

Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 7/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 7

DOSYA: BOŞANMA

4 Ev eksenli çalışan kadınlar: “İşçiyiz, sendikalıyız!” / Özlem Kaya
6 Feminizmin penceresinden sendikalılar: Camlar mı kirli? / Ece Kocabıçak
8 Kadınların ocağı, sağlık ocakları kapatılıyor / Aslı Davas
10 Başa bela kadınlar / Öznur Subaşı
11 Tecavüz kriz merkezleri / Lale Tırtıl
13 Tecavüze karşı mücadele / Hilal Eyüpoğlu
15 Kesik / Cemre Yeşil
17 Queer aile olasılıkları, LBT görünürlüğü / Cemre Baytok
18 “Amerika’nın Stonewall’u gibi, Türkiye’nin Ülker Sokak’ı…” / Cemre Baytok
19 Feminist dil nasıl ehlileşiyor? Gülnur Acar Savran
DOSYA: BOŞANMA
22 Boşanma: Evliliğin karşıtı değil, aynası
24 Evliliğe mahkum değiliz. Boşanabiliriz. / Filiz Karakuş
26 “Bambaşka biri” / Müge Yetener
27 “Gel son bir kez konuşalım” / Fatoş Hacıvelioğlu
28 Boşanma sürecinde kadınlık halleri / Ayşe Akaya
30 “Görünmeyen emek, erkek yargıya karşı sesini yükselt!” / Funda Ekin
31 Zina! Yeniden… / Selin Nakıpoğlu
32 Boşanmanın güzelliği / Zahide ve Latife
33 Git ne olursun! / Bir kadın
34 Boşanmaya dair tanıklıklar…
36 Boşanamama travması ya da ev(lilik) içi tutsaklık / Özge Yenier Duman
37 Evlenmemeyi başardım / Hasbiye Günaçtı
39 Yuvarlak masa: Boş anlardı evlilik; boşandık!
43 Fahişelik mi, seks işçiliği mi? / Müge Yetener
44 Kürtçe eğitimi neden savunmalıyız?
45 Savaş, ırkçılık ve milliyetçilik karşıtı feminizm / Ayşegül Devecioğlu
48 Söyleşi: Kadın olmak zor, Hakkari’de kadın olmak daha zor
51 Türkiye’den haberler
54 Dünya’dan haberler
56 İşyerinde beyaz, evde mavi yakalılar / Hatice Erbay
57 Öykü: Boşanma davasında siyasi savunma vermek / Derya Divrikli
58 Nasıl Feminist Oldum? / Filiz Karakuş
60 “…Evliydik” / Fatma Mefkure
62 Var mı Aşktan Öte…? / İsmigül Şimşek
63 Kitap
64 İki oyun / Nacide Berber
65 Yeniyol’da eskimeyen egemenlik

Soyut Eşitlik Değil, Somut Eşitlik İstiyoruz!

21909-zelal225 Mayıs 2010 tarihinde başbakan imzasıyla Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren “Kadın İstihdamının Artırılması ve Fırsat Eşitliğinin Sağlanması” başlıklı, 2010/14 sayılı Başbakanlık Genelgesini Türkiye’de işgücü piyasasında yaşanan dönüşümden bağımsız olarak ele almanın mümkün ve anlamlı olmadığını düşünüyoruz. Bu nedenle genelgeyi, genelgenin sürekli referans gösterdiği 4857 sayılı iş kanunu ile birlikte değerlendirmeye çalıştık.

Devamını Oku…

Üç Çocuk ve Sonrası

Mutfak Cadıları – Temmuz 2010

Üç çocuk doğurmalıymış kadınlar, öyle diyor başbakan. Kadınlardan elbette ki sadece üç çocuğu doğurmaları değil, bu çocuklara bakmaları, tek uğraşılarını bakım faaliyetleriyle sınırlamaları, hayatlarını vakfetmeleri de bekleniyor doğuracakları çocuklara. Bakım işlerine kendilerini adamaları ve bu şekilde mutlu olmaları beklenen kadınların, çalışmak istemeleri, iş aramaları ise, Türkiye’deki işsizliğin en önemli sorumlusu olarak gösteriliyor yine AKP’li bakanlar tarafından.

Devamını Oku…

Yüzyıllardır Söylüyoruz: Kreş İstiyoruz

Mutfak Cadıları – Temmuz 2010

… Yedi yaşından küçük çocukların yenidünya prensipleri dâhilinde büyütecek ve terbiye edecek müesseselerimiz var mıdır? … Zamanın aişet ihtiyacıyla sabahleyin erkenden çocuklarını mahallesinin himayesine bırakarak, alaca karanlıkta işe giden amele kadınların yavruları, en ziyade mehâlike ma’ruz kalan masum bir zümredir. … O halde ne yapmalıyız? Bize bahçeler lâzım, bir iki park – o da büyüklerin zevklerine ve eğlencelerine muhassesdir- bizim içim kâfi değildir. … Meselâ bir kaç civar mahallenin istifade edeceği yerlerde ufak himmetlerle çocuk bahçeleri tanzim edilebilir. … Mekteb dönüşü bu bahçelerde toplanacak çocuklar, orada terbîyevi oyunlar oynayacak düzgün sahalar, çabuk yetişen ağaç gölgeleri, kum havuzları ve bütün bunları idare edecek ve onlara temizliği intizâmı telkin eyleyecek bir iki mürebbiye bulurlarsa kâfidir. Bilhassa alacak karanlıkta işlerine gitmeğe mecbur olan amele kadınların küçük çocuklarına muhafaza edecek –garderie-ler, bu bahçelerin bir köşesine yapılacak ilk binalar olmalıdır” Nezihe Muhiddin (Yeni Harflerle Kadın Yolu/ Türk Kadın Yolu, 2009: 96).

Alıyoruz Veriyoruz; Patriyarkaya Can Veriyoruz

Mutfak Cadıları – Temmuz 2010

“Kadınlar, tüketiciler olarak, Çin ile Hindistan’ın pazar toplamının 2 katı kadar büyüklükte bir fırsat sunuyor şirketlere. Dünya çapında kadınların toplam yıllık kazançları 13 trilyon dolar iken, tüketim harcamaları 20 trilyon dolar…” diyor M.J. Silverstein ve K.Sayre; “Hal böyleyken şirketler kadınlara yeterince iyi davranmıyor, onların istek ve ihtiyaçlarını anlamıyorlar, sanki satın alma kararını verenler onlar değilmiş gibi davranıyorlar”. Yazı devamında hangi şirketlerin ne gibi stratejilerle kadın müşterileri tavladıklarını, ne kadar başarılı olduklarını ele alıyor ve kadın müşterilerine daha iyi hitap edebilmek için ne gibi yöntemler izlemeleri gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunuyor.

Devamını Oku…

Simit Çay

ay-simitHandan Üstündağ

O önemli işlerini dinlemek istemiyorum. Çok sıkılıyo­rum. Bana büyük hedefleri­ni, müthiş önemli uğraşları­nı anlatıyor. Benim kulaklarımda rüzgar uğultusu gibi bir şey var, duyamıyorum. Bana bakmayan gözlerini, kıpırdayan dudaklarını izliyorum. Yüzünü inceli­yorum. Bu yüzdeki hangi ipucunu süre­rek ruhuna giden yolu bulabilirim diye düşünüyorum. O bana ne kadar önemli bir adam olduğunu ve ne kadar önemli adamların, onu ne kadar önemsediğini anlatmak için canhıraş uğraşıyor. Büyük adamlar dünyasındaki üst düzey konu­munu anlarsam ona hayran mı olacağım? Ne diye yapıyor ki bunu, anlamıyorum.

O büyük adamlardan bana ne! Ben onu merak ediyorum. Sadece onu. Onun insan yanı­nı. Onun zayıf yanını. Onun hassas yanını. Onun çocuk yanını. Onun eğlenceli yanını. Kendi halini.

Devamını Oku…

İktisat ve Toplumsal Cinsiyet

ktisat-ve-toplumsal-cinsiyet Toplumsal cinsiyet kavramının ana akım / ortodoks iktisat disiplinine ‘sızması’ oldukça yenidir. Çünkü iktisat, kendisini sosyal bilimlerin ‘baba’sı olarak kurgular; sosyoloji ve antropoloji gibi disiplinlere göre daha dirençlidir cinsiyetli analizlere. İktisat; rasyonellik, rekabet (piyasa) ve kıtlık kavramlarıyla evrensel olarak geçerli ve ‘objektif’ analizler yaptığını savunur; oysa ekonomik ve sosyal hayatın en önemli kategorisini yani ücretsiz (bakım) emeğini / toplumsal yeniden üretimi ekonomi dışına iterek kadınları görünmez kılar. Feminist iktisat, kadınların bakım emeğini görünür kılarak iktisadın sınırlarını genişletmek ister. Bu amaçla, ana akım iktisadı, konusu, kapsamı, metodolojisi ve pedagojisi açısından eleştirir. 

Devamını Oku…

Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın Emeği: Türkiye Örneği

kapitalizm-ataerkillik-ve-kadn-emeiİrem Yılmaz

Fedakar, güvenilir, sabırlı, itaatkar, uysal, ucuz (hatta yok pahasına)… Bu kavramlar, pek çok yönüyle –zamansal, mekansal vb.– kadınların yeryüzünde harcadığı emeği şekillendiren, kavrayıp kuşatan nitelemelerin en güçlüleri olarak, resmi ve gayrı resmi tüm kanallarda kadınlar aleyhine işletilmekte. Biz, bu ‘işletim sistemi’nde kadınların durumunu ücretli/ücretsiz emek kıskacıyla tanımlıyoruz. Tespitimizi gündemde tutmak içinse, aile ve iş yaşamında derinliğini yitirmeyen, hükümet ve patronlarca da sımsıkı sahiplenilen cinsiyetçi iş bölümü, fırsat yaratmamıza gerek bırakmıyor. Öngöremediğimiz bir tarihe kadar daimi gündemimiz olacak olan ücretli/ücretsiz kadın emeği konusunda, kadın akademisyenlerin ortak çalışmasıyla SAV’dan çıkan bu kitap, kadınların ücretsiz ev içi emeği kadar kadın istihdamının esnek ve enformel yapısı, kadınları hedef alan mikro krediler, göçmen kadın emeği konularında da, kapitalizm ve ataerkinin (patriyarka) birbirine sağladığı maddi temel üzerinden kapsamlı incelemeler sunuyor. Bu açıdan, esnek çalışma ile ilgili verilen bilgiler biz kadınların nasıl bir istihdam istediğimiz hakkında da soru/n ve taleplerimizi ortaya koyuyor.

Devamını Oku…

Aklımdaki Yılan

aklmdaki-ylan

Hatice Meryem  Aklımdaki Yılan’da, annelerin hayatını dert ediniyor. Sekiz öyküsünde sekiz anne-kadını anlatıyor, yanlarında başka bir sürü kadınla beraber. Bazen günü çalan annelik işlerinden dem vurarak, bazen çocuğundan asla vazgeçemeyen anneleri okuyucuyla yeniden tanıştırarak, her şeyi doğuran ama bir türlü ‘kendini doğuramayan’ kadınların hayatına sokuyor bizi.

Bu, çocuk sahibi bir porno yıldızı veya annesinin ‘mirasıyla’ baş etmeye çalışan bir kadın olabiliyor. Renklerini hiçbir zaman eksik etmeyen Hatice Meryem’in öyküleri, feministlerin anneliği tartışırken gözden kaçırmaması gereken bir kitap.

Hatice Meryem

İletişim Yayınları, 2010

 

Erkeklerden Alacaklıyız/6 Haziran 2010

Galatasaray’da 6 Haziran 2010 tarihinde yapılan eylemde okunan metin şöyledir:

100_4484

Basına ve Kamuoyuna;

Ekonominin at gözlüğünden bakan resmi rakamlarına göre bile biz, dünya gelirinin ancak yüzde 10’una, üretim araçlarının ise yüzde 1’ine sahibiz. Farklı ülkelerde, farklı ulusların mensupları olarak, farklı koşullarda yaşasak da; farklı dinlerimiz, dillerimiz olsa da, yoksulların en yoksulu olmaya devam ediyoruz.

Bugüne kadar, binlerce çocuk doğurduk, besledik, büyüttük, kimse “yeter!” demedi. “Üç çocuk daha” dediler.

Binlerce litre çorba pişirdik, kimse aşçı demedi. “Vazifeniz”, dediler.

Binlerce sökük diktik, kimse terzi demedi. “Çalışmaya devam” dediler.

Binlerce bütçe denkleştirdik, kimse ekonomist demedi. “Suyu biriktirin, ekmeği evde yapın” dediler.

On binlerce dert dinledik, kimse psikolog demedi. “Daha da anlayış isteriz”, dediler.

On binlerce kez tacize, tecavüze, şiddete uğradık, canımızı kaybettik. Sudan bahaneler ileri sürdüler!

Ev ve bakım işlerine harcadığımız saatlerimizi, günlerimizi, yıllarımızı geri istiyoruz! Hayatımızı geri istiyoruz!

Çocukların, yaşlıların, hastaların bakıma ihtiyacı var. Doğru! Ama çocuklar erkeklerin de çocukları; yaşlılar, hastalar onların da yakınları. Erkekler bu işleri yapmadıkça, yapmayı reddettikçe kadınların yükü artarak devam ediyor.

Evet, alacaklıyız! Erkeklerin bize borcu var! Karşılığı ödenmemiş emeklerimiz için alacaklıyız. İster ev dışında çalışalım, ister tam zamanlı ev kadını olalım, bütün ev işlerini ve bakım yükünü üstümüze yıkan erkeklerden alacaklıyız.

Erkeklerden alacaklarımızı alana kadar ev işi yapmayalım! Ev işleri erkeklerin işi olsun. Yemeği, ütüyü onlar yapsın; çamaşırı, bulaşığı onlar yıkasın. Çocuklara babaları baksın. Sabahları onları okula hazırlasın, akşam yemeklerini hazır etsin, derslerinde yardımcı olsun. Hastalandıklarında işi bırakıp, eve babaları koştursun. Yaşlı anne babaların bakımını, hastalandıklarında ilaçlarını hatırlamayı, banyolarını yaptırmayı, oğulları, damatları üstlensinler. Erkekler, dert ortaklığı etmeyi, kendi çocuklarıyla, babalarıyla ilişkilerini düzenlemeyi öğrensinler.

Erkekler kadınların iş yerinde, arkadaşlarıyla yaşadıkları sorunları dinlesin, kadınların gündelik hayat stresini üzerlerinden alsın. Erkekler ‘sevgi’ uğruna, kadınların egosunu tamir etmek, beslemek için bedenlerini ve ruhlarını paspas etsin.

Bu doğal bir iş bölümü değil, politik bir sorun. Aile içinde maruz bırakıldığımız, acılarla dolu hayatlara yol açan, cinsiyetçi iş bölümünün değişmesinin zamanı çoktan geldi.
Ev dışında çalışalım, çalışmayalım, devlet, sosyal hakları budamak yerine, bakım yükünü kadınların üzerinden almak üzere çözümler üretmelidir. Çocuk bakımından hasta ve yaşlı bakımına kadar nitelikli bakım hizmeti sunmalıdır.

İkinci hedefimiz, bakım yükümüzü hafifletecek, ucuz/bedava kreşler, kamusal bakım merkezleri olmalı.

Ancak kadınların bakım yükünü azaltmaya yönelik reformlar kendi başına aile içindeki cinsiyetçi iş bölümünü ortadan kaldıramaz. Bu nedenle, bir yandan bakım yükümüzü hafifletecek ucuz/bedava kreşler, kamusal bakım merkezleri talep ederken, bir yandan da ev kadınları için, sağlık güvencesi, annelik ödeneği, vergi indirimi istiyoruz. Hem evde hem işte çalışıyoruz. Çifte mesai yapıyoruz. Erken emeklilik istiyoruz. İstiyoruz ki, evliliğe, aile içindeki cinsiyetçi iş bölümüne mahkum olmayalım. Bu iş bölümüne “hayır!” diyebilecek gücümüz olsun.

Devlet ve hükümetler ise, suç ortaklığı yapmak üzere yaratılmış baskı araçları. Sosyal harcamaların kısılarak bakımın faturasının üzerimize çıkarılmasına; kadın istihdamının artırılması kisvesi altında kayıt dışı, güvencesiz işlere sürülmeye itiraz ediyoruz! Eğer bu koşullarımız değişmeyecekse, hükümet boşu boşuna “kadın istihdamına yönelik genelgeler” yayınlamasın!
Ücretli bir işte çalışabilmek için, kadınlar ve erkekler için ayrı ayrı ücretli doğum izni; iş gününün ücretler değişmeden, hem kadınlar hem erkekler için kısaltılmasını istiyoruz.

Çalışırken, cinsiyetlendirilmiş uygulamaları istemiyoruz. Yıllarca ev yönettiğimiz halde, dışarıda çalışmaya kalktığımızda vasıfsız sayılıyoruz. İşe alınırken ayırımcılığa maruz kalmak, ne zaman çocuk yapacağımızın hesabını vermek istemiyoruz. Meslek eğitiminde ve bütün iş kollarında kadınlar için kota; iş arayıp bulamadığımızda süresiz işsizlik ödeneği istiyoruz.

Yüzyıllardır, emeklerimize, bedenlerimize, kimliklerimize erkekler tarafından el konuluyor.

Erkekler başarılarını, icatlarını, şimdiye dek biriktirdikleri sermayelerini, hep bizim sırtımızdan, kadınların karşılıksız emeğinden sağladılar. Yüzyıllardır toplumsal yeniden üretimin en ağır yükünü biz kadınlar çekiyoruz. Bu nedenle erkeklerden alacaklıyız. Geçmişin hesabını soruyor, geleceğimizi istiyoruz!

Evlere hapsedilmek değil, hayatımızı istiyoruz, özgürlüğümüzü istiyoruz!

Sosyalist Feminist Kolektif / 6 Haziran 2010 Galatasaray

 

Kadınların Emeği Yeni Sendika Yasa Taslağı’nda da Görünmüyor!

Mutfak Cadıları – Haziran 2010

Kasım 2009’da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, kendi tarafından oluşturulan akademik komisyon eliyle hazırlattığı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi (TİS) yasa taslağını, İş Kanunu uyarınca oluşan üçlü danışma kurulunda sendikalara iletti. Hükümet sendika yasasındaki değişiklik taslağını elbette durduk yere gündeme getirmedi.

Devamını Oku…

Başbakan’a Cevabımızdır: Mevcut Durumu Korumak Değil, Yıkmak İstiyoruz

Mutfak Cadıları – Haziran 2010

Başbakan Erdoğan, “3 çocuk doğurun” inadından vazgeçmedi bir türlü. Bu inat “gündüz dilimde gece düşümde” mertebesine varmış olmalı ki, geçtiğimiz günlerde katıldığı bir nikâhta tutamadı kendini, üstüne bir de ödül vaat etti. “Eğer böyle giderse 2038’de durumumuz kötü. Bu durumu düzeltmemiz lazım. Belki ödül de koyarız bu işe, belli olmaz. Çünkü bu işi başarmamız lazım” diyen Erdoğan’a göre, Türkiye’nin şu anda nüfus artış hızı yüzde 1.5 ile 1.8 aralığında. Olması gereken düzey ise en azından yüzde 2.5. Niye peki? Erdoğan “En az yüzde 2.5 olmalı ki mevcut durum korunsun” diyor.

Devamını Oku…

Maden Emekçisinin Anası, Kadını ve Çocuğu Olmak!

Mutfak Cadıları – Haziran 2010

Kara elmas olarak anılan Zonguldak’ın Çatalağzı ilçesinde yaşayan bir maden işçisi anlatıyor:

…“Buralarda her iki kişiden biri mutlaka madencidir, ya komşunuz madencidir ya arkadaşınız madencidir ya da bir akrabanız mutlaka madencidir. Bu yüzden evlerde ya da kahvelerde hep madenler konuşulur, herkes madenin ayrı bir sıkıntısını anlatır, nasıl çalıştığını anlatır. Siz de görmeseniz bile az çok nasıl çalışıldığını bilirsiniz.”

Devamını Oku…

Kadınlar İş Ararsa

Mutfak Cadıları – Haziran 2010

Dünya gazetesinin 19 Nisan 2010 tarihindeki sayısında Alaattin Aktaş’ın köşesinde şöyle bir başlık yer almaktaydı: “Her dört kadından biri değil de ikisi çalışmak istese işsizlik %33’ü bulacaktı”.Devamını Oku…

Kadın Girişimciliği: Kimin İçin, Ne Pahasına…

Kadın Girişimciliği: Kimin İçin, Ne Pahasına…

Çalışma yaşamı dışında kalan ev kadını sayısı 2009’da 12 milyon 101 bin’e yükseldi. Kadınların çalışma yaşamına dahil ol-a-mama nedenlerinin başında “ev işleriyle meşgul olmak” geliyor. Kadınların işgücüne katılım oranı 2009 sonu itibarıyla yüzde 26, istihdam oranı ise yüzde 22,6. Bu oranlar Dünya’da sırasıyla yüzde 51,6 ve yüzde 48. Kadınların işsizlik oranı ise yüzde 14,3. Bu veriler, Dünya Ekonomik Forumu (WEF) Ekonomik Katılım ve Fırsatlar, Eğitime Erişim, Siyasal Güçlenme, Sağlık ve Hayatta Kalabilme temel kriterlerine göre hazırlanan Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu’ndan gözümüzün seçtikleri. Rapora göre, dünyada 2008’e kıyasla 2009’da, ücret ya da yevmiye karşılığı çalışan kadın oranı düşerken; ücretsiz aile işçisi olarak çalıştırılan ya da kendi hesabına çalışan kadınların sayısı artışta. Çalışma yaşındaki erkek nüfusun yüzde 77,7’si iş gücüne katılırken, kadın nüfusta bu oran bir önceki yıla göre 51,6’ya gerilemiş durumda. Alınan ücretlere bakıldığındaysa, Dünya ülkelerinin çoğunluğunda, kadınların ücretlerinin, erkeklerin ücretlerinin yüzde 70 ile yüzde 90 arasında değiştiği saptanmış.

TUİK 2009 verilerine göre, Türkiye’de nüfus 70,5 milyon. Bunun 51,6 milyonu 16-50 yaş arası işgücü. Ancak bunun 21,2 milyonu çalışıyor. Çalışan nüfus içinde kadınların oranı yüzde 26. İşsizler içinde kadınların oranı ise yüzde 21,9. Genel işsizlik oranı yüzde 14. Kayıtdışılık kırsal alanda yüzde 89 iken, bu oran kentlerde yüzde 45. Kadınların en yoğun istihdam edildiği sektörler, kentte hizmet sektörü, kırsal kesimde ise tarım. Kırsal kesimde çalışan kadınların yüzde 70’i ücretsiz aile işçisi olarak çalışıyor. Kadınların tarım dışı işsizlik oranı ise yüzde 21,9! Çalışan kadınların yüzde 59’u da sosyal güvenceden yoksun.

Kadınlar, temel işçilik haklarından yoksun ve güvencesiz bir şekilde, ucuz ve kayıtdışı işgücü olarak çalıştırılıyor. Ardı ardına yapılan düzenlemelerle Türkiye’nin küresel trendi yakalamış olduğu hiçbirşeyden değilse bile bu resmi istatistiklerden anlaşılıyor! Hesaplanmayan kısmıyla birlikte ise durum göründüğünden de beter. Doğrusu, bu beter trendy elbise de bize hiç ama hiç uymuyor.

Türkiye’de kadın istihdamının durumunun vehametini ölçmek konusu bir yana, son dönemde AKP hükümeti ve işdünyasının da bu vehametin varlığında uzlaşmış durumda olmasını ilgi, endişe ve büyük bir öfkeyle izliyoruz. Kadın, doğurganlığı, emeğinin değeri ve yıllarca evin bütçesini denkleştirmenin kazandırdığı disiplin ve ince hesap kabiliyetiyle artık küçük kredileri yönetip bir şekilde geri ödeyecek girişimci ruhuyla da, hükümetin ve çok sermayeli tüccarların gündemlerinin vazgeçilmez bir öğesi şimdi –aslında hep öyleydi ama ismi, cismi bu ağızlara bu denli dolanmıyordu.

TOBB Kadın Girişimciler Kurulu Başkanı Aynur Bektaş, Türkiye’de çalışabilir kadın nüfusu 25,5 milyon olmasına karşın 6 milyon kadının çalıştığını, 19 milyon kadının evde oturduğunu söylüyor. Diyor ki, “Bir hazine üstü örtülmüş yatıyor”. TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu ise kadınlara şöyle sesleniyor: “Elinizin hamurunu iş hayatına (yani erkek işine) bulaştırın ki büyümenin bereketi ülkemize gelsin”.

Hisarcıklıoğlu, TUİK verilerine göre Türkiye’de 5 milyon 200 bin olan işsiz sayısının azalmasını, kadın girişimci sayısının artmasına bağlıyor. Diyor ki, “Bir erkeği eğitirseniz bir kişiyi, bir kızı eğitirseniz bütün aileyi, böylece bütün toplumu eğitirsiniz. Onun için kızların, kadınların eğitimi her şeyden önemli. O zaman girişimci sayımız daha fazla olacak”. Anlaşılan, H.’de kadın girişimciliğini katmanlı bir çözümleme dizisiyle anlamlandırıyor!

Bektaş’a göre ise, kadının istihdama katılması için kadının rölü değişmeli ancak bu çok zor olduğundan “en güzeli kadınlara esnek çalışma saatleri”. Asgari ücret yasasının burada sorun olmup olmayacağı sorusu üzerine ise, “o da sorun değil, mesela saat başı asgari ücret var ama bir ayda asgari ücretin tamamı kadının eline geçecek diyorsa, tabii o zaman o olmuyor. Ayrıca kadın evden de çalışabilmeli” diyor. Krizle birlikte “ben iş bulamayacağım ama kendim bir şeyler yapabilirim” düşüncesinin geliştiğini ve bunun girişimcilik umudunu artırdığını söylüyor (Ekonomik Forum Dergisi, Mart 2010 Sayısı).

Öyle görünüyor ki, iş dünyasının kadınlara istihdam konusunda vaadi yok ama beklentisi çok! İşsizliğin yükselmesiyle birlikte ‘kendimi ancak kendim kurtarabilirim’ duygusunun da yükselmesine bel bağlamışlar. Bu da, istihdam politikasından yoksun bir hükümetin ve Türkiye’de sosyal devletin yokluğunu ifade etmenin TOBB’cası olsa gerek.

Hiçbir kadın için kurtuluşun yolunun neden girişimcilikten geçmediğini Nisan sayımızda ayrıntılı biçimde anlatmıştık Bizler, kadın istihdamını artırmanın olmazsa olmazının, umut bazlı, gün kurtarıcı, mikro bütçeli, bol beklentili girişimcilik havucuyla değil, işgücü piyasasındaki erkek işi-kadın işi ayrımının ortadan kalkması, eşdeğer işe eşit ücret ilkesinin benimsenmesi olduğunu savunuyoruz.

Devlet Kadın Katillerini Koruyor

Bundan iki ay önce, 4 Mart’ta, Etiler’de bir çöp konteynerında, 17 yaşında bir kız çocuğu bedeni bulundu. Başka bir konteynırda da başı. Olayın hemen ardından o bedenin sahibi Münevver’in sevgilisi Cem Garipoğlu’nun evinde ve ailesinin kıyafetlerinde Münevver’in kanı bulundu. Buna rağmen aileden kimse göz altına alınmadı, yeterli takibat da yapılmadı ki, cinayetin baş şüphelisi Cem Garipoğlu hala bulunamadı.

Belki çoğu kez olduğu gibi bu kez de zengin ailenin gücü cinayetin üstünü örtmeye yetecekti, önce Ayşe Arman, sonra tüm kamuoyu bu işin peşini bıraksaydı. Ayşe Arman olayla ilgili röportajlar yaptı ve bu röportajı yapanlardan birinin bizi hiç şaşırtmayan açıklaması kamuoyunu daha da öfkelendirdi. Diyordu ki asli görevi vatandaşı korumak olan kurumun başındaki adam Celalettin Cerrah; “Kızlarını neden takip etmediklerini de söylediler mi size?”Böyle başlayıp, “Aileler kızlarını takip etmeli, eve geliş gidiş saatlerini sınırlamalı”ya varan açıklamasını yapıyordu. Bu açıklamalarıyla öncelikle medyanın son dönemde namus cinayetlerinde sıklıkla tekrarladığı “mağduru suçla” yaklaşımının güzide bir örneğini sergiliyordu. Kadın her daim kışkırtır, tahrik eder, başına gelenleri hak ederdi çünkü, yoz ahlakın yoz bekçilerine göre. Münevvere de ailesi sahip çıkmamış, Münevver emniyet müdürünün kafasındaki “makul” saatte evine gelip gitmemiş dolayısıyla öldürülmeyi de hak etmişti. Üstelik bunu söyleyen ayrım yapmadan bütün vatandaşlarının yaşam hakkını korumak görevini taşıyan bir adamdı. Cerrah, Münevver’i ve ailesini suçlarken misyon adamlığıyla topluma net mesajlar verdi; Aileler (aslında ailenin erkekleri) evlerindeki kadınların sorumluluğunu taşımalı, takibini yapmalı, güvenliğini sağlamalıdır. Çünkü kadınların emeklerine, bedenlerine ve kimliklerine elkoyan erkekler kadınların sahipleridir. Kadınlar ait oldukları yer olan evden dışarı mümkün mertebe çıkmamalı, çıkıyorlarsa da düzgün saatlerde evlerine geri dönmelidir. Çünkü kadınlar için sokağa çıkmak hele hele gündüz çalışma saatleri dışında çıkmak tacizi tecavüzü ve ölümü göze almak “hak etmek” demektir. Dolayısıyla Münevver ölümü haketmiştir, suçlu ise ailesidir. Bizler tüm topluma dayatılan bu ezberleri reddettik, reddediyoruz. Toplumun tüm katmanlarında kadına dayatılan “Evinden çıkma” baskısının, devletin kolluk güçleri tarafından da bu şekilde dillendirilmesini kabul edilemez buluyoruz. Kadın cinayetlerini soruşturanların yeni kadın cinayetleri yaratacak açıklamaları hadsizliktir, suçtur. Bu suçu işleyen Cerrah’ın istifa etmesini istiyoruz. Bizler kadın cinayetlerinin takipçisiyiz, kadınları ezen, kadını nesneleştiren, ortadan kaldırmayı kendinde hak gören, ne zaman ne yapacağını belirleyen erkek egemenliği yok olana kadar da durmayacağız. Geceleri de istiyoruz, sokakları da! Emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz bizimdir! Cerrah istifa!

Derya Divrikli

Biz kadınlar artık yas tutmuyoruz / 6 Mayıs 2010

Biz kadınlar artık yas tutmuyoruz. Askılı elbise giydiği, eve geç geldiği, boşanmak istediği, aşık olduğu, sevişmek istemediği, sevmediği kişi ile evlenmek istemediği için öldürülen; aslında yalnızca “kadın” olduğu için öldürülen binlerce kadının yasını tutmuyoruz.Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 6/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 6

DOSYA: Erkeklerden alacaklıyız!

4 Tekel’de kadın işçi olmak… / Burcu Şentürk, Oya Tatlınar
6 Ağır ve tehlikeli işlere kadın açılımı! / Nevra Akdemir
7 Yüzde 44 ile nasıl görünmez olunur? / Ayşe Panuş
8 Bir kadın… / Ceren Dedeoğlu
10 Biyolojizm feminizme ne vaat ediyor? / Deniz Saltukoğlu, Selin Çağatay
12 Kadın “bacağı” öyle değil… / Emine Özcan
13 Feministler kadın kenti Amed’de / Firdevs Hoşer
14 Söyleşi: “Bizimki bir çığlıktı…”/ Aysel Tuğluk
16 Anayasa tartışmaları / U. Deniz Tuna
17 İsyandayız! / Bahar Çelik
18 Dünya kadınları nereye yürüyor?
DOSYA: Erkeklerden alacaklıyız!
21 Feminist sosyal hak taleplerinin mantığı üzerine… / Gülnur Acar Savran
23 Sosyal politikada kadının yeri / Azer Kılıç
24 Başka çıkış yok! (mu?) / Tuğba Özay Baki
25 Eşitlik vaadinin ardındaki yeni eşitsizlikler / Asena Günal
26 Her türlü eşitsizliği görmek adına… / Özlem Kaya
28 Çocuk bakımı ve annelik / Birgül, Özlem
31 Kadınlık yüklerimiz, duygusal açmazlarımız… / Sultan Atılgan
32 Huzurevinde çalışırken… / Hasbiye Günaçtı
33 Amerikan çıkmazı / Alev Özkazanç
35 Aile ve iş yaşamını uyumlulaştırma politikaları
36 Uçakta düşündüm de… / Sahra Daşdemir
37 Benim kadınlarım / Şöhret Baltaş
38 Saat kaç oldu? / Yasemin Köken
39 Kadın enternasyonali şart / Candan Yıldız
40 Bellek: 87’den bugüne… / Filiz Kerestecioğlu
41 Söyleşi: “Ücret iktidarının patriyarkası”/ Selma James, Nina Lopez, Maggie Ronayne
43 2010 LGBTT Onur Haftası yaklaşırken / 2010 Onur Haftası Hazırlık Grubu Kadın Komisyonu
44 Şiddeti seçme özgürlüğü var mı? Ya da fuhuş neden ortadan kalkmalı? / Emel Coşkun
46 Devletin seks işçileriyle ilişkisi üzerine bazı notlar / Aslı Zengin
48 Erkeklere cinsel hizmet güvencesi! / Fatoş Hacıvelioğlu
49 Bitmeyen terane: “Eşcinsellik hastalıktır” / Hülya Sur
51 Yuvarlak masa: Hem feminist hem hamile
54 Türkiye’den haberler
57 Dünyadan haberler
59 Kitap: Üç Gine / Feryal Saygılıgil
60 Söyleşi: “Birbirimize kenetlenmemiz lazım!” / Güliz Sağlam, Feryal Saygılıgil
61 Masum, küstah, fettan… / Melek Özman, Ülkü Songül
62 İki tiyatro iki oyun / Nacide Berber
63 Öykü: Anneannem / Zeynep Kaçar
64 Hangi on kadın? / Zeynep Atay, Ceren Yartan
65 Biz? Devrim? Edebiyat? / SFK Edebiyat Atölyesi
66 Hiç şaşırmadık!

Esnek Çalışma Koşulları Kadın İşçileri Öldürüyor

Kader Boztepe, annesi Nermin Irmak, Ebru Yavuzdeğer, Nevin İşcan ve Necmiye Deniz isimli kadın işçiler 10 Nisan 2010’da Yalova Alkım Tekstil firmasında normal mesaileri akşam 20.00’de bitmesinin ardından 7,5 TL fazla kazanabilmek için 22.00’ye kadar çalıştıktan sonra hız ve yol kusuru nedeniyle kendilerini taşıyan servis aracının kaza yapması sonucu parçalanarak yaşamlarını yitirdiler.   Devamını Oku…

Nasıl Bir İstihdam İstiyoruz?

Mutfak Cadıları-Mayıs 2010

Türkiye gibi geç kapitalistleşen ülkelerde, kapitalist üretim tarzının yerleşip derinleşmesi için uygulanan stratejilerin başında, öncelikle tarımdaki verimliliğin muazzam boyutlarda arttırılması yoluyla sanayiye kaynak aktarılması gelmektedir. Böylelikle, farklı yollardan, sanayileşme için gereken sermaye birikimi sağlanır.Devamını Oku…

Çoksun Ama Yoksun!

mutfak cadıları-Mart 2010

Kadınların en fazla istihdam edildiği tarıma dair  elle tutulur araştırma ve istatisklerin bulunmaması bir yana; feminist bir söylem de geliştirilebilmiş değil henüz!

Devamını Oku…

Uzman Annelik

Mutfak Cadıları ( 3.sayı, Mayıs 2010)

Fortis Bank Türkiye, Milli Eğitim Bakanlığı ve Ana Çocuk Eğitim Vakfı’yla birlikte ortak bir proje başlattı. Projenin adı “Ben de Ben de”, hedef kitle ise anneler ve okul öncesi eğitimde görev alan öğretmenler.Devamını Oku…

Ölümüne Fedakârlık

Mutfak Cadıları (Sayı3, Mayıs 2010)

Başbakanımız Türkiye’de, özellikle tekstilde, kadınların çalıştığı yerlerde emeğin acımasızca sömürüldüğünü söyledi; apaçık “böyle emeği sömürerek ben zengin oldum demek olmaz, çalıştıracaksın hakkını vereceksin” dedi. Sonunda doğru bir söz söyledi.

Devamını Oku…

Feminist Politika S.6 Dosya: Erkeklerden Alacaklıyız

fp_sayi_06DOSYA: Erkeklerden alacaklıyız!

Feminist Politika 6. sayı

‘Erkeklerden alacaklıyız!’ kampanyası, başlangıcı ve sonu olan bir tarihsel dilime işaret etmiyor. ‘Feminist açıdan sosyal politikaya nasıl yaklaşırız, feminist sosyal hak talepleri nasıl geliştirilebilir’ tartışmasını derinleştirerek güncel ve uzun vadeli feminist politikamıza ışık tutacak  Sosyalist Feminist Kolektif’in sözlerini biriktirdiği, bir anlamda SFK’nın bütün faaliyet dönemini kapsayan bir döneme işaret ediyor. SFK’nın diğer kampanyaları da güncel feminist politikanın derinleştirilmeye çalışıldığı kampanyalar oldu.

Devamını Oku…

Biz Kadınlar Nasıl Bir İstihdam İstiyoruz?

Türkiye gibi geç kapitalistleşen ülkelerde, kapitalist üretim tarzının yerleşip derinleşmesi için uygulanan stratejilerin başında, öncelikle tarımdaki verimliliğin muazzam boyutlarda arttırılması yoluyla sanayiye kaynak aktarılması gelir. Böylelikle, farklı yollardan, sanayileşme için gereken sermaye birikimi sağlanır. Bir yandan, köylüye düşük ödeme yapılarak satın alınan ürünlerden sağlanan yüksek oranda kâr sanayiye transfer edilir. Öte yandan da tarımda teknoloji kullanımı nedeniyle (ki bu teknolojiler erkeklerin hizmetine verilir) köydeişsiz kalan kesimin kentlere göç ederek yedek işçi ordusunu genişletmesi, sermaye birikimini ivmelendirir.

Devamını Oku…

“Çalışmak İstiyoruz” Ama Esnek Değil!

esnek-alma-dk-cret2010- 2012 orta vadeli programın, 2010 yılı uygulamasına dair yayınlanan Bakanlar Kurulu kararına göre, bu doğrultuda incelenecek temel hedef, uzun zamandır TOBB, TÜSİAD ve hemen hemen diğer tüm sermaye çevrelerinin dillendirdiği biçimde, işgücü piyasasının etkinleştirilmesi.  İstihdamın arttırılması, işgücü piyasasının geliştirilmesi, işgücü piyasasının etkinleştirilmesi, aktif işgücü politikaları olarakta adlandırılan bu süreci bakalım Bakanlar Kurulu kararı nasıl tanımlıyor: “Esneklik ile güvence arasındaki dengenin sağlandığı, verimliliği esas alan ücret sisteminin oluşturulduğu, teknolojik değişime ve gelişime uyum sağlayabilecek istihdam olanakları ile herkese, başta cinsiyete dayalı eşitlik olmak üzere, eşit hak ve fırsatların sunulduğu etkin bir işgücü piyasası.”

Devamını Oku…

Çağrı Merkezleri: Kadın Çalışanlar İçin Yeni Bir Olanak mı?

Çağrı Merkezleri: “Yeni teknolojinin fabrikalar”ı…

Çağrı merkezleri, son yıllarda bankacılıktan sigortacılığa, otomotivden teknik desteğe kadar bir çok alanda karşımıza çıkıyor. Hızlı ve zahmetsiz bir hizmet sunduğu iddiasıyla, giderek bağımsız bir sektör haline gelen çağrı merkezlerine, sermaye de büyük bir aç gözlülükle ilgisini yöneltiyor. Devamını Oku…

Yüzyıllardır Söylüyoruz: Kadınlarla Kadınlar İçin

Mutfak Cadıları (sayı 2, nisan 2010)

1913 ile 1921 arasında yayınlanan Kadınlar Dünyası dergisinden alınmıştır.

“… Biz Osmanlı hanımları kendimize mahsus inceliğimiz, kendimize mahsus âdat ve âdabımız vardır. Onlar, erkek muharrirler, bir kadının anlayabileceği ruhla anlayamazlar,Devamını Oku…

Kadın Gİirişimciliği

Mutfak Cadıları (sayı 2, nisan 2010)

Kadınların kurtuluşunun yolu asla ‘girişimcilikten’ geçmiyor.

Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı bu yıl üçüncüsünü verdiği Mikro Kredi Ödülleri kapsamında Jüri Özel Ödülü’nü Bismil’den getirdiği çay, kozmetik ürünler ve yerel kıyafetleri kapı kapı dolaşarak satan 70 yaşında ve Türkçe bilmeyen Asiye Aydoğan’a veriyor.Devamını Oku…

Mucizeler Yaratan Ev Kadınları

Mutfak Cadıları (sayı 2, nisan 2010)

Ekonomik krizlerin en çok da kadınlar için yoksullaşma ve işsizlik anlamına geldiği hep söylenegeldi. Ama krizlerin kadınlar için bir başka anlamı daha var: Ev işlerinde adeta bir sihirbaz gibi “mucizeler” yaratarak aile giderlerini en aza indirmek.Devamını Oku…

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2010

2010_28 Mart’ın 100.yılında “Yaşasın Feminist Mücadelemiz ve feminist dayanışmamız” diyoruz. Hala yine sokaklardayız.

100 yıl önce New York’ta dokuma fabrikasında ölen kız kardeşlerimizle, Özay ve Pameks’in öldürdüğü kadınlar arasındaki Bagi hiç koparmadan düşük ücrete, işten çıkarılma tehditlerine, bizleri erkeklere mahkum eden sosyal güvencesiz yasalara rağmen “Emeğimiz bizimdir” diyoruz.

Yemek, bulaşık, çamaşır, ütü, temizlik, çocuk, yaşlı hasta bakımı derken, bitmek bilmeyen bu işleri boğaz tokluğuna yapıyoruz. Dünyanın bakımını üstlenip, besleyip, temizlerken boğaz tokluğuna harcadığımız emek görünmüyor, somuruluyoruz. Erkeklere, aileye, ev içine daha çok bağımlı hale geliyoruz Kadınlar özgürleşmek için sokağa, erkekler evde iş başına!

8 Mart’ın 100. 2010’da yılında Türkiye’de hala günde üç kadın öldürülürken,

Taksim’de

Kadın katliamlarına karşı sesimizi yükselteceğiz.

“Sıcak Yuva” denen evde yakınımızdaki erkeklerden şiddet görürken, bir yandan da “çok seviyordum” gibi çeşitli gerekçelerle canımıza kast eden, kız kardeşlerimizi katleden erkeklere karşı mahkemelerdeydik.

Katil erkekleri “Tahrik edilmiş” diye destekleyen yargıya karşı “kadın cinayetleri politiktir” diyoruz.

Tacize tecavüze karşı sokakta olmaktan vazgeçmeyeceğiz. Tacize uğradığımızda utanmayıp bağıracağız! Mor iğnemizi batıracağız!

8 Mart’ın 100.yılında 2010’da

Taksim’de

Gecelerin, sokakların kadınlara tehdide dönüştüğü bu yerde, öldürülen kadınlar için buradayız.

Son bir yılda her gün 3 kadın öldürüldü! Suçlu ve suçluyu koruyan erkeklerin Amaçları aynı! Kadınlar üzerinde iktidarlarını korumak.

Münevver’i, Güldünya’yı, Ayşe’yi, Pippa’yı

UNUTMADIK! ..

Erkeklerin şiddeti karşısında sığınacağımız, danışabileceğimiz kurumlardan yoksun bırakılıyoruz. Sığınak açmayan Yerel Yönetimler Kültür Başkenti projelerine milyon dolarları Hibe ederken, kadınları yok sayan bütçelerle kenti yönetiyorlar.

Hükümetiniz 2009’un ilk 9 ayında 953 kadın öldürüldü. Sığınaklar şimdi değil de ne zaman döneminde?

Muhalifleri iç düşman belleyen, militarist odaklara karşı, barış için özgürlük için militarizme muhalifiz!

Ölmek ve öldürmenin kutsandığı, vatanseverlik, milliyetçilik değerlerini reddediyoruz.

Kürt kadınlarına yönelik Linc ve darbeyi aratmayan gözaltı ve tutuklamalara karşı “yaşasın kadın dayanışması, birlikte mücadele ve barış diyoruz.

Barçelendan Taksim’e Kadıköy’den Esenyurt’a barış ısrarımızı sürdürüyoruz

8 Mart’ın 100.yılında 2010’da

Taksim’de,

homofobik kaygılarla eşcinsellere yönelik ayrımcı, dışlayıcı uygulamalar nereden gelirse gelsin karsısındayız

“Bedenimden elini çek” demek için buradayız

Eteğimizin boyu erkeklere davetiye değildir.

İstediğimiz gibi giyinir,

İstediğimiz gibi geceleri sokakları arşınlarız.

Bedenimiz ne BABALARA, ne kocalara,

Ne Devlete ne de herhangi bir uhrevi makama ait değildir

Ezilip sömürülmediğimiz Bedenimiz, Kimliğimiz, emeğimiz bizimdir diyebileceğimiz. bir dünya için ..

Erkek egemen düzene karşı

Yaşasın Feminist Mücadelemiz Yaşasın Feminist Dayanışmamız

Feminist kollektif

SFK Ritim

2009 yılında Selda Öztürk’le birlikte Sosyalist Feminist Kolektif bünyesinde bir ritim grubu oluşturuldu. Bu grup 2010 yılında 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşünden sonra yapılan eğlencede sahne aldı. SFK ritim grubu 2010 yılından sonra her 8 Mart Feminist eğlencenin ayrılmazı oldu. İlk bir yıl SFK üyelerinden oluşan grup, sonraki yıllarda açık çağrıyla çok sayıda kadınla büyüdü.

2016 yılı 8 Mart öncesi grup adını RitimKolektif olarak belirledi. Bağımsız bir mecrada çalışmalarını sürdürüyor.

‘Bir arada ritim tutmak bize hem müzik, hem örgütlenme anlamında yeni kapılar açtı, açıyor; birbirimizden öğrenerek, dayanışarak, kadın sözümü kurarak
yolumuza devam ediyoruz’ diyen Ritim Kolektif facebook sayfası:
https://www.facebook.com/RitimKolektif-752250534876273/about/?entry_point=page_nav_about_item

8 Mart 2010 TMMOB Lokali

2010

ritim2010

8 Mart 2011 Haymatlos

banu-8mart-697

8 Mart 2012

2012ritim1

8 Mart 2013

ritimhikestir

8 Mart 2014

2014ritim6

 

8 Mart 2015
sfkritim2014

“Sera Tekstil’de Günlük Kadın İşçi”!

Kadınların evin dışında çalıştıklarında, düşük ücretli, güvencesiz ve esnek çalışma koşullarına maruz bırakıldığını biliyoruz. Evin dışında çalışma imkanı bulamayan kadınların bir kısmı ise, ev eksenli olarak adlandığımız biçimde, kendi adlarına ya da parça başı ücret almak suretiyle üretime katılıyorlar. Bu durumda da sağlık ve iş güvencesinden yoksun, aşırı sömürüye dayalı koşullara mahkum bırakılıyorlar. Devamını Oku…

Sermayenin moderni ile muhafazakârı arasında fark yok

mutfak cadıları (1.sayı, mart 2010)

Neoliberalizm son yıllarda kendini büyük oranda kadın emeği üzerinden kuruyor. Bir yandan ayrımcı (kadın-erkek, Kürt-Türk vb.) yüzünü gizlemeye çalışırken diğer yandan sermayenin kârlılık oranlarının yükselişini garantiye almaya çalışıyor.

Devamını Oku…

Türkiye’de Yaşanan Sektörel Değişim ve Kadın İstihdamına Yansımaları

Mutfak Cadıları (Sayı 1, Mart 2010)

Her geçen yıl, Türkiye’deki sermaye birikimi sürecinin toplumsal yapı içerisine gittikçe daha derinlemesine nüfus ettiğini ve farklı coğrafyalara yayılmak suretiyle gittikçe genişlediğini görüyoruz. Türkiye, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da toplam sanayi malları ihracatının yüzde 35’ini tek başına gerçekleştirmekte. Türkiye’nin en yakın takipçisi yüzde 19 ile İsrail, ki bu durum Türkiye’nin açık ara bölge lideri olduğunu gösteriyor. Yine Türkiye’nin ihracatının yüzde 80’i gıda ve petrol ürünleri dışındaki sanayi mallarından oluşmakta. Bunun anlamı, Türkiye’nin emek yoğun, dayanıksız tüketim malları pazarında değil, artık bir üst aşamaya tekabül eden sermaye malları dediğimiz, teknoloji yoğun malların pazarında bölge birinciliğini kimseye kaptırmıyor olması.

Devamını Oku…

En Az 3 Çocuk

Mutfak Cadıları (1.sayı,  Mart 2010)

Başbakan demişti en az üç çocuk diye, cevabını ilk kez 8 Mart’ta vermiştik: “Bana bak başbakan, tepemizi attırma, kendin yat kuluçkaya, bir Türkçük, iki Türkçük, üç Türkçük, doğurmaya…” Muhatabı bizdik, cevap veren de biz olmuştuk. Kadınların sadece çocuk doğuran anneler olarak görülmesine karşı çıkıyorduk.

Devamını Oku…

Regl İzni tartışması

KADINLAR YİNE “KIRK KATIR MI KIRK SATIR MI” İKİLEMİNDE

Mutfak Cadıları (1.sayı Mart 2010)

Türkiye, çıkarılıp da uygulanmayan yönetmelikleriyle ünlü bir ülke. Ağır ve tehlikeli işler yönetmeliği de bunlardan sadece bir tanesi. Çok yakın bir geçmişte, iş kazaları ve meslek hastalıklarının artmasıyla işçi sağlığı ve iş güvenliği hükümlerini kapsayan yönetmelikle yeniden gündeme geldi.

Devamını Oku…

Kadın Cinayetlerine İsyandayız

logoİstanbul Feminist Kolektif – “Kadın Cinayetlerine İsyandayız” Kampanyası

Kadın cinayetleri feministlerin uzun yıllardır mücadele gündemlerinden biriydi. Kampanya fikri bu mücadeleyi daha güçlü olarak sürdürme gerekliliğinden doğdu. Kampanyaya gelene kadar İstanbul’da farklı gruplardan ve bağımsız feministler, birlikte faaliyet sürdürürken kimi zaman “feministler”, çoğunlukla “feminist kolektif” imzasını kullanıyorlardı. Bu kampanya ile birlikte İstanbul Feminist Kolektif imzasında karar kılındı.

Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 5/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 5

DOSYA: Kadın cinayetleri politiktir!

4 Erkeklerden alacaklıyız / Banu Paker
6 Koşulsuz sağlık ve sosyal güvenlik hakkı herkes için… / Müge Yetener
7 Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’ndan izlenimler / Özlem Özkan
8 Köle değil gündelikçiyiz / Selin Dağıstanlı, Özlem Mollamehmetoğlu
10 Silahlanmaya değil evişlerine bütçe / Ece Kocabıçak, Gülnur Acar Savran
13 Tekel işçileri direniyor / Burcu Şentürk
14 Annelik ve politika / Meltem Ahıska
16 Güzelliğin sınıfı / Gülnur Elçik
18 Sığınaklar Kurultayı’nda sığınamamak / Evrim Ünaldı, Özlem Şimşek
20 25 Kasım’da erkek-devlet şiddetine karşı sokaklardaydık
22 Yargının cinsiyeti erkek! / Hilal Kaya
DOSYA: Kadın cinayetleri politiktir!
24 Şiddet değil, erkek şiddeti / O. Meriç Eyüboğlu
26 Kadın katillerini kim koruyor… / Fatoş Helvacıoğlu
28 Namus kavramının feminizme düşündürdükleri / Nükhet Sirman
30 Yaşamak istiyoruz! / Gülsün, Özlem, Özgür
32 Birbirimizden güç alıyoruz / Funda Ekin
35 Babaların meydanı / Cemre Baytok
36 Kızım gidecek yerin var mı? / Funda Ekin
39 Yargı “haksız”da kör tahrikte dört göz! / Perihan Meşeli
40 Sizin hiç kardeşiniz öldürüldü mü? / Şenay Taluğ
42 Ayrıştıran farklara inat: birleştiren farklılıklar… / Hazal Özvarış, Cemre Baytok
44 Polisiyeleşmeden… / Ayşe Toksöz
45 Öfke ve imkân: SCUM
46 Dünden bugüne 8 Mart / Hatice Ödemiş
48 Feminist dil nasıl ehlileşiyor? / Gülnur Acar Savran
50 Kürt sorunu, milliyetçilik ve feminizm / Hülya Osmanağaoğlu
51 Kadın mücadelemiz ve barış / Zehra İpek
52 Sanatçının kadını makbul / Firdevs Hoşer
54 Ataerkiye karşı silahlı mücadele – Kızıl Zora
56 Türkiye’den haberler
59 Dünya’dan haberler
62 Cinsiyetçiliğe homofobiye heteroseksizme hayır!
63 Nasıl feminist oldum? / Yeşim Temürtürkan
64 Hamdım piştim, erkek oldum / Berfin Emre
65 Kitap: Aşkın L Hali Cinsiyet, ırk, sınıf
66 Hiç şaşırmadık!

Anneannem

aan2Zeynep Kaçar

Anneannem göçmendi. Göçmek zorunda bırakılan bir ailenin üç kızından en güzeliydi. Savaş vardı. Savaş hep vardı. Savaş onun iste­ği dışında, hayalleri dışında, savaş onun kararları dışında vardı… Savaş hep var­dı. Kırım’ı hiç görmedi. Eskişehir’de doğup büyüdü. Babası zengindi. Fabri­kaları vardı. Babasının üç kızı, bir oğlu vardı. Üç kızdan sonra doğan oğlu, ba­basının en kıymetlisiydi. Anneannem Tatar güzeliydi. Kendi gibi güzel olanı sevdi ömrü boyunca. Güzele âşık oldu. Güzel olmak için yaşadı, güzel kaldı. İnsanlarla güzelse konuştu, güzel ol­mayanları yok saydı. Babası zengindi, babasının bir oğlu vardı. Umudu vardı. Büyük dayım sokakta öldü, kimsesizler mezarlığına gömüldü.

Babasının sevgili oğlunu babası dışında kimse sevmedi. Anneannem üç kızın ortancası, üç kızın en güzeli, Kırım’ın, Eskişehir’in ve son­ra Bursa’nın en güzeli oldu, öyle kaldı. Anneannem güzel olmak, güzel kalmak için yaşadı. Zengin babasının sunduğu rahata aldırış etmedi, terzi oldu. Güzel kıyafetler dikebilmek için terzi oldu. En güzel kıyafetleri dikti. Anneannem hiç çalışmadı. 20 yaşından 86 yaşına kadar dikiş dikti. Kaderi gereği, kocası da, ço­cukları da zevkten nasibini almamıştı, önce onları giydirdi, sonra kardeşleri­ni, onların kocalarını, çocuklarını. Ama en güzellerini kendisi için dikti, kendi giydi. Sinemalara gitti, yıldızları sey­retti, ne giymişlerse dikkatlice inceledi, o gece sabahlara kadar uyumadı, ertesi sabah, sinemadaki yıldızdan bin kat gü­zel uyandı. Aynı giysiler, aynı şapkalar, aynı makyaj…

Devamını Oku…

Üç Gine

gineFeryal Saygılıgil

Üç Gine, Virginia Woolf tarafından İkinci Dünya savaşı öncesinde, 1938 Haziran’ında yazılmış anti-militarist bir kitap. Tankların dönüştürülme pro­jesi için 687,5 milyon dolarlık bütçenin ayrıldığı, aynı zamanda açılımı konuş­tuğumuz, barışı telaffuz ettiğimiz şu günlerde oldukça anlamlı, bir o kadar da güncel bir metin.

Bir erkek tarafından Woolf’a gönde­rilen, savaşın nasıl engelleneceğine dair fikirler soran bir mektup kitabın yazıl­masına vesile olur. Woolf, yanıtını tam üç yıl erteler. Sonunda yanıtlamaya karar verir. İlk olarak mektubu göndereni hayal etmekle mektubuna başlar: Mek­tubu yazan büyük bir olasılıkla eğitimli bir babanın eğitimli bir oğludur. Woolf da eğitimli bir babanın kızıdır, ancak biri evde diğeri okulda eğitim görmüş­tür ve birbirlerini anlamaları bir hayli zordur. Savaşa ilişkin duyguları işte bu­rada devreye girer:

Devamını Oku…

SFK Takas Pazarları

SFK İstanbul’da dört, Adana, Ankara ve Eskişehir’de birer kez Takas Pazarı etkinliği gerçekleştirdi.
1. Takas Pazarı Çağrı Metni-26 Aralık 2009

BENİM OLAN SENİN OLSUN !
PARANIN SÖZÜNÜN GEÇMEDİĞİ PANAYIR

Selam Kadınlar…

Havalar soğudu. Yazlıklar ve kışlıklar yer değiştirdi. Bu arada yeni ihtiyaçlar ve artık “bunu da hiç giymiyorumlar”, “bunu da hiç kullanmıyorumlar” ortaya çıktı. İşte biz de tam bu aşamada paranın sözünün geçmediği ama ihtiyaçlarımızın giderileceği birdayanışma panayırı yapalım dedik. Bunu da yeni yıldan once 26 Aralık Cumartesi günü yapalım dedik… Belli mi olur, belki yeni yıl gecesi giyecek yeni bir kıyafet buluruz.

Ne yapıyoruz? Bizim kullanmadığımız ama başkalarının kullanabileceğini düşündüğümüz ikinci el kıyafetlerimizi veya eşyalarımızı 25 Aralık’a kadar temiz, sökükleri dikilmiş ve ütülü (gerekiyorsa) hale getirip Sosyalist Feminist Kolektif’e bırakıyoruz ve 26 Aralık Cumartesi günü beğendiklerimizi alıp gidiyoruz… (Eger 26sından once getiremezsek de dert etmiyoruz 26sı cumartesi gelirken yanımızda getiriyoruz.)
Unutmayın, bir kurşun kalem bile olsa panayıra katılmak için birşey bırakmalısınız.

Müziğimiz olsun, içkimiz olsun, yeni yeni ama ikinci el cicilerimiz olsun, bi de keyfimiz yerinde olsun…
Yer: Sosyalist Feminist Kolektif

takas_2009takas_2010

takas_2012-1

ankara_2012

ankara_2012-2

ankara_takas_2012

esksehir_2013

eskisehir_takas

6eyll2013adanatakas030

6eylu%cc%88ladanatakas-1

takas-2son

SFK: ‘2010’a Merhaba’ Diyoruz!/26 Aralık 2009

Sevgili Kadinlar,

Bir yil boyunca eylemlerde, forumlarda, kampanyalarda meydanlarda birlikte olduk. 2009’a veda ederken, 2010’a merhaba derken yine hep birlikte olalim istedik.

Hep beraber sarkilarimizi söyleyip, dans edecegiz.

Yer: Teras Kafe – İstiklal cad. Mis Sokak köşesi Bentton üstü 3.Kat
Tarih: 26 Aralık 2009 Cumartesi
image-1

SFK 1. Takas Pazarı/25 Aralık 2009

BENİM OLAN SENİN OLSUN !
PARANIN SÖZÜNÜN GEÇMEDİĞİ PANAYIR

Selam Kadınlar…

Havalar soğudu. Yazlıklar ve kışlıklar yer değiştirdi. Bu arada yeni ihtiyaçlar ve artık “bunu da hiç giymiyorumlar”, “bunu da hiç kullanmıyorumlar” ortaya çıktı. İşte biz de tam bu aşamada paranın sözünün geçmediği ama ihtiyaçlarımızın giderileceği bir dayanışma panayırı yapalım dedik. Bunu da yeni yıldan once 26 Aralık Cumartesi günü yapalım dedik… Belli mi olur, belki yeni yıl gecesi giyecek yeni bir kıyafet buluruz.

Ne yapıyoruz? Bizim kullanmadığımız ama başkalarının kullanabileceğini düşündüğümüz ikinci el kıyafetlerimizi veya eşyalarımızı 25 Aralık’a kadar temiz, sökükleri dikilmiş ve ütülü (gerekiyorsa) hale getirip Sosyalist Feminist Kolektif’e bırakıyoruz ve 26 Aralık Cumartesi günü beğendiklerimizi alıp gidiyoruz… (Eger 26sından once getiremezsek de dert etmiyoruz 26sı cumartesi gelirken yanımızda getiriyoruz.)
Unutmayın, bir kurşun kalem bile olsa panayıra katılmak için birşey bırakmalısınız.

Müziğimiz olsun, içkimiz olsun, yeni yeni ama ikinci el cicilerimiz olsun, bi de keyfimiz yerinde olsun…

Yer: Sosyalist Feminist Kolektif
Tarih: 26 Aralık Cumartesi

takas_2009

Dialogue with Nina, Selma and Maggie from Global Women’s Strike

Please note that the shorter and Turkish translated version of this interview has been published in Feminist Politics issues 5 and 6.

Ece: In the recent past, we had the opportunity to follow the discussions around compensations paid to women for housework. Last March KEİG, one of the women’s organizations in Turkey, organized a symposium on policies concerning the reconciliation of family and work. Feminists, most of them from academia, from Spain, the UK, Sweden and France, were invited.

Gülnur: And Mexico.

Ece: They gave us explanations about various sorts of compensations like the right to early retirement, etc. Also we had the chance to follow the International Association of Feminist Economists’ annual forums. And there were many discussions around the issue. Paying women a wage or other compensations has been under discussion. So, there are many countries like Spain, France, Sweden or some northern countries where women have been paid for caring work. Even in Turkey, the government has started discussing payments for women who are doing caring work, who are looking after someone at home. It can be some older person or baby or handicapped people. Those discussions are directly related to housework done by women. First of all, we believe that your work in the International Wages for Housework Campaign and also the Global Women’s Strike have played a very important role in making women’s housework visible. Devamını Oku…

SFK Söyleşi-Tartışma: SU’yun KADIN’a Dokunuşu/14 Kasım 2009

Kapitalizm, Yoksulluk, Savaş
Ve
SU’yun KADIN’a Dokunuşu

SUNUMLAR

16:00-16:20 “Su üzerine Yeniden düşünmek:
Kapitalizmde Su, Emek ve Yaşam2009_kadinvesuforumu-1
Gaye Yılmaz

16:20-16:40 “Su ve Yoksulluk”
Berna Güler Müftüoğlu

16:40-17:00 “Kadınların Sinsi Düşmanı: Atık sular”
Tuğba Özay Baki

15 dakika ara

17:15-17:35 “Kadınların Su Savaşları”
Ece Kocabıçak

17:35-17:55 “Ortadoğuda Su Sorunu ve Kadın”
Kızılca Yürür

17:55-19:00 Tartışma

SFK: Tülay Arın İçin Buluşuyoruz/14 Kasım 2009

tulay_arin_bulusma-130 Ağustos 2009 tarihinde Kaybettiğimiz Tülay Arın’ı anmak için SFK’de buluştuk.

1945 yılında doğan Prof. Dr. Arın, lisans öğrenimine Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi’nde başladı, doktorasını George Washington Üniversitesi’nde tamamladı. 1977’de, İstanbul Üniversitesi (İÜ) İktisat Fakültesi’nde öğretim üyeliğine başlayan Arın, ODTÜ, Ankara Üniversitesi ve Erciyes Üniversitesi’nde de dersler verdi. Tarih Vakfı’nın kurucu üyeleri arasında yer alan Prof. Dr. Arın, iktisat, maliye, kriz yönetimin gibi alanların yanı sıra kadın hakları konusunda da önemli çalışmalarda bulundu.

Arın, iktisat için önemli kabul edilen, Onbirinci Tez dizisinin yayın kurulunda yer aldı.
TCK 301. maddenin kaldırılması için imza veren aydınlar arasında yer aldı. Öğretim Elemanları Sendikası’nın (ÖES) kurucuları arasında yer alan Arın, Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği’nde de çalıştı, Sosyalist Feminist Koleltifi (SFK) destekledi.

Maliye politikalarının yanı sıra, kapitalizm eleştirisi konusunda çevirileri, makaleleri ve derlemeleri bulunuyor.
“Türkiye’de Kadın Olgusu Kadın Gerçeğine Yeni Yaklaşımlar”, “Neoliberalizmin Tahribatı – Türkiye’de Ekonomi, Toplum ve Cinsiyet” gibi feminist yazın derlemelerinde yazılarıyla yer aldı.Novamed Direnisi Üzerine Tartışma

Feminist Politika Sayı 4/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 4

DOSYA: Bedenimiz bizimdir: Cinsellik, doğurganlık, görüntü

4 Bursa, Ceylanpınar, Pameks… Öldürülüyoruz / Hilal Kaya
5 Şimdi ne yapmalı? / Özgün Akduran
6 Ev içi hizmetlerde çalışan göçmen kadınlar / Demet Özmen
7 Ev işçisi kadınlar örgütleniyor / Özlem Mollamehmetoğlu
8 Novamed direnişi sonrası / Gönül Korkmaz, Yonca Verdioğlu
10 Kadınları “gören” politikalarıyla IMF ve DB / Özlem Kaya
11 Erkek devlet şiddetine karşı…
12 Travesti cezalarının ekonomi politiği / Derin Nazlı
13 Taksim’de ve Maçka’da barış sesimiz… / Lale Bakırezer
14 Berçelan’da kadınlar / Hatice Erbay
15 Barışı konuştuk / Nükhet Sirman
DOSYA: Bedenimiz bizimdir: Cinsellik, doğurganlık, görüntü
17 Hâlâ ve yeniden: “Bedenimiz bizimdir!” / Gülnur Acar Savran
20 Simone de Beauvoir’ın cinselliğe dair düşündürdükleri / Feminist Kitap Kurdu
22 Vajinismus: Neye engel, kimin için belâ? / Neslihan Şen, Çiğdem Şimşek
23 Sev-iş-mek / Suzan Saner 24 Menopoz / Yasemin Köken
25 Deniz suyuna çorba / Hatice Ödemiş
26 Yeni üreme teknolojileri kadınları özgürleştiriyor mu? / Müge Yetener
28 Bu iş çok zor Yonca / Funda Ekin
29 Uzun boylu kadınlar / Esra Olcaycan
31 Göğüsler hep dik kalsa… / Elif Akan
32 Sen nereye gidersen oraya giden en iyi yardımcın hangisi?
34 Nasıl şey ediyorsunuz? / Hasbiye Günaçtı
35 Özel alana içeriden bir bakış / Candan Yıldız
37 Serotoninimi gören oldu mu? / Aysel Kılıç
38 Hangi tecavüz: Esmeray’ın son oyunu / Cemre Baytok
39 “Ramazandan bayrama namaz, denize de girermiş her yaz” / Dilek Winchester
40 İsveç’te seks işçiliği / Oya Tatlınar
42 İki isimli olmak / Dilek Afife
43 “Kız kısmı”… / Selin Nakipoğlu
44 Kürtaj hakkı sorun olmaya devam ediyor / Züleyha Gülüm
45 Kürtaj yüzünden giyotinle idam edilen kadın: Marie-Louise Giraud / Funda Ekin
46 Feminist anne olmak / Yuvarlak masa
50 Türkiye’den haberler
53 Dünyadan haberler
55 Kurtulmuş kadın hâlâ yok… / Dicle Koğacıoğlu
57 Kitap:
Eleştirel feminizm sözlüğü / Feryal Saygılıgil
Buradan baktığımızda / İrem Yılmaz 58
Nasıl feminist oldum? / İsmigül Şimşek
60 Sevgi ise neden şiddet? / Tülay Arın
61 Tülay’ın ardından 62 Öykü: Babaannem / Zeynep Kaçar
63 Hiç şaşırmadık
65 Okur mektupları
66 Birlikte, güçlü, güzel, gürültülü / Funda Ekin

Sevim Zarif

sevim-enaySevim Zarif ve eşi Halil İbrahim Zarif 22 Temmuz Pazar günü genel seçimlerde oy kullandıktan sonra evlerine dönerken Sevim’in eski kocası Yaşar Özcan tarafından öldürüldüler. Sevim Zarif kadın hareketini destekleyen, erkek şiddetine karşı kendi yaşamında da toplumsal hayatta da karşı durmuş kadınlardan biriydi. Sevim bizim arkadaşımızdı.

Devamını Oku…

Şemse, Kadriye, Güldünya, Nuran…

Şemse Allak

semse-allak2002 Temmuz’unda evli ve beş çocuk sahibi Halil Açıl, komşusu Şemse Alak’a tecavüz etmişti. Olay genç kadının hamileliği ile ortaya çıkmıştı. Halil Açıl genç kadınla  evlenmeyi Şemse de kuma olmayı “kabul etmişti.”

Devamını Oku…

SFK Söyleşi-Tartışma Kadın Emeği ve Kriz/4 Ekim 2009

kadin_emegi_afiss
ÜRETİM VE YENİDEN ÜRETİM KISKACINDA KADIN EMEĞİ VE KRİZ

12.30-12.50 Demet ÖZMEN YILMAZ, Nihan CİĞERCİ ULUKAN
Görünmeyen Hizmetkarlar: Ev hizmetlerinde çalışan göçmen kadın işçiler

12.50-13.10 Nevra Akdemir, Petra Holzer
“Tuzla tersanelerinin görünmeyen hamalları: Kadınlar”

13.10–13.30 Melda Yaman Öztürk, Nuray Ergüneş, Nurcan Özkaplan
“2001 krizinden sonra sağlık, eğitim ve istihdamda yeniden yapılanma ve kadınlara etkisi”

10 dakika ara

13.40-14.00 Ece Kocabıcak
” Son dönem kalkınma stratejisi ışığında, ücretli ücretsiz emek kıskacında kadın”

14.00-14.20 Başak ERGÜDER,Yasemin ÖZGÜN – Sosyal Refah Devleti Mitinden Sadaka Ekonomisi Söylemine: Türkiye’de Kadına Yönelik Sosyal Politikaların Dönüşümü

14.20-14.40 Özgün AKDURAN – Sosyal politikanın feminist eleştirisi ve alternatifin inşası

14.40- 15.00 Melda Yaman Öztürk
“Yeni bir toplum ve yeni bir işbölümü”

10 dakika ara

15.00- 17.00 Tartışma

SOSYALİST FEMİNİST KOLEKTİF
4 Ekim 2009 PAZAR
Tel sokak No 20/3 Beyoğlu-İstanbul
Tel: 0212 243 49 93
http://www.sosyalistfeministkolektif.org

Babaannem

bbaZeynep Kaçar

Babaannem göçmendi. Göç­mek zorunda bırakılan bir ai­lenin yetim ve öksüz kızıydı. Savaş vardı. Savaş hep vardı. Savaş onun isteği dışında, hayalleri dı­şında, savaş onun kararları dışında var­dı… Yunan askerleri babasını kaçırmış, annesi de hastalıktan ölmüştü çağının gereği. Kendinden on beş yaş büyük ağabeyiyle kalakaldığında üç yaşınday­dı.

Babaannem 91 yaşındaydı. Ayağını sokan arılardan bıkıp dedemle evlendi­ğinde 16 yaşındaydı. Ağabeyi ona üzüm ezdirirdi. Üzümün içinde arılar vardı. Arılar ayaklarını sokardı. Gıkını çıka­ramazdı. Ağabeyi kızardı çünkü. Naz edeceği bir anacığı yoktu babaannemin. Üzüm ezmekten yorul­madı. Ama arılar ayak­larını acıttı. Çok acıttı. O da 16 yaşında dedemle evlendi. Arılardan kur­tuldu. Babaannem tam dokuz çocuk doğurdu. Ancak üçü yaşadı. Üçü de erkekti. Kızlarım hep öldü diye üzüldü ömrü boyunca. Altı tane kız torunu oldu. Sevindi. Babaannem 91 yaşın­daydı. Hiç çalışmadı. Evlendiğinde 16 yaşın­daydı. Son çocuğunu doğurduğunda 30.

Devamını Oku…

Buradan Baktığımızda

buradan-baktigimizdaİrem Yılmaz

“Ni guerra que nos mate, ni paz que nos oprima”

–Bizi öldüren bir savaşa hayır. Bizi ezen bir barışa da hayır-

Kolombiyalı Kadınlar

Kendi adına konuşan, acılarını, başkalarınınki ile kıyaslamadan örgütleyen ve dönüştürme mücadelesi veren, vatan­larında “hainliği” tercih eden kadınlar; savaş ganimeti ve köle olan, onur ve utanç kültürünün “suçlu” ilan ettiği ka­dınlar; değerleri emek gücü, üreme gücü ve cinsellikle ölçülen, barışta ve savaşta eril şiddetin ilk ve daimi hedef olan ka­dınlar…

Cockburn’ün, Bosna, Hindistan, Ko­lombiya, İngiltere, Türkiye, Liberya, Sierra Leone, İsrail, Filistin’i içeren; tarihi, savaşın şiddetiyle şekillenmiş ve sınırları içinde süregiden savaşlar olan 12 ayrı ülkedeki kadın örgütlenmeleriyle gerçekleştirdiği çalışması bu kadınların mücadelesini konu alıyor. Cinsiyet ile barış ve savaş çalışmalarının kesişimi üzerinde(n) barış aktivistleriyle çalışan Cockburn; kadınların savaşa karşı tep­kilerini, kendi coğrafyalarının politik koşulları, karşı çıktıkları şiddetin doğası, eylem biçimleri ve bakış açılarını ele ala­rak inceliyor.

Devamını Oku…

Eleştirel Feminizm Sözlüğü

eletirel-feminizm-szlFeryal Saygılıgil

Eleştirel Feminizm Sözlüğü birlik­te iş yapmak, üretmek, paylaşmak an­lamında çok önemli bir örnek. Sözlük için bir araya gelen yazarlar antropoloji, sosyoloji, psikoloji, tarih, felsefe gibi akademinin çeşitli disiplinlerinde yer almış ya da almakta. Sözlükteki mad­deler, doğrudan feminist kuramsallaştırmadan çıkmış olan yeni kavramların en önemlilerini -cinsiyete dayalı iş bölümü, annelik gibi-; feminist mücadelelerin müdahale ettikleri alanları adlandıran terimleri -doğum kontrolü, fuhuş, cin­sellik gibi-; içeriği yeniden kurulmuş ve erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkilerin yol açtığı toplumsal bölünmelerin hesa­ba katılmasıyla yeniden formüle edil­miş genel kavramları -emek sosyolojisi ve ekonomisini içeren maddeler gibi (ss.3-4)- kapsıyor.

Devamını Oku…

SFK’da Esmeray’ın ‘Tecavüz’ Oyununu İzliyoruz/20 Ağustos 2009

esmeraybuyuk“Kıpırda orospu tat ver bana”… Franca Rame ve Dario Fo’nun kısa kadın oyunu “Tecavüz”den bir replik bu. Gerçek hayatta da kimbilir kaç erkek tarafından tekrarlandı, kaç insanın yüzünde patladı? Oyunu sahneye taşıyan Esmeray’ın da kulaklarında bu laf çınlıyor: “Kıpırda ibne bizi zevklendir!” Zaten oyunun ilk bölümünde Esmeray kendi özyaşamından bir tecavüz öyküsünü de izleyicilerle paylaşıyor. Bu sistemin şiddetinden payına düşeni fazlasıyla almış biri, Esmeray. Taksim’e yolu sık düşenler, onu mutlaka bir yerlerde görmüştür, ya bir kafede arkadaşlarıyla otururken, ya midye tezgâhının başında ekmek parasını kazanırken ya da sahnede oynarken… Yine de daha önce adını duymayanlar için kısaca tanıtalım. 35 yaşında, Karslı. Kendini bildi bileli kadın gibi hissetmiş Esmeray, yaşadığı köydekiler de ondaki farkı fark etmekte pek zorlanmamış. Dayakla “normal”leştirilmeye çalışılmış, “16 yaşıma kadar, sadece bende var, sanıyordum. Eşcinsel kimdir, nedir bilmiyordum? Sadece Bülent Ersoy’u duymuştum. Annem de onun için ‘Yalan söylüyorlar, böyle şey olur mu?’ diyordu.”

10 yaşında âşık olmuş, 11’inde sevdiği adam tarafından tecavüze uğramış. Çok acı çekmiş, kendi gibi başka kimsenin olmadığını, yalnız olduğunu düşünmüş. Ta ki 15 yaşında İstanbul’a gelene kadar… Yine de “Ben kimim” sorusuna yanıt bulması kolay olmamış.

İçindeki kadını keşfettikten sonra, elbise giymiş, tüylerini almış, topuklu ayakkabılarını giymiş… İş başvurularından kimliği yüzünden hep geri çevrilip, çalışma hakkı da elinden alınınca seks işçiliği yapmış. Aşağılanmış, müşterilerden ve polisten şiddet görmüş… Seks işçiliğini bırakmış. Arkadaşlarının yardımıyla bulduğu işlerde çalışmış; yönetmen asistanlığı, sekreterlik, getir götür işleri, aşçılık, temizlikçilik…

Şimdi Taksim’de midye satıyor Esmeray. Zaman zaman sahneye çıkıyor, ona çarpan şiddeti paylaşıyor. Kendi hayatını anlattığı stand up gösterisi “Cadının Bohçası”nda güldürürken farkındalık yaratıyordu Esmeray. Tecavüz oyununda ise, dondurarak, asap bozarak düşündürüyor. Kendiyle ve şiddetle yüzleşmeye cesareti olanlar için oyun20 Ağustos’ta Sosyalist Feminist Kolektif’te oynayacak…

Gönen Kampı – Feminist Etik Toplantısı/14-16 Ağustos 2009

Kampın ikinci akşamında gerçekleşen Feminist Etik toplantısına yansıyan gerginliklerin hep birlikte konuşulması için ertesi sabah bir toplantı düzenlendi.

Feminist Etik

Feminist etiğin aslında mücadele etiği olduğu, bir kurallar mahkemesi değil, yol alırken oluşan bir eğilim, hukuk olduğunu konuştuk. Feminist gruplarda zaman zaman hataların ve kırıcı davranışların olabildiği, fakat bunların onarılması gerektiği söylendi. Bunu yaparken de feminist etik kavramının arkasına geçip birbirimize saldırmamamız gerektiğini konuştuk. Aynı zamanda feminist etiğin zaman içerisinde dönüşmeye açık olması gerektiğini, bugün feminist etiğin içine aldıklarımızın, birkaç sene sonra değişebileceğini konuştuk.

Feminist etik kavramının nasıl bir araya geldiğimizi belirttiği, feminist yöntemin hayat bulma hali olduğu ve değişime açık olması gerektiği üzerine konuştuk. Etiğin, eylem başlangıcı olduğu ve üzerinde hareket edebileceği bir alanın olması gerektiği söylendi. Dolayısıyla etiğin, hem bir başlangıç hem de son olduğu ama üzerine kurulduğu temelin dönüşüme izin vermesi, katı olmaması gerektiği konusunda konuştuk. Ayrıca bu temelin güven üzerine kurulu olması gerektiği söylendi.

Dostluk ilişkileri ile halledebileceklerimizin örgütler içerisinde feminist etik kavramıyla boyut değiştirdiği söylendi. Eğer sorun bütün gruba yayılıyorsa, feminist etik üzerinden tartışabileceğimiz ama bu kavramı sürekli birbirimize karşı kullanmamamız gerektiği söylendi.

Hiyerarşi, Mağduriyet, Kaygı

“Ayrıca iktidar kavramı üzerinde durduk. İçimizde imkanına, isteğine, deneyimine vb göre örgütlenmemizi sahiplenme eşikleri oldukça değişik. Bu sebeple aramızda bazı arkadaşlar, bazı arkadaşlara göre daha fazla çalışıyor, iş yapıyor şu an. İşi çok fazla sahiplenip, angaje olmuş arkadaşların durumuna dair hemen iktidar kavramını kullanmanın doğru olmadığını konuştuk. Emeklerinin hakkını vermek gerekiyor. Ancak henüz başlama aşamasında olduğumuz için işler oturana kadar bu şekilde olabileceği gerekçesinin; işlerin bu şekilde kalması ihtimalini taşıdığını akılda tutmak ve buna dair yöntemler bulmak faydalı olacaktır. Örneğin tüm komisyonlar için sıkı bir rotasyon uygulaması koyabiliriz ve gelebilecek farklı önerileri konuşmak üzere bir araya gelebiliriz.” (18 Aralık)

SFK içerisinde zaman zaman hiyerarşilerin oluşabildiği ama örgüt içerisinde rotasyon ile kişiler yer değiştirdiği için oluşan hiyerarşilerin örgütsel yapıdan kaynaklanmadığı söylendi. Ayrıca son zamanlarda hiyerarşi korkusunun ve her şeye hiyerarşi dememe refleksinin çokça tekrarlandığı vurgulandı. Bununla birlikte, mağdurluk üzerine de konuşmaya ihtiyacımız olduğu, sinirlenince durup sakinleşmeyi beklemenin öfkeyi dindirmeye yarayacağı ama mağduriyet hissini ortadan kaldırmayacağı ve her hata yapanın çok da mağdur olmayabileceği hakkında konuştuk. Öfke ve mağduriyet duygularının yanı sıra, kaygının da kontrol altına alınması gerektiği de söylendi.

Feminizm ve Sosyalist Feminist Kolektife Dair

Feminizmi kendi hayatlarımıza uygulamanın gerekliliği üzerine konuştuk. Sadece mücadele vermenin yetmeyeceği, aynı zamanda kendi hayatlarımızı da sürekli dönüştürmemiz gerektiği söylendi ve önemli olanın feminizmi nasıl kullandığımız değil, onunla nasıl ilişkilendiğimiz olduğunu konuştuk.

Feminizmin her an dönüştürmek olduğu, özel olanın politik olduğu ama kişisel olanın her zaman politikleştirilemeyeceği söylendi. Özel olanın kişisel olmadığı, erkek egemenliğinin bir parçası olduğu ama kişisel olanı da boğmaması gerektiğini konuştuk. Tepkilerimize aşırı politika yüklemenin yargılayıcı ve kırıcı olabildiği söylendi. Feminizme çok şey atfetmemize rağmen, feminizmin kendisinin bu kadar temiz ve yüce olmadığını ve bizlerin de bu toplumun sakat ve malul insanları olduğumuz, kişisel mizaçlara yer bırakmamız ve aşırı politik ve kavramsal yüklemelerden kaçınmamız gerektiğini konuştuk. Ayrıca, her şeyin politize olmasının kişilik yitmesine neden olabileceği ve hem kişisel hem de örgütsel olarak mahrem alana ihtiyacımız olduğu söylendi. Hepimizin zaafları ve egosu olan insanlar olduğunu unutmadan, kendimize ve karşımızdakine hata yapma hakkı tanımalıyız.

Sorun Çözümü, Mail Grubu, Tartışma Dili

“Kolektif bir çalışma sırasında bazı arkadaşlarımız arasında yaşanan bir gerginlikten dolayı toplantıyı terk etmenin doğru bir tavır olmadığı onun yerine sorunu sonraya bırakmadan, o çalışmayı-toplantıyı kesip durumu hafifletmenin önemli olduğunu ve gerginliği o toplantının kendi dinamiği içinde çözmeye çalışmanın faydalı olabileceği belirtildi. Bir diğer öneri ise konunun ilk muhataplarının öncelikle konuşup sonra belki küçük grup içinde tekrar konuşabilecekleriydi. Bununla ilgili daha önce maillerde de dönen “şiddetsiz toplantı yöntemleri” üzerine yardım-bilgi alabileceğimiz arkadaşlar var.”
“Ebonit çubuklar haline gelmemek için öncelikle biriktirmemek, kızgın bile olsak paylaşmak ve birbirimize güvenmemiz gerektiğini, birbirimizle rahatlıkla konuşabiliyor olmamız gerektiğini konuştuk. Eleştiriye tahammülsüz olabildiğimizi öte yandan kırmadan, yapıcı eleştirebilmeye de dikkat etmemizin işleri kolaylaştıracağı konuştuk.” (18 Aralık)

Yaşanan gerginliklere, krize dönüşmeden müdahale etmemiz gerektiğini konuştuk. Bunun için tartışmaları büyütmeden, sorunları sadeleştirerek konuşmamız gerektiği söylendi. Yaşananların büyütülmemesinin ve ertelenmemesinin önemli olduğunu da konuştuk. Özellikle üslup konusunda dikkatli olmamız gerektiği ve zaman zaman frene basmayı bilmemiz gerektiği konuşuldu. Herkesin hata yapabileceğini hatırlamalı ve hata yapan kişiyi ya da sorunun muhataplarını hırpalamadan, konuşarak halledebilmeliyiz. Konuşmanın ne kadar önemli olduğunu bu toplantıda bir kere daha gördük.

Sorunların çözülmesi için geçtiğimiz bir yılda bir tür yöntem geliştirdik; örgütlenme komisyonu yüz yüze toplantı ayarlıyor. Fakat çözümün sadece örgütlenme komisyonuna kalmaması için bir yöntem geliştirebileceğimiz konuşuldu. Sorunları açık toplantıyla, muhatapların da katılımıyla çözmemiz gerektiği konuşuldu.

SFK içerisinde güven ortamının olmasının çok önemli olduğu toplantı boyunca sıklıkla dile getirildi. Ayrıca fikir ayrılıkları ve kişisel anlaşmazlıkları birbirinden ayırmamızın ve kimi sorunları fazla kişiselleştirmememizin önemli olduğunu da konuştuk. Ayrıca benzer problemlerin sadece İstanbul’da değil, diğer illerde de yaşandığını ve yaşanabileceğini de konuştuk. Bu toplantının diğer illerde yaşanan sorunların çözülmesi adına faydalı olduğu söylendi.

Sorun çözümü için toplantıda öneriler geliştirdik. Bu önerilerden biri; toplantı ya da eylemlerden sonra bir değerlendirme yapılmasıydı. Bu değerlendirmeleri ilkesel hale getirip, sadece olumlu ve iyi yanları değil olumsuzlukları da konuşabilmeliyiz. Böylece çalışma sırasında atlanılan, geçiştirilen kırgınlıklar ve anlaşmazlıklar hemen dile getirilebilir ve sorun büyümeden çözülebilir.

18 Aralık toplantısında toplantı düzenine ilişkin konuşulanları da buraya eklemenin faydalı olacağını düşünüyorum:

“Tüm bu konuşmaların yanı sıra en çok bir arada olduğumuz ve birbirimizi de belki en çok gerdiğimiz toplantılara dair da epeyce konuşma fırsatımız oldu. Şöyle ki;

Bir toplantıda, kendimizi konuşulan her konu hakkında fikir beyan etmek zorunda hissetmemeliyiz. Bunun soldan gelen kötü bir alışkanlık olduğunu söyleyen bir arkadaşımız solda “tavır koymak” diye bir şey olduğunu ve bunu mutlaka konuşarak yapma ihtiyacı hissedildiğini belirtti. Yani konuşmazsan yoksun! Bu histen kurtulmaya çalışmanın belki iyi geleceğini düşündük.

Toplantı düzenine ilişkin konuştuklarımız

– Toplantılarda çok fazla tekrar yapmamaya özen göstermek önemli. Çünkü bu toplantıyı gereksiz yere uzatıyor ve haliyle sönümlenme hepimizde bir düşüşe neden oluyor.
– Toplantı sırasında Gündem maddeleri zaman ile sınırlandırılmalı. Söz alacak konuşmacılar için süre sınırlandırması işimize yarabilir. Deneyip bakalım diyoruz. Konusuna göre 3 ile 5 dakika arası bir süre ile başlayım.
– Çok zor ama yanımızdaki ile fısıldaşmayalım.
– Sürekli çay, sigara, tuvalet kesintileri toplantının dikkatini dağıtıyor. Belki daha düzenli bir gündem hazırlayıp bu ihtiyaçlar için de aralara zamanlar koyabiliriz
– Uzuuun ve sık konuşmamaya dikkat edebiliriz
– Konuşurken, dinlerken vücut, yüz hareketlerimiz ve sesli tepkilerimize başka arkadaşlarımızın cesaretini kırmamak için dikkat etmek gerekebiliyor.”

Son olarak mail grubu ve tartışma ve yazışma diliyle ilgili konuştuk. Bu konu 18 Aralık toplantısında da konuşulmuştu.
“Gerginliklerimizin mail üzerinden tartışılarak halledilmeye çalışılmasının e-group üzerinde negatif bir etki yarattığını, öncellikle orada olmayan kişilere bilgiyi e-mail yoluyla yaygınlaştırmak yerine toplantıda olanlarla konuyu tartışıp, çözme yoluna gidilmesinin, belki alakasız olabilecek müdahelelerin, yanlış anlaşma ve kafa karışıklığının önüne de geçilmiş olunacağı vurgulandı.

Yazılan yazılarda geçmişte yaşanmışlıkların izlerine rastlanabiliyor ve o geçmişi birebir yaşamamış olanlar veya bilmeyenler için bu zor ve haksız bir durum olabiliyor. Geçmişteki konular hala bugünü etkiliyorsa, buna dair konuşma ihtiyacı olan arkadaşlar varsa toplanabilir ve bunu konuşabilirler şeklinde bir öneri geldi.”(18 Aralık)

Bu toplantıda da e-grupta yazılanların birçok kadın tarafından okunduğu, herkesin bundan etkilendiği ve maruz kaldığı konusunda konuşuldu. Bunu bir sorumluluk olarak hatırlamamız ve ihtiyatlı yazmamız gerektiği söylendi. Ayrıca yazı dilinin mesafeli olduğu, yüz yüze söyleyemeyeceklerimizin mailda söylendiği ve yazı dili ile gelen mecazlar, kavramlar ve tahlil biçiminde suçlamaların her şeyi daha da zorlaştırdığı üzerine konuşuldu. Sen dilinin savunma mekanizmasına yol açtığı da söylendi. Birbirimize yazarken hakaret etmememiz gerektiğinin altı çizildi.

E-grupta yaşanan tartışmalarda ne yapabileceğimiz üzerine de konuştuk. Hepimizin kabul edeceği, tartışmanın kötüleşmesini önleyecek bir mekanizmada anlaşabileceğimiz söylendi. Hızlı maillaşmalarda hepimizin müdahale edebileceği ve ‘bunu burada konuşmayalım’ diyebileceği konuşuldu.

Zaman zaman gözyaşlarının aktığı ve duygusal anların yaşandığı bu toplantı sonunda hepimiz rahatlamıştık, çünkü konuşarak sorunları çözebileceğimizi ve hepimizin SFK’ya çok değer verdiğini ve sahiplendiğini bir kere daha görmüş olduk.

Feminist Politika Sayı 3/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 3

DOSYA: Ücretli/ücretsiz emek kıskacında kadınlar

4 Peki , işçi kadınlar politikanın neresinde? / Hülya Osmanağaoğlu
6 Feminist dayanışma; direnişte, grevde kadınlar ve kadın grevleri / Necla Akgökçe
8 “Bu iş kimliksizlerin işi” / Hatice Erbay
10 Üniversite’de cinsel tacize karşı önlemler / Alev Özkazanç
13 “Güzel ama şişman” / Demet Özmen
14 İşten çıkarmalarda haklarımız / Belkıs Ahi
15 Erkeklik değerlerini yeniden üreten bir mekanizma olarak militarizm / Fatoş Hacıvelioğlu
17 seninle 12 eylül / Dilek Afife
19 Cumartesi annleri: On yıl sonra yeniden / Evren Kocabıçak
20 Batı yakasında değişen bir şey yok! / Candan Yıldız
20 “Adalet” yine erkeklerden yana çalışıyor / Deniz Gökçe
21 DNA’yı görünür kılan görünmez bilim kadını /İsmigül Şimşek
DOSYA: Ücretli/ücretsiz emek kıskacında kadınlar
24 Sosyal haktan sadaka mitine değişen ne? / Başak Ergüder
25 SSGSS yasası ve istihdam paketi / Ayşe Toksöz
27 Uyumlulaşmak ya da uyumlulaşmamak işte bütün mesele bu … / Özgün Akduran
28 Ev işi dediğin … / Tuba Baki
30 Karşılıksız emeğin tazmini yeterli mi? / Ece Kocabıçak
32 Kıskacın gücü / Gülnur Acar Savran 34 Esnek çalışmanın cinsiyeti / Ülkü Sarıca
36 Çağrıya bağlı çalışma ve kadınlık halleri / Eylem Ateş
37 Başkalarının kiri bizim mesleğimiz! / Aslı Keskin
38 Röportaj: Ev işi mi dediniz? 40 Güzel evim / Berrin Hatacıkoğlu
42 Nasıl feminist oldum? / Müge Yetener
43 “Bırakmalıyım” öyküleri çoğalırsa … / İlkbahar Atılgan
44 Kadın olmak … / rumuz: goncagül
45 … ilk kez haziran ayında vurdu bana / Şule
47 Cinsellik … / Yuvarlak masa
53 Türkiye’den haberler
55 Dünyadan haberler
57 İran’ın yeşil tsunamisinde feminist dalgalar? / Golbarg Bashi
58 Bellek: Zhenotdel / Suzan Saner
60 Kitap: Méthodos: Kuram ve yöntem kenarında / Selin Çağatay Erkeklik: İmkânsız iktidar / Asena Günal
61 Öykü: Balonya / Derya Divrikli
62 Homofobi karşıtı buluşma ve feminist(B)iz / Tuğba Baykal 63 Feminist film kuramı / Esra Olcaycan
64 Bamya sıkıntısı … / Melek Özman
66 Hiç şaşırmadık!

Erkeklik: İmkânsız İktidar

erkeklik-imkansiz-iktidarAsena Günal

Siyaset bilimi ve toplumsal cinsiyet çalış­malarının kesiştiği alanda dersler veren ve araştırmalar yapan Serpil Sancar’ın yeni ki­tabı, “Erkeklik: İmkânsız İktidar”, erkeklik deneyimlerini anlamadan modern kapitalist toplumların egemen cinsiyet rejimlerinin anlaşılamayacağı varsayımından yola çıkı­yor. Sancar, bu kitap için iki ayrı nitelik­sel araştırma yürütmüş. Değişik toplumsal kesimlerden, farklı yaşam deneyimlerine sahip erkeklerle yapılan yüz yüze görüşme­lerden elde edilen bilgiler, dünyada benzer başka erkeklik araştırmalarının sunduğu bilgiler ve bu alanda sürdürülen kuramsal tartışmaların sunduğu çözümlemeler, kita­bın ana kaynaklarını oluşturuyor.

Devamını Oku…

Méthodos: Kuram ve Yöntem Kenarından

methodos-kuram-ve-yntem-kenarndanSelin Çağatay

“Zaten kendileri de o eşitsizlikler ve bunla­ra bağlı mücadeleler üzerinde biçimlenmiş olan bilimsel disiplinler içerisinde, akademya ya da diğer mecralardaki konum alışlarla, toplum dediğimiz, bir yandan bir parçası ol­duğumuz ve içine dolandığımız ama bir yan­dan da anlamaya ve incelemeye çalıştığımız dünyadaki, sokaktan işyerlerine, oradan en mahrem yerlere, bu aynı eşitsizliklerin yaşantılanması arasında nasıl bir ilişki var?”

Dilek Hattatoğlu ve Gökçen Ertuğrul’un hazırladığı Méthodos: Kuram ve Yöntem Kenarından (Anahtar Kitaplar, 2009) adlı derleme bu sorudan yola çıkarak sosyal bi­limlerdeki kuramsal ve yöntemsel sorunları farklı disiplinlere, saha deneyimlerine ve ku­ramsal tartışmalara odaklanarak ele alıyor. Bilimsel araştırmaya özgü ilgi ve çıkarları, araştırmacı ve araştırılan arasındaki iktidar ilişkilerini, akademik üretim ve yeniden üretim ilişkilerini, araştırılanlar için taşıdığı anlam ve doğurduğu sonuçlar bakımından ve araştırma sürecine yönelik eleştirel bir iç bakışla sorguluyor.Devamını Oku…

SFK:Novamed Direnişi Üzerine Tartışma/11 Haziran 2009

novamed_tartisma_1haziran2009Novamed Direnişi Üzerine Tartışma

“Novamed Direnişi Belgeseli”
Feryel Saygılıgil-Güliz Sağlam/Filmmor

“Novamed Grevi Deneyiminden Notlar”
Feryal Saygılıgil

“Novamed Örneğinde Direnişin Kadınlaşması”
Ayşe Üstübici

Tarih: 11 Haziran Perşembe
Saat. 19.00
Yer: Sosyalist Feminist Kolektif
Tel Sokak. No:20/3 Beyoğlu/İstanbul
Tel, 0212 243 49 93

Düzenleyen: Sosyalist Feminist Kolektif
sosyalistfeministkolektif@gmail.com

SFK: Siyaset Yasaklanamaz!/29 Mayıs 2009

British International School Yöneticileri hakkında suç duyurusunda bulunduk.

British International School Yöneticileri hakkında suç duyurusunda bulunduk.

Özel mailleri okumak ahlaksızlıktır!
Siyaset yasaklanamaz!

Bugün, British International School’un Kütüphanesinde çalışan feminist arkadaşımız Hülya Osmanağaoğlu’nun işyerine ait olmayan mail adresinden özel yazışmalarına girilip, bu yazılarının içeriği nedeniyle 8 Mayıs tarihinde isten atılmasını protesto etmek için buradayız. Biz feministler, arkadaşımız Hülya Osmanağaoğlu’nun okulda çalıştığı saatlerin dışında feminist eylemlerde bulunmak ya da Kürt sorunu ve sosyalist politikaya ilişkin mesajlar yazmak nedeniyle işten çıkarılmasını protesto etmek için buradayız.
Biz feministler, bu konuda bugün yapılacak suç duyurusu ile British International School yetkililerinin arkadaşımızın özel yazışmalarını okuyarak işledikleri suçun yargıya taşınmasını sağlamasını istiyoruz.

Arkadaşımız Hülya Osmanağaoğlu’nun sadece okul dışındaki saatlere ilişkin mesajları değil, bizzat tek tek arkadaşlarıyla yaptığı özel yaşamına ilişkin yazışmaları dahi okunmuş ve bu mesajlar arkadaşımıza işten çıkarma/istifaya zorlama sürecinde tehdit nedeni olarak kullanılmıştır. Görülen o ki arkadaşımızın yazışmalarındaki tüm kişisel bilgiler hatta bankacılık işlemleri gibi mesajlarla teyit edilen belgelerine dahi gizlice girilmiştir.

Biz feministler Hülya’ya yapılanların bugün Türkiye’de birçok kişinin başına geldiğini biliyoruz. Siyasetle ilgilenenlerin, sendikal örgütlenme yapanların, hakkına sahip çıkanların patronlar tarafından işten atılma örnekleri çok fazla. Ancak bu esas atılma gerekçesi gizlenerek atılma nedeni olarak başka gerekçeler öne sürülüyor. İşten atılmalar genellikle kriz; ya performans düşüklüğü ile gerekçelendiriliyor. Arkadaşımız Hülya ise yazışmalarının politik içeriği nedeniyle polis çağırmakla tehdit edilip istifaya zorlanmıştır. Siyaset yapmanın suç olduğu gerekçesi, işten çıkarma nedeni olarak çıkış belgesine yazılmıştır.
Özel yazışmaları okumak, kaydetmek ahlaksızlık ve hukuksuzluktur. Bu ahlaksız tutumu protesto ediyoruz. Biz kadınlar feminist mücadelemizde veya özel yazışmalarımızda siyasetten ya da hastalığımızdan söz ettiğimiz ama mutluluğumuzu ama hüznümüzü paylaştığımız yazışmalar, kimsenin, ne işyerindeki patronun ne evdeki babanın ya da kocanın veya devletin denetiminde olamaz.diyoruz. Biz yazışmalarımızda ister aşkımızı yazarız ister aşkın siyasetini… Yani feminizm yaparız. İster Kürt sorunundan bahsederiz ister sosyalizmden ister patronumuzu kötüleriz, ister sevgilimizi…
İşyerlerinde siyaset yasağına karşıyız. İşyerinde evde ya da sokakta siyaset yasaklanamaz.
Biz kadınlar özel hayatımızın denetlenmesine, kurallarının çizilmesine, emeklerimiz, bedenlerimiz ve kimliklerimizin erkeklerin, devletin ve patronların denetiminde olmasına boyun eğmediğimiz buna isyan ettiğimiz için feminist siyaset yapıyoruz.
Hülya’ya ve Türkiye’de birçok çalışana yapılan bu insanlık dışı uygulamayı protesto ediyoruz
Hülya’nın özel yazışmalarına hukuksuz bir biçimde giren, üstüne siyaset yasağı koyarak onu işten çıkaran British International School yetkililerinin yargılanmasını istiyoruz.

Yaşasın Kadın Dayanışması
Yasasın Feminist Mücadelemiz

29 Mayıs 2009/Sultanahmet Adliyesi

SFK Panel-Tartışma: Emeğimiz Bizimdir/2 Mayıs 2009

panel_2_mayis_2009

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“Emeğimiz Bizimdir”

Konuşmacılar:

Songül Yahşi/ Meha Tekstil Direnişçisi

Süheyla Gümüş/ Meha Tekstil Direnişçisi

Emine Arslan/ Desa Direnişçisi

Funda Keleş/Kızılay Direnişçisi

Lale Balta/ Sinter Direnişçisi

Gülnur Acar Savran

Necla Akgökçe

Düzenleyen:
Sosyalist Feminist Kolektif

Tarih:
2 Mayıs 2009 Saat: 14.00

Yer.
Sosyalist Feminist Kolektif
Tel sokak No:20/3 Beyoğlu

Tel. 0212 243 49 93

Feminist Politika Sayı 2/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 2

DOSYA: Talep etmekten talip olmaya: Yerel seçim deneyimi

4 Kriz ve kadın: Geçmiş deneyimlerden küresel krize / Melda Yaman Öztürk
5 Su hayattır, hayatı yeniden üreten de kadınlar / Ece Kocabıçak
7 Krizde feminist politika / Hülya Osmanağaoğlu
9 Çarkları durduran kadınlar / Söyleşi: Özlem Mollaoğlu – Eylem Tuna
11 Ev eksenli çalışan kadınlarörgütleniyor
12 İllegal ve günahkâr metal: altın / Hatice Erbay
13 Dayak, aşağılama, tecavüz “haksız tahrik”tir! / Fatoş Hacıvelioğlu
15 Alkış bekleyen katiller: Nefret cinayetleri üzerine / Hülya Sur
17 Hüseyin Üzmez olayı / Alev Özkazanç
19 Eş veya eski eş cinsel istismarı / Şahika Yüksel
20 Seks işçilerinin hak talepleri / Müge Yetener
21 Trans kadın-biyolojik kadın fahişeler / Berrin Hatacıkoğlu
22 Yağlı süngerden spirale… / İlkbahar Atılgan
23 Sığınaklar kurultayı gereklidir! / Özgür Can Sunata
25 Feminist politika açısından kadın direnişleri ve olanaklar / Gülfer Akkaya
27 Feminizm düşmanlığı / Yaso29 Nasıl erkeklikler istiyoruz? / Berfin Emre
30 Kanunda ayrımcılık yasak ama… / Emine Erel
DOSYA: Talep etmekten talip olmaya: Yerel seçim deneyimi
32 Seçim süreci üzerine konuşmalar / “Seçim için Feminist Kolektif”ten bir grup kadın
34 Neler yaptık, neler yapabilirdik? / S. Ülfet Taylı Taş
36 Feministler, kadınlar ve politik özne olmak… / Gülnur Acar Savran
38 Kampanya incileri / Banu Paker – Hasbiye Günaçtı – Selin Dağıstanlı
40 Türkel sorardı: Feminist aday çıkardınız da ne oldu? / Nurcan Özkaplan
41 Yerel seçimlerde belediye başkan adayıydım… / Aysel Kılıç
42 DÖKH’de feminist yöntemler / Filiz Karakuş
43 Seçim günü / Güllühan Işık
44 Belediyenin psikolojik danışmanlığı / Burcu Ege – Ayşe Toksöz
46 Ermeni kadın olmak… / Söyleşi: Deniz Tuna
49 “Benim adım Öjeni” / Feryal Saygılıgil
50 Mektupsuz kalan zarflar / Dilek
51 “Ben”im kızkardeşliğim / Banu Paker
52 Açık mektup / Esin Tili
53 Aşk… ? / Yuvarlak masa
55 Türkiye’den haberler/ Derleyen: Deniz Tuna
59 Tanıtım: Amargi bahar sayısı / Asena Günal
60 Dış haberler / Derleyen: Bengisu Yağmur Peker
63 Bellek: Laf değil, iş! İngiltere ve ABD’de Süfrajetler / Selin Çağatay Eşdeğer işe eşit ücret: Ford Direnişi / Hülya Osmanağaoğlu
65 Kitap: Son Sömürge: Kadınlar / Asena Günal Sürüne Sürüne Erkek Olmak / Özlem Kaya
66 Öykü: Seniha / Esra Ertan67 “Tarihe not düşürmeye çalışıyorum” / Söyleşi: Figen Öcal
68 Erkeğin bakışı değil, kendimize bakışımız / Söyleşi: Dilek Winchester – Yasemin Özcan Kaya
69 Hafriyat’ta feminist eylem- sergi / Cemre Baytok
70 “Bamya” neyin ölçü birimi? / Berrin Hatacıkoğlu
71 Benim canım yanmış, vatan neden sağolsun? / Burcu Şentürk
72 Çöp birey / Beliz Baldil
73 Hiç şaşırmadık!
74 Melek’e veda / Birgül – Mihriban – Tülay

SFK 1 Mayıs 2009 Bildirisi

Erkek sermaye düzenine isyanımız var!
Bir Mayıs’ta alandayız…

Dünya ve Türkiye, emekçilerin ‘Bayramı’na kapitalizmin kriziyle giriyor.
Doğasında krizi taşıyan sermaye, 1 Mayıs 2009’u tatil ilan ederek ezilenleri susturmaya çalışırken gerçek tablo şöyle: Bu memlekette, yarısından fazlası kadın olan 6 milyon işsiz var. İşsizlik tehdidiyle çağdaş köleliğe boyun eğmek zorunda bırakılan emekçiler; işyerlerine, ücretli/ücretsiz kadınlar da çağdaş kölelerin kölesi olarak evlere hapsediliyor. İşte bu nedenledir ki, 1 Mayıs 2009, 22 milyon kadının daha işsiz kalacağının hesap edildiği bir dünyada bayram değil, erkek-devlet sermaye ittifakının hesaplarını bozma günüdür!


AKP istediği kadar, işsizliğin suçunu ücretli çalışmak isteyen ev kadınlarına yüklesin. Bu koca bir yalan. Bal gibi biliyoruz ki, işsizlik biz kadınlar için yoksulluk demek. Dayak, ölüm, bazen fuhuşa zorlanmak demek. Koca-baba-erkek kardeş üçgeninde daha çok ezilmek demek. Göç demek, topraklarından koparılmak, yalnızlaştırılmaya çalışılan hayatlarımıza gömülmek demek…

“Dünya değişiyor, oyunun kuralları sil baştan yazılıyor” deniyor. Ama krizin ücretli/ücretsiz kadınlar için sundukları değişmiyor. Nedense işten, önce kadınlar atılıyor. Ücretler düşse de evdeki tencereyi kaynatma nedense daha çok kadınların tasası oluyor. Her ne hikmetse evdeki erkek şiddeti kriz dönemlerinde artıyor, üstelik meşruymuş gibi sunuluyor.

Kapitalizm kadınların görünen ve görünmeyen emeği üzerinde yükseliyor. Erkek egemenliği iktidarını kapitalizmle ittifak yaparak güçlendiriyor. Emeğinden başka satacak bir şeyi olmayanları sömürürken bile kadın erkek diye ayırıyor.
Erkek işçiler, kadın işçileri, ekmeklerine göz koyanlar olarak algılılarken, evde kadınların üstüne yıktıkları her iş için kendini de sömüren, ilk krizde işten atan patronla ittifak yaptığını görmüyor.

İddia ediyoruz ki, gök kubbenin altında da, üstünde de hiç bir şey aynı kalmayacak. Hiç bir gün diğerinin tekrarı olmayacak. Tek bir şartla: Patrona, babaya, kocaya, erkek devlete; evde, işte, sokakta yan yana gelmekten korkmayıp, gücümüzü birleştirip haykırarak, “Yetti artık beyler! Buraya kadar” diyebileceksek ,

1 Mayıs, işçilerin birlik dayanışma ve mücadele günüyse eğer, işteki patrona ücretli, evdeki erkeğe ise karşılıksız hizmet etmek zorunda kalan biz kadınlar, hayatımızı ve dünyayı değiştirme mücadelesinde bir adım daha atmak için,

1 Mayıs’ta seslerimizi birleştirelim…

-İşten çıkarmalar yasaklansın, işe alımlarda kadınlara kota uygulansın.
-İşten çıkarmalarda daha zor iş bulacakları için kadınlara yüzde 50 daha yüksek tazminat ödensin, böylece ilk işten çıkarılanların kadınlar olması engellensin.
-Ev kadınlarına emeklilik ve sağlık güvencesi hakkı verilsin.
-Yalnız/yalnız ve çocuklu kadınlara, barınma desteği sağlansın
-2008 tarihli istihdam yasasındaki kreş, sağlık hizmetlerine ilişkin son düzenlemeler iptal edilsin
-Kadınları aileye ve kocaya mahkum eden sağlık ve sosyal güvencelerini ortadan kaldıran SSGSS iptal edilsin.
Bu 1 Mayıs’ta sözümüzü söylemek için bir kez daha alanlara!

YAŞASIN 1 MAYIS

Aşk?..

Bir grup kadın bir araya geldik ve aşkı konuştuk.

Müzeyyen: Aşk, karşındaki kişi tarafından kabul edilmeyi istemektir. Aşık olduğun kişi için, önemli biri olma isteği.“Senin ütopyan nedir?” diye sorsalar, “aşk bittiğinde de karşılıklı oturup konuşabilmektir” derdim.Devamını Oku…

“Benim Adım Öjeni”

Feryal Saygılıgil

Ne zaman pişirse mis gibi kokusu tüm apartmanımızı saran paskalya çöreğinin üstadı, öğlenleri beni uyuturken her defasında aynı sevecen ses tonuyla hiç usanmadan, yatağının başucundaki İsa ve meleklerin olduğu resmin anlamını büyük bir zevkle masal gibi uzun uzun anlatan sevgi dolu Madamcığımı gün geçtikçe daha çok özlüyorum.

Devamını Oku…

Mektupsuz Kalan Zarflar

Dilek

hiç bir ziyareti kaçırmıyoruz, ziyaret yasağı olduğu zaman bile mutlaka gidiyoruz, kantine sipariş veriyoruz, asker içeriye iletiyor, kapıda olduğumuzu belli ediyoruz. mutlaka haftada bir gün düzenli mektup yazıyorum,  görüş süresi yetmiyor dışarıyı anlatmaya.

Devamını Oku…

Hüseyin Üzmez Olayı

cizim-busra-barutcuAlev Özkazanç

Hüseyin Üzmez olayının ardından aylarca süren siyasal tartışma ve gerilim süreci, Türkiye’de hukuk, devlet ve siyasal süreçlerle ilişkili olarak cinsel suçların mahiyetini anlamak için bulunmaz bir fırsat yaratmış oldu. Olayın genel seyrine dair bilgilerin hâlâ hafızalarda taze olduğunu varsayarak sadece gelinen son noktayı hatırlatalım. 24 Mart 2009’da yapılan 5. duruşmada, BÇ’nin 16 Nisan’da Adli Tıp Kurumunda tekrar muayene edilmesi ve duruşmanın 26 Mayıs’a ertelenmesine karar verildi. Yani bu yazı yazılırken hâlâ yeni rapor bekleniyordu.

Devamını Oku…

Alkış Bekleyen Katiller: Nefret Cinayetleri Üzerine

kadin-cinayetleriHülya Sur / Pembsiyah Üçgen Aktivisti

Nefret suçları, bir kişinin, cinsel yöneliminden, cinsiyetinden, ırkından, dininden, dilinden, renginden, bedensel sakatlığından, yaşından ya da fiziksel görünümden dolayı, ona karşı duyulan önyargı ve nefret duygusu ile işlenen suçlardır. Nefret suçları, nefret söylemlerinin yarattığı düşmanlık atmosferinde gerçekleştirilir. Nefret söylemlerinin zeminiyse, kuşkusuz ayrımcılık ideolojileridir.

Devamını Oku…

Trans Kadın – Biyolojik Kadın Fahişeler

trans-kadinBerrin Hatacıkoğlu

Aslında çok detaylı inceleme isteyen bir konuya, hem yer hem de altyapı yetersizliği nedeniyle cevap aramaksızın birkaç soru soracağım sadece. Hayatının kısa bir döneminde erkek olmuş, hatta erkek hissetmediği halde toplum tarafından erkek nitelenerek büyümüş trans kadın fahişelerle, biyolojik kadın fahişelerin, fahişe olmaktan kaynaklı benzer bir ezilmişliği paylaşırken, tutumlarının bu kadar farklı olmasının altındaki nedenler neler? Bunun tek bir cevabı yok şüphesiz, gerçekten çok fazla açıdan değerlendirilecek bir konu. Aynı sorunun başka versiyonları da kurulabilir, örneğin lezbiyenlerle geyler arasındaki tutum, örgütlenme, görünürlük farkı.

Devamını Oku…

Eş veya Eski Eş Cinsel İstismarı

Şahika Yüksel

Üç veya daha çok sayıda çocuğu olan ve çalışmayan, bağımsız bir geliri olmayan kadınlar, şiddet, istismar, koca tecavüzü benzer travmalar yaşasalar da tecavüzcüleri olan eşleri ile aynı yatakta yatarlar; ayrılamazlar.

Bazı cinsel istismar türleri “normal” kabul edilir ve yer yer, onların travmatik olarak tanımlanmayabileceği ileri sürülür. Açıklanması ve ispat edilmesi zor olan evlilikte tecavüz, bu tür “mazeretli” cinsel istismar örneklerinden birisidir. Evlilik içinde cinsel istismar konusunu, istismar eden, edilen ve danışmanlık yapanlar için çelişkiler taşıyan bir cinsel istismar türü olması nedeniyle seçtim. Sevgili tecavüzünü bu yazıda ele almayacağım.

“Randevu tecavüzü”, “yakın ilişkide şiddet” gibi adlar da verilen eş cinsel istismarı; sevgili, eş veya eski sevgilinin zorlaması ile gerçekleşen ilişkilerdir. Evlilikte kadının rızası olmadan eşinin cinsel ilişkide bulunması ve bunu zor ve şiddet kullanarak gerçekleştirmesi, onu istenmeyen cinsel davranışlara zorlaması, fuhşa zorlaması, cinselliği bir cezalandırma yöntemi olarak kullanılması gibi davranışlar eş cinsel istismarı örnekleri arasında sayılabilir.

Sıklık: Konunun öncüsü, feminist sosyolog Diana Russell’dır (1982). Russell Boston’da (1992) halen evli /yaşamının bir devresinde evlenmiş olan kadınlarda eş tecavüzü öyküsünü araştırmış ve kadınların 1/7 ile 1/10’unun eş tecavüzü yaşadığını ve tecavüzün çoğul olduğunu bildirmiştir. Kadınların yarısı, eş tecavüzünün yirmiden fazla olduğunu bildirmiştir. Eşlerinin fiziksel şiddetine maruz kalan kadınlarda eş tecavüzüne iki kat daha fazla rastlanmaktadır.

Türkiye’de Durum: Savaş (2003), Adana’da evli kadınların % 18’inin cinsel ilişkilerinin sürekli olarak zorla gerçekleştiğini belirtmiştir. Ayrıca, bu kocaların %8’inin aşırı kıskanç olduğunu ve cinsel şiddete maruz kalan kadınların tümünün ileri derecede fiziksel şiddete de maruz kaldığını ekler. Yüksel ve Dişçigil’in (2004) çalışmalarında, İstanbul’da bir psikiyatri polikliniğine başvuran kadınların eşlerinin şiddet kullanıp kullanmadığı ve ne tür şiddet kullandığı araştırılmıştır. Fiziksel şiddet yaşadığını bildiren her beş kadından biri aynı zamanda cinsel ilişkiye zorlandığını bildirmiştir. İlkkaracan (2001), Güneydoğu Anadolu’da yaptığı taramada, evli kadınların yarısının fiziksel şiddet, bunların yarısının da aynı zamanda eş tecavüzü yaşadığını ve eğitim düzeyi yükseldikçe şiddet oranının düştüğünü belirtir.

Kadına Yönelik Şiddet Bir Sağlık Sorunudur. Cinsel saldırılar ruh sağlığını etkiler; travma ile ilişkili ruhsal sorunlara neden olur. Adını koymadığınız bir durumu sorun olarak tanımlayamazsınız:

Kadınlar: Kadınların yaşadıkları cinsel şiddeti uygulayan kişi eşleri olduğunda çoğunlukla kendilerini tecavüz mağduru ve eşlerini “tecavüzcü“ olarak adlandırmadıkları görülmektedir. Tecavüze tecavüz denmemesinin, tecavüzü yaşayanlarda travmatik sorunların gelişmesine karşı koruyucu bir etkisi olmamaktadır.

Cinsel istismar ve tecavüz hakkında o toplumdaki mitler ve tutumlar önemlidir. Tecavüz eylemine katılmayanların, seyircilerin, diğerlerinin konuya hoşgörülü yaklaşması, benzer davranışları besler. Tecavüz ve ilgili önyargılar ve tutumlar üzerine çalışmalarda bu sorunun ipuçları vardır. Bu çalışmaların örneklemini polis, hakim, tıp öğrencisi, doktor gibi, tecavüz sonrası karşılaşılabilecek meslek grubundan kişiler oluşturmaktadır. Yanıtlarda, dereceleri değişerek, erkeklerde daha baskın olarak mağduru az çok sorumlu ve suçlu bulma eğilimi görülmüştür. Bu durum, tecavüzle mücadelede toplumsal haberdarlık çalışmalarının önemine işaret eder (Akvardar, Yüksel 1992, Gölge 2000). Dahası, birçok kadın da eşinin cinsel zorlamalarından utanır ve kendisini sorumlu tutma eğilimindedir.

Uzmanlar: Bir hastalıktan korunmanın ilk basamağı, hastalığın varlığının bilinmesidir. Güvenliğin sağlanamadığı bir ortamda ise hiçbir tedavi etkin olamaz. Güvenliği sağlık çalışanları tek başına sağlayamaz. Sağlık personeli ve doktorlar cinsel saldırı yaşamış kişileri çok farklı koşullarda ve devrelerde görebilirler. Nitekim eş şiddetiyle yaralanan kadınlar, sağlık kuruluşlarında eşlerinin kötü muamelesini gizliyorlardı. Sağlık personeli, eş şiddetinden kuşkulanmıyor/ kuşkulansa da bunu kadınlara belli etmiyordu.

Kadına yönelik şiddetin, özellikle aile içi şiddetin, sağlık sorunları kisvesi altında, doktora başvuran kadınlar arasında gizli kalmasını engellemek amacıyla rutin olarak şiddetin taranması gerektiğine dikkat çekilmektedir. Genel ve ruh sağlığı acil polikliniklerine başvuran kadınlarda eş şiddeti rutin olarak sorgulanmalıdır.

Bu yazı Feminist Politika’nın 2. sayısında yayınlanmıştır.

Nasıl Erkeklikler İstiyoruz?

askerlikBerfin Emre

Erkekler hayatlarımızda hangi konumlarda yer alırlar? Baba, oğul, ağabey, koca, sevgili ilk akla gelenler. Çemberi özel alanlarımızdan kamusallığa doğru genişlettiğimizde konumlar çeşitlenir. Zaten bizim özel alanımızın erkekleri, bir başkasının kamusal alanının erkekleridir ya da tam tersi…

Devamını Oku…

Feminizm Düşmanlığı

Yasemin Özgün Çakar

Feminizm düşmanlığı günümüz Türkiye’sinde türlü çeşit biçimde, kılık ve kılıfta karşımıza çıkan bir olgu. Kendisiyle yaşamın her anında, her alanında karşılaşabilme olasılığımız olmasına karşın en çok biz kadınların mücadele için sokağa çıktığımız, görünür olduğumuz, sözlerimizi, sorunlarımızı, meramlarımızı anlatmaya yeltendiğimiz her türlü platformda, mecliste, sokakta karşımıza çıkıyor.

Devamını Oku…

Açık Mektup

Esin Tili

Geçen geceki adam,

Böyle alakasız bir yerde böyle bir yazı okumayı muhtemelen beklemiyorsun ama bunu seninle aramızda hiçbir alaka, arkadaşlık vs olmadığı ve seninle muhtemelen çok uzun süre karşılaşmayacağım için yazıyorum.

Devamını Oku…

Yağlı Süngerden Spirale

dogum-kontrolİlkbahar Atılgan 

Öteden beri bedenimiz ve kimliğimiz üzerinden elini çekmeyen patriyarka, “Nasıl kontrol edebilirim ve sömürebilirim?” sorusunun karşılığını her an üretti. Moda, kozmetik gibi alanlarla, bu alanların geliştirilmesiyle kontrolü ve sömürüyü kolaylaştırdı. Görünmez kıldı. 

Devamını Oku…

Sürüne Sürüne Erkek Olmak

srne-srne-erkek-olmakÖzlem Kaya

 Erkek erkeğe muhabbetlerin bir zaman bir yerde kaçınılmaz uğrağıdır askerlik anıları. İçinde tutup büyütmenin sakmcasındandır belki de bu anlatıp bitirme isteği. Ya da arkada bırakılmış olmasının rahatlığıyla paylaşılır anılar. Bu kadar çok konuşulduğu halde korkulan bir konu olduğunu söylüyor Pınar Selek askerliğin ve fakat üstüne gidiyor korkulanın altında yatanı bulup çıkarmak için ve anlamlandırmak için hayatı, erkeği, kadını. Erkek muhabbet­lerinde seçilerek anlatılacak olanlar, ucu bucağı belli olmayan sorulara verilecek yanıtlar şeklinde olunca sınırsız bir paylaşımı gerektirecek ya ve Pınar’ın dediği gibi “acıların, mağduriyet dene­yimlerinin, zayıflık hallerinin sınırsız paylaşımı kadınsılığı çağrıştırıyor” ya, işte erkeklerin askerlik deneyimlerini muhabbet aralarından çıkartıp bir kitaba taşımak bu yüzden de çok zorlu ve çok anlamlı. Pınar 58 erkekle erkeklik deneyimleri üzerine yapılan sözlü tarih çalışmasının sonuçlarını sunduğu kitabı­na “Sürüne Sürüne Erkek Olmak” adını vermiş ve ne güzel de anlatmış bu ‘yerle bir olmanın’ erkeklerde bıraktığı izleri.

Devamını Oku…

Son Sömürge: Kadınlar

son-smrge-kadnlarAsena Günal

 Kapitalizme dair analizlerde, alternatif olanlarında bile, kadınlar ve sömürgeler sistematik olarak dışarıda bırakılır. Mies vd.’nin çalışmasının çıkış noktasını, bu dışarıda bırakma oluşturuyor. Farklı Üçüncü Dünya örnekleri üzerinden, bu iki grubu resme dahil edip, yeni bir sosyal teori oluşturmayı amaçlayan yazarlar, sadece Üçüncü Dünya da uzun  yıllar süren deneyim ve gözlemlerinin değil, Avrupa’da kadın mücadelesinin içinde yer almalarının da kadın sorunuyla sömürge sorunu arasındaki sistematik ilişkiyi algılamalarına yaradığını belirtiyorlar. Temel amaçları, kapitalizmin yalnızca ücretli emek ve sermaye arasındaki ilişkiden ibaret olmadığını göstermek. Kapitalist sömürüdeki katmanları şu şekilde ayırıyorlar : kapitalistler, ücretli işçiler (çoğunlukla beyaz ve erkek) ve (çoğunlukla kadın) ücretsiz işçiler ev kadınları ile (kadın ve erkek) sömürgelerdeki geçim aracı üreticileri.

Devamını Oku…

Feministler, Kadınlar ve Politik Özne Olmak…

Gülnur Acar Savran

İstanbul Beyoğlu’nda bağımsız feminist adayımızla katıldığımız seçim sürecinde, çeşitli vesilelerle, feministler olarak “politik özne” olduğumuzu dile getirdik. Bu ifadeyle tam olarak ne kast ediyorduk peki? Her şeyden önce şunu: Erkek egemenliği/patriyarka, içinde yaşadığımız toplumların en temel kurucu dinamiklerinden birisi ve toplumun bütününü şekillendiriyor. Başka bir deyişle, ekonomik, politik, kültürel, bedensel, cinsel boyutlarıyla bütünlüklü bir egemenlik biçimi…

Devamını Oku…

Neler Yaptık, Neler Yapabilirdik?

Feminist forumdan bir grup kadının seçimlerde aday olmamla ilgili önerisini kısa bir tereddüdün ardından kabul ettim*. Öncelikle önerinin bir süredir birlikte politika yaptığımız kadınlardan gelmesi, bu nedenle yerel politikalarla ilgili de ortak bir çerçeve oluşturabileceğimizi, önümüze çıkabilecek sorunları, kritik noktaları görebildiğimi düşündüğümden. Sonra da yeni bir yolculukta neleri biriktireceğimizi fazlasıyla merak ettiğimden.

Devamını Oku…

Seçim süreci üzerine konuşmalar

Feminist Politika S. 2 / 2009 Bahar

Seçim İçin Feminist Kolektif”ten yaklaşık yirmi kadın, iki toplantı yaparak yerel seçimlerde yürüttüğümüz kampanyayı değerlendirdik. Çok da faydalı olduğuna inandığımız bu atölyenin sonuçlarını da bu iki sayfaya sığdırmaya çalıştık. Elbette farklı bakış açılarının olduğu toplantılardı bunlar. Bu nedenle okuyacağınız yazı, kesin sonuçlara ulaşılmış bir fikir yazısından çok farklı görüşleri içeren bir tartışma yazısı.

Devamını Oku…

Sandıklarla, Sonuçlarla İşimiz Yok Bu Seçimi Biz Kazandık

29 Mart 2009 Seçimleri sonrası Seçim İçin Feminist Kolektif’in yaptığı  basın açıklaması:

Gelmiş geçmiş tüm seçimlerde erkek egemen politik öznelerin birbiriyle yarıştığını kadınlar üzerinden kadınları araçsallaştırarak politika yaptıklarını söylemiş, feministlerin politik özne olarak artık kendilerini ifade etmelerinin zamanı geldiğini söylemiştik…
Dediğimiz çıktı…

Devamını Oku…

“Beyoğlu’na feminist sözümüz var!” Kampanyası Broşürü

dscf5734BEYOĞLU’NA FEMİNİST SÖZÜMÜZ VAR!

Kadınlardan yana bir Beyoğlu için,
FEMİNİST BİR BEYOĞLU İLÇE BAŞKANI!

Yaşadığımız mekanı, kenti dönüştürmek için
FEMİNİST BİR YEREL YÖNETİM!

Belediyeler biz kadınları bugüne kadar hep göz ardı etti.

Erkek şiddeti yaşamımızı tehdit ediyor, hergün onlarca kadın kocası, sevgilisi, babası ya da ağabeyi tarafından öldürülüyor, ancak kadınların can güvenliğini sağlayacak, onları şiddetsiz bir yaşama hazırlayacak kadın sığınakları hâlâ açılmıyor.

Devamını Oku…

2009 Yerel Seçimleri: “Beyoğlu’na feminist sözümüz var!”

bayrak4

Türkiye’de birçok alanda mücadele veren feministler olarak 29 Mart 2009’da yapılacak yerel seçimleri gündemimize aldığımızda ilk anda sadece bir fikirdi belediye başkanlığı için aday çıkarmak.

Farklı kurumlarda örgütlü ya da bağımsız feminist kadınların katılımıyla düzenlediğimiz forumlarda öncelikle aday çıkarıp çıkarmayacağımız, sonrasında da çıkarırsak bunun üstesinden nasıl gelebileceğimiz konuları üzerine yoğunlaştık.

Devamını Oku…

Ermeni Kadın Olmak

Deniz Tuna

Hay Gin deneyimini ve Ermeni kadın olma hallerini Kayuş Çalıkman G. ile konuştuk, çoğunlukla hüzünlenerek ve kimi zaman da gülerek… Okuyacaklarınız konuştuklarımızın neredeyse yarısı, ama şimdiye kadar sessizce haykıran kızkardeşlerimizle paylaşacak daha çok şey var…

Devamını Oku…

Belediyenin psikolojik danışmanlığı

Burcu Ege – Ayşe Toksöz

Yerel seçimleri henüz ardımızda bırakmışken ve bu konu belleklerde hâlâ tazeyken, belki de belediyelerin işlevlerini ve çalışma biçimlerini tartışmaya devam etmek, bir nevi fikir takibi yapmak yerinde olur. Ayrıca, bu yazı yazıldığı sırada ortaya çıktığı gibi bu seçimde AKP İstanbul’da büyükşehir belediyesini yine kazandı ve görünüşe göre önümüzdeki beş yıl da şimdiye kadarki işlev ve çalışma biçimlerini devam ettirecek.

Devamını Oku…

Seçim İçin Feminist Kolektif’in kampanyasindan…

dscf5391

“Yeter artık! Söz bizim! Aday bizim!” diyen Seçim İçin Feminist Kolektif’in ne menem bir kampanya yürüttüğünü merak ediyorsanız, açılsın Pandora’nın Kutusu dökülsün “kampanya incileri”…

Feminizm bu topraklara uğrayalı çok olmuştu olmasına, ama bu ilk feminist seçim çalışması deneyimlemeye değerdi doğrusu! Olumlu/olumsuz bir sürü şey yaşadık; öğrendik, gerildik, zaman zaman öldük bittik ! Ama bir o kadar da keyif aldık, güldük eğlendik…

Devamını Oku…

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2009

2009_feminist_8_M (4)Bugün 8 Mart Uluslararası Kadınlar Günü…

Tüm kadınların birlik mücadele dayanışma günü…

Biz kadınlar her 8 Mart’ta alanlarda erkek egemenliğine karşı “Yaşasın Kadın Dayanışması!” diye haykırıyoruz. Biz feministler, her yıl 8 Mart’taki yürüyüşümüzde feminist mücadelenin sesini tüm kadınlara duyurmaya çalışırken isyanımızı haykırıyor, patriyarkaya karşı “Yaşasın Feminist Mücadelemiz!” diyoruz.

Geçen yıldan beri erkek egemenliği cephesinde değişen bir şey yok! Erkek, devlet, sermaye ittifakı emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz üzerindeki baskı ve sömürüsüne devam ediyor.

Biz kadınlar son bir yılda yine Pippa olduk katledildik, babalarımızdan dayak yedik, sokakta işyerinde tacize uğradık, erkeklerin namusu olduk öldürüldük, solcu, Kürt, fahişe olduğumuz, aslında sadece kadın olduğumuz için devlet şiddetine maruz kaldık. Erkek- yargı- devlet işbirliği yediğimiz dayakları, uğradığımız taciz ve tecavüzleri görmezden gelirken bizi katleden erkekleri de haksiz tahrik diyerek korumaya çalıştı. Susmadık susmayacağız,

Bağır herkes duysun erkek şiddeti son bulsun!

Muhafazakarlık yaşam alanlarımızı baskılamaya devam ediyor. Milliyetçilik, “vatan sağolsun” palavraları ve halkların kardeşliğine düşman ruhuyla, ölmek ve öldürmek için; dini muhafazakarlı k ise aileyi ve erkek egemen dini değerleri yüceltmek için bize doğurmayı salık veriyor.

Nerede örtünüp nasıl giyineceğimiz militarizmle siyasal islamın mücadele alanı olmaya devam ediyor. Eteğimizin boyu da, saçımızın modeli de, gömleğimiz de, pantolonumuz da erkeklere davetiye değildir. İstediğimiz gibi giyinir istediğimiz gibi balık tutar geceleri de sokakları gönlümüzce arşınlarız. Bedenimiz ne babalara, ne kocalara ne devlete ne de herhangi bir uhrevi makama aittir.

Bedenimiz Bizimdir.

Erkeklerden daha düşük ücretlerle, aynı anda ev işlerinin de yükünü üstelenerek katıldığımız çalışma hayatında, şimdi de kriz bahanesiyle ya eş değer işe eşit ücreti unutarak erkeklerin yerine çalıştırılıyor ya da ilk işten çıkarılanlar oluyoruz. Sermaye kendi içinde başlayan ayakta kalma savaşının faturasını neoliberal devlet eliyle bize ödeterek iç uzlaşmasını sağlamaya çalışıyor.

IMF ve sermayenin talebiyle kadın ve emekçi düşmanı AKP’nin 2008’de çıkardığı SSGSS ve İstihdam yasaları ile kreş ve sağlık hizmeti gibi tüm haklarımız tırpanlandıktan sonra önümüze konulan seçenek, ya açlık ya da kölelik ücretleriyle çalışmak. Patriyarkayla sermayenin ittifakı, aile adı verilen hapishanelerimizde erkekler aracılığıyla emeğimize el koymaya devam ediyor. Babaların, kocaların fiziksel ve duygusal baskısı altında her daim yemekten, bulaşıktan, çamaşırdan çocuk ve yaşlı bakımından sorumlu olmaya devam ediyoruz.

Artık yeter, emeğimiz bizimdir!

Ev işi yapmayalım dünya dursun…

Görünmeyen emek sesini yükselt !

“Kararlarını almadığımız nefret ve şiddet politikalarını n bedelini ödemeye devam ediyoruz. Kürt halkına yönelik inkar ve imha, savaş politikaları ile sürdülürken, her sınır ötesi operasyonun, uçaklardan atılan her bombanın, patlayan her mayının biz kadınlara yoksulluk, taciz, tecavüz olarak yeniden döneceğini biliyoruz. Kürt kadın hareketinin Dersim’den Diyarbakır’dan Dolapdere’den, Bağcılar’da yükselen sesi sesimize ses katıyor. Demokratik Özgür Kadın Hareketi’nin, Kürt illerinde seçilebilecek yerlerden çıkardığı 15 kadın belediye başkan adayı arkadaşımız da barışın ve kardeşliğin sesiyle birlikte erkek egemenliğine karşı mücadelenin sesini de yükseltiyorlar.

Kürt sorununda demokratik siyasal çözüm istiyoruz!

Jin Jiyan Azadi…

Yine bir seçim dönemindeyiz. Patriyarkanın birbirinin aynı partileri oyumuzu istiyorlar. Ama cennetten bir köşe, ama tek tip tayyörlerin her yeri kapladığı kamusal alanlar vaat ediyorlar. Erkek siyaset biz kadınları siyasetin öznesi olarak görmüyor. Ancak bu seçimlerde artık yeter dedik… Biz İstanbul’lu feministler de siyasette biz de varız Beyoğlu’na Sözümüz Var dedik.

Bu yıl yerel seçimlerde kadınların sözü var! Feministlerin sözü var!

Oy veren değil karar veren olmak istiyorsak!

Adayımız Saime Ülfet Taylı Taş’ı destekleyelim!

Feminist hareketi destekleyelim, güç verelim!

Bugün 2009 8 Mart’ında biz feministler tüm kadınların 8 Mart’ını kutluyoruz. Bir günü değil dünyayı istiyoruz diyerek, gelecek sene 8 Mart’ında, emekçi kadınların kanlarıyla yazdıkları tarihin, köylü, kentli, ev kadını, çalışan, anne ya da bekar, her ulustan tüm kadınlara armağan edilişinin yüzüncü yılında 2010’da Taksim’de buluşalım diyoruz.

Yaşasın Kadın Dayanışması

Yaşasın Feminist Mücadelemiz. Biji Yekitiya Jinen

Feminist Politika Çıktı!/1 Şubat 2009

Feminist Politika 1.sayı çıktı

Feminist Politika 1.sayı çıktı

Merhaba,
Bir dergi fikri üzerine konuşmaya başladığımızda, hem örgütlenmemizin hem de sistem dışı feminist politikanın ihtiyaçlarını tartışmaya koyulmuş olduk. Feminist Politika’nın sadece feminizm içi bir ayrım olarak sosyalist feminizmin değil, feminist hareketin sesi olmasını umut ediyoruz. Bir yandan feminist hareketin kolektif siyasal özne olarak kendi gündemini yaratmasına aracı/yardımcı olmasını, diğer yandan gündemin bize dayattıklarının bizleri kendi belirleyeceğimiz gündemden koparmamasını sağlamayı amaçladık. Güncel gelişmelere ilişkin politika üretirken, Türkiye’deki feminist hareketin deneyimlerini göz önünde bulundurmaya, yani feminist geleneğin birikimini yansıtmaya da çalışcağız.Feminist yol arkadaşlarımızın çıkardığı diğer yayınların bir tamamlayıcısı olmak, hareketin ihtiyaçları karşısında yayınlar aracılığıyla da dayanışmak, yani mevcut feminist yayınlarla görev paylaşımıdır bizim için esas olan.

Feminist Politika’yı birlikte yol yürüdüğümüz feminist dostlarımızın katkılarıyla şekillendirmeye çalışmak bizim için bir olmazsa olmaz. Erkeklerden, devletten, sermayeden ve sol örgütlerden bağımsız bir feminist mücadelenin sesini yükseltmek için katkı yapmak isteyen tüm feministlere açık olacak sayfalarımız.

Hem politik farklılıklarımızı hem de feminist hareketin ortak sözünü ifade etmeye çalışacağız. Feminist hareketin politik etkinliklerini de, feminizme yeni ilgi duyan kadınların ihtiyaçlarını da yansıtabilen bir dergi hazırlayabilmeyi umut ediyoruz. Hedefimiz, aramızdaki deneyim, yaş, birikim gibi farklılıkları yok saymadan ama onları olabildiğince ortaklaştırarak, hepimizi ifade eden ve hepimize hitap eden bir yayın.

Her sayıda dosya başlığımızla patriarkal kapitalizmi farklı yönleriyle değerlendirip politika üretmeye çalışırken, sistem dışı feminizmin renkliliğini yansıtmayı ve dosya konusuna ilişkin politik ortaklıklarımızı belirginleştirmeyi istiyoruz. Sadece teorik analizleri değil, politik yönelimleri öne çıkaran dosyalar yapmaya çalışacağız. Dosyaların dışında, feminizmin gündemlerini yorumlamayı, tartışmayı ve aktarmayı; beden politikalarını güncelleştirmeyi; tarihimize dönüp bakmayı; feminizmi kültürle, sanatla, edebiyatla buluşturmayı amaçlayan bir yayın çizgisi belirledik. Dünyaya feminist politikanın gözünden bakacağız…

**********

Bu sayıdaki dosya konumuz ” Neo-liberalizm, AKP ve Kadın Emeği”. Dergi hazırlıklarımız esnasında belirlediğimiz dosya başlığı dünyada gitgide büyüyen ekonomik krize denk düşünce, krizin AKP politikaları ile alacağı sonuçları birlikte değerlendirmek ihtiyaç oldu. Orta sayfalarımızda Sosyalist Feminist Kolektif’i oluştururken kendimizi anlatmak için uzun tartışmalardan sonra sonuçlandırdığımız Başlarken metnini bulacaksınız… İlk sayımızda bize yazı vermeyi kabul eden yol arkadaşlarımız Asuman, Feryal, Necla, Serpil, Yelda ve Zelal sesimizi sözümüzü çoğalttılar.

Üç ay sonra bahar sayısında buluşmak dileğiyle

Sosyalist Feminist Kolektif

Feminist Politika Sayı 1

Feminist Politika Sayı 1/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 1

DOSYA: Neoliberalizm, AKP ve Kadın Emeği

4 Şiddet aileyi koruyor / Zelal Yalçın
6 ‘Bayan’ların sığınak kurultayı / Hasbiye Günaçtı
7 Derneğime dokunma / Tuğba Baykal
8 Patriyarkal şiddete karşı politik tavır/ Şöhret Baltas
9 Kadına yönelik şiddeti görünür kılmak / Melda Yaman Öztürk
10 Erkek vuruyor. devlet ‘haksiz tahrik’ diyor / Meric Eyüboğlu
12 Yerel seçimlerde feminist söz / Filiz Karakuş GüInur Acar Savran
14 Kentsel dönüşümün mağdurları kadınlar /Asuman Türkün
15 Barış politikası ve feministler Candan Yıldız
16 Projecilik- / Fatoş Hacivelioğlu
18 Kimlik politikası kadin dayanışması, toplumsal cinsiyet / GüInur Acar Savran
DOSYA: Neoliberalizm, AKP ve Kadın Emeği
21 Krizin faturasını ödememek için / Filiz Karakuş
22 Kadınlar, kriz ve eğilimler / Nurcan Özkaplan
24 Kadın işçiler feminizmin neresine düşüyor? /Necla Akgökçe
26 Yeni muhafazakârlık ve kadın emeği / Hülya Osmanağaoğlu
28 Türkiyeli kadınlar için olasılıklar / Yelda Yücel
30 Söyleşi: Allsa McKay / Ece Kocabıcak Selin Çağatay
32 Başlarken / Sosyalist Feminist Kolektif
34 İş görüşmelerinin kritik sorusu: Annelik/ San Nakipoğlu Akin
35 Örtünme /Ayşe Toksöz
36 ‘Sol’suz zamanlarda feminizm /Serpil Sancar
38 Homofobi kadınlaşmaktan korkmaktır / Hasbiye Günaçtı
39 Haklarımız / Gülümser Uğurlu
40 Anne oldum! / Feryal Saygiligil
42 Kaygı Evun Sevgi Okumus
43 Altı üstü masum bir giysi canım / İlkbaharAtılgan
44 Dünyadan haberler
46 Türkiye’den haberler
50 Kadınsız taciz ve tecavüz haberleri / Cemre Baytok Deniz Saltukoglu
52 Sihirli camın önü ve arkası / İlkbahar Atılgan
53 Bellek:
Nezihe Muhiddin / Bengisu Peker
$ükufezar Dergisl / Ceren Ayçenk
54 Kitap:
Analar yoldaşlar tanrıçalar / Deniz Gökçe
Kadının görünmeyen emeği / $ohret Baltas
56 Güncel sanat ve feminizm / Cemre Baytok – Hazal Ozvarış
57 ‘Peki Münevver, niye benim sevgilim yok’
58 Hikaye: Dönüşüm / Derya Divrikli
60 Satranç dünyasında kadın / Perihan Meşeli
62 Mor iğne / Lale Bakırezer

http://www.sosyalistfeministkolektif.org/wp-content/uploads/Feminist_Politika/fp_sayi_1.pdf

Seniha

senihaEsra Ertan

‘Paket ablacım?’

‘Yok istemiyorum.’

Seniha bu küçük mahalle kuaföründe rahat hissederdi kendini. Utandığından değil de tüysüz hayal edemediğinden orasını, istemezdi paket. Yan taraftaki gelinlik diken dükkandan topladıkları saten kumaş artıklarıyla yapıyorlardı ağdayı. Kaşını-bıyığını da üstüne aban­madan, yüzlerini iyice yaklaştırıp nefes kokusuyla acıyı işkence haline getirme­den iple alıyorlardı. Saçına bir fön mü çektirseydi? Sıcağı düşünüp vazgeçti. Bir ferahlık, sızı, yanma ama kesinlikle bir rahatlama hissiyle çıktı kuaförden. Ağda kalıntıları pantolonuna yapışıyor­du yürürken. Eve gidip yıkanacaktı, bacaklarının üstündeki kırmızı noktala­rın kremle gönüllerini alacaktı. Acelesi yoktu. Seniha acelesi olsun istemiyordu. İsteği gerçekleşsin diye adımlarını yavaşlattı. Yolunu değiştirip caddeye çıktı.

Bugün onu düşünse, onunla konuşsa, onunla yemek yese, onunla yürüse, ona anlatsa, onu dinlese, ona baksa, öpse, Seniha onunla … Derin bir nefes aldı; karnındaki duyguyu gövdesine yaydı.

Devamını Oku…

SFK Aktif Tartışma İlk Okuma Listesi

OKUMA LİSTELERİ

1/Feminizmin ABC’si okuma listesi

Josephine Donovan, Feminist Teori, İletişim, 1997.

J. Mitchell, Kadın ve Eşitlik, Kaynak Yay., 1984 içinde: “Kadın ve Eşitlik” ve “Kadınların Hakları ve Kadınların Uğradığı Haksızlıklar:Mary Wollstonecraft, Harriet Martineau, Simone de Beauvoir” başlıklı yazılar.

Fatmagül Berktay, “”Eşitliğin Ötesine…”, YAPIT, Sayı 9, Şubat-Mart 1985.

J.Mitchell, Kadınlar: En Uzun Devrim, agora feminist kitaplık, 2006.

J.Mitchell, Kadınlık Durumu, Kadın Çevresi Yayınları, 1985, Birinci Bölüm.

Şirin Tekeli (hazırl.), Kadın Bakış Açısından 1980’ler Türkiyesi’nde Kadın, İletişim, 1990.

Marilyn French, Kadınlara Karşı Savaş, Metis, 1993.

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Evdeki Terör, Mor Çatı Yay., 1996.

Sheila Rowbotham, Kadınlar. Direniş ve Devrim, Payel Yay.

Sheila Rowbotham, Kadın Bilinci, Erkek Dünyası, Payel Yay.

Caroline Ramazanoğlu, Feminizm ve Ezilmenin Çelişkileri, Pencere Yay.

Şirin Tekeli, “Feminist İdeolojinin Anlamı”, YAPIT, Sayı 9, Şubat-Mart 1985.

Serpil Çakır, “Ataerkil İktidarın Eleştirisi”, B. Örs (derl.), 19. Yüzyıl’dan 20. Yüzyıl’a Modern Siyasal İdeolojiler, Bilgi Üniversitesi Yay., içinde.

Marx/Engels/Lenin, Kadın ve Aile, Sol Yay.

Nesrin Tura, “Manifesto’ya rağmen proleter aile nasıl kurtuldu?”, Sınıf Bilinci, Sayı 21, Yaz 1998.

Gülnur Savran, “Feminizmler”, YAPIT, Sayı 9, Şubat-Mart 1985.

Ayrıca Kaktüs ve Feminist Dergileri.

2/’Patriarkal Kapitalizm okuma listesi

A/Heidi Hartmann, Marksizm’le Feminizmin Mutsuz Evliliği, agora feminist kitaplık, 2006.

Lise Vogel, “Marksizm ve Feminizm: Mutsuz Evlilik, Deneme Ayrılığı ya da Başka Bir Şey”, Birikim, Sayı 11.

Lise Vogel, Marksist Teoride Kadın, Pencere Yay., 1990.

Michèle Barrett, Günümüzde Kadına Uygulanan Baskı: Marksist Feminist Çözümlemede Sorunlar, Pencere yay.

Christine Delphy, Baş Düşman, SAF Yay., 1999.

Maxine Molyneux, “Ev Emeği Tartışması ve Ötesi”, G. Savran/N.Tura (der.), Kadının Görünmeyen Emeği, Kardelen yay.,-Yordam Yayınları (yeni baskı)

M.Mies/V.Bennholdt-Thomsen/C.Von Werlhof, Son Sömürge: Kadınlar, İletişim, 2008 içinde özellikle, “Kadın Emeği ve Kapitalizm”; “Kadın Emeği: Ekonomi Politiğin Eleştirisindeki Kör Nokta”; “Kadın Emeğinin Geleceği ve Kadına Yönelik Şiddet”; “Proletarya Öldü, Yaşasın Ev Kadınları!” başlıklı bölümler.

Gülnur Acar-Savran, “Kadınların Emeğini Görünür Kılmak: Marx’dan Delphy’ye bir Ufuk

Taraması”, Beden-Emek Tarih, Kanat Yay., 2004.

Melda Yaman Öztürk/Nuray Özgüneş, “maddeci bir feminizm için: kadının görünmeyen emeği tartışmaları”, İktisat dergisi, sayı 469, Ocak 2006.

B/Nancy Fraser, İhtiyaçlar Mücadelesi, agora feminist kitaplık, 2006.

Heidi Wedel, Siyaset ve Cinsiyet, Metis, 2001.

Aksu Bora, Kadınların Sınıfı, İletişim, 2005.

Aksu Bora/Gülnur Acar-Savran(söyleşi), “Yeniden Üretim Üzerine”, Birikim, Sayı, 217, Mayıs 2007.

Aksu Bora/Gülnur Acar-Savran(söyleşi), “kadınlar sınıfı mı, kadınların sınıfı mı?”, İktisat Dergisi, sayı 469, Ocak 2006.

Gülnur Acar-Savran, “Özel/Kamusal, Yerel/Evrensel: İkilikleri Aşan Bir Feminizme Doğru”, Beden-Emek-Tarih, Kanat Yay., 2004.

Jenny White, Para ile Akraba, İletişim, 1999.

Bahar Yiğitbaş-Akça, “’mucize’nin adı mikrokredi olabilir mi?”, İktisat Dergisi, Sayı 469, Ocak 2006.

Nazan Üstündağ,”Türkiye’de Projecilik Üzerine Eleştirel Bir Değerlendirme”, Amargi, Sayı 3.

Aksu Bora, “Projeler: Yeni Bir Bağlam, Eski Sorunlar”, Amargi, Sayı 3.

Amargi , Sayı 6, “Yoksulluk Dosyası”.

Aksu Bora,  Amargi, Sayı 10.

SFK: Melek’le buluşuyoruz. /17 Ocak 2009

Melek'le buluştuk-SFK mekan

Melek’le buluştuk-SFK mekan

Sosyalist Feminist Kolektif üyesi Melek’le bir buluşma, dayanışma etkinliği düzenlendi. Melek yıllarca koca şiddetine maruz kalmıştı. Melek boşanma sürecinde de saldırıya uğramış.  Melek ve kızkardeşi Zehra pompalı tüfekle taranmış ve sakat kalmıştı. Buna rağmen Melek hayata tutunmaya devam etti. Ancak bu sefer de ağır bir kanser hastalığına yakalandı.

Melek 2 Nisan 2009 tarihinde aramızdan ayrıldı.

Melek'i sonsuzluğa uğurladık!

Melek’i sonsuzluğa uğurladık!

 

 

 

Bilinç Yükseltme Sohbet Notları

Bilinç Yükseltmenin Tarihi

Çin devriminden sonra kadınlar çok acı çekmiş olmalarına rağmen çok suskunlar. Kendi aralarında “acıyı söyleme” grupları kuruyorlar. “Bunu sadece ben yaşamıyorum” türünden bir farkındalık yaratılıyor.

Neden Önemlidir?

“Biz kadın olarak nasıl yaşıyoruz, hayatımızda benzer olan şeyler nelerdir?” üzerine kendi hayatın üzerinden politikayı kuruyorsun. Kendinde olan yabancılığı da kırıyorsun. Özel olanın politik olduğunu keşfediyorsun. Aynı zamanda bilinç yükseltme toplantılarında kullanılan yöntemin feminist politika yöntemi ile doğrudan ilişkisi var. Politika ve fikir tartışmalarında da benzer yöntemleri kullanmamıza da fayda sağlayacaktır.

Devamını Oku…

SFK 1. Kamp (30 – 31 Ağustos 2008)

kamplat-sile1

30 – 31 Ağustos 2008’de 42 kişinin bir araya geldiği Şile Kampı’nda ortaklaştığımız konular:

ÖRGÜTLENMEMİZ
Genel İlkeler
1. “Biz kimiz/Neyi savunuyoruz?” çerçeve metni üzerinde hem fikir olmak grubumuza üyelik konusunda önemli. Bunun dışında aidat vermek ve olabiliyorsa en az bir çalışma grubunda olmak (komisyon ya da atölyede) ısrarla tavsiye edilir. Hiçbiri olamıyorsa en azından aylık genel toplantılara katılmak önemli.Devamını Oku…

Sosyalist Feministlere Çağrı

Sosyalist Feminist Kolektif, yine Sosyalist Feminist Kolektif adıyla faaliyet sürdüren bir grup feministin açık çağrısıyla birincisi 14 Haziran 2008 tarihinde yapılan bir dizi toplantılar sonrası oluştu.

Çağrı metni:

Bir çoğunuzun bildiği gibi, bir yıldan uzun bir süredir kendini Sosyalist Feminist Kolektif adıyla tanımlayan İstanbul ve Adana’dan kadınlar olarak birlikteyiz. Bu süreç boyunca feminist mücadelede biriktirdiğimiz deneyimlerimizi, bilgimizi, üretken olma çabamızı ve emeğimizi feminist hareketin politik bir güç olarak var olması mücadelesinde, başta feminist grup bileşenleriyle olmak üzere zaman zaman da kadın hareketinden farklı grup ve kadınlarla yan yana gelerek bütünleştirmeye çalıştık. Kendi adımıza, dışa yönelik politik faaliyet yürütmedik.

Çünkü; farklı politik bakış açısı, yöntemsel ve pratik faaliyet biçimleri taşımakla birlikte, kadınların kurtuluşu ve özgürleşmesi doğrultusunda birbirine yakın politik perspektifleri olan feminist gruplarla ve feministlerle ortak bir payda da birleşerek daha geniş bir mücadele zemininin oluşmasının daha doğru olduğuna inandık. Bu nedenle kolektif adına herhangi bir yayın faaliyeti, etkinlik ve organizasyon düzenlemedik. Her bir faaliyetin bizzat öznesi/bileşeni olarak varlık gösterdik. Hiç bir sokak etkinliğinde kendi adımıza bir pankart taşımadık. Kendimize özel bir mekan yaratmayı hedeflemedik.

Ancak, muhtemelen bizim neden olduğumuz kapalı, homojen bir grup algısını da değiştiremedik. Bir taraftan bu duruma neden olan algının kendisini sorgularken, grup içinden ve dışından gelen sosyalist feminist örgütlenme ihtiyacı önerilerini de aramızda tartışmaya başladık. Bu tartışmalar sonucunda feminist harekete daha örgütlü destek verebilmek için sosyalist feminist bir örgütlenmenin ihtiyaç olduğu noktasında hemfikir kaldık.

Neden?

Feminizm, sınıfa, ulusa, ırka, dini inançlara, cinsiyet kimliğine dayalı tüm bölünmelere rağmen, bütün kadınların ortak ezilmişliğine karşı bir başkaldırıdır. Cinsiyet temelli ayrımcılığa ve ezilmişliğe karşı tüm kadınlarla ortak bir paydada mücadele etmenin koşulları vardır ve bu doğrultuda her zaman yan yana duruyoruz. Ancak, bugün sosyalist feministlerin önceliğinin ise, kapitalizm/neoliberalizm ile patriarka arasında bağ kurarak kadın emeğini eksen alan ancak kadınların yaşadığı tüm ezilmişliklere karşı mücadelede kendini dolaysız var eden bir politik yönelim olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu nedenle bağımsız sosyalist feminist bir zeminin/örgütlenmenin ihtiyaç olduğuna inanıyoruz.

Bağımsız sosyalist feministler derken ne kastediyoruz…

Çok genel hatlarıyla bağımsız feminist politikaların erkeklerden, sermayeden ve devletten bağımsız olması gerektiğine inanıyoruz. Feminist teori ve politikaların bu üç meseleyle bağlantısını bağımsızlık temelinde kuramayan politika ve pratiklerin kadın kurtuluş mücadelesi bağlamında taşıdığı sorunların yanısıra bu farklılığın aynı zamanda feminizm içinde ideolojik bir duruş/ayırım olduğunu düşünüyoruz.

Feminist mücadele başka siyasi mücadelelere bağımlı olarak yürütülecek bir alan mücadelesi değil. Kollektif bir siyasal özne olarak kadınların patriarkaya karşı mücadelesinin ideolojik politik ifadesidir. Sosyalist feminizm, patriarkaya karşı başlı başına mücadele veren feminizm içinde kadınların kurtuluşuna ilişkin bir ayrımı/fikri ifade etmektedir. Sosyalist feminizm, kadınların kurtuluşu ile işçi sınıfının kurtuluşu arasında yani patriarka ve kapitalizm arasında kurulan bağın sonucunda ortaya çıkan bir kavramdır.

Bu yüzden oluşturmak istediğimiz sosyalist feminist faaliyet, gündemini ve önceliklerini, herhangi bir siyasi grubun kararlarına bağlı ve bağımlı kılmaksızın, patrirarkaya karşı bütünsel mücadele çerçevesinde belirlemeli diye düşünüyoruz.

Kendini kadın mücadelesinde, bir sosyalist partinin/örgütün/çevrenin örgütsel formuyla ve bu forma bağlı iç hukuk ve hiyerarşiyle ifade etmeyen sosyalist feministlerin, içimizdeki çoğulculuğu sosyalizm anlayışlarından (sosyalist örgütlenmelerden) doğru değil, kadın mücadelesindeki gündemlere ilişkin farklılıklar üzerinden tanımlayarak bir araya gelmesi gerektiğine inanmaktayız. Bir araya geldiğimiz tek tek sosyalist feminist kadınların, bir kısmının kadın politikasına ilişkin özerk bir gruplaşmanın içinde olmamasının tartışmalarımızı ve örgütlenmemizi sadece sosyalist feminizme ilişkin farklılıklarımız temelinde yürütebilmenin ön koşulu olduğuna inanıyoruz.

Bu bağlamda kendi gündemi ve öncelikleri olan sistem dışı bir feminist hareketi örmek isteyen bağımsız tüm sosyalist feministlerle yan yan gelmek istiyoruz.

Erkeklerden, sermayeden ve devletten bağımsız patriarkal kapitalizme karşı feminist hareketi büyütmek, örgütlenmekle mümkün. Bu yüzden bağımsız sosyalist feminist siyaset yapmak isteyen arkadaslarımızla buluşup, patriarkal kapitalizme karşı feminist hareketi güçlendirecek bir örgütlenmenin imkanlarını, faaliyet olanaklarını tartışmak, konuşmak üzere buluşmayı arzu ediyoruz.

Bu buluşmanın aynı zamanda Sosyalist Feminist Kolektif’in de bir araya geleceği sosyalist feministlerle kendini yeni bir zeminin/örgütlenmenin içinde tanımlayacağı bir toplantı olmasını umut ediyoruz..

Sosyalist Feminist Kolektif

Kadınlar İçin Sosyal Haklar: “SSGSS’ye Esastan İtirazımız Var”

6-say-iin-002Sosyal Haklar için Kadın Platformu  2007’nin Aralık ayında “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanun Tasarısı  (SSGSS) ‘ye esastan itirazımız var’ kampanyası başlattı. Bu kampanya önemliydi; Çünkü Türkiye’de ilk kez  politikasını kadınların ücretli/ücretsiz emek kıskacından hareket ederek kuran bir kampanya yapılıyordu.

Devamını Oku…

2007 Genel Seçimleri: “Vesikalıları destekliyoruz!”

vesika-22007 Genel seçimleri yaklaşırken feministlerin hiç hazırlığı yoktu. İstanbul’daki feministlerin çoğunun üye olduğu feminist email grupta adaylar ve seçim politikamız üzerine yazışmalar yürüyordu. Siyasi partilerin ve ‘ortak aday’ların belirlenme sürecinde feministler aktif yer almamıştı, feministlerden destek de istenmemişti. Dolayısıyla bize ortaya çıkan adaylar üzerinden “oy vermek-vermemek” , “aktif seçim çalışması yapıp yapmamak” kalmıştı.

Devamını Oku…

Cezaevlerindeki Şiddete Karşı “Siyah Eylem”/1989

scan0001Feminist kadınların cezaevlerindeki şiddeti protesto etmek için kadınlara siyah giyme çağrısı,  Türkiye’deki feministler açısından bir eşikti. Siyah eylemle Türkiye’de 80 sonrasında oluşmaya başlayan feminist hareket, ilk kez özgül gündemi dışındaki bir olaya tepki vermiş oldu.  Bu da kimi tartışmaları beraberinde getirdi.

Güncelliğini koruyan bu tartışmanın arkasında şu sorular  yatıyor; Feminist Hareket kadınların kurtuluşu  ile doğrudan bağlantılı olmayan gündemlere ilişkin söz söylemeli miydi? Bağlantı kurularak mı söylenmeliydi, yoksa destek-dayanışma bağlamında mı sözünü kurmalıydı? Feminizmin bir politik özne olmasının anlamı neydi?

Siyah eylem cezaevlerinde şiddet gündeminin yakıcılığı dolayısıyla bütün bu sorulara yanıtlarını yürürken vermeye çalıştı. Hala da bu sorulara yanıt verme arayışımız sürüyor.

Sene 1989. 12 Eylül Hukuku cezaevlerindeki şiddetini sürdürüyor.  1 Ağustos 1989 tarihinde Türkiye Adalet Bakanlığı ünlü 1 Ağustos genelgesini yayınladı. Bununla birlikte cezaevlerindeki siyasi tutuklulara yönelik bir devlet terörü uygulamaya konuldu. Bütün cezaevlerinde bu nedenle direnişler, açlık grevleri gelişti. Bu süreçte Eskişehir Özel Tip Cezaevi, bakanlığın kararı ile kapatıldı ve oradaki bütün tutuklular sürgün edildi. Eskişehir’den Aydın’a sürgün sevk sırasında adeta bir ölüm tabutuna dönüştürülmüş cezaevi nakil aracının içine sıkıştırılmış tutuklulardan ikisi kapılar açılmadığı için havasızlıktan yaşamlarını yitirmişti.

Yaşanan vahşet hepimizi dehşete düşürmüştü.  20-21 mayıs 1989’da İstanbul’da toplanan 1.Kadın Kurultayı’nın tartışmalarının kitaplaştırılması gündemiyle Kadın Kültür Evi’nin Tünel’deki yerinde toplanmışken bu konuyu da konuşmaya başladık. ‘bir şey yapmalıydık”  Nur’dan  “sevk zinciri ile birbirimize bağlanalım”önerisi geldi. Yelda 1 Agustos Genelgesi ile   “yasallaşan” tek tipe gönderme yaparak tek renk giyinmemizi önerdi. Protesto rengi olarak siyahta karar kıldık

Meğer aynı gün Handan da ,”birşeyler yapmak istiyorum. Kiminle? Deli kadınlarla” diye düşünüyormuş. Handan’ın “daha ne kadar ölü isteniyor? bizi böyle görmek istiyorsunuz deyip ölü gibi yerlere yatalım’ önerisini büyük bir coşkuyla karşıladık. Nermin’ in “basın siyah sütun atsın” önerisini de destekledik.

Önce bu önerilerimizi kadınlarla değil insan hakları savunucularıyla gerçekleştirmenin yolunu aradık. Yani ilk anda bir kadın eylemi planlamamıştık. Kimi girişimlerde bulunduk.

Bir sonraki toplantıda ise bu çağrıyı kadınlara yapalım ve biz yapalım dedik.  Sonra da farklı görüşlerden kadınlar, aramızda oluşturduğumuz birlikle Ağustos Genelgesi’ne karşı çıkmaya ve hapishanelerdeki direnişleri desteklemeye karar verdik.
9 Ağustos Çarşamba günü, siyahlar giyen kadınlar Cağaloğlu Meydanı’nda yere yatarak yolu bir süre trafiğe kapattı ve basın bildirisi okudu.

Basın açıklaması şöyleydi:

“Hapishanelerde, ölümlere varan bir devlet şiddeti yaşanıyor. Ölen ölsün anlayışıyla “ne yapalım yani” sorumsuzluğu içindeki Adalet Bakanlığı ve hükümet bunun sorumlularıdır.

Yüzyıllardır şiddetle yüz yüze kalmış bir cins olarak biz kadınlar, 1 Ağustos Genelgesi•ne dayanılarak devletin uyguladığı şiddete kayıtsız kalamayız. Hapishanelerde direnenlerin yanındayız.

Bütün herkesi; bu cinayetlere karşı çıkmaya, 1 Ağustos Genelgesi•nin kaldırılmasını istemeye, bu durumu protesto etmek için siyahlar giymeye ve gazeteleri siyah sütun atmaya çağırıyoruz. Açlık grevleri bitse de bu ölümlerin sorumlularının cezalandırılmasını istiyoruz.”

Eylemi yaptığımız akşam yeniden biraraya geldik ve hemen ertesi gün yeni bir eylem yapmaya karar vermiştik. Direnişi destek ve
scan0002cezaevindeki şiddeti protesto üzerine de konuştuk bu toplantıda.

Biz kadınlar olarak eylem yapacağız ama bu noktada söylemimiz ne olacaktı? İşte tam bu tartışılırken Sedef’in ‘biz kadınlar şiddeti çok yakından tanıyoruz, cezaevlerinde devletin uyguladığı şiddete karşıyız” açıklaması geldi. Ayşe de ‘Bugün isyanımız siyahla’ sloganını önerdi.

Tutuklama

10 Ağustos Perşembe günü, siyahlı kadınlar Tünel’den Galatasaray’a kadar sessizce yürüdükten sonra ellerindeki küçük siyah kartonları havaya fırlattılar ve alkışlarla dağıldılar.

Yürüyüş sonrası, Emel Armutçu, Nuran Ağan, Şenay Gelişli , GülnurAcar Savran, Süheyla Kalyoncu, Ayşe Düzkan, FilizKarakuş, Saynur Çetiner, Eftal, Zübeyde Atay ve Nazmiye Ülker gözaltına alındılar.  Aslında polisin gözaltına aldığı kişi sayısı 4-5 kişiydi. Ancak birbirini bırakmayan kadınlar karakola giderken 11 kişi oldular. 2 gün Beyoğlu Karakolu’nda kaldıktan ve şubede ifadeleri alındıktan sonra DGM’ye sevk edildiler. 12 Ağustos Cumartesi günü tutuklandılar.

11 Ağustos Cuma günü gözaltının ertesinde ise, Cumhuriyet gazetesinde kadınların bir ilanı yayınlandı:

“Bugün isyanımız siyahla”

Devlet 1 Ağustos Genelgesi•ne dayanarak cezaevlerinde şiddet uyguluyor. Şiddetin her türünü çok iyi bilen biz kadınlar herkesi protesto etmeye, 12 Ağustos cumartesi günü bütün kadınları siyah giymeye, herkesi protestosunu ifade etmek için üzerinde siyah bulundurrmaya çağırıyoruz.”

12 Ağustos Cumartesi günü ise, Beşiktaş’ta toplanan siyahlı kadınlar, beyaz bir panonun siyaha boyanmasından sonra, ellerindeki siyah kurdeleleri yere atarak dağıldılar. Aynı gün, sosyalistlerin Kuruçeşme’de yaptıkları Birlik İçin Girişim toplantısına gelen bir grup siyahlı kadın burada bir mesaj okuyarak “siyah eylem”in yaygınlaştırılması için çağrıda bulundu.

Cezaevlerindeki siyahlı feminist kadınlar

scan0004O sırada cezaevlerinde açlık grevleri devam ediyordu. 11 siyahlı kadın da destek için bir hafta açlık grevi yaptılar. Siyahlı kadınlar cezaevindeki açlık grevine dahil olmak yerine süresini kendilerinin belirlediği bir destek grevi yapmaya karar vermişlerdi.
Cezaevinde feminist kadınlar cezaevindeki diğer siyasi tutuklularla-sosyalist örgütlerden- bir tartışma yürüttüler.  Kendilerini ‘kadın kurtuluş hareketi’nden olarak tanımlayan 11 siyahlı kadın, sayılarına bakılmaksızın cezaevindeki tüm farklı siyasi grupların temsilcilerinin doğal üyesi olduğu cezaevi konseyinde ‘kadın kurtuluş hareketi’ tarafıyla bir temsilcilerinin olması gerektiğini savundular. Ancak bu talep cezaevindeki bir kaç siyasi grup (kurtuluş, pkk,…) dışında Konsey üyelerinin çoğunluğu tarafından kabul edilmedi. Bu konuda Cezaevi Konseyi- Konsey Yürütme temsilcileriyle (Görüşmeciler arasında sonradan polisler tarafından katledilen Bedri Yağan da vardı.) uzun saatler süren toplantılar yapıldı. Bu toplantılar ve öncesi iç tartışma süreçleri feministlerin bir politik özne ve kadın kurtuluş hareketinin siyasi bir hareket olması konusunda bizi politik olarak güçlendirdi. Cezaevinde kendimizi ‘kadın kurtuluş hareketi’ olarak tanımlamamız feministler arasında da bir tartışma konusu oldu.

Sonuçta feministlerin bir siyasi grup olarak cezaevlerindeki deneyimleri oldukça önemliydi. 10’dan fazla irili ufaklı sosyalist grubun temsilcilerinden oluşan cezaevi konseyine bizden bir temsilcinin girmesine engel olunmuştu. Ama biz bu süreçten çok şey deneyimlemiştik.

Siyahlı kadınlar bir aylık tutukluluktan sonra, 7 Eylül 1989’daki ilk duruşmalarında kefaletle serbest bırakıldılar. Cezaevlerindeki açlık
scan0003 grevleri ise kimi kazanımlarla Ağustos sonunda bitirilmişti. Foto mahkeme
Siyahlı eylem katılan/katılmayan tüm feminist kadınların savunduğu bir eylem oldu. Ancak eylemin politik içeriği konusunda farklılıklar vardı. Bu farklılıklar üzerinden anlamlı tartışmalar yürüdü.(F.K.)

Bağlantılı yazılar

Kaktüs 8.sayı-1989 Eylül
Cezaevlerindeki şiddete karşı “Siyah Eylem”
“Bugün İsyanımız Siyahla”
Siyah Protesto
Önemli olan siyahtı, kadın olmaktı…

 Derleyen: Filiz Karakuş