Sevim Zarif’e;
Nasıl feminist oldum, diye hiç düşünmedim desem! Feminist Politika dergisine “Nasıl feminist oldum?”u yazıncaya kadar… Bu ülkede kadın olarak yaşıyorsan, zaten feministsindir… Öyle uzun uzadıya kafa yormaya gerek yok. Sadece adlandıramayan vardır diye düşünüyorum… fazla mı abartıyorum? Yoo, aksine az bile söylüyorum.
Sol bir ailenin en küçüğüyüm. Çocukluğum, babamın tembelliği ve annemin vardiyalı olarak bir fabrikada çalışmasıyla geçti. Evin günlük rutin işlerini genelde babam yapardı. Ablamla beni okula babam hazırlardı; kahvaltımızı yaptırır, saçlarımızı tarar, yemeğimizi yedirirdi. Annem, gece vardiyasındaysa ve babam da hazine bulmak için dağ taş tepe geziniyorsa, biz kızlara bakmak ağabeylerime düşerdi. Birçok defa, gece çatışmalardan gelip, hazır aldıkları işkembe çorbasıyla karnımızı doyurmuşlardır. Çocukluğum, ağabeyim ve arkadaşlarının 1980 öncesi anılarını dinleyerek geçti. 12 Eylül darbesinde 11 yaşındaydım. Yaşadıklarımızı siz tahmin edersiniz, tek tek anlatmaya gerek yok… Mayamız böyle olduğu için üniversitede “kadın sorunu yoktur, insan sorunu vardır” cephesindeydim. Taa ki “Sevim Zarif”in kız kardeşi Sevgi ile tanışıncaya kadar. Şimdi farkına varıyorum da, canım arkadaşım feminizmle tanışmamı sağlamış o yıllarda… Kendisine buradan sevgilerimi yolluyorum. İyi ki tanımışım seni!
Arkadaşımın çevresi, kadın sorununa çok duyarlı bir politik gruptu. Onlarla her türlü eylem ve etkinliğe gidiyordum. Ankaralı kadınlarla ilk izlediğim film, Jodie Foster’ın başrolde oynadığı, “Sanık”dı. Film sonrasında mor iğne dağıtılmıştı. Sonrasında Kaktüs dergisiyle tanıştım… hâlâ gözüm gibi saklarım… kitaplığıma bile koymuyorum izinsiz alabilir birileri kaygısıyla… özel dolabımda saklıyorum.
Öğrenciliğim böyle geçti. Mezun oldum, bir ay sonra Tokat’da öğretmenliğe başladım. Bu arada feminizmi unutmuştum. Başka kaygılar yaşıyordum. 1994’te Eğitim-Sen’e üye oldum, birkaç yıl sonra “yönetimde genç bir kadın olsa iyi olur, hadi sen yaparsın, yönetime gir” dediler… “Yapamam, bir şey bilmiyorum” desem de işe yaramadı, ben onları değil, onlar beni ikna ettiler ve ben de yönetime girdim. Kongre salonunu hiç unutamam. Kimi kokartımda yazan adımı okuyunca selam verip geçiyordu, kimi yüzünü çevirip görmezden geliyordu. Bunun ne demek olduğunu yönetime geldikten sonra öğrendim. Meğer siyasi gruplar varmış ve listeler yarışıyormuş ve ben de bir listeden adaymışım…
Sendika Yönetim Kurulu görev dağılımı (6 erkek yönetici tarafından) bana haber verilmeden yapılmış ve fazla işlevi olmayan basın-yayın sekreterliğine uygun görülmüştüm. Niye “genç bir kadın yönetime girsin” dediklerini daha iyi anlar gibi olmuştum (güzel bir vitrin oluşturuyordum) ama yine de tam adlandıramıyordum yaşadıklarımı…(içinizden ne safmışsın dediğinizi duyar gibiyim, hoş dışınızdan da söyleyebilirsiniz).
Eğitim-Sen Genel Merkezi kadın yöneticileri toplantıya çağırıyordu ve yönetim kurulundaki tek kadın ben olduğum için gitmek zorundaydım. Oysa aynı tarihte Samsun’da bölge mitingi vardı ve arkasından Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST) konseri olacaktı. BGST’yi dinlemeyi o kadar istiyordum ki, Ankara’ya kadın toplantısına gitmemek için çok direndim. Yine erkeklerin dediği oldu ve ben Ankara’nın yolunu tuttum. İyi ki de tutmuşum. Eğitim-Sen Genel Merkezi, Norveç Eğitim Sendikasının finanse ettiği bir çalışma için bizi çağırıyordu. Kadın politikaları, toplumsal cinsiyet, kota ve kadın sekreterliklerinin oluşumu gibi konuların konuşulduğu iki günlük iyi bir çalışma olmuştu. Sonrasında beş günlük bir eğitim çalışması derken kendimi sendika kadın çalışmalarının içinde buldum.
Sendika şubesinde kadın komisyonu çalışmaları zordu. Önüm, arkam, sağım, solum yurdum solcu adamlarıyla doluydu. Uğraşıyordum. İstanbul’a sürgün edildikten sonra sendika kadın komisyonu çalışmalarım devam etti. Sendika yönetimine girdim. Bu sefer hangi listeden, kimlerle yönetime gireceğimi ben belirledim. İşi öğrenmiştim (kadınların verdiği mücadeleler sonucunda sendikamızda kadın sekreterlikleri kurulmuştu) ve kadın sekreteriydim. 8 Mart toplantıları için İstanbul Kadın Platformu toplantılarına gitmeye başladım. Platformda kendimi yakın hissettiğim kadınlar yine feminist kadınlardı. Birkaç yıl platformlara gittim, geldim. Sonra Novamed grevi için oluşturulan dayanışma platformu, feministlerle ilk temasımı sağladı. Uzun bir kampanya örgütlendi ve birbirimizi pratikte de tanıma şansını yakaladık. Ardından SSGSS için oluşturulan platform derken, bir baktım ki feminist hareketin içindeyim…. Onlardan biriyim….
Bu arada, özel alanda yaşadıklarıma hiç değinmediğimi fark ettiniz mi? Özel yaşamı hiç mi etkilemedi feminist olması, diye soruyorsunuz, değil mi? Etkilemez olur mu, hem de nasıl! Biraz içim buruk, hayal kırıkları ve öfkeyle dolu. Nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum şimdilik. O yüzden Gönül’ün özel yaşamını başka bir yazıya bırakıyorum…
Bu yazı feminist politika dergisi 11.sayıda yayınlandı.