Canan Arın “Ceza hâkimleri Erkek Egemenliğini Korumak İstiyorlar”

Canan Arın ile söyleşi/ Sakine Günel (Feminist Politika 12.sayı)

Canan’a, kadınların yazılı olan, olmayan taleplerinin hukuk içinde işletilmesinin olanaklarını sorduk. Onca yıllık avukatlığına rağmen hala öfkeli ve kanıksamamış ifadesiyle yapılan söyleşinin bir kısmını okuyacaksınız.

Canan hafızam beni yanıltmıyorsa, bir panelde “kadının beyanı esastır” ilkesinden bir davadan örnekle bizi haberdar etmiştin. Kadınlara yönelik cinsel saldırı davalarında işletilmesini istediğimiz “kadının beyanı esastır” ilkesini feminist bir avukat olarak, hukuk içinden nasıl yorumlarsın?

Canan:
Evet İsviçre’de seks isçisi bir kadının davasıydı, cinsel saldırı ve tecavüz… Türkçede, doğrudan doğruya tecavüz ve “RAPE” karşılığı olan bir kelime yoktu, eski ceza kanununda biz ona ırza tecavüz diyorduk ki bu, ataerkil erkek dilidir. Arapçada Irz kadının cinsel ilişkiye girmemiş olması, iffetli yani “temiz” olması demektir. Bu açıdan bakıldığında “namus” dediğimiz şey de erkeğe aittir, kadın için namus yoktur. Kadının bedeni erkeğin malı sayıldığı için, erkeğin malına yapılan saldırı da erkeğe yapılmış bir saldırı sayılıyor. Eski ceza kanunumuzda, evli kadına tecavüz daha ağır bir suç idi. Şimdi, kadın hareketinin gelişmesiyle tanım değişti. Tecavüzü, cinsel saldırıyı; taraflardan birinin iradesi, rızası olmaksızın diğer tarafın onun bedeni üzerinde cinsel isteklerini tatmin etmesi şeklinde tarif edebiliriz.

Kadının maruz kaldığı suçlar…

Canan: Bana göre, bu mutlaka kadın olmak zorunda değil, çocuk veya daha “zayıf” olan erkek olabilir. Benim şiddet tanımımda, güçlünün güçsüz üzerinde iktidarını kurmak ve devam ettirmek amacıyla kullandığı bütün yöntemler şiddettir. Bu bir güç meselesidir. Kadın bedeninin kontrolü meselesidir ve tecavüz de bunun araçlarından bir tanesidir. Bu bakımdan ceza kanununda bir iyileştirme oldu, ceza kanununda cinsel tecavüzün bir tanımı var artık… Bu güç, rızasını belirleyemeyecek olanlar üzerinde kullanılmışsa tecavüz sayılır. Bizdeki rıza yaşı 15’tir ve “Cinsel saldırıda bulunan kişi mağdurdan beş yaştan daha büyük ise, şikâyet koşulu aranmaksızın, cezası iki kat arttırılır” (15-18 yaş arası çocuklar kendilerinden en fazla 5 yaş büyük olan birisi ile kendi rızaları olmak koşulu ile cinsel ilişkiye girebilirler). Cinsel saldırı ancak, kişinin rızasının olmaması durumunda söz konusudur. 15-18 yaşa kadar karşılıklı ilişkide yaş farkı 5’ten fazlaysa ortada cinsel saldırı suçu vardır ve şikâyet olmasa bile dava açılır.

Rıza yaşı, tecavüzde rıza yaşı varmış gibi anlaşılıyor.

Canan: Hayır, o zaman ergenlik çağına giren bir çocuğun, gencin cinsel deneyim yaşama hakkını elinden almış oluruz. 15-18 yaş arasındaki bir gencin gene kendi yaşındaki başka bir genç ile rızaya dayalı bir ilişkiye girmesini suç sayamazsınız. Ceza kanunu bu mantıkla yazılmış.
Ancak ne yazık ki uygulama korkunçtur. 15 yaş altı bir çocuğun hiçbir surette “rıza”sından söz edilemez. Eğer hatırlarsanız Siirt’teki küçük bir kıza yapılan toplu tecavüz davasında utanmadan çıkıp “alan razı satan razı, size ne” dendi yani çocuğun rızasından bahsettiler. Olayı gündeme getiren basın suçlandı. Herkesin vicdanı rahattı ama ortaya çıkınca “rezalet” oldu! Bir başka davada gene 26 kişi 13 yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüz ettiler.

Mardin’deki N.Ç davası…

Canan: Evet, bu mahkeme, 13 yaşındaki çocuğa tecavüz eden adamlara mahkemede iyi hal’den ceza indirimi uyguladı. Sanıkların içinde iki tane de kadın vardı, kadınların fuhuş yaptıkları var sayılıyordu ve kadınlara indirim yapılmadı. Şimdi şunu da söylemek gerekiyor; ceza kanununda ne kadar kadınlar lehine değişiklik yaparsak yapalım, uygulayıcıların olaylara bakış açılarını değiştirmediğimiz sürece olumlu sonuç elde etmemiz çok zor oluyor. Ceza kanununu uygulayan ceza hâkimleri yeni yasaları dikkati almak yerine “erkek egemenliği”ni korumak istiyorlar, yeni yasalar o egemenliği sarsacak diye! Eski kuralları uygulamaya çalışıyorlar, hiç utanmadan küçük kız çocukları için, tecavüzün rızaya bağlı ilişki olduğunu düşünebiliyor ve tecavüzcüyle evlendirme gibi eski kuralları yeniden getirmeye çalışıyorlar.

Bu, kadınlara yönelik “yeni” düzenlenmiş suç tanımlarını reddetmek değil mi?

Canan: Evet, hâkiminin olaylara yaklaşımı, kadının erkekler kadar haklara sahip olabileceğini düşünmesi, kadın haklarına gösterdiği saygı ve zihniyeti mahkeme kararlarında çok belirleyicidir. Kadın haklarına saygılı ülkelerinin kabul ettiği bir kural vardır. Cinsel ilişkiye giren iki kişiden biri 15-18 yaş arasındaysa ve aralarındaki yaş farkı 5’ten fazlaysa tecavüz var demektir.

“Ceza hukukun temel ilkeleri olan; iddia edenin iddiasını ispatlamakla yükümlü olması, şüpheden sanık yararlanır ilkesi, masumiyet karinesi ve benzeri ilkeler özellikle cinsel saldırı suçlarında sanığın cezasız kalmasına yol açıyor” deniyor.

Canan: Evet, şüpheden sanık yararlanır demek bizim aleyhimize. Erkek yapmadığını ispat etsin, kadının yalan söylediğini erkek ispat etsin, ben de yıllardır aynı şeyi savundum.

Ceza hukukunun da yazılı olması, kadınları güçlendirir…

Canan: Ama bunun olması oldukça zor. Çünkü uluslararası kurallara göre, her kim, ne iddia ediyorsa, onu ispat etmekle yükümlüdür. İnsanlar suçları sabit oluncaya kadar masumdur. Masumiyet ispat edilemez, ispat yükü meselesi. Bu masumiyet karinesiyle beraber yürüyen bir kuraldır, birbirinden ayırmak zordur ve ceza kanunlarına açıkça şu davalarda ispat yükü yer değiştirir diye bir kural konamıyor ama davaya göre, yargıçların olaylara bakış açısına göre uygulamada ispat yükü yer değiştirebilir. Çünkü tecavüz edilenin bedeninde herhangi bir zorlama, bir morarma, bir travma izi yoksa bunun ispatı son derece zordur.

Kural olarak, bir kadının ortaya çıkıp şu kişi bana tecavüz etti demesi hayatın olağan akışına aykırıdır. Hukukun temel ilkelerinden bir tanesi de hayatın olağan akışına uygun bir şey olmasıdır. Bir kadının kendisine taciz, tecavüz edildiğini söylemesi çok güçtür, böyle bir şey uydurması çok güçtür, bunlar psikolojik testlerle de açığa çıkar. Onun için kadının sözüne, beyanına itibar etmek gerekir. Ama aksini “kendi rızasıyla oldu” diyen erkeğin ispat etmesi gerekir. Bu bizim ileri sürdüğümüz bir şey, yargıçların bakış açılarına göre bu ilke bazı davalarda uygulandı. Benim bir davamda uygulandı. Türkiye’de de her ne kadar hukuk düzeni rezil olsa da yeni kavramlara, suç tanımlarına zihniyet olarak açık yargıçlar da var. Çok ünlü iki kişi, bir kadına işkence ederek tecavüz etmişlerdi. “Biz bunu yapmadık, kadın kendini başkasına tecavüz ettirdi, bizim üzerimize atıyor” diyerek reddettiler ama kadının çeşitli yerlerde verdiği ifadelerin birbiriyle tutarlı olması sonucunda, davada kadın lehine karar verilmişti. Kadının beyanını ispat meselesi mutlak bir kural değil ama başka ülkelerin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de bu tür kararları var. Hukuk davaları ile ceza davalarındaki “ispat yükü” meselesini ayırmak gerekiyor. Ceza davalarında olayına göre ispat yükünün yer değiştirmesine bazen izin verilmektedir. Nitekim AHİM Salabiaku’nun Fransa’ya karşı açtığı (1988) 13EHRR 379 numaralı davada, ispat yükünün katı uygulanamayacagını “mâkul sınırlar” içinde ispat yükünün yer değiştirebileceğini kabul etmiştir. (Bkz. “Burden of Proof” başlığı altında “Burden and Standart of Prof: Presumptions” s.5)

Kadının beyanı esastır ilkesi, kadına pozitif bir ayrımcılık yapılıyormuş gibi algılanıyor.

Canan: Hayır, ispat yükü hukuki süreçlerde sürekli olarak araştırılıyor, mesela İsveç hukukunda çok tartışılmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir kararında diyor ki “ Bu kural mantıklı bir takım sınırlar çerçevesinde uygulanmalıdır. Karşıdakinin ne kadar mağdur olduğunu görüp, inandığın zaman ille de bu kuralı ‘ispat yükümlülüğünü’ uygulayacağım diye karşı tarafı hukuk yoluyla daha fazla mağdur etmenin anlamı yoktur.”

Peki, kadın yaşadığı travma nedeniyle tutarlı ifade veremediyse…

Canan: Yeni Ceza Usul Yasası’na göre küçük çocukların video kamera ile sadece bir kez ifadelerinin alınması mümkün. Böylece çocuk; avukatı, Adliye’nin atadığı bir psikolog, savcının huzurunda usulüne uygun ifade vermişse artık tekrar tekrar dinleyerek ona aynı travmayı yaşatmak söz konusu değil. Ancak, Türkiye gibi geri ülkelerde veya Bangladeş’te, ve hatta bazen Bangladeş bizden iyi olabiliyor, hâkimin zihniyetiyle de savaşmak zorunda kalınıyor. E, şimdi Türkiye’de hukuk da kalmadı. Dolayısıyla, “yetmez ama evet” diyenler ne zaman yeteceğine karar verecekler!

Mevcut yasaları doğru düzgün uygulasalar, insanın yüreği yanmayacak ama onu bile doğru düzgün uygulamıyorlar.

Artan şiddetle, kadınların yasal haklarının uygulanması talebi de arttı. Buna karşı mahkeme kararlarındaki ısrar, HSYK’nın önerileri gibi var olan yasaların gerisine düşen önerilerin yapılması, erkek egemen zihniyetin direnmesi ve karşılıklı bir çatışma var…

Canan: 80’lerde feminist hareketin şiddete karsı mücadelesinin yüksek olduğu, Mor Çatı’nın kurulduğu yıllarda erkekler yine son derece saldırgan bir tutum içinde idi. O zaman benim bir yorumum vardı ki şimdi de aynı yorum yapılıyor. Kadınlar itaat etmeyi bıraktıkları veya güçlendikleri sürece, erkekler iktidarını kaybetmekten o kadar korkuyor ki iyice saldırganlaşıyorlar. Bakıyorsunuz, hiç ummadığın bir yerde, mesela Erzurum’un bir köyünde, bir kadın telefon ediyor, benim televizyonda söylediğim sözleri bana tekrarlıyor. Kadınlar o kadar dikkatli dinliyorlar.

Bu bir iktidar meselesi. Erkekler iktidarı sürdüremeyeceklerini gördükçe her alanda kadın aleyhine düzenlemeler yapıyorlar, vahşileşiyorlar. Şiddetin bir nedeni de yükselen ve yobazlığa varan muhafazakârlık. Bir başbakan ısrarla ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum derse, ondan sonra geçmiş olsun, Fatma Şahin ne yaparsa yapsın. Yargı kararlarının kadından yana çıkması daha da önemli.

Canan: Öyle olması için de hukukçuların eğitilmesi gerekiyor, öğretilmesi değil. Yani hukuk fakültesi mezunu olmak değil, eğitilmiş olmak, ufak yaşlardan itibaren kadın ve erkeğin eşit olduğunu, sadece beden yapımızdaki farklılığın eşitsizliğe yorumlanamayacağını bilerek büyütülmüş olmak gerekiyor. Avukatın da rolü çok önemli, ısrarla ve inatla işin üzerinde durması gerekiyor, farklı hukuki yorumları getirmesi gerekiyor. Kadın bakış açısına sahip avukatların davalarda yer alması gerekiyor.

İstanbul Barosu’nda kadın avukatların çalışmaları vardı. Baro bunu kaldırdı.

Canan: İşte! Baroda biz bunu talep ettik, bizi sepetlediler, Şimdi erkek avukatlar da giriyor böyle davalara.

Erkek avukatlar cinsiyetçi ve kadına inanmayabiliyorlar.

Canan: Çünkü adli yardım para vermeye başlayınca, erkekler bu davalara ilgi duymaya başladılar. Biz parası olmayan kadınlar için yıllarca davalara parasız girdik, sonra Adalet Bakanlığı avukatlara ödeme yapmaya başladı. O zaman bütün erkek avukatlar bu tür davalarda çalışmak istediler. Baroda eğitime giriyordum, dedim ki: “burası iş ve işçi bulma kurumu değil”. Katılımcılara kadın davalarına niye girmek istediklerini soruyordum. Bazı kadın avukatların “biz hepimiz hukukçuyuz, hukukçunun kadını erkeği olmaz, her davaya her avukat girebilir” diye itirazları oldu. Sonra bu eğitimden çıkan bir kadın avukat bana, “şimdi böyle davalara erkek avukatların neden giremeyeceğini anladım” dedi. Mor Çatı başvurusu bir müvekkili “hayatımda ilk defa bana Mor Çatı’da insan muamelesi yaptılar” demiş Ağabeyinin kendisine tecavüzünü anlatması tam 6 saat sürmüş, gözyaşları içinde! “Bunu gerçekten erkek bir avukata anlatması mümkün değil ve erkeğin dinlemesi de” dedi. “E, günaydın“ dedim. Bence bu tip davalarda, “kadın bilinci gelişmiş” kadın avukatların görev alması gerekir. Kadınlar, cinsel suçları bir erkek avukata kolay anlatamıyorlar.

Yorumlara kapalıdır.