Posts Tagged ‘kampanya’

Kadınlar, Dayağa Karşı Dayanışmaya!/Stella Ovadia/Ekim1987

Stella Ovadia

Feminist Dergisi (3.sayı-Ekim 1987)

scan0005Başlattığımız kampanyanın başlığı kendi başına bir program. Kadınları, dayağa karşı dayanışmaya çağıran … Tabii ki kadınların hemcinsleriyle dayanışması, toplumun her alanında (hapishane, okul, ordu) yaygın olan dayak belasıyla karşılaştıkları “özel” alanda yalnız ve çaresiz bırakılmamaları için dayanışma ağları ve giderek sığnaklar kurulması son derece anlamlı ve gerekli. Ama dayağın ve dayağa karşı kadın dayanışmasının feminist açıdan anlamı nedir, değinmek istiyorum.

Çünkü fiziksel şiddet biçimi olarak dayak acı veren bir uygulama olduğundan her türlü hayırseverin doğal olarak karşısına aldığı bir yöntem. Ben de demokrat ve hayırsever bir insan olarak tutukluların, askerlerin, okul çocuklarının dövülerek hizaya getirilmesine karşıyım. Ve bu kadar geniş bir dayağa karşı kampanya açılsa eminim katılmayacak az insan bulunur. “İnsanperverlik” yeter çünkü dayağa  karşı çıkmaya. Ama “insan” türünden soyutlamalarla uğrasmadığımı anlatmıştım geçen sayıda. Kaldı ki bu kadar geniş anlamda alınan dayağa da sadece insanların -ve hayvanların neden olmasın?- canını yaktığı için değil egemenlik ilişkilerini sürdürme aracı oldugu için karşıyım. Hapıshaneye, orduya, bugünkü biçimiyle okula karşı oldugum gibi.

Dayak, cinsiyetlere bölünmüş toplumun, ezilen cins olan kadına karşı uyguladığı gündelik şiddetin parçası, en yaygın olanı ve cinayetten sonra en kabası. Babası ya da kocası tarafından öldürülme ­ ki bir yabancı tarafından öldürülmeden çok daha yaygın- o bir kerede biten bir işkence, dayak ise günlük bir uygulama, üstelik bugünkü yasalarımıza göre ancak büyük maddi zarar verdiği zaman -11 günlük doktor raporu- kamu davası konusu.

Dayak genel olarak bir eğitme -şartlandırma-, sindirme ve ceza yöntemi. Ev içinde ve okulda çocuklar, sirklerde hayvanlar, canları acıtılarak şartlandırılırlar. Büyüklerin, öğretmenlerın dayak atma hakkı vardır ama çocuklar el kaldıramaz, saygıda kusur olur!

Aynı şey orduda aynı fiziksel güçte ama hiyerarşik ilişkide yeri farklı iki erkek arasında da sözkonusu. Er dövülür ama erin subaya cevap vermesi bile ceza konusudur. Karakolda ve hapishanede dayak hem sindirme, eğitrne, hem cezalandırma, hem de işkence aracıdır. Şiddetin bu kurumlardaki yeri bu kurumların toplumdaki işlevlerinin icabıdır. Toplumlararası şiddet de savaş biçimini alır. Bu insan türünün sınıflı ve milliyetli topluluklardan ileri bir örgütlenmeye geçememiş olmasının belirtisi ve sonucudur. Bizim kadınlara yönelen dayakla uğraşmamızın nedeni, genelde sınıflı ya da milliyetli topluma karşı olmamız ya da uygulama olarak dayağı fazla can acıtıcı bulmamızla sınırlı değil. Bunu vurgulamakta yarar var.

Dayak, toplumun cinslere bölünmüş yapısının bir belirtisi. Ve bir belirti gibi ele alınmalı. Dayak toplumun başka kurumları için ne anlatıyorsa aile için de onu anlatıyor: Aile hiyerarşik bir yapılanmadır. Kadınlar üstünde hak ve söz sahibi olan babalar ve kocalar (kayınpeder. Kayınvalde, ağabey, nişanlı, sevgili gibi aynı konumdaki kimseler dahil) kadınları dayakla eğitiyor, dayakla cezalandırıyor. Aile egemenlik ilişkisi içeren bir kurum ve bu kurumda ezilen yerde olanlar kadınlar ve çocuklar. Şu anlamlı ayrıntıyı da unutmayalım; kadınlar yetişkin yaşta çocukken yediklerinden daha çok dayak yiyebiliyor!

Her erkeğin karısını dövmediğini kadınların kırsal ya da gecekondu bölgelerinde daha çok dövüldüğünü de aynı şekilde okumak mümkün: Her erkek karısını dövmüyorsa karısından istediğini başka yollarla alabildiği içindir. Nasıl ki eskiden karaderilileri çalıştırmak için dövmek gerekirken bugün mülksüz bırakmak yetiyorsa! Aynı şekilde, erkeklerin kadınları dövmekten vazgeçmeleri için onları eğitmek yettiğini ileri sürmek ezilenlerin (karaderili olsun, mülksüz olsun) mücadele etmeden hak elde edebileceklerini düşlemeye benzer.

Dayak  kadınlar üstündeki egemenliği sürdürme yollarından sadece biri. Kadınlara karşı gündelik şiddet dayak ve toplumumuzdaki atasözleri gibi dolaysız biçimlerden, aşağılama, hiciv (Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerinin Kadın Şenligi haberini verme biçimini hatırlayın!) laf atma, ahlaksal değer yargıları (kadınlara yakışmayan davranışlar: gece sokağa çıkma, açık saçık giyinme, konuşma vb .. ) gibi dolaylı biçimlere ya da doğrudan ekonomik yollara (ev işine ve analığa yazgı, erkeklerle aynı mesleki eğitim ve ücreti alarnama vb .. ) uzanan bir yelpaze oluşturuyor. Bu biçimler toplumdan topluma tarih içinde ve ekonomik yaptırımların yaygınlığına göre bölgeden bölgeye, katmandan katmana çeşitlenebiliyor. Ancak ne Türkiye’nin, ne de dünyanın hiçbir yerinde cinsiyetsiz toplum kurulmadığından yaygınlığını ve güncelligini koruyor.

Kadınlara karşı şiddetin işlevi nedir? Kadınlara karşı tehdit ve şiddet kadınları belirli davranışlara zorlamayı ve bazı alanlardan dışlamayı ya da etkinlik alanlarını sınırlandırmayı amaçlıyor. Ve kadınların kamusal alandaki etkinliklerini sınırlama, kadınları ev içine ve ev işine sürerken, kadınların ev işini boğaz tokluğuna yapmaları da kadınların mesleksiz olmalarını ve düşük ücretli işlere razı olmak zorunda kalmalarını beraberinde getiriyor. Kadınların “özel” alana sıkıştırılmaları erkeklerin kamusal alanı (sokak, ücretli üretim. sendika. siyaset vb.) ellerinde tutmalarını kolaylastırıyor. Erkekler bu alanları kendi çıkarları doğrultusunda belirlemek gücüne sahipler. Bu gücü yukarıda saydığım çeşitli baskı ve şiddet yollarıyla ellerinde tutuyorlar. Cinsiyetçi toplumda kadınların erkek alanlarından dışlanmasının meşruluğu kendi başına ceza tehditini içeriyor: Sınırları zorlayan kadınlara laf atılır, parmak atılır, dayak atılır! Söz konusu sınırların darlığından sözetmek bile gereksiz: kampanyaya gelen mektuplar örnek dolu. “Kadınlık” alanlarını kabul etmemekten (ev işlerini ya da çocuk bakımını aksatmak) “erkek” alanlarına adım atmaya (sigara içmek, sokağa çıkmak, ücretli işe girmek isternek. “erkek” gibi tartışmaya çalışmak, soru sormak, başka erkeğe bakmak ya da baktırmak vb .. ) her varolma cüreti ceza nedeni olabiliyor. Kısacası, kadınlara karşı gündelik şiddet, kadınları kadın yerinde tutmaya, yani cinsiyet egemenligini sürdürmeye yarıyor. Bu yüzden de hangi erkeklerin hangi durumlarda hangi kadınları dövdüklerini araştırmak, ancak, cinsiyetçi yapının örgütlenme çeşitlemelerini anlamaya yarar.

Bu bağlamda hangi erkeğin dayak atmadığı ya da hangi kadının kendini dövdürmediğiyle uğraşırken, aynı erkek ve kadının cinsiyetçi toplumun dışında kalabilme olasılıklarına da bakmak gerekir. Böyle bir olasılık olmadığından, olsa olsa belirli bir erkeğin dayak atmadan cinsiyetçi toplumun yararlarından nasıl istifade ettiğine bakmamız gerekir. Örnek olarak karısını sevgiye, çiçeğe ve hediyeye boğan bir erkeğin katıldığı topluluklarda (otobüs, sokak, kahve, meyhane, fabrika ya da sendika, parti ya da işletme yönetim kurulları) kaç kadın olduğunu ve kadınlara nasıl davranıldığını verebiliriz. Kendisini dövdürmeyen kadının verdiği sayısız taviz ile “erkek dünyasında yer kapmış” erkek-kadınların kendileriyle ilgili geliştirdikleri yanlış bilinci de cinsiyetçi toplumun kar hanesine yazmak gerekir. Aile içinde dövülen kadınların yaşadıkları karabasana rağmen neden evliliklerini sürdürdüklerinin sırrı ise evlilik kurumunun doğru tahlilinde gizli. Erkek egemen toplumun kurucu birimi olan aile ile ailenin yasal düzenlemesi olan evlilik kurumunun kendi başlarına, kadınların alanı olan “özel”i oluşturdukları, kadınlara bunun dışında hayat hakkı tanınmadığı hatırlanırsa, bunca evliliğin dayağa rağmen nasıl sürdüğü anlaşılır gibime geliyor. Zaten, bana kalırsa, bedeli sadece ev işi olan evliliklerin de nasıl ve neden sürdüğü araştırılmalı ve unutulmamalı ki dayak  birimizin başındaysa, şiddet hepimizin başında! Kadınların aile ve evlilik dışında?! da güvenlik içinde varolabilmeleri için de ekonomik ve siyasal bağımsızlığımız için mücadeleyi gerekli buluyorum.

Bu yüzden de “Kadınlar, dayağa karşı dayanışmaya!” cağrısı, cinsiyetsiz toplum için mücadele çağrısının ilk adımı sadece. Mücadelenin kadınlar tarafından yürütüleceğini, hedefin kadınlar üstündeki tüm baskı ve yaptırımları kaldırmak oldugunu hatırlatan bir çağrı.

Kadınlar Dayağa Karşı Dayanışmaya/feminist dergisi-1987 Kasım

resim-1559-001Kadınların dayağa karşı dayanışma kampanyası, boşanma davası açan bir kadının aleyhine verdiği gerekçeli kararda “kadının sırtından sopa, karnından sıpa eksik olmamalı” diyen hakim Mustafa Durmuş’a açtığımız hakaret davası ile başladı, dayağın meşrulaştırılmasına karşı yürüyüşle devam etti, kadın şenliğiyle sürüyor.

Devamını Oku…

“Kadınlar Dayağa Karşı Dayanışmaya Kampanyası” Bildirisi

dayanisma5Kadınların Dayağa Karşı Dayanışma Kampanyası, boşanma davası açan bir kadının aleyhine verdiği gerekçeli kararda, “Kadının sırtından sopa, karnından sıpa eksik olmamalı” diyen yargıç Mustafa Durmuş’a açtığımız dava ile başladı, dayağın meşrulaştınlmasına karşı yürüyüşle ve kadın şenliğiyle devam etti.

Devamını Oku…

‘Kadınlar Dayağa Karşı Kadın Dayanışmaya Kampanyası’ Tanıtım/1987

3-1Her şey 1987 yılının Şubat ayında başladı! Her şey değil tabii bizim kampanya öykümüz…

Çankırı’da bir hakim: Hakim Mustafa Durmuş, şiddet gördüğü için boşanmak isteyen bir kadının talebini “…kadının üç çocuğu bulunması, ayrıca dördüncü çocuğuna hamile olması…kocası geçimsiz de olsa kendisiyle halen cinsel ilişkide bulunduğu…” şeklindeki bir girizgahtan sonra ” …ara sıra kavganın evliliğin tadı tuzu olduğu…Anadolu’da çok dikkatimi çeken bir söz var ‘karının sırtını sopasız karnını sıpasız bırakmamak gerek derler…” sözleriyle reddediyordu!

Önce Eskişehir’li 8 avukat kadının bu kararı protesto ettiğini gazetelerde okuduk. Sonra kararın kendisini Ankara Barosu Dergisi ilginç kararlar bölümünde bulduk.
Eskişehir’li kadınların sesini devam ettirmeye ve hakime karşı manevi tazminat davası açmaya karar verdik. 1

4 Nisan 1987 tarihinde İstanbul Sultanahmet adliyesindeydik. Adliyenin koridorları, merdivenleri elleri dilekçeli kadınlarla doldu. Manevi Tazminat davası dilekçe örneği

1 Lira manevi tazminat talebiyle açtığımız dava “taraf olmadığımız gerekçesiyle” reddedildi. Böylece “o dayağı” bizzat yemedikçe karışmaya hakkımız olmadığı anlatıldıysa da biz daha sonra birçok olaya karışmaktan geri durmadık. Artık bir kampanya şeklinde örgütlenmeye dönüşen eylemlilik, o günden başlayarak daha çok kadının katılımıyla genişledi.

Davalar, dilekçelerden başka yollar da denemek gerekiyordu. Uzun, tartışmalı toplantılar sonunda dayağı protesto eden bir yürüyüş gerçekleştirmeye karar verdik. 50 kişi de olsak 100 kişi de yürüyelim dedik.

resim-1549-117 Mayıs 1987 “Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü”

17 Mayıs 1987’de Kadıköy’de Yoğurtçu Parkı’nda toplandığımızda katılım umduğumuzun çok üzerindeydi.

•    17 Mayıs, aile içi şiddete, dayağın meşrulaştırılmasına karşı çıkılan, sadece kadınların düzenlediği ve katıldığı ilk yürüyüş oldu. (Yürüyüşün en arkasında omuzlarında çocuklarıyla yürüyen erkekler de bir ilkti!) fotolar

•    17 Mayıs aynı zamanda 12 Eylül askeri darbesinden sonra yapılan ilk yasal yürüyüştü.

•    Şarkılarımız oldu “Kadınlar Vardır” dedik hep birlikte…”İsyanı var bizde haksız yüzyılların..” diye devam ettik.fotolar
•    17 Mayıs Türkiye’de; basmalı, pazenli, çiçekli rengarenk pankartlarla yapılan ilk yürüyüş olarak da tarihe geçti.fotolar

•    Bir de 17 mayıs Türkiye’de trans kadınların kürsüden seslendiği ilk yürüyüştü. foto

Sloganlarımız: yuruyus3

Kadınlar Dayağa Karşı Dayanışmaya
Dayağa Ceza
Dayağın Çıktığı Cenneti İstemiyoruz
Kadınlar Vardır
Yeter Söz Kadınların
Haklı Dayak Yoktur
Dayak Aileden Çıkmadır
Utanma Şikayet Et

Hemcinslerimizi daha fazla dayanışmaya katmak için, şiddet gören kadınların tanıklıklarına dayanan bir kitap yayınlamaya ve gerekli fonu da bir şenlik düzenleyerek toplamaya karar verdik.

7Hem şarkılar, sergiler, tiyatrolarla dolu bir şenlik, hem de o günlerde yabancı dil gibi algılanan kotaya varıncaya kadar hararetli tartışmalar birarada yapılabilir mi? Üstelik ortalık çocuklarla da doluyken…
4 Ekim 1987 Edirnekapı Kariye Müzesi’nde gerçekleştirdiğimiz şenliğe 2000’den fazla katılım oldu ve Dayağa Karşı Kampanya’nın daha çok kadına ulaşmasını sağladı.

Kasım 1987’de Tüyap Kitap Fuarına katılarak “Dayağa Karşı Dayanışma” standını kurduk. Fuar süresince “Sizce dayağa karşı kampanya gerekli mi gereksiz mi” anketine 611 kişi yanıt verdi. Yanıt veren 364 kadından 351’i kampanyanın gerekli olduğunu belirtmiş, baziları da yorumlarını eklemişlerdi.

Yıl 1988 “Bağır Herkes Duysun” kitabı Kariye Şenliği’nden elde edilen gelirle basıldı.kitapon

“Ama burada dayak yiyen kadınlar yok ki!” dediler. Dayak yiyen kadınlar / Dayak yemeyen kadınlar ayrımına karşı çıktık. Bizim çok iyi bildiğimiz bu gerçek “Bağır Herkes Duysun” kitabındaki tanıklıklarda kendini gösteriyordu. Onlar hepimizin tanıklıklarıydı ya da olabilirdi…Çeşitli gazete ve dergiler aracılığıyla yaptığımız tanıklık çağrılarına verilen “Artık herşeyi herkese anlatmanın zamanı” cevabı dayanışmanın gücünü gösteriyordu.

8 Mart 1988’de Dünya Kadınlar gününde, İstanbul Reklamevinde “Geçici Modern Kadın Müzesi” adını verdiğimiz bir sergi açtık. Amacımız “kadın işleri” diye sıradanlaştırılarak küçümsenen ev işleriyle, gizli yaşamaya zorlandığımız adet günleri, jinekolojik muayeneler gibi kadınlık durumlarını yabancılaştırıcı bir biçimde sunarak dikkat çekmekti. müze foto vs.

1988 yaz aylarında dayanışma ağlarını oluşturarak, şiddet görerek başvuran kadınların avukat, doktor, bir süre kalacak yer ve sınırlı maddi yardım taleplerini daha düzenli ve örgütlü biçimde karşılamayı amaçladık.

Ekim 1988’de kampanyayı ve başka ülke deneylerinden de yararlanarak hazırladığımız “kadın sığınağı” projesini içeren “Şimdi Sığınak İçin” el kitabını hazırladık.

5Kampanya sürecinde ortaya çıkan tanıklar, karşılaştığı şiddet nedeniyle avukat, doktor, kalacak yer talep eden kadınlar, dayanışma ağlarının oluşturulmasını zorunlu hale getirmişti. 1989 yılı Ocak ayında şiddete maruz kalan kadınların hukuksal ve pratik destek alabilecekleri bir telefon ağı oluşturuldu. Ancak bir süre sonra dayanışma ağlarının da yetmeyeceği, bir sığınağın gerekli olduğu somut biçimde ortaya çıktı. Eylül 1989’da Şişli belediye başkanı Fatma Girik’e sığınak için gerekli bina başvurusunu yaptık.
Büyükşehir Belediyesine yönlendirildik, Büyükşehir bize önce sığınak yerine bir oda vermeye kalktı! Şişli’de sığınak açıldı ancak bir sonraki belediye başkanı Gülay Atığ tarafından “kadınlara daha layık olanı açılacağı” gerekçesiyle kapatıldı, bir daha da açılmadı!

Yıl 1990. Feministlerin halinden feministler anlar dedik ve yurtiçi ve yurtdışı dayanışmalarla
mor3Şiddetle yüz yüze olan kadınlarla dayanışmayı sürdürmek, aile içindeki şiddete karşı mücadeleyi yaygınlaştırmak amacıyla Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı kuruldu.( http://www.morcati.org.tr/)

Derleyen: Filiz Karakuş

* Kampanya öyküsü, Dayağa Karşı dayanışma Kampanyasının “Şimdi Sığınak İçin” broşüründen derlendi. Ekim 1989

Bağlantılı yazılar

“Kadınlar Dayağa Karşı Dayanışmaya Kampanyası” Bildirisi
Kadınlar, dayağa karşı dayanışmaya!/Stella Ovadia/Ekim1987
Kadınlar dayağa karşı dayanışmaya / feminist dergisi-1987 Kasım
Kadınlar Dayağa Karşı Dayanışmaya/Miting çağrısı-17 Mayıs 1987
Bağır! Herkes Duysun’ kitabı çıktı -1988

 

Erkeklerden Alacaklıyız

posterler

Sosyalist Feminist Kolektif kendini örgütlerken ‘kadın emeği’ üzerine politikalar geliştirmeyi çok önemsedi. Bu nedenle Feminist Politika dergisinin Kasım 2008 tarihli ilk sayısının dosya konusu ‘Neoliberalizm, AKP ve Kadın Emeği’ oldu. Ağustos 2009 tarihli 3. sayısının dosya konusu olan ‘Ücretli Emek/Ücretsiz Emek Kıskacında Kadınlar’ ise SFK’nın üzerinde politika ürettiği özgün mücadele alanını belirledi.

Devamını Oku…

Seçim İçin Feminist Kolektif’in kampanyasindan…

dscf5391

“Yeter artık! Söz bizim! Aday bizim!” diyen Seçim İçin Feminist Kolektif’in ne menem bir kampanya yürüttüğünü merak ediyorsanız, açılsın Pandora’nın Kutusu dökülsün “kampanya incileri”…

Feminizm bu topraklara uğrayalı çok olmuştu olmasına, ama bu ilk feminist seçim çalışması deneyimlemeye değerdi doğrusu! Olumlu/olumsuz bir sürü şey yaşadık; öğrendik, gerildik, zaman zaman öldük bittik ! Ama bir o kadar da keyif aldık, güldük eğlendik…

Devamını Oku…