Author Archive

Bülten: Mutfak Cadıları

mutfak_cadilari_cilt-1-1

M u t f a k  C a d ı l a r ı

2010 yılının başında,  kadın emeğ­inin­ femini­st poli­ti­kanın esas konularından bi­r­i olarak daha çok kadını kapsaması gerekti­ği­; tartışmaların yayılması, emek konusunun “uzmanlık” alanı olmaktan çıkması, sokakla ilişkisinin güçlenmesi için eyleme yüzünü dönmesi­ gerekt­iği­ düşünceler­iyle SFK Kadın Emeği­ grubu kuruldu. Grup, kadın emeği­ ­ile ­ilgi­l­i geli­şmeler­i yakından tak­ip etmek ve bi­r kamuoyu oluşturmak, tartışmaları derlemek ve olabildi­ğ­ince ortak bi­r d­il oluşturabi­lmek amacıyla, 2010 Mart’ında Mutfak Cadıları’nı çıkarmaya başladı. Mutfak Cadıları bülteni­n­i çıkarma neden­imi­z sadece gündem­ taki­p etmek değ­il, aynı zamanda pol­it­ik refleksleri­mi­z­ kadın emeğ­ini­ gündemi­ne alacak şek­ilde örgütlemekti­. Mutfak Cadılarında “Esnek Çalışma, Taşeronlaşma, Kadın İstihdamı, İş Güvenl­iğ­i, Üç Çocuk, Torba Yasa, Ücretl­i/Ücretsi­z Emek Kıskacı” gi­bi­ konular ­ile i­lgi­li­ bolca yazıldı, tartışıldı. Mutfak Cadıları’nın son sayısı Haziran 2014’de yayınlandı.

Haziran 2014

Kadınlar Için İş Ilanları: Kadınlara Iş Vermiyor “Lutfediyoruz”
Evdeki Teröre Karşı Direnişte Ücretli Çalışmanın Önemi
Sanat Dünyası ve Kadın Emeği

Ocak 2014

Sağlıkta Cinsel Taciz ve Şiddete Karşı Önlem Alınmıyor
Sağlıkta Dönüşüm ve Kadın Emeği
Kadınların Kısmi Zamanlı Çalışması Tercih Mi Zorunluluk Mu?
Anne Üniversiteleri: Masumiyetten Uzak Bir Adım

Mart 2013

Küçük Asker De Bebek Baksın!
Cin Fikirli Akp’nin Kuluçka Paketi:

Aralık 2012

Bırakın Evi Bok Götürsün!
Alınyazısı Değil, Yargıtay Kararı!
Bırakın Camlar Pis Kalsın!
Yeni Sendikalar Yasası ve Kadınlar
Mr. Muscle’in ‘İstikbali’ Pek Parlak Değil!

Temmuz 2012

El Emeği, Göz Nuru Çarkları (Veya Birikimin Hamalları: Kadınlar)
“Ayda 10 Bin Dolar Dahi Verilse Bu İşi Yapmam”
Cidden Bunlar “Kadın İşi” Midir?

Mayıs 2012

Sendikalarda Cinsiyetçilik, ‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’
Ya Kır Dizini Otur, Ya Da Maaş Yok!
Yaşasın 1 Mayıs!
Ümmüsüm’ün Eylemi!

Aralık 2011

ABD ve Türkiye’de Krizin Patriyarkal Halleri ve Feminist Politika
Çalışmak Yormaz, Öldürür!
Ev Kadınlarının ‘’Meslek Hastalığı’’ Olur Mu?

Ekim 2011

Ev Eksenli Çalışma Görülmüyor!
Yargıtay: 41 Yaşındaki Dul Kadının Evlenme Şansı Yüzde 2
Küçük Girişimciler…

Eylül 2011

Hükümetin Kadınlara Vaadi: Daha Fazla Güvencesizlik ve Esnek Çalışma
Kadın Emeği Politikalarımızda Geçen Yıl
Yaşamak İçin Erkek Şart!
Bu Çağrı Merkezlerinde Neler Oluyor?

Ağustos 2011

Bir Kere Olmadı.. Birkaç Kere Oldu.. Olan Şeyler
Öğrenci Olmak, Çalışan Olmak ve Kadın Olmak
Asıl Derdiniz Ne Sizin?
Ev İşleri ve İdeoloji

Temmuz 2011

İşyeri Mutfağındaki İş Gerilimi De, Ya Evdeki Ne?
Sevgilim Yemek Pişiriyor!
Ev İşçileri ve Özel İstihdam Büroları

Haziran 2011

Nasıl Çalışıyoruz?
Güçlenen Aile; Zayıflayan Kadın
Haydi, Kadınlar Okula Temizliğe!
Ebelerin Talepleri Haklı Ama Eksik

Mayıs 2011

Kadınların Davos’u’na Eleştiri
Krizin Faturasını Ödemeyi Reddeden Kadınlar
Ücretli / Ücretsiz Emek Kıskacında Kadınların 1 Mayısı

Mart-Nisan 2011

Bizi Hiç Mi Anlamayacaksınız Ya Hu?
CHP’nin Aile Sigortası: Ama Bu Kimin Sigortası?
Kadınlar ve Sendika Çıkmazı
8 Mart Hangi Kadınların Günü…

Şubat 2011

Torba Yasa’da Güvenceli Esneklik, Esnek Beceri Demek
Torba Yasa ve Esneklik
Torba Yasa’ya Esastan İtirazımız Var!

Ocak 2011

‘Pompacı Genç Kız’ Değil, Işçiyim!
İşsizlik Estetik Yaptırıyor
Ağ ören kadınlar…
Kooperatifler esnek, güvencesiz, düşük ücretli kadın emeği cennetleri mi?
İşyerlerinde Taciz Olunca Ne Oluyor?

Aralık 2010

İstatistiklerin Kadınlarla İmtihanı
Sendikalarda Kadınlık Halleri
Kamu Çalışanlarına Eziyete ‘Ebeveyn İzni’ Makyajı!

Kasım 2010

Yüzyıllardır Söylüyoruz: Süs Bebek Değiliz
Hem Evden Hem De İşten Kurtulmak Istiyoruz!
Herkes kadın istihdamı istiyor, kimin için?
Kadınlar için esneklik diyarı: Hollanda

Ekim 2010

Yüzyıllardır Söylüyoruz: Yasa Önünde Eşitlik
İşsizlik Kimin Sorunu, Kimin Çözümü?
Bu Yarışmanın Galibi Mağlup
Bakıma Muhtaç Özürlülerin Bakımı

Eylül 2010

Kadın İşsizliği Artıyor
Güvenle Al, Esnekçe At
Ev işleri hiç bitmez
Fırsat Eşitliği Genelgesi Kadınları mı, Erkek Egemenliğinin Meşrutiyetini mi Güçlendiriyor?

Ağustos 2010

Yüzyıllardır Söylüyoruz: Kamusal Alanda Eşit Olmak İstiyoruz
Uyumlulaştırmanın Bir Başka Vehçesi
Doğum Borçlanması: Alacaklıyken Borçlu Çıkarıldık…
Burçak yası tutanlar

Temmuz 2010

Üç Çocuk ve Sonrası
Yüzyıllardır Söylüyoruz: Kreş Istiyoruz
Alıyoruz Veriyoruz; Patriyarkaya Can Veriyoruz
Soyut Eşitlik Değil, Somut Eşitlik İstiyoruz!

Haziran 2010

Kadın Girişimciliği: Kimin için, Ne pahasına?
Erkeklerden Alacaklıyız
Kadınların Emeği Yeni Sendika Yasa Taslağı’nda Da Görünmüyor!
Başbakan’a Cevabımızdır: Mevcut Durumu Korumak Değil, Yıkmak Istiyoruz
Maden Emekçisinin Anası, Kadını ve Çocuğu Olmak!
Kadınlar Iş Ararsa

Mayıs 2010

Esnek Çalışma Koşulları Kadın İşçileri Öldürüyor
Nasıl Bir İstihdam İstiyoruz?
Çoksun Ama Yoksun!
Uzman Annelik
Ölümüne Fedakârlık

Nisan 2010

Yüzyıllardır Söylüyoruz: Kadınlarla Kadınlar İçin
Kadın Girişimciliği
Mucizeler Yaratan Ev KadınlarıTüm yazılar
Çağrı Merkezleri: Kadın Çalışanlar İçin Yeni BirOlanak mı?
“Çalışmak İstiyoruz” Ama Esnek Değil!

Mart 2010

En Az 3 Çocuk
Regl İzni Tartışması
Sera Tekstil’de Günlük Kadın İşçi
Sermayenin Moderni İle Muhafazakârı Arasında Fark Yok
Türkiye’de Yaşanan Sektörel Değişim ve Kadın İstihdamına Yansımaları

 

 

 

 

Bülten: Mor Nokta

mornokta-logo

Sosyalist Feminist Kolektif “Kadın Cinayetlerine ve Erkek Şiddetine Karşı Çalışma Komisyonu” Ocak 2012- Ocak 2013 tarihleri arasında 6 Sayı ‘Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta’ e-bültenini hazırladı.

Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta Ocak-Şubat 2012

“İsyan(Dayız)! Politikası” Sakine Günel
“Kadın Değil, Aile Sever Bakan İle İşimiz Çok Zor…” Meriç Eyüboğlu
“Kocam Çok Sinirli” Pınar Önen
Erkek Şiddeti, “Yakinim Olur”Sa… Dilek Şentürk
“Kadına Yönelik Suçlarda Müdahillik” Candan Dumrul
“Fatma Şahin Neye Müdahil?” Cemre Baytok
“Kadının Beyanı Esastır!” Hasbiye Günaçtı
Ayşe Yılbaş Davası 21 Şubat’ta!
Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta – Haberler
Takip Edilen Davalar

Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta Mart-Nisan 2012

“Şiddet Yasası Kimin İçin?” Gülsen Ülker
“Şiddet Kimin Suçu, Neyin Utancı?” Ebru Sorgun
“Kürt ve Kadınsan, Sahada Dayak Yiyebilirsin!” Başak Günseven
“Ayşe Yılbaş Aramızdan Ayrılalı 4 Yıl Oldu!” Meriç Eyüboğlu
“Erkek Yargı: Demet’in Hiç Mi Suçu Yok?” Songül Yıldız-Fatoş Hacıvelioğlu
“Öznur İçin…” Gül Demir
Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta – Haberler

Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta Mayıs-Haziran 2012

“Tecavüz Suçunda ‘Kadın Ceza Hukuku’” Deniz Bayram
“Bakanlık Suçtan Zarar Görüyor Mu?” Candan Dumrul
“Cezaevinde Taciz Davası” Fatoş Hacıvelioğlu
“’Hayır’sız, ‘Yardım’sız, Feminist Dayanışma” Fatma Mefkure
“Erkeklere, Tecavüz Etmemeyi ‘Öğretin’” Filiz Karakuş
Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta – Haberler

Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta Temmuz-Ağustos 2012

“Bize Yalan Söylediler” Yıldız Koca
“Çare’siz’ Değilsiniz, Çare ‘Biz’ Olmakta” Pınar Önen
“’İyi Hal’li Bir Kadın Katili: Hasan Mersinli” Candan Dumrul
“Kadın Koca’yı Öldürünce?” Hasbiye Günaçtı
“Kadın Cinayetlerine Yeni Bahane: Kürtaj” Demet Bolat
“Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın Bir Çocuğa Nasıl Baktığının Resmidir” Hasbiye Günaçtı
Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta – Haberler

‘Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta’ Eylül-Ekim-Kasım 2012

“İşte ‘Kutsal Aileniz’!” S.Dilek Şentürk
“Patriyarkanin Kabusu Nevinlerin Çoğalmasıdır!” Candan Dumrul
“F.Ş.’Nin İnatçı Cesareti” Banu Paker
“Cinayete Beraat Neden Olumlu?” Cemre Baytok
Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta – Haberler

‘Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta’ Ocak 2013

“‘Şikayet Yok’ Bahane: Tacizcileri Her Daim Korumak Şahane! “Merih Topal
“Katil Erkek Aklının ‘Delilik’ Oyunlarından Bilinçli Kadın Düşmanlığına Uzanan Bir Davalık Serüveni: Nejla Yıldız Cinayeti” Candan Dumrul
“Erkek Adalete Sığınan Bir Kadın Katili” Songül Yıldız
“Ataerkinin Günahı Kadınların Boynuna!” S. Dilek Şentrürk
“İntihar Değil Kadın Cinayeti” Demet Bolat
Erkek Şiddetine Karşı Mor Nokta – Haberler

 

 

 

 

SFK Kampanyaları

 

Sosyalist Feminist Kolektif Öncesi Kampanyalar…

“Kadınlar Dayağa Karşı Kadın Dayanışmaya” Kampanyası

“Kadınlar Dayağa Karşı Kadın Dayanışmaya” Kampanyası Tanıtım/1987
“Kadınlar Dayağa Karşı Kadın Dayanışmaya” Kampanyası Bildirisi
Kadınlar Dayağa Karşı Dayanışmaya/Miting Çağrısı-17 Mayıs 1987
Kadınlar Dayağa Karşı Dayanışmaya /Stella Ovadia/Ekim1987
Kadınlar Dayağa Karşı Dayanışmaya / Feminist Dergisi-1987 Kasım
Bağır! Herkes Duysun’ Kitabı Çıktı -1988

Cezaevlerindeki Şiddete Karşı “Siyah Eylem”/1989

Cezaevlerindeki Şiddete Karşı “Siyah Eylem”

“Bugün İsyanımız Siyahla”
Siyah Protesto
Önemli Olan Siyahtı, Kadın Olmaktı…

2007 Genel Seçimleri: “Vesikalıları Destekliyoruz!”

2007 Genel Seçimleri: “Vesikalıları Destekliyoruz!”
Seçimlerde Ayşe ve Saliha’nın Yanındaydık.
Biz Feministler, Vesikalı Adayları Destekliyoruz.
Ne Merkezin, Ne Sağın, Ne Solun Adayıyız, Diptekilerin Bağımsız Adayıyız.

‘Novamed Greviyle Kadın Dayanışması’ Kampanyası/2007 Eylül-Aralık

‘Novamed Greviyle Kadın Dayanışması’ Kampanyası 
Novamed’li Kadınlar 1 Yıldır Grevdeler Biliyor Muydunuz!
Neo-Liberal Saldırıya Karşı Kadın Dayanışması
Novamed’de Yeni Bir Sözleşme Yapılamaması İhtimali Yüksek

Kadınlar İçin Sosyal Haklar: ‘SSGSS’ye Esastan İtirazımız Var’ Kampanyası/2007 Aralık-2008 Nisan

Kadınlar İçin Sosyal Haklar: ‘SSGSS’ye Esastan İtirazımız Var’

Sosyal Güven(Siz)Lik Yasa Tasarısı Geri Çekilsin!/19 Nisan 2008
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Yasa Tasarısına Esastan İtirazımız Var!/Bildiri
Biz Kadınlar Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısına İtiraz Ediyoruz!/15 Nisan 2008
Tadilat Yetmez. Sosyal Güven(Siz)Lik Yasa Tasarısı Geri Çekilsin!
Ssgss’ye Yönelik Eleştiri ve Taleplerimizin Feminist Politika Açısından Uzantıları

“Bedenimiz Bizimdir-Tacize Karşı Mor İğne” (2008 Ocak- Mart)


“Bedenimiz Bizimdir-Tacize Karşı Mor İğne” Kampanyası 
Mor İğneler Ellerimizde
Yeniden Mor İğne!

 

Parçası Olduklarımız

2009 Mart Yerel Seçimleri:”Bey-Oğlu’na Feminist Sözümüz Var!” / Feminist Kolektif (İstanbul)

Kadın Cinayetlerine İsyandayız Kampanyası/ İstanbul Feminist Kolektif  (2010-2014)

Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu

Kadınların Gezi Direnişi (Haziran-Eylül 2013)

Barış İçin Kadın Girişimi

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu

Kadın Emeği Platformu

 

1 Mayıs’larda Sokaklardaydık!

Sosyalist Feminist Kolektif örgütlendikten sonra ilk 1 Mayıs’ı olan 2009 yılından, faaliyetini sona erdirdiği 2016 yılına kadar her sene 1 Mayıs’ta alanlarda oldu. İstanbul, Ankara ve İzmir’de 1 Mayıs’a feministlerin bir parçası olarak katıldı. Adana SFK 1 Mayıs mitinglerine kendi pankartıyla katıldı. Eskişehir SFK kendi dövizleriyle, kimi zaman SFK pankartıyla, çoğunlukla Eskişehir MOR-El ile 1 Mayıs mitinglerinde yer aldılar.

Sosyalist Feminist Kolektif 2009 ve 2013 yılında kendi bildirisini ve afişini de bastırıp, yaygınlaştırdı. 2015 yılında 1 Mayıs’taki sözünü sosyalistfeministkolektif.org’tan duyurdu.

İşçi sınıfının ve emekçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü… Sömürüye, ezilmeye, yoksulluğa isyanın haykırıldığı gün olan 1Mayıs’ta feministler, evdeki görünmeyen emeği görünür kılmak; cinsiyeti ve cinsel yönelimi nedeniyle ezilen, ayrımcılığa uğrayan, aşağılanan, hor görülen, tecavüz edilen, öldürülen, ezilenlerin de ezileni kadınların sesini duyurmak için alanlarda oldular.

2009 1 Mayıs’ı, 2007 ve 2008 1 Mayıs’larında gösterilen kararlılığın ve direnişin üzerinden, bu yıl da aynı kararlı tutum sayesinde kazanımla sonuçlandı. Devlet Taksim meydanını “makul” de olsa açmak zorunda kaldı. Feministler de Taksim’e giren kalabalığın içindeydi.

1 Mayıs 2009 İstanbul

dsc00201 dsc00281

1 Mayıs 2009 Adana

vlcsnap-2016-10-12-17h03m24s723

1 Mayıs 2010 İstanbul

Zorlu mücadelelerin ardından 32 yıl sonra, 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’na üç koldan girildi. Feministler Şişhane kolundan Taksim’i girdiler.

 

img_1106 img_1119

1 Mayıs 2010 İzmir

  feminist-iz 1 Mayıs videosu

1 Mayıs 2010 Ankara

 

 1 Mayıs 2011 İstanbul

img_1106 img_3687
1 Mayıs 2011 Adana

2011adana-1

 1 Mayıs 2012 İstanbul

img_3348

1 Mayıs 2012 Ankara

1 Mayıs 2012 Eskişehir

2012 İzmir

1 Mayıs 2013 İstanbul/Beşiktaş

img_20130501_182433

sfk-3

480-320

img_0512

1 Mayıs 2013 Ankara

1mayisankara2013

1 Mayıs 2014 Adana

img_0282

1 Mayıs 2014 Eskişehir

2014eskisehir1mayis

1 Mayıs 2014 Ankara

img-20140501-wa0020

1 Mayıs 2015 İstanbul/Beşiktaş

20151mayis

 

Sosyalist Feminist Kolektif’i Sonlandırırken…

Sevgili kadınlar, feminist yoldaşlarımız,

Yaklaşık bir yıldır feminist hareketin içinde SKF’lı kadınlar olarak yer almadık. SFK 8. Kamp tartışmalarında “SFK’yı ve SFK adıyla yapılan tüm faaliyetleri dondurma” kararını almıştık. Kamp sonrası yapılan tek kolektif faaliyet 1 Kasım 2015’te Feminist Politika 28. sayıyı çıkarmak ve dağıtımını yapmak oldu. Ağustos 2015 kampımızı izleyen bir kaç ay boyunca birlikte yola devam edip etmeyeceğimizi tartıştık, sonrasında ise örgütlülüğümüze son verme kararı aldık. Aşağıdaki metin ile bu kararımızı gecikmeyle de olsa sizlere duyuruyoruz. Feminist mücadeleden asla vazgeçmeden, yollarımızın SFK’nın sınırlılıklarını da aşabilen feminist örgütlerde yeniden kesişeceği inancıyla, biricik SFK deneyimimizi noktalıyoruz.

Yaşasın feminist mücadele!

SFK’yı Sonlandırırken…

En başta şunu belirtmemiz gerekir ki; SFK’nın geldiği yerle ilgili tartışma sürecinin gerek iç, gerekse dışa dönük kısmını da katarak, hakkını yeterince veremedik. Bu kimi zaman SFK’dan, kimi zaman tartışma sürecini yürütmeye gönüllü olan bizlerden, kimi zaman da memleket ikliminin yarattığı motivasyonsuzluktan kaynaklandı. Yoksa bu süreci Şubat ayı gibi bitirmeyi planlıyorduk. Yedi aylık bir gecikme ve sarkmanın sorumluluğunu alarak herkesten özür diliyoruz.

Bu metnin şu ön kabulle okunmasını isteriz. Hiçbir metin, özet görevini alan kişilerin niyetlerinden bağımsız olarak, bütünüyle ortak bir yürüyüşü anlatamaz. Ne duyguları tam taşıyabilir, ne de belli bir zaman diliminin özgün şartları nedeniyle süreci tam tarif edebilir. Yazacağımız her şey eksik, yarım ve belki de hatalı olacaktır. Bunun sorumluluğu da bize aittir. Bu metin, ortaklaştırmaya çalıştığımız bir sürece, SFK’nın kocaman geçmişine düştüğümüz küçük bir not… Ve tabii ki de feminist mücadeleye…

SFK’nın geldiği son durumu sizlerle paylaşmadan önce nasıl yola çıktığımızı hatırlatmak isteriz:

“Sosyalist feministlerin, örgütlülükleriyle, politikalarıyla, feminizmin ve çoğulcu feminist mücadelenin önünü kesmeyecek kimi özgün faaliyetleriyle, sistem dışı feminizmi de güçlendireceğine inanıyoruz. Örgütlülüğümüzün temelini de, feminist ilkelerimiz oluşturuyor: Özel alanın politik olduğunu bir an bile unutmamaya çalışan, kadın dayanışmasını merkezine alan, içimizdeki ve dışımızdaki her türlü iktidar biçimi ve hiyerarşi ile kavga eden, karar alma süreçlerinden uygulamaya kadar tüm süreçlerde katılımcılığı öne çıkaran, bizi bir arada tutan olmazsa olmazlarımızdan taviz vermeden feminist temelde çoğulculuk ilkesini savunan bir örgütlülüğe doğru yola çıkıyoruz…” diyerek başlatmıştık Sosyalist Feminist Kolektif olarak sürdürdüğümüz yolculuğa… Yıl 2008’di… Yani geride tam sekiz yıl bıraktık.

Ve yine yola çıkarken çeşitli sınavların bizi beklediğinin bilincinde olarak şöyle dile getirmiştik: “Yaş, bilgi, deneyim farklılıklarımız ve büyük çoğunluğumuzun İstanbul’da yaşıyor olmasının, çeşitli hiyerarşilere yol açma tehlikesini barındırdığını görüyoruz. Buna engel olmak, katılımcı bir yapı oluşturmak, bizi bekleyen çok önemli bir sınav.” Nitekim SFK, sadece kurulduğu şehir olan İstanbul’da değil, zamanla Ankara, İzmir, Eskişehir, Muğla, Adana ve Samsun’da, hatta yurt dışında yaşayan kadınların da dahil olduğu bir yapıya dönüştü.

Örgütsel varoluşumuzun ayaklarından biri, görünür ve örgütlü bir feminist mücadeleyle beraber politik gündemimizi taşıdığımız Feminist Politika dergisi oldu. Dergimiz bizim için hep araçtı ve bu nedenle de feministlere ve kadın mücadelesinden kadınlara hep açık oldu. Yine yola çıkarken şunu dedik: Fon almayacaktık, projelerle yürümeyecektik, varlığımızı kendi imkan ve olanaklarımızla ve dayanışmayla sürdürecektik. Bunu gerçekleştirebildik mi? Gönül rahatlığıyla evet diyebiliriz. Mekanımız da bunun sonucunda oluştu. Sistem dışı feminizm içinde bir bileşendik. Yani politik mücadelesini iktidara karşı da yürüten, lobicilik faaliyeti yürüten feminist mücadeleyi kendisi yürütmeyen ama destekleyen, sokağın değiştirici gücüne inanan, eşitlik değil kurtuluş perspektifiyle hareket eden bir örgütlenmeydik. Kendimizi sistem dışı feminizm içinde bir alternatif olarak görmemeliyiz dedik. Yani farklı farklı feminist örgütlenme ya da güçlenmelere karşı kendini ikame eden politik bir anlayışı savunmadık.

Ama zaman zaman örgütsel kibre kapılmadık değil. Feminist dostlarımızdan “Çok içe kapalı bir yapı olarak görülüyorsunuz/içe kapalısınız” eleştirisini alıyorduk. Sık sık şu hatırlatmayı yapar bulduk kendimizi: Gücümüzü hem başka feminist kadınlar ve gruplarla dayanışmamızdan alacağımızı, hem kendi varlığımızla onlara güç vereceğimizi unutmayalım. Feministler olarak birlikte güçleneceğimize ilişkin bu inancımızı, yani feminist çoğulculuk anlayışımızı da titizlikle korumak zorunda olduğumuzun bilincindeydik.

Uzun soluklu bir mücadele sürecinde belli eşiklerde kendimizle yüzleşmeyi, hedeflerimizle gerçekleştirebildiklerimiz arasındaki farkı, yapabildiklerimizi-yapamadıklarımızı, çıkan sorunları, çözüm olanaklarını çeşitli zeminlerde uzun uzun tartıştık. Ancak birbirimizle yüzleşmeyi ve anlaşmazlıklarımızı aşmayı tam anlamıyla beceremedik. Siyaset yapma alışkanlıklarımız, biçimlerimiz ve farklılıklarımız yer yer gerilimlere yol açtı. Geleceğe iyi bir deneyim metni bırakan bir “Tazelenme” süreci yaşadık. Ama yeterince açık ve şeffaf olamadık.

Her uzun soluklu mücadelede olduğu gibi biz de tüm bu sekiz yıllık deneyimde bazı ayrılıklar, uzaklaşmalar yaşadık. Her ayrılığın, uzaklaşmanın dayanışmamızı, feminist politikamızı eksilttiğini hissettik; bu uzaklaşmaları anlamaya, sonraki süreçleri bu durumları azaltacak şekilde örmeye çalıştık. Bazen birbirimizi anladık, bazen farklı noktalara düştük.

SFK’lı kadınlar olarak birbirimizden farklılaşmamızda Türkiye’de içinden geçtiğimiz siyasi süreçlerin de etkisi oldu muhakkak. Özellikle Gezi direnişini izleyen dönemde, toplumsal muhalefetin bir bileşeni olmakla bağımsız feminist çizgimizi korumak arasındaki dengeyi kurmakta zorluk yaşadığımızı söyleyebiliriz.

Ağustos 2015’te gerçekleştirdiğimiz son kampımızda; yaşadığımız yedi yıllık deneyimin politik ve örgütsel değerlendirmesini yaparak; feminist örgütlenme birikimine bir iz bırakacak “Nasıl bir politik hat?” ve “Nasıl bir feminist örgütlenme?” soruları çerçevesinde bir iç tartışma sürecine girme kararı aldık. Sosyalist Feminist Kolektif kurumsal adıyla yaptığımız tüm faaliyetleri durdurma ve bir örgütlenme olarak SFK’yı dondurma kararı aldığımızı sizinle de paylaşmıştık. Bu süreçte Feminist Politika’yı sadece bir sayı (Kasım 2015) çıkardık. Bu tartışma süreci vesilesiyle SFK’nın kuruluş aşamasından bu yana geçen sürenin birlikte bir tahlilini yapmaya çalıştık. Bu bağlamda, bu tahlili berraklaştıracak ve sonuca ulaşmamıza rehberlik edecek belli başlı sorular etrafında toplantılar gerçekleştirdik. Bu süreçte kimi zaman değişen, kimi zaman çakışan, kimi zaman ise örtüşen politik eğilimlerimizi, politika yapma biçimlerimizi ve ilişki kurma hallerimizi daha görünür kılmayı amaçladık. Bu tartışma süreci sonunda ortak tek bir değerlendirmeye ulaşamayacağımızı biliyorduk. Bu nedenle sizlerle tartıştığımız soruları, bu sorulara verilen kimi tespitleri paylaşmayı daha doğru bulduk. Bu sürecin hedeflediğimiz katılımcılıkla geçmediği notunu da ekleyerek;

– SFK’nın bütünlüklü feminist politika yaparken, her alana (muhalefetin gündemi de dahil) söz söylemesi, her alanla ilgili politika üretmesi gerekli miydi?
– Bütünlüklü politik perspektif ile politika yapmak (beden, barış, kadın emeği, şiddet vs.) örgütlenme modelimize uygun muydu?
– SFK iç işleyişinde ana akım haline gelen eğilimlerin güçlenmesi çoğulculuğumuzu zayıflattı mı?
– Merkezi yanları güçlü olan bir feminist örgütlenme mümkün mü? Ağ örgütlenme modeli kadınlar arasındaki eğilim, yetenek, özel alan farklılıklarını kapsadığı için merkezi yanları güçlü bir feminist örgütlenmeye göre daha mı uygundur?
– Feminist bir örgütlenmede bireylerin özellikleri ne kadar belirleyici oluyor, bundan kaçınmak mümkün mü, bu sorun hangi mekanizmalarla aşılabilir?

Son söz olarak;
SFK mekanı bir feminist mekan olarak zaten hepimizindi, ama artık işleyişini, yükünü, kirasını vs feminist hareketin üstlendiği bir mekana dönüştü. Feminist örgütlenme tartışmaları da bir yandan sürüyor. Örgütler canlı organizmalar gibi biter, ölür. Aslolan hareketin kendisidir. Bizim yolculuğumuzun bütün acı ve tatlı deneyimleriyle hepimizi ve feminizmi güçlendirmesi umudunu güçlü bir şekilde taşıyoruz. Umarız bu tartışmalar/metin bundan sonraki örgütlenmelere küçük de olsa katkı sağlar…

Not: Ek’te üç yıl önce Tazelenme Komisyonu’nun büyük emek ve çabayla yürüttüğü sorunlarımızın tespiti notlarını bulacaksınız. Feminist mücadelemizde birlikte yan yana iken ışık tutması ümidiyle.

26 Eylül 2016

EK: Tazelenme Metni

Tartışmalarımız yoğunlaştıkça sorular şekillendi, sorular içinden sorular çıkardık. Ama öncelikle belirtmeliyiz ki SFK’nın bundan 3 yıl önce gündemine aldığı tazelenme ihtiyacı, bu ihtiyaç karşısında oluşturulan komisyon ve yoğun emekler sonucu çıkartılan Tazelenme Metni hala geçerliğini korumakta, tespitleri oldukça yerinde bulunmakta ve bu sorunlarımızı çözmemize yönelik bir kılavuz niteliğini korumaktadır. Yıllar sonra dönüp baktığımızda esasen tazelenme süreci bize bugün geldiğimiz noktanın sinyallerini vermiş ve bir şekilde hem zihinsel hem de pratik olarak yapmamız gerekenleri önümüze koymuş. Bu nedenle geldiğimiz bu noktayı şöyle okumak da mümkün; tazelenme süreci SFK için bir dönüm noktasıydı, tazelenmenin gerektirdiği şeyleri yapamadığımız için sorunlarımız birikti ve çözüm noktasında kitlendik.

Bunu akılda tutarak bu değerlendirmenin okunmasını önemli buluyoruz.
Toplantılarımızın en başında görünür olan nokta da tazelenme süreciyle işletmemiz gereken ama geçen sürede yapamadığımız bir yüzleşme, halleşme haliydi. Bunu yapamadıkça bireysel tartışmalarımız daha da arttı; sorunlarımız derinleşerek çoğaldı. Belki tazelenme sürecinde bunun koşulları vardı ama geldiğimiz bu noktada en fazla altı çizilen tespit, artık yüzleşmenin/halleşmenin bir ihtiyaç olarak kalmasıyla birlikte bunu yapmanın koşullarının ortadan kalkmasıydı. Aşağıda öncelikle dondurma kararından sonraki toplantılarımıza çağrı yaparken ortaya koyduğumuz sorularımızı dile getirdik.
o Bütünlüklü bir siyaset SFK gibi üye sayısı çok olan, başka illere de yayılmış böylesi bir merkezi yapıda mümkün mü, uygun mu?
o SFK’nın bütünlüklü feminist politika yaparken, her alana (muhalefetin gündemi de dahil) söz söylemesi, politika üretmesi ne kadar doğruydu?
o Patriyarkal kapitalizm tezinin kendisi, ayrı bir sürü alanda politika yapmayı nasıl etkiledi, bizim örgütlenme yapımız bu tezin karşılığını vermek için elverişli miydi?
o Bütünlüklü politik perspektif (beden, barış, kadın emeği, şiddet vs) örgütlenme modelimize ne kadar uygundu?
o Feminist örgütü mü feminist hareketi mi öncelemek idi yaptığımız?
o Karma siyasete de söz söyleyen bir feminizm anlayışı, örgütün bugünkü noktaya gelmesini etkileyen bir etken mi yoksa sadece feminist –kadın gündemini benimseyen bir politik hat mı olması gerekirdi?
o Özel hayatlara dokunan “müdahil” bir feminist örgütlenme mi yoksa genel siyasetin sözünü yaygınlaştırmayı – eylemini örgütleyen bir örgütleme mi olması gerekirdi?
o Yapı içindeki “ana akım”ı güçlendiren mi yoksa farklılıkları da kendi içinde örgütleyen bir feminist örgütlenme mi olmalıydı?
o SFK iç işleyişinde ana akım haline gelen eğilimlerin güçlenmesi çoğulculuğumuzu zayıflattı mı?
o Genişleyen-kitlesel bir feminist örgütlenme mi yoksa daha dar, sözün yaygınlaşmasını önceleyen bir örgütlenme mi olmalıydı?
o Merkezi yanları güçlü olan bir feminist örgütlenme mümkün mü? Ağ örgütlenme modeli, kadınlar arasındaki eğilim, yetenek, özel alan farklılıklarını kapsaması için daha uygun bir örgütlenme olabilir mi?

Yapı ile ilgili kimi sorular ve yorumlar

• SFK gibi bir yapılanma feminizmi daralttı mı?
• Patriyarkal Kapitalizm tespitine paralel, bütünlüklü bir politika her alanda bir şey yapmak ise bu politika,bu kadar büyümüş bir örgütle mümkün mü? Yani tutarlılık bu kadar büyük bir örgütte mümkün mü?
• Rastgele büyüdük ama nasıl büyümezdik, önlemi var mıydı? Var olsa bile o önlemi alır mıydık? Almalı mıydık?
• Bu kadar geniş bir örgütün merkezi karar almasına gönderme yapıldığında, politik farklılıklarımızı (başörtüsü queer gibi) biraz bastıra sindire yaptık. Ama bunu eylediğimiz alanlara ilişkin değil, konuşamadığımız tartışamadığımız alanlara ilişkin oldu.
• Örneğin bir dergi çıkarsam bütünlüklü bir tahlil ararım o dergide, yazılarda, ama feminist bir yapının pratikte bunu üstlendiğinde kendi arasında feminist ilişki kurma şansını yavaş yavaş yitiriyor. Böyle bir ağırlığı üstlenebilecek yapı feminist parti olabilir. Orada da feminist ilkelerden taviz verilmeye başlanmıştır. Parti; merkezi kararlar alan, komisyonları olan, kadınların öznel olarak ihtiyaç duyduğu dayanışmayı zorlaştıran bir yapı olur. Çünkü bütün bu tahlili yapmak kararlar almak (feminist ilişkiler ağında kararlar almak) yani örgütün her alanda ne söylediğini içselleştirmek ancak daha çok orada var olarak olabilir. Daha çok var olanlar politikayı üretecek, diğerleri de ah örgütüm politikayı üretti beni “temsil” ediyor hissedecek. Ah ne güzel bütünlüklü feminist politikaya sahip örgütüm var diyecek ama bu feminist bir şey olmayacak.
• Yapı ile bütünlüklü politika arasında bir uyumsuzluk olduğunu düşünüyorum. Bütünlüklü politika yaparken birçok şeye söz söylüyor gibi görünürken birçok kadın da kendini dışında hissediyor. Başka şeyleri konuşmak istiyor ama konuşamıyor.
• Ben örgütlü feminist politika yapılamayacağına inandım diyen arkadaşlar var içimizde. Feminist mücadele örgütlü yapılamıyor mu? Veya yapılabiliyorsa bunun ön koşulu ne? Patriyarkal kapitalizm feministleri her alanda söz söylemeye zorluyor. Biz bu sözü söylerken, sosyalist feministler olarak, örgütlü yapamaz mıyız? Örgütsüz mücadeleyi nasıl götürebiliriz ki?
• Politikayı, birbirimizi çok konuşamadık… Eylem odaklıydık… Bunun koşullarını yaratmayı zorlayabilirdik; illa gündemin arkasından her şeye yetişmeye çalışmayabilirdik.

İlişkilerimizle ilgili kimi sorular ve yorumlar

• İlişkilerimizi uzun süredir feminist olarak kuramadığımızı düşünüyorum.
• Özel hayatlarımızı sorgulamayışımız bir öz eleştiridir, anlamaya çalışmadık, hemen karşıdakinin feminizmi sorguladık… Oysa herkes gibi bizlerde öğrenme/değişme sürecindeydik… Bizler evrimini tamamlamış feminist öncüler değildik ki…
• Eşitlilik içinde bir örgütsel hayat olmaz, deniyor; bizim sınıfsal sosyal ayrışmalarımız da belirleyici oldu. Bu, örgütün kolektif karar alma ve davranma refleksini zayıflattı. Bizim SFK ile kurduğumuz ilişkide bu eşitsizlik belirleyici oldu.
• Bence “kadınlar adına mı politika yapıyoruz” yoksa “kendimiz için mi politika yapıyoruz” sorusu çok önemli bir soru. Annelik üzerine feminist bir yerden konuştuk, dosyalar hazırladık ama biz bu konuları tartışmaya çok uzun zaman ve emek ayırmadık aslında. Feminist bir ortam olarak, tüm kadınların kendi deneyimini yeteri kadar açabildiği bir ortam sağlayamadık.
• Türkiye’de politik gündemin ağırlığı SFL’ya yön verdi; böylece gündem etrafında politika yapmak isteyenlerin sözü daha görünür oldu.

Politik hat/farklılıklar ile ilgili kimi sorular ve yorumlar

• Karşımıza aldığımız yapı çok bütünlüklü bir yapı. Hem kapitalizm hem patriyarka. Hatta patriyarkaya karşı politika yapmayı öne koymak bile bütünlüklü. Bunun karşıtı; belli alanlara somutlaşan bir feminist örgüt olabilir. Bütün bir politikayı değil de erkek şiddetini, cinselliği, aileyi vs. bunlardan birini önüne koyan bir şey olabilirdi
• Bütünlüklü politikadan kastımız ne? Ortak bir algımız yok. Emek sermaye vs. üzerine yoğunlaşmak bütünlük getirmez. Örnek ekoloji meselesini, heteroseksizmi tartışmadık. Yani bunlar da eksik…
• Güncel hayatın içindeki reflekslerimizle de çok politika yaptık.
• SFK’yı büyüten şeyin kendisi hayatın içinden feminist söz üretmesiydi.
• Politikayı çok fazla emek, sermaye, el koyma üzerinden tartıştığımız için bir takım başka alanları tam feminizme ait görmeden politika yaptık.
• Bunun tersine diğer alanlarda queer, baş örtüsü gibi konularda çok fazla politik tartışma yapmadık, yaptıklarımızda ortaklaşamadık. Bunları tartışıp tüketemeyeceğimiz belli ama bunu esneklik haline getiremedik. Çoğulculuk yakalayamadık. Çok tartıştık ama çok az birbirimizi ikna ettik, en sonunda es geçtik. Çeşitliliğimizi farklılık olarak, esneklik olarak göremedik.
• Bütünlüklü sistem analizi de her şeye hemen yanıt vermez. Sorunun, yaratıcı ve esnek politik tartışma yapamamamızdan kaynaklandığını düşünüyorum. Örgütteki gevşeklik esneklik değil tam da politik esnekliğimizdeki eksiklik nedeniyle bize bu kırılmaları yaşattı.
• Kadın dayanışması ile feminist politika bazen karışıyor; barış mücadelesi, savaş, erkeklik, savaş karşıtı mücadele… BIKG de erkeklik ve savaş ilişkisi çok sorgulanmıyor mesela.
• Feminizmin dokunduğu her alanda söz söylemeye çalıştık ama feminizmin dolaylı merkez olduğu yerleri, tam merkezinde olan yerlere göre daha çok önceledik… Örneğin, Kürt meselesini heteroseksizme, beden politikasına kıyasla önceledik.

Temmuz 2014 tazelenme metni ve bu çerçevede konuşulanlar-tartışılanlar

Tazelenme komisyonu 2013 kampında kurulmuştu. Orada tazelenme tartışmalarının iki ayaklı olarak yürütülmesine ve tüm illerde sürdürülmesine karar vermiştik. Ancak sonrasında iller arası iletişim biçiminde devam edemedik. Biz burada İstanbul’da yaptıklarımızı aktaracağız.

İki ayaklı düşünülen tartışmalardan biri, hep birlikte yeniden motive olmak ve SFK’yı canlandırmak üzere örgüt içi yaşamımızı ve örgütlenme ilkelerimizi konuşmaktı. Bunun için, kuruluşumuzdan bu yana hangi ilkeleri belirlediğimizi, hangilerini hâlâ anlamlı gördüğümüzü ve hangilerinin eleştirilecek yanları olduğunu tartışmayı önümüze koymuştuk. İstanbul’da örgüt içi yaşam ve örgütlenme ilkeleri çerçevesinde bugüne kadar yapabildiklerimizi ve yapamadıklarımızı yazılı halde dökmek üzere görev alan komisyon, sfk içi tartışmalar nedeniyle bunu yapamadı.

İkinci ayağı ise eşitlenme oluşturuyordu. Buradaki kasıt şuydu: Kampta SFK’ya yeni katılan arkadaşların da dile getirdiği bir takım tartışma konularını da kapsayacak şekilde, SFK kurulurken benimsediğimiz politikaları ve başlarken metnini tartışmak, gerektiğinde dönüştürmek ve en nihayetinde hep birlikte bu ilkeleri yeniden içselleştirmekti. Böylece ortak sözümüzü birlikte yeniden oluşturacaktık. Bir feminist örgütün yeni katılan kadınları hazır bir programa çağırmasının doğru olmadığını da konuşarak hep birlikte bu tartışmaları yeniden yapabileceğimizi düşündük. Başlarken metninin çok genel olduğu yönündeki eleştiriler karşısında da bu metni ve içerdiği konuları genişleterek ve ayrıntılandırarak metni somutlaştırmak istedik. Bu çerçevede; “sosyalist feminizm”, “patriyarkal kapitalizm”, “hem sosyalist hem radikal feminist olmak mümkün mü?” başlıklı tartışmalar düzenledik. Feminist Politika dosyaları için yaptığımız tartışmaların bir kısmı da bu çerçevede düşünülebilir: “Çok eşlilik-tek eşlilik”, “muhafazakârlık” gibi. Ne var ki, bu tartışmalara yeni arkadaşları pek katamadık. Dolayısıyla da bu, kamp sonrası dönem için önümüzde bir ödev olarak hâlâ duruyor.

Bu arada SFK içi yaşamımızda ortaya çıkan bazı sorunlar ve krizler, bizi daha çok birinci kategoriyi, yani örgüt içi yaşamımızı tartışmaya yönlendirdi. Öncelikle eşitsizliklerimizi tespitle yola çıktık. Yakın ve uzun vadede çözebileceğimiz eşitsizliklerimizin olduğunu (zamansal ve mekansal, annelik vb.) bu eşitsizliklerin giderilebilmesi için daha dikkatli ve özenli olmak gerektiğini ve bunun mekanizmaları üzerine konuştuk. Bu kapsamda ilk konumuz annelik ve SFK’da anne olan ve olmayanların ilişkisiydi.

Ardından, gerek küçük gruplarda gerek Taksim ve Kadıköy’de yaptığımız daha büyük toplantılarda, örgütlenme ilkelerimizi, bu ilkelerimizi yaşama geçirecek mekanizmaları ve etik ilkelerimizi tartıştık. Bu toplantıların sonuncusuna katılım sayıca çok fazla olmasa da, atölyeler biçiminde düzenlediğimiz toplantılara geniş ve aktif bir katılım oldu, ayrıca küçük gruplarda, toplantılara katılmayan arkadaşlar da görüşlerini dile getirebildiler. Katılanlar için bu yüz yüze tartışmaların rahatlatıcı ve aidiyet duygularını geliştirici bir etkisi oldu.

Bu tartışmalardan şimdiye kadar oluşturduğumuz örgütlenme ilkelerinin hala geçerli olduğu ve son yıllarda ihmal ettiğimiz bu ilkeleri gözetmemizin gerektiği fikrinde ortaklaştık.
• temsiliyete dayalı olarak değil geniş toplantılarda karar alma,
• yüz yüze ilişkileri ve katılımcılığı mümkün kılacak şekilde küçük gruplar oluşturma,
• çalışma grupları ve komisyonlar oluşturma
gibi zaten benimsediğimiz ve hayata geçirmeye çalıştığımız ilkelerdi. Aynı zamanda SFK’nın ilk zamanlarında bazı üyelik ilkeleri de benimsemiştik:
• en az 5 dergi satmak,
• aidatları düzenli ödemek,
• İstanbul üye toplantısına katılmak,
• iller arası toplantılara katılmak,
• rotasyona tabi olarak bir komisyonda yer almak
gibi ilkeleri sürdürmemizin anlamlı olduğunu konuştuk.

*Buna karşılık bu ilkeleri hayata geçirmemizi sağlayacak mekanizmalar konusunda daha verimli tartışmalar yaptık.(Bunlar daha geniş bir biçimde atölye metinlerimizde yer alıyor.)
Geniş toplantılarda (kampanyalar, genel üye toplantıları ve diğer önemli toplantılar) bütün kadınların katılımını sağlamak için toplantı gündeminin önceden belirlenmesi ve en az bir hafta önceden herkese gönderilmesi; geniş toplantılara katılamayanların ve mail gruplarını etkin takip edemeyenlerin sözlerini söyleyebilmeleri ve tartışmalara katılabilmeleri için SFK’nın politik gündemine paralel tartışmaların küçük gruplarda yapılması; bilgi aktarımını sağlayabilmek için toplantıya katılamamış kadınlar için toplantı notlarının ivedilikle gruba atılması; yine toplantıda aktif katılımın sağlanabilmesi için toplantı gündemlerinin sadeleştirilmesi ve toplantılara katılamayanların toplantı notlarını okuyarak varsa öneri ve eleştirilerini gruba atması gibi mekanizmaları hayata geçirmenin yararlı olacağını konuştuk.

Bilgi ve deneyim aktarımı mekanizmalarını oluşturmak, SFK içindeki eşitsizliklerimizle baş etmenin en önemli yolu. Bunun için birinci olarak güncel politika deneyimlerimiz aktaracak küçük kitapçıklar (örn. kadının beyanı esastır, kadın cinayetleri, kadın emeği vb. konularda biriktirdiklerimiz) hazırlamanın yararlı olacağını konuştuk. Platform toplantılarına, medya ile ilişkilere vb. deneyimli ve deneyimsiz kadınların mümkün olduğunca birlikte katılmasının, toplantılarda deneyimli arkadaşlarla bu konuda fazla deneyimi olmayanların birlikte kolaylalaştırıcılık yapması gibi mekanizmaların yararlı olacağını vurguladık. Bu konularda birbirimizi teşvik etmeli ve hata yapmaktan korkmamalıyız! Ayrıca, bilgi ve deneyim aktarımının bir başka yolu olarak, toplantı kolaylaştırıcılığı ve yazı redaksiyonu gibi işler için küçük atölyeler düzenleyebileceğimizi düşündük.

Önemli kararların alınacağı toplantılar çok az katılımlı olduğunda toplantılarda karar almak yerine öneriler oluşturarak (mail grubundaki tartışmaları da gözeterek) bir sonraki toplantıda bu kararları alma yoluna gitmenin katılımcı bir karar süreci açısından anlamlı bir yol olacağını belirledik.

Kararlara katılmayanların fikirlerini ifade edebilecekleri kanalları açık tutarken (yazılı kararlara şerh düşmek gibi), feminist bir yöntem olarak yol vermeyi de sürekli olarak aklımızda tutmayı konuştuk.

Her küçük grup kendi ihtiyaçlarına göre kendi gündemini kendisi oluşturuyor. Ancak daha fazla kadının sözünün kapsanması ve SFK kararlarının çoğulculuğu sağlayacak şekilde alınması için, küçük gruplarda genel gündeme dair tartışmaların da yapılabileceğini ve bunun önemli olduğunu vurguladık. Küçük gruplardaki tartışmaları genel toplantıya taşımanın önemli olduğunu, bunun istendiğinde gündem önerisi haline getirilebileceğini konuştuk. Aynı zamanda küçük gruplar aktif tartışma gündemlerini ve belli çalışma konularını hazırlamak için aday olabilirler diye düşündük.

Sürekliliği olan SFK komisyonlarına küçük gruplardan en az bir kişinin katılımını (rotasyon ilkesini gözeterek) sağlamayı da hedeflerimizi arasına koyduk. Belli başlı işlerin de (nöbet, yayın dağıtım gibi) küçük gruplar arası rotasyonla devam edebileceğini düşündük.

Küçük gruplara, komisyon toplantılarına, üye toplantılarına katılamayacağımız durumlarda kendi küçük grubumuza ve/ya da morgüte bildirmek konusunda hassasiyet gösterelim dedik. Bunun da ötesinde, genel olarak SFK içinde yapılan eylem/etkinlik/toplantılara katılımcı olamayacağımız durumlarda mazeretlerimizi, SFK içinde ne süreyle ve nasıl konumlanmak istediğimizi morgüte bildirelim, ara verebileceğimizi, geçici ve sürekli olarak destekçi konumuna geçebileceğimizi göz önüne alalım diye konuştuk. Komisyonlarda aktif olamayacaksak, geçici olarak çekilmenin komisyonları hantallaştırmamak açısından bir yol olabileceğini düşündük.

Feminist bir kolektifte, temsiliyete dayalı politik örgütlerde başvurulan yaptırım mekanizmalarını işletemeyeceğimiz hepimiz bilincindeyiz. Yine de, bir kolektif olmanın gerektirdiği karşılıklı sorumluluğun bizi ayakta tutabilecek en önemli yol olduğunu vurgulamaktan çekinmemeli ve karşılıklı sorumluluklarımızı birbirimize hatırlatmalıyız. Karşılıklı sorumluluklarımızı hatırlatmayı ( kuşkusuz dışlayıcı değil kapsayıcı bir üslupla) hiyerarşi olarak görmemeli, bunun karşılıklı güven ilişkisinden kaynaklanan bir yöntem olduğunu göz önünde tutmalıyız.

Kol emeğine dayalı işlerin ortak sorumluluğumuz olduğunu unutmayalım. Erkeklerin bizlere yıktığı işleri biz de kadın arkadaşlarımıza yıkmayalım! Örneğin toplantı veya toplantı dışında mekanın düzenlenmesi, toparlanması, çay servisi gibi işlerin bizler için kolektifteki bazı yol arkadaşlarımız tarafından yapılacağını varsaymayalım.

Bütün bu çalışmalarımızı ve ilişkilerimizi kolaylaştırmak üzere bir takım etik denebilecek ilkeleri de konuştuk.

Eşitlikten, birbirimize benzemek yerine öznelliğimizi koruyarak, hepimizin yeteneklerini geliştirebileceğimiz ve bu yeteneklere göre, işler arası hiyerarşi oluşturmadan, mevcut işlere talip olacağımız, kendimizi özgürce ifade edebileceğimiz ve geliştirebileceğimiz bir alan yaratabiliriz. Bunun için de, feminist politikaya daha fazla vakit ayırabilen arkadaşlarımızın yaptıkları ve yapabilecekleri herşeyin genelde feminizme özelde de SFK’ya katkı anlamına geldiğini gözardı etmeyelim.

Öte yandan zamansal ve mekansal sınırlarımızın (çocuk bakımı, çalışma yaşamının yükleri, uzakta oturmak vb.) bize olanak tanıdığı ölçüde SFK’ya katkıda bulunmayı küçümsemeyelim. Kendimizi geride kalmış gibi hissetmeden/veya daha kısıtlı zaman ayırana bu duyguyu hissettirmeden, sürece dahil olmasını sağlayacak mekanizmayı oluşturarak, yapabileceğimiz kadar sorumluluk almaktan ve bu sorumlulukları yerine getirmekten imtina etmeyelim.

Toplantı adabı: Kolaylaştırıcının konumunu ve toplantıdaki rolünü, başvuracağı yöntemleri (konuşma süreleri, ilk tur ikinci tur konuşmalar, konuyu dağıtmama, ve ara ara toparlama konuşmaları yapma, toplantıyı saatinde başlatma, toplantının gündemi ve süresi hakkında gelenleri toplantı başında bilgilendirme) yeniden konuştuk.

Toplantılarda birbirimizi yabancılaştırmayacak şekilde davranmamız gerektiğini (örneğin herkesin sözünün önemli olduğunu unutmamak, ve aynı dikkatle dinlemek gibi) tartıştık. Toplantı sürerken sigara ve çay içmek için öbek öbek dışarı çıkmanın, sürekli giriş çıkışların da toplantının akışını bozduğunu unutmayalım! Toplantılarda ve kampta bir kolektifin üyeleri olduğumuzu göz önünde tutarak, yakın arkadaşlarımızla grup halinde oturmamaya özen gösterelim!

Gerginliklerin çözülmesi: Toplantıda olası bir gerginlik anında toplantıyı durdurmak ve gerginliği giderdikten sonra devam etmek gerektiğini konuştuk. Mail’de ve genel olarak birlikte çalışırken çıkan gerginliklerde de mümkün olduğu kadar anında müdahalede bulunmak, öznelerin birbirleriyle konuşmasını sağlamak gerektiğini konuştuk.

Karşılıklı gerginlikler oluştuğunda eleştirilerimizi yaparken karşımızdakinin kişiliğini ve geçmiş ilişkilerini gündeme getirmeden o anki somut duruma ve davranışına işaret etmek ve karşımızdakini belirli kodlar üzerinden değerlendirmeden söyledikleri üzerinden değerlendirmek gerektiğinin altını çizdik.

Mail: Mail grubunu etkin bir biçimde kullanabilmek için yazı dilimizde özenli olmak, dayatmacı, suçlayıcı ve tepeden bir dilden uzak durmak önemli. Böylelikle mail üzerinden politik tartışma sürdürmek ve hatta mail grubu üzerinden bazı kararlar almak mümkün olabilir dedik.

Kuşkusuz SFK olarak ortak işler (eylemler, kampanyalar vb.) yapmamız, SFK’nın var olabilmesi için kaçınılmaz. Ancak bugün geldiğimiz durumun da gösterdiği gibi; farklı alanlarda feminist politika üretmek ve toplantılar düzenlemek (örneğin göçmen kadınlar, kentsel dönüşüme feminist yaklaşım, barış süreci vb.), çalışma grupları kurmak veya böyle gruplarda yer almak isteyebiliriz. Bunun kanallarını açık tutmanın önemli olduğunu ancak SFK’yı da bu farklı alanlara katmak için grubu bilgilendirmenin önemli olduğunu konuştuk.

Kadın Emeği Platformu

Kadın Emeği Platformu 2013 Kasım başında faaliyetlerine başladı. SFK da, yaklaşık 2-2.5 yıl faaliyetlerini sürdüren platformun bileşenlerinden biriydi.

AKP hükümetinin “Kadın İstihdam Paketi” hazırlığı içinde olduğunu açıklamasının ardından emek örgütlerinden, kitle örgütlerinden, kadın örgütlerinden, feminist örgütlerden, siyasi partilerden kadınlar Kadın Emeği Platformunu oluşturdu. Platform mücadele hedefi olarak, “hükümetin ve sermayenin kadınların ücretli, ücretsiz emeğine yönelttiği her türlü saldırıyı deşifre edip ortak politikalar ve eylemler geliştirmeyi hedeflemektedir. Kadınların esnek ve güvencesiz çalıştırılması, çifte sömürünün derinleştirilmesi, kadın emeği ve bedeninin değersizleştirilmesine dönük her türlü uygulamaya karşı mücadele”yi belirledi.

yuruyus-resmi

Kadın İstihdam Paketi’ne karşı kurulan Kadın Emeği Platformu İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya’da kuruldu.

Platform 2 Kasım 2013 Cumartesi günü AKP’nin gündemdeki yasa tasarısını konuşmak için bir forum düzenledi. Kadınların ücretli ve ücretsiz çalışma hallerinin planlanan yeni yasal düzenlemelerden nasıl etkileneceğini ve tartıştı, taleplerini belirledi (2 Kasım KEP forumu sonuç metni)

Kadın Emeği Platformu (KEP), İstanbul Makina Mühendisleri Odası’nda 7 Kasım Perşembe günü bir basın toplantısı ile 2 Kasım forumunun sonuçlarını açıkladı. “AKP’nin kadın istihdamı paketini kabul etmiyoruz, taleplerimizin takipçisiyiz” dedi.

Kadın Emeği Platformu tarafından Kadın İstihdam Paketi adıyla anılan yasa tasarısı çalışmaları ile ilgili broşür hazırlandı. 

Ankara KEP Forumu Sonuç Metni yayınladı.

KEP, çalıştığı evin penceresinden düşerek yaşamını yitiren ev işçisi Rukiye Şimşek için Fındıklı’daki Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul İl Müdürlüğü önünde 19 Kasım 2013 tarihinde açıklama yaptı.

KEP 22 Kasım 2013’te İstanbul Ticaret Odası önünde bir basın açıklamasıyla, AKP’nin “Kadın İstihdamı Paketine” karşı, paketin “müjde” filan değil, bir “hak paketi” değil, kadınları daha da yoksullaştırma ve güvencesizleştirme paketi olduğunu tekrar duyurdu.

TRT-Diyanet, Türk Mühendis Mimarlar Odaları Birliği Gıda Mühendisleri Odası’ndan 21 Kasım 2013 tarihinde yayınlanacak olan ‘Yeni Güne Merhaba” programında “Gıdaların üzerindeki etiket kodları”nı konuşmak üzere gıda mühendisi bir bay talep etti. İzmir KEP, 6 Aralık 2013’te TRT İzmir Bölge Müdürlüğü önünde bu cinsiyetçi talebi protesto etti.
İzmir’de KEP 2 Şubat 2014 tarihinde “Kadın Emeği ve İstihdamı” Atölyesi düzenledi.

Antalya KEP 16 Şubat 2014 günü bir forum düzenledi.

31 Ekim 2014 tarihinde Isparta’nın Yalvaç ilçesi yakınlarında elma toplayan mevsimlik tarım işçilerini taşıyan midibüsün şarampole yuvarlanması sonucu 15 kadın işçi yaşamını yitirdi. KEP, 07 Kasım 2014 tarihinde İstanbul Çalışma ve İŞKUR İl Müdürlüğü önünde bir basın açıklamasıyla yaşanan bu iş cinayetinin sorumlusu Tarım ve Çalışma Bakanları olduğunu duyurdu.

KEP 29 Aralık 2014 tarihinde TMMOB MMO İstanbul Şubesi’nde düzenlediğimiz bir basın toplantısı ile asgari ücrete dair tespit ve taleplerini açıkladı.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, 8 Ocak 2015 tarihinde Ankara Palas’ta, “Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı”nı açıkladı.
KEP, Ailenin ve Dinamik Nüfusun Korunması Yasası’na ilişkin bir broşür hazırladı.

KEP; ‘AKP’nin Aile ve Nüfus Programına İtirazımız var’ demek için 27 Şubat 2015 tarihinde Taksim Tünel’den Galatasaray’a bir yürüyüş düzenledi.

AKP Hükümeti doğum izinleri ve yarım gün çalışma ile ilgili düzenlemeleri TBMM’den geçirdi.  Yasa 29 Ocak 2016 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe kondu.

Başbakanlık kararıyla 13 Nisan 2016 tarihinde konuya ilişkin bir tebliğ Resmi Gazete’de yayınladı.

Kiralık işçiliğin önünü açan ve kadınlar için kısa süreli, geçici ve güvencesiz iş ilişkilere mahkûmiyetin güçlendiren mahkûm Özel İstihdam Bürolarının kurulmasına ilişkin kanun mayıs ayında yasalaştı. Kiralık işçi çalıştırma koşulları ile ilgili yönetmelik Resmi Gazete’nin 12 Ekim 2016 tarihinde yayınlandı.

http://kadinemegiplatformu.blogspot.ae/

Kadın Emeği Platformu

 

Darbe-OHAL-Erkek Şiddetine Karşı Kadınlar Özgürlük ve Demokrasi İçin Sokakta!/13 Ağustos 2016

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu’nun çağrısıyla kadınlar Kadıköy’de buluştu. “Darbeniz, OHAL’iniz, şiddetiniz ve taciziniz, yerin dibine batsın erkekliğiniz!” sloganıyla kadınlar, demokrasi ve özgürlük için bildiri dağıttı

Bildiri metni: 

Darbeniz, OHAL’iniz, şiddetiniz ve taciziniz, yerin dibine batsın erkekliğiniz!

15 Temmuz darbe girişimi ve sonra ilan edilen OHAL sürecinde erkek devlet şiddeti hızla sürdü. Batman’da Amine abisi tarafından işkenceyle, Muğla’da Gizem “kocası” tarafından dövülerek katledildi; Bartın’da Cahide gece yarısı evine giren dört erkeğin saldırısına uğradı, parası gasp edildi. Yozgat’ta bir kadının yaşadığı köyde uzun zamandır toplu ve sistematik tecavüze uğradığı ortaya çıktı. Kolluk güçleri Barış Annelerine cinsel şiddet uyguladı. Erkeklik suçları OHAL gölgesinde de devam etti, ediyor.

15 Temmuz gecesi tankların paletlerinin, F-16’ların işgal ettiği sokaklar ve gökyüzü ‘Geceleri de meydanları da sokakları da terk etmiyoruz’ diye arşınladığımız alanlardı bizim. O sokaklar kanla, militarizmle, erkeklikle kuşatıldı. Darbecilere “erkek gibi davranın” diyen komutan da yeniden ve yeniden erkekliği kutsuyordu, “bireysel olarak silahlanın” diyen cumhurbaşkanı danışmanları da… Linç görüntüleri, cinsiyetçi küfürler, “idam isteriz” sloganları ile karşısındakini yok etmek üzerine kurulu erkek şiddeti her yerdeydi.

Biz sadece bunlar erkek şiddetini, kadın cinayetlerini daha da arttıracak diye düşünürken kıyafetinden dolayı ve bayrak sallamıyor diye saldırıya uğrayan kadınları, darbecilerin “karılarını” ganimetten sayan spor kulübü başkanlarını, darbe girişimi nedeniyle gözaltına alınan bir askerin 10 aylık bebeğine tecavüz tehdidi yönelten polisleri izledik. Ardından OHAL geldi. Erkek şiddetinin ve baskının egemen olduğu her durumda olduğu gibi, tecavüz ve işkencenin bir cezalandırma yöntemi olarak kullanıldığına tanık olduk, oluyoruz. Yapılan af tartışmalarının ardından, kadın katillerinin, tecavüzcülerin salıverilmesine olanak yaratılacağını görüyoruz.

Yıllardır mücadele ettiğimiz kadın düşmanı uygulamaların da pusuda olduğunun farkındayız. Daha önce infaz kanununa “tıbbi tedavi” ibaresiyle üstü kapalı olarak eklenen, kamuoyu tarafından ise hadım olarak adlandırılan bir yönetmelik OHAL döneminde hızla yürürlüğe girdi. Oysa tecavüz ve cinsel şiddet suçlarında toplumsal koşulları yok sayan, erkek egemenliğiyle mücadeleyi esas almayan bu tarz bir yöntem çözüm değildir, tecavüzü ve cinsel saldırıyı önlemez. Bu aynı zamanda insan haklarına aykırı bir uygulama. Son olarak boşanma komisyonu ile gündeme getirilen, kadınlar için boşanmayı zorlaştıran yasa önerileri, arabuluculuk, tecavüzcüyle evlendirme, müftüye resmi nikâh yetkisi verilmesi ve var olan haklarımızın gasp edilmesi gibi uygulamaların hayata geçirilmesine izin vermeyeceğiz. Artık yeter!

Erkeklikle silahlanmış iktidar savaşı en çıplak hali ile televizyonlarımızı, sokaklarımızı, meydanlarımızı, kulaklarımızı doldurdu! Oysa darbenin ardından meydanları ve yıllardır sokakları demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet için dolduran birçok kadın var. Erkekler ne kadar bu alanları elimizden almaya çalışsalar ya da bizi istedikleri zaman sokaklarda öne sürüp istedikleri zaman evlere hapsedeceklerini sansalar da, biz kadınlar erkek şiddetine ve onların üzerimizden yürüttüğü iktidar savaşlarına karşı mücadele etmeye devam edeceğiz! Kadın dayanışmasından aldığımız güçle hayatta kalmaya kararlıyız! Sokakları terk etmiyoruz!

13 Ağustos 2016

 

Barış İçin Kadın Girişimi

Barış İçin Kadın Girişimi (BİKG) 2009 yılında oluşturuldu. BİKG kadınların barış ve hakikat hakkı için, adaletin peşini bırakmadan adil bir barış için ve karşılıklı güvenin mümkün olduğu bir müzakere süreci için mücadeleyi sürdürüyor.

twitter  @barisicinkadin

Barış İçin Kadın Girişimi nasıl oluşturuldu?

Bizler barış için buluşan, barış için mücadele eden kadınlarız.

Bu ülkede yaşayan ve aynı şiddetten etkilenen, farklı politik ve sosyal çevrelerden, farklı kimliklerden, farklı inançlardan, farklı cinsel yönelimlerden kadınlar olarak yıllardır savaşa ve erkek egemen şiddete karşı mücadele ediyoruz. Savaşın kadınlar için ne anlama geldiğini biliyoruz.

Doksanlardan itibaren çeşitli zamanlarda kadın barış gruplarında bir araya geldik. Barış için Kadın Girişimi hep birlikte erkek egemenliğine ve savaşa karşı sürdürdüğümüz mücadelenin sonucu olarak 2009 yılının Mayıs ayında kuruldu. O günden beri barış talebini bütün ülkede yükseltmek ve barışın yolunu açmak için sokakları, evleri, okulları, işyerlerini barış noktaları haline getirmeye çalışıyoruz.

2009 nisanında kadına yönelik şiddete ve savaşa karşı  birlikte mücadele verdiğimiz arkadaşlarımız neden gösterilmeden gözaltına alındı. Barış için Kadın Girişimi bu tutuklamaların hem savaşa hem de erkek egemenliğine karşı mücadelemizi engellemenin bir yolu olduğu düşüncesiyle kuruldu. Kadınlara yönelik bu saldırıların amacı, kadınları sokaklardan ve politik alanlarından sürmekti. O günden bugüne halka halka büyümek, barış mücadelesinde Türkiyeli tüm kadınlar olarak birbirimize ulaşmak, sesimizi çoğaltmak için yolumuza devam ediyoruz. Barış koşullarının da, barışın da ancak “kadın sözünün” etkin olmasıyla mümkün olabileceğine inanıyor, bunun için mücadelemizi sürdürüyoruz.

Öldürmeye Değil Yaşatmaya Bütçe İstiyoruz

Dünyadaki değerlerin üçte ikisini biz yarattığımız halde, dünyayı ve bütün canlıların yaşamının yok eden ve zehirleyen savaşa karşı fikri sorulmayanlarız. Savaşların göç, yoksulluk, şiddet, tecavüz, ayrımcılık gibi sonuçlarını en fazla biz kadınlar yaşıyoruz.

Kadınların dışlandığı politikalarla, kadınların dışlandığı yönetimlerce alınan kararlar sonucunda kadınların eğitimine, sağlığına, güven içinde yaşamasına, kendini geliştirmesine, yeryüzünün korunmasına ayrılacak paylar savaşa, askeri operasyonlara, ölüme, bombaya, mayına harcanıyor.

Kadınlar koca ya da baba şiddetinden kurtulabilecekleri sığınma evlerinden, para kazanma ve hayatlarını sürdürme olanaklarından yoksun bırakılıp, fuhuşa, sokakta yaşamaya, şiddet gördükleri evlerine geri dönmeye ve ölüme terk edilirken, ülke bütçesi ise savaşa harcanıyor. Kadınların kazanılmış sosyal hakları ellerinden alınıyor. Anadilde eğitim hakkı olmaması bir yandan kadınların eğitiminin önünde engel teşkil ederken, diğer yandan kadınları kamusal hayatın dışında bırakıyor. Göçlerle sürüklendikleri yeni dünyalarda daha da yalnızlaşmalarına, erkeklere mahkûm olmalarına yol açıyor.

Savaş göç, köylerin boşaltılması, ormanların yakılması ve canlı hayatın yok edilmesi, yaşanan toprakların terk edilmek zorunda kalınması demek. Zengin ülkelerin yoksulları, yoksul ülkelerin en yoksulları olan biz kadınlar göçler sonunda daha da yoksullaşıyoruz, hayatın iyice kıyısına itiliyoruz.

Savaş Erkek Cinselliğini Silaha Dönüştürüyor

Savaş, ülkeyle, vatanla bayrakla özdeşleştirilen kadın bedenlerinin yağmalanması demek. Savaş kadınların gündelik hayatlarında da saldırının, tecavüzün, dayağın, kapatılmanın, bir kez daha meşrulaşmasının yolunun açılması demek.

Kadın bedeniyle özdeşleşen toprağın istilası, ele geçirilmesi, erkek cinselliğini savaş aracına dönüştürüyor. Savaş erkek cinselliğini silaha dönüştürüyor.

Savaş ve askerileşme, kadınları da daha çok doğurmaya, ev ve aile içinde kalmaya, hayatla ilgili taleplerinden vazgeçmeye, yöneltiyor, zorluyor. Kadınların anneliği hayatta sahip olabileceği tek özellik olarak benimsemeye yol açıyor.

Her türlü ev içi emeğin, yoksulluğun yükü iyice biz kadınların sırtına biniyor. Savaş, milliyetçilik ve ırkçılığı yükseltiyor, insanları birbirine düşman ediyor, komşuların birbirinin katiline dönüşmesi tehlikesi yaratıyor.

Savaşta da barışta da şiddet günlük yaşamımızın ayrılmaz bir parçası. Evde koca ya da baba şiddetine, sokakta hak aradığımızda devlet şiddetine, gözaltına alındığımızda cinsel saldırılara, tacize ve tecavüze maruz kalıyoruz. Erkek egemen sisteme ve savaşa karşı seslerimiz bastırılmak isteniyor, politik mücadele alanımıza müdahale ediliyor. Savaş kadınların ayrımcılığa, görünmez kılınmaya, erkek egemenliğine karşı mücadelesini zorlaştırıyor, zayıflatıyor.

Savaş, yaşadığımız toprakları erkeklerden ve silahlardan ibaret kocaman bir kışlaya çeviriyor. Eril dil ve erkek şiddet sokağa egemen oluyor. Savaş “erkeklik” anlamına geldiği için erkekliği zedelediği, aileye karşı olduğu düşünülen her türlü varoluş biçimi her zamankinden daha fazla bastırılmaya, yok edilmeye çalışılıyor. Savaş esnasında, zaten var olan LGBT bireylere yönelik düşmanlık ve şiddet de artıyor.

Bizler kadınlara karşı savaşın silahlı/silahsız, ordulu/ordusuz olarak bütün şiddetiyle sürmekte olduğunu düşünüyoruz. Günlük hayatta sevgi, şefkat, annelik, evlilik bağlarını içine alan düşünce ve inanışlar bu şiddetin üstünü örtüyor. Çatışma alanlarında kadınlara yönelen şiddet, barışta meşru addedilen bu şiddet sayesinde mümkün olabiliyor.

Bizler savaş ve savaştan rant ve çıkar sağlayanların bizleri inandırmak istediği gibi ‘Kürt sorununun’ çözümsüz olduğunu düşünmüyoruz. Kimsenin düşüncelerinden, inançlarından, kimliğinden, cinsel yöneliminden dolayı ayrımcılığa ve şiddete maruz kalmayacağı, barış içinde bir yaşam mümkün. Barışın bize hediye edilmeyeceğini, bunun için mücadele etmemiz gerektiğini biliyoruz. Barış için ısrar ediyoruz. Biz kadınlar yeryüzünün bütün canlıları için yaşanabilir bir dünya istiyoruz.

Kadınlar olmadan barış olmaz.

Barış İçin Kadın Girişimi

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu 2014 Temmuz ayında kadın cinayetlerine karşı acil önlem alınması talebiyle oluşturuldu. Platform, erkek şiddetine ve erkek şiddetini güçlendiren politikalara karşı faaliyetlerini sürdürdü.

facebook.@cinayetlerekarsiacilonlem

twitter: @Katliam_Var
Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu Tarihçesi

2014
10 Temmuz – İstanbul Cağaloğlu’nda ASPB İL Müdürlüğü baskını

Eylem videosu
17 Temmuz – İllerde eş zamanlı eylem için basın toplantısı, Cezayir salonu
20 Temmuz – 15 ilde eşzamanlı eylem/ Her yerde kadın cinayeti, Meclis olağanüstü toplansın!
17 Ağustos – Beşiktaş’ta parkta kadın cinayetleri konulu forum
24 Ağustos- Hanime Aslan duruşmasına çağrı, Çağlayan Adliyesi
28 Ağustos – Hasret Kara’yı 43 yerinden öldüresiye tornavidalayan Yakup Kara’nın serbest bırakılmasını protesto eylemi-Kartal Anadolu Adliyesi

4 Eylül – Sefaköy’de Show TV stüdyo binası önünde Seda Sayan protestosu, suç duyurusu
16 Eylül – Dicle’nin duruşmasına çağrı, Bakırköy Adliyesi
21 Eylül – Jesca eylemi, Kurtuluş/ Kâğıtsız göçmen kadınlar erkek şiddetinin hedefi oluyor…
26 Eylül – Ebru Torun duruşmasına çağrı, Kartal Anadolu Adliyesi
17 Ekim – Sena’nın duruşmasına çağrı, Bakırköy Adliyesi
23 Kasım – Kadıköy iskelede eylem/ Her yerde kadın cinayeti, Meclis olağanüstü toplansın!
25 Kasım – Kadın vekillere mor eşarp ve mektup gönderme
26 Kasım – Hanime Aslan duruşmasına çağrı, Çağlayan Adliyesi
4 Aralık- Dicle’nin duruşmasına çağrı, Bakırköy Adliyesi
6 Aralık- Yazılı açıklama/ Fıtrat gölgesinde erkek şiddeti önlenemez!
15 Aralık- İstanbul Sözleşmesi Türkiye İzleme Platformu tarafından hazırlanan Grevio adaylarıyla ilgili dilekçeyi ASPB’ye gönderdik
18 Aralık- Dicle’nin davasında karar: Hasan Yıldırım’a önce müebbet hapis verildi, ceza iyi hal indirimiyle 8 yıl 4 aya düşürüldü

2015
11 Ocak – Erkek şiddetine karşı güçlenme deneyimlerimiz konulu atölye
31 Ocak – Kadıköy eylemi/ Hayatımızdan ve geleceğimizden elinizi çekin!
4 Şubat – TBMM Kadına yönelik şiddeti araştırma komisyonuna kadın örgütlerinin hazırlayıp yolladığı metne imzacı olduk
14 Şubat – Kadıköy’de Özgecan eylemi

12 Mart – Sena’nın 3. duruşması
13 Mart – Hanime Aslan duruşmasına çağrı, Çağlayan Adliyesi. Karar çıktı. Katil oğul Dursun iki kez ağırlaştırılmış müebbet alırken, koca Hızır azmettirici olarak 20 yıl ceza aldı.
22 Şubat – Taksim’de eylem/ Güldünya, Ayşe, Özgecan… Kadınların isyanı büyüyor!
29 Mart- Taksim’de eylem/ Kadın katillerine indirim, Nevinlere müebbet!
27 Nisan – Sena’nın 4. duruşması, Bakırköy Adliyesi
4 Haziran – Ebru Torun davasında karar: Servet Bilik müebbet hapis cezası aldı
19 Haziran – Sena’nın davasında karar: Osman Şengül 9 yıl hapis cezası aldı
5 Temmuz – Kadıköy eylemi/ Kadın katliamı sürüyor! Susmuyoruz, yılmıyoruz, dayanışmayla hayatlarımızı savunuyoruz!
13 Aralık – Forum: Kadın Cinayetlerinin Önlenmesinde Ceza ve Toplumsal Müdahilliği Tartışıyoruz!/
Kadın cinayetlerinde ceza ve yasal süreç
Şiddeti izleme, müdahil ol! Peki nasıl? Aile ve toplum bunun neresinde?
2016
17 Ocak – Kadıköy Yeldeğirmeni’nde sokak isimleri öldürülen ya da öldürmek zorunda kalan, hatta devlet şiddetiyle öldürülen kadın isimleriyle değiştirildi.
12 Nisan – 24 Ocak tarihinde üniversiteli bir arkadaşımıza Bağdat caddesinde cinsel saldırıda bulunan Cengiz Ay’ın yargılandığı davaya çağrı, Kartal Anadolu Adliyesi
6 Mayıs – Bağdat caddesinde cinsel saldırı davası 2.duruşmasına çağrı, Kartal Anadolu Adliyesi
Karar: Cengiz Ay cinsel saldırı suçundan 45 yıl hapis cezasına çarptırıldı

22 Mayıs – ‘TBMM Boşanma Komisyonu haklarımızı gasp etmek için işbaşında!
Sessiz kalmıyoruz!’ eylemi Kadıköy

4 Haziran –“Boşanmak yok, Doğum kontrolü ihanet.” diyenlere inat KADINLAR SOKAKTA’ eylemi Taksim
18 Haziran – ‘#Hayatımız Bizim, boşanma komisyonu raporunu tanımıyoruz!’ Eşzamanlı eylem

13 Haziran – Darbeniz, OHAL’iniz, şiddetiniz, taciziniz, yerin dibine batsın erkekliğiniz!
Kadınlar özgürlük ve demokrasi için sokakta!

 

Hayatımız Bizim/18 Haziran 2016

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu, 17 Hazıran 2016 tarihinde birçok ilde eşzamanlı olarak Meclis Boşanma Komisyonu’nun raporunu protesto etmek için eylem yaptı.

İstanbul Beşiktaş’ta yapılan eylemde yalanlar ve gerçekler açıklandı:

1) Yalan (devlet): Ülkemiz büyük tehdit altında! Toplumumuz çözülüyor, aileler dağılıyor. Yuvayı yapması gereken dişi kuş, ‘okuyacağım’ diye, ‘çalışacağım’ diye, ‘kendi ayaklarım üzerinde duracağım’ diye yuvayı yıkmayı tercih ediyor! Aile kutsaldır, önlenemez şekilde artan boşanma hızına hep birlikte bir dur demenin zamanıdır!

Gerçek (kadınlar): Aslında boşanma yalnızca %1,7 arttı. Ve evlenenlerin sayısı da daha fazla. Aslında boşanmaların çoğu 16 yıllık evliliklerde yaşanıyor. Yani aslında ancak bunca yıl sonra kadınların canına tak edip ayrılabiliyorlar. Boşanan kadınların %74’ü kocasından şiddet görüyor mesela. Türkiye’de kadınların güvenliği açısından esas sorun boşanma değil, her gün kocası ya da eski kocası tarafından 3-5 kadının öldürülmesi değil mi? Bir kadının 15-20 yıl boyunca her gün şiddet görerek yaşamak zorunda bırakılması değil mi? Ya ölmemek için bazen öldürmek zorunda kalmamız, bize yönelen bıçağı kapıp kendimizi savunduğumuz için ömrümüzü hapiste çürütmemiz? Sadece %14’ünü kadınların oluşturduğu “meclisimiz” onca dert varken kafayı boşanmamıza, şiddetten, baskıdan kurtulmayı seçebilmemize mi takmış?! Buna karşı biz kadınlar susmuyoruz, sesimizi yükseltiyoruz!

2) Yalan (devlet): Aileler yıkılmasın diye danışmanlık hizmeti vermemiz gerek… Hem 1 de yetmez 3 kere: Evlilik sırasında, boşanmadan önce, boşanma sırasında. Yeter ki kadınlarımız güvende olsun, erkeklerimiz mağdur olmasın, çocuklarımızın aileleri dağılmasın. 81 ile aile danışmanlığı merkezi lazım! Aile danışmanlığı için özel hat şart! Böylece hep birlikte esenlik ve huzur içinde yaşayıp, hayırlı nesiller yetiştireceğiz!

Gerçek (kadınlar): Oh ne âlâ! Biz öldürülüyoruz. Hatta ölmemek için öldürmek zorunda kalıyoruz, siz ne diyorsunuz! Her gün kadınların öldürüldüğü bu ülkede, nüfusun yarısını oluşturan biz kadınlar için sığınak sayısı yetersiz, haberiniz var mı? Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeler gereğince 10 bini aşkın nüfuslu yerleşim yerlerine en az bir kadın sığınağı, 50 bini aşkın nüfuslu yerleşim yerlerinde en az bir kadın danışma merkezi ve her 20 bin kadın için bir tecavüz kriz merkezi bulunmalı. Peki, var mı? Nerdee… Nüfusu 100 bini aşkın çeşitli illerde bile yok. Ama “devletimiz” o paraları aile danışmanlığı merkezi kurmak için harcasın öyle mi? Kadınların şiddet gördükleri için arayabilecekleri, yalnızca bu iş için ayrılmış bir acil telefon hattı bile yokken aile danışmanlığı hattı açılsın öyle mi? Kadınların can güvenliği yokmuş, ne önemi var – öyle mi? Kadın cinayetleri, kadınlara çocuklara cinsel istismar en çok da sizin ‘huzurlu’ dediğiniz o yuvalarda, evlerde oluyor, çünkü belli ki sizin huzurunuz bizim susmamıza bağlı!

3) Yalan (devlet): Kadını korumak, aileyi korumak demektir! Kadınların iyiliği için, şiddete maruz kalmamaları için efendim, boşanmayı engelleyeceğiz. Boşanma olmadığında huzur vardır; huzurlu ailede kavga, dövüş olmaz. Siz bayan arkadaşlarımızı tenzih ederek söylüyorum, bazıları devletimizin kadına yönelik şiddetle mücadele için aldığı önlemleri kötüye kullanıyorlar. Erkeklere haksızlık ediyorlar, iftira atıyorlar. Bizim gücümüzü kullanarak onları evlerinden uzaklaştırıyorlar, erkeklerin kendi mülklerini satmalarını bile engelliyorlar!

Gerçek (kadınlar): Kadınlar için en iyisini ‘nafaka mağduru erkeklerden, ‘mağdur boşanmış babalar’ platformundan, dinlemiş olan ey komisyon! Bizi dinlemeden bizim adımıza karar vermek de neymiş! Sizin gözünüzde çeyrek de, yarım da, tam da olsak, kendimiz için en iyisini biz biliriz. İyi biliriz. Yeter ki bizi parayla, çocuğumuzla, canımızla tehdit eden, baskı uygulayan erkekler yakamızdan düşsün. Yeter ki devlet onları kollamayı bıraksın. Boşanmaya karar verdiğimiz zaman bizi “kocandır, döver de sever de” diye ikna edecek aile danışmanı değil, erkeklerin bizi öldürmesini engelleyecek mekanizmalar sağlasın. Biz yıllardır mücadele ediyoruz. Şiddetten korunmak adına yasada var olan önleyici ve koruyucu tedbirler bizim kazanımlarımız, bizim haklarımız. Biz bunları etkili bir şekilde uygulatmak için uğraşırken siz bir de bu hakları gasp etmeye çalışıyorsunuz! Şiddetten kurtulmak, kendimizi ve bazen çocuklarımızı korumak için erkekleri evden uzaklaştırmak adına aldığımız tedbir kararlarını delile bağlayarak bizi öldürtmek mi istiyorsunuz? Sizin için yeterli delil nedir mesela? İlla bıçaklanmamız, vurulmamız mı gerek? Bu arada, erkeklerin o satmaya çalıştıkları, kira kontratını bitirmeye çalıştıkları evler bizim evimiz. Tapu, kontrat kimin üstüne olursa olsun! O evin bütün kahrını çektikten sonra bir de boşanmak isteyince, şiddetten kurtulmak isteyince sırf erkekler istedi diye sokakta mı kalalım?! Siz delil delil diyorsunuz ya, bu şarkı da bizden size gelsin! Ki daha uygun.

4) Yalan (devlet): Siz değerli hanımların da iyi anlayacağı üzere, bazı kadınlar nafakayı geçim kapısı olarak görüyor. Bir ömür boyu yatıyorlar. İşte bu, erkeğe şiddettir, onun hakkını yemektir! Hâlbuki eşitlik bizim için çok önemli. Bayanlar ve erkekler arasında böyle ayrım yapılması hiç doğru değil. Bu mağduriyetin önüne geçmeliyiz. Kadınlarımıza istihdam kursları açıyoruz. Aynı Avrupa ülkerinde olduğu gibi nafaka almak yerine kendilerini eğitsinler, meslek edinsinler istiyoruz.

Gerçek (kadınlar): Hani kadın erkek eşitliği fıtrata tersti? Birden nafakaya gelince mi eşit olduk? Hem 5 çocuk doğur, hem sakın ev işini aksatma, hem evdeki kocaya, çocuğa, yaşlıya, hastaya bak hem de bir yandan boşanınca nafakaya ihtiyacın olmasın – çünkü eşitsin! Almanya’da erkeklerin ücretli ebeveyn izni var mesela – hem de sadece üç gün değil, çünkü çocuk bakmak ortak sorumluluk, haberiniz var mı? Yalnızca nafaka konusundaki düzenlemeyi örnek alırken diğer sayfalara hiç mi göz atmadınız? Zaten bizim ömrümüzden yediklerinizle yükseldiniz, sonra da bize istihdam diye diye ancak takı kursu açıyorsunuz. Hem “annelik görevimizi” aksatmayacağız, hem takı tasarlayıp 5 çocuğa bakarken sizden hiçbir hakkımızı alamayacağız. İstediğiniz gibi kadın olabilmek için esnek çalışacağız, ne güvencemiz ne emeklilik hakkımız olacak. Üstüne üstelik nafaka deyince mağdur olan yine siz! Ama biz mağdur olduğumuza, ‘kusurlu’ olmadığımıza dair size uygun delil sunmalıyız. Verecek olanın gelirine göre hesaplanan nafaka zaten çoğumuz için geçinmeye bile yetmiyor. Yasal olarak vermesi gerektiği halde vermeyenleri saymıyoruz bile! Bu nafakayı almak için işe girmeyiz, kendi ayaklarımız üzerinde durmaya çalışmayız mı sandınız? Kim inanır buna?

5) Yalan (devlet): Eşcinsellik hastalıktır. Toplumsal çöküntüdür. Ahlaki yozlaşmadır. Kimse alternatif harflerle yeni cinsiyetler türetemez!

Gerçek (kadınlar): Dünya Sağlık Örgütü’nün Uluslararası Hastalık Sınıflandırmasının 10, 10-CM, 10-CA, 11 versiyonlarında arandı, arandı, ama aradığınız kriterlere uygun kayıt bulunamadı. Yani yanlış biliyorsunuz. Hastalık arıyorsanız, mesela ebola hastalık. Sıtma, verem, ishal, kızamık… Mesela diyabet, obezite bunlar da hastalık. Bizim hayatlarımızı, cinselliğimizi nasıl yaşayacağımız ise size rağmen bir hastalık kategorisinde yer almıyor. Onca katliamla, tacizle, tecavüzle, çocuklara cinsel istismarla çökmeyen ahlâkınız, bize gelince çöküyorsa herhalde doğru yaptığımız bir şeyler var. Ayrımcılığı ve nefret cinayetlerini engellemekle yükümlüyken bunları körüklemekten, meşrulaştırmaktan başka bir şey yapmıyorsunuz.

6) Yalan (devlet): Biz de tabii ki şiddete, tecavüze karşıyız – yanlış anlaşılma olmasın. Tecavüz, şiddet sapkınlıktır. Bunları yapan erkekler hasta ve rehabilite edilmeleri gerekiyor.

Gerçek (kadınlar): Tutturmuşsunuz bir hastalık… Boşanan kadınların %74’ü kocalarından şiddet görüyor. Bu erkeklerin tamamı mı ‘hasta’? Eğer hepsi birden ‘hastaysa’, erkek şiddeti ‘hastalık’ değil ‘normal’dir. Sorun olan da normal olmasıdır. Eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ’dan, Melih Gökçek’e, TBMM İnsan Hakları Komisyonu başkanına çeşitli erkeklerin ‘tecavüze uğrayan kadın doğursun’ diyebilmesidir mesela. Ensar Vakfı’nda sistematik cinsel istismar için ‘bir kereden bir şey olmaz’ diyebilen birisinin bakan olmasıdır. Aile Bakanı olmasına şaşırmamak lazım tabii. Yıllardır mücadele ettiğimiz toplumsal bir sorunu bireylerin ‘sapkınlıklarına’, ‘hastalıklarına’ indirgemeye çalışıyorsunuz. Erkek şiddetinin rehabilitasyonla değil zihniyetin değişmesiyle çözüme yaklaşacak bir mesele olduğunu göz ardı ediyorsunuz. Siz konuşmayı bırakmadıkça bu şiddet ‘normal’ olmaya, toplumsal bir gerçeklik olmaya devam edecek. Biz bu nedenle kendi hayatlarımıza sahip çıkıyoruz, her gün ve her şekilde çıkmaya da devam edeceğiz!

“Boşanmak Yok, Doğum Kontrolü İhanet…”miş!/4Haziran 2016

“Boşanmak yok, Doğum kontrolü ihanet…”miş!

Bugün burada dağıttımız, bu elinizde bulundurduğunuz prezervatif “ihanet” değil. Ayıp da değil. Günah da değil.

Bu prezervatif eczanelerde bulunur, süpermarketlerde genelde kasaların önündeki raflarda bulunur. Ama aynı zamanda devlet tarafından ücretsiz dağıtılır. Yalnızca bu mu? Kadınlara spiral ve doğum kontrol hapına da ücretsiz ulaşılır, hakkında bilgi verilir.

Yani “ihanet” diyenlere inanmayın (cumhurbaşkanı olsalar bile) yanlış biliyorlar. Doğrusunu biz kadınlar biliyoruz; çok iyi biliyoruz hem de. Çünkü bu bizim bedenlerimizle, bizim hayatımızla ilgili.

Herkesin ücretsiz bir şekilde doğum kontrol yöntemlerine ve bunlarla ilgili bilgiye erişebilmesi gerektiğini biliyoruz mesela. Buna hakkımız olduğunu biliyoruz.

Bakamayacağımız veya istemediğimiz çocukları doğurmanın bizim için de, çocuklar için de iyi olmadığını biliyoruz.

Bu yüzden ne zaman, nasıl, kaç tane çocuk doğuracağımıza, hatta doğurup doğurmayacağımıza karar verebilmek için çeşit çeşit doğum kontrol yöntemlerini bin yıllardır biliyoruz, geliştiriyoruz, kullanıyoruz. Doğum kontrolün ve kürtajın hepimiz için erişilebilir, ücretsiz ve güvenli olması gerektiğini deneyimleyerek öğrenen biz kadınlar bu talebimizden, bu hakkımızdan asla vazgeçmiyoruz.

Hayatımız Bizim!

Hayatımızı kurmak için evlenmek zorunda olmadığımızı da biliyoruz. Baskı veya şiddet içinde yaşamaktansa boşanabileceğimizi, boşanırken haklarımızı alabileceğimizi biliyoruz. Boşanma Komisyonu önerileriyle bunu değiştirmeye çalışıyor. Ama daha iyi, daha eşit, daha adil bir yaşam için mücadele ederken elimizdekileri yitirmeye hiç mi hiç niyetimiz yok!

Kimi zaman şiddet göre göre evli kaldığımız, boşanmak isteyince ölümle tehdit edildiğimiz, hatta öldürüldüğümüz bu ülkede, bizi boşanmaktan vazgeçmeye ikna edecek aile danışmanına mı ihtiyacımız var?! Yoksa daha fazla, daha erişilebilir, daha iyi koşullarda sığınaklara mı? Kadınların cevabı: B!

Boşanma komisyonu raporuna göre bizden beklenen hayat: Kendimiz çocuk dahi olsak evlenelim. Evliliğimiz “başarılı ve sorunsuz” olursa “kocamız” suç bile işlemiş sayılmayacak hem de. Sonra en az 3, mümkünse 5 çocuk yapalım. Şiddet de görsek boşanmayı düşünmeyelim. Zaten “küçük çocuğun var, yuvanı dağıtma, çocuk için dayan” diyen akraba, konu komşudan bol ne var? Biz boşanmak yerine bir tane daha çocuk doğuralım, böylece hep dayanmamız, hiç ayrılmamamız gereksin. Ayrıca olur da bir şekilde boşanırsak (ve hayatta kalırsak) nafaka kısıtlansın, çünkü hem erkeklere haksızlık, hem de bizi işe girmekten vazgeçiriyor. Kendi ayaklarımız üzerinde durmamız için nafaka olmaması şart. Zaten biz o doğurmak zorunda olduğumuz 5 çocuğu büyütürken nasıl oldu da işe girmek için gerekli eğitimi, becerileri, imkanı edinemediysek… Hep kabahatliyiz, hep kusurluyuz. Öyle mi?

Değil. Biz başka bir hayatın mümkün olması için yıllardır mücadele ediyoruz. Hayatlarımıza farklı şekillerde her gün, her an sahip çıkıyoruz. Ve şimdi bize nasıl yaşamamız gerektiğini dikte edenlere, erkeklere, devlete, iktidara, cumhurbaşkanına bir çift sözümüz var: Bu hayat SİZİN değil, BİZİM! Sizin çerçevesini çizdiğiniz o hayatta bize, biz kadınlara yer yok, nefes yok. Biz hayatlarımızdan da, kendimizden de vazgeçmeyi reddediyoruz!

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu eylemi, 4 Haziran 2016/İstiklal Caddesi

prev2 prev1

Dergi: Feminist Politika

Dergilerimizi internet ortamında görüntülemekte sorun yaşıyorsanız, dilediğiniz derginin üzerine sağ tıklayarak (Mac için kntrl+tık), hedef dosyayı bilgisayarınıza kaydetmeyi seçebilirsiniz.

PDF dosyalarını açamıyorsanız, bilgisayarınıza Acrobat Reader yüklemek için tıklayın

Feminist Politika 28

SAYI 28

28.sayı dosyamızda “Kadınlar hayatlarına sahip çıkıyor” dedik. Çilem Doğan’ı, Nevin Yıldırım’ı, Yasemin Çakal’ı basına yansıyan hikâyelerinden tanıyorsunuz: Onlar hayatlarını başka biçimlerde savunma alternatifleri kalmamış, erkek şiddeti karşısında meşru müdafa hakkını kullanan kadınlar. Çilem ve Yasemin ile avukat arkadaşlarımız cezaevinde görüştü; Nevin’in sesini, onun mektuplarından derlediğimiz bir yazıyla yansıtmaya çalıştık. Çeşitli korunma – direnme stratejileri geliştiren, Hasret’in yaptığı gibi boşanan, Deniz gibi trans kadın olmayı seçen, kadın dayanışmasıyla güçlenen daha niceleri var. Dosyamızda birçok tekil hikâyenin yanısıra, büyük resme bakmayı deneyen feminist kadınların yazılarına da yer verdik.
Feminist Politika Sayı 28 İçindekiler

Feminist Politika 27

SAYI 27

27.sayımızın dosyasında kadınların yol hikayelerine kulak verirken, özgür seyahatlerden zorunlu göçlere uzanan yelpazeyi biraz dalgalandırdık. İsteyerek çıkılan keşif yolculuklarının getirdiği heyecanı, özgürlük duygusunu, bazıları sonradan hazza dönüşen kimi acılı zorlanmaları paylaşan yazıları; ufku belirsiz, zorunlu göçlerin kadınları yaşamlarında köklü değişimlere, mücadelelere ve güçlenmeye götürüşünü anlatan yazılarla harmanladık.
Kadınların yol hikayelerinin kadınların kendilerini nasıl değiştirdiğine bakmak istedik.
Gidilemeyen yolculukları, seçilemeyen yolları tarif edebilmenin, hikayeleştirmenin yolculuğun
kendisi kadar besleyici olabildiğini de fark ettik. Yol hikayelerimizin bizi feminizm yolculuğumuz hakkında birlikte düşünmeye davet etmesi, yol göstermesi dileğiyle.
Feminist Politika Sayı 27 İçindekiler

Feminist Politika 26

SAYI 26

26.sayıda dosya konumuz: AKP’nin ‘makbul kadın’ politikaları
12 yıldır “makbul kadın” yaratmaya çalışan AKP politikalarının yarattığı iklimde nefes alamıyoruz. AKP politikalarına karşı duruşu ve onların deşifre edilmesini amaçlayan Feminist Forum’a katılan feminist isimlerin forum konuşmalarını bu sayı dosyamıza taşıdık. “AKP’nin ‘makbul kadın’ politikaları” başlıklı dosyamız bununla sınırlı değil elbet. Aileden Diyanet’e, kadınları muhtaç bireyler olarak gören yardım politikalarından, iş gücü piyasanın kadınlar aleyhine örgütlenmesine kadar geniş bir yelpaze sunan yazıları da bulacaksınız.
Feminist Politika Sayı 26 İçindekiler

Feminist Politika 25

SAYI 25

25. sayıda dosya konumuz: Savaş, militarizm, direniş ve kadınlar…

Savaşın, kadınlara nasıl şiddetin bin bir yüzü olarak döndüğünü hep konuştuk, konuşmaya da devam edeceğiz. Bu şiddet biçimleri tecavüzden başlayarak, fuhuş, yerinden edilme/zorunlu göç, ekonomik şiddet ve çocuklarıyla birlikte aç kalmaya kadar uzanıyor… Öte yandan militarizmin günlük yaşamın bütün hücrelerine sinmiş olduğu bir ülkede nasıl ‘sağduyu’nun, sıradan aklın bir parçası haline geldiğini tekrar tekrar gözler önüne sermeye ihtiyacımız var. Bu dosyada bir yandan bunları yapmaya çalışıyoruz. Bunların ötesinde, çatışma dönemlerinde kadınların direniş biçimlerinin taşıdığı çeşitlilik, örneğin anneliğin bu amaçla nasıl mobilize edilebildiği de, savaş ve çatışma dönemlerine dair kadın hakikatlerinin özgünlüğü de, gerek başka ülkelerde gerekse bu ülkede yaşanan deneyimlerde aşikâr.  Dosyamızda bunların yanı sıra, daha tartışmalı bir alana da adım atıyoruz: Kadınların direnişinin şiddetle, silahla ilişkisine yer verdik.
Feminist Politika Sayı 25 İçindekiler

Feminist Politika 24

SAYI 24

24.sayıda dosya konumuz yeni muhafazakar politikalarla sermayenin ihtiyaçlarına göre hızla yeniden şekillenerek kadınlara dar edilen kentsel mekanlar; kısaca söylersek Aile- AVM –AKP kıskacında kadın. Yaşanılan dönüşümler ile var olan eşitsizlikler bir kat daha artarken, kadınlar kamusal alanlarda ayrış- tırılırken, AVM’ler dışında kadınların var olabilecekleri kamusal alanlar birer birer erirken elbette ki feministlerin de bu dönüşümlere dair bir sözü var. İçinde yaşadığımız kentleri kendi ihtiyaçlarımıza göre şekillendirme hakkı- mızı talep ediyoruz, kadınlar vardır diyoruz. Dosyamızda üniversitelerde okumak için farklı kentlere giden genç kadınların deneyimlerinden, LGBTİ bireylerin ve örgütlerinin kentte yer bulabilme mücadelelerine; kadınların yaşamını kolaylaştıracak kentsel planlama örneklerinden kadınlar plajı meselesine; kadınların vatandaşlık mücadelelerinden Kadifekale’deki genç kadınların kent deneyimlerine kadar geniş bir yelpazede tartışmalarımızı çeşitlendirdik
Feminist Politika Sayı 24 İçindekiler

Feminist Politika 23

SAYI 23

23. sayı “Kadın Cinayetlerine İsyandayız!” kampanyasının başlaması ile birçok şehirden feminist kadınların enerjisini de içine katarak hazırlandı. Kadınları aileye, evliliğe hapsetmeye çalışan ve şiddete iten politikalar, hayata dair kendi tercihlerini gerçekleştirmeye, boşanmaya çalışan kadınları korumuyor. Yargı desteğiyle, kadınların canlarına kast eden erkekler cezasızlıkla ödüllendiriliyor. Devletin sessizliğini protesto etmek üzere kadın örgütleri İstanbul Aile İl Müdürlüğünde bir eylem gerçekleştirerek; hazırladıkları bildiriyi burada okudular ve pankartlarını binanın her yanına asarak kampanyanın açılışını yaptılar. Kadın Cinayetlerine İsyandayız Kampanyası bir yandan kadınların hayatlarının artık sistematik bir halde erkekler tarafından ellerinden alındığına dikkat çekerken, diğer yandan dayanışmaya çağırıyor ve kadınları güçlendirmeyi hedefliyor. Kadın Cinayetleri aynı zamanda bu sayıda mini dosya konusu olarak kampanyadan dava süreçlerine, öz savunma yollarından trans ve lezbiyen LGBT cinayetlerine farklı konu başlıkları altında ele alınıyor. Bu dosyada kampanya hakkında bir yazıyı da bulabilirsiniz.
Feminist Politika Sayı 23 İçindekiler

 Feminist Politika 22

SAYI 22

Toplu taşıma araçlarındaki erkek işgaline karşı farkındalık yaratmayı amaçlayan feminist kampanya,
dergimizi yayına hazırladığımız sırada, hem sosyal medyanın hem de ana akım medyanın gündemine düştü ve büyük yankı buldu. Metrobüs, otobüs, metro duraklarına sticker yapıştırma eylemi, twitter’da #yerimiişgaletme ve #bacaklarınıtopla hashtag’i ile sürüyor. Bacaklarını V şeklinde açarak oturmayı ve kadınları bu yolla taciz etmeyi alışkanlık haline getiren erkeklere yaptığımız uyarının kadınlar tarafından bu denli sahiplenilmesi, bunun yaygın bir taciz olduğunun da göstergesi. Feminist Politika’nın 22. sayısında iki ayrı dosya hazırladık. “Patriyarka: Muhafazakârlığın sağ kolu” başlıklı ana dosyamızda, dünyada ve Türkiye’de gelişen ve son otuz yıla damgasını vurmuş olan muhafazakâr söylem ve pratikleri feminist bir perspektifle irdeledik. Mini dosyamız ise, “Göçmenliğin kadın hali” başlığını
taşıyor ve göçmen kadınların maruz kaldığı sömürü ve şiddeti gözler önüne sermeyi amaçlıyor. Bugüne dek pek az üzerinde durulmuş, erkek yetkililerin perde arkasında tutmayı başarmış olduğu bu can yakıcı olguyu gündemleştirmek için bu dosya bir başlangıç.
Feminist Politika Sayı 22 İçindekiler

 

SAYI 21

AKP-Cemaat kavgasının her gün yeni bir atakla sürdüğü, Türkiye gündeminin çalkantılı sular misali hepimizi salladığı ve kendi politik hattımızı güçlendirip büyütmenin önemini bizlere tekrar tekrar hatırlattığı bugünlerde, yeni sayımızı hazırladık. Bu sayıyı, kadınların hep gündeminde olan ancak AKP süreciyle birlikte daha da öne çıkan bir konuyu,  muhafazakârlığı tartışmaya başlamak amacıyla, Ayşe Toksöz ve Özlem Barın imzalı bir muhafazakârlık yazısıyla açmak istedik. Söz konusu tartışmayı, bir sonraki sayımızda dosya konusu olarak sürdürmeyi ve genişletmeyi hedefliyoruz.

21. sayımızın dosya konusu ise, feminist politikaya içkin bir soru etrafında örüldü: Farklılıklarımızla nasıl dayanışacağız? Bu soruya yanıt ararken, farklılıklarımızla bir arada durabilmenin yollarına, zorluklarına, güzelliklerine ve deneyimlerine daha yakından bakabilmeyi umuyoruz.
Feminist Politika Sayı 21 İçindekiler

 

SAYI 20

Mutluluğun formülünün, bir kadın, bir erkek ve şarkının devamında söylendiği gibi bir de bebek olmadığını fark edeli neyse ki uzun zaman oldu. Feministler olarak, bize dayatıldığını sürekli söylediğimiz aile kurumunun altını oymak ve onun bir parçası olan imzasız ama kurumlaşmış heteroseksüel ilişkilere alternatif ilişki biçimlerini aramak, sormak, yaşamak politikamızın önemli bir parçası olmalı herhalde. 20. sayıda özellikle; erkeklerle ilişki kuran kadınların, kendilerini ahtapot misali saran, nefes aldırmayan tek eşli hallerini, bu hallerin onlara kattıklarını ve onlardan aldıklarını, aldatmayı, aldanmayı sorguladık. Kıskançlık, sadakat ve biricik olma kaygılarımızın bizi cinselliği tek insanla yaşama zorunluluğuna mahkûm etmesinin uzun vadede yaşattığı sorunları görmeye çalıştık. “Geleneksel ilişki normlarının dışına çıkmanın ufkunu nasıl geliştirebileceğimiz” sorusunu sormak, bu sayıdaki dosyamızın temel kaygısı. Diğer yandan, tek eşlilik – çok eşlilik, “kadınlar ve erkekler için geçerli toplumsal koşullar göz önünde bulundurulduğunda aynı mı yaşanır?” sorusu kritikliğini koruyor. Bu dosyayı tartışırken, cinsel özgürlük söyleminin, kadınlar söz konusu olduğunda ve erkeklerle eşitsiz ilişkiler içindeyken eşit şekilde ele alınamayacağını da söyledik.
Feminist Politika Sayı 20 İçindekiler

 

SAYI 19

2013 yazı çok sıcak, çok hareketli başladı. Bu sayımızı yepyeni bir coşku ve telaş içerisinde, Gezi direnişi dahilindeki eylemler, forumlar arasında tamamladık. Dergi hazırlık sürecimizin son bir ayını geceli gündüzlü dolduran bu yeni gündeme, farklı illerdeki direniş biçimlerine SFK penceresinden göz attığımız bir mini dosya ile bakıyoruz. An itibarıyla parklardaki kadın forumları, cinsel tacize karşı atölyeler de sürüyor. Önümüzdeki sayıda buralardan çıkan sonuçlara da değinebileceğiz.

19. sayıda ana dosyamız, “Türkiye’de mor yıllar: 1980’lerden bugüne…” başlığını taşıyor. Konu geniş; dolayısı ile feminist hareketin tüm seslerini kapsama gibi bir iddiamız da yok. Kadın mücadelesinin güncel zeminini belirginleştirip ayaklarımızı sağlam basmamızı, soracağımız yeni soruları da hedefe yakın yerden kurmamızı sağlamaya dair bir girişim bu. Teorik tartışmalara değil, sürecin içerisinden deneyim aktarımlarına odaklandık.
Feminist Politika Sayı 19 İçindekiler

 

SAYI 18

Coşkuyla kutladığımız 8 Mart’ı geride bıraktığımız ve 1 Mayıs için “ezilenlerin de ezdikleri” olarak erkek egemenliğine ve kapitalizme karşı feminist sözümüzü alanlarda haykırmaya hazırlandığımız günlerdeyiz. Her zaman farklı görünümleriyle ister istemez gündemimizde olmasına karşın uzun zamandır enikonu ele alamadığımız aileyi geçen sayımızda az biraz didikledik; “Aile yıkılmayacak kale değil,” dedik ve aileye feminist bir gözle bakmaya çalışarak başka birlikte yaşama biçimlerinin neler olabileceğine dair ipuçları yakalamaya çalıştık. Bu hayatların neler olabileceğinin izini bu sayımızda da sürmeye devam ediyoruz. Geçen sayıda ikincisini yayınladığımız “Lezbiyen aşkın feminist eleştiri için kazanım ve imkânları”nın üçüncüsü bu izlerin peşine düşen yazılardan biri. “Benim Çocuğum” filmi, heteroseksizm eleştirisi ile yüreklerimize su serperken aileye mahkumiyetimiz meselesini ne kadar ele alıyor? Dergide bu sorunun da peşine düşüyoruz. Aile konusundaki diğer iki yazıdan biri, içine doğduğumuz aileden nasıl vazgeçemediğimizi anlatıyor; diğeri ise genel olarak sol muhalefetin evlilik ve aile konusundaki sınırlı bakışına dikkat çekiyor.
Feminist Politika Sayı 18 İçindekiler

fp-sayi17

SAYI 17

Bildiğiniz üzere, bir önceki sayımızda aşk denen mefhumun kadınlar için anlamını tartıştık. Bu sayımızda evlilikle sonlanan şeyin “aşk” olmadığının farkındalığıyla, aşkın bir üst aşaması olarak görülen ailenin, birbirine “âşık” bir erkek, bir kadın ve onların “aşklarının meyvesi” çocuklardan başka bir şey olduğunu anlatmaya çalıştık.

Bunu anlatmaya çalışırken de, “mutluluk mekânı” olarak kurgulanan “aile evleri”nin kadınlara sunduğu boşluk duygusundan, popüler film ve dizilerin aileyi ele alış şekillerine; dünyada yeni muhafazakârlığın ve neoliberalizmin aileye etkisinden, bunun Türkiye’de AKP ve Gülen Cemaati cephelerindeki yansımalarına; evlilik – boşanma, zorunlu annelik, duygusal / cinsel ilişkilerde yoksunluk, heteroseksüelliğin dayatılması, aile ilişkilerinde kadın emeğine zorbaca el konması gibi bir dizi konuya el attık.
Feminist Politika Sayı 17 İçindekiler

fp-sayi16

SAYI 16

İki ayda bir elektronik ortamda yayımladığımız, kadın emeği alanındaki yazılarımızın yer aldığı “mutfak cadıları” bültenimiz artık dergimizin içinde de yer alacak. Bu sayıyla birlikte “tecrübeden tercümeler” adında yepyeni bir çeviri köşemiz var artık ve son sayfalarda sizi bekliyor.

16. sayı dosyamızda “aşkın kanunu yeniden yazmak” ve “aşka veda etmek” olasılıklarını birlikte tartışalım istedik. Bir reddedişten öte politik eleştiri çıtasını yükseltmeye dair bir çaba bizimkisi. Genel anlamda siyasetin boşluk tanımayacağı gerçeğinden yola çıkarak, alternatif ilişki biçimlerinin izini sürmeye çalıştık.
Feminist Politika Sayı 16 İçindekiler

fp sayi15

SAYI 15

Malum, kürtaj yasası tartışmaları son aylarda bizi en çok uğraştıran mesele oldu. “Kadın örgütleriyle birlikte hazırlanıyor” diye övünülen Şiddet Yasası, kadınların mücadelesine karşın budana budana çıkarılmışken, bu kez de bir Kürtaj Yasası polemiği düştü ortaya. Parçası olduğumuz Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu olarak yakın takipçisi olduğumuz bu süreci, mini dosya halinde sayfalarımıza taşıdık. Kadınların güçlü tepkisi karşısında yasa apar topar geçirilemedi belki ama, düzenlemeler yolda. Sağlık çalışanlarının itirazlarına rağmen hemen yapılıveren sezaryen düzenlemesi gibi…
Feminist Politika Sayı15 İçindekiler

fp sayi 14

SAYI 14

Feminist Politika 14. sayısıyla 1 Mayıs’ta alanlarda!
Son üç ay yine çok yoğun geçti. 13. sayının dumanı tüterken biz uzun süredir aklımızda olan bir ziyareti gerçekleştirdik Şubat başında. Aralık sonunda Uludere’de yaşanan katliamı unutmamıştık ve oradaki kadınlarla dayanışmak için düştük yola. Acıyı yakından paylaşmak ve dayanışmaktı amacımız. Bu, bir ziyaretle hemen gerçekleşmeyecekti belki ama uzakta olan kadınlara kısa süreliğine de olsa daha yakındık.
Feminist Politika Sayı 14 İçindekiler

fp sayi 13

SAYI 13

Bu sayımızda yüksek katılımlı ve coşkulu geçen konferans sürecinin kafamızda uyandırdığı soruları bir an önce tartışmaya başlayalım istedik. Yurt dışından gelen, kadın emeği konusunda önemli çalışmalar yapmış feminist dostlarımızın sunumları, bizlere dünyanın başka yerlerinde de feminist politikanın açmazların içine düştüğünü ve yeni mücadele zeminleri yaratmamız gerektiğini gördük. Türkiye’de son yıllarda yakaladığımız dinamiğin değerini bir kez daha anladık, “Peki bizde durum ne ve bundan sonra neler yapabiliriz?” diye sorduk. Bu nedenle “Güncel feminist politika” konulu dosyamızla karşınızdayız.
Feminist Politika Sayı 13 İçindekiler

fp sayi 12

SAYI 12

Bu sayımız, 12-13 Kasım 2011’de İstanbul’da düzenlediğimiz “Kadın Emeği Konferansı” dönemine denk geldi. Konferans hazırlıkları nedeniyle aktif, dinamik ve heyecanlıyız… Konferans programını ve konuşmacıların daha önce yayınlanmış önemli makalelerinin özetlerini derginin ortasında çek-al formunda bulabilirsiniz.
Feminist Politika Sayı 12 İçindekiler

Feminist Politika Sayı 11

SAYI 11

Kadına yönelik şiddetin yaygın olarak sürdüğü günümüzde, feminist hareket olarak cinsellik alanını politikleştirmemiz hiç kolay olmadı. “Cinsellik ve pornografi ” dosyamızda cinselliği konuşup yazarken, kişisel deneyimlerimizden hareketle, heteroseksüelliğin bizi nasıl biçimlendirdiğini; görünür olmayan ve hatta içselleştirdiğimiz cinsel baskıyı açığa çıkarmayı deneyerek daha dönüştürücü, özgürleştirici bir cinselliğin ve politikanın olanaklarını aradık.
Feminist Politika Sayı 11 İçindekiler

Feminist Politika Sayı 10

SAYI 10

Yeni çıktı, dumanı üstünde, buyurun yeni sayıya… Dergimize lezzet katabilmek için, bu sayının yayın grubu epey uğraştı. Dosya konusu sıkıcı, bunu biliyoruz. Bazı bakımlardan adeta “yüzyıldır söylüyoruz” dosyası: Feminizmin diğer politik hareketlerle ilişkisi… Ama şimdiden söz veriyoruz; gelecek sayı çok daha eğlenceli olacak.
Feminist Politika Sayı 10 İçindekiler

Feminist Politika Sayı 9

SAYI 9

Sokakta, aktif dergi satışlarımızda yaptığımız gibi, “Feminist Politika! Yeni sayısı çıktı!” diye seslenerek yine karşınızdayız. Dokuzuncu sayımızın dosya konusu “politik bir hareket olarak feminizm”. Feminizmi politik bir hareket olarak kurmaya çalışmanın taşıdığı anlamları, kadınların kolektif özne oluş serüvenini mümkün olduğunca geniş bir çerçeve içinde ele almaya çalıştık. Kadın hareketi ve hukuk mücadelesi, karma örgütlerin kadın alanı üzerinden feminizme yaklaşımı, akademi ve feminist politik hareket ilişkisi, iki binli yıllarda feminizm, dosyada bulabileceğiniz yazılardan. Bu dosyamızda birçok feminist yol arkadaşımızın da katkıları var.
Feminist Politika Sayı 9 İçindekiler

Feminist Politika Sayı 8

SAYI 8

Nasılsınız? Feminist Politika’yı özlediğinizi umarak yine karşınızdayız… Sekizinci sayıda dosya konumuz “kürtaj hakkı”: Son yıllarda ‘sağlıkta dönüşüm’ kisvesi altında giderek muhafazakarlaşan neoliberal politikalarla elimizden alınmaya çalışılan kazanımlarımızdan biri. Kürtaj hakkı kadınların kendi bedenleri ve yaşamları üzerindeki denetimlerinin asgari koşullarından birisi ve tam da bu yüzden patriyarkal baskıların konusu olmaya devam ediyor.
Feminist Politika Sayı 8 İçindekiler

Feminist Politika Sayı 7

SAYI 7

Feminist Politika’nın karıncaları üç ay boyunca çalıştılar, araştırdılar, incelediler, haber kovaladılar, söyleştiler. Bakalım ortaya neler çıktı. 6. sayının dosya konusu kadınlara yönelik sosyal politikalar. Her geçen gün sosyal hakların daha da çok budandığı yasal düzenlemelere tanıklık ettiğimiz bu günlerde, “tam da zamanı” dedik ve dosyamızı oluşturduk. Çocuk bakımından yaşlı bakımına, sağlıktan boşanmış kadınların sosyal haklarına kadar dosyamızda yok yok…
Feminist Politika Sayı 7 İçindekiler

fp sayi 06

SAYI 6

6. sayının dosya konusu kadınlara yönelik sosyal politikalar. Her geçen gün sosyal hakların daha da çok budandığı yasal düzenlemelere tanıklık ettiğimiz bu günlerde, “tam da zamanı” dedik ve dosyamızı oluşturduk. Çocuk bakımından yaşlı bakımına, sağlıktan boşanmış kadınların sosyal haklarına kadar dosyamızda yok yok…
Feminist Politika Sayı 6 İçindekiler

fp sayi 05

SAYI 5

Bu sayımızın dosya konusu “kadın cinayetleri”, başlığı da “kadın cinayetleri politiktir” oldu. Kadına yönelik şiddet, feminist hareketin haliyle değişmez gündemi. Gazetelerin üçüncü sayfalarını ve her gün ortalama en az üç kadının öldürülme, tecavüz ve yaralanma haberlerinin yıllardır istikrarla sürdüğünü düşünecek
olursak, bu mücadele de, bu gündem de sürekli olmaya devam edecek, ta ki her şeyi
değiştireceğimiz günlere kadar!
Feminist Politika Sayı 5 İçindekiler

fp4

SAYI 4

Dördüncü sayıdaki dosyamızda Bedenimiz Bizimdir diyoruz. Böyle bir dosya yapmaya karar verdiğimizde işimizin zor olduğunu biliyorduk. Beden politikalarının feminizmin olmazsa olmaz koşulu olduğu bilinciyle, bu sayı için çalışmaya başladığımızda tek sayıda konuyu her yönüyle ele alamayacağımızın farkındaydık. Dosyamızın, beden politikalarını daha kapsamlı bir biçimde konuşmaya, tartışmaya girme çabası olarak değerlendirilmesini istiyoruz.
Feminist Politika Sayı 4 İçindekiler

fp sayi 03

SAYI 3

Feminist Politika’nın üçüncü sayısının dosya başlığını “ücretli/ücretsiz emek kıskacında kadınlar” olarak
belirlerken muradımız, kadınların ücretsiz emeği ile işgücü piyasasındaki konumları arasındaki mevcut bağları ortaya koymak ve “aile ve iş yaşamını uyumlulaştırma” güncel tartışmalarına feminist bir müdahalede bulunmaktı.
Feminist Politika Sayı 3 İçindekiler

fp sayi 02

SAYI 2

Feminist Politika ikinci sayısıyla yeniden karşınızda. Bu sayımızın dosya konusu yerel seçimler; dosyanın baslığı ise, “Talep etmekten talip olmaya: Yerel seçim deneyimi”. Çeşitli feminist grup ve kadınların oluşturduğu “Seçim için feminist kolektif” olarak İstanbul Beyoğlu’nda bağımsız adayımızla katıldığımız yerel seçimler, bir ilk deneyim olarak, bize göre bir dosyayla değerlendirilmeyi hak ediyordu. Bu yüzden, dosyamızı ağırlıklı olarak bu deneyimin değerlendirmesine ayırdık.
Feminist Politika Sayı 2/İçindekiler

fp sayi 1

SAYI 1

Bir dergi fikri üzerine konuşmaya başladığımızda, hem örgütlenmemizin hem de sistem dışı feminist politikanın ihtiyaçlarını tartışmaya koyulmuş olduk. Feminist Politika’nın sadece feminizm içi bir ayrım olarak sosyalist feminizmin değil, feminist hareketin sesi olmasını umut ediyoruz. Bir yandan feminist hareketin kolektif siyasal özne olarak kendi gündemini yaratmasına aracı/yardımcı olmasını, diğer yandan gündemin bize dayattıklarının bizleri kendi belirleyeceğimiz gündemden koparmamasını sağlamayı amaçladık. Güncel gelişmelere ilişkin politika üretirken, Türkiye’deki feminist hareketin deneyimlerini göz önünde bulundurmaya, yani feminist geleneğin birikimini yansıtmaya da çalışacağız. Feminist yol arkadaşlarımızın çıkardığı diğer yayınların bir tamamlayıcısı olmak, hareketin ihtiyaçları karşısında yayınlar aracılığıyla da dayanışmak, yani mevcut feminist yayınlarla görev paylaşımıdır bizim için esas olan.

Bu sayıdaki dosya konumuz ” Neo-liberalizm, AKP ve Kadın Emeği”. Dergi hazırlıklarımız esnasında belirlediğimiz dosya başlığı dünyada gitgide büyüyen ekonomik krize denk düşünce, krizin AKP politikaları ile alacağı sonuçları birlikte değerlendirmek ihtiyaç oldu. Orta sayfalarımızda Sosyalist Feminist Kolektif’i oluştururken kendimizi anlatmak için uzun tartışmalardan sonra sonuçlandırdığımız Başlarken metnini bulacaksınız.
Feminist Politika Sayı 1 İçindekiler

Tarihimiz

Başlarken
Politik Hattımız/Başlarken
Biz Kimiz?
Sosyalist Feministlere Çağrı
SFK Kampları
SFK 8. Kamp (28 – 30 Ağustos 2015)
SFK 7. Kamp ( 28 – 31 Ağustos 2014)
SFK 6. Kamp (29 Ağustos – 1 Eylül 2013 )
SFK 5. Kamp (30 Ağustos – 2 Eylül 2012)
SFK 4. Kamp (19 – 21 Ağustos 2011)
SFK 3. Kamp (29 – 31 Ağustos 2010)
SFK 2. Kamp (14 – 16 Ağustos 2009)
SFK 1. Kamp (30 – 31 Ağustos 2008)
Sonlandırırken…
Sosyalist Feminist Kolektif’i Sonlandırırken…

Kadıköy’de Sokak İsimlerini Hayatını Savunan Kadınların İsimleriyle Değiştirildi/16 Ocak 2016

Kadınlar sokak isimlerini değiştirdi

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu, 16 Ocak’ta Kadıköy’de sokak isimlerini hayatını savunan kadınların isimleriyle değiştirdi.

Yaklaşık 200 kadın ve LGBTİ örgütü ile grubunun üye olduğu Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu, 16 Ocak 2016’da Kadıköy Yeldeğirmeni’nde yaptığı eylemde sokak isimlerini hayatını savunan kadınların isimleriyle değiştirdi. Kadınlar, çoğunlukla erkek isimlerinin yer aldığı sokak adlarını gösteren tabelalarının yanına kadınların isimlerinin yer aldığı mor tabelaları astı. Maruz kaldığı erkek şiddeti sonucunda, hayatını kurtarmak için şiddeti uygulayan erkeği öldürmek ya da yaralamak zorunda kalan kadınların isimleri sokaklara asılırken, etraftan destek verenler oldu.

Kadınlar, astıkları sokak isimlerinin fotoğraflarını ekleyerek sosyal medya üzerinden şu paylaşımlarda bulundu:#NevinYıldırım kendisine silah zoruyla tecavüz eden erkeği öldürdü. Erkek adalet ağırlaştırılmış müebbet istedi. #HayatımızıSavunuyoruz
#NevinYıldırım : “Yaşadığım hiçbir şeyi gönüllü yaşamadım, tecavüze uğradım, köylüler onu engellemeyerek bana yapılan şiddete göz yumdular”
#NevinYıldırım bize toplumun, devletin ve yargının eril ve ikiyüzlü ahlakını gösterdi. Ama biz #HayatımızıSavunuyoruz
#YaseminÇakal kendisini ve çocuğunu korumak için sürekli şiddet gördüğü kocasına direndi. Öldürmeseydi öldürülecekti. #HayatımızıSavunuyoruz
#YaseminÇakal : “Cezaevine düştüm, oğlumun canını kendi canımı kurtardım diye!” #HayatımızıSavunuyoruz
#YaseminÇakal : Mahkemede gene hesap veren ben, hapishaneye düşen ben… Bu adalet mi?” #HayatımızıSavunuyoruz
#ÇilemDoğan hep şiddet gördü. Hayatını savunmak içi öldürmek zorunda kaldı. “Hep mi kadınlar ölecek” dedi #HayatımızıSavunuyoruz
#ÇilemDoğan : “Bir kadın isterse kendini doğurabilir, dağ başında bile kalsa dimdik durabilir. Mücadele verebilir, sıfırdan başlayabilir”
#ÇilemDoğan : “Kadın arkadaşlarım, hiçbir zaman kirpiğiniz yere düşmesin. Alnınız hep dik; dimdik onurlu kalsın.” #HayatımızıSavunuyoruz
#NerminUzunyurt kendisine tecavüz etmeye kalkan erkeği öldürdü. 18 yıla kadar hapsi isteniyor. #HayatımızıSavunuyoruz
#EmineYıldırım sürekli eziyet gördüğü kocası için “daha fazla dayanamadım ve vurdum” dedi. #HayatımızıSavunuyoruz
#GülfidanKuşoğlu koca şiddetine dayanamayıp öldürmek zorunda kaldı. Meşru müdafaa gerekçesiyle beraat kararı verildi. #HayatımızıSavunuyoruz
#BedriyeAltun kendisine şiddet uyguladığı sırada “kocasını” bıçakladı. 8 yıldan 12 yıla kadar hapsi isteniyor. #HayatımızıSavunuyoruz
#ÇiğdemUysun kendisini darp eden, öldürmeye çalışan eski “sevgiliye” karşı direndi. “Kurtulmak için bıçakladım” dedi. #HayatımızıSavunuyoruz
Nevin, Yasemin, Çilem, Emine, Bedriye, Gülfidan, Çiğdem… Suç değil, erkek şiddetine karşı meşru müdafaa! #KadınlarHayatlarınıSavunuyor

Ego Eril midir? Bir Çiçek-Böcek Tartışması

ego-natureEgo eril midir? Bir çiçek-böcek tartışması

Dilan Özdemir

“Erkeklere, erkeklere, en çok onlara, bu kendilerini, sonra yine kendilerini sevenlere kızgınlığım. İki düğmeli, üç düğmeli ceketleriyle duyarsızlar ordusu yığın yığın geçiyorlar. Ceketsiz, kravatsızlarda biraz olsun umudum vardı… Oysa tek dolaşmıyor onlar – güçsüzler. Rastlamadım işte, birilerine rastlamadım – Rast-la-san-da, rast-la-ma-san-da av-va gi-di-yo-ruz.”
Sevgi Soysal

Ego eril midir? Bu soruyu düşünüyorum uzun zamandır. Kadın veya erkek her insanın, neye hizmet ettiği fark etmeksizin her topluluğun aslında bir ego ile hareket ettiğini düşünüyorum mesela.

Sokakta, iş yerinde, okulda, cafede, barda ve hatta gelişen teknoloji sayesinde artık evde bile egomuzla mı hareket ediyoruz? Ve aslında neye hizmet ediyoruz?

Sorular her zaman yanıt bulmaz yazılan yazılarda. Sorular sorarız hayatla ilgili, düzenle ilgili ve bunun üzerine kitaplar, makaleler okuruz kimi zaman. Bazen bir yanıt bulmak yerine kafamız daha çok karışır. Bu yazı yukarıdaki sorulara yanıt verecek mi bilemem ama ben kendi yaşantımdan yola çıkarak, biz kadınların her gün karşılaştığı ve mücadele etmek zorunda olduğu eril bir egodan bahseceğim. Okulda sınıf hâkimiyetini sağlamak adına, gücünü kendi lehine kullanan öğretmenler, eğitimcilerde; sokakta gördüğü her kadınla ilgili görüşünü sesli ifade edebilecek cüreti kendinde bulabilen erkeklerde; toplumun en küçük birimi olarak tariflenen aile kurumu içerisinde çoğunlukla baskın baba, ağabey ve eş figürlerinde; ve özellikle AKP ile birlikte toplumda daha çok yaygınlaşan kadın düşmanı politikalarda vücut bulmuş bu eril ego, hayatımızın her alanında kendini gösteren bir baskı unsurudur.

Üniversiteyi ilk kazandığım zaman İngilizce hazırlık sınıfı için bir seviye tespit sınavı yapılmıştı. O sınavda okutman kendinden emin bir edayla, “Bu sınav sizin bu okulda girdiğiniz en kolay sınav olacak” demişti. O küçümsenmişlik hissini hatırlıyorum. Sonra bölüm derslerimde aslında ne kadar da “boş” olduğumuzu ve bu üniversitenin bizi birer “dolu” bireyler haline getireceğini hissettiren çokça akademisyen tanıdım. Çok benzerdi hissettiklerim ilk sınavımda hissetiklerimle. Her dersin hocasına göre kendi dersi en önemlisiydi mesela. Hayata, edebiyata, bilime dair her şeyi sadece üniversitede öğrenebilirdik ve öğrenmemizin en önemli kısmı o dersti. O ders, ayrı ayrı bütün derslerdi. Eğitim ve öğretimin “yüksek bir kurum” tarafından çizilen bir çerçevede ve bu çerçevenin dışına çıkamayan eğitim kadrosuyla varlığını sürdüren akademilerde öğrenmemiz, yetişmemiz ve geleceğimizi kazanmamız bekleniyordu. Yıllarca ben de bu çerçeveye uygun bir biçimde okumuş, başarılı olmuş ve o üniversiteyi kazanmıştım. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birinde okuyabildiğim için çok şanslıydım ve o şansı üniversitenin çizgilerini aşmayacak bir biçimde değerlendirmek durumundaydım. Bana bahşedilen bu hakkı bulamayan milyonlarca genç vardı, öyle değil mi? Vardı elbet, bu yüzden ben kutsanmışlar listesindeki adımı onurlandıracak bir başarı elde etmeliydim. Değerli ve başarılı mı hissetmeliydim kendimi, bilmiyordum. Ama öyle hissetmek yerine böcek gibi hissettiğim zamanlar oldu. Her şey hazır, okunacak kitaplar, üzerinde yazılacak yazılar, nasıl ve ne sıklıkta çalışırsak başarılı olacağımız, her şeyin tarifi açık. Herhangi bir konuya eleştirel bir bakış açısı getirmeye kalksam, sanki üstüme basıp öldürmeye çalışıyorlar ama ben ölmedikçe daha da güçlü oluyordum. Eril bir bakış açısıyla oluşturulan bir eğitim sistemi içerisinde başarılı olmaya çalışıyordum herkes gibi: Kadınların ve erkeklerin yapabileceği ayrı meslek dallarından başlayan ve eğitimin her ayrıntısında kendini var eden bir eril ego ürünü aslında okumak bu ülkede.

Toplu taşımada da böyle hissettiğim zamanlar oldu. Otobüste ısrar kıyamet yer vermeye çalışan o bey amca mesela. Ayakta durmakta bana kıyasla daha fazla zorlanıyordu ama bana yer vermesi gerekiyordu. Çünkü ben otobüste ayakta gitmekte zorlanacak, korunması ve kollanması gereken küçük bir böcektim. Çiçek demiyorum, yanlış anlaşılmasın, böcek diyorum. Steril ortamlarda yaşamını sürdürebilen, ne çok sıcağa dayanabilen, ne de çok soğuğa ama ısırdığında ağzının ortasında vurulması gereken bir böcek. Uğur böceği gibi belki de, zararsız ama zarar verme ihtimalinde hamam böceği muamelesi gören bir böcektim. Yeri kabul etmedim, arkada başka bir bey amcamız ayakta yolculuk etmemi kabul edememiş olsa gerek ki ayakta durmakta zorlanmam için elinden geleni yaptı yol boyunca. Muhtaç değilsem eğer birine, öyleyse tüm zorluklara göğüs germeliydim öyle değil mi? Bana çarpıp geçebilirdi bu yüzden, omuz atabilirdi veya birinin elindeki çantasını benim omuzuma yük bindirmesinde hiçbir sakınca yoktu. Birkaç kez fren yaptı otobüs düşecek gibi oldum, “Ben sana demiştim” ifadesi ile yüzüme bakan insanlar gördüm. Küçücük bir böcektim işte o anda da.

Aile zaten eril hâkimiyetin en büyük araçlarından birisi. Her ailede bir baba figürü, bir ağabey figürü, eğer kan bağının kuvvetli yaşandığı ailelerdeysek dayısı, amcası, dedesi ve hatta eniştesi insana kendini böcek gibi hissettirebilir. Benim bir ağabeyim yok, bağları kuvvetli bir aile değiliz ve dolayısıyla bir babam var hâlihazırda. Kendisi de çok fazla hayatıma yön vermeye çalışan, karar verme süreçlerimde beni yönlendirmeye çalışan bir baba olmadı. Ama ilk defa bir yerde yazım yayınlandığında “Aferin” dedi mesela. Der çünkü ben onun kızıyım, ben onun böceğiyim. Minik tatliş bir böcek, güzel bir şey yapmışsam kesin onunla ilgilidir. Bir kadın olarak çocukluğumuzdan itibaren nasıl giyinmemiz, nasıl davranmamız, nasıl yaşamamız, arkadaşlık biçimlerimiz, hangi mesleği yapmamız gerektiği, nasıl bir eş seçip nasıl bir aile kuracağımız öğütler dizisi olarak her gün karşımıza çıkar. Kurallar bellidir. Kim tarafından belirlenmiştir? Ailemizin er kişileri tarafından, onların sahip oldukları deneyimler tarafından. Mevzu, en yakınımız, babamız bile olsa tamamlanamayan bir X kromozomundan fazlası değil yani.

Hayatımdaki erkekler sonra, en çok da onlar hissettirdi benim bir böcek olduğumu. Uğur böceği olarak başlayan ve hamam böceğine kadar giden süreçler dizisi işte erkeklerle ilişkilerim de. Başta uğur böceği gibi eline alıp, oynayıp okşamak için elinden geleni yapanlar, bunun için işi ağaçlara tırmanmaya vardıranlar da olmuştur. Elinin üstünde daima hazırda seveceği bir uğur böceği olmam nasıl da mutlu ederdi onları. Ama olmadı, uçmak istedim kimi zamanlar. Beyinlerinin tam ortasına konup birkaç hücrede kalıtımsal değişiklikler yapmak istedim bazen. Sivrisinek muamelesi gördüğüm zamanlardı, iyi hatırlamam o anları. Metaforu bir yana bırakırsak, er kişi bir kadın için, bir kadının hayatına girebilmek için bin bir yolu denermiş, girdikten sonra her şey değişirmiş. Yani Ferhat’ın dağları deldiği zamanların üstünden çok geçse de er kişilerin bu konuda çabaları pek değişmedi. Kendini önemli hissettiği anda ego patlaması yaşayıp tüm her şeyin patlamasına sebep olan er kişilerimiz, bizim çağın hikâyeleri yani. Sen ona bir kelime et diye, aylarca tepinen er kişilerimizden bahsediyorum. Hayatına aldığında kendini senin hayatının en merkezinde tarifleyip sanki onsuz bir hiçmişsin gibi davranan er kişilerimiz. Hayatını gasp edip, onsuz yaşayamazsın hissi veren, gitse ölecekmişsin sanan, tek başına asla hiçbir şeyi başaramayacağını düşünen ve bunu her daim hissettirmekte hiçbir beis görmeyen, onu hayatından çıkaramayacağını zanneden er kişilerimiz. Ferhat ile Şirin hikâyesi fazla romantikti belki. Ya da bilmiyoruz, Şirin başkaldırsaydı eğer, Ferhat o deldiği dağları başına yıkmaya kalkar mıydı Şirin’in? Mecnun çölde bulduğu bir kaşık suda boğmaya kalkar mıydı Leyla’yı?

Ve tabiî ki 13 yıllık AKP iktidarı… Kendinizi bir böcek gibi hissettirmek dışında bir işe yaramazlar. Zaten onun dışındaki icraatları da kutu kutu paralarla gündem olmak ve durmaksızın katliamlar yapmak. Örneğin, 15 yaşındaki bir çocuğun ölümünün emrini “ben verdim” diye meydanlarda bağırır, sonra sen “katilsin” demek için sokağa çıktığında toması karşılar seni. Böcekmişsin gibi üstüne gaz atar, su sıkarlar. Kendileri saraylarında zevki sefa eylerken asgari ücret tartışmalarında kendini böcek gibi hissedersin mesela. Milyonları sokağa dökmüş güzel gözlü Özgecan’ın katillerinin müebbet alması seni mutluluktan dört köşe eder, lütuftur bu artık olması gereken değil. Düzen böyle yani, zaten bizim olması gereken şeyleri bize verdiklerinde mutlu oluruz. Peki, neden bir böcek gibi hissetmemizi isterler? Öncelikle iktidarlarına kafa tuttuğumuz için, bir arada olduğumuzda, el eleyken daha güçlü olduğumuzu bildikleri için. Sonra, kadın olduğumuz için elbette. “Bir kadın olarak sus” diyen bir zihniyete karşı ve ona rağmen bir kadın olarak sokakta dimdik durup hesap soracak gücü kendimizde bulabildiğimiz için. Devletin tüm kurumlarında ilmek ilmek örülmüş bu eril düzene karşı her kımıldamaya kalktığımızda böcekmişiz gibi ezmeye kalkmaları, korkularındandır belki de. Olur da bir gün oynatırsak düzenlerini yerinden korkusuyla sahip oldukları eril egolarının can çekişmesidir.

Bizi bir çiçekten bir böceğe dönüştüren bu yaşamda bütün zorluklar eril bir egonun hâkimiyetinden doğar diyebilir miyiz? Kadınları bir “çiçek” benzetmesi ile kutsayanla aynı ego değil midir her yerde böcek gibi ezmeye kalkan? Kadınlar bir çiçek kadar narindir, güzeldir ama başkaldırana kadar. Ters yaptığı an ezmek gerekir. Buradan yola çıkarak ailemizdeki baba-ağabey figürünün hayatımızdaki baskısının zemini de eril bir egoya dayandırılabilir. Kız çocukları babalarının gözdeleridir ama ya laf dinlemezlerse? Annelerimizi de birer baskı aracına çeviren o eril egonun arkasına saklanmaktır esasen. “Babana söylerim” diye tehdit edilerek büyütülen bir nesiliz hiç şüphesiz. İlkokulda aile bireyleri tarafından öğretmenine şikâyet edilen, aile ziyaretlerinde usturuplu oturması ve konuşması gereken, yolda yürürken “düzgün” yürümesi gerektiğini düşünen, lisede etek boyu ile daima ilgilenilen bir nesiliz. Aynı ego tarafından durmadan bir böcek gibi ezilmeye mahkûm edilen bir neslin kadınlarıyız.

Tarihten bugüne yaşanan binlerce savaşın sorumlusu da benzer bir eril egodan kaynaklanıyor olamaz mı? Yönetmek ve ele geçirmek isteği bir eril ego ürünü değil midir? Devletler bunu birbirine yapar ve ne tesadüftür ki, devletleri çoğunlukla erkekler yönetir. Bir yansıma olarak sosyal yaşamda da benzer bir içgüdü ile hareket edilir. Evlilikler, ilişkiler, öğretmen–öğrenci ilişkisi aynı yönetme ve yönetilme isteğiyle dolup taşar. Ve doğumu itibariyle o zihniyet tarafından durmadan kendini sakınması öğütlenen biz kadınlar; eşsiz ve iyimser bir çiçek benzetmesiyle karşı karşıya kalırız günün birinde böcek gibi ezilerek.

Tam da bu yüzden barış talebi en çok kadınlara yakışıyor belki de. Sebebi de ölen küçücük çocuklara anne içgüdüsüyle yaklaşmalarından, narin olmalarından değil zannedildiği gibi. Aksine, bebekliğinden itibaren önce pembe renk dayatmasıyla, sonra hayat boyu eril bir zihniyetle savaşmak zorunda olan, çoğunlukla yenilen, yenilmesi için kurulan bu düzende alternatifleri için mücadele etmeye devam eden, tarihin bir noktasında elbet dünyayı ters yüz edecek kadınlar bilir en çok barışın kıymetini. Eril egodan sıyrılmış bir beklentidir çünkü “barış”. O kadınlar, el ele yürüyeceklerdir karanlıktan çıkarken… Erkeklerin, devletlerin egolarına inat.

 

 

Hayat Kadını mı Dediniz?

medya-cinsiyetilik-1Dursaliye Şahan

Hayat kadını mı dediniz?

Hürriyet’in başlığı aynen şöyle:
“Esad ülkeni ne hale getirdin bak?”
Efendim Şanlıurfa’da polis huzur operasyonu yapıyor ve bir mahalle baskınında 50 kadar Suriyeli kadın fuhuş yaparken tutuklanıyor.
Olay bu!
Ve arkasından yukarıdaki başlık atılıyor.
Hani dersiniz ki, bu güne kadar Türkiye’de hiç fuhuş ticareti yapılmamış.
Hatta niyetlenenler bile vatandaşlıktan çıkarılmış.
Sanki bu ülkede bir zamanlar genelev patroniçesi Matild Manukyan’a vergi rekortmeni olduğu için üstün hizmet madalyası filan asla verilmemiş.
Orta Avrupa ülkelerinden binlerce kadını iş vaadi ile kandırıp zorla seks kölesi yapan çetelerin hiç biri Türkiye’li değil.
Filmlere, romanlara konu olan o Soğukoluk beldesi tamamen efsane.
Yani Esad’ın halkına yaptığını başka kim yapmış ki?!
Şimdiki gençlerin deyimi ile Oha yani!
Yılların gazetesi. Onca ekip. Bu kadar iddialı çıkışlar.
Ve sonuç?
İlkokuldaki duvar gazetesini aratmayan amatör bir bakış.
Ey haber merkezinin değerli editörleri!
Üzerinde yaşadığınız Türkiye topraklarında genelevler bizzat devletin izni ile resmi olarak çalıştırılır.
Vergiye tabiidirler.
Hatta bildiğim kadarı ile artık orada çalışan kadınlar da sigortalı olmak durumundadırlar.
Kahraman polislerimiz tarafından tutuklanan o kadınlara gelince, tamamen hayatta kalabilmek için bedenlerini satmaktalar.
Muhtemelen bazılarının çocukları bile var.
Ahlaki boyutuna gelince; yalan yanlış haberden, taraflı gazetecilikten daha fazla günahı yok.
Sağlıcakla kalınız

 

Maçımız Erkek Egemen Futbol Kültürüyle!

karsi-lig-soylesi2Karşı Lig üç sezondur Kadıköy Kalamış’ta oynanıyor. Lig’de mahalle dayanışmalarından, çeşitli politik gruplardan ve taraftan gruplarından oluşan 17 farklı takım forma giyiyor. Toplumu apolitikleştirme aygıtı olan endüstriyel futbolun tersine Karşı Lig politikadan beslenen, politik eylemlere dâhil olan, gündeme kafa yorup söz üreten ve dayanışmayı örmeyi hedefleyen alternatif bir lig. Lig’de küfür edilen hakemler yok, ne küfür ediliyor ne de hakemlerin kontrol mekanizmasına ihtiyaç duyuluyor. Oyuncular ve takımlar arası dayanışmayı kurarken kazanma hırsının unutulması hedefleniyor. Ancak hepsinden önemlisi futbolda tribünleri ve sahaları işgal eden erkekler ve erkek egemen kültüre inat, kadınlar da erkeklerle birlikte sahada top koşturuyorlar. Karşı Lig’in oyuncularından Şule Akın ve Aslı Öz ile Karşı Lig’de kadın oyuncu olmak ve sahada feminist mücadele üzerine konuştuk…
Söyleşi: Başak B.

 

 Karşı Lig’e katılmaya nasıl karar verdiniz?

Şule: Kadıköy civarındaki gezi sonrası kurulmuş dayanışmalar arasında altı takımdan oluşan kısa bir turnuva yapıldı ve o turnuvada her takımda bir kadın oyuncu oynayacaktı. Ben de o maçtan itibaren Yeldeğirmeni Dayanışması’nın takımı olan “Forza Yeldeğirmeni”nde oynamaya başladım.
Aslı: Futbolu hiç sevmiyordum ve oynamayı da düşünmüyordum. Yakın çevremdeki arkadaşlarımın Karşı Lig’de oynaması sebebiyle futbol fikrine biraz daha yakınlaştım ve Çapultura takımında oynamaya başladım.

 Karşı Lig’den önce futbol oynamış mıydınız?

Şule: Evet, üniversitedeyken salon futbol takımında oynamıştım.
Aslı: Hayır, oynamamıştım.

Devamını Oku…

Birlikte Eğleniyoruz! (Tekne Gezisi-Parti vb)

Sosyalist Feminist Kolektif İstanbul’da 3 Kasım 2008 tarihinde mekan açılışını birlikte eğlenerek yaptı. Mekan açılmadan 20 Eylül Cumartesi 1.Tekne Gezisini gerçekleştirdi. 2009-2010-2011-2012 ve 2014 yılı Aralık ayında ‘erken yılbaşı partisi’ düzenledi. 2008, 2009, 2010, 2012 ve 2013 yıllarında organize ettiği tekne gezilerinde feminist dostlarıyla buluştu. İstanbul’da 2011 yılında ‘yaza merhaba’ partisi yaptı. SFK Ankara, Adana ve Eskişehir’de de kadın kadına partiler düzenledi.

20 Eylül 2008 Tekne Gezisi/İstanbul

vlcsnap-2016-10-16-15h20m56s070-kopya

vlcsnap-2016-10-16-15h21m58s767

2 Kasım 2008 Mekan Açılışı/İstanbul

vlcsnap-2016-10-16-15h17m57s850vlcsnap-2016-10-16-15h18m26s599-kopya

2010_sfk_yilbasi-aralik2010

2010yilbasi

2012_tekne

17 Haziran 2012

2012_yaza

2012erkenyilbasi

20 eylül 2013

2013_tekne

2013ankaraparti

25 Aralık 2014

2014_25aralik2014

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor

54fcb8bef630990908cac0dbİstanbul Feminist Kolektif, hayatta kalmak için öldürmek, şiddete başvurmak zorunda kalan kadınların hikâyelerini, davalarını,  Ocak 2015- Ekim 2015 arasında her ay Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor raporuyla duyurdu. Aynı dönemlerde İstanbul’da ölmemek için öldürmek zorunda kalan Yasemin Çakal’ın, tecavüzcüyü öldüren Nevin Yıldırım’ın davalarını da takip eden İFK, bu raporlarla herkesi  madalyonun öteki yüzüne, bu şiddete karşı direnen kadınların akıbetini takip etmeye davet ediyor.

İFK Ocak 2015 raporunu şöyle duyurdu:

“Konumuz: Yıllardır maruz kaldığı erkek şiddetine, işkencelere ‘şiddetle’ karşılık vermek durumunda kalan, yaşamak için öldürmek zorunda bırakılan kadınlar…

Erkek şiddetinin, kadın cinayetlerinin hızı kesilmiyor. Ancak, bir yandan da her gün daha çok sayıda kadın hayatına sahip çıkıyor. Kendi özgürlük alanlarını büyütüyorlar.

Bir süredir, feministler olarak kadınların hayata tutunma çabalarını, erkek şiddetine direnişlerinin, özgürlük arayışlarının haberlerini, hikâyelerini öne çıkarmaya çalışıyor, Isparta’da Nevin ve İstanbul’da Yasemin’in davalarını takip ediyoruz.

Medyada yer alan haberler üzerinden bir derleme yaptık. Kendini korumak için erkekleri yaralayan, öldüren kadınların haberleri, devam eden davalar ve yargı kararları, konuyla ilgili eylemler ve örnekleri az da olsa erkek şiddetini izlemeyen, müdahale edenlerle ilgili haberler…

Bu ilk rapor, erkek şiddetiyle mücadele konusundaki tartışmalarımızda bize farklı yollar da açar diye umuyoruz. Her türlü öneri, eleştiri ve katkılarınızı bekliyoruz.”

İstanbul Feminist Kolektif’in 2015 yılında aylık olarak hazırladığı raporları, raporlarla ilgili yazıları ve raporlara konu olan kadınlarla söyleşileri, hayatlarına sahip çıkan kadınların hikâyeleri derlenerek, Güldünya Yayınları’ndan Kirpiğiniz Yere Düşmesin” / Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor adıyla yayınlandı.

Feminist Politika dergisinin son sayısının dosya konusu  “Çilem, Nevin, Yasemin, Hasret, Öykü… Kadınlar hayatlarına sahip çıkıyor” oldu.

Feminist Politika 28


Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Ocak 2015

Yaşamak için öldürmek zorunda bırakılıyoruz! Peki, biz şimdi sizlere ne mi sunmak istiyoruz? Yaşamları ve canları için mücadele eden kadınların; şiddet gördüğü evde, sokakta, mahallede erkekler engellenmediği için canlarına tak ederek ve genellikle de canını kurtarmak için şiddete başvurmak durumunda kalmış kadınların, medyada duyulan haberleri üzerinden aylık bir döküm sunmayı hedefliyoruz. Yani, kadınların tuzluk uzatmadığı, boşanmak istediği, dilediği kıyafeti giydiği, facebook hesabı açtığı, izinsiz sokağa çıktığı için öldürülmelerinin tam tersi bir yerden, şiddetten kurtulmak ve ölmemek için şiddete başvuran kadınların haberlerini paylaşacağız.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Şubat 2015

Kadınların direnişini ön plana çıkardığımız bir 8 Mart’ın daha ardından hayatına sahip çıkan kadınların haberlerine yer verdiğimiz bu ayki raporu paylaşıyoruz. Buradaki talebimiz, erkek şiddetini önlemek için aileyi değil kadını güçlendirecek, boşanmayı değil şiddeti engelleyecek politikaların oluşturulmasını yine ve yeniden gündeme taşımak. Biliyoruz ki şiddet uygulayan erkekler engellenemediği için kadınlar, kendilerini korumak adına şiddete başvurmak zorunda kalıyorlar. Şubat ayı içinde gördüğümüz meşru müdafaa yönündeki iki beraat kararı bizler için umut verici oldu. Bu vesileyle tekrarlıyoruz: Kadınların erkek şiddetine karşı çaresiz bırakıldığı erkek egemen sistemde, kendini kurtarmak için yaptığı her savunma bir meşru müdafaadır ve bu tavrın hukuktaki karşılığı cezasızlık olmalıdır!
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Mart 2015

Kadınların erkek şiddetine direnişi meşru müdafaadır!

Üçüncüsünü paylaştığımız bu raporda yine geçtiğimiz bir ay içinde, kendisini korumak, canını kurtarmak için şiddetine, tacizine maruz kaldığı erkekleri yaralamak ya da öldürmek durumunda kalan kadınların haberlerini derledik. Nevin’in, Yasemin’in ve başka kadınlarla ilgili devam eden davaların haberlerini ve erkek şiddetini izlemeyen, müdahale edenlerin haberlerini de bu sayıda
okuyacaksınız.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Nisan 2015

Biliyoruz ki sesini duyamadığımız, her gün en yakını tarafından erkek şiddetine maruz kalan pek çok kadın hayatına sahip çıkıyor! İstanbul Feminist Kolektif olarak 2015 yılının Ocak ayından beri kendini erkek şiddetine karşı savunan kadınların hikâyelerini topluyoruz. Bu hikâyeler, erkek şiddeti sonucunda öldürülmeye direnen, kendini şiddet kullanarak savunan kadınların hikâyeleri. Kadınlar artık son bir şans daha vermeyerek erkek şiddetinden kurtulmak için her yolu deniyorlar. Bu süreçte davasını yakından takip ettiğimiz kadınlardan biri de Yasemin Çakal. O da tıpkı Nevin gibi hayatına sahip çıkmak istedi ve bu nedenle yargılanıyor.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Mayıs 2015

Geçtiğimiz ay içinde yine kadınlar kendilerine yıllarca şiddet uygulayan, işkence eden erkekleri canlarını kurtarmak için öldürmek zorunda kaldı. Yine kendilerini taciz eden erkekleri yaralamak, kendilerini savunmak için şiddet uygulamak zorunda kaldı. Bizim Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor isimli aylık raporlarımızda ortaya koymaya çalıştığımız kadınların erkek şiddetine karşı kendini savunma hikâyeleri, sadece medyadan derleyebildiğimiz haberleri içeriyor. Oysa biliyoruz ki sesini duyamadığımız, her gün en yakını tarafından erkek şiddetine maruz kalan pek çok kadın hayatına sahip çıkıyor! Karşı geliyor, bağırıyor, yakınındaki başka kadınlardan destek istiyor, bazen de başka çıkış yolu kalmadığı için, şiddetten ve hatta öldürülmekten kendini korumak için erkeği yaralıyor, öldürüyor. Bu rapordakiler hayatına sahip çıkan kadınlardan sadece bazıları. Bizim bu raporla istediğimiz ise rakamların ötesinde bu hikâyeleri görünür kılmak.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Haziran 2015

Hayatlarımıza sahip çıkıyoruz! Bu ayki raporda yine kadınların erkek şiddetine karşı direniş hikâyelerini okuyacaksınız. Erkeklerin tacizinden bıkan üç kadın tacizi sonlandırmak için erkekleri yaraladı, bir kadın tacizciyi öldürmek zorunda kaldı. Kocasının şiddetinden yıllardır kurtulamayan,sığınağa yerleşse de kocasıyla barıştırılıp tekrar şiddet yuvasına dönmeye zorlanan bir kadın, toplumda kendisine karşı örülen erkek dayanışmasına inat, çocuklarıyla sokaklarda hayatını sürdürme mücadelesi veriyor. Bir öğrenci kadın, tacizci minibüs şoförünün Özgecan tehdidine karşı direndi, şiddeti engelledi. Kadınlar, erkeklerden gördükleri şiddete karşı kendilerini savunmak için boks öğrenmeye başladı. İşte tüm bu hikâyeler, kadınların erkek şiddetine karşı direnişlerinin çeşitli halleri… Hepsinin ortak noktasında aynı sıkıştırılmışlık, aynı çözümsüzlük var. Kadınlar sadece kendini savunmak için erkeği yaralamak ya da öldürmek zorunda kaldığında değil, tacize ya da tecavüze uğramadan, katledilmeden önce de erkek şiddetine türlü şekillerde direniyor. Her zamanki gibi tekrarlıyoruz, devlet erkek şiddetini engellemediği için kadınlar bu şiddetin içinden çıkacak yol bulamıyor. Aile, toplum, yargı bu şiddeti onayladığı, meşru gördüğü için kadınlar bu cendere içinde kendilerine bir çözüm yaratmak zorunda kalıyorlar.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

KADINLAR ERKEK ŞİDDETİNE DİRENİYOR!

Gün geçtikçe çok daha fazla sayıda kadın hayatına sahip çıkıyor, erkek egemenliğine direniyor. Kendine yeni bir hayat kuruyor. Erkek şiddetine karşı kendini savunuyor. Tüm bu karşı çıkışların erkek şiddetini artırıcı etkisi olsa da, kadınlar istemedikleri bir hayata artık ‘hayır’ diyor. Bazen bu direnişlerinde katlediliyorlar. Bazen de şiddet uygulayan erkeğe şiddetle karşılık veriyor, onu yaralıyor, öldürülmemek için öldürüyor.

2015 yılının ilk 6 ayında kadınlar 14 erkeği öldürmüş, 17 erkeği de yaralamış. Öldürülen erkeklerin tümü kadınların tanıdıkları erkekler, bazen kocaları, bazen sevgilileri, bazen eski sevgili ya da kocaları. Kadınların bir kısmı öldürdükten sonra kendisi teslim olmuş ve basına yansıdığı kadarıyla “pişmanım” diyen neredeyse yok. Kadınların hissettiği anlık bir cinnet değil. Kadınlar kendilerine başka bir yol bırakılmadığının farkındalar.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Temmuz 2015

Biz yaşadıklarımızdan, gördüklerimizden çok iyi biliyoruz ki, devlet erkek şiddetini engellemediği için kadınlar kendi canını kurtarmak zorunda kalıyor. Aile, medya, toplum, yargı erkek şiddetini meşru görüyor, kadınların yıllarca çektiği işkencelere “kader” deniyor. Kadınlara bu sıkıştırılmışlık içinde çare bırakılmıyor. Biz istiyoruz ki, bunun sıradan bir cinayet değil, meşru müdafaa olduğu anlaşılsın! İstiyoruz ki, kendisini sürekli tehdit eden tecavüzcüyü öldüren Nevin’e eli titremeden müebbet veren yargı, Çilem’in ifadesini iyi dinlesin, içinde bırakıldığı çaresizliği görsün, şiddet gördüğü erkeği öldürmek zorunda bırakılan kadınlar ceza almasın! Biz çoktan öğrendik de yargı ne zaman öğrenecek, “öldürmeseydi öldürülecekti?” demeyi?
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Ağustos 2015

İçinde yaşadığımız bu zor günlerde, her yanımız şiddet ve umutsuzluk sarmalıyla çevrilmişken, inatla hayatlarına sahip çıkan kadınların seslerini duyurmaya, gazetelerin satır aralarına sıkışmış cümlelerin içindeki hikâyeleri bulup çıkarmaya çalışıyoruz. Aşağıda paylaştığımız haberler ise sadece bulabildiklerimiz, duyabildiklerimiz. Kimisi boşanmak istediği için, kimisi cinsel ilişkiye girmek
istemediği için, kimisi de gördüğü şiddete daha fazla dayanamadığından kendi yaşamlarına dair karar verip hayatlarını savunmaya çalışan kadınların hikâyesi. Tıpkı Nevin, Yasemin, Çilem, Eda gibi… Bu hikâyelerde karşılaştığımız, öfkelerini ve uğradıkları haksızlıkları artık saklayamayan kadınların yaşadıkları erkek şiddetine karşı direniş biçimleriydi aslında. Peki, geçtiğimiz ay içinde neler mi gördük? Aldığı üç aylık uzaklaştırmanın bitmesini bekleyen Hasan’a karşı Eda’nın direnişini, ayrılması durumunda çıplak fotoğraflarını tehdit unsuru olarak kullanan Durmuş’a karşı Songül’ün direnişini ve yine Yalvaç’ta cinsel ilişkiye girmek istemediği için Osman’a karşı Gönül’ün direnişini, kocasının şiddetine maruz kalan Vildan’ın isyanını gördük. Ancak bu arada yargıya olan umudumuzu artırabilecek bir kararla da karşılaştık. Hem de beraatla sonuçlanan bir karar. Sakarya’da dört yıl önce kocasını öldüren G. Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin suçu meşru müdafaa sınırları içinde işlediği kararıyla beraat etti. G.’nin vücudunda yıllarca gördüğü işkenceye bağlı morluklar bulunuyordu. Kararın onaylanmasının ardından G., haksız yere tutuklu kaldığı süre için tazminat davası açtı. Davanın sonucunda ise G.’ye cezaevinde kaldığı her gün için 65 TL ödenmesine hükmedildi.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Eylül 2015

Kadınların hayatlarını savunma karşısında ise yargının ikiyüzlülüğünü, erkek adaleti görüyoruz. Kadın cinayetlerinde fail erkekler haksız tahrik  sığınarak bir kaç yılla kurtulurken, kocasını bıçaklayan Nurhan için mahkeme 13 yıl 4 ay ceza verdi. Trabzon’da bir kadın sokakta kendini takip eden tacizciyi ifşa ederek yardım isteyince çevredekiler olaya müdahil oldu. İstanbul Feminist Kolektif olarak takip ettiğimiz Yasemin’in davasında ise yeni bir gelişme yok. Maruz kaldığı sistematik şiddete dair rapor beklenirken, Yasemin günlerini hapishanede geçirmek zorunda kalıyor. Adalet erkeklerin lehine tesis ediliyor; erkek egemen düzenin her gün, çeşitli biçimde cezalandırdığı kadınlara reva görülen adaletsizlik yargı kararlarıyla katmerleniyor. Biz ise bu adaletsizliği ifşa ederek, kadın dayanışmasını örerek direniyoruz. Halen cezaevinde olan Çilem’in mektubuyla daha da güçleniyoruz: “Kadın arkadaşlarım, hiçbir zaman kirpiğiniz yere düşmesin”.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Feminist Politika 28

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor/Ekim 2015

Türkiye’de şiddet dozu yüksek bir dönemden geçiyoruz Biz kadınlar biliyoruz ki, şiddet özellikle de devlet tarafından meşrulaştırıldıkça, devletin ‘düşman’laştırdığı kadınlar başta olmak üzere tüm kadınların hayatına doğrudan etki ediyor. Ancak neredeyse bir senedir hazırladığımız bu raporla dikkat çekmeye çalıştığımız gibi artık kadınlar karşılaştıkları şiddete ‘yeter’ diyor, karşı geliyor. Ayrıca kadınlar eylemlerini inkâr etmiyor, kaçmıyor, erkekleri öldürdükten ya da yaraladıktan sonra genellikle ‘yapmadım’ demiyor, gidip teslim oluyor. Ve neden yaptığını anlatıyor. İşte tam da bu hikâyeleri, kadınların neden şiddete başvurduklarının hikâyesini ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Zira orada kadınların hayatlarındaki sıkışmışlık, hayatlarından sıkılmışlık, tükenmişlik, çıkışsızlık var.

Bu ay, haberlere yansıdığı kadarıyla kadınların hayatlarını savundukları, istemedikleri hayatlardan çıkmak için uğraştıkları, sıkıştırıldıkları kabuğu kırmak için şiddete başvurmak zorunda kaldıkları olayları derledik. Kadınların fiziksel şiddetine maruz kalan erkekler hemen ‘erkekler de şiddet görüyor’ argümanını öne sürebiliyorlar, F. tarafından yaralanan İ.S.’nin söylediği gibi, hatta İ.S.’nin
‘kendisinin karısına bir kere el kaldırmamasını’ bir lütuf olarak söylemesi de şiddetin ‘meşru’ öznesini ele veriyor. Kadınlar sadece fiziksel şiddet uygulayan erkeklere değil hayatlarını farklı şekillerde kısıtlamak isteyen erkeklere karşı da hayır diyorlar. Kredi kartını kullanmalarını, facebook’a girmelerini sınırlamaya çalışan adamlar, kadınların hayatları üzerindeki kontrollerini kaybetmek
istemiyorlar ve kadınlar buna direnip, ‘hayat benim’ diyor. Tıpkı ikisi de İstanbul’da yaşayan F. ve A. gibi. Aynı şehirde birbirlerinden habersiz bu iki kadın, bizim de hayatlarımız üzerindeki denetimin gündelik hallerini fark etmemizi sağlıyor.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.

Cizre’de Nur Mahallesi Düşerse Kadıköy’de Bağdat Caddesi de Düşmüş olacak!

cizreHülya Osmanağaoğlu

9 gün süren sokağa çıkma yasağı, evlerin aşırı sıcak banyolarında sadece alt bezleriyle yatırılan bebekler, kuyuların diplerindeki çamurlu suları tülbentlerle süzerek içen ve tek odaya sıkışmış onlarca insan, bahçede abdest alırken keskin nişancılarca vurulan yaşlı kadın, annesiyle babaannesinin ölülerinin arasında saatlerce yaralı yatan bebek… Daha niceleri… Hepsini okumuştuk gitmeden önce ama yaşayanlardan dinlemek bir başka ağırlık yarattı yüreklerimizde.

Barış için Kadın Girişimi’nin politik dayanışmanın yanı sıra duygu paylaşımını da olanaklı kılan ve hepimize “ne iyi oldu” dedirten örgütlenmesiyle 150 kadın Cizre’ye gittik. Yukarıda yazdıklarımdan çok daha fazlasını hem Cizre kuşatması süresince özgür medya hem de birlikte Cizre’ye gittiğimiz kadın arkadaşlar yazdı/yazıyor. Biraz gördüklerimden ne anladığımı/hissettiğimi paylaşmak istiyorum…

Devamını Oku…

Kadın Örgütlerine ve Feministlere… /2015 Kamp sonrası duyuru

Sosyalist Feminist Kolektif olarak sekizinci kampımızı 28-30 Ağustos 2015 tarihleri arasında Şile’de gerçekleştirdik. SFK deneyimini feministlere açacağımız, nasıl bir politik hat ve nasıl bir feminist örgütlenme tartışmasını da yürüteceğimiz bir sürece karar verdik. Bugüne kadar eylem birlikteliği yaptığımız sokakta yan yana geldiğimiz kadın örgütlerine ve feministlere geldiğimiz noktayı açıklamayı bir sorumluluk olarak değerlendiriyoruz. Bu süreçte Sosyalist Feminist Kolektif kurumsal adıyla yaptığımız tüm faaliyetleri durdurma ve bir örgütlenme olarak SFK’yı dondurma kararı aldık.

SFK kendisini yedi yıl boyunca bütünlüklü bir politika yapmaya çalışan, devletten-sermayeden ve erkeklerden bağımsız bir örgüt olarak tarif etti. Bunun yanı sıra kalabalık ve geniş bir örgütlenme modeline dönüştü.

Devamını Oku…

SFK 8. Kamp (28 – 30 Ağustos 2015)

img_1379-1

Bu sene 8.  kampımızı Şile Grand Otel’de 69 kişinin katılımıyla 28-30 Ağustos tarihleri arasında gerçekleştirdik.

Gündem başlıklarımız

SFK kurulurken neleri hedeflemiştik? Bu hedeflerin ne kadarını yapabildik ve yapamadık? Nerelerde yavaşladık, durduk?
Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 28/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 28 
DOSYA: Çilem, Nevin, Yasemin, Hasret, Öykü… Kadınlar hayatlarına sahip çıkıyor

4 Ankara’da artık ilk soru: Orada mıydın? / Hatice Erbay
5 Yeni dönem… Yeni bir barış mücadelesi… / Candan Yıldız
6 Yeni savaşlar ve özyönetim / Nazan Üstündağ
8 Rojava devriminden özyönetime kadınlar / Evrim Kurdoğlu
9 Devletin anneliği inşası: Britanya ve Fransa örnekleri / Deniz Ulusoy
11 Ataerkinin “kutsadığı”, sermayenin “fetişleştirdiği” kadınların becerikli parmakları Türkiye’yi büyütebilir mi? / Melda Yaman
14 Göçmen olmak, kadın olmak / Aslı Davas
DOSYA: Çilem, Nevin, Yasemin, Hasret, Öykü… Kadınlar hayatlarına sahip çıkıyor
17 Kadınlar hayatlarına sahip çıkıyor
19 “Anlatmak kolay mı, zor mu hiç bilen yok” / Hasbiye Günaçtı
22 “Sonunda bana kendini öldürttü.” / Çilem Doğan ile söyleşi: Fatoş Hacıvelikızı – Songül Yıldız
25 Hayatını savunduğu için cezaevinde: Yasemin Çakal / Söyleşi: Perihan Meşeli – Diren Cevahir Şen
27 “Biliyoruz. Direnmek her zaman daha güvenlidir” / Açelya Uçan
28 “Translar iki kere doğar” / Deniz Şapka 30 Hasret hayatta kaldı ve boşandı! / Filiz Karakuş
31 Şiddete direnmek: İtiraz, isyan, adalet / Nehir Kovar – Tuğçe Canbolat
33 Yaşam ve ölüm arasındaki kadınlar: Hep mi kadınlar ölecek? / Şöhret Baltaş
35 Nevin Yıldırım’la aramızdaki farklar / Nermin Yıldırım
37 Aynı bıçak: “Cepte taşınan” ve “mutfaktan kapılan” arasındaki fark / Cemre Baytok
39 Sahi ya, biz kimden müdahale bekliyoruz? / Ayşegül Taşıtman
41 Bu bir kahramanlık değil, direniş hikayesi
43 Erkek şiddetine, kalemin ve hafızanın gücüne inanarak meydan okumak / Gizem Aslan
45 Nasıl feminist oldum? / Ayfer
46 Kamu kurumları ve kadına yönelik şiddetle mücadele yöntemleri / Seda Çavuşoğlu
48 Feministlere… / Sosyalist Feminist Kolektif 49 Kamp Armen, Ermeni halkına iade edilmedi hâlâ / Reyhan Demir
50 Feminist sanatçılar vardır! / Zeynep Kaçar ile söyleşi: Tuğçe Eda
52 Kaybettiğimiz Zeliş’imizi bir yerlerde bulmak / Sezen Yalçın
54 Arkadaşıma Dokunma! / Ayşe Günaysu 56 Lezbiyen olma rehberi / Feride Güler
57 Feminizmi savunurken, feminizmi savuşturmak: Küçük Feministin Kitabı / Hande Öğüt
59 Bir kadın bir motosiklet on ülke / Asil Özbay
60 erktolia / Dilara Gürcü
61 Sorun küresel ve çok büyük olabilir, çözüm tek; dayanışma ve mücadele / Özgül Kaptan
62 Türkiye’den haberler
64 Dünyadan haberler
66 Feminist Politika dergisi nasıl çıkıyor? / Suzan Saner

“Ben de O Balık gibi Diyarbakır’dan İstanbul’a Düştüm”

hanimtosunSöyleşi: Nacide Berber

Hanım Tosun’un göç ve mücadele hikayesi uzun ve zorlu bir yol hikayesi. Feminist Politika’nın dosya konusu için Hanım’la bir araya geldik; paylaştığı hikayesi ve deneyimiyle biz de içimizde başka türlü yollar aldık… Bu memlekette alamadığımız yollar için de bir kere daha başımızı önümüze eğdik… Ama Hanım’ın hikayesi herkese olduğu gibi bize de güç verdi. Kendi deyimiyle ayakta kalmak, mücadeleye devam etmek ve anlattıkları üzerine ek hiçbir söze gerek olmadığı için hemen sözü kendisine veriyoruz. *

Devamını Oku…

Fuat Uğur ve Kadın Düşmanı Erkekler

Women gather for 8th March demonstration in Beyoglu. Women in Turkey still struggle for their rights against discrimination, oppression and patriarchal system which draw women away from political, economical and social life. They continue to raise their voices against increasing domestic violence, sexual harrasment, rape, honour killings, being discriminated because of their sexual choices. poverty, invisible labor at home, cheap labor at work and war in general.

Women gather for 8th March demonstration in Beyoglu. Women in Turkey still struggle for their rights against discrimination, oppression and patriarchal system which draw women away from political, economical and social life. They continue to raise their voices against increasing domestic violence, sexual harrasment, rape, honour killings, being discriminated because of their sexual choices. poverty, invisible labor at home, cheap labor at work and war in general.

Bu yazı, Türkiye Gazetesi yazarı Fuat Uğur’un 13 Ağustos tarihli ‘ Figen Yüksekdağ ve ruh kanseri kadınlar ‘ başlıklı yazısına istinaden yazıldı.

Devamını Oku…

Bir Kadın Olarak Susmuyoruz

1-1438196826Diren Cevahir Şen

CHP’nin çağrısı ile olağan üstü gündemle dün, yani 29 Temmuz 2015 günü toplanan 25. Dönem TBMM’si, bu ilk toplantısıyla barış umutlarını bu coğrafyada belki de ilk kez yeşerten çatışmasızlık sürecinin devamına ve barışa yönelik ortak bir adım atmaktan çok uzaktı. AKP’li ve MHP’li milletvekilleri ölümlerin araştırılmaması yönünden oy kullanıp bolca HDP’li vekillere sataştı, HDP’lilerin konuşmalarını böldü.

Sonra sahneye halihazırda milletvekili olmayan ve görevi yeni hükümet kurulana kadar “geçici” olarak hükümet etmek ve koalisyon görüşmeleri için ortam hazırlayıp ülkeyi diğer seçime sağ salim götürmek olduğu halde üzerimize bombalar yağdırma hükümeti olan AKP hükümetinin başbakan yardımcısı Bülent Arınç çıktı.

Kadınlara yönelik düşmanca, tehditkar ve aşağılayıcı tavırlarıyla bilinen, bu mevzudaki sabıkası hayli kabarık olan Bülent Arınç, HDP Diyarbakır Milletvekili Nursel Aydoğan’a yönelik “Hanfendi sus. Bir kadın olarak sus, sus!” diye bağırarak kadınlara karşı ne kadar nefret dolu olduğunu yeniden gösterdi. Bundan tam 1 sene önce partisinin bir il kongresinde “Kadın dediğin iffetli olur, kalabalıkta kahkaha atmaz.” diyen Bülent Arınç, dün de bu tavrını meclise taşıyarak, yine tüm kadınları azarladı, kadınlara had bildirdi, ayar verdi ve parmak salladı.

Bülent Arınç meclisi de halk arasındaki tabirle sadece erkeklerin at koşturabileceği bir alan sanıyor olabilir. Lakin meclis, yarısından fazlası kadın olan ülkenin iradesiyle seçilen bir meclis. Netice olarak meclis bir “erkek” meclis olsa da bu dönem o mecliste %40’ı kadın vekillerden oluşan bir HDP grubu var. O kadınlardan biriyse dün itiraz ediyor, susmuyor, konuşuyor diye Bülent Arınç tarafından azarlanıyor.

Tüm bunların ardından sosyal medyada başlayan ve geniş etki yaratan #BirKadınOlarakSusmuyorum hashtag eylemi ve gelen tepkiler üzerine Arınç, “HDP’li kadın vekiller şov yapıyor.” diyor. Özür dilemesini beklemiyoruz elbette. Özür dilemek derin bir pişmanlık içerir zira. Ve fakat kadına yönelik nefret söylemi geçmişi ortada olan bir Arınç pişman olacağa, hicap duyacağa da benzemiyor. Aksine kendisi her geçen gün bu nefret söylemini yeniden üretiyor.

Uğradığı taciz/tecavüz sonrası bunu haykırdığında “Yalnız başına gezmeseydi, mini etek giymeseydi, hareketlerine dikkat etseydi”lerle suçlanan, bunlarla itham edilmekten korkup uğradığı tecavüzleri yıllarca anlatamayıp susup sonunda canına “tak” eden ve “o” erkeği öldüren kadınlar artık susmayacaklar, daha çok konuşacaklar. Kendilerine “görev” biçilen rolleri kabul etmeyecekler. Evde, sokakta, iş yerinde ve mecliste erkek/devlet şiddetine ve savaşa karşı, barış için mücadele etmekte kararlılar. Sallanan parmakları indirmeye, verilen ayarları bozmaya da…

Oy isterken kadınları es geçmeyen, en çok da kadınların oyuna ihtiyaç duyup, seçim çalışmaları sırasında kadınlara türlü vaatler verip meclise girince kadınları azarlayan Bülent Arınç ve onun hemcinsleri şunu iyi bilmeliler: Kadınlar bedel ödeyerek bugünlere geldiler ve mücadeleyi daha da ileri taşıyacaklar. Kadınlar erkek/devlet şiddetine karşı yek vücut konuşmakta, itirazlarını sunmaya, sokaklara çıkıp haykırmaya, itaat etmemeye ve bir kadın olarak susmamaya da kararlılar.

Asma Yaprakları, Elmalar ve Kadınlar

mevsimlikDemet Özmen

…Bir Anadolu efsanesine göre bir kadının çocuğu hastalanır, hekimlere başvurur bir çare bulamaz. Hekimlerden biri vahşi ve evcil hayvanların sütlerinin karışımını çocuğa içirmesini söyler. Kadın dağ dağ, diyar diyar gezer ve süt karışımını bulur ama geç kalmıştır. Çocuğunu kaybeden kadın süt karışımını bahçeye döker. Bahar vakti ekinlikten şimdiye kadar görmediği bir bitki çıkar. Kadın bu fidana çocuğunun hatırası olarak bakıp büyütür. Birkaç yıl sonra bitki kol atar meyve verir. Kadın meyvenin tadına bakar çok beğenir. Bir kısmının suyunu çıkarır, şişelere koyup tavan arasına kaldırır. Birkaç yıl sonra tavan arasına çıktığında unuttuğu şişeler gözüne takılır ve onu içince neşelenip oynar, nara atıp şarkı söyler. Sesi duyan eşi, komşuları da şişede kalmış üzüm şırasından içip aynı şekilde davranırlar…

Devamını Oku…

Onlar hala HEMŞİR

balkesir-1987-k-eczaclarÖzlem Gassalkızı & Hasbiye Günaçtı

Bütün kadınların, ama önce sağlık hizmeti alanında çalışan kadınların bu güne gelirken nasıl engellediğini; yolunun nasıl kesildiğini ve nasıl yok edildiğini anlatan kitapta (Cadılar Büyücüler Hemşireler) şöyle bir cümle var:

“Bizim öykümüzü anlamak, yeniden savaşmak zorunda olduğumuzu anlamak demektir”

Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 27/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 27

DOSYA: Kadınların yol hikayeleri

4 Bu daha başlangıç… Filiz Kerestecioğlu ile söyleşi: / Firdevs Hoşer / Diren Cevahir Şen
8 İmam nikahı kararı: Freni patlamış patriyarka / Selin Nakıpoğlu
10 Hayatımıza neden sahip çıkıyoruz? / Begüm Acar
12 mutfak cadıları: SeraPool’de direnen kadınlar, sendikacılar, feministler / Necla Akgökçe
13 mutfak cadıları: Ev kadınlarına emeklilik hakkı / Filiz Karakuş – Yeşim Dinçer
14 Beden: Cinselliğim benim mi? / Feride Güler
16 Nasıl Feminist Oldum? Dünyayı güzellik kurtaracak, bir kadını sevmekle başlayacak her şey / Zeynep Ekin
DOSYA: Kadınların yol hikayeleri
18 “Mahreminiz yanınızda mı hanımlar?” ya da “Seyahat engeliniz var mı?” ya da “Gitmeyi sevmek” / Elif Can
20 Yurtdışına okumaya gitmek / Deniz
21 Yurtdışına çalışmaya gitmek / Berrin
22 “LGBT mülteciler diğerleri gibi değil” / Yas Asemoon ile söyleşi: Cemre Baytok – Suzan Saner, Çeviri: Feride Eralp
23 Pippa’nın yolu… / Hilal Esmer
25 Sömürü, taciz ve sınırdışı korkusu arasında göçmen kadınlar / Emel Coşkun
27 Bizimkisi bir göç hikayesi / Perihan Meşeli
28 Göç yolları / Ülkü Sarıca
29 Almanya’da göçmen işçi kadınların göç hikayeleri / Gülay Toksöz
30 Aaa kadın taksici! / Çiğdem Akman ile söyleşi: Umut
32 Gökyüzünde cinsiyetçilik / Eylem Ateş
33 İki teker üstünde / Esra Ertan
34 Ne güzeldir yollarda olmak şimdi… / Enise Şeyda Kapusuz
35 Kadın seyyahlar / Umut
37 Konar – göçer Sarıkeçililer’de kadın ve göç / Ayşe Hilal Tuztaş Horzumlu
39 Kadın fındık işçileri / İclal Ayşe Küçükkırca
41 “Ben de o balık gibi Diyarbakır’dan İstanbul’a düştüm” Hanım Tosun ile söyleşi: / Nacide Berber
42 Kadınların meclis yolculuğu / Söyleşi: Candan Yıldız – Öznur Subaşı
46 Uluslararası sularda kürtaj / Hazal Atay ile söyleşi: Öznur Subaşı
48 Yaban (Wild): Bir kendine dönüş hikayesi / Gülhan Davarcı
49 Kadınların masalsı hareketi / Suzan Saner – Yeşim Dinçer
50 Çocukla ve kocayla “tatil”? / Dişeps
51 Amargi dijital alemde / Aksu Bora
52 Ağlayan gelin – ters lale / Anita Toutikian ile söyleşi: Özlem Kaya
53 Bellek: Bir seçim deneyimi: Vesikalılarla feministlerin buluşması / Lale Bakırezer
55 Mor Çatı’dan: 25 yıldır Mor Çatı / Açelya Uçan – Feride Güneri
57 Kadınlık halleri: Annelik yolum / Zoraki Dikenligül
59 Kitap: Mavi Kumru Moteli’nin kadınları / Hande Öğüt
61 Kitap: Ne salt arşiv ne de bir dizi metin: Feminizm Kitabı / Ayşe Panuş
62 Türkiye’den haberler
64 Dünyadan haberler
66 Çeviri: / Ayşe Yılmaz

 

AKP’nin “Makbul Kadın” Dayatmasına Hayır!

photo_816054048480772Sosyalist Feminist Kolektif 2014 yaz kampında 2014-2015 döneminde sürdüreceği kampanya gündeminin ne olacağı üzerine bir tartışma yürütmüştük. Kampanya başlığı olarak da ‘Özgür Kadınlar – Özgür Mekanlar’, ‘Özgür Kent- Özgür Kadın’, ‘Aile, Ev, TOKİ, AKP, AVM Kıskacında Kadın’ önerileri ortaya atılmıştı. Kadınların kent çeperine itilmesi ve bunun kadınların hayatını ekonomi, ulaşım gibi etkenler yoluyla zorlaştırması konuşulmuştu. Kamp sonrası çıkardığımız Feminist Politika 24. sayının dosya konusunu da ‘Aile-AVM-AKP Kıskacında Kadınlar’ olarak belirlemiştik.

Kampta belirlediğimiz kampanya önerisi gerçekleşmedi. SFK’nın Kasım, Aralık ve Ocak aylarında yaptığı aktif tartışmaların ağırlıklı konusu ise AKP’nin muhafazakâr ve aile vurgulu politikaları oldu. O dönemlerde değiştirilen yönetmelikle, ilkokullarda kız öğrencilerin başlarını örterek derse girmelerinin serbest bırakılması da SFK’da muhafazakârlık ve dini muhafazakârlık tartışmalarını tetikleyen uygulamalardan birisiydi.

AKP iktidarının kadın politikaları her gün yeni bir icraatıyla ve söylemiyle gündemimizden düşmüyordu. AKP, biz kadınları ayrıştırarak ‘makbul/makbul olmayan’ şeklinde karşı karşıya getirmeye çalışıyor ve ‘makbul olmayan’ kadınların yaşam alanlarını günbegün daraltıyordu.  SFK olarak 21 Şubat 2015 tarihinde Karaköy Mimarlar Odası’nda “AKP’nin ‘Makbul Kadın’ Politikasına Karşı Feminist Forum” düzenledik.

Feminist Politika 26.sayı (Mayıs 2015) dosya konusu “AKP’nin ‘makbul kadın’ politikaları” olarak belirlendi. Mayıs ayında da ‘makbul kadınlık dayatması’ üzerinden iki haftalık mini  kampanya yürüttük.

“Makbul kadın’ dayatmasına hayır diyoruz” başlıklı, “7 haziran seçimlerinde emeğimizi, bedenimizi ve hayatlarımızı savunmak için AKP’ye hayır diyeceğiz” alt başlıklı bildirilerimizi hazırladık.
Kampanyaya, 10 Mayıs 2015 tarihine denk gelen Anneler Gününde bir sosyal medya eylemi ile başladık. Sosyal Medya görsellerimizi ‘makbul kadınlık dayatması’ üzerinden çeşitlendirdik. 15 Mayıs tarihinde sosyal medya eylemimizi tekrarladık.photo_815559828530194

16 Mayıs’ta Beşiktaş pazarı çıkışında stant kurduk. Standımızda, dosya konusu “AKP’nin makbul kadın politikası” olan dergimizi sattık, bildirilerimizi dağıttık. HDP 2. bölge milletvekili adayı feminist arkadaşımız Filiz Kerestecioğlu da standımızı ziyaret etti. (Sosyalist Feminist Kolektif’in “AKP’nin ”Makbul Kadın” Dayatmasına Hayır!” kampanyası için Beşiktaş’ta yaptığı eylemin videosu)

19 Mayıs’ta Kadıköy Salı pazarında bildiri dağıttık.

Mini kampanyamızın son eylemini Kadıköy Bahariye’de yaptık. Bildiri dağıttık. Standımıza uğrayan kadınların
‘Makbul kadın olmayacağız’ hatıra pankartıyla fotoğraflarını çektik. SFK ritim grubunun sokak konseriyle de mini kampanyamızı sonlandırdık.

Derleyen: Filiz Karakuş

Sosyal Medya Görselleri/ “Makbul Kadın” Dayatmasına Hayır!

AKP’nin “Makbul Kadın” Dayatmasına Hayır! /Mayıs 2015

sfk-anneler-gunu-sosyal-medya7 Haziran seçimlerinde biz kadınlar emeğimizi, bedenimizi ve hayatlarımızı savunmak için oy kullanacağız!
Eğer AKP’ye oy verirsek neye oy vermiş, neye ‘evet’ demiş olacağız? ‘Makbul kadın’ olmaya.
Yani;
Ne zaman evleneceğine, kaç çocuk yapacağına, ne zaman ve nasıl doğuracağına, nerede ne kadar güleceğine ve ne giyeneceğine devlet büyüklerinin karar verdiği, kocasının babasının sözünden çıkamayan, çıkmaya kalktığında dayağı, azarı, ölümü göze alan, gardiyanı erkek olan hapishanelerde müebbet almış kadın olmaya.

Hükümetin istediği gibi, ya ‘makbul kadın’ olacaksın ve hizaya geleceksin ya da erkek şiddetine razı olacaksın.
Çünkü Tayyip Erdoğan ve AKP’li yöneticiler, giydiğimiz kıyafetten attığımız kahkahaya kadar bütün özlemlerimizi, arzularımızı, davranışlarımızı kontrol altında tutma; ceza ve ödül mekanizmalarını erkeklerle birlikte bizzat yürütme niyetindeler.
Kadınların esas görevinin aile içinde konumlanmak olduğuna ilişkin ideolojik hegemonyayı güçlendirmek, kadınları ücretli emek gücü içinde eğreti bir bileşen haline getirmek ve kadın emeğinin değerini daha da ucuzlatmak istiyorlar.

Devamını Oku…

“Makbul Kadın” Dayatmasına Hayır!/Bildiri

AKP’nin ‘makbul kadın’ dayatmasına hayır!

7 Haziran seçimlerinde biz kadınlar emeğimizi, bedenimizi ve hayatlarımızı savunmak için oy kullanacağız!

7 Haziran Genel Seçimlerine sayılı günler kala tekrar hatırlatıyoruz.

Bize çizilen makbul kadınlık sınırlarını tanımıyoruz.

Evli, mümkünse üç çocuklu, evi çekip çeviren, yatakta seksi, dışarıda hanımefendi, hamarat, çocuk ve yaşlı bakımını ‘ah’ demeden üstlenen, itaatkâr, ücretli çalışsa da ev işi ve bakım hizmetlerini ihmal etmeyen, annelik kariyerinden vazgeçmeyen, hamileyken gezmeyen, boşanmaktansa ömür boyu köleliği göze alan ‘makbul kadınlar’ olmayacağız.

‘Makbul kadın’ olmak için flörtten, kahkahamızdan, dekoltemizden, gezmemizden, kürtaj hakkımızdan, sevişmekten, kızlı erkekli oturmaktan, evlenmemekten, hemcinslerimize âşık olmaktan, erkek şiddetine karşı meşru müdafaadan, hayatımıza sahip çıkmaktan vazgeçmeyeceğiz.

Aile değil, kadınız! Anne değil, kadınız!

AKP hükümeti aile merkezli politikalarıyla kadınların, aileye ve erkeklere bağımlılığını güçlendiriyor. Yere göğe koyamadıkları çekirdek aile, kadınların ve çocukların erkek şiddetine, cinsel saldırı ve istismara maruz kaldıkları bir yer aynı zamanda. AKP sadece sistemli söylemiyle değil, kurduğu mekanizmalarla, yasalarla kadın erkek eşitsizliğini derinleştiriyor. Genel ahlak, fıtrat, aile değerleri kadınları ezmenin, güçsüzleştirmenin gerekçesi oluyor.

Hükümet ve Diyanet işbirliğiyle yürütülen evlilik ve aile danışmanlığı, kadının aileye ve erkeğe olan bağımlılığını pekiştirmeye yarıyor. Erkek şiddetini meşrulaştırıyor. Boşanmak istedikleri için kadınlar her gün öldürülürken, hükümet ‘boşanma ombudsmanlığı’ kurup boşanmaları engellemeye çalışarak kadınların can güvenliğini tehlikeye atıyor. Aile’siz kadını yok sayan politikalar, kadınların güvencesiz, istikrarsız, düşük ücretli işlerde çalışmasına neden oluyor. Bütün sosyal politikalar, bakım hizmetlerinin kadınların görevi olduğu kabulü üzerinden oluşturuluyor.

Ailenin devlete olan ihtiyaçlarını azaltan, bakım hizmetlerini kadının yüklendiği geleneksel aile, kadınlara değil erkeklere, devlete ve neoliberalizme yarıyor.

AKP’ye rağmen direniyoruz!

Kadınların fıtratında direniş var!

Çekin kirli ellerinizi üzerimizden! Bedenimize, emeğimize, kimliğimize dokunmayın!

Makbul/makbul olmayan diye kadınları bölmenize izin vermeyeceğiz.

Ne sözde eşitlik ne sözde adalet istiyoruz!

Kimseye çocuk borcumuz yok, hele hükümete hiç yok!

Ev kadınlığı en büyük kayıt dışı çalışma! Hem 7-24 durmadan, hem güvencesiz! Ne kıdem var ne emeklilik! Önce borçlarınızı ödeyin. Devletten, sermayeden, erkeklerden alacaklıyız!

Biz kadınlar; Ne itaatkârız ne sabrımız kaldı!

Hükümetin bütün engellemelerine ve biz özgür kararlar verdikçe erkek şiddetine maruz kalmamıza rağmen; Gücümüzün farkındayız!

Üç çocuk, beş çocuk doğurma baskısına rağmen, doğurmak istemiyorsak doğurmuyor, istediğimiz kadar çocuk doğuruyoruz! Emin olun, tek mesleğimiz annelik değil!

Evlenmeden çocuk yapan, boşanan kadınların sayısı giderek artıyor!

Her gün daha çok sayıda açık eşcinsel ilişki yaşanıyor! LGBTİ Hareket güçleniyor!

Siz, erkek şiddetini önleyemediniz ama kadınlar erkek şiddetine karşı direnme yollarını buluyor.

Siz, kürtaj hakkını engellemek için uğraşadurun, kadınlar güvenli, erişilebilir, ücretsiz kürtaj hakkı için sokaklara döküldü. Kürtaj haklarına sahip çıkıyor ve kullanıyor.

Feminist hareketin sözü, eylemleri kadınlarla yavaş yavaş buluşuyor. Kadınlar hayatlarını değiştirmek için çabalıyorlar.
Biz kadınlar; Hayatlarımız, özgürlüğümüz, kurtuluşumuz için mücadeleye devam edeceğiz!

Yaşasın Feminist Mücadele!

‘Makbul Kadın’ Olmayacağız!

Sosyalist Feminist Kolektif/ 15 Mayıs 2015

Kadın Katillerine İndirim, Nevin’e Müebbet!/29 Mart 2015

KADIN KATİLLERİNE İNDİRİM, NEVİN’E MÜEBBET!

Nevin Yıldırım’ı artık herkes tanıyor!

Tecavüze uğrayan, tehditle, silah zoruyla bu “ilişki”ye mahkum edilen kadın…

Yaşananlar bütün köy tarafından bilindiği halde, topluca görmezden gelinen, arka dönülen kadın…

Bu nedenle Nevin, tecavüzcü Nurettin Gider’i öldürdükten sonra başını bir çuvala koymuş ve meydandaki köy kahvesinde gün boyu hakkında dedikodu yapan adamların önüne fırlatmıştı.

İstanbul’un merkezinde ya da Yalvaç’ın bir köyünde, tecavüze uğrayan, hamile kalan bir kadının seçenekleri nedir? Köy halkı tarafından taşlanarak öldürülmek, “namus” bahanesiyle en yakınları tarafından katledilmek, yargıya başvurduğu durumda “rızan var!” diye geri çevrilmek…

Nevin Yıldırım, ailenin, toplumun, yargının bizi sıkıştırdığı o cendereden kurtulmak, yaşadıklarını değiştirmek için çareyi, tecavüzcü erkeği öldürmekte aradı.

Nevin Yıldırım’ı artık herkes tanıyor! Erkek yargı tarafından bırakalım meşru müdafaayı, iyi hal indirimi uygulanması bile çok görülen kadın!

Pek çok şehirde kadınlar sokakta…Çünkü yargının ikiyüzlülüğüne, erkek katillere bol keseden dağıttığı “haksiz tahrik” ve “iyi hal” indirimlerini, yargılanan kadın olduğunda evde bırakmasına ÖFKELİYİZ…

Nevin’i tecavüzcüye karşı korumayan devletin, Nevin’le dayanışmak için giden kadınlara Yalvaç Adliyesinin kapısında kurduğu polis barikatını, aralarında çok sayıda avukat da olan kadınları keyfi olarak adliyeye dahi almayışını, Yalvaç Başsavcısı Mustafa Manga’nın “dağıtın” talimatı vermesi üzerine, 4 kadının yaralanmasına neden olan şiddetini tanıyoruz.

Ama hayatına sahip çıkan kadınlara ve/veya onlarla dayanışan kadınlara verdiğiniz “mesajı” UMURSAMIYORUZ…Bunu böyle bilin!

Kadın düşmanı, cinsiyetçi yargıya bir kez daha soruyoruz; Erkek şiddeti davalarında verilen cezaları “haksız tahrik indirimi”, o da yetmezse “iyi hal indirimi” ile kuşa çeviren yargı sistemi, söz konusu kadınlar olunca neden cimrileşiyor? Kendisine karşı bir dünyaya rağmen mahkemede ayakta durabilen Nevin’in iyi hal indirimi bile almamış olması, onlarca kadın katilinin yaptığı gibi takım elbise giyip pişmanlık beyanlarında bulunmadığı için mi?

“Cilveli saat sorduğu”, “telefonla mesajlaştığı”, “tuzu fazla kaçırdığı”, “mini etek giydiği”, “boşanmak istediği”, “aldattığı” gerekçeleriyle öldürdüğünü söyleyen kadın katillerine kolayca uygulanan haksız tahrik indirimi, bir kadının tecavüze uğramasını, şiddet ve tehdit altında rızası olmayan bir “ilişkiye” zorlanmasını, haksız tahrik indirimi için neden yeterli koşul saymıyor?

Çok değil, duruşmadan bir gün önce (24 Mart 2015 tarihinde), 24 yıldır evli olduğu Fatma’yı öldüren katil Kemal Balaban’a, cinayeti “haksız tahrik” altında işlediği gerekçesiyle haksız tahrik indirimi uygulayıp ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını 10 yıla indiren yargı, bir gün sonra Nevin’e müebbet hapis cezasını eli titremeden veriyorsa, kadınların kendi adaletlerini sağlamak dışında seçenekleri kalıyor mu?

Bir gün arayla verilen bu iki karar arasındaki fark, kadınların yaşam haklarının yok sayılması, erkeklerin kollanması değil de nedir?

Öldürülmeyen kadınların hayatlarının erkek yargı tarafından çalınmasına, hayatta kalmayı başardığımız durumda bile en ağır bedelin bizlere ödetilmesine itiraz ediyoruz!

Bir kez daha duyana duymayan ilan ediyoruz; Nevin gibi pek çok kadın hayatta kalmak için, hayatına sahip çıkmak için erkek şiddetine direniyor ve direnmeye de devam edecek!

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu
#KadınKatliamıVar

29 Mart 2015/Galatasaray-Taksim

 

AKP’li Öznur Çalık’a Soruyoruz: Neden Özgecan’ın Öldürülmesine Göz Yumdunuz?

ak_partili_calik_kadin_cinayetleri_artmadi_gorunurlugu_artti_h19257513 yıllık AKP iktidarı döneminde kadın cinayetlerinin görünürlüğü arttı diyorsunuz. Peki, istatistiklere de yansıyan bu görünürlük neden arttı? Çünkü, biz kadınlar artık erkek şiddetine itiraz ediyoruz. Sessizce boyun eğmiyoruz. Erkek şiddetinin kendi utancımız olduğunu öğreten erkek egemen ideolojiye karşı haykırıyoruz. Sokaklara dökülüyoruz. Polisten, yargıdan ve devletin diğer kurumlarından bizi korumasını talep ediyoruz. Kocamız, nişanlımız, ya da sevgilimiz olan bir erkeğin şiddetine ya da tecavüzüne maruz kaldığımızda devletin görevini yapmasını bekliyoruz.

Devamını Oku…

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2015

54fcb8bef630990908cac0dbDİRENİŞİMİZDEN, MÜCADELEMENİZDEN GERİ DÖNÜŞ YOK!

Kadınlara yönelik saldırılar süredursun, bizler 13. defa Feminist Gece Yürüyüşü’ndeyiz, yine sokaklardayız, hep sokaklardayız!

Yine zor bir yıl geçirdik. Kadın cinayetleri katliam düzeyine vardı. Eşit değilsiniz, fıtrata aykırı, kahkaha atmayın, aman sakın kürtaj olmayın diye diye öldürttüler, öldürdüler kadınları. Özgecan’ın ardından kınama mesajları gönderenler, kadın cinayetlerindeki sorumluluklarını hiç sahiplenmedi. Cani dedikleri adamın kendilerinden biri olduğunu, kadınların ne yapıp ne edeceğine karışanların erkek şiddetini körüklediğini görmek istemediler. Beslediğiniz erkek egemenliği Özgecan’ı aramızdan aldı, her gün tüm kadınların hayatlarını tehdit ediyor.

Kadın düşmanlığı, hükümetin “aile paketi”nde, toplu taşımada, değerler eğitiminde, mecliste, evde, sokakta…hayatımızın her alanında bizlere saldırıyor.

Fakat biz bugün burada tüm bu saldırılar karşısındaki direnişten, erkeklere, AKP’ye rağmen hayata tutunma mücadelemizden söz etmek istiyoruz.

AKP hükümeti istihdam politikalarıyla, “kadınlar erkeklere emanettir,” söylemleriyle kadınları evliliğe, aileye mahkum etmek istiyor. Evlenene, çocuk doğurana altınlar, teşvikler; evlenmiyorsanız hayatı size zorlaştırmak için kısıtlanmış sosyal haklar… Bizim bu yalanlara kandığımız yok, kendi istediğimiz hayatları kurmanın mücadelesini veriyoruz, dayanışmasını kuruyoruz. Evlenmeyen kadınların sayısı her geçen gün artıyor.

Evlen diye tutturan boşanmaya da engel oluyor. Boşanma ombudsmanlığı kuran devletten, “yuvanı yıkma, bir şans daha ver,” diye akıl veren komşuya, boşanmak güçleştiriliyor. Kadın cinayetlerinde en sık okuduğumuz öldürme sebebi, kadının boşanması ya da boşanmak istemesi. Bunca engele rağmen AKP’nin korkulu rüyası gerçek oluyor, kadınlar boşanmaktan vazgeçmiyor.

Esnek çalışmalı, doğum yardım ve izinli yeni paket gözümüzü hiç boyamadı. Kadın istihdamına esnek ve güvencesiz hale getirdiğinizi, bunun sonucunun, ücretli ve ücretsiz emeğimizin daha fazla sömürülmesi demek olacağını görüyoruz. Yalanlarınıza kanmıyoruz.

Kadınlara üç çocuk, beş çocuk doğurma baskısı, devletin en üst katlarından yapılırken, anneliğin bir kadının hayatındaki en önemli kariyer olduğu telkin edilirken, biz kadınlar, “bedenimiz bizimdir, hayatımızla ilgili karar hakkı bizim” diyoruz. Kürtaj yasağının meclisten geçmesine yol vermedik. Bunun üzerine fiili kürtaj yasağı başlatıldı, koca İstanbul’da sadece üç hastane isteğe bağlı kürtaj yapıyor. Biz bunu ifşa edince, Sağlık Bakanlığı hastanelerin işlediği bu suçu engelleyeceğine, feministlere yalancı dedi. Bizse haklarımızın takipçisi olmaktan da, bu yasağa karşı birbirimizle dayanışmaktan da vazgeçmiyoruz.

Erkek şiddetine karşı kadınlar susmadı! Susmayacak! Kadınlar şiddete maruz kaldıklarında haklarını daha çok kullandılar. 2013’te erkeği karakola şikâyet eden kadın sayısı 82 bin 205 iken 2014’te 118 bin 14 oldu.

Medyanın bile yer yer  ‘erkek terörü’ diye duyurmak zorunda kaldığı kadın katliamlarına karşı örgütlü sesimiz daha da yükseldi. Kadın cinayetleri davalarında haksız tahrik, yani erkeklik indirimi uygulayan erkek yargı, kadınların örgütlü mücadelesinden korkmaya başladı. “Karı koca arasına girilmez,” tavrının, kadınların öldürülmesine giden süreci hazırladığı gerçeği daha görünür oldu. Şiddeti izlemeyip müdahale edenler arttı.

Hayatta kalabilmek için kendilerine şiddet uygulayan erkekleri öldüren kadınların hikâyelerini duyar olduk. Erkek şiddetine karşı meşru müdafaa haktır!

Kızlı erkekli yaşayamazsınız dediler, sana ne dedik. Kızlı erkekli de yaşıyoruz, hemcinslerimize de aşık oluyoruz. Homofobik baskılara, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin anayasaya konmaya çalışmasına gösterilen dirence rağmen buradayız dedik ve on binler onur yürüyüşünde yürüdü, yeni LGBTİ inisiyatifleri kuruldu. Trans cinayetlerine karşı örgütlü mücadeleye devam edildi.

Yanı başımızda büyüyen Kobanê direnişine damgasını vuran kadınlar, mücadele azmimizi artırdı. Sadece IŞİD’e değil, Ortadoğu’da kadınları ezen erkek egemenliğine karşı, Ortadoğu’nun tüm kadınları için savaşan YPJ, sınırın öte yanındaki bizleri güçlendirdi, kendi gücümüzü hatırlattı.

Bütün bu güçlenme, mücadele ve direniş, kadın düşmanı ve aile merkezli AKP’ye rağmen, AKP’nin bizleri nefes alamaz hale getirmeye çalışan politikalarına rağmen gerçekleşti.

Bugün Türkiye’de kadın düşmanlığının yanı sıra, bizzat cumhurbaşkanı tarafından feminizm düşmanlığı da yayılmaya çalışılıyor. Çünkü AKP iktidarı biliyor ki dinsel muhafazakârlıktan güç alan, aile dışında hayat kuran kadınları yok sayan politikaları gerçekleştirebilmenin doğrudan karşısında duran örgütlenme, feministlerdir. Kadınların güçlenmesinden AKP’nin ödü kopuyor. Feminist sözü tehdit görüyorlar. Onlar erkek egemenliğine karşı sürdürülen direnişi kırmak için feminizme saldırıp dursunlar, biz feminist mücadelemizle güçleniyoruz.

Feminizm, öncelikle kadınların kendi hayatlarına sahip çıkmalarını öngörüyor. Kendisine feminist desin demesin, feminizm, bütün kadınların hayatına değiyor.

Her gün daha çok kadın örgütlenerek, kendi yaşamını dönüştürerek feminist hareketi güçlendiriyor, kadın dayanışmasını örüyor. Feministler için, kadınlar için geri dönüş yok!

İstanbul Feminist Kolektif

08.03.2015

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul

İstanbul Feminist Kolektif ‘in feministlere açık çağrıyla yaptığı toplantılarda organize edilen “8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü” örgütlenme süreçlerinde, Sosyalist Feminist Kolektif  üyeleri de, 2009-2015 yılları arasında aktif olarak yer aldı.
8mart2016 (1)

İlk Feminist Gece Yürüyüşü 2003 yılında yapıldı ve 2005 yılında sürekli yapılmasına karar verilerek “8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü” olarak adı konuldu.

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2015

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2014

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2013

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2012

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2011

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2010

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2009

8 Mart, Bal ve Patriarkal Gürültü

sor-v3 Bilgesu Yaprak

Susmuyor, konuşuyor patriarka. Kulaklarımızda çınlayan erkeklerin değil, erkekliğin sesi. Satır satır, her saniye…
***
“Kadın dediğin evinde oturur. Ben ona kraliçeler gibi bakarım hem, ne gerek var çalışmasına? Otursun çocuklara baksın, yemek yapsın.”

Bazı feminist grupların bakış açısı, kadının çalışması, çocuk yapmaması, yuva kurmaması gerektiği yönünde olsa da, benim desteklediğim feminizm anlayışının temelinde kadının ne isterse onu yapması yatıyor. Biz kadınların, kimsenin bizim adımıza karar vermesine, doğruyu yanlışı belirlemesine ihtiyacımız yok. Ve evet, bir kadın isterse ev hanımı olabilir, çocuk yetiştirebilir. Fakat burada, erkeğin yorumuna odaklanmak istiyorum. Bu topraklarda “kaşık düşmanı” gibi bir terim varken yüz yıllardır, ‘ben kadınıma kraliçeler gibi bakarım’ komedisini nasıl algılamamız bekleniyor?

“Her kadın bir anne adayıdır ve annelik kutsaldır. Öyle ya, cennet annelerin ayağı altındadır.”

Sinsice, iltifat edercesine suratımıza atılan tokatlardan biri de bu bakış açısı. Alt metinde kadının sadece damızlık olarak görüldüğünü vurgulamaya gerek var mı bilmiyorum. Ama evlilik dışı çocuk sahibi olan kadınların anneliğine sıraladığınız hakaretler aklıma geldikçe, iki yüzlülüğünüzden gözlerim yaşarıyor. E ama annelik? E fakat kutsal?

“Kadınların hala eşitsizlikten söz edebiliyor olması bana biraz garip geliyor. Seçme seçilme hakkı, çalışma özgürlüğü.. Hatta artık kadınlar iş hayatında yönetici bile olabiliyorlar!”

Cam tavanı mimari bir öğe sanan bir insanın, bazı kadınların yönetici bile olabildiği şeklindeki yorumuna verecek çok yanıt aradık, bulamadık. Böylece bırakıyoruz.

statusquo“Kadınlar çiçektirler. Narin, duygusal varlıklardır. Şefkat ve ilgi isterler. Hem onlar bize Allah’ın emanetleri, değil mi?”

Yine enfes bir sempati maskesi altına gizlenmiş saçmalıklar yumağı. Kadının kimsenin kimseye emaneti olmadığı, çiçek böcek olmadığı konusunu bir netleştirelim önce. Akabinde ise, lütfen artık beyninize kazınsın: Şefkat, ilgi, nezaket isteyen süs bebekleri değiliz. Birey olarak saygı görmek, eşit hak ve özgürlükler istiyoruz! Bu kadar basit!

“Aslında kadın vücudu çok estetik. Ama tabi salıp gitmek olmaz. Kadın dediğin bakımlı olacak, alımlı olacak. Böyle kolları kıllı kızlar filan görüyorum bazen, resmen midem bulanıyor! Oysa pürüzsüz bir ten, sütun gibi bacaklar, bele kadar uzanan saçlar, ince bir bel, iri göğüsler… Sanat eseri olabilecekken, kezban olmayı seçecek kadar üşenmelerini anlamıyorum.”

Şimdi henüz on yaşındaki kız çocuklarının bile estetik cerrahi operasyonlarına neden özendiğini anlıyoruz değil mi? Kırmızı ruj sürse “ucuz” olan, doğal olmamakla suçlanan kadının sırtına, öte yandan yine benzer zihniyet tarafından kusursuz olmak gibi de bir misyon yükleniyor.  Kadının fiziksel olarak, görünmez bir korse yutmuş gibi durması arzulanıyor mesela. Kadının vücudunda saçları, kaşları ve kirpikleri dışında tek bir tüy bile bırakmaması ve bu çabayı ömür boyu sürdürmesi bekleniyor. Kadının her daim güzel kokması, tertemiz olması,  bembeyaz dişlerini sergileyecek şekilde kocaman bir gülümseme ile dolaşması –ama asla kahkaha değil, hafif kadınlar gibi, ne o öyle!- , kusursuz saçlarıyla erkeklerin akıllarını başlarından alması, tüm bunları yaparken de “doğal” olması bekleniyor. Zarif, kutsal, tatlı şişme bebekler olarak, başka işimiz ne ki!
international-womens-day-10

“Ya tamam anlayışsızlık etmek istemiyorum ama bu PMS dönemi bana biraz yalan geliyor. Naza kaprise bahane olsun. Haksız mıyım? Hem biz de sünnet olduk zamanında, bu kadar patırtı gürültü koparmıyoruz ama.”

Yaşadığımız akıl almaz hormonal değişimlerin size yansıması bizi de çok üzüyor. Tabi bizi üzen başka şeyler de var. Mesela bir şeye sinirlendiğimizde hemen “Regl dönemindesin herhalde.” yorumuyla karşılaşmak. Çünkü regl olma ihtimalimiz, haklı bir tepki gösteriyor olma ihtimalimizden daha kuvvetli, değil mi? Ayrıca elbette sizin padişah kostümleri, davullar, zurnalar, konvoylar ile yedi cihana duyurulan, cümleten kutlanan sünnetiniz ile bizim reglimiz tamamen aynı. Korkuyla annemize koşup çamaşırımızdaki kanı gösterdiğimizde yediğimiz tokatla başlıyor bizim şenlikler. Akabinde kimseye belli etmeden, sürekli pantolonumuzu kontrol ederek, ağrımızı sızımızı gizlemeye çalışarak, hiçbir şey yokmuş gibi geçirmeye çalıştığımız günler ile devam ediyoruz kutlamalara. Sürekli duyduğumuz “Adet dönemindeki kadının yaptığı yemek yenmez, hatta aynı sofraya dahi oturulmaz. Kanaması bilip abdest alana dek, bastığı toprak bile kurur!” gibi cümleler ile de neşemize neşe, gururumuza gurur katıyoruz. Ne güzel değil mi? Harika!
***
Bugün 8 Mart. Bugün televizyon programlarında kadının değeri, önemi konuşulacak. Bugün belki kırmızı bir gül, belki balonlar, belki yatağa servis edilen kahvaltılarla kutlanacak bazı kadınların varlığı. Bazı kadınlar bunu dahi yaşayamayacak. Özetle, olsa olsa ağzımıza bir parmak bal çalınacak; fakat bu balın tadı, dilimizde zehir kalacak. Bu zihniyet değişmedikçe, kadın aldığı her nefeste bu zorbalıklara maruz kalacak ve hiçbir gün, aslında bizlerin olmayacak…

Ne zaman ki bu zihniyetin köklerini söküp atacağız, işte o gün kazanacağız takvimleri, sokakları ve hayatı. Ne zaman ki beklentimizin güller değil, varlığımıza duyulan saygı olduğu anlaşılacak, işte o zaman kırk gün kırk gece kutlayacağız kadınlığı!

 

Kadına Karşı Şiddete Karşı

501-260Sibel DAĞ
dagsibel@hotmail.com

I.

‘Kadına yönelik şiddet’ toplumsal yaşamda artık epey bilinen ve rahatlıkla kullanılan bir tanımlama. Her ne kadar tamlamanın içinde şiddetin failiyle ilgili bir giz varsa da bu kullanım kadın merkezli bakış açısının yerleşmesi açısından oldukça önemli. Başta kadın hareketi olmak üzere konuyla ilgili farkındalık yaratmayı hedefleyen tüm öznelerin tam da bu faili analiz etmekle ilgilendiğini biliyoruz. Eril olanla yani. İfadede adı geçmediği için hafif torpil görse de bu basbayağı erkek şiddeti.

Erkek şiddeti deyince de en başta kocalar, babalar, abiler akla geliyor çünkü aile içi şiddet, kadına yönelik şiddet türlerinden en yaygın olanı ve özel alana ait bir sorun olarak görüldüğü için de ihmal edilmiş bir alan. Kadın hareketinin temel kazanımlarından biri de ‘aile içinde kadına yönelik şiddet’in kamu sağlığını, insan haklarını ve ceza hukukunu ilgilendiren, bu nedenle de kamusal alanda tanımlanması ve ele alınması gereken bir sorun olduğu görüşünü yaygınlaştırmış olmasıdır. 1

Aile içi şiddet, kadına yönelik şiddet türlerinden biridir ve “temelini cinsiyetlerin toplumsal hayattaki eksik ve kusurlu yapılanışından alır” 2. Bu kusurlu yapılanış namus cinayetlerinden lgbti’lerin maruz kaldığı ayrımcılığın, nefretin ve cinayetlerin, erkek mağduriyetinin de kaynağı aynı zamanda. “Kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak tanımlanmış kadınlık ve erkeklik rollerinden kaynaklı yaşadıkları tüm şiddet türleri ve bunların yaşandığı tüm mekanlar (ev, sokak, işyeri, okul, karakol, kışla) ‘toplumsal cinsiyete dayalı şiddet’ kapsamına giriyor”. 3

Kadına yönelik şiddet aile içini aşan bir şekilde yaşam döngüsü içinde ele alındığında neredeyse doğum öncesi dönemde başlayıp ölene kadar devam eden bir süreç olarak değerlendiriliyor. 4 Cinsiyet seçiminin kız çocuklar aleyhine belirlenmesi, kız bebeklerin öldürülmesi, zorla evlilik, kadın ticareti, intihara zorlanma, kadın cinsel organına zarar verme vb geleneksel uygulamaları da kapsayan kadına yönelik şiddetin diğer türleri arasında silahlı çatışma durumlarında kadınların insan haklarının ihlal edilmesi de var. 5 2002 yılında kurularak faaliyetlerine başlayan Uluslararası Ceza Mahkemesi sistematik tecavüz-ırza geçme, cinsel kölelik, fuhuşa zorlama, gebeliğe zorlama, kısırlaştırmaya zorlama gibi eylemlerin belli kriterlere göre insanlığa karşı suç, savaş suçu ve soykırım suçu kapsamına alınmasını mümkün kılmıştır. 6

Her ayrıntıda kadınların biyolojik varlığının toplumsal normlarla anlamlandırıldığını bir kez daha görüyoruz. Kadın bedeni toplumu terbiye etmenin alanı olabiliyor, hem fiziksel hem simgesel anlamda. Tüm bu nedenlerle kadına yönelik şiddet tarihsel, toplumsal, siyasal, hukuksal açılardan çok geniş bir alanın konusu. Kadın yönelik şiddet 1993 tarihli Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi’nin birinci maddesinde, “ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” şeklinde tanımlanıyor. 7 Şiddet pratikleri de yaygın olarak fiziksel-psikolojik-ekonomik-cinsel şiddet şeklinde sınıflandırılıyor.

Kişinin zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan (veya sonuçlanması muhtemel) her tür tutum, davranış ve eylem ‘şiddet’ kapsamına girse de bu sözcükle daha çok fiziksel şiddet akla geliyor ve nerdeyse aile içi şiddetle özdeş bir kullanımla gündelik dile yerleşmiş durumda. Şiddet sözcüğünün ne zaman dolaşıma girdiği ayrı bir çalışma konusu ama bilinen o ki kadınların ilk eylemlerinde ‘dayak’ sözcüğü var ve o eylemler mücadele tarihinde çok önemli bir yere sahip. [Feminist hareket açısından artarda yapılan kampanyalar, protesto eylemleri ve tartışmaları hızlandırmasından dolayı yeni bir dönem başlangıcı sayılan “Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü” (Mayıs 1987) kadınların özel alanda yaşadıkları şiddeti kamusal alana taşıyıp sorunsallaştırdıkları ilk yürüyüştü. Ayşe Gül ALTINAY, Yeşim ARAT, Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet, İstanbul 2007, s.18]

Gerçekten fiziksel şiddet tamlaması biraz estetik durmuyor da değil. Örneğin görüşme yaptığınız kadının “babam bana fiziksel şiddet gösterdi” demesi ile “babam üzerime kaynar su döktü, kaburgamı kırdı” demesi arasında büyük bir fark hissediyorsunuz. Çok ‘şiddetli’ bir fark… Aslında toplumun da böyle hissetmesini istiyorsunuz. Bu sözcüğü kullanan herkesin… Şiddet üzerine aldıkları önlemleri sıralayan bir devlet büyüğünü dinlerken mesela, ya da TV’de kadın programında bir uzman soğukkanlı açıklamalar yaparken. Dayağa, işkenceye giden yolun nasıl itina ile döşendiğini görmeyen her yorumun nasıl da “kadınlar çiçektir” yapaylığına hapsolacağını görüyorsunuz. Herkes şiddete karşı ama neyin şiddet olduğu neyin olmadığı noktasında tereddüt başlıyor. Cinsiyetçi-ayrımcı davranışlar ve kodlarla ilgili muğlaklık diz boyu. Bu nedenle bir devlet büyüğü tarafından meydanlarda bir kadın için laf arasında sarf ediliveren “kadın mı kız mı belli değil” cümlesinin ciddiyeti anlaşılmayabiliyor.

Kaba şiddet ve cinayetin bol olduğu yerde diğer ayrımcılık ve şiddet türleri görünmez kalıyor haliyle. Üstelik kocaların, babaların, eski eşlerin, sevgililerin yaptıkları toplumun bütününden bağımsız ele alındığında sterillik de sağlanmış oluyor. Yani bu manyak kocalar dışında her şey yolundaymış gibi ideal bir toplumda yaşadığımız yanılgısı var. Şiddet birtakım haddini bilmezlerin işi olduğu müddetçe sorun yok sanki. Oysa tersinden, “aslında şiddetsizlik mümkün mü” diye sormak gerekmez mi? Muhtemelen döven adam sadece karısını dövmüyor; maçlarda da, kendinden olmayana karşı gösterdiği tavırda da aynı kişi olarak varlığını sürdürüyordur. Amiyane tabirle şiddet iliklerimizde, önce bunu kabullenmek gerek. Yoksa sığınma evinde kalan bir kadının diğerinin saçını yolmak suretiyle kafa derisinde oluşturduğu küçük kelliğin içimizde yarattığı büyük boşluğu kavramamız güç olurdu.

İliklerimize işlemiş bu musibetin en çok da kadınları bulmasının bir anlamı olmalı elbette. Biz bunları tartışa dururken ölümü ile medyada gündeme gelmediyse eğer adını duymayacağımız yüzlerce kadının hayatında şiddet son hızıyla yaşanmaya devam ediyor. Kendisi bir çırpıda tüketilen bir sözcük ama hikayeler öyle değil. Gece vücudunda sigara söndürerek tecavüz eden kocasından sabah eve gelen sucunun eline gizlice sıkıştırdığı not sayesinde kurtarılmış kadınla görüşme yaptığınız sırada bunu yapan o kocanın şu an bir yerlerde hayatına devam ettiğini düşünmek, işyerinde veya kahvehanede sohbet ediyor olduğunu bilmek en hafifiyle çok tuhaf!

Kocaların, babaların ruh hastası olduklarını düşünüyorsunuz, belki öyle olmalarını diliyorsunuz, sonra üzülerek pek de ‘toplum dışı’ olmadıklarını kavrıyorsunuz. Çoğu işine gücüne giden, düzenli hayatı olan insanlar. Muhtar var, müzisyen var, öğretmen olanı var, patron olanı… Kendi düzenini tıkır tıkır sürdüren varlıklar yani! Anlaşılan açıktan görünen özelliklerden değil, daha derinde bir yerlerde konuşlanan bir haleti ruhiyeden söz ediyoruz. Güçlü, yenilmez doğaları müsaade etmediği için mahrem alanlarda ortaya çıkmaya alışmış erkeklik hallerinden, bu hallerin bazen şirazeden çıkmasından, ormana götürdüğü karısının burnunu kestikten sonra karşısına geçip sigara içmelerden… [http://www.milliyet.com.tr/cinsel-organi-yakildi-burnu-kesildi-gundem-1899144/ ]

Bu psikolojiyi irdelemeyi ilerleyen satırlara bırakalım ama insanların bu kadar hastalıklı olup bu kadar normal hayatlar sürmeleri gerçekten dehşete düşürmüyor mu insanı? Önce hastalık, sağlık, normal, anormal kavramlarının nasıl birbirinin yerine geçebileceğini idrak ediyorsunuz. Sonra tımarhane denen sınırın dışı normal kabul edildiğinden (veya hastalığın orada sıkışması gereken bir şey olduğunu bildiğimizden) toplumun arızalarının gizlendiğini anladığınızda iş çözülüyor. Yani bu normallik denen halin nasıl patolojik olduğunu kavrıyorsunuz, “karnından sıpayı, sırtından sopayı” normalliği… Burada kritik sözcük tutarlılık aslında… “Kocasının nikahında” tabiriyle kocasının sözünden çıkan kadının kötü muamele görmesi arasındaki tutarlılık.

Sonuçta toplumun kabul ettiği (onayladığı) ile reddettiği arasındaki diyalektik ilişkiden bahsediyoruz. Kızını kötü niyetli insanlara karşı korumak isteyen bir babanın, onun davranışlarına sınırlama getirmesi çok masum görünebilir; ama aynı babanın yan apartmanda ‘dul’ yaşayan veya ‘açık’ giyinen kadın için beslediği niyetler tam da bu masum kaygının tamamlayıcısı olabilir. Çocukların sağlığı adına pornografiyi yasaklayacak kadar korumacı tavır alan bir toplum için çocuk evliliğinin meşru olması gibi. Bu gerçekten pek çok açıdan kurcalanması gereken bir ikiyüzlülük… Namus gibi erkek icadı kavramlarla cinsel alanın erkeğin yararını gözetecek şekilde dizayn edildiği gerçeğini biliyoruz. Erkeğin içgüdüsünü destekleyen en karanlık uzlaşmayı belki de ensest gerçeğinde görüyoruz. Kadına kesinlikle inanılmaması veya kuyruk salladın diye suçlulaştırılmasından feci bir tavır daha var; baba tecavüzüne maruz kalmış bir genç kızın susması yönünde çabalayan aile silsilesi… Evet inandıkları durumda da kadın sussun istiyorlar. O halde soru şu, bu sır açığa çıktığında parçalanacak olan nedir ki mağdurdan değil failden yana tavır alınır?

Kabul edelim ki sexüel patalojilerin gizlenmesini mümkün kılan bir toplumsal var, bu toplumsalı örgütleyen bir siyasal da var. İBB’ye ait bir havuzun 2013 yaz dönemi pr ogramında öğrenciler yaş ve cinsiyete (4-6 yaş dahil) göre gruplara ayrılmış ve 12 yaş kız öğrencilerin ders saatinde erkek ebeveynlerin havuza gelmesini engelleyen bir kural konmuştu. Düşünmeden edemiyor insan, 12 yaş kız çocukların yanında erkek veli içeri almayan kamu yöneticileri hangi klasmandadır, koruyan mı tehlike arz eden mi? Belli ki ve ne yazık ki bu kural havuzun kenarında çocuklarını izleyecek ana babaların hoşuna gitmişti, tribünlerin onayı olmadan bu uygulamayı sürdürmek zor olurdu zaten.

Yüzyılların ürünü olan erkek egemen zihniyetin bugünkü muhafazakar iktidarla yaptığı dans ve bunun kadınlar aleyhine yansımaları başlı başına bir konu. Kadına karşı şiddeti konu eden ve 2012 yılında yürürlüğe giren 6284 sayılı kanun, kadın örgütlerinin tüm karşı koyuşuna rağmen, “ailenin korunması” ibaresiyle başlamıştı. Hükümetin yasal düzeydeki girişimleri, uygulamaları veya açıklamaları pek çok platformda tartışılıyor, eleştiriliyor ve bu durum sonlanacağa da hiç benzemiyor. Değil alt metinler, kullanılan dilin direkt kendisi infial yaratmaya yetecek güçte. Dilimize Mor Çatı sayesinde ‘sığınmaevi’ olarak yerleşmiş bir hizmet için (kanunda ve kamu hizmetlerinde) ‘konukevi’ tabirinin yeğlenmesi de sorunu dayandırdıkları varsayımın açık bir göstergesi sayılabilir.

Gündelik yaşamdan kamu hizmetlerine dek, erkek egemen sistemin verileri itinayla işlenmiş durumda. Bu izleri takip edince görüyoruz ki bazen açık bazen örtük ama mutlaka bir kadın karşıtlığı var. Erkeğin olmadığı yerde erk’in devraldığı bir karşıtlık. Böyle olunca sıradan vatandaşı geçelim, geç vakte kadar dışarıda gezdiğin için baba dayağını hak etmişsin diyen polis, bekareti duruyor diye tacize soruşturma başlatmayan savcı, kocanın tecavüzünü suç saymayan hakim, karı-koca kavgası diye darp raporu vermeyen hekim tuhafımıza gitmiyor. Taktığı poşuyu delil sayıp bir genci (25 ay) içeri atabilecek süratte bir kanun uygulayıcılık varken kadına yönelik suçlarla ilgili hala bir yasa olmaması çok anlaşılır oluyor. Sonuçta kadın cinayeti işleyenler gibi kanun koyucular-uygulayıcılar da bu toplumun içinden geliyor, entelektüel kapasiteleri, analitik düşünme becerileri, değer sistemleri toplumun diğer kesimlerinden farklı değilse farklı bir bakış beklemek abesle iştigal.

Sorun ‘erkek akıl’, kimin taşıdığı önemli değil. Hatta zarar gören de yalnızca kadınlar değil. Erkek egemen sistem aslında erkeklerin de aleyhine bir sistem. Militarist pratiklere maruz kalmak belki ilk akla gelebilecek dezavantaj.[Gazeteci İsmail SAYMAZ’ın şüpheli asker ölümlerinin incelendiği çalışmasında askerlik kurumunun tüyler ürpertici gerçeklerine tanık olmak mümkün. Esas Duruşta Cinayet, İletişim Yay, 2014] Gündelik hayatta kadınların karşılaştığı şiddet biçimlerinin normalleşmesiyle militarist yapının erkeklik rollerini pekiştirmesi arasındaki sıkı ilişki toplumsal cinsiyet çalışmalarında önemli bir vurgu. Ve bunun öznesi olan erkeklerin de pekala ‘müşteki’ konumuna girebildiği açık. Bu anlamda ataerkil normları sorgulayan, toplumsal cinsiyet rollerinin erkekler üzerindeki dayatmaları ve bunun ağır bedellerini tartışan erkeklik çalışmalarının da hız kazandığı görülmekte.8

II.

Kadına şiddet sorunu düşünülürken erkeklerin mercek altına alınmaması, iflah olmazlar düşüncesinden öte bir çeşit doğal felaket kabulü ile yaygın tabirle “onunla yaşamayı öğrenmek” stratejisi sanki. ‘Rehabilitasyon’un temelinde kadını korumak var, tedbir niyetiyle de olsa kadınlar (ve çocukları) sığınma evlerinde kapalı tutulurken adamlar dışarıda hayatı kendi istedikleri şekilde organize etme olanağı buluyor ve de tehditle, şantajla gücüne güç katabiliyor. Aslında gerçek, bir zavallı mahlûkata ödün vererek onu sakinleştirmeye çalışıyor olduğumuz.

Şiddet uygulayan erkeğin özellikleri incelendiğinde sahiden ortaya acınası bir durum çıkmıyor değil. İnsanların genellikle ‘yetersizlik duygusu’ ile baş edemediği için şiddeti bir çıkış yolu olarak gördüğünü; dayak atan kişilerin aslında eksik, zavallı hissettiklerini, karşıdakini güçsüzleştirdikçe kendilerini güçlü hissettiklerini biliyoruz. Şiddetle ilgili bazı psikanalitik görüşleri aile içi şiddet konusuna uyarlayan Işıl Vahip, “evde eşini döven erkeklerin çoğu, sanılanın aksine dışarıda çok uyumlu, anlayışlı görünür. Bu bireyler, evde saldırgan bir tutum sergiledikleri halde, dışarıda yineleyici biçimde, kendi yaşamını istediği gibi yönetemeyen edilgin kurbanlar durumuna düşer” diyor.9  Düşük benlik saygısı, bağımlılık, özgüven eksikliği, engellenmeye karşı düşük tolerans gibi şiddet uygulayan bireylerde görülen özelliklerin çocukluk yaşantılarıyla bağı ve gelişimsel süreçlerle ilişkisi psikiyatri-psikoloji literatüründe ele alınan bir konu.10

Şiddettin nedenleriyle ilgili olarak bilimsel çalışmalar ışığında geliştirilmiş çok çeşitli açıklamalar var. Şiddet uygulayan bireylerin (ve mağdurların) kişilik özelliklerine (genetik yatkınlık, endokrin yapılar, beyin disfonksiyonları) odaklanan biyopsikopatalojik modeller indirgemeci olmakla eleştirilse de 11 şiddet eğilimi olan erkekler arasında ‘kişilik bozukluğu’ tanısı olanlara sık rastlanıyor.12 [DSM-IV’e (Amerikan Psikiyatri Birliği’nin psikiyatrik hastalıkları sınıflandırma sistemi) göre kişilik bozuklukları: Paranoid Kişilik Bozukluğu (KB), Şizoid KB, Şizotipal KB, Histriyonik KB, Borderline KB, Narsisistik KB, Antisosyal KB, Obsesif-Kompulsif KB, Çekingen KB, Bağımlı KB. Bkz: Enes BAŞAK, “Kişilik Bozuklukları Türleri ve Tanımları” http://www.medikalakademi.com.tr/kisilik-bozukluklari-psikiyatri/#%5D

“Ya benimsin ya toprağın” kalıbının bu bozukluğun hangi derecesi veya türüne girdiği elbette bu yazının sınırını aşıyor ama toprağa verilen kadınların fazlalığına bakılırsa burada öfke kontrolündeki başarısızlık, duygularını saldırganlık dışında bir yolla ifade etmeyi bilmemek gibi iletişimsel sorunlardan daha fazlası olduğunu kestirmek zor değil. Erkek egemenliğine dayalı toplumsal cinsiyet rollerinin erkeklere sosyal bir kimlik yüklemenin ötesinde zihinsel, duygusal bir donanım kazandırdığını unutmamak gerekir- kadın cinsi üzerinden, anadan bacıya avrada, onun cinselliği üzerinden kendi özdeğerini belirleyen bir donanım bu. Bu anlamda toplumun erkekler için sosyal psikoloji deneylerine benzer bir düzenek olarak işlev gördüğünü gözden kaçırmamak gerekir.

Bir gruba belli ayrıcalıklar tanındıktan sonra diğerlerine yönelik tavırlarının nasıl aniden değiştiğini gözlemlemek açısından ABD’li ilkokul öğretmeni Jane Elliot’un 1969’da öğrencilerine yaptığı deney 13 iyi bir örnek olabilir: Eliot bir gün sınıfa gelip öğrencilerini mavi gözlüler ve kahverengi gözlüler olarak iki gruba ayırır. Mavi gözlülere kahverengi gözlülerden daha iyi, daha üstün, daha akıllı oldukları gerekçesiyle bazı özel ayrıcalıklar tanır. Dakikalar  içinde, mavi gözlüler kahverengi gözlülere aşağılayıcı sıfatlar takmaya, alay etmeye başlarlar; kurallara uymadıklarını düşündüklerinde kahverengi gözlüleri cezalandırmak için çok hevesli olurlar. Deneyin ikinci gününde, Elliot önceki gün yanlış yapmış olduğunu söyleyerek ayrıcalıkları bu sefer kahverengi gözlülere verir. Yine dakikalar içinde olan kahverengi gözlüler mavi gözlülere aynı aşağılayıcı/ayrımcı muameleleri yapmaya başlarlar. Toplumumuzda kadınların yaşadığı aşağılanmalara bakınca otorite eliyle yaratılmış bir kurgunun içinde olduğumuz hissine kapılmamak imkansız. Erkekler ve onun kaburgasından yaratılmış kadınlar arasında yaşanan deneyin sonuçlarını izliyor gibiyiz. Namusuna halel gelen erkeğin duygularını ve bu sebeple kalkıştığı işleri aldığı cezadan daha meşru kılan bir sistem, bir tertibattan başka ne olabilir?

Kurgu böyle olunca da bir anda cinnet geçiren hep erkekler oluyor! Kendisine karşı koyan kadını bastırmak için akıllara zarar yöntemler keşfetmekte hiç zorlanmayan erkekler… Kadınını çok sevenlere has kezzap dökmek gibi yöntemler… Ve bunlar basitçe aşırı sevme-sevilmeme, kıskançlık sözcüklerine gelip sıkıştığında kimseye yabancı gelmiyor pek, belli ki bir bağışlayıcılık var, belki de tüm toplumun yaptığı şey daha göz yumulur bir şey? Aslında ne kadar kanıksadığımızı anlıyoruz. Yatağın örtüsü bozuk diye, eve birini mi aldı diye kadını hastanelik eden adamlarla kaynıyor her yer. Nasıl bir tehlikeyle yaşadığımızı fark dahi etmiyoruz.

Hakaret, aşağılama, kontrol, baskı, tehdit, engelleme, özgürlükten yoksun bırakma gibi çeşitli şiddet davranışlarının ötesinde vahşet dolu olaylardan söz ediyoruz. Boşanma davası açtığı kocası tarafından İzmir’de 10 gün rehin tutulup bıçaklanarak öldürülen Yeşim Baytar’ın sırtına kocasının jiletle ismini kazımış olması küçük bir ayrıntı olamaz herhalde? Ölümle sonuçlanan şiddet olaylarının çoğunda ağır işkence var. Bu henüz hayatta olanlar için işkencenin sürmekte olduğunun da kanıtı aynı zamanda.

Bu vahametin çok da farkında değiliz çünkü; birincisi işkence görünmez bir eylem, kocası tarafından kafası çekyatın altına sıkıştırılıp saatlerce öyle tutulduğu için yüzüne kan oturan kadına komşusunun “ama kocan hiç belli etmiyor, çok iyi bir insan” diyebilmesine sebep olan bir görünmezlik. İkincisi ve daha da kötüsü, görünür olsa bile cinayete varmadığı müddetçe suç gibi algılanmıyor, “bir anlık sinir, olmuş bir kaza” türünden olağanlaştırma her zaman devrede. Bu psikopatolojik durumun erkeklere ‘hasta’ kontenjanından bağışlanma fırsatı tanıması ise cabası. Oysa burada tam yerine oturan bir sözcük var: Taammüden. Esas olarak potansiyelini gerçekleştirmesini destekleyen bir düzen içinde her bir erkeğin bu durumdan ne kadar hoşnut olduğuna bakmak lazım. Bu anlamda durum hiç iç açıcı değil. Hatice Meryem hikayelerine özgü can yakıcı bir sadelik ve basitlikte işleniveriyor cürümler, eve kilitleyip günlerce aç susuz bırakmalar, çamaşır ipiyle elleri bağlayıp maket bıçağıyla açılan kesiklere tuz basmalar… Kırıldıktan sonra kendi kendine kaynayan kemiklerinden bahseden kadın sayısı hiç az değil. Serinkanlılık cidden önemli bir şey, karısını baltayla öldürmeden önce abdest alıp namaz kılmayı başarmak mesela ve bunu yapan katilin 81 yaşında olması ve iftarda ses duyulur diye cinayeti işlemek için sahuru beklemesi… [Ramazan ayı içinde (02.07.2014) gerçekleşen bu elim olaydaki ironik ayrıntılardan biri de merhumun adının Adalet Kahraman olmasıydı.]

Dolayısıyla erkeklerin derin tahlillere muhtaç bu ‘klinik’ durumu masaya yatırılmayı fazlasıyla hak ediyor. Ve ister hastalıklara ister erkek egemen sistemin sakatlamasına dayansın bu ‘kişilik bozukluğunun’ suç işlemesine fırsat veren koşulları, yeniden işleyen mekanizmaları tartışmak kadına yönelik suçlarla mücadele açısından bir kez daha önem kazanıyor. Suç önemli bir kavram. Eğer müeyyidesi varsa bir şey suç olarak kabul ediliyor demektir ve eğer o şey ceza yöntemine bırakılmayacak kadar önemseniyorsa çözüme kavuşması için politika üretilmesi gerekir.

III.

Şiddetin suç davranışıyla ilişkisi çeşitli disiplinlerden pek çok araştırmacının ilgisini çekmiş bir konu: Erkek mahkumlarla ve suç öyküsü bulunan erkek hastalarla (psikotik) yapılmış iki ayrı araştırmada da 14 bu kişilerin sosyodemografik özellikleri, özgeçmişleri ve klinik özelliklerinin suç davranışıyla ilişkisi istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuş. Sosyodemografik özelliklerin doğuştan gelen diğer özellikler kadar değişmez olmasının verdiği ilhamla bu bulguların tersinden işlenmesinin hangi sonuçlara ulaştıracağı merak uyandırıyor. Kapalı alanda (cezaevi ve hastane) bulunan bireylerden örneklem oluşturarak onların taşıdığı özellikler üzerinden genellemelere ulaşılması dışında hangi koşulların suça bulaşmaya veya ruh sağlığı açısından ciddi boyutlarda hastalanmaya elverişli ortam yarattığı şeklinde bir varsayımla yola çıkmak da mümkün. Aslında açık alandaki büyük örneklem kümesinden bunu az çok kestirebiliyoruz. 3.sayfa haberleri gibi pek de bilimsel olmayan ölçme yöntemleriyle!

Aile içi şiddete neden olan risk faktörleri açısından bakıldığında eşler arasındaki saldırganlığın ekonomik olarak güçlü kesime oranla daha çok işçi ve orta sınıftan olan çiftlerde daha fazla yaşandığını, erkeğin eğitim seviyesinin azlığı ve işsiz olması ya da iş yaşamındaki istikrarsızlığı ile kadının şiddete maruz kalması arasında bir ilişki olduğunu gösteren araştırma sonuçları bulunmakta.15

Bu sonuç, şiddet yaygınlığı açısından belli grupları suçlulaştırmaya bahane olması için değil, bu grupların yaşam şartlarının kadına şiddete çözüm aşamasında kapsam dışı bırakılmaması için değerlendirilmesi gereken bir sonuç. Nitekim şiddetin yalnızca belli gruplarda yaşandığına itiraz eden, şiddet uygulayanların sadece düşük gelir düzeyli, eğitimsiz ailelerden geldiği inancının aksine her gelir düzeyinden, her eğitim seviyesinden, her meslek grubundan ve her yaştan kadınların şiddete maruz kaldığını gösteren araştırmalar var.16

Belki de bu iki veri yan yana konduğunda çıkan sonuç şu: Elbette erkek şiddeti mesleğin ve kazancın garanti edemediği bir sorun; yani şiddet her yerde karşımızda ama şiddetsizliğin bir gelişmişlik gerektirdiğini reddetmek olası değil. En basitinden Maslow’un ihtiyaç kuramına göre yüksek derecedeki gereksinimlerin giderilmesi için daha alt derecedeki gereksinimlerin tatmin edilmiş olması gerekir. Yani fizyolojik ihtiyaçlar ve güvenlik ihtiyacı (karnını doyurma, barınak, düzenli çevre) karşılanmadan ait olma, sevgi, saygı gereksinimleri ve kendini gerçekleştirme gereksinimleri karşılanamıyor.

Dolayısıyla temel gereksinimler karşılanmayınca bir toplumda üreyen sorunları tartıştığımızda sınıfsal bir analize doğru yürüyor oluyoruz. Zaten “sosyo-ekonomik etmen” denen şey ekonomik girdilerin toplumsal çıktısı değil mi bir anlamda? Yoksulluk varsa mesela yalnızca maddi ihtiyaçlardan mahrum kalmak değil başka insani maliyetler de var demektir. İşsiz, evsiz, güvencesiz, yardıma muhtaç kitlelerin artmasıyla kolay yönetilmeye uygun hale gelmesi arasındaki ilişki maskelendiği müddetçe bu maliyetlerin artmasından doğal bir şey yok.

Bilindiği üzere şiddet türlü eşitsizlik düzeylerinin, adaletsiz uygulamaların had safhada olduğu bizim gibi toplumlarda başvurulması kaçınılmaz bir yol. Sorunlarla baş etmekte kullanılan en kestirme yol. Hal böyle olunca, bireyi toplumsal bilinç üzerinden açıklamaya çalışmış Wilhelm Reich’ın meşhur sözünde dediği gibi “asıl açıklanması gereken, neden aç insanın çaldığı ya da sömürülen adamın grev yaptığı değil, neden aç insanların çoğunun çalmadığı ve sömürülenlerin çoğunun greve gitmediğidir.” Asıl sorulması gereken tüm toplumun nasıl çıldırmadığıdır. Yoksa zaten çıldırmış olduğumuzun farkında mı değiliz?

Linç ve benzeri toplu şiddet olaylarının mesela toplumsal meşruiyetinin bu kadar yüksek olması yeterince korkunç değil mi? Kamusal tartışmada çoğu kez şiddetin kendisi değil maruz kalan kişi ya da grupların hak edip etmediği önem kazanıyor, bu haklılığa da elbette fail karar veriyor, mağdur bir travestiyse veya Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya kalktıysa mesela işi zor.

Şiddetsizlik mümkün mü sorusunun böyle bir işlevi de var: Nasıl bir toplumda yaşadığımızın farkında mıyız? Bu soruyu 30 yıl savaş yaşayan bir toplum üzerinden yeniden düşünmek de gerekebilir. Savaş yalnızca silahlı güçler arasında yaşanan bir süreç değil çünkü, savaş koşullarının bir toplumda yarattığı görünmez tahribatlar var. Gazetelerde yer alan öldürülmüş ve işkence edilmiş insan bedenlerine ‘düşmana’ ait olmalarından dolayı yıllarca hınçla bakmamızın, sırtından bıçaklı bir kadının gazetedeki [7 Ekim 2011 Habertürk] çıplak resmine daha rahat bakabilmemize katkısı olmuştur pekala. Bu noktada yaşadığımız tüm sorunları, korkuları bir ötekine nefret-öfke duyarak aşmayı öğrenmemizden de bahsetmeliyiz, bezen öteki ırk, bazen öteki din, bazen öteki cins… Toplumsal hiyerarşinin düzenlenmesi ve bu düzenin hakim sınıflar yararına işlemesi için her tür ayrımcılığın nasıl işlevsel olduğundan bahsetmeliyiz.

Kadrajı büyüttüğümüzde göreceğiz ki kadına yönelik şiddet yalnızca bireysel güdülenmeyle ortaya çıkan bir davranış değil. Şiddet uygulayanın motivasyonunu genel olarak mağdurun kim olduğuna bakarak saptamak da olası. Şiddete uğrama riski yüksek olan grupları alt alta sıraladığımızda faile de yakından bakmış oluyoruz bir anlamda: En başta kadınlar (sırasıyla kız çocuğu, adolesan kızlar, gebe kadın, 30 yaş altı çocuklu kadın, HIV(+) kadın, yaşlı kadın), sonra çocuklar, yaşlılar, özürlüler, göçmenler, mülteciler, etnik azınlık mensupları17. Üstünlüğe dayanan bir cesaret, ama ille de karşıdakinin güçsüzlüğü… O halde güce dayalı bu çarkın kadın sorununa geçen dişlilerini tahlil etmek hayati önem taşıyor; erkek egemen sistemin diğer ayrımcılık, baskı, şiddet ve sömürü biçimleriyle nasıl uyum içinde çalıştığını izlemek de. Elbette iktidar sahipleri kendi çıkarları için dönen bu çarkın yarattığı toplumsal patolojilerle ilgilenmeyecek. Onun işi ortaya çıkan ‘kişilik bozukluğunu’ kadını öldürdüğünde hafifletici sebep olarak kullanmak.

Kadına yönelik şiddet özerk bir sorun olmasına rağmen diğer şiddet alanlarından ve süreçlerinden yalıtılarak ele alındığında mücadele yöntemlerinin zayıflaması kaçınılmaz bir şey. Şiddeti ortaya çıkaran ve pekiştiren faktörlerin bir çember gibi birbirini tamamlıyor olması bütüncül bakışı zorunlu kıldığı gibi adeta kaçınılmaz olan şiddetin neden kader olmadığını anlamayı da kolaylaştırmakta. Bu arada şiddetin kaçınılmazlığının erkekleri masumlaştırdığını söyleyemeyiz. Gayet açık ki erkek şiddeti erkeği cani kadını ölü yapıyor. Hayatta kaldığında da yüzünün morluğundan, gözünün patlağından utandığı için hastaneye-polise gitmeyen yine kadın oluyor. Ola ki 155’i aramaya cesaret ederse ekip aracına bindirilip mahalleden götürüldüğü anı unutmuyor, unutamıyor. Pek çok kadının bir dahaki sefere polis çağırmaması sadece yaşadıkları utancın değil, onları izleyen gözler olduğunun da kanıtı. Sahiden o polis aracı o mahalledeki o eve ikinci (üçüncü, beşinci, …) seferini neden yapsın ki…

Şu bir gerçek ki kadına yönelik şiddet öyle kolay kapatılacak bir konu değil. Bu nedenle kadına yönelik şiddetle mücadelede “eğitim şart” kolaycılığına kaçan, en hafif tabirinden ‘hafif’ yaklaşımlar sırf bir samimiyet sorunu değil aksine manipüle etme sorunudur. Toplumsal cinsiyet rollerini üreten tüm toplumsal kurumların ve ilişkilerin değişken haline gelip gelmediği şiddetle mücadele çabalarında önemli bir ayrım noktasıdır. Dolayısıyla ancak bu sorunun bütün bileşenleriyle mücadeleyi göze alan kadın hareketi gerçek bir kılavuz olabilir. Kadına karşı olanların şiddete karşı durması beklenemez..

1 –  Bkz: http://www.kadindayanismavakfi.org.tr/siddet-nedir /Erişim Tarihi: 05.02.2014
GERİ GİT

2 – Bkz: http://www.kadindayanismavakfi.org.tr/siddet-nedir /Erişim Tarihi: 05.02.2014
GERİ GİT

3 – Yasemin Yüce TAR, “Üniversitelerde Kadına Yönelik Şiddet Nasıl Tartışılıyor?” , Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu, Ankara, 27-28 Nisan 2012- I.Cilt-s.25 GERİ GİT

4– Nükhet SUBAŞI, Ayşe AKIN, “Kadına Yönelik Şiddet: Nedenleri ve Sonuçları”
http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/SayfaDosya/kadina_yon_siddet.pdf /Erişim Tarihi: 01.02.2014 GERİ GİT

5– Melike DİŞSİZ, Nevin HOTUN ŞAHİN, “Evrensel Bir Kadın Sağlığı Sorunu: Kadına Yönelik Şiddet”, s.51
http://hemsirelik.maltepe.edu.tr/dergiler/cilt1sayi1agustos2008/cilt1sayi1a2008/50_58.pdf /Erişim Tarihi: 01.02.2014 GERİ GİT

6 – Devrim AYDIN, “Uluslararası Ceza Mahkemesi Temel Belgeler Derlemesi”, Ank:2006
http://www.ihop.org.tr/dosya/ucm/ucm.pdf /Erişim Tarihi: 13.02.2014
GERİ GİT

7- Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı 2012-2015, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Ankara, S.9
http://www.kadininstatusu.gov.tr/upload/kadininstatusu.gov.tr/mce/2012/kadina_yonelik_sid_2012_2015.pdf /Erişim Tarihi: 03.03.2014
GERİ GİT

8– Egemen KEPEKÇİ, “(Hegemonik) Erkeklik Eleştirisi ve Feminizm Birlikteliği Mümkün mü?” Kadın Araştırmaları Dergisi Yıl: 2012/2, Sayı: 11, Sf. 59-86
GERİ GİT

9 – Işıl VAHİP, “Evdeki Şiddet ve Gelişimsel Boyutu: Farklı Bir Açıdan Bakış” Türk Psikiyatri Dergisi 2002; 13(4): 312-319
GERİ GİT

10 –  Peykan GÖKALP, “Şiddet Ve Nefrete Psikanalitik Yaklaşım, Hekime Şiddet Nereden Çıktı”, İstanbul Psikanaliz Derneği, http://www.ttb.org.tr/siddet/images/stories/file/pdfler/psikanalitikyaklasim.pdf Erişim Tarihi: 21.03.2014
– İlyas ÖZGENTÜRK, Vedat KARĞIN, Halil BALTACI, “Aile İçi Şiddet ve Şiddetin Nesilden Nesile İletilmesi”, Polis Bilimleri Dergisi Cilt:14 (4)
GERİ GİT

11 -Ayten Zara PAGE, Merve İNCE, “Aile İçi Şiddet Konusunda Bir Derleme” , İstanbul Bilgi Üniversitesi, Türk Psikoloji Yazıları, Aralık 2008, 11 (22), 81-94
GERİ GİT

12 – Canani KAYGUSUZ, Melek KALKAN “Kadına Yönelik Şiddete Psikoloji İçinden Bakmak” Uluslararası Katılımlı Kadına ve Çocuğa Karşı Şiddet Sempozyumu, Ankara, 27-28 Nisan 2012, I.Cilt, s.86
GERİ GİT

13 – Nükhet SUBAŞI, Ayşe AKIN, “Kadına Yönelik Şiddet: Nedenleri ve Sonuçları” s.13
http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/SayfaDosya/kadina_yon_siddet.pdf Erişim Tarihi: 01.02.2014
GERİ GİT

14 – Murat PAKER, “Psikolojik Açıdan Önyargı ve Ayrımcılık”, Ayrımcılık: Çok Boyutlu Yaklaşımlar, Der: Kenan ÇAYIR Müge AYAN CEYHAN, Bilgi Üniversitesi Yay, İst:2012
-Hüseyin GÜLEÇ, Medine Yazıcı GÜLEÇ, Semra Ulusoy KAYMAK, Mürüvvet TOPALOĞLU, İsmail AK, “Şiddet İçeren Suç Davranış Öngörülebilir mi? Erkek Mahkumlarda Yürütülen Bir Cezaevi Çalışması” (Klinik Psikiyatri 2011;14:94-102)
– Fatih ÖNCÜ, Mustafa SERCAN, Can GER, Rabia BİLİCİ, Cenk URAL, Niyazi UYGUR, “Sosyoekonomik Etmenlerin ve Sosyodemografik Özelliklerin Psikolojik Olguların Suç İşlemesinde Etkisi” Türk Psikiyatri Dergisi 2007; 18(1):4-12 
GERİ GİT

15– Ayten Zara PAGE, Merve İNCE, “Aile İçi Şiddet Konusunda Bir Derleme”, İstanbul Bilgi Üniversitesi, Türk Psikoloji Yazıları, Aralık 2008, 11 (22), 81-94- s.84 GERİ GİT

16 – Doç. Dr. Dolunay ŞENOL, Doç. Dr. Sıtkı YILDIZ, “Kadına Yönelik Şiddet Algısı-Kadın ve Erkek Bakış Açılarıyla” http://kasumer.kku.edu.tr/anasayfa/dokumanlar/KADINA_YONELIK_SIDDET_ALGISI_KITABI.pdf Erişim Tarihi: 01.02.2014
GERİ GİT

17 – Nükhet SUBAŞI, Ayşe AKIN, “Kadına Yönelik Şiddet: Nedenleri ve Sonuçları”
http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/SayfaDosya/kadina_yon_siddet.pdf Erişim Tarihi: 01.02.2014 GERİ GİT

Erkek Şiddetine Karşı Kadınların İsyanı Büyüyor/22 Şubat 2015

Özgecan’ın bindiği minibüste kaçırılıp tecavüz edilerek katledilmesi Türkiye’nin gündemine oturdu. İnsanlar sokaklara döküldü, şiddet lanetlendi, masum olduğu vurgulanan kadınlar yüceltildi. Hem siyasetçi erkekler hem sokaklarda eylemlerdeki erkekler nutuklar attı. İdam, hadım, insanlık, canilik, vicdan tartışıldı. Kadın cinayetleri, eşitlik, mini etek, iffetli-iffetsiz kadın ayrımı tartışıldı. Ama kimse bu cinayetin sorumluluğunu almadı!

Bu olaya toplumda geniş kesimlerin tepki vermesi elbette önemli. Ama madem artık hepimiz bu konuyu konuşuyoruz, o zaman toplumdaki ikiyüzlü tavırla da yüzleşmenin zamanı! Özgecan’ın katledildiği gün İzmir’de de Enver Özdemir karısı ve 2 kızını tabancayla vurarak öldürdü. Özgecan’ın katledilmesinden bir hafta sonra Antalya’da 22 yaşındaki Hüsne, sevgilisi Şahin Koçar’ın evine gitmeyi reddedince önce dövüldü, sonra arabadan aşağıya atılıp üzerinden geçilerek katledildi. Hüsne’nin arabada olan kardeşi inerek etraftan yardım istese de kimse oralı olmadı! Çengelköy’de Tahir Kart karısını öldürüp parçalara ayırarak çöp konteynırına attı. Yıllardır şiddeti izleyen komşular hiçbir şikayette bulunmadı!
img-20150222-wa0001 img-20150222-wa0003 img-20150222-wa0021 img-20150222-wa0002
Canilik değil erkek şiddeti!

Yanı başınızda, komşunuz karısını döverken ses çıkarmadınız, sokakta bir erkek sevgilisini döverken, hatta bıçaklarken öylece izlediniz, yanından sessizce geçtiniz. Peki, siz erkek egemenliğini her gün güçlendiren bu dayanışmanıza rağmen neyi protesto ediyorsunuz?

Bu coğrafyada her gün en az 3 kadın en yakınındaki erkekler, yani kocası, sevgilisi, babası, abisi tarafından katlediliyor. Ve bu cinayetler yıllarca süren işkencenin, sistematik şiddetin ardından, kendini göstere göstere geliyor! Kadın cinayetleri ne kadar vahşice işlense de katillerin hiçbiri ruh hastası değil, hepsinin ortak özelliği erkek olmak ve devlet yetkilileri tarafından bu katillerin sırtının sıvazlanması! Aile Bakanı Ayşenur İslam ne yapıyor? Kadına yönelik şiddetin devletin politikalarıyla, hükümetin söylemiyle hiç alakası yokmuşçasına “şiddet uygulayan kişilerin niteliklerine bakmak”tan, “şiddet uygulayan prototip”ten bahsediyor. Yani her gün 3 kadının öldürülmesini karakter özelliklerine bağlayıp hızla sorumluluğu üzerinden atıyor. Biz kadınlar sokaklara döküldük, isyanımızı büyütüyoruz. Size bunun canilik değil, karakter meselesi değil, erkek şiddeti olduğunu anlatmak için daha kaç kadının hunharca katledilmesi gerek?

Kadın katliamını önlemek için erkekleri engelleyin!

Bizi katleden erkekler mahkemelerde tahrik indirimi, iyi hal indirimi almaya devam ediyor. Erkek yargının mensupları, cinayet ile erkeğin yıllardır süren sistematik şiddeti arasındaki bağlantıyı kurmaktan aciz, kadın katilleri için adeta indirim yarışına giriyor. Bizi katleden erkeklerin ailede, kahvede, mahallede, dizilerde herkes sırtını sıvazlıyor. Öyle ki, karısını öldüren bir adam çıkıp, “Öldürme hakkımı kullandım” diyebiliyor! Kadınlara söylenenler ise: Yuvanı yıkma, erkektir yapar, çocuğun için sabret, sen de mini etek giyme, o saatte sokakta ne işin vardı, bağırmamışsın demek ki rızan vardı! Suç öldüren, tecavüz eden erkekte değil, kadında aranıyor!

Cumhurbaşkanından valisine, bakanından okul müdürüne iktidarın tüm neferleri bas bas kadınlarla erkeklerin eşit olmadığını bağırıyor. Kadınların boşanması engelleniyor, kahkaha atması ayıplanıyor, çalışması ancak anne olması şartıyla destekleniyor, erkeklerle eşit olmadığı açıkça söylenerek kendi ayakları üzerinde duran kadınlara had bildiriliyor. AKP kadınların değil ailenin güçlenmesini esas alıyor, erkek şiddetini engellemekteki sorumluluğunu ört bas etmek için hadımı, idamı tartışmaya açıyor. Oysa biz çok iyi biliyoruz ki esas mesele, kadınlar katledildikten sonra erkekleri idam etmek değil, cinayete giden süreçte erkek şiddetini engellemek, kadınların güçlenmesini sağlamaktır!

Yasta değil isyandayız! Erkek şiddetine direniyoruz!

Biz kadınlar hayatlarımıza sahip çıkıyoruz! Ne karakol, ne yargı, ne aile, ne mahalleli, ne komşu, ne akraba! Yıllarca sustunuz, gözünüzün önündeki şiddete ses çıkarmadınız, erkekleri engellemediniz! Biz kadınlar artık ölümü göze alarak boşanıyoruz, toplumdan dışlanmayı göze alarak tecavüzcüleri teşhir ediyoruz! Bizler birbirimizden cesaret buluyoruz. Erkek şiddetine karşı mücadelemizi, dayanışmamızı büyütüyor, birbirimize güç oluyor, çare oluyoruz!

Bizler erkek şiddetine karşı canımızı savunuyoruz! Ama buradan Meclis’e görevini tekrar hatırlatıyoruz. Yaşamın yarısını oluşturan kadınlar, her gün ölüm tehdidi altında yaşıyor. Var olan yasalar uygulanmıyor. Kolluk, mahkemeler görevini yapmıyor! Bu katliamı engellemek sizin göreviniz! Artık tek bir kadının dahi katledilmesine tahammülümüz yok!

Siz erkek aklınızla konuştukça, eşit değilsiniz dedikçe daha çok öldürülüyoruz. Konuşma sırası artık kadınlarda. Kadın katliamını engellemek için taleplerimizi dikkate almak zorundasınız!

– Tecavüzde rıza aranmaz. Tacizde, tecavüzde kadının beyanı esastır!
– Aile değil kadınız! Kadın Bakanlığı kurulsun!
– Kadın katillerinin cezalarında iyi hal-tahrik indirimlerine hayır!
– Erkek şiddetini önlemeyen Ayşenur İslam da cinayetlerin failidir. İstifa etmek için ne bekliyor?
– Evlilik, aile eğitim programları kaldırılsın. Boşanmalar değil erkek şiddeti engellenmeli!
– Fıtrat dediniz, eşitliğe saldırdınız. Kadınlar için gerçek eşitlik!
– İç güvenlik paketi, kadınların da güvensizliği! Hayır!

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu
22.02.15

Erkek Şiddeti ve Feminist Tutum

tesadf_deil_erkek_iddeti_150Gerek Özgecan’ın katli, gerekse bu vahşetin sonrasında ortaya çıkan toplumsal hareketlenme, birçok tartışmayı beraberinde getirdi. Bir yandan “idam, hadım, linç” sesleri yükseledursun, bir diğer yandan da bu olaya dönük tepkilerin içinden eril zihniyetin yeniden ve yeniden fışkırdığını görmek durumunda kaldık. Katilin anasına, bacısına küfredenlerden tutun da, yedi sülalesinin bir yerlerine koyan insanlara bazen meram anlatmaya çalıştık, bazen öfkemizden ne yapacağımızı bilemedik.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir diğer ses, koroya eklenmekte gecikmedi: “ Bu kadın-erkek meselesi değil, bu bir insaniyet meselesi.” “Olayı politikleştirmeyin, burada çok insani, çok vicdani bir durum var.” Bu sesin nasıl “üretildiğini” yani münferit olmayıp bizatihi ideolojik bir alt yapısı olduğunu görmek zor değil. AKP’nin eşitlik mücadelesini bile zoraki bir “eş değerlik” kabulüne indirgemek adına kurdurduğu bir STK (?) olan KADEM, televizyonlarda günlerdir bu söylemi yaygınlaştırmaya çalışıyor. Hülya Gülbahar başta olmak üzere feministler bu algı yönetiminin söylem mekanizmasına ne kadar çomak sokarsa soksun, söz yayılıyor: “Mesele kadın-erkek meselesi değil.”

KADEM’i, kadın meselesine dair hassasiyeti ancak genç bir kadının hunharca katledilip yakılmasıyla ortaya çıkan güruhu bir kenara koyalım (şimdilik). Kadınlar bu ve benzeri tepkilerle Kadıköy Boğa’da -kadınların çağrısıyla- gerçekleştirilen eylemde de karşılaştılar. Feministler, yıllardır tüm yayın organlarında, kitaplarda, röportajlarda yeterince net şekilde ifade ettikleri şeyi, yani kadının özne olduğu eylemin katılımcısının kadınlar olması gerektiğini bir kez daha anlatmaya mecbur bırakıldılar. Mecbur bırakıldılar çünkü böyle acılı ve öfkeli olduğumuz bir günde dahi erkeklere laf anlatmaya çalışmak, tercih değil ancak bir zorunluluk olabilir.

Kısaca özetlersek, bir yandan kadın konusundaki duyarlılığı son derece güdük bir kesimin, diğer yandan AKP’nin “bu kadın-erkek meselesi değil” demesiyle uğraşırken, bir diğer yandan bazı sol grupların da farklı argümanlara dayanarak aynı söylemi yinelediğine şahit olduk. O söylem, bugün İleri Haber’de yayımlanan bir yazıda vücut buldu. *

Yazının başlığı “Kapitalist Şiddet ve Feminist Tutum”. İlk olarak IŞİD vahşetinin kurbanı olmuş bir kadınla giriş yapılıyor yazıya, ardından Ukrayna’daki tecavüz ile devam ediyor. Bir sonraki örnekte, Özgecan’ın katillerinin “ülkücü” oluşundan bahsediliyor.

Milliyetçiliğin, milliyetçi-muhafazakarlığın, köktendinciliğin kendini var ediş biçimi tamamen erildir. Bu ideolojiler, kendilerini ve kurumlarını inşa ederken, kadını ancak bir araç olarak görür ve şekillendirirler. Dolayısıyla, bu düşünce yapılarının iktidar olduğu alanlarda tecavüzün, kadına yönelik şiddetin, kadını erkek ile eşit görmeyen bir “eksik cins” olarak tanımlamanın ve buna bağlı sonuçların oluşumu kaçınılmazdır. Ancak bu mantıktan yola çıkarak, tersi ideolojilerde kadınları dikensiz gül bahçesinin beklediği yönünde bir atmosfer yaratmaya çalışmak abesle iştigaldir. Türkiye’de kadına yönelik şiddetin ideolojilere göre istatistiki tutulmuş değil. Ancak senelerdir sığınma evlerinin, kadın hareketlerinin çalışmalarından biliyoruz ki, kadına yönelik şiddet, eğitim, statü, ideoloji, demografik profil vb. kriterleri tanımaksızın uygulanıp devam ettiriliyor. Katillerin ülkücü kimliği, bu ülkede kontrgerillanın ülkücülerle kurduğu politik ilişkiyi refere etmektedir ve bu ilişki, her tür şiddet biçimiyle birlikte tecavüzü de içeren yapıdadır. Bunu inkâr etmek mümkün olmamakla beraber, Özgecan gibi katledilen onlarca kız kardeşimizin katilinin ortak noktası ne ülkücülük, ne dindarlık, ne de eğitimsizliktir. Bu korkunç ortaklık, katillerin erkek oluşundan başka bir şey değildir.

Yazının devamından aynen alıntılıyorum: “Özgecan için oluşan toplumsal tepki, hem kadına yönelik bireysel (eril) şiddet hem de iktidar (siyasal hegemonya) şiddeti açısından birlikte ortaya konmak durumundadır. Bu bakımdan Feminist ve/veya sol-sosyalist olduğunu iddia eden kimi çevrelerce gerek eylemlerde gerek sosyal medyada ortaya konan erkek karşıtlığı üzerinden gelişen seksüel analiz son derece sorunludur. ”

Burada yazarın söylemek istediği şeyi kabaca AKP karşıtı kitle hareketinin, bu cinayet karşısında karma bir şekilde tepki vermesini engellememek gerekir, şeklinde okuyabiliriz. Sol partilerin birçoğunun, AKP karşıtı toplamı nitelikli hale getirmek, bu toplamı mümkün olduğunca sola çekmek gibi bir programı olduğunu, bu heterojen, savruk hareketi gerçek bir kitle muhalefetine dönüştürme amacı güttüğünü biliyoruz. Şahsi olarak, bu amaçla hiçbir sorunum olmadığını belirtmek isterim. Ancak çok iyi biliyoruz ki, bu kitle ile bir gelecek tahayyüllerinin olması, bu kitlenin her dediğini uygulayan bir parti modelini gerekli kılmıyor. Yani kendi ilkeleri söz konusu olunca bu kitle ile yer yer pazarlığa giren, yer yer anlaşmazlığa düşen ve hatta yer yer onu kaybetmeyi dahi göze alan yapıların, feministlerin bu toplamın tüm talep ve enerjilerini karşılıksız kabul etmelerini beklemeleri ve daha ötesine geçerek hareketi böldürmeyiz şerhi düşmeleri tek kelimeyle yersizdir.

Devam ediyoruz: “Bu bakımdan Feminist ve/veya sol-sosyalist olduğunu iddia eden kimi çevrelerce gerek eylemlerde gerek sosyal medyada ortaya konan erkek karşıtlığı üzerinden gelişen seksüel analiz son derece sorunludur. Bir tek AKP ve düzen karşıtı sloganın atılmaması, içeriğin bütünsel olarak ortaya konmamasının yanı sıra, aynı hassasiyeti gösteren; tümüyle insani bir yaklaşımla eyleme katılan erkek bireylerin dışlanması; tüm bu şiddetin sorumlusu sayılırcasına, adeta potansiyel tecavüzcü ilan edilircesine kortej dışına atılmaları ciddi bir akıl tutulmasıdır.”

Burada eleştiriye katılma-katılmamaktan çıkıp aleni yanlışları düzeltmek gerekiyor. “Bir tek AKP ve düzen karşıtı slogan atılmaması” ifadesi, sabrı zorlamaktadır. Burada, kendini ispat etme yükümlülüğü feministlere ait değildir, bu asılsız iddiayı ortaya atanlarındır.

Yazının devamında öyle cümleler var ki, her birini tek tek alıntılayıp cevap verme isteği duymamak mümkün değil. “İçi boş feminist söylem” lafından tutun da, feminizmin patriyarkayla kapitalizmin birlikte işleyişine değinmediğini iddia etmeye ve feminizmi “metafizik” bir ideoloji olarak adlandırmaya giden analizlere ve finalde feminizmi emek mücadelesini bölmekle suçlamaya kadar bir dizi temellendirilemeyecek ve en önemlisi tarih tarafından, kadın hareketinin tarihi ve bu tarihten damıtılan teori ile çürütülecek iddiayla (hakaret demek de mümkün) karşı karşıyayız.

Yazının geri kalanında ise, kapitalizmin ve emperyalizmin şiddetle göbek bağına değiniliyor. Buradaki üslubun altını çizmek gerek. Yazı, Türkiye’de gerçekleşen bir kadın cinayeti ve ona verilen toplumsal tepkiden yola çıkıyor, devamında feminizm eleştirisi yapıyor ve ardından birtakım açıklamalara girişiyor. Burada gizlenen alt metin, feminizmin, şiddete, onu üreten yapılara, şiddetin dayanağını oluşturan ekonomik, tarihsel, kültürel nedenlere dair hiçbir söz söylemediğini, hiçbir toplumsal eylemlilik oluşturmadığını savlamaktadır. Birkaç paragraf sonrasında ise, yazar “Amerika’yı yeniden keşfetme” çabasına giriyor. Diyor ki, anneler de çocuklarına şiddet uygulamaktadır. Buradan da şiddetin yalnızca erkekler tarafından değil, bizzat kadınlar tarafından erken yaşlarda bireylere dayatıldığını, dolayısıyla şiddetin müsebbibi olarak erkekleri gösteremeyeceğimiz sonucuna varmamız bekleniyor. Yazıda okuru canevinden vuracak “Tansu Çiller” örneği de verilmiş. Sanki feministler, patriyarkanın kendi devamını sağlamak adına kadınları da erkekleştirdiğini, bu erkekleştirme sürecinde evlilik, annelik gibi kurumların ve rollerin başat rol oynadığını söylemezmiş gibi, kadınların eksik cins olarak algılanmaları sebebiyle iktidar olma şansı elde ettiklerinde, kendilerini ispat edebilmek adına erkekleşmeyi tercih edebildiklerini hiç yazmamışız, çizmemişiz gibi… Yazar, bir bakıma feminizmle, feminist teori ile değil, kendi kafasındaki “feminizmler” ile kavga ediyor. Zira onlarca farklı yoruma sahip, onlarca farklı akımdan oluşan feminist teorilerden hiçbirinin kadınların şiddet uygulamadığı yönünde bir iddiası yoktur.

Yazı kadın meselesi dışında o kadar çok şeye dayanıyor ve bunun yükünü feminizme yüklüyor ki, cevap verirken bile savrulmamak mümkün değil. Tekrar olduğu gibi alıntılıyoruz: “Ayrıca tüm antropolojik, tarihsel bulgular ve bugünkü ilkellerin arasında yapılan araştırmalar, ilkel komünal toplumlarda eril bir tecavüzün olmadığını gösterdi.”

Kısa ve net bir cevap: Hayır, hiçbir sosyal bilim –hele de bu konularda metodolojisi ve söylemiyle kılı kırk yaran antropoloji- böyle bir şey söylemedi. Burada iki yanlış var. “Bugünkü ilkel” söylemi güncel antropoloji söylemi açısından tamamen yanlıştır. Hadi işi zorlaştırmayalım. Bugün yaşamını farklı coğrafyalarda devam ettiren medeniyet dışı toplumlardan söz ediyorsak, onların yaşamları ile ilk avcı-toplayıcılara dair fikir edinmek, sosyal bilimler açısından hatalı bir çıkarım yapma yoludur. Diğer hata ise, bugünün ya da geçmişin “ilkel”lerinde tecavüze (eril tecavüz denmiş, bu lafa dokunmayacağım bile) dair bulguya rastlanmadığı iddiasıdır. Bu yönde belli tezler olsa dahi, bunlar kanıtlanmış ya da yaygın kabul görmüş değildir. Bugün söz konusu tarihte yaşayan toplumlarla ilgili en genel kabul gören tez, elimizdeki sınırlı kanıta dayanarak söylediklerimizin çoğunun birer varsayım olduğudur. Tecavüzle ilgili M.Ö 9000 gibi bir tarihsel aralığa denk gelen zaman dilimine dair elimizde nasıl bir kanıt olabilir sorusunu bir kez daha soralım. Zaten derdimiz bu değil, olmamalı. Velhasıl bilim bize o dönemde tecavüzün (ve hatta eril tecavüzün!) uygulandığına dair kanıtlar sunsun, bu bizim tecavüze karşı tavrımızda bir değişikliğe yol açmalı mıdır? Elbette hayır! Devam ediyoruz: “Şiddet tamamıyla kapitalizmin sömürü, yabancılaştırma ve hiçleştirme sarmalının ürettiği bir yıkıcılıktır. İnsanın doğasını tarihsel, sınıfsal, diyalektik anlayıştan kopartarak, şiddet ve tecavüzün erkek doğasının ve cinsel kimliğinin bir sonucu olduğunu söylemek, erkeği karşısına alan bir kadın mücadelesi tarif etmek ve bunu erkek düşmanlığına vardırmak düpedüz liberal burjuva taraftarlığıdır. Sol ve sosyalist yapıların, bu feminist pratiğin ve söylemin karşısında durması, ideolojik bir eleştiriyi ve tutumu süreklileştirmesi, sınıf mücadelesinin saflarının sıklaştırılması ve bilimsel tutumdan kaymama noktasında elzemdir.”

Yazar, iddiasını sürdürüyor. Şiddetin mevcudiyetini ve bütün biçimlerini kapitalizme daha da genelleştirelim, sınıflı topluma bağlıyor. Sınıflı toplum düzeninin, şiddetin yaygınlaşması, çeşitlenmesi ve hayatın her alanında bir araç hale gelmesinde şüphesiz çok büyük bir rolü var. Ancak şiddeti salt bununla açıklayabilir miyiz? Bu sosyal bilimlerin (itirazları duyuyorum, egemen sosyal bilim anlayışının değil, pek çok Marksist sosyal bilimcinin de dahil olduğu bir tartışma bu) hâlâ tartıştığı ancak net şekilde cevap veremediği bir soru. Bu sorunun net bir cevabının olmayışı, bize bir tarihsel sorumluluk yüklüyor. Şiddetin önlenebilmesi ve bir araç olarak toplumsal kabulünün ortadan kalkması için, bugünden mücadele etme zorunluluğu. Feminist hareket, tam da bundan bahsediyor, kendini tam da buraya konumluyor. Ancak feministler, bunu yaptıkları için şiddeti erkek doğasına yükleyen liberal bir burjuva taraftarı konumuna indirgeniyor! İnsaf. Daha önce de değindik, birçok feminizm var. Bu yazının hepsi adına konuşmak gibi bir iddiası olamaz. Ancak benim de aralarında bulunduğum birçok kadının, Türk ve Kürt feminist hareketinin sayısız öznesinin “özcü” bir yaklaşıma sahip olduğunu söyleyecek ne var ellerinde? Erkeklerin, kadının özne olduğu eylemde yürümemesi gerektiği iddiası. Bu kadar indirgemeci bir yaklaşım olabilir mi? Derdimizin erkeklikle, patriyarkal sistemin erkeği ile olduğunu, cinsiyet dışında “toplumsal cinsiyet” diye ayrı bir kategori olduğunu bas bas bağırmamıza rağmen, sokaktaki adam ağzıyla “feminizm erkek düşmanlığıdır” demek için bu kadar uzatmaya gerek yok. Zaten niyet kendini giderek daha net ortaya koyuyor. Sol, bu feministlerle yollarını ayırmalı, sınıf mücadelesinin saflarını sıklaştırmalı, bilimselleşmeli.

Sol, bu feministlerle yollarını zaten ayırıyor. Bunu pek de çaba sarf etmeden, tacizcileri, tecavüzcüleri parti-dernek bünyesinde barındırarak, şef tacizlerini görmezden gelerek, yönetim kademesinden kadınları dışlayarak, ayak işlerini kadınların üstüne yıkarak yapıyor. Sene boyunca kadın politikası üretmeyip her 8 Mart’ta kadınlara üstünlük taslayarak, eril diliyle “halk siyaseti yapıyorum” diye övünerek yapıyor. Siz, bu söyleminizi devam ettirerek buyurun sınıfla yakınlaşın, eşit işe eşit ücret diye bağıran, hem fabrikada patron tarafından, hem evde kocası tarafından sömürülen milyonların gerçek taleplerinize kulaklarınızı tıkayın; siz Ankara’da “ne patrona ne kocaya kendimizi gayrı sömürtmeyiz” diyerek çadırlarda direnen Tekel işçisi kadınları “burjuvalıkla” itham ededurun. Siz bilimsellikle yakınlaşıp “ilkel toplumda eril tecavüz yoktur” deyin. Haydi devam edin, yalnız bir kez daha söylüyoruz, yolumuzdan çekilin.

* İlgili yazıya bu linkten ulaşabilirsiniz: http://ilerihaber.org/kapitalist-siddet-ve-feminist-tutum/10565/

Canilik Değil, Erkek Şiddeti!

kadikoy-ozgecanEcehan Balta-Özlem Barın

Kadına yönelik şiddet; bir kadına yönelmiş görünse bile, aslında tüm kadınları susturmayı, bedenlerini ve hatta zihinlerini kontrol altına almayı hedefler. Örneğin, bir sokakta taciz hikâyesi dinlerseniz, o sokaktan artık kolay kolay geçemezsiniz. Özgecan’ı öldüren dolmuşçu olunca, bütün kadınların aklına dolmuşta yaşadıklarından başlayarak “teğet geçtikleri tehlikeler” üşüşür. Anneleri şiddete uğramış kadınlar, uğramamış olanlara göre kendileri de iki kat fazla şiddet görürler. Babaları şiddet uygulayan oğlan çocukları şiddete daha eğilimli olurlar. Şiddet etrafınızı ne kadar çevirmişse, o döngünün içinden çıkmak da o kadar zor olur.

Bir gün bir komşunuz dayak yerse, sizin de yeme olasılığınız artmış demektir. O yüzden şiddet, Ayşe’ye ya da Fatma’ya yönelik değildir, “kadın”a yöneliktir

Şiddet, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin hem nedenlerinden, hem de sonuçlarından birisidir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini sürdürmek için bu eşitsizlikten çıkarı olanların kullandığı bir araçtır, aynı zamanda bu eşitsizliğin bizzat kurucu öğelerinden biridir.

Kadınların emeklerinin, bedenlerinin, kimliklerinin baskı ve denetim altında tutulmasında zorun, yani şiddetin sistematik bir rolü var, özellikle de kadınların bu baskı ve denetim karşısında özgürlük taleplerinin arttığı durumlarda.  Belki hayatında “toplumsal cinsiyet” lafını bile duymamış olan bir erkek, karısını “konuşmuyordu”, “yemek tuzluydu”, “camdan baktı” gibi gerekçelerle (!) bıçakladığında, aslında onu dize getirmeye, itaat etmesini sağlamaya, bedenini ve zihnini kontrol etmeye çalışıyordur. Evlilikte “dayağın cennetten çıkma” olduğunu bilirseniz, bir gün bir komşunuz dayak yerse, sizin de yeme olasılığınız artmış demektir. O yüzden şiddet, Ayşe’ye ya da Fatma’ya yönelik değildir, “kadın”a yöneliktir.

Kadınlar kamusal alanda daha görünür oldukça, daha eğitimli, daha savunmalı hale geldikçe, erkeklerin öfkesinin daha fazla nesnesi oluyor. 

Yani, birincisi; şiddet bir cins olarak kadınlara yönelikse, Özgecan öldürüldüğünde, bütün kadınlara tecavüzcü erkeklere direnmememiz, geç saatte dolmuşa binmememiz, okula gitmememiz, bir erkekle yalnız kalmamamız gerektiği mesajı verilmiş olur. Bir kadın öldürüldüğünde, bütün kadınlara ayar verilir.

İkincisi, bugün kadınlara yönelik tacizin, cinsel saldırının, tecavüzün, şiddetin ve kadın cinayetlerinin adeta sıradanlaştığı, kadınların kırıma uğradığı bir toplumda yaşıyoruz. Belli ki, kadınlara yönelik “ayarın” dozunu artırmak gerekmiş ki bu ayar her kadının hergün, her saniye kendini tehdit altında hissetmesine yol açacak “kadın kırımı” (feminicide) düzeyine erişmiş durumda. Kadınlar kamusal alanda daha görünür oldukça, daha eğitimli, daha savunmalı hale geldikçe, erkeklerin öfkesinin daha fazla nesnesi oluyor. Ancak kadına yönelik şiddetin en ağırı olsa bile, tek biçimi feminisid değil. Kadınlar her gün, cinsel, fiziksel, psikolojik, ekonomik şiddetin çeşitli boyutlarını, gündelik hayatın tüm alanlarına sirayet etmiş bir biçimde  yaşıyorlar. Örneğin, “kadının fıtratı farklı”, “eşitliğe inanmıyorum” gibi beyanlar; kadınları cins olarak ikincilleştiriyor ve açık bir psikolojik şiddet barındırıyor. Üstelik, doğrudan şiddet kullanımını da artırıyor, çünkü meşrulaştırıyor.

Yasal metinlerin bu şekilde düzenlenmesi, kadınlara yönelik şiddetin cinsiyetçi doğasının belirtilmesi kadınların şikayetçi olmalarında ve yaşadıkları şiddeti görünür kılmada ciddi bir artış sağlamış durumda

Fakat yine de feminisid kavramı üzerinde biraz duralım. Kavram son yıllarda Latin Amerikalı feministler tarafından kadına yönelik şiddetin, özellikle de kadın cinayetlerinin cinsiyete dayalı cinayetler olarak kabul edilmesi ve yaptırımların da bu doğrultuda geliştirilmesi gerektiği talebiyle birlikte önerildi. İnanılmaz ölçüde artan kadın cinayetlerinin toplumdaki genel suç artışıyla birlikte düşünülüp, münferit cinayetler olarak görülmesine karşı bizzat kadınlara yönelmiş bir erkek şiddeti olarak kavramsallaştırılabilmesinin aracı olarak öneriliyor kavram. Feminisid kavramı bugün Latin Amerika’da bazı ülkelerin yasal metinlerine kadın cinayetlerini tanımlamak üzere girmiş durumda. Cinayetlerin faillerine yönelik daha etkili soruşturma yöneltilmesi ve cezaların da bu özel kategori altında artırılması öngörülse de uygulamada çok önemli bir ilerleme henüz kaydedilmiş değil. Diğer yandan yasal metinlerin bu şekilde düzenlenmesi, kadınlara yönelik şiddetin cinsiyetçi doğasının belirtilmesi kadınların şikayetçi olmalarında ve yaşadıkları şiddeti görünür kılmada ciddi bir artış sağlamış durumda.

Elbette kadınların kadın oldukları için şiddete maruz kaldıklarını ve bu şiddetin giderek artarak bir kırıma evrildiğini adını koyarak kabul etmek önemli. Bu aynı zamanda önlemeye yönelik önlemlerin geliştirilmesinde de önemli bir adım. Ama yine de kavramın şiddetin sistematik karekterini ortaya koymakla birlikte şiddetin faillerini, yani erkek özneleri ve şiddetin sistematik karekterini patriyarkal düzenden almasını gizleyen bir tarafı var, özellikle de ana akım metinlerde kavramın bu şekilde yüzeysel bir kullanımı da gelişmekte. Feminisid kavramı kadınlara yönelen şiddetin sistematikliğine, artışına vurgu yapıyor ve bunu kadın düşmanı politikalara bağlıyor. Neoliberal muhafazakarlık altında gittikçe aratan kadın düşmanlığına vurgu yapması açısından tüketici olmasa da dönemin ruhunu ifade etmesi açısından elverişli bir kavram.

AKP; aile yapısındaki dönüşümün; kadınların daha fazla söz ve hak talep etmesinin şiddeti artırdığı tespitiyle, şiddetin çözümünü de kadınları daha fazla aile içine gömmek, “geleneksel” aile yapısını muhafaza etmekte buluyor

Bugün Türkiye’de de AKP iktidarı altında kadın cinayetlerinin gittikçe artması ve sıradanlaşması karşısında kadın kırımı kavramını gittikçe daha fazla kullanır olduk. Bir yandan bu artışı, bir yandan sistematik hale gelmiş olmasını, bir yandan da bizzat AKP’nin açıktan kadın düşmanı politikalarını bütünsel bir şekilde ifade eden bir kavram. Ancak hemen eklemek gerekir; bu sorun AKP ile başlamadı, AKP ile de bitmeyecek. Hatta AKP; aile yapısındaki dönüşümün; kadınların daha fazla söz ve hak talep etmesinin şiddeti artırdığı tespitiyle, şiddetin çözümünü de kadınları daha fazla aile içine gömmek, “geleneksel” aile yapısını muhafaza etmekte buluyor. İşte sonra, “sokağa çıkmayın; okula gitmeyin, mini etek giymeyin” başlıyor. Yani, “istediğimiz gibi kadınlar olun, biz de sizi dövmeyelim, öldürmeyelim”.

Özgecan’dan sonra şiddetin önlenmesi için önerdikleri “pembe otobüs” mesela: Erkeklerle yalnız kalmayın diyorlar. AKP o yüzden “kadın” vurgusu yapmaktan özellikle kaçınıyor, o yüzden kadınları 27 yaşına kadar evlendirmeye, 30 yaşına kadar da çocuk sahibi yapmaya çalışıyor. Elbette bu suni “çözüm” de, farklılaşan toplumsal dinamiğe göre evrilmeyen bir muhafazakarlık, dönüp dolaşıp şiddeti artırıyor. Ama toplumsal değişim devam ettiği, kadınlar daha fazla özgürlük talep ettiği sürece, kadına yönelik şiddet de “olağan akış içinde” son bulmayacak.

Şiddet bir kişi tarafından uygulanıyor. O kişi de, dünyanın neresindeki istatistiklere bakmak isterseniz bakın, çok büyük bir çoğunlukla erkektir

Üçüncüsü, şiddet bir pasif alıcı olarak kadının “başına gelmiyor”. Şiddet bir kişi tarafından uygulanıyor. O kişi de, dünyanın neresindeki istatistiklere bakmak isterseniz bakın, çok büyük bir çoğunlukla erkektir. Daha da ötesi, o kişi; yine çok büyük bir çoğunlukla, en yakınımızdaki kişi; babamız, abimiz, sevgilimiz, kocamızdır. Kadına yönelik şiddet, diğer şiddet türlerinden farklı olarak; ağırlıkla ev içinde yaşanır. Yani kendimizi en güvende hissetmemiz gereken yer, hapishanemiz olur. Şiddet kadın cinsini kontrol altına almaya yönelikse, kadınların ezilmesinden farklı derece ve düzeylerde, ama nesnel olarak çıkarı olan erkek cinsinin bireyi, kadına yönelik şiddet uygulasa da uygulamasa da; şiddete seyirci kalıyorsa, şiddeti savunuyor demektir. Bu söz, ezberden söylenmiyor. Şiddet toplumsal cinsiyet eşitsizliği düzeninin devamı için bir araçtır. Bu düzenin devamından çıkarı olanlar, onu yeniden üretiyor, sürdürüyor, sürdürülmesine sessiz kalıyorsa, masum değildir. Bilin ki, toplumsal cinsiyet eşitsizliği sistemi, kadının erkekten duyduğu “korku” ve bu korkunun gerçekleşmesinin bir ihtimal olarak da olsa orda bir yerde duruyor olmasından, yani o korkunun nesnel zeminini oluşturan potansiyel şiddetten kaynaklanıyor.

Şimdi, toparlayacak olursak;

Şiddet, bir bütün olarak kadın cinsine yöneliktir. Nedeni, toplumsal cinsiyet eşitsizliği düzenini sürdürmektir. Şiddetin faili erkektir ve genellikle de en yakınımızdaki erkektir. Şiddetin sonuç doğurması için gerçekleşmesi gerekmez. Şiddet tehdidi de aynı işlevi görür.  

Peki, bu çerçeve ne işimize yarayacak?

Birincisi, demek ki, üç tane faili astığımız zaman şiddet bitmeyecek. Hatta idam cezasının geri gelmesinden en çok zarar görenler bu hukuk sistemi içinde muhtemelen tecavüzcü erkekler olmayacak.

Ama “caydırıcı ceza” tanımının hukuka bir şekilde girmesi gerekiyor. O kadar çok erkek, “kadınlara tecavüz etmenin cezasının bu olduğunu bilmiyordum” şeklinde savunma yapıyor ki, şaşırırsınız.

Aynı zamanda kadın cinayetleri, taciz, şiddet gibi suçlar, madem bir cinse yöneliyor, o zaman “kadına yönelik suçlar” başlığı altında değerlendirilmeli ve “kadın kırımı” tanımı ceza yasasına mutlaka girmeli.

Kadınlara yönelik ayrımcılığı pekiştiren tüm “çözüm önerilerine” de karşı olmalıyız. Madem şiddet ayrımcılığın nedeni ve sonucu, ayrımcılığı pekiştirmek şiddeti azaltmaz, tersine artırır.

Ama kadınların korunmasını esas alan yasal ve kurumsal yapı da mutlaka dönüşmeli. Aile Bakanı Ayşenur İslam’la birlikte, Bakanlığın da ortadan kalkmasını istemeliyiz. Kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddeti önlemeyi geleneksel aileye dönüşle değil, kadının bir birey olarak haklarının savunulmasıyla çözüleceği perspektifi ile, bir Kadın Bakanlığı kurulmalı.

Tüm bu talepleri güçlü bir şekilde tam da bu dönemde yükseltmeliyiz, diğer taraftan erkek şiddeti karşısında kadın dayanışmasını güçlendirmeliyiz. Hepimizin erkek şiddeti tehdidi altında yaşadığımız, erkeklerin korku salmaya devam ettikleri bir ortamda, korkuya teslim olup özgürlüklerimizden vazgeçmememiz ve daha fazlasını kazanmamızın yolu politik olarak kadın dayanışmasını yükseltmekten, kadınlar olarak örgütlenmekten geçiyor.

Kadın dayanışmasının bu örgütlü biçimi bugün özellikle Kürt kadın hareketinin kullandığı biçimiyle “öz savunma geliştirmek” demek. Gece yarısı üst kattan gelen çığlığı duyduğumuzda apartmandaki tüm kadınlar olarak kapıya dayanmamız demek, kendimizi savunmak, birbirimizi korumak demek. Erkek şiddetini bir dayanışma içinde özneleriyle teşhir etmek, yaşam alanlarımızdan çekilmemek, bu alanları artırmak demek.

Öfkemizi, isyanımızı erkeklere yöneltirken birlikte güçlenmenin yolları üzerine daha fazla düşünmeliyiz, kadınlar olarak!

Özgür Bir Kenttir Elimizden Aldığınız!

ozgurbirkent1Özlem Çelik

Özgecan’ın yaşadıkları hepimizin hayatta en az bir kere düşündüğü, bu ihtimalin çok yakınlarında olduğunu bildiği bir olaydı ve de tesadüf değildi

“Dolmuşa bindiğinde, şoförün kapıyı kapatıp, gaza basıp ıssız bir yere götüreceği korkusunu yaşamayan; bu korku yüzünden tek kalmamak için son inenle birlikte inmek zorunda kalmayan,
ıssız bir sokakta iki adımda bir arkasına tedirginlikle bakmadan yürüyebilen, arkasından gelen kişinin adımlarının temposuna kulak kesilmeyen,
yanından geçen birinin kendisini taciz edebileceği korkusu yaşamayan,
eve yemek siparişi verdiğinde bile tekse eğer, siparişi getiren kişinin yalnız olduğunu anlamaması için elinden geleni yapan,
hayatında hiç tacize uğramamış olan,
bindiği taksinin plakasını almak zorunda kalmayan,
hayatında bir kere olsun tecavüze uğrama korkusu yaşamamış olan bir kadın kaldı mı bu ülkede?”

Özgecan’ın ardından bu alıntı birçok kadının facebook sayfasında paylaşıldı. Özgecan’ın bundan birkaç gün önce yaşadıkları bir taş gibi oturdu içime. Hepimize oldu bu. Doğru ama, feminist olan ya da olmayan kadınlar bu tecavüz ve cinayet ardından neden bu kadar hızlı sokağa çıktılar?

Devamını Oku…

Özgecan’ın Öldürülmesinin Sorumlusu Kim/Kimler?_İstanbul Feminist Kolektif

ifkİstanbul Feminist Kolektif’in açıklamasını aşağıda okuyabilirsiniz:

Özgecan’ın tecavüz sonrası öldürülmesinin toplumun tüm kesimlerinden aldığı tepki, kuşkusuz kadın cinayetlerinin önlenmesi, erkeklerin engellenmesine yönelik bir fırsat yaratması açısından önemli. Fakat Özgecan’ın öldürülmesi hakkında yapılan tartışmaların çoğu bu yönde bir umut doğurmuyor. Çünkü başta iktidar olmak üzere hiçbir siyasi grup Özgecan’ın öldürülmesinin sorumluluğunu almak istemiyor. Özgecan’ın tecavüz sonrası öldürülmesi münferit bir olay gibi tartışılıyor. Ancak canilerin yapabileceği bir olay. Dolayısıyla eylemden eyleme koşan, demeç üzerine demeç veren erkekler kendilerini bu vahşi cinayetin dışında görüyorlar. Oysa Özgecan’ın katledilmesi hiç de tesadüf değil.

Özgecan’ın başına gelenleri önlenmeyen erkek şiddetinden, sürekli kadınlar hakkında konuşan siyasetten, kadınların kahkahasına, dekoltesine karışıp iffetli-iffetsiz kadın ayrımı yapanlardan, kadınların hayatını kontrol etmeyi kendine hak gören erkeklerden bağımsız göremezsiniz. Tecavüze faili olan erkekten ve erkek egemenliğinden soyutlayarak bakamazsınız.

GB”>Yapılan değerlendirmelerin bir kısmı ise Özgecan’ın ve tüm kadınların maruz kaldığı erkek şiddetinin tüm biçimlerini bir kez daha gözler önüne seriyor. Sokakta, dolmuşta özellikle de hava karardığında tek başına kalmanın tedirginliği yaşamamış tek bir kadın dahi yok. Ne bu ülkede, ne de dünyada. Erkekler tarafından hayatında en az bir defa tacize-şiddete uğramamış kadın olmadığı gibi.

Kadınları kontrol ve denetim altında tutmak erkeklere tanınmış bir hak. Kızının gece sokağa çıkmasına izin vermeyen baba, sevgilisine tokat atan erkek, kadınlara annelik kariyerini teşvik eden bakan, “kadın- erkek eşit değildir” diyen Cumhurbaşkanı, kadın ve erkek arasındaki toplumsal cinsiyet eşitsizliğini besleyen, bu eşitsizlikten güçlenen, erkeklikten faydalanan her erkek Özgecan’ın, her gün şiddete, tacize ve tecavüze maruz kalan kadınların failidir. Bilhassa “Tecavüze uğrayan kadın doğursun,” “O da mini etek giymeseymiş” gibi tecavüzü meşrulaştıran, kadınları sindirip erkekleri cesaretlendiren mesajlar veren devlet, kadınlara yönelik sistematik erkek şiddetinden, kadın cinayetlerinden, tecavüzlerden sorumludur.

Bugün idam naraları atanlara soruyoruz: erkek egemenliğine karşı, kadınları güçlendirecek ne yaptınız şu zamana kadar? İdam naraları atanlar, “her yerde kadın cinayeti, tecavüz var, o zaman, herhalde erkek şiddeti uygulayan her erkek idam edilsin” diyorsunuz. Demek kendinizi biliyorsunuz! Tecavüzü erkekleri hadım ederek, cinayetleri katilleri idam ederek önleyemezsiniz.

Her gün erkek şiddetine maruz kalıyoruz çünkü sokakta-yan komşunuzda bir kadını kocası-sevgilisi-babası- abisi dövdüğünde sesinizi çıkarmıyorsunuz, mahkeme salonlarında tecavüze uğrayan kadınların beyanı sorgulandığında, “rıza” arandığında galeyana gelmiyorsunuz, erkekleri engellemek yerine kadınlara mahsus pembe otobüs isteyenlere gereken cevabı vermiyorsunuz, “tecavüze uğrayan kadın kürtaj yaptırmasın, kendisi ölsün” diyen adamın koltuğunda oturmasına izin veriyorsunuz. Bazılarınız kadın haklarını savunduğunu iddia edip kadınları aşağılamaya, alanlara sokaklara kendini dayatmaya kalkıyor. Nasıl bir erkek dayanışması içinde hareket ettiğinizi sürekli hatırlatıyorsunuz.

Bugün pek çok kadın bu kadar baskıya rağmen, üzerimize salmaya çalıştığınız korkuya, her gün öldüren erkeklere rağmen hayatlarını savunuyor. “Hayır” diyerek, öldürmeye çalışan erkekleri öldürmek zorunda kalarak. Katil erkeklerin öne sürdüğü gibi “aldattıkları”, “boşanmak istedikleri”, “erkeklik görevlerini yapmadıkları” için değil, bunu kendimize hak gördüğümüz için de değil; hayatta kalabilmek için!

İstanbul Feminist Kolektif / 15 Şubat 2015

Özgecan’ı ve Katledilen Kadınları Hiçbir Zaman Unutmayacağız!/14 Şubat 2015

Basına ve Kamuoyuna

En son Mersin’in Tarsus İlçesinde kayıp olarak aranan Özgecan Aslan’ın tecavüz edilip öldürüldükten sonra yakılmış cesedi bulundu. Kadın cinayetlerinin hızla artmasına neden olan erkek-yargı-devlet işbirliğine karşı hesap sormak için buradayız.

Katliam boyutuna varan kadın cinayetlerine isyandayız!

Kadına yönelik erkek şiddeti her geçen gün daha fazla artarken kadın cinayetleri de katliam boyutuna varıyor. Birçok durumda şiddet yuvasına dönüşen ailelerde kadınlar en yakınlarındaki erkekler tarafından öldürülürken erkek şiddeti sokaklara, iş yerlerine, toplu taşıma araçlarına ve tüm kamusal alanlara yayılıyor. Devletin hiçbir etkin önlem almadığı, çözüme yönelik irade ortaya koymadığı bu ülkede kadınlar her gün şiddet, taciz, tecavüz, cinayet tehdidi altında yaşamak zorunda bırakılıyor. Ne evlerde ne de sokaklarda güvenliğimiz var! Soruyoruz: Yapılan tüm yasal düzenlemelerin kâğıt üzerinde kaldığı, taciz, tecavüz ve kadın cinayeti davalarında mahkemelerin erkeklik indirimi vermek için yarıştığı, toplumun tüm bunları neredeyse normalleştirdiği, basının haberleri failin “gerekçeleriyle” sunduğu bir ülkede erkek şiddetinden, kadın katliamından kim sorumlu?

Biliyoruz ki hem iktidar hem de toplum tarafından kadınlara yönelik hız kesmeyen baskıcı ve cinsiyetçi saldırılar şiddetin daha fazla yayılmasına, sistematikleşmesine ve meşrulaştırılmasına neden oluyor. Bu nedenle kadın cinayetlerinin politik olduğunu buradan bir kez daha haykırıyoruz. Evlerde, iş yerlerinde, sokaklarda şiddet, taciz, tecavüz korkusu duymadan özgürce yaşamak istiyoruz. Artık tek bir kadının daha şiddet görmesine, katledilmesine tahammülümüz yok!

Özgecan’ı ve katledilen kadınları hiçbir zaman unutmayacağız!

Özgecan da tecavüz edilerek vahşice öldürüldü ve aramızdan alındı. Burada tekrar “çocuklarınıza çığlık atmayı öğretin” diyen ya da mahkemelerde “direnmediği”, “bağırmadığı”, gerekçesiyle neredeyse kadınları suçlu bulan, erkek şiddetine karşı mücadele eden ve kendisini savunan kadınların meşru müdafaa hakkını tanımayan, kadınları katledeni değil kadınların kıyafetini sorgulayan erkek egemen yargınızdan, Aile Bakanlığınızdan, devletinizden hesap soruyoruz. Siz faillerin lehine söylemlerde bulunarak ya da kararlar vererek kadınlara yönelik suçlara ortak oluyor, kadınlara karşı şiddeti, öldürmeyi teşvik ediyorsunuz. Failleri korudukça daha fazla kadının şiddet görmesine, öldürülmesine neden oluyorsunuz. Biz kadınlar erkek adalet değil gerçek adalet istiyoruz!

14 Şubat adı altında, aşk-sevgi söylemlerinizin ardında sizler kadına yönelik tacizi, tecavüzü, şiddeti görünmez kılarken, Özgecan gibi birçok kadın katledilirken, bizler yakınımızda olan tanıdığımız erkeklerin öldüren sevginizi istemiyor, öldüren sevgiye de sokaklarda, toplu taşımada, kamusal alanda erkeklerin şiddet ve öldürme tehdidine karşı da isyan ediyoruz. Sevginiz de nefretiniz de kadınları öldürüyor!
Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu

14 Şubat 2015 Kadıköy

İlerici- Gerici İkileminde Feminist Politika

foto-ifkEce Kocabıçak

İktidar partisinin liberal ilerici ya da dinci gerici olduğu ikilemi üzerinden politika yapmak bize yeni   olanaklar sağlıyor mu? Yoksa bu ikilem, patriyarkanın öznesi erkekler ile devlet arasındaki tarihsel bağı  görünmez mi kılıyor? Bu soruya yanıt verebilmek için öncelikle feminist politika açısından neyin ilerici, neyin gerici olduğunu tarif etmeye çalışacağım. Ardından, feminist zemin üzerinde yaptığım bu ayrıma sadık kalarak, liberal iktidarların her koşulda kadınlar için ilerici olup olmadığını tartışacağım. Böylesi bir tartışmanın liberal ilerici- dinci gerici ikileminin feminist politikaya getirdiği kısıtları göstermesini umuyorum. Son olarak, farklı bir kavramsal çerçevenin izinden giderek, erkekler ile patriyarkanın kurumları olan devlet, heteroseksüel aile, kültürel ve dini pratikler, şiddet ve cinsellik arasındaki ilişkiye ve kadınların bu kurumlarla mücadelesine değineceğim.[1]

Devamını Oku…

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor

510Peki, biz şimdi sizlere ne mi sunmak istiyoruz? Yaşamları ve canları için mücadele eden kadınların; şiddet gördüğü evde, sokakta, mahallede erkekler engellenmediği için canlarına tak ederek ve genellikle de canını kurtarmak için şiddete başvurmak durumunda kalmış kadınların, medyada duyulan haberleri üzerinden aylık bir döküm sunmayı hedefliyoruz. Yani, kadınların tuzluk uzatmadığı, boşanmak istediği, dilediği kıyafeti giydiği, facebook hesabı açtığı, izinsiz sokağa çıktığı için öldürülmelerinin tam tersi bir yerden, şiddetten kurtulmak ve ölmemek için şiddete başvuran kadınların haberlerini paylaşacağız.

Kadınlar Hayatlarına Sahip Çıkıyor! / Ocak 2015 Raporu

İstanbul Feminist Kolektif olarak, kadına yönelik erkek şiddetini önlemek ve bu şiddeti engellemek için uzun yıllardır mücadele ediyoruz. Mücadelemizin temelinde erkek şiddetine karşı kadın dayanışmasıyla hep birlikte güçlenmek; bu şiddetin evde, işte, mahallede, sokakta, ailede maruz kaldığımız çeşitli tezahürlerine karşı birlikte direnmek yatıyor.

Erkek şiddetini önlemek için devlet tarafından geliştirilen politikanın temelinde aileyi korumak ve güçlendirmek var. Bu amaçla bir yandan evlilik teşvik edilirken, diğer yandan boşanmalar engellenmeye çalışılıyor. Bununla da kalmayan bu politikalar önceliğini, ailenin muhafaza edilmesine ayırarak kadını şiddetten korumaya çalışıyorlar. Biliyoruz ki kadınlara tek adres olarak evlilik gösterildikçe, aile dışındaki yaşam biçimleri reddedildikçe ve “fıtrat” söylemiyle kadınlık ve erkeklik rolleri sabitlenerek benimsetilmeye çalışıldıkça, erkek şiddetinin önlenmesi imkansız!

Hayatta kalmak için erkek şiddetine direniyoruz!

Erkek şiddetini önlemek için kadınları cinsiyetçi rollerle aileye bağımlı kılan politikaların terk edilmesi gerekiyor. Ayrıca, devletin kadınları ‘korumak’ için geliştirdiği politikaların da erkek şiddetini önleyecek ve engelleyecek öncelikte olması, yani kadınların eşitliğini ve özgürlüğünü esas alması gerekiyor.

Her gün en az 3 defa karşılaştığımız kadın cinayeti haberlerini okurken, davalarını izlerken kadınların hayat hikayelerinde, öldürmeye kadar varan erkek şiddetinin hakaretle, aşağılamayla ya da tek bir tokatla başladığını görüyoruz. Pek çok kadının yaşadıklarının en az bir yakını tarafından bilindiğini, kimilerinin savcılığa giderek şikayetçi olduğunu, kimilerinin ise bir dönem sığınakta kaldıkları ya da koruma kararı aldıklarını biliyoruz. Peki, kadınlar yaşadığı şiddeti elindeki olanaklarla, ulaşabildiği yerlerle paylaşırken, kadınlara şiddet uygulayan erkekler neden engellenmiyor? Kadınlar şiddetten neden uzaklaştırılamıyor? Bunun üzerine hepimizin düşünmesi gerekmez mi?

Devlet kadın katliamının önlenmesinden sorumludur!

Bu coğrafyadaki kadın katliamının engellenmemesinde en büyük sorumluluğun devlette olduğunu biliyoruz; ancak hepimize düşen bir parça sorumluluğu da inkar edemeyiz. Özellikle çocuklu kadınların, en yakınındakiler tarafından kendilerini evliliğe mecbur hissettirildiğini ve kocalarına bir şans daha vermeleri için ikna edildiklerini biliyoruz. Böylesi bir toplumsal baskı karşısında “Hayır” diyebilmeyi başaran kadınların da karşısına bu sefer devlet destekli ‘Bir şans daha ver’, ‘Çocuğun var yuvanı yıkma’ söylemi çıkıyor. Boşanmış, aileden kopmuş kadınların tek başlarına yaşamalarına yönelik bir sosyal politika esastan reddedildiği için çok sayıda kadın kendileri için şiddet yuvası olan ailelerde yaşamaya devam etmek zorunda kalıyorlar.

Yaşamak için öldürmek zorunda bırakılıyoruz!

Peki, biz şimdi sizlere ne mi sunmak istiyoruz? Yaşamları ve canları için mücadele eden kadınların; şiddet gördüğü evde, sokakta, mahallede erkekler engellenmediği için canlarına tak ederek ve genellikle de canını kurtarmak için şiddete başvurmak durumunda kalmış kadınların, medyada duyulan haberleri üzerinden aylık bir döküm sunmayı hedefliyoruz. Yani, kadınların tuzluk uzatmadığı, boşanmak istediği, dilediği kıyafeti giydiği, facebook hesabı açtığı, izinsiz sokağa çıktığı için öldürülmelerinin tam tersi bir yerden, şiddetten kurtulmak ve ölmemek için şiddete başvuran kadınların haberlerini paylaşacağız.

Ocak ayına dair yaptığımız bu derleme, sadece medya yoluyla ulaşabildiğimiz olayları içeriyor. Cinsiyetçi haberlerin arasından kadınların hikayelerini çekip çıkarmak elbette zor. Bu haberler genellikle bir kadının kocasını/sevgilisini öldürmesinin başlı başına “haber değeri” taşıdığı varsayımıyla hareket ederken, sadece olaya odaklanarak şiddet geçmişine dair bilgiyi bize genellikle sunmuyor. Kadınların yıllarca gördükleri şiddet sonucu, kendilerini korumak için cinayet işlediklerini söyledikleri savunmaları ise gazete satırlarında tek cümleyle geçiştirilen birer “iddia” olarak kalıyor. Bu derlemede ayrıca, meşru müdafaa şeklinde işlenen cinayet ve yaralamaya ilişkin süren davalar ve yargı kararlarına dair haberlere, kendini savunma amacıyla uygulanan şiddete ve konuya ilişkin yapılan açıklama/eylemlere de yer verdik.

Buradaki talebimiz, erkek şiddetini önlemek için aileyi değil kadını güçlendirecek, boşanmayı değil şiddeti engelleyecek politikaların oluşturulmasını yine ve yeniden gündeme taşımak. Biliyoruz ki şiddet uygulayan erkekler engellenemediği için kadınlar, kendilerini korumak adına şiddete başvurmak zorunda kalıyorlar. Kadınların erkek şiddetine karşı çaresiz bırakıldığı erkek egemen sistemde, kendini kurtarmak için yaptığı her savunma bir meşru müdafaadır ve bu tavrın hukuktaki karşılığı cezasızlık olmalıdır! Erkek şiddetine karşı mücadelemizi büyütmek adına kadınların bu direnişini görünür kılmak istiyoruz!

Kadınlar Erkek Şiddetine Direniyor

1 Ocak’ta İstanbul Taksim Meydanı’nda yeni yıl kutlamalarında kalabalığın arasında tacize uğrayan bir kadın, arkasındaki tacizciye dönerek tekme attı ve, “Ne yaptığını sanıyorsun” diyerek bağırdı. Tacizci ise olay yerinden uzaklaştı.

44 yaşındaki Nermin, 3 Ocak’ta Beyoğlu Örnektepe’de yaklaşık 1 buçuk yıldır görüştüğü ve evinde tecavüz girişimiyle karşı karşıya kaldığı Eyüp Altıparmak’ı boğarak öldürdü. Polise teslim olan Nermin, Gayrettepe Asayiş Şube Müdürlüğü’ndeki işlemlerinin ardından adliyeye sevk edildi. Nermin, şube çıkışında soru yönelten gazetecilere şöyle dedi, “Herkes hak ettiğini bulur.”

Malatya’nın Kuluncak ilçesinde Zekine, kocası Virani Kergir’i 3 Ocak’ta silahla öldürdü. Zekine, Virani Kergir’in ikinci karısıydı ve resmi nikahları yoktu. Yakalanan Zekine cezaevine gönderilirken, 5 yaşındaki kız çocuklarının Jandarma tarafından Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’ne bağlı bir yuvaya verileceği öğrenildi.

Konya’nın Selçuklu ilçesinde Bünyamin Gür, 5 Ocak’ta sabaha karşı eski sevgilisi Gülşah’ın, kardeşi Leyla ile birlikte yaşadığı evlerine zorla geldi. 23 yaşındaki Leyla, evi terk etmesini söylediği Bünyamin Gür’ü bıçakla yaraladı. Leyla, olayda kullandığı bıçakla gözaltına alındı.

İzmir’de Y. 8 yılda 4 kez yaşadığı evliliklerin hepsinde kocaları tarafından şiddete maruz kaldı. Her seferinde koruma kararı alan ve evliliklerini bu şiddet sebebiyle bitiren Y., son evliliğinde de şiddete maruz kalınca kocası A. için koruma kararı aldırarak boşanma davası açtı. Ancak, A.’nın uyguladığı şiddet sona ermeyince Y. bu kez A.’yı dövdü. A. ise, “Karım bana şiddet uyguluyor” diyerek koruma kararı aldı ve 12 Ocak’ta boşandılar.

Adana’da yaşayan Eda, sevgilisi Serhat K.’nın şiddetine sürekli maruz kalıyordu. 18 Ocak’ta gece yarısı yine darp edilince Eda, bu kez dayanamayıp mutfaktan aldığı bıçakla Serhat K.’yı bacağından ve göğsünden yaraladı. Ardından 112 Acil Servisi arayarak ev adresini verip ihbarda bulundu. Adana Devlet Hastanesi’ne kaldırılan Serhat K.’nın hayati tehlikesi bulunmadığı öğrenildi. Fatih Polis Merkezi’ne getirilen Eda, “Bana her gün şiddet uyguluyordu. Artık yeter deyip bıçakladım,” dedi.

Afyonkarahisar’da Fatma, dini nikahla yaşadığı Hasan Yılmaz’ı av tüfeğiyle vurarak öldürdü. Şiddetine sürekli maruz kaldığı ve daha önce ayrıldığı Hasan Yılmaz ile tekrar birleşmek durumunda kalan Fatma, 25 Ocak’ta Hasan Yılmaz’ı öldürdü. Fatma göz altına alınırken olayla ilgili soruşturma sürüyor.

Adana’da Deniz’in ayrılmak istediği ve ayrı yaşadığı kocası Mehmet Yıldırım, evlilikleri süresince birlikte aldıkları kamyonetten Deniz’e pay vermeyi reddetti. Deniz, adamın kulağını tırnağıyla kesti. Mehmet Yıldırım da Deniz’i yumruklayarak şiddet uyguladı. Her ikisine de ‘basit yaralama’ suçundan 29 Ocak’ta dava açılırken 1.5’ar yıl hapis cezası ile cezalandırmaları isteniyor.

Devam Eden Meşru Müdafaa Davaları Ve Yargı Kararları

Fatma, 23 yıldır evli olduğu ve kendisinden yıllardır şiddet gördüğü kocası Metin Kaymak’ı kafasına vurarak öldürdü. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 30 Aralık’ta görülen davanın karar duruşmasında heyet, müebbet hapis cezasıyla yargılanan Fatma’ya evliliği boyunca gördüğü şiddetten dolayı tahrik indirimi ve iyi hal indirimi uyguladı. Ceza, 18 yıl 4 ay’a indirildi. Duruşmada Fatma, “Sürekli dayak yiyordum, aldatılıyordum. Oğluma cinsel tacizde bulunuyordu. Ruh ve sinir hastası oldum sayesinde. Sonunda bana kafayı yedirtti,” dedi.

Bursa’nın Gemlik ilçesinde N., 20 yıl evli kaldığı ve 3 yıldır ayrı yaşadığı eski kocası Y. Z.’nin tecavüz girişimine maruz kaldı. Polise yapılan bu başvuru, 20 Mayıs 2014 tarihinde hazırlanan iddianameyle yargıya taşındı. Hastaneye sevki yapılan N.’nin vücudunun çeşitli bölgelerinde sıyrık, morluk ve ekimozlar oluştuğu tespit edildi. Yapılan yargılama sonucu koca Y.Z. hakkında ‘beraat’ kararı verildi. Beraate gerekçe ise Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nin “Cinsel saldırı suçunun basit halinin eşe karşı işlenmesi suç olarak düzenlenmemiştir” kararı oldu. Yargıtay’ın bu kararı sebebiyle sanığa ceza veremeyen Gemlik 1. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Levent Dağdeviren, bunun üzerine sanık için 5 Ocak’ta ‘eşe karşı yaralama’ suçundan suç duyurusunda bulunulmasına karar verdi.

5 ay önce eski sevgilisini öldüren Selma’nın yargılandığı davanın ilk duruşması Antalya 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Elazığ’da yaşayan 23 yaşındaki Selma, sevgilisi Semih Al’dan ayrılmak istediğini söyleyince Semih Al, Selma’yı elindeki fotoğraflarla tehdit etmeye başladı. Selma’ya tecavüz etti. Selma’nın kendisi hakkında şikayetçi olduğu Semih Al, 7 ayrı suçtan tutuklanmasına rağmen Selma, ailesinin ısrarı yüzünden şikayetinden vazgeçmek zorunda kaldı. Semih Al ise serbest bırakıldı. 10 Ocak’ta görülen duruşmada verdiği ifadede Selma, “Onun yüzünden annemle Elazığ’dan kaçıp Antalya’ya geldik. Ancak peşimi bırakmadı. Olay günü beni 10. kattan aşağıya sarkıttı. Kavga sırasında bıçakladım,” dedi.

Isparta’nın Yalvaç ilçesinde sürekli saldırısına maruz kaldığı tecavüzcüyü öldüren Nevin’in yargılandığı davanın 13’üncü duruşması 12 Ocak’ta görüldü. Feministler olarak takip ettiğimiz duruşmada Savcı Osman Çabuk mahkeme heyetine sunduğu mütalaada, “Nevin’in tecavüze uğramadığını, Nurettin Gider ile 3 yıl süren gönül ilişkisi olduğunu” iddia ederek Nevin hakkında ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası talep etti. Mütalaaya karşılık söz alan Nevin, “Ben namusumu temizledim. Ne gönüllü ilişkim vardı ne de o fotoğrafları gülerek ve poz vererek çektirdim. Tanıkların hepsi de onların yakınıydı. Para verdiler, konuşturdular,” dedi. Duruşma, 25 Mart tarihine ertelendi.

Kastamonu’da kendisine şiddet uyguladığı için kocası Mustafa Ö.’yü tabancayla öldürmekten yargılanan Nurgül’ün cezasına, kadına şiddet indirimi uygulandı. Ağırlaştırılmış müebbet cezasıyla yargılanan Nurgül’ün cezası 17 yıl 6 aya indirildi. 21 Ocak’taki duruşmada Mahkeme heyeti, cezaevinde 2 yaşındaki kızı ile birlikte kalan Nurgül’ün tutukluluğunun devamına karar verdi.

Kendisine evlendiği günden beri şiddet uygulayan, ölümle tehdit eden kocası Özkan Kaymaklı’yı öldüren Yasemin’in yargılandığı dava, 26 Ocak’ta İstanbul Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye devam etti. Olay günü Özkan Kaymaklı Yasemin’i çocuğuyla birlikte bir odaya kilitleyerek bütün gece aç ve susuz bırakmıştı. Sabah olduğunda Özkan Kaymaklı’nın şiddeti yeniden başladı. Yasemin ise bu şiddet karşısında kendisini ve çocuğunu savunmak amacıyla Özkan Kaymaklı’yı bıçaklayarak öldürdü. Duruşmada tanıklık eden Yasemin’in kardeşi Eda, 2 yıllık evlilikleri boyunca ablasının maruz kaldığı ve kendisinin tanık olduğu şiddeti anlattı. Duruşma, 19 Mart’a ertelendi.

Zonguldak’ta geçen yıl 8 Ocak’ta şiddetine sürekli maruz kaldığı 18 yıllık kocası Muhammet Ali Erke’yi boğarak öldüren Ayşegül’ün yargılandığı davanın 30 Ocak’ta görülen duruşmasında Ayşegül’ün tutuksuz yargılanmasına devam edildi. Savcı mütalaasında, “Eylemini haklı görülebilir bir korku ve telaştan kaynaklanan güdü ile savunma sınırını zorlayarak gerçekleştirdiği” kanaatiyle sanığa ceza verilmemesini istedi. Ayşegül, eyleminde meşru savunma ve zorunluluk hali olduğu gerekçesiyle 24 yıla kadar hapis istemiyle tutuksuz yargılanıyor.

Konuyla İlgili Eylemler

İstanbul Feminist Kolektif 30 Aralık’ta kendilerini korumak için şiddete maruz kaldıkları, canlarına kast eden erkekleri öldürmekten ceza alan mahpus kadınlara yeni yıl için dayanışma kartı gönderdi. “Yeni yıla girerken erkek şiddetine direnen kadınlara selam olsun!” diyen kartlar, İstanbul’dan Isparta’ya, Konya’dan Antep’e birçok kadın cezaevine gitti. Kolektif, “Kadınların bu cinayetleri, katil erkekler gibi keyfinden değil, erkek egemen sistemden aldıkları güçle değil, sadece kendilerini ve çocuklarını kurtarmak için işlediklerini biliyoruz,” dedi. Açıklamada ayrıca, “Canını, hayatını savunduğu bu direnişte erkekler gibi ceza indirimi peşine düşmeyen ve erkek yargının kadın katillerine uyguladığı bu indirimlerden nasiplendirilmeyen kadınların yalnız olmadığını herkese duyurmak istiyoruz,” denildi.

İstanbul Feminist Kolektif üyeleri, kendisine yıllardır şiddet uygulayan kocası Özkan Kaymaklı’yı öldüren Yasemin’in yargılandığı davanın 26 Ocak’taki duruşmasına katıldı. Yapılan açıklamada, “Yasemin kendisini savunmasaydı, ya kendisi ya çocuğu, belki ikisi de ölecekti. Şimdi ise Yasemin, kendisine ve çocuğuna sistematik olarak şiddet uygulayan, ölümle tehdit eden kocasını öldürmekten yargılanıyor,” denilirken, Yasemin’in meşru müdafaadan tahliye edilmesi talep edildi. Açıklamada ayrıca, Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin delilleri toplamadan, acele ile yargılama sürecini bitirmek istediği vurgulandı.

Şiddeti İzleme, Müdahil Ol!

İstanbul Esenyurt’ta Mehmet Ali Ünal, 14 Ocak’ta karısı Asiye’nin arkadaşı olarak evlerinde kalan Aysel’e cinsel saldırıda bulundu. Saldırıya uğrayan Aysel, işte olan arkadaşı Asiye’yi aradı; ancak Mehmet Ali Ünal’ın müdahalesiyle telefon yere düştü. Açık kalan telefondaki sesleri duyan Asiye, polisi arayarak kocasını şikayet etti. Mahkeme heyeti, sanık Ünal’ı ”cinsel saldırı” suçundan 12 yıl hapis cezasına çarptırdı. Cinsel saldırı suçunun teşebbüste kaldığına dikkat çeken mahkeme, cezayı 6 yıla indirdi. Sanığın duruşmalardaki iyi halini de dikkate alarak cezayı 5 yıla indiren mahkeme, tutuklu kaldığı süreyi göz önüne alarak sanığın tahliyesine karar verdi.

İstanbul Feminist Kolektif

Violence Against Women Cannot be Eradicated by Ignoring the Expertise and Experience of Women’s Organizations!

kadin-siginaklar-ve-danisma-dayanisma-merkezleri-kurutlay-i-sona-erdiCauses and consequences of violence against women and women killings (femicide) in Turkey have been voiced repeatedly by women’s organizations for many years. The Emergency Measures Coalition Against Femicide and Violence comprised of 124 women’s organization, has been demanding that the Turkish Parliament take urgent action against male violence resulting from patriarchy, inequalities in practice and everyday life, and all kinds of discrimination against women since July 2014. After years of struggle and calls to action (by the women’s movement) Parliament finally set up a commission called “Parliamentary Research Commission to Explore the Causes of Violence Against Women in order to Determine the Necessary Measures for Prevention.”

However, to our great dismay, the commission’s first steps have led to great disillusionment. The vast majority of independent women’s groups, who have been working relentless in the field of violence for years, were not invited and excluded from the meeting of NGOs planned to take place on 5th February 2015 in Ankara. Thus, the commission has made it clear from the start that it is only willing to work with NGOs who share the government’s political views, rather than working with organizations who have expertise in this field.

Why would the parliamentary commission of a country with record high levels of violence against women act in such a way? We see this as a strategy to trivialize and ignore women’s groups who have been fighting violence against women for years and have amassed great knowledge and experience in this sphere. In attempting to resolve such a mammoth problem, we would have expected commission members to cooperate with both independent and public women’s groups involved in running shelters and counseling centers, together with the many women’s organizations who make up the Shelters and Consultation Centers Convention in its 18th year.

We are faced with an alarming situation whereby the commission, consisting largely of ruling AKP parliamentarians, is ignoring calls to include these relevant organizations claiming it will later ask for written feedback. It seems the Turkish government and state is adding a new one to its existing failures and deficiencies in addressing violence against women. With the exception of a few NGOs working on violence they did invite, they are on the whole choosing to work with organizations, which are not well equipped on the subject. This is a clear indication of not only the AKP government’s authoritarian style of governance, which lacks tolerance for opinions other than its own, but also the lack of political will to formulate a successful and workable action plan to end violence against women.

We, the undersigned women’s organizations protest this attitude and invite the Turkish Government, Parliament and all involved political parties to rectify this fault. We ask the commission to issue a public statement about the criteria used in choosing the organizations with which to cooperate, and the reasons why such an anti-democratic process was employed. We also demand that the knowledge and expertise of women’s organizations which have been at the forefront of the struggle to eradicate violence against women for decades be urgently and meaningfully included in the commission’s work.

 

  1. Adana Women’s Solidarity Center and Shelter Association – Adana Kadın Dayanışma Merkezi ve Sığınmaevi Derneği (AKDAM)
  2. Adıyaman Association of Women and Life – Adıyaman Kadın Yaşam Derneği (AKAYDER)
  3. Ankara Feminist Collective-Ankara Feminist Kolektif (AFK)
  4. Antalya Women’s Counselling and Solidarity Centre – Antalya Kadın Danışma Merkezi ve Dayanışma Derneği
  5. Ataşehir Women’s City Council – Ataşehir Kent Konseyi Kadın Meclisi
  6. European Women’s Lobby Coordination Desk for Turkey- Avrupa Kadın Lobisi Türkiye Koordinasyonu
  7. Ayvalik Independent Women’s Initiative – Ayvalık Bağımsız Kadın İnisyatifi
  8. Independent Women’s Association – Bağımsız Kadın Derneği
  9. CEDAW Civil Society Executive Committee – CEDAW Sivil Toplum Yürütme Kurulu
  10. Association for Gender Equality Watch – Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği (CEİD)
  11. Çanakkale Association for the Utilization of Women’s Handicrafts – Çanakkale Kadın El Emeğini Değerlendirme Derneği (ELDER)
  12. Divriğili Womens Association – Divriğili Kadınlar Derneği
  13. Diyarbakir Grand Municipality Center for Research and Implementation of Women’s Issues – Diyarbakır Kadın Sorunlarını Araştırma ve Uygulama Merkezi (DİKASUM
  14. Disabled Women’s Association – Engelli Kadın Derneği
  15. Ergani Selis Women’s Association – Ergani Selis Kadın Derneği
  16. Association for Equal Life-Eşit Yaşam Derneği
  17. Equality Watch Women’s Group (EŞİTİZ) – Eşitlik İzleme Kadın Grubu
  18. Association for Life Equality – Eşit Yaşam Derneği
  19. Home-based Working Women’s Group – Ev Eksenli Çalışan Kadınlar Grubu
  20. Adana Housewives Association – Adana Ev Hanımları Derneği (EVKAD)
  21. Femin & Art International Women Artists Association – Femin & Art Uluslararası Kadın Sanatçılar Derneği (10 Branches)
  22. Rainbow Women’s Association – Gökkuşağı Kadın Derneği
  23. Women’s Coordination of People’s Democratic Party – Hakların Demokratik Partisi (HDP) Kadın Koordinasyonu
  24. Hurriyet campaign for End to Domestic Violence! – Hürriyet Aile İçi Şiddete Son! Kampanyası
  25. IRIS Watching Groups for Equality -İRİS Eşitlik Gözlem Grubu
  26. İstanbul Feminist Collective – Istanbul Feminist Kolektif (İFK)
  27. İstanbul Union of Women’s Organisations-İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği
  28. İzmir Women’s Solidarity Association – İzmir Kadın Dayanışma Derneği
  29. The Association for the Support and Training of Women Candidates – Kadın Adayları Destekleme Derneği, Ankara (KA-DER)
  30. Platform for Urgent Action Against Femicide – Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Platformu
  31. Association for Women’s Studies – Kadın Çalışmaları Derneği
  32. Woman Solidarity Foundation – Kadın Dayanışma Vakfı
  33. The Association for Women’s Training and Employment – Kadın Eğitim ve İstihdam Derneği (KEİD)
  34. The Collective for Women’s Labour- Kadın Emeği Kolektifi
  35. Gender Equality Association – Kadın Erkek Eşitliği Derneği (KAZETEDER)
  36. Women’s Party – Kadın Partisi
  37. Women for Women’s Human Rights – New Ways (WWHR) – Kadının İnsan Hakları -Yeni Çözümler Derneği (KİH-YÇ)
  38. Women’s Solidarity Foundation – Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV)
  39. Kaos Gay and Lesbian Cultural Research and Solidarity Association – Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği (Kaos-GL)
  40. Cappadocia Women’s Solidarity Association – Kapadokya Kadın Dayanışma Derneği
  41. Black Sea Women’s Solidarity Association – Karadeniz Kadın Dayanışma Derneği (KarKad-Der)
  42. Kardelen Women’s Centre – Kardelen Kadın Merkezi
  43. Independent Women’s Gazette – Bağımsız Kadın Gazetesi (KAZETE)
  44. The Initiative for Women’s Labour and Employment-Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi (KEİG)
  45. Women from Trade Union of Public Workers – Kamu Emekçileri Sendikası’ndan (KESK) Kadınlar
  46. Red Pepper Association – Kırmızı Biber Derneği
  47. Red Umbrella Sexual Health and Human Rights Association – Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği
  48. Koza Women’s Association – Koza Kadın Derneği
  49. Lambdaİstanbul LGBTI Solidarity Association – Lambdaİstanbul LGBTİ Dayanışma Derneği
  50. The Association for Women Cooperation from Mardin – Mardin Mardin Ortak Kadın İşbirliği Derneği
  51. The Association for LGBT 7 Colours Training and Research from Mersin– Mersin LGBT 7 Renk Eğitim ve Araştırma Derneği
  52. Purple Roof Women’s Shelter Foundation – Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı
  53. Mor Salkım Women’s Solidarity Association – Mor Salkın Kadın Dayanışma Derneği
  54. Muş Women’s Roof – Muş Kadın Çatısı
  55. Muş Women’s Association – Muş Kadın Derneği (MUKADDER)
  56. Pink Life LGBTT Solidarity Association – Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği
  57. Petrol-İş Trade Union Women’s Magazine – Petrol-İş Sendikası Kadın Dergisi
  58. Selis Women’s Association – Selis Kadın Derneği
  59. Women Without Borders – Sınır Tanımayan Kadınlar
  60. Sosyalist Feminist Collective (SFK)- Sosyalist Feminst Kolektif
  61. Association for the Study of Social Policies, Gender Identity and Sexual Orientation – Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPoD LGBTİ)
  62. The Union of Turkish Women-Türk Kadınlar Birliği
  63. TMMOB Women’s Working Group of İzmir – TMMOB İzmir Kadın Çalışma Grubu
  64. The Association for Turkish Women University Graduates – Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği
  65. Flying Broom Women Communication and Research Association-Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği
  66. Van Women’s Association – Van Kadın Derneği
  67. The Association for Women’s Solidarity and Home for Life -Yaşam Evi Kadın Dayanışma Derneği

 

Feminist Politika Sayı 26/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 26

DOSYA: AKP’nin “makbul kadın” politikaları

4 Nelere isyandayız, neler bekliyoruz? / Adana SFK
6 Evlerde “ayna” var! / Candan Yıldız
8 Erkeklere mahsus hukuki müessese: İyi hal indirimi! /Candan Dumrul
10 .Akdeniz’de Kadın İstihdamının Seyri ve düşündürdükleri / Hülya Osmanağaoğlu
11 Gayrimüslim kadınlar açısından evlenme, evlenmeme ve aşık olma hakkı / Rita Ender
13 Batı’da nefretin yeni nesnesi:Müslüman kadınlar / Ayşe Toksöz- Özlem Barın
15 Bugüne ve geleceğe1915’ten bakınanın sorumluluğu / zorunluluğu üzerine bir deneme / Gülhan Davarcı
17 Kadın Sağlığı Hareketinden Sesler üzerine / Suzan Sazer
19- Hastanenizde kürtaj yapılıyor mu? – ?!…/ Hazal GüneI
20 Patriyarkaya karşı şiddetten arınmış feminist mücadele /GizemAslan
DOSYA: AKP’nin “makbul kadın” politikaları
22 “Yeni Türkiye” kurulurken: Güçlü aileye neden ihtiyaç var? / Yeşim Dinçer
24 SFK’nın iki sorusu üzerine düşünceler: AKP ve “biz” feministler / Alev Özkazanç
26 ”Yeni” Türkiye’nin kadın politikası / Gökçeçiçek Ayata
28 Devletin aile rejimine dair sorulacak çok soru var / Feyza Akınerdem
30 feminist forum notlan … / ayşe düzkan
32 AKP,cinsellik ve LGBTİler / Yeşim Tuba Başaran
34 Yeni şişede eski şarap? AKP elinde devlet ve patriyarka / Selin Çağatay
36 AKP’nin bitmeyen dansı: Neoliberal mi desem,muhafazakâr mı? / SimtenCoşar
38 “Kutsal çatı” olarak ”Yeni Türkiye’de” aile•.. / Ece Öztan
40 AKP’nin “Aile Paketi”: “Annelik kariyeri”ne teşvik paketi! / Fatoş Hacıvelioğlu
42Yeniden… AKP’nin aile ve sosyal politikaları / SakineGünel
44 Seçim stratejilerinin esir aldığı sosyal yardımlar: Hanenin yoksulluğu, kadınların yoksunluğu / Damla Eroğlu
46 Hanemizdeki Diyanet / Sevgi Adak
48 Kadın hakları açmazda mı? / Deniz Kandiyoti
50 Eşitlik, eşdeğerlilik ve adalet / Christine Delphy
53 Babalarımızın ne hayrını gördük? / Elif Can
54 Nasıl feminist oldum? / S.Dilek Şentürk
55 Sevgili yol arkadaşımız Ferhunde Ôzbay’ı kaybettik! / Asena Günal
56 Günışığı Kapısı: Cadıların muhalefeti ve mağlubiyeti/ Hande Öğüt
58 Söyleşi:Kadınların sineması,kadınların direnişi, direnişin sineması / Özlem Güldemir
60 Söyleşi:İşgal edilen toprak kadın gibidir. İkisi de başka bir gerçeklik hayalini kuruyor / Tuğçe Eda Sarıgül
62Türkiye’den haberler
64 Dünyadan haberler
66 Kadınlar olmadan, değişim mümkün değildir! / Podemos’lu Feministler Çevresi

Feminist Politika Sayı 25/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 25

DOSYA: Savaş, militarizm, direniş ve kadınlar
4 Kızların örtünmesi: Ne özgürlük, ne esaret; erkek egemenliği /Cemre Baytok – Selin Çağatay
7 Fıtrat söylencesi / Gülnur Acar Savran
8 Cinsel taciz ile cinsel özgürlük arasında / Söyleşi: Öznur Subaşı – Cemile Gizem Dinçer
12 Sosyal haktan hayırseverliğe: Sosyal yardımlar / Dilek Karafazlı
14 Maddeci feminizm üzerine – 2/ Özgül Saki
16 Peki kadın adalet karşısında neye eşit olacak? /Söyleşi: Baka Ergener – Cemre Baytok
18 Bitmeyen aile … / Esra Gedik
20 Fıtrat, GREVİO ve İstanbul Sözleşmesi /Selime Büyükgöze
22 Yırca’da olan biten kimin mücadelesi? Neyin mücadelesi? /Deniz Bayram
DOSYA: Savaş, militarizm, direniş ve kadınlar
24 Savaşın mağdurlan, direnişin özneleri
25 Militarizmin feminist eleştirileri / Ayşe Gül Altınay
27 Militarizmi tecavüz ekseninde tartışmak / Aysun Eyrek
28 Eli silahlı kadınlar / Nükhet Sirman
30 Savaş ve erkeklik / Söyleşi: Özlem Kaya
33 Şiddetsizlik Eğitim ve Araştırma Merkezi: Şiddetsiz bir dünya için … / Hilal Demir
34 Savaşta” kaçtılar ama ayrımcılık ve ırkçılıktan kaçamıyorlar / Söyleşi: Emel Coşkun
36 “Anaların acısı” barış getirir mi? / Filiz Karakuş
38 Kadınların savaş hakikatlerinin peşinde / Hilal Alkan
40 Kadın şairlerde savaş / Meryem Fehime Oruç
41 Kadmlar ve kadın gerillalar / Burcu Şentürk
42 Savaşta üçüncü bir cephe olarak gönüllülük / Feride Eralp – Ayşe Toksöz
44 Ama’sız vicdani ret mümkün mü? / Zozan Özgökçe
45 ”Rojava’daki devrim toplumdaki kadın algısını değiştirdi” / Begüm Acar
46 Kadın ordulaşması / Söyleşi: Evren Kocabıçak:
48 Kadın devrimi / Nazan Üstündağ
50 Sahte toplumsal cinsiyet uzlaşısını bozmak / İlknur Karanfil
51 Feminizm ve örgütüm bana ne yaptı? / Deniz Özgür
52 Çocuk var mı? Düşünmüyor musunuz? / Elif Can
53 Nasıl Feminist Oldum? / Meliha Tekin
54 Bellek; Zabel Yesayan / Ayşe Panuş
55 Femini(te)st
56 Sevcan Çerkes ile söyleşi / Tuğçe Eda Sarıgül
58 Atölye Amargi: Havalar iyi gitsin / Azize Çelik
59 Frances Ha “nın bana hissettirdikleri / Başak B.
60 Kitap: Hayriye’ye methiye Sevgi Adak
61 Kitap: Aynı özgürlük düşünün peşinde. .. / Ayşe Panuş
63 Türkiye’den haberler
64 Dünyadan haberler
65 Londra’da Feminizm Konferansı üzerine izlenimler

Kadına Yönelik Erkek Şiddeti ve Cinayetler “Aile” Meselesi Değil “Toplum” Meselesidir/31 Ocak 2015

Kadına yönelik erkek şiddeti ve cinayetler “aile” meselesi değil “toplum” meselesidir.

Kadına yönelik erkek şiddeti ve aynı şiddetin ardından gelen cinayetler bir anlık öfke, cinnet gibi nedenlerle açıklanabilecek sıradan “adli” vakalar değildir. Erkek egemen sistemin ve hükümetin kendi eliyle sürekli beslediği cinsiyet eşitsizliğinin bir sonucudur. Bu nedenle sorun bütün toplumu ilgilendiren politik bir mevzudur.

Türkiye kadın hareketinin otuz yıllık mücadelesi ile kadına yönelik şiddetle mücadele için yeterince kapsamlı önleyici yasalar yürürlüğe girmiştir. Ancak şiddet oranları ve cinayetlerin her geçen gün katlanarak artması, sorunun asıl nedenlerinin görmezden gelindiğinin açık göstergesidir. Tam da aile içinde oluşan şiddetin ve aile bireylerince işlenen cinayetlerin, kadınların “itaatkâr, evinin kadını, 3 çocuk kariyeri sahibi” olmaları üzerine kurulu aileyi güçlendirme politikalarıyla ve sadece adli yöntemlerle önlenemeyeceği özellikle son on yıldır yeterince kanıtlanmıştır. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün henüz yeni açıkladığı rakamlara göre 2014 yılında, 6284 Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanundan yararlanarak şiddetten korunmak için emniyete yapılan başvurular %75 artmıştır.

İçinde şiddet olan ailenin korunmaması gerekir. Şiddete katlanarak “boşanmaması”, “çocuklarını perişan etmemesi” önerilen, yalnızlaştırılan kadınların ailenin kurtarıcısı olması beklenmemelidir. Aile içinde ya da değil, kadına yönelik şiddetin önlenmesi için her alanda cinsiyet eşitliğinin sağlanması dışında bir çözüm yoktur. Buna yönelik kapsamlı sosyal politikalar yerine, sadece kadınlara yüklenen, pekiştirilen hatta kurumsallaştırılan ve artık uygulanan muhafazakarlaştırma ve aile politikaları kadın cinayetlerinin katliam boyutlarına varan oranlarda artmasının en önemli nedenidir.

“Kadın ve erkek eşit değildir”, “diğer cinsiyet kimlikleri ve cinsel yönelimler sapkınlıktır, hastalıktır” türü söylemlerin toplum önünde ifade edilmesi, bunların savunulması fikir özgürlüğü meselesi değil açıkça ayrımcılık ve nefret suçudur. Bu söylemlerin siyasal erk tarafından kullanılması ise mevcut ayrımcılık ve nefret ideolojisini meşrulaştırır, kurumsallaştırır.

Bu nedenle; Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu’nda bir araya gelen bizler; Kadın ve trans cinayetlerinin önlenmesi için,
· * İstanbul Sözleşmesi’nin hayata geçirilmesi için gerekli adımların bütün kesimlerce derhal atılmasını,
· * Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Türkiye İstatistik Kurumu’nun şiddet ile ilgili bütün gerçek! verileri kamuoyuna açıklamasını,
· * Mecliste oluşturulan soruşturma komisyonu ve meclisin, başta cinsiyet eşitliği ve ev içi şiddetle mücadele alanında çalışan kadın ve LGBTİ örgütleri olmak üzere, hak mücadelesi ve insan hakları alanlarında bu meseleyi sahiplenen bütün örgütlerin görüşlerinin dikkate alınarak acil önlemler oluşturulmasını,
Talep ediyoruz.

Taleplerimizi bir kez daha dile getirmek üzere 31 Ocak Cumartesi günü bütün Türkiye’de alanlardayız.

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu

31 Ocak 2015-Kadıköy

Davutoğlu’nun Nüfus ve Aileyi Koruma Programı* Ya da Reklamlarla Kadınların Değişen Hayatı…

Mandatory Credit: Photo by Voisin/Phanie / Rex Features (714210dt) Model released - Pregnant woman working. Various - 2007

Mandatory Credit: Photo by Voisin/Phanie / Rex Features (714210dt)
Model released – Pregnant woman working.
Various – 2007

Hülya Osmanağaoğlu 

1980’lerin ortasıydı sanırım, tek kanallı televizyonda “değişmeyen tek şey değişimdir” diyen bir reklamla anlamıştık 80 öncesinin pankart yazarlarının reklamcı olduğunu. Kimileri yaratıcı reklam metinleri yazarak eski hünerlerini konuştururken kimilerinin payına afişlerden öğrendikleri kostiklerle duvar kâğıdı ustası olmak düşmüştü tabii. Dünyada reklamcılık nasıl bu kadar gelişti bilmiyorum ama burada memleketin eski solcularının sermayenin reklam anlayışına ciddi katkılarda bulunduğu da bir gerçek. Sonra toplumsal dönüşümleri reklamlarla takip eder olduk. Eh feminizmin etkisi de reklamlardaki kadın imajlarını değiştirir oldu. Kadınlara ilişkin feminizan vurgusuyla öne çıkan reklamların belki de en ünlüsü bir kadın pedi reklamındaki “çocuk da yaparım kariyer de” şarkısıyla yapılandı. Sözleri ve müziği “tek taşımı kendim aldım” diyen Nil Karaibrahimgil’e aitti (Ama kendi de evlendi demeyelim lütfen. Neticede “Girls Just Wanna Have Fun” diyen Cyndi Lauper’la “Papa Don’t Preach” diyen Madonna da evlendiler).

Devamını Oku…

Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmaları Raporunda Öne Çıkan Bulgular

tnsaTürkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmaları (TNSA), ülke genelinde sağlık ile ilgili konular ağırlıklı olmak üzere birçok konuda araştırma verileri üretiyor. TNSA 2013, Türkiye’de 1968 yılından beri her beş yılda bir Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü (HÜNEE) tarafından yürütülen araştırmaların onuncusu, ayrıca uluslararası düzeyde yürütülen Nüfus ve Sağlık Araştırmaları programı içinde gerçekleştirilen beşinci araştırmadır.
TNSA-2013’te 11,794 hanehalkı ve 15-49 yaş arasında toplam 9,746 kadınla görüşmeler yapıldı. TNSA 2013 verileri, bakılan, odaklanan konulara göre de farklılık gösteren çok zengin veriler içermekte. Biz de, kadınlar açısından önemli bulduğumuz verileri öne çıkan başlıklar altında özetleyip yorumlamaya çalıştık.

Devamını Oku…

Emma Sulkowicz, Tecavüz ve Yatak Performansı

emma1Bilgesu Yaprak

Colombia Üniversitesi öğrencisi Emma Sulkowicz, okul arkadaşı Paul tarafından yurt odasında tecavüze uğradığında ikinci sınıftaydı. Emma’nın ağzından dökülen “Hayır!” çığlıklarının ve yanaklarını kaplayan yaşların Paul için herhangi bir önemi yoktu.  Hem daha önce sevişmemişler miydi sanki? Bunca yaygaranın amacı neydi? Biraz daha rahat dursa her şey daha kolay olabilirdi. Gerçi bunun da zevki başkaydı sanki. Paul saldırısının ardından pantolonunu giydi. Kemerini takıp saçlarına çeki düzen verdi. Emma’dan çaldığı huzur ve güven duygusunun yerine korku ve mutsuzluk tohumları ekip Emma’yı yatağın üzerinde bırakarak odadan ayrıldı. Böyle şeyler olurdu hem, ne de olsa kadınlar utanır, anlatmazlardı.

Fakat Emma’nın utancı ve sessizliği çok uzun sürmeyecekti.

“Büyük bir duygusal travmaydı. Yaşadığım şeyin peşine düşecek gücüm yoktu. Ardından aynı kişi tarafından tecavüze uğrayan iki kadın öğrenciyle tanıştım…” diyecekti Emma Sulkowicz gazetecilerin “Neden olayın hemen üzerine şikayetçi olmadınız?” sorusuna cevap olarak. Emma olayı okul yönetimine taşımaya karar verdiğinde, adaleti sağlamanın o kadar kolay olmadığını anlayacaktı. Diğer iki öğrencinin de şikayetlerine rağmen, okul idaresi yeterli kanıt olmadığı gerekçesiyle davayı kapattığında Emma korkunç gerçekle bir kez daha yüzleşmek zorunda kaldı, tecavüzcüsüyle aynı kampüsü paylaşacaktı. Bu da her gün odasından çıkmaya korkacağı, ona benzeyen birini gördüğünde bile tedirgin olacağı anlamına geliyordu.

emma2

Emma okul idaresinin umursamazlığına yanıtını bitirme tezi ile verdi. Yatak Performansı / Yükünü Taşı adlı performans sanatı aracılığıyla omuzlarındaki yükü görünür hale getiren Emma’nın projesi, aynı zamanda bir protesto niteliği taşıyor. Projenin kurallarına göre, Emma kampüs içerisinde olduğu her dakika, yatağını yanında taşımak zorunda. Kampüsten çıktığı zamanlarda yatağı güvenli bir yere bırakması ve kampüse döndüğünde ilk iş yatağı tekrar sırtlanması gerekiyor. Taşıma konusunda insanlardan yardım istemesi yasak, ancak gelen yardım tekliflerini kabul etmekte özgür. Proje, tecavüzcüsü okuldan atılana ya da Emma okuldan mezun olana dek sürecek. Aktivist bir altyapısı bulunmayan Emma, cinsel taciz politikalarına karşı kişisel tepkisini ortaya koyarken, sessiz bir direniş sergiliyor. Tecavüz kültürünü besleyen mitleri yıkma amacı taşıyan bu performans, beyaz küpe hapsolmadığı için kamusal bir nitelik taşıyor. Bu yılın en önemli sanat olaylarından biri olarak değerlendirilen projeye diğer öğrencilerin gösterdiği ilgi de zamanla artış göstermekte. Böylelikle yardım teklifleri çoğalıyor ve performans, kolektif bir hal alıyor. Sürekli olarak varlığını koruyan yükü simgeleyen yatak, Emma’nın cesaretinin de bir göstergesi. “Yataklar yatak odalarımıza aittir. Güvenli, özel alanlarımıza. Ve ben şimdi, özelimi insanlarla paylaşıyorum.” diyor genç kadın bir dergiye verdiği röportajında.

emma3Tecavüze uğrayan kadınların bu durumu insanlara duyurması, zamanla yaygınlaşmakta. Yeni nesil aktivistler artık kurban kelimesi yerine “survivor” ifadesini tercih ediyorlar ve bu durumu görünür kılmanın öneminin altını çiziyorlar. Kadınların tecrübelerinin gerçekliğini paylaşması, aynı durumu yaşayan diğer kadınlara da yol göstermek, örnek olmak açısından son derece önem taşıyor. Emma’nın yaşadığı durumun tek suçlusu tecavüzcüsü değil. Okul yönetimin tutumu, Emma’nın yaşadığı travmanın daha da büyümesine sebep oluyor. Bu tutum, sadece tek bir okulun taşıdığı bir kusur değil. Zira bu bir okul problemi değil, kültürel bir problem. Her kolejde tecavüz kültürü bulunuyor. Okullarda her beş öğrenciden birinin tecavüze uğradığı, fakat şikayetçi olsalar dahi davanın kanıt yetersizliğinden dolayı kapatıldığı biliniyor.* Bu durum, okulların imajlarını öğrencilerin güvenliğinden daha önde tuttuğunu açıkça gözler önüne seriyor. Okul için bu tip durumlar, öğrenci kaybına neden olmamasını ve medyaya yansımamasını umdukları sıradan birer dosya niteliği taşıyor. Bir okula girmenin bedeli %20 tecavüze uğrama ihtimali anlamına geliyor. “Hiçbir okul bunların dile getirilmesini ve öğrenci kaybı yaşamayı istemiyor” diyor Dana Bolger** ve ekliyor: “Fakat biz onların en hassas yerlerine vuracağız, itibarlarına!”

emma4Bolger’in işaret ettiği tekmeyi vurmanın birçok yolu olmakla beraber, beni en çok bu tekmeyi sanat aracılığıyla atan kadınlar ve işleri etkiliyor. Sadece okul yönetimleri değil, tecavüz kültürünü yaşatan, yeniden üreten ve koruyan tüm otoritelerin, tüm sistemlerin bu tepkiyi görmesi ve sessizliğin bozulması gerekiyor. Tepki, sanat formunda olduğunda izleyici, eser yoluyla sanatçının tecrübesine dahil oluyor her defasında. Emma’nın yatağı hepimizin sırtında bir yüke dönüşüyor örneğin. Tori Amos’un başından geçen tecavüz üzerine yazıp seslendirdiği Me and a Gun’da, Tori her “Ben Barbados’u hiç görmedim,  bu yüzden bundan kurtulmalıyım” dediğinde, sırtına dayalı bir bıçak; tecavüze uğrayan bir kadını hayatta tutan sebebin ne kadar basit ve çocuksu olabileceğini fark ediyoruz hepimiz utançla. Tracey Emin’in çalışmaları, her seferinde başka bir perspektiften hatırlatıyor bize tecavüzü ve sebep olduklarını. Nazan Öncel’in üvey babasının tecavüzleri üzerine yazdığı Demirden Leblebi’yi dinliyor ve boğazımızdaki düğümle Nazan’ın şarkıyı yazma sebebini anlattığı cümlelerini anımsıyoruz: “Ağzımda acı, zehirli bir tad vardı; ben de tükürdüm…”

Birçok şarkı, birçok perfomans, birçok resim, birçok kitap… Erkek egemen sistemin ve tecavüz kültürünün yıkıldığı güne kadar, işte böyle güçlenecek kadınlar. İşte böyle yırtıp atacaklar utanç perdesini ve bu kültürün üzerine tükürecekler ağızlarındaki zehiri. Bir acıyı, göğüs gererek paylaşacaklar; paylaşacağız. Olup biteni görünür kılmanın çaresi gözler önüne sermekse her şeyi, tüm duvarları beraber yıkacağız.

Ben inanıyorum, sessizliğimiz bir kenara bırakıp karşılarına dikildiğimizde kazanacağız bu mücadeleyi ve güvenle yürüyeceğiz caddelerde.

Ve inanıyorum; kadınlar güzel şarkılar yazacaklar bir gün, yatakların yeri sırtımız değil evimiz olacak ve bahar dalları çizeceğiz tuvallere.

*Campus Sexual Assault Study
**Dana Bolger: Co-Director at Know Your IX, Contributor at Feministing.com, Feminist Anti-Violence Activis

görsel:  http://fc00.deviantart.net/fs70/f/2014/255/c/d/atlasweb_by_luctras-d7yyl2n.png

Sosyalist Feminist Kolektif: Elifhan Köse’nin yanındayız!

Son yıllarda AKP’nin politikalarını eleştiren, protesto eylemlerine katılan çok sayıda akademisyen çeşitli gerekçelerle soruşturmaya tabi tutuluyor ve işten çıkarılıyorlar. Bu politikalara baş kaldıranlar kadın akademisyenler olduğunda baskı iki kez artıyor ve AKP iktidarı adeta bir “cadı avı” gerçekleştiriyor.

Devamını Oku…

Erdoğan is right! We do not care about fıtrat*!

25kasimeylemfotoA day before 25 November, International Day for the Elimination of Violence Against Women, President Erdoğan made a statement about the difference of nature or disposition (fıtrat) between women and men. Previously, in 2010, he had stated that he did not believe in equality between women and men due to their dispositions. We replied to this statement by saying that “the more you tell us not being equal with men, the more we get killed.”

Devamını Oku…

Burası Kimin Ülkesi?

kadinlarBilgesu Yaprak

Çok değil birkaç gece önce, Kadıköy’ün göbeğinde genç bir kadın evine girerken saldırıya uğradı. Tanımadığı bir adam, kadın binaya girerken üzerine atladı. Aç bir hayvan gibi. Avının canını isteyen bir vahşi hayvan gibi atladı kadının üzerine. Kadının bir canı, bir ruhu, bir önemi yokmuş gibi saldırdı ve gözünün içine bakarak koparmaya çalıştı bir göğsünü kadının. Kadın nasıl bir güçle itebildi adamı üzerinden, nasıl bağırabildi boğazını yırtarcasına, adam can korkusuyla nasıl kaçmaya başladı, mahallenin gençleri ayakkabılarını bile giymeye fırsat bulamadan nasıl düştüler adamın peşine, genç kadın nasıl devrildi kapı önünde, bütün komşular nasıl toplandı, nasıl oturttular kadını sandalyeye, kahve hangi evden geldi, suyu kim uzattı, kim sordu ilk “Ne oldu çocuğum?” diye, kimse anlamadı.

Hikayeyi bile dakikalarca anlatamadı kadın, camda sigara içerken tesadüfen olaya tanıklık eden bir başka kadının dudaklarından döküldü olup bitenler. “Birden atladı kızın üzerine. Binanın içine soktu, göğsünü kavradı. Daha nasıl anlatılır ben bilmiyorum, nefret edermiş gibi koparmaya çalıştı…” Bir komşu kadın akıl etti, bir kontrol etmek lazımdı. Genç kadını eve soktular, soyup göğsüne baktılar. Yaşlı başlı kadınlar hayatlarında ilk defa böyle bir şeye tanık olmuşcasına çığlık attılar. Abiler geldi sonra. “Polise gidelim mi kızım?” dediler. “Bak şahit de var.” Ama genç kadın gözünün yaşını silip başını iki yana salladı. “İstemiyorum. O muameleye katlanacak gücüm yok artık…” Eskiden olsa “Yanına kâr mı kalsın? Bugün sana, yarın başkalarına mı yapsın?” denir, tepki gösterildi. Bu defa kimse itiraz etmedi. Herkes biliyordu sistemi, piyes sergilemenin vakti değildi…

***

2014 Türkiyesinde genç bir kadın tek başına evine yürümekten korkuyor şimdi. Tüm entelektüel birikimi, tüm aktivist tavrı, savunduğu tüm gerçekler bir gecede çalınmış gibi sayıklıyor günlerdir evinde. “Kıyafetim de çok düzgündü. Saat de geç değildi ki. Kimseye bakmamıştım. Kimseye gülümsememiştim. Ben bir şey yapmadım ki. Ben bunu haketmedim ki…” Sanki dünya üzerindeki herhangi bir birey, herhangi bir sebeple böyle bir şey yaşamayı hakedebilirmiş gibi. 2014 Türkiyesinde genç bir kadın evinde bile yalnız kalamıyor şimdi.

Sanki o adam binadan hiç çıkmamış gibi, sanki her an yeniden üzerine atlayıp yarım bıraktığı işi bitirebilirmiş gibi. 2014 Türkiyesinde genç bir kadın aynada göğsüne bakamıyor şimdi. Gözü kapalı sürüyor ilaçlarını, bir parça çürük bile görmekten korkuyor çünkü. 2014 Türkiyesinde bir kadın savaşmak bile istemiyor şimdi. Tek çare buradan gitmekmiş gibi, burası onun ülkesi değilmiş gibi… Sahi, kadınların arkalarına bakmadan adım bile atamadıkları, her geçen gün korkudan bir düğme daha kapadıkları, evlerinin kapılarını üç defa kilitledikleri bu ülke, kimin ülkesi?

***

Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi.” -Tezer Özlü

 

Çözüm Sürecinin Neresindeyiz?

bikg25kasimBarış İçin Kadın Girişimi, düzenlediği “Kadınlar çözüm sürecinin neresinde” başlıklı basın toplantısıyla kalıcı bir barışın inşası için tüm tarafları kadınların sürece eşit ve nitelikli katılımını politikalarının parçası haline getirmeye davet etti.

Devamını Oku…

Her Yerde Kadın Cinayeti, Meclis Olağanüstü Toplansın!/23 Kasım 2014

Biz kadınlar, bugün burada ve birçok başka ilde, erkekler tarafından katledilen kadınlar ve translar için toplandık. Bu topraklardaki kadın katliamında her gün en az 3 kadın erkekler tarafından öldürülüyor! Bu erkekler koca, eski koca, eski sevgili, baba, abi, dayı, kuzen. Her gün sokakta, otobüste, vapurda, evimizde, soframızda, yatağımızda bizimleler. Katilimiz ve onların azmettiricileri aslında en yakınımızdaki erkekler…

Her yer katliam, katiller hanemizde

Kadın cinayetine giden yol azarla, küfürle, tokatla başlıyor. Cinayet bir anlık öfkeyle değil, yıllarca süren işkenceler sonucunda, kendini göstere göstere geliyor. Bize bu şiddeti uygulayanlar ise, erkek egemen sistemden aldıkları güç ve yetkiyle, “Öldürme hakkımı kullandım” diyebiliyorlar. AKP’nin yaratmaya çalıştığı muhafazakar toplum düzeninde kadını değil aileyi esas alan politikalar sebebiyle her geçen gün kendini meşrulaştıran erkek şiddetine karşı susmuyoruz! Tokattan cinayete giden sürecin önlenmesi için her zaman yaptığımız gibi sokaklara çıkıp isyanımızı dile getiriyoruz ve getirmeye devam edeceğiz!

Aile değil kadınız, kadınlar isyandayız!

Erkek şiddeti yıllar içinde hem ruhumuza hem bedenimize işliyor. Şiddeti adım adım izleyen aile fertleri, komşular, iş arkadaşları, mahalleli, köylü susuyor. Şikayet dilekçesini alan karakoldaki polis, şiddet görmüştür raporu veren hastanedeki doktor, cinayet haberlerini süsleyerek sunan medya susuyor. Kadınlar olarak tüm bu yok sayılmaya rağmen “bir şans daha vermiyor”, şiddete başkaldırmaya, direnmeye devam ediyoruz!

Biz kadınların erkeklerin bizi denetim altına almak için uyguladıkları erkek şiddetine sessiz kalmıyoruz. Erkeklere itaat etmiyor, şiddet sarmalından çıkmak için mücadele ediyoruz. Erkek şiddetine direnişimizde ve yeni hayat kurma mücadelesinde yalnız olmadığımızı biliyoruz. Kadın dayanışmasının gücü yanında herkese sesleniyoruz. Şiddete tanık olmayın, müdahale edin!

Dayaktan cinayete, bir şans daha verme!

Kadınlar erkek şiddetine uğrayıp karakola gittiğinde şiddet gördüğü eve geri gönderiliyor. Müftülüklerin görevlendirdiği yetkililer ailenin ne kadar kutsal olduğuna dair vaazlar veriyor. Kadınlara karşı şiddeti önlemekle yükümlü bakanlığın bizzat atadığı görevliler, kadınları boşanmamaya ikna etmek için şiddet gördüğü kocalarıyla barıştırmaya çalışıyor!

Kadınlar olarak ölümü göze alıp evden ayrılıyor, bin bir tehdit altında boşanma davalarının peşinden koşmak zorunda kalıyoruz! Buradan hükümete ve kadını özne olarak görmeyen politika yapıcılarına sesleniyoruz: Kadınların hayatı sizin elinizde değil! Boşanmayı değil, cinayeti engelleyin! Kadınları boşanmaktan vazgeçirmeye değil erkekleri şiddet uygulamaktan caydırmaya uğraşın!

Boşanmayı değil, cinayeti engelle!

Devlet önlem aldığını söyleyip duruyor, yasalar çıkarıyor, konuyla ilgili çok prestijli uluslararası sözleşmeleri imzalıyor. Ama pratikte hiç de öyle olmuyor! Erkekler kadınları sokak ortasında, koruma altında, adliyede, sığınağın içinde bile öldürüyor. Öldürülen kadınları korumaya yönelik hiçbir tedbir almayan, var olan yasaları uygulamayan, erkek şiddetini ortadan kaldırmak bir yana önlemeyi bile görev saymayan devlet, işlenen cinayetlere ortaktır! Her gün öldürülme tehdidiyle yaşayan kadınların sorumluluğunu üzerine almayan ve onlardan bihaber olan bakan için bir kez daha soruyoruz: Ayşenur İslam kimin bakanı?

Kadın cinayetleri politiktir!

Kadınları öldürüp mahkemelerde türlü çeşitli bahanelerin arkasına sığınan erkeklerin savunmaları hep aynı: “Çok uzun süre telefonda konuşuyordu, beyaz tayt giyiyordu, cilveli saat sordu, gözü dışardaydı, sevişmek istemedi, tuzluğu uzatmadı…” ve daha yüzlercesi… Bu bahaneler karşısında mahkeme heyeti, yıllarca uygulanan şiddeti bir türlü delil saymıyor ve cinayete gerekçe uyduruyor. Eğer kadın biraz “şanslıysa” ve öldürülmemişse erkek hemen serbest bırakılıyor. Yaralı kurtulan kadının ölümüne giden bütün yollar açılıyor. Peki, faillerin tutuklanması için kadınların ölmesi mi gerekiyor?

Erkek adalet değil, gerçek adalet!

Yıllardır politik olarak takip ettiğimiz kadın cinayeti davalarında gördük ki: Kadının erkek şiddetine dair beyanını esas almayan devlet, söz konusu erkek olunca, “Beni aldattı, erkekliğime laf etti” gibi aslı ve tanığı olmayan ifadeleri şiddet ve cinayet için geçerli ve yeterli kabul edip cezada tahrik indirimi uyguluyor. Buradan yetkililere sesleniyoruz: Tahrik indirimi erkeklik indirimidir, yeni kadın ve trans cinayetlerini teşvik eder!

Erkek vuruyor, devlet koruyor!

Yıllarca nefret suçlarına maruz kalan, cinsiyet kimliği yüzünden toplumdan dışlanan, aşağılanan, çoğunlukla seks işçiliği yapmak dışında bir alternatifi kalmayan trans kadınlar da erkekler tarafından her gün öldürülüyor. Erkek egemen sistemin ikiyüzlü ahlak anlayışı yüzünden nefret cinayetleri her gün artıyor, normalleştiriliyor. Bir gün önce müşteri olarak giden erkekler, bir gün sonra toplumun transfobik linç kampanyası içinde yerini buluyor, transları katletmekte baş rolü üstleniyor. Trans cinayetlerini hem hukuk hem de toplum hoş görüyor. Ama bizler biliyoruz ki, trans cinayetleri münferit değil, tesadüf değil, politiktir!

Trans cinayetleri politiktir!

Bizler buradan milletvekillerine sesleniyoruz: Bu ülkede yaşanan kadın katliamında sizin de sorumluluğunuz var! Nüfusun yarısını oluşturan kadınlar her gün ölüm tehdidi altında yaşarken, her gün katledilirken sizler kadınların da oylarını alarak geldiğiniz o koltuklarda nasıl rahat oturuyorsunuz?

Meclis toplansın, acil önlem alınsın!

Bizler Meclis’in kadın ve trans cinayetleri gündemiyle acil olarak toplanmasını istiyoruz! Artık tek bir kadının ya da transın öldürülmesine dahi tahammülümüz yok! Meclis acil olarak tek gündemli toplanmalı, bu katliamı önlemek için görevini yapmalı; kadın ve trans kadın cinayetleri için özel ve süresiz bir komisyon oluşturmalı, özel olarak kadın ve trans cinayetlerine yönelik bir bütçe hazırlamalı, sığınakların sayısını artırmalı, kadın ve LGBTİ örgütlerinin rehberliğinde acil eylem planı oluşturmalıdır!

Yaşasın kadın dayanışması!

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu!

23 Kasım 2014

Başörtüsü ve Erkek Egemenliği Üzerine

gezi-park-ya-hep-beraber-ya-hi-birimizHülya Osmanağaoğlu

Benim de üyesi olduğum Sosyalist Feminist Kolektif’in web sitesinde yayımladığı “Kız çocuklarının bedeni sizin ideolojik savaş alanınız değildir” başlıklı açıklamaya  ilişkin bir dizi tartışma ve eleştiri gündeme geldi. Bu eleştiriler üzerine özellikle SFK içinde tartışmaya devam ediyoruz. Yazdığımız yazının hedefi erkekler, erkek egemenliği ve bizzat AKP iktidarıydı. Ancak şu anda değişik zeminlerde yan yana geldiğimiz kadın arkadaşlarla bir tartışma söz konusu ve ben de Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi’nin açıklamasına da göndermeler yaparak düşüncelerimi ifade etmeye çalışacağım.

Devamını Oku…

Kız Çocuklarının Bedeni Sizin İdeolojik Savaş Alanınız Değildir!/2014 Ekim

basortu3Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle birlikte siyasi otoritesini pekiştiren AKP, “Yeni Türkiye” söylemi çerçevesinde özellikle eğitim sistemindeki düzenlemelerde açıkça görüldüğü gibi yeni muhafazakâr bir anlayıştan dini muhafazakâr bir anlayışa evriliyor.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın, öğrencilerin kılık ve kıyafetine dair yönetmelikte yaptığı değişiklik sadece imam-hatip ortaokulu ve liselerinde tüm derslerde, diğer okullarda ise seçmeli Kur’an-ı Kerim dersinde kız öğrencilerin başlarını örterek derse girmelerinin serbest bırakılmasıyla sınırlı kalmadı. Ortaokuldan yani 5. sınıftan itibaren öğrenciler başlarını kapatabiliyor. Eğitimdeki imam hatipleşmeyle birlikte sayıları artan seçmeli din dersleri ve başörtüsünün 9 yaşında kız çocuklarına kadar indirilmesi, AKP’nin kadınlara yönelik en son saldırısı. Başbakanın “dindar bir nesil yetiştirme” hedefine uygun olarak düz lise seçeneğinin kaldırılması ve okulların imam-hatiplere dönüştürülmesi, okullarda mescit açılmasının zorunlu olması vb. uygulamalarla, başta Aleviler olmak üzere Sünni inanca sahip olmayanlara ve inançsızlara Sünni İslamın dayatılmasıdır.
“Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum, yaradılıştan farklıyız ” diyerek kadın ve erkeğin toplumsal rollerini yaratılıştan gelen farklara dayandıran dinci – muhafazakâr AKP’liler bulundukları siyasi mevkilerde kadınların giyim kuşamı, hal ve hareketleriyle ilgili sürekli görüş belirtiyorlar. Kamusal alanda dini referanslarla kız çocuklarına başörtüsü serbestliği getirmek, erkek cinselliğini engellenemez ve saldırgan olarak varsaymak, kız çocukların bedenini ise tahrik nesnesi olarak belirlemektir. Hükümet, imam-hatiplerle kız ve erkek öğrencilerin okullarının ayrıştırılmasına yöneldiği gibi, kamusal alanda da kadın / erkek ayrıştırılmasının önünü açacak köklü bir değişime gitmektedir. Milli Eğitim’deki bu değişiklik itaatkâr kadın kimliğinin ideolojik olarak inşa edilmesi sürecinin önemli bir ayağıdır.

Devamını Oku…

Atatürk Havaalanı’nda Kobane Eylemi

havaalaaniSavaşa Karşı Kadın İnsiyatifi Kobane’deki duruma dikkat çekmek ve dayanışma mesajlarını duyurabilmek için 9 Ekim’de Atatürk Havalimanı’nda bir eylem gerçekleştirdi. Sert müdahalede ciddi yaralanmalar da gerçekleşti.  Savaşa Karşı Kadın İnsiyatifi yaşananlara dair açıklama yaptı:

“Bir çok kadın örgütünden kadınların bir araya geldiği ‘Savaşa Karşı Kadın İnisiyatifi’ olarak bu akşam saat:19:00’da Atatürk Havalimanı dış hatlar bölümünde IŞİD’in Kobanê’de kadınlara tecavüz ederek, köleleştirerek gerçekleştirmek istediği katliama karşı pankart açarak bir protesto eylemi yaptık.

‘IŞİD öldürüyor! AKP Geçit Veriyor! Dünya Seyrediyor! Kadınlar Direniyor!’ pankartını açtığımız anda havaalanında bulunan kolluk kuvvetleri -polis, özel güvenlik ve sivil polisler- küfür ve hakaretlerle üzerimize saldırarak hem sözel, hem cinsel hem de fiziksel şiddet uyguladılar. Eyleme katılan 46 kadın hakaret ve küfürlerle darp edilerek, yerlerde sürüklenerek göz altına alındı. Gözaltında, bindirildiğimiz otobüste, götürüldüğümüz Bakırköy Devlet Hastanesi, Kadına Yönelik Şiddet ve Rehabilitasyon merkezinde de kolluk kuvvetlerinin cinsel, sözel ve fiziksel şiddeti sürdü.

Demokratik gösteri hakkını kullanan kadınlara yönelik kolluk kuvvetinin yasadışı ve kabul edilemez taciz ve şiddetini kınıyor, buna yönelik her türlü yasal süreci başlatacağımızı kamuoyuna duyururuz.”

Savaş Böyle Bitirilmez! Kobanê’de IŞİD’e Destek Vererek Türkiye’de ve Kürdistan’da Barış Olmaz!/SFK

suruc Her gün Türkiye’de çözüm sürecinin devam ettiğini hükümet yetkililerinden dinliyoruz. Her gün Suriye ve Irak’ta ve Türkiye’nin güney sınırlarında süren savaşı, IŞİD’in binlerce insanı katlettiğini, yerinden ettiğini izliyoruz. TBMM’de tezkere onaylandı. ABD’nin başını çektiği koalisyonun IŞİD’e karşı saldırı başlattığını, bombaların atıldığını medyadan takip ediyoruz. Ne var ki, Türkiye’nin bir bölümünde ve karşı sınırı Kobanê’de olanlardan yeterince haberdar değiliz.

Kaygılıyız!
Ortadoğu’da kadınları kıskaca alan, yaşam alanlarını gitgide daraltan, yok sayan, katleden İslamcı hareketlerin/rejimlerin karşısında katılımcı demokrasiyi, kadınların özgürlük mücadelesini kendisine temel almış olan Kobanê’nin durumu karşısında kaygılıyız. Yaşananlar sınırın öte yakasında, bize uzak, bizden olmayanların kavgası değil.

Devamını Oku…

Murat Bardakçı ve Popo Meselesi

murat_bardakciDursaliye Şahan

Seneler ve seneler öncesi, Merdivenköy İlkokulu’ndayız. Öğretmenimiz Meliha Hanım. Din dersindeyiz. Hangi duaydı hatırlamıyorum ama kısa bir duayı 42 öğrenci sırayla okuyoruz.

Sınıfımızda bir gayrimüslim var. Aleko. Sıra Aleko’ya gelince okuma kesildi. Ne “okurum” diyor Aleko ne de “okumam”. Başını önüne eğmiş, susuyor. Çocuk aklı işte, sıra arkadaşı durmadan dürtüyor. “Hadi Aleko!” demek istiyor. Aleko istifini bozmuyor. Öğretmen yerinden kalktı, tak tak (hep yüksek topuklu giyerdi) yanına geldi. Çok kızdığı zamanlardaki gibi kaşlarını çattı. Kitabı önüne doğru itti. Aleko kıpkırmızı. Öğretmen bir daha itti. Aleko kalktı sınıftan çıktı. O sessiz, sakin Aleko’nun o gün gösterdiği cesarete hâlâ şaşarım…

Neyse Aleko konusu uzun. Şimdi gelelim bugüne.

Star Tv’de  bir program: Melek. Popüler konuk bir din adamı. Fatih Çıtlak.

Çıtlak giyimi ve duruşu ile bir hocadan çok holding patronlarına benziyor. (Elbette bu hata ya da kusur değil. Tanımayanlar biraz gözünün önüne getirsin diye söylüyorum.)
Program canlı yayın yapıyor. Telefonda bir konuk soruyor.
“Hocam ben olacakları önceden rüyamda görüyorum. Bundan nasıl kurtulabilirim?”
(Çocukluğumdan bu yana insan üstü bir yeteneğim olmasını hep istemişimdir ama maalesef.)
Stüdyodaki izleyici konuklar ve Melek hanım haliyle biraz şaşkın.
“Hocam ne dersiniz. Böyle bir şey olabilir mi?”
El cevap: “Evet, bazen olacaklar bizlere önceden ayan olabilir. Bu tür rüya görenler vardır. Hatta bir şey daha söyleyeceğim. Bunu iyi dinleyin. İnanmayacaksınız ama;  gayrimüslimler bile görebilir.”
Elimde kaşık;”‘Anaaa!” durumunda, acaba daha ne söyleyecek diye bekliyorum.
Stüdyoda onca izleyiciden ve programı sunan aslında bir tiyatrocu olan Melek Baykal’dan şöyle bir soru bekliyorum.
“Niye ki hocam? Dünyadaki 7 milyar nüfusun sadece %23’ü müslüman. Yani geri kalan milyarlarca insan rüya görme yeteneğinden yoksun mu ki, bize ayan oluyor da onlara ayan olamıyor?”

Kapattım kalktım. Böyle bir yazı yazmaya da niyetim yoktu aslında.

Birkaç gün geçti. Gazetelerde bir haber. Murat Bardakçı program sırasında kendisine mesaj atan bir izleyicisine kızınca epey bir giydirmiş. Ne geri zekalılığı kalmış, ne salaklığı.
Neymiş efendim? Seyirci demiş ki, “O fonda çaldığın müzik Ermeni müziği. Onu niye çalıyorsun?”
Bardakçı hızını alamamış son cümlesini patlatmış.
“Niye Kim Kardashian’ın koca kıçını seyrediyorsunuz? O da Ermeni. Her gün onu seyrediyorsunuz.”
Kim Kardashian benim de dikkatimi çeken bir ikoncan. Kendisini ayrı bir gözle izliyorum. Doğrusu Ermeni olduğunu da Bardakçı’dan öğrenmiş oldum.

Bu güne kadar alıştığımız ölçülerin dışında bir ikoncan olması bana göre manidar. Ama önce Murat Bardakçı’ya öncelikle şunları söylemek istiyorum.

  1. Okuyucu, izleyici, seyirci Kim Kardashian’ı arayıp bulmuyor. Doğrudur, medya her gün en az bir adet Kardashian pozunu servis ediyor. O abartılı popoyu özellikle öne çıkararak üstelik.
  2. Çünkü Kim Kardashian Ermeni kadını olduğu için değil, belli bir kesime ikoncan olarak sunulmaktadır. Tüketimden uzaklaşan obez kesime karşı kapitalist sistemin bulduğu yeni bir can simididir. Kocası ile birlikteki görevi bu. İri, kilolu ama güzel, bakımlı ve haliyle arzulanan bir kadın imajı veriyor. İşe yaramasaydı bu kadar süre medya onu manşetlerin hemen yanındaki sağ üst köşeden inatla burnumuza sokmazdı.
  3. Hal böyleyken biçare medya mağdurlarını Kardashian’ın poposunu seyrettiği için suçlamak büyük haksızlık diye düşünüyorum.

Bu arka arkaya sıraladığım olayların “birbiri ile ne alakası var?” diyeceksiniz… En hafif deyimi ile, üçü de düşmanlık tohumu ekmektedir. Geri kalanını size bırakıyorum.

Tıkanıklıkları Aşmak İçin “Tazelenme Metni”/2014 Eylül

Tartışmalarımız yoğunlaştıkça sorular şekillendi, sorular içinden sorular çıkardık. Ama öncelikle belirtmeliyiz ki SFK’nın bundan 3 yıl önce gündemine aldığı TAZELENME ihtiyacı, bu ihtiyaç karşısında oluşturulan komisyon ve yoğun emekler sonucu çıkartılan Tazelenme Metni hala geçerliğini korumakta, tespitleri oldukça yerinde bulunmakta ve bu sorunlarımızı çözmemize yönelik bir kılavuz niteliğini korumaktadır. Yıllar sonra dönüp baktığımızda esasen tazelenme süreci bize bugün geldiğimiz noktanın sinyallerini vermiş ve bir şekilde hem zihinsel hem de pratik olarak yapmamız gerekenleri önümüze koymuş. Bu nedenle geldiğimiz bu noktayı şöyle okumak da mümkün; tazelenme süreci SFK için bir dönüm noktasıydı, tazelenmenin gerektirdiği şeyleri yapamadığımız için sorunlarımız birikti ve çözüm noktasında kitlendik. Bunu akılda tutarak bu değerlendirmenin okunmasını önemli buluyoruz. Devamını Oku…

Kağıtsız Göçmen Kadınlar Erkek Şiddetinin Hedefi Oluyor…/13 Eylül 2014

Kadınlara çağrı;

Kağıtsız göçmen kadınlar erkek şiddetinin hedefi oluyor…

Uganda’lı Jesca’nın öldürülmesi, Türkiyede yaşayan kağıtsız göçmen kadınların maruz kaldıkları cinsel şiddeti bir kez daha su yüzüne çıkardı.

Jesca’nın umutla geldiği İstanbul’dan tabutta veda ettiği yerde, KURTULUŞ SON DURAKTA buluşuyoruz.

Uganda’lı Jesca Nankabirwa yaklaşık bir yıldır Türkiye’de yaşıyordu. Sultangazi’de bir tekstil fabrikasında aylık 900 liraya çalışarak memleketindeki iki çocuğunun masraflarını karşılıyordu. Jesca, 6 Eylül 2014 Cumartesi günü kaybolduktan dört gün sonra arkadaşlarının çabaları ile Yenibosna Hastanesi’nin morgunda bulundu. Şimdilik savcılık raporlarına ‘şüpheli ölüm’ olarak geçti. Yakalanan kişi, ifadesi alındıktan sonra delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. Katil, pek çok Türkiye’li kadının katili gibi aramızda geziyor.

Jesca’nın hikayesi göçmen kadınların maruz kaldığı ayrımcılığın en vahim örneklerden sadece biri. Yoksulluk ve savaşın göçe zorladığı, yolu Türkiye’ye düşen göçmen kadınlar, ayrımcılık ve kötü muameleye, ucuz ve güvencesiz çalışmaya, en izbe mekanlara fahiş kiralar ödemeye mahkum ediliyorlar. Yetmezmiş gibi erkeklerin cinsel şiddet ve tacizine maruz kalıyorlar. Bu ülkede kağıtsız yaşayan göçmen kadınlar sınır dışı edilme korkusu ile yaşadıkları cinsel tacizi ve tecavüzü şikayet etmeye bile cesaret edemiyor.

Jesca bu ülke yasalarının değersizleştirdiği, sahipsizleştirdiği göçmen bir kadın olduğu için öldürüldü. Jesca gibi yüzlerce kadın her gün aynı baskı ve yaşam tehdidi ile karşı karşıya var olma savaşı veriyor.

· Jesca’yı öldüren kişinin cezasız kalmaması,

· Acil olarak, Türkiye’de yaşayan göçmen kadınların cinsel şiddete uğradığında başvurabileceği, güvenlik kuvvetleri dışında, sivil ve çok dilli bir kriz merkezi kurulması,

· Sınırdışı edilme korkusu olmadan sağlık, barınma ve hukuki destek sağlayan koruma mekanizmalarının oluşturulması,

· İstanbul Sözleşmesi’nin göçmenleri de kapsayan şiddeti önleme ve koruma hükümlerinin hayata geçirilmesi

Taleplerimizi hep beraber en güçlü şekilde seslendirmek üzere, 13 Eylül Pazar günü saat 13 te, Kurtuluş Son durakta buluşuyoruz.

#Göçmenkadınlar yalnız değildir!

#KadınKatliamıVar
Her yerde kadın cinayeti, Meclis olağanüstü toplansın!
Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu

sizin anneleriniz canavar olmadığı İçin mi?

11firdevs hoşer

geçen yıl bebeğini evde bırakıp annesinin yanına tatile giden genç kadını bir ara çok konuştu ülkem insanı. sonra unuttu, unuttuk… her gün onlarca buna benze gündemimiz vardı çünkü.

bu genç kadın dünden beri tekrar gündemimizde. ceza almış, hem de müebbet.

toplumun vicdanı, karar verenin vicdanı rahatlamıştır sanırım. zira bir “canavar anne” daha “ceza”sını çekecek…

ben karar veren hakime sormak isterdim: sizin anneniz canavar olmadığı için mi bu kararı verdiniz? merak ediyorum çocuğunu annesinden gizlemek zorunda kalan genç kadın canavar da çocuğunun yüreğine bu korkuyu salan anne/baba sütten çıkmış ak kaşık mı? hiç onların da sorumlu olduğu aklınıza gelmedi mi? bu korkunun nasıl bir çaresizlik yaratacağı ya da…

Devamını Oku…

Jesca Nankabirwa İçin Yürüyoruz./13 Eylül 2014

jesca2 Basına ve kamuoyuna:

Jesca Nankabirwa göçmen olduğu Türkiye’de erkek şiddetine hedef oldu, öldürüldü. Jesca, yaşamını kazanmak üzere geldiği Türkiye’den tabutta uğurlandı.
Uganda’lı Jesca Nankabirwa yaklaşık bir yıldır Türkiye’de yaşıyordu. Sultangazi’de bir tekstil fabrikasında aylık 900 liraya çalışarak memleketindeki iki çocuğunun masraflarını karşılıyordu. Jesca, 6 Eylül 2014 Cumartesi günü kaybolduktan dört gün sonra arkadaşlarının çabaları ile Yenibosna Hastanesi’nin morgunda bulundu. Şimdilik savcılık raporlarına ‘şüpheli ölüm’ olarak geçti. Yakalanan kişi, ifadesi alındıktan sonra delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. Katil, pek çok Türkiye’li kadının katili gibi aramızda geziyor.
Jesca’nın hikayesi aslında göçmen kadınların maruz kaldığı ayrımcılığın en vahim örneklerden sadece biri. Yoksulluk ve savaşın göçe zorladığı, yolu Türkiye’ye düşen yüzbinlerce göçmen, sadece göçmenlik konumu, cinsiyeti ve tenlerinin renginden dolayı ayrımcılık ve kötü muamele ile karşılaşıyor, ucuz ve güvencesiz çalışmaya, en izbe mekanlara fahiş kiralar ödemeye mahkum ediliyorlar. Yetmezmiş gibi erkeklerin cinsel şiddet ve tacizine maruz kalıyorlar. Bu ülkede kağıtsız yaşayan göçmen kadınlar sınır dışı edilme korkusu ile yaşadıkları cinsel tacizi ve tecavüzü şikayet etmeye bile cesaret edemiyor. Şikayetçi olabilen, sığınmacı ve ‘kağıtlı’ göçmen kadınlar ise çoğunlukla bir sonuç almak şöyle dursun, bir de karakollarda taciz ediliyor, horlanıyor ya da en iyi ihtimalle baştan savılıyorlar.
Her fırsatta halkının misafirperverliği ve yardımseverliğinden bahsedilen bu ülkede, özellikle kağıtsız göçmen kadınlar, “iyilikler” şöyle dursun sadece kadın, kimsesiz ve hakkını arama olanaklarından yoksun oldukları için cehennemi yaşıyorlar. Aile ve yakınlarını arkalarında bırakarak, pek çok zahmete katlanarak gelen bu kadınlar, onları göçe zorlayan nedenlerin sorumlusuymuş gibi adeta cezalandırıyorlar. Zaten Türkiyeli kadınların maruz kaldıkları cinayet, şiddet, taciz, tecavüz, zorla evlendirilme, çocuk yaşta evlendirilme gibi suçlarla mücadelede tam olarak işlemeyen adalet ve yeterli olmayan koruma ve destek mekanizmaları, kağıtsız göçmen kadınlar söz konusu olduğunda tamamen ortadan kalkıyor. Kağıtsız göçmenlerin temel insan hakları ve diğerlerine göre daha yoğun olarak maruz kaldıkları cinsel şiddet, ne yerelde ne de göç politikalarına yön verilen uluslararası platformlarda çözüm boyutunda ele alınmıyor. Vatandaşları taciz ve şiddete maruz kalan pek çok ülkenin Türkiye’deki temsilcilikleri ise diplomatik nezaketlerini korumaya devam ediyor.
Jesca bu ülke yasalarının değersizleştirdiği, sahipsizleştirdiği göçmen bir kadın olduğu için öldürüldü. Jesca gibi yüzlerce kadın her gün aynı baskı ve yaşam tehdidi ile karşı karşıya var olma savaşı veriyor.
Biz kadınlar, Jesca’yı öldüren kişinin cezasız kalmamasını, başka davalara da örnek olacak şekilde caydırıcı bir ceza ile adaletin gerçekleşmesini istiyoruz. Daha önemlisi, acil olarak, Türkiye’de yaşayan göçmen kadınların cinsel şiddete uğradığında başvurabileceği, güvenlik kuvvetleri dışında, sivil ve çok dilli bir kriz merkezi kurulmasını; sınırdışı korkusu olmadan sağlık, barınma ve hukuki destek sağlayan koruma mekanizmalarının oluşturulmasını istiyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nin göçmenleri de kapsayan şiddeti önleme ve koruma hükümlerinin hayata geçirilmesini istiyoruz.
Biz Türkiyeli kadınlar, göçmen kadınların yanındayız ve erkeklerin göçmen kadınlara karşı işledikleri suçları tüm kadınlara karşı işlenmiş sayıyoruz. Başta Jesca’nın davası olmak üzere bundan sonra göçmen kadınların maruz kaldığı her türlü sömürü ve cinsel şiddetin takipçisi olacağız ve bunu yapanları teşhir edeceğiz.
Yaşasın kadın dayanışması!
jezca113

Seda Sayan’ı Kınıyoruz!/3 Eylül 2014

Seda Sayan’ı Kınıyor ve Hakkında Suç Duyurusunda Bulunuyoruz!

Maalesef kadın cinayetlerisürerken bu cinayetlerden katiller kadar engellemeyen devlet, calandırmayanyargı ve meşrulaştıran medya da sorumludur. Bizler mahkemelerden televizyonprogramlarına bu sorumluluğu hatırlatmak için mücadele ediyoruz. Oysa bu sorumluluk herkesin, hepimizin!

Medyada suçun ve suçlununövüldüğü, kadınlara yönelik şiddete yataklık eden bir dile, görsel kullanımıza ve yayınlara çok sık rastlıyoruz maalesef. Bunun en vahim örneklerinden birine 2 Eylül 2014 tarihli Seda Sayan Show’da gördük. Evlendiği-birlikte olduğu 5 kadından ikisini öldüren bir katil bir koca Seda Sayan’ın “hiç bu kadar güler yüzlü katil gördünüz mü” nazireleri arasında ağırlandı. Suç ve suçlu Seda Sayan tarafından açıkça övüldü ve tüm program boyunca kadınlara yönelik şiddete yataklık edildi. Tüm bunlardan dolayı Seda Sayan’ı kınıyor ve hakkında suç duyurusunda bulunuyoruz.

Seda Sayan ve katilleri sevimli, kadın cinayetlerini meşru göstererek yayın yapan herkese diyoruz ki:
Bir kadının daha şiddet görmesine, aramızdan alınmasına tahammülümüz yokken bu cinayetleri besleyen, teşvik edenlere tahammül göstermeyeceğiz.

Bizler ve bizi destekleyen kamuoyuyla birlikte yayınlarınıza izin vermeyeceğiz. Dün grubumuzun ön ayak olduğu, tüm sosyal medyaya yayılan örgütlü tepkimizle Seda Sayan Show’un sponsoru programdan desteğini çekti. Bugün kadınların bedenleri, ölümleri, acıları üzerinden reyting almaya çalışan Seda Sayan’a dur demek için burdayız! Suç duyurusu sonrası da Seda Seyan’la mahkemede de görüşeceğiz. Ve programlarında kadınlara yönelik şiddeti ve kadın cinayetlerini, bu suçları işleyenleri öven, teşvik eden, meşru gösteren herkesin dur demek için karşısında olacağız, mahkemelerde de görüşeceğiz.
Siz bu programları yayınlayamaz hale gelene kadar tepkimiz ve eylemlerimiz sürecek!

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu

SFK 7. Kamp ( 28 – 31 Ağustos 2014)

Sosyalist Feminist Kolektif’in 7. Kampını 28-29-30-31 Ağustos 2014 tarihinde Dikili-Bademli’de gerçekleştirdik.

7. Kamp gündemleri içinde en yoğun tartışmaları, SFK’nın son bir yıldır kendini tazelemek için yaptığı tartışmalar ışığında hazırlanan ve SFK’nın bundan sonraki örgütlenme ilkelerini belirleyecek tazelenme metni üzerinden yürüttük.

Devamını Oku…

43 Yerinden öldüresiye vurulan Hasret’in yanındayız!/26 Ağustos 2014

Hasret’i Koruyun Yakup Kara’yı Derhal Tutuklayın!

Hasret’i gazetelerdeki “Tornavidayla 43 yerinden yaraladı, mahkeme, serbest bıraktı” haberlerinden hatırlarsınız. 15 yıllık evlilikleri boyunca karısı Hasret’e şiddet uygulayan Yakup Kara, boşanma arifesinde karısını tornavidayla 43 yerinden yaralayarak öldürmeye teşebbüs etmesine karşın elini kolunu sallayarak geziyor!

Her gün üç kadının öldürüldüğü, Kadın Katliamı Var dediğimiz Türkiye’de boşanma sürecinde olduğu karısını, defalarca tehdit eden, yaralayan en son tornavidayla planlayarak 43 öldürücü yerinden bıçaklayan koca elini kolunu sallayarak geziyor. Demokratik bir ülkede olması gerekenden yani bunlardan devletin haberdar olduğu anda müdahale etmesinden söz etmiyoruz, her seferinde Hasret’in karakola gittiği, şikayetçi olduğu, dava açtığı halde hiçbir ceza almamasından söz ediyoruz.

Hayata tutunmaya çalışan Hasret ve çocukları ile mahalleli dayanışıyor! Hasret maruz kaldığı şiddete karşı susmayarak onlarca kez karakola başvurmuş, iki kez koruma kararı alınmasını sağlamış. Yakup Kara bir kez de 120 gün hapis cezasıyla cezalandırılmış, ancak bu para cezasına çevrilmiş. Boşanma sürecinde de durmayan şiddet, en son 8 Ağustos’ta Yakup Kara’nın karısını 43 yerinden tornavidayla yaralamasıyla ölüm sınırına gelmiş. Bu olaydan bir hafta sonra teslim olan Kara, ne yazık ki pek çok davada erkek suçluların lehine işletilen tahrik indiriminden yararlanmak için mahkemeye “Beni tahrik etti. Kendimi kaybettim” senaryosunu sunmuş ve serbest bırakılmış.

Şimdi Hasret’in elinde yeniden alınmasını sağladığı 2 aylık korunma kararı var. Bu karar ile Yakup Kara’nın yasa gereği Hasret’in çalıştığı ve yaşadığı mekanlara belirli mesafeden fazla yaklaşmaması gerekirken, öldürmeye teşebbüs eden Yakup Kara, Hasret’in evinin tam karşısındaki iş yerinde, göz teması kuracak yakınlıkta bulunuyor. Hasret’in başına bir şey gelmemesi için mahalleli ve kadınlar tedirgin bekliyor…

Kadınların birçoğu, şiddet gösteren erkekler engellenmediği, mahkemeler şiddet gösteren erkekleri tutuklamak için neredeyse kadınların öldürülmelerini beklediği ve kadınlara verilen koruma kararları uygulanmadığı için öldürülüyorlar. Kadınların karakola, savcılığa şikayet etmelerine rağmen şiddet görmelerinden devlet sorumludur. Biz Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu’nu oluşturan 150 kadın örgütü bugün Yakup Kara hakkında planlayarak öldürmeye tam teşebbüsten suç duyurusunda bulunmak için buradayız. Şu ana kadar Yakup Kara’yı engellemeyen, gerekli cezayı vermeyeni görevini yapmayanlar hakkında da suç duyurusunda bulunuyor ve diyoruz ki Hasret’in başına gelenler ve gelecek olanlardan devlet sorumludur!

Hasret’i koruyun, Yakup Kara’yı derhal tutuklayın!

#KadınKatliamıVar

Her yerde kadın cinayeti, Meclis olağanüstü toplansın!

Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu

26-agus_adliye_cagri_web

Açık İlişki

imagesYasemin Nur Ural

İlişki biçimleri günümüzün en çok tartışılan konuları arasında, özellikle de sol çevrelerde. Bu ortamlardaki, kadın-erkek cinselliğinin dışavurumundaki eşitsizliklerin sebepleri çoğul. Bunun da sadece bazı Ortodoks Marksist erkeklerin söylemleri ile davranışları arasındaki rahatsız edici devasa gediğe indirgenebilirliği naif bir düşünce olur. Var olan yapıdan bazıları ziyadesiyle faydalanıyor, bunu alenen destekliyor ve değiştirmek için kılını kıpırdatmıyor olsa da sanki sorun bari bireylerin ötesinde hepimizin bilincini oluşturan ve bizim de desteklediğimiz çerçevede yatıyor gibi geliyor bana. Dünyanın pek çok yerinde hala meşru cinsel özneleştirme aygıtı olarak evlilik, bunun yasal imkânının sine qua non yani olmazsa olmaz koşulu ve burjuva ailenin temelini oluşturan tek eşlilik pratiği – erkek egemenliğinin kristalleşmiş biçimi olarak bu yasal hakkı cinsiyetlerden sadece birisine sunan bazı devletlerin politikalarının meşruluğunu tanımayarak es geçiyorum –hala çok yaygın bir şekilde geçerliliğini sürdürmekte.

Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 24/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 24

DOSYA: Aile- AVM- AKP kıskacında kadınlar

4 Sınıra yolculuk / Burcu Konakçı
6 “On iki hamile şüphelisi tespit ettik müdürüm” / Yeşim Dinçer
7 “Hanımların dikkatine” / Dilek Şentürk
8 Aşinalıktan birlik olmaya: Soma’da kadınlarla dayanışmaya / Melda Yaman
11 Kadınlar arasında kendimize bakmak / Feride Güler
12 Başörtüsü sadece başörtüsü değildir! / Ayşe Panuş
14 Dindar nesil için döşenen yolda eğitim kurumları hizmetinizde! / İlkbahar Atılgan
16 Göçmen kadınların hakları: “Kaçağa düşen” devlet iradesi / Belinda Mumcu
18 Maddeci feminizm üzerine – 1 / İlgi Kahraman
20 El ele yürüdüğümüz yol / Öznur Subaşı
DOSYA: Aile- AVM- AKP kıskacında kadınlar
22 Neoliberal, yeni-muhafazakâr kentsel-mekansal dönüşüm ve kadınlar / Cemre Baytok
24 Mahrem mekanlar kimin rahatı için? / Sakine Günel
26 Kentsel dönüşüm: Neyin dönüşümü? / Özlem Çelik
28 Şifa niyetine Viyana / Çiğdem Durukan Pozam
30 Ben, LAMBDA ve bir barınamama hikayesi / Özlem Çolak
32 Manzaraya bakma hakkı / Ezgi Burgan
33 Evden çıkış, eve dönüş: Eğitim sürecinde kadınlar / Mualla Gökçe
34 Kentli kadının çıkmazına tarihsel bir bakış / Çiğdem G.D.
36 Kadınlar plajı: Pozitif ayrımcılık mı yoksa imtiyaz mı? / Serpil Yalçın Elban
38 Edibe Şahin ile söyleşi / Pınar Önen
41 Bir erkeklik sempozyumu / Söyleşi: Burcu Şentürk
44 “Canavar anne” ya da kamu vicdanı da erkek / Şöhret Baltaş
47 …Ve pazarcı kadın bağırır: Geeeeeel abla gel! İkizlere özgürlük / Özlem G.
50 Marlene Schafers ile söyleşi / Mehtap Doğan
52 Kitap: Sınır Bilgisi / Pınar Önen
54 Nasıl feminist oldum? / Merve Kızılay
55 Femini(te)st
56 Sosyalist Feminist Kolektif 7. kampını yaptı
58 Türkiye’den haberler
62 Dünyadan haberler
64 Feminist politikleşme: Bir yorum / bell hooks
66 Hiç şaşırmadık!

Devrim Özgürleştirir…

devrimozgurlestiriÖzgür Can Sunata

Eyy Sarıgazi’de fahişeleri teşhir ettiğinin reklamını Dünya ile paylaşan cepheli en büyük solcular! Ben korktum sizden, beni titrettiniz, bravo.

Yapabileceklerinizden endişeliyim. Çok farklı olsak da, yelpazenin solu adına kaygı duyuyorum…

Sözün bittiği yerde bir şov izledik hepimiz. Aklıma ilk şu geldi, gücünün yettiği birini tespit edip buradan şov yapmak, delikanlılığa sığar mı? Sonuçta cepheliler için  “delikanlı” olmak çok forslu bir şeydir.

Devamını Oku…

Call Upon the Parliament of Turkey to Hold an Emergency Meeting to Address the Rampant Femicide Occuring Throughout Turkey!

stopvilanceWe hereby call upon international feminist and LGBTI organizations and individuals to support us in our demand, that the Parliament of Turkey hold an emergency meeting to address the rampant killing of women in Turkey.

We refuse to stand by and watch as increasing numbers of women and trans women are killed in Turkey, encouraged by a lack of preventive measures, lax laws, and the fostering of a social culture which normalizes violence against women and essentially negates the existence of women as individuals by prioritizing “the family” at all costs.

Devamını Oku…

Kadın Cinayetlerine Karşı Eşzamanlı Eylem/20 Temmuz 2014

Bizler kadın örgütlerinden, feminist ve LGBTİ örgütlerden, siyasi partilerden, demokratik kitle örgütlerinden yaklaşık 150 imzacı olarak biraraya geldik. Bugun buradan bir kez daha belirtiyoruz. Bizler kadın ve trans cinayetlerine karşı birlikte ses çıkarmakta kararlıyız ve Cinayetlere Karşı Acil Eylem Grubu olarak Meclis bu konuyla ilgili tek gündemli toplanana kadar kampanyamızı sürdüreceğiz.

Her Yerde Kadın Cinayeti
Meclis Olağanüstü Toplansın!

Her hafta, kocası, babası, erkek kardeşi, oğlu, boşanmak/ayrılmak istediği kocası/sevgilisi, müşterisi tarafından öldürülen kadınların ve trans kadınların haberlerini duyuyoruz.
Kadınlar her gün kendi hayatları hakkında karar vermek isterken, erkekler tarafından öldürülüyor. Bu cinayetlerin sürekliliği, cinayetleri durdurmayan, gereken önlemleri almayan devletin eril yapısını gözler önüne seriyor. Hukuk sistemiyle cinayetler meşrulaştırılıyor, teşvik ediliyor.

Yaşadığımız erkek şiddeti cezasız kalırken, aileye mecbur bırakıldığımız politikalar oluşturulurken biz kadınlar her gün öldürülüyoruz.

İki gün içinde 6 erkek kadınlar tarafından öldürülseydi, devlet refleksi harekete geçerdi, hükümetten olaganüstü tedbirler alması beklenirdi.

Türkiye’de her gün kadınlar öldürülüyor.

Ve biz soruyoruz: İki gün içinde 6 kadın cinayeti işlenmişken, kadın cinayetleri, evde, işyerinde, sokakta, her yerde, özel ve kamusal alanda her an yaşamımızı tehdit eder hale gelmişken, meclis nerede?

Meclis olağanüstü toplansın!

Kadın cinayetlerine karşı isyanımızı haykırmak için ev işi, çocuk bakımı dayatmalarına kulak asmadan sokaklardayız. Meclisin olağanüstü toplanması için ses çıkarıyoruz;

Siz aile, aile dedikçe kadınlar öldürülüyor!

Siz ses çıkarmadıkça kadın cinayetleri meşrulaşıyor!

Siz haksız tahrik dedikçe, hayatımız tehlikeye giriyor!

Ailenin korunmasına dair değerleriniz boş; kadın bedenini denetleyen, tahakküm altına alan politikalarınız ve erkek şiddeti ile mücadele ediyorMUŞ(!) gibi yapan söylemleriniz erkek şiddetine arka çıkıyor, şiddet uygulayan erkekleri koruyor ve kolluyor.

Devlet kadın cinayetlerinden sorumludur!

Kadınlara ilişkin nadiren konuşurken gördüğümüz Aile Bakanı Ayşenur İslam, erkek şiddeti konusunda konuşmuyor; konuştuğunda ise, kadın cinayetlerini normalleştiren bir dil kullanıyor. “Kadınlar koruma altındayken öldürülmüyor” diyen Aile Bakanı, 6284 Sayılı Yasa’dan habersiz olduğu gibi, aynı zamanda kadın cinayetleri açısından bakanlığını “temize çekmeye” çalışan bir söylem geliştiriyor. Bir sözümüz var Aile Bakanı’na:
Devlet, kadın cinayetlerini gündeme almayan ve etkili mücadele yöntemleri kurmayan yasama ve yürütmesi ile, haksız tahrik indirimleri ile, erkeklere “teşvikler” sunan yargısı ile kadın cinayetilerinden sorumludur.

Hükümet kadın cinayetlerinden sorumludur!
Hükümetin büyük “reklam” çalışmaları ile yürürlüğe koyduğu 6284 sayılı yasa kağıt üzerinde kaldı. İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı olmakla övünedursunlar, kadınların öldürülmesi karşısında ne kadar siyasi irade yoksunu olduklarını gördük.

Mekanizmaları hâlâ kurulmamış, cinsiyetsizleştirilmiş 6284 sayılı yasa, şiddete karşı koruma ve önleme talep eden kadınların talepleri karşısında, gereği gibi inceleme ve değerlendirme yapmayan mahkemeler tarafından kopyala-yapıştır kararlarla uygulanıyor. Erkek şiddetine karşı etkili yöntemler ile mücadele etmeyen sisteme , “şiddetle cinayetin ne ilgisi var?” diyen erkek egemen yargı mercilerine, şunu söylüyoruz: Kadın cinayeti bir tokatla, aşağılamakla başlıyor!

Ailenin kadından önce geldiği, kadın yerine ailenin ikame edildiği bir anlayış, aile merkezlerinden, aile avukatlarına, aile hekimlerine kadar herkes tarafından bize dayatılmak isteniyor; kadınların içinde öldürüldüğü, şiddet gördüğü, emeğinin sömürüldüğü, dışına çıkmak istediğinde öldürüldüğü aile, devletin erkek egemenliğinin yansıması olarak bir devlet kurumu olarak işliyor.

Devlet sığınakları, hâlâ bir “mekanizma”ya evrilememiş ve Şiddeti Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM), kadınların ya şiddet ortamına geri dönmesine neden olmuş ya da erkek şiddeti karşısında kadınları daha da savunmasız bırakmıştır.

Hayatlarının her alanında ayrımcılık ile karşı karşıya kalan trans kadınlar, seks işçileri her an öldürülme tehlikesi ile karşı karşıya. Şiddete uğradıklarında sessiz kalan polis devleti seks işçilerini gittikçe daha güvencesiz koşullarda çalışmaya iterek ve keyfi para cezalarına çarptırarak cinayetleri ve şiddeti meşrulaştırıyor.

Bugüne kadar kadın cinayetlerini istatiksel bilgiye sığdırmaya çalışan devleti göreve çağırıyoruz.

Meclisin, kadın ve trans cinayetleri gündemi ile olağanüstü toplanmasını ve bu toplantıda, kadın örgütlerinin belirlediği cinayetleri önleyebilecek temel şartları doğrultusunda acil bir eylem planı oluşturmasını talep ediyoruz!

Biliyoruz ki biz kadınlar bir araya gelebilirsek cinayetleri önleyebiliriz. Bu yüzden meclis, kadın ve trans cinayetleri gündemiyle olağanüstü toplanana kadar sokakları boş bırakmıyoruz!
Bugün İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Bursa, Marmaris, Fatsa, Kocaeli, Kayseri, Çanakkale, Eskişehir, Adana, Dersim, Ovacık, Antakya, Urfa, Denizli, Mersin, Samsun, Van’da kadın cinayetlerine karşı isyanımızı haykırmak için ev işi, çocuk bakımı dayatmalarına da kulak asmadan sokaklardayız. Meclisin olağanüstü toplanması için ses çıkarıyoruz!

ADANA EV HANIMLARI DAYANIŞMA VE KALKINDIRMA DERNEĞİ
ADIYAMAN YAŞAM DERNEĞİ
AKDAM KADIN DAYANIŞMA MERKEZİ VE SIĞINMA EVİ DERNEĞİ
AMARGİ İZMİR
ANARŞİST KADINLAR
ANKA LGBT
ANKARA FEMİNİST KOLEKTİF
ANTALYA KADIN DANIŞMA MERKEZİ VE DAYANIŞMA DERNEĞİ
AYVALIK BAĞIMSIZ KADIN İNİSİYATİFİ
BAĞIMSIZ KADIN DERNEĞİ – MERSİN
BAĞLAR KADIN KOOPERATİFİ – DİYARBAKIR
BARIŞ İÇİN KADIN GİRİŞİMİ
BATMAN SELİS KADIN DANIŞMANLIK MERKEZİ
BATMAN HEVÎ UMUT KADIN ATÖLYESİ
BERFİN KADIN MERKEZİ – SİİRT
BERJİN AMARA KADIN MERKEZİ – VİRANŞEHİR
BODRUM KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ KADIN ARAŞTIRMALARI KULÜBÜ (BÜKAK)
BUCA EVKA-1 KADIN KÜLTÜR VE DAYANIŞMA EVİ
BURSA MOR SALKIM KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
CEREN KADIN DERNEĞİ – DİYARBAKIR
ÇANAKKALE BAĞIMSIZ KADIN KOLEKTİFİ (ÇABA)
ÇİĞLİ EVKA-2 KADIN KÜLTÜR EVİ (ÇEKEV)
DEMOKRATİK ÖZGÜR KADIN HAREKETİ (DÖKH)
DERSİM ROŞTÎYA ASMÊ LGBTİ OLUŞUMU
DERSİM YAŞAM KADIN MERKEZİ
DERSİM YENİGÜN KADIN DAYANIŞMA DERNEĞ
DİDİM KİBELE KADIN YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA DERNEĞİ
DİKASUM-DİYARBAKIR BÜYÜKŞEHİR
EKİN CEREN KADIN MERKEZİ-DİYARBAKIR KAYAPINAR
EKMEK VE GÜL PROGRAMI VE DERGİSİ
ELDER KADIN EL EMEĞİNİ DEĞERLENDİRME DERNEĞİ
EGELİ KADIN YAZARLAR/EKYAZ PLATFORMU
EPİDEM-DİYARBAKIR YENİŞEHİR
ESENYALI KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
EŞİT YAŞAM DERNEĞİ
EŞİTLİK İZLEME KADIN GRUBU – EŞİTİZ
EV KADINLARI DERNEĞİ – ADANA (EVKAD)
EV-EKSENLİ ÇALIŞAN KADINLAR ÇALIŞMA GRUBU
FİLMMOR KADIN KOOPERATİFİ
GİRİŞİMCİ KADINLARIN DESTEKLENMESİ DERNEĞİ (GİKAD)
GÖÇMEN DAYANIŞMA MUTFAĞI KADIN GRUBU
GÖKKUŞAĞI KADIN DERNEĞİ
GÜLŞİLAW KADIN MERKEZİ – NUSAYBİN
HALKEVCİ KADINLAR
İLERİCİ KADINLAR DERNEĞİ
İMECE EV İŞÇİLERİ SENDİKASI
İMECE KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
İSTANBUL FEMİNİST KOLEKTİF
İŞTAR KADIN MERKEZİ – MERSİN
İZMİR BAĞIMSIZ KADIN İNİSİYATİFİ
İZMİR KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
İZMİR FEMİNİST KOLEKTİF
JİNWAR KADIN MERKEZİ – ÇINAR
KADEM DİYARBAKIR-SUR
KADIN ADAYLARI DESTEKLEME DERNEĞİ – KA.DER
KADIN DAYANIŞMASI
KADIN DAYANIŞMA VAKFI
KADIN EMEĞİ KOLEKTİFİ
KADIN EMEĞİ VE İSTİHDAMI GİRİŞİMİ PLATFORMU
KADININ İNSAN HAKLARI YENİ ÇÖZÜMLER DERNEĞİ
KADINLARLA DAYANIŞMA VAKFI
KADINLARA HUKUKİ DESTEK MERKEZİ (KAHDEM)
KAMPÜS CADILARI
KAPADOKYA KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
KARDELEN KADIN MERKEZİ – DİYARBAKIR BAĞLAR
KARADENİZ KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
KARYA KADIN DERNEĞİ
KAYSERİ KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
KAZDAĞI KADIN DAYANIŞMA GRUBU
KESKESOR LGBTİ DİYARBAKIR OLUŞUMU
KIRMIZI BİBER DERNEĞİ
KIRMIZI ŞEMSİYE CİNSEL SAĞLIK VE İNSAN HAKLARI DERNEĞİ
KOZA KADIN DERNEĞİ
KÜRTAJ HAKTIR KARAR KADINLARIN PLATFORMU
LAMBDAİSTANBUL LGBTİ DAYANIŞMA DERNEĞİ
MALATYA HOMOFOBİ VE TRANSFOBİ KARŞITI GENÇLİK İNİSİYATİFİ
MAVİ KALEM DERNEĞİ
MAYA KADIN MERKEZİ-BOSTANİÇİ
MERSİN KADIN EMEĞİ KOLEKTİFİ DERNEĞİ
MERSİN LGBTİ 7 RENK DERNEĞİ
MEYA KADIN MERKEZİ-SİLVAN
MOİRA SAKARYA KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
MOR ÇATI KADIN SIĞINAĞI VAKFI
MOREL ESKİŞEHİR LGBTİ
MSGSÜ KADIN ARAŞTIRMALARI KULÜBÜ
MUĞLA KADIN DAYANIŞMA GRUBU
MUŞ KADIN DERNEĞİ (MUKADDER)
NUJEN KADIN MERKEZİ-BİSMİL
NUJİYAN KADIN MERKEZİ – LİCE
ODTÜ LGBTİ
ÖZGÜR GENÇ KADIN
PELJİN KADIN MERKEZİ – DERİK
PETROL-İŞ KADIN DERGİSİ
PEMBE CARETTA LGBTQ
SELİS KADIN DERNEĞİ – DİYARBAKIR
SELİS KADIN MERKEZİ – ERGANİ
SINIR TANIMAYAN KADINLAR
SİTİYA ZİN KADIN MERKEZİ – CİZRE
SMYRNA İŞ VE MESLEK SAHİBİ KADINLAR DERNEĞİ
SOSYALİST FEMİNİST KOLEKTİF
SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ
SPOD LGBTİ (SOSYAL POLİTİKALAR CİNSİYET KİMLİĞİ VE CİNSEL YÖNELİM ÇALIŞMALARI DERNEĞİ)
ŞANLIURFA YAŞAM EVİ KADIN DAYANIŞMA DERNEĞİ
ŞİDDETE SON PLATFORMU (271 ÖRGÜT)
TÜRKİYE KADIN DERNEKLERİ FEDERASYONU
UÇAN SÜPÜRGE KADIN İLETİŞİM VE ARAŞTIRMA DERNEĞİ
ULUSLARARASI KADIN HAKLARI & KALKINMA FORUMU (AWID)
VAKASUM – VAN
VAN KADIN DERNEĞİ (VAKAD)
VAN MAVİ GÖL KADIN DERNEĞİ
VAN YAŞAM, KADIN, ÇEVRE, KÜLTÜR VE İŞLETME KOOP.
YENİ DEMOKRAT KADIN
YOĞURTÇU KADIN FORUMU
ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBE KADIN KOMİSYONU
DİSK KADIN KOMİSYONU
EMEK PARTİ’Lİ KADINLAR
GENEL-İŞ SENDİKASI’NDAN KADINLAR
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER PARTİSİ / HAK-PAR KADIN KOMİSYONU
HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ / HDK KADIN MECLİSLERİ
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ / İHD KADIN KOMİSYONU
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ / İHD ANKARA ŞUBESİ KADIN KOMİSYONU
İSTANBUL EĞİTİM-SEN 2 NOLU ŞUBE KADIN KOMİSYONU
İSTANBUL EĞİTİM-SEN 5 NOLU ŞUBE KADIN KOMİSYONU
İSTANBUL EĞİTİM-SEN 6 NOLU ÜNİVERSİTELER ŞUBESİ KADIN KOMİSYONU
İSTANBUL EĞİTİM-SEN LGBTİ KOMİSYONU
İSTANBUL KESK’Lİ KADINLAR
İŞCİ DEMOKRASİSİ PARTİSİ’NDEN KADINLAR
İZMİR KENT KONSEYİ KADIN MECLİSİ
KADIN PARTİSİ
MAHALLE YAŞAM DAYANIŞMA DERNEĞİ’NDEN KADINLAR
NİLÜFER KENT KONSEYİ KADIN MECLİSİ
ÖDP KADIN KOORDİNASYONU, İZMİR
ÖDP’Lİ KADINLAR
SOSYALİST YENİDEN KURULUŞ PARTİSİ KADIN MECLİSİ
TMMOB’Lİ KADINLAR
TOPLUMSAL DAYANIŞMA İÇİN PSİKOLOGLAR DERNEĞİ (TODAP) KADIN KOMİSYONU
TÜRK TABİBLER BİRLİĞİ / TTB KADIN HEKİMLİK VE KADIN SAĞLIĞI KOLU
TÜRKİYE GAZETECİLER SENDİKASI KADIN KOMİSYONU
TÜRKİYE PSİKİYATRİ DERNEĞİ KADIN RUH SAĞLIĞI ÇALIŞMA BİRİMİ
YEŞİL SOL KADINLAR
78’LİLER FEDERASYONU’NDAN KADINLAR
ANTAKYA KADIN EMEĞİ KOLEKTİFİ

20 Temmuz 2014

Arrêtez le harcèlement sexuel et le viol! Les femmes migrantes ne sont pas seules!

gocmenChaque jour, les femmes migrantes sont confrontées au harcèlement sexuel, la violence et le viol sur les d’Aksaray, de Laleli, de Beyazit et de Kumkapi, au travail et aux maisons. Les femmes migrantes viennent en Turquie pour échapper à la guerre et la violence masculine et trouver refuge ou de pouvoir envoyer de l’argent à leurs familles. En raison de la politique migratoire turc et le droit du travail sont restrictive ; elles sont obligés de travailler sans permis. Cette situation que nous définissons comme sans papier est surtout considéré comme fugitif est maltraité par les employeurs et les propriétaires. Ces violations de droits des humaines, racisme et discrimination deviennent graves comme le harcèlement sexuel et la violence masculine.

Devamını Oku…

Soma Ziyaretinden Notlar

soma-uyku-haram-7Hilal Eyüpoğlu

Bu zamana kadar Somadaki insanların yaşadığı travma ve büyük acıdan çokça bahsedildi. Bu acıyla ne yapılacağına dair siyasetçilerden, sosyal bilimcilerden, siyaset bilimcilerden ve psikologlardan öneriler geldi. Ama acı çekerken insanların ne söyledikleri, acıyı büyüten ve öfkeyi ayakta tutan gerçeklikten genellikle bahsedilmedi. Bazı açıklamalarda öfkenin yas sürecinin bir parçası olduğu ve sorumlularla ilişkili olmadığı, zaten yaşanması gereken doğal bir duygu olduğu ifade edildi. Ancak Soma’nın halet-i ruhiyesini anlamak için oradaki insanların öfkesi doğaldır demek yetmiyor. Soma’nın öfkesine ve bu öfkenin nedenlerine bakmak zorundayız. İş koşullarından kaynaklı toplu bir katliamın analizi, sadece bireysel yas sürecini anlamaya çalışarak ve oranın gerçek sesine bakmadan yapıldığında eksik kalacaktır. Bu nedenle bu yazıda önceliği hızlı siyasi ve psikolojik analizler yerine sade bir anlama çabasına vermek istiyorum.

Devamını Oku…

Her Yerde Kadın Cinayeti/17 Temmuz 2014

dsc_0798 dsc_0787Her Yerde Kadın Cinayeti
Meclis Olağanüstü Toplansın!

Her hafta, kocası, babası, erkek kardeşi, oğlu, boşanmak/ayrılmak istediği kocası/sevgilisi, müşterisi tarafından öldürülen kadınların ve trans kadınların haberlerini duyuyoruz.
Kadınlar her gün kendi hayatları hakkında karar vermek isterken, erkekler tarafından öldürülüyor. Bu cinayetlerin sürekliliği, cinayetleri durdurmayan, gereken önlemleri almayan devletin eril yapısını gözler önüne seriyor. Hukuk sistemiyle cinayetler meşrulaştırılıyor, teşvik ediliyor.

Yaşadığımız erkek şiddeti cezasız kalırken, aileye mecbur bırakıldığımız politikalar oluşturulurken biz kadınlar her gün öldürülüyoruz.

İki gün içinde 6 erkek kadınlar tarafından öldürülseydi, devlet refleksi harekete geçerdi, hükümetten olağanüstü tedbirler alması beklenirdi.

Türkiye’de her gün kadınlar öldürülüyor.
Ve biz soruyoruz: İki gün içinde 6 kadın cinayeti işlenmişken, kadın cinayetleri, evde, işyerinde, sokakta, her yerde, özel ve kamusal alanda her an yaşamımızıtehdit eder hale gelmişken, meclis nerede?

Meclis olağanüstü toplansın!

Kadın cinayetlerine karşı isyanımızı haykırmak için ev işi, çocuk bakımıdayatmalarına kulak asmadan sokaklara çıkıyoruz! Meclisin olağanüstü toplanmasıiçin ses çıkarıyoruz;

Siz aile, aile dedikçe kadınlar öldürülüyor!

Siz ses çıkarmadıkça kadın cinayetleri meşrulaşıyor!

Siz haksız tahrik dedikçe, hayatımız tehlikeye giriyor!

Ailenin korunmasına dair değerleriniz boş; kadın bedenini denetleyen, tahakküm altına alan politikalarınız ve erkek şiddeti ile mücadele ediyorMUŞ(!) gibi yapan söylemleriniz erkek şiddetine arka çıkıyor, şiddet uygulayan erkekleri koruyor ve kolluyor.

Devlet kadın cinayetlerinden sorumludur!

Kadınlara ilişkin nadiren konuşurken gördüğümüz Aile Bakanı Ayşenur İslam, erkek şiddeti konusunda konuşmuyor; konuştuğunda ise, kadın cinayetlerini normalleştiren bir dil kullanıyor. “Kadınlar koruma altındayken öldürülmüyor” diyen Aile Bakanı, 6284 Sayılı Yasa’dan habersiz olduğu gibi, aynı zamanda kadın cinayetleri açısından bakanlığını “temize çekmeye” çalışan bir söylem geliştiriyor. Bir sözümüz var Aile Bakanı’na:
Devlet, kadın cinayetlerini gündeme almayan ve etkili mücadele yöntemleri kurmayan yasama ve yürütmesi ile, haksız tahrik indirimleri ile, erkeklere “teşvikler” sunan yargısı ile kadın cinayetlerinden sorumludur.

Hükümet kadın cinayetlerinden sorumludur!

Hükümetin büyük “reklam” çalışmaları ile yürürlüğe koyduğu 6284 sayılı yasa kağıt üzerinde kaldı. İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı olmakla övünedursunlar, kadınların öldürülmesi karşısında ne kadar siyasi irade yoksunu olduklarını gördük.

Mekanizmalarıhâlâ kurulmamış, cinsiyetsizleştirilmiş 6284 sayılı yasa, şiddete karşı koruma ve önleme talep eden kadınların talepleri karşısında, gereği gibi inceleme ve değerlendirme yapmayan mahkemeler tarafından kopyala-yapıştır kararlarla uygulanıyor. Erkek şiddetine karşı etkili yöntemler ile mücadele etmeyen sisteme , “şiddetle cinayetin ne ilgisi var?” diyen erkek egemen yargımercilerine, şunu söylüyoruz: Kadın cinayeti bir tokatla, aşağılamakla başlıyor!

Ailenin kadından önce geldiği, kadın yerine ailenin ikame edildiği bir anlayış, aile merkezlerinden, aile avukatlarına, aile hekimlerine kadar herkes tarafından bize dayatılmak isteniyor; kadınların içinde öldürüldüğü, şiddet gördüğü, emeğinin sömürüldüğü, dışına çıkmak istediğinde öldürüldüğü aile, devletin erkek egemenliğinin yansıması olarak bir devlet kurumu olarak işliyor.

Devlet sığınakları, hâlâ bir “mekanizma”ya evrilememiş ve Şiddeti Önleme veİzleme Merkezleri (ŞÖNİM), kadınların ya şiddet ortamına geri dönmesine neden olmuş ya da erkek şiddeti karşısında kadınları daha da savunmasız bırakmıştır.

Hayatlarının her alanında ayrımcılık ile karşı karşıya kalan trans kadınlar, seks işçileri her an öldürülme tehlikesi ile karşı karşıya. Şiddete uğradıklarında sessiz kalan polis devleti seks işçilerini gittikçe daha güvencesiz koşullarda çalışmaya iterek ve keyfi para cezalarına çarptırarak cinayetleri ve şiddeti meşrulaştırıyor.

Bugüne kadar kadın cinayetlerini istatistiksel bilgiye sığdırmaya çalışan devleti göreve çağırıyoruz.

Meclisin, kadın ve trans cinayetleri gündemi ile olağanüstü toplanmasını ve bu toplantıda, kadın örgütlerinin belirlediği cinayetleri önleyebilecek temelşartları doğrultusunda acil bir eylem planı oluşturmasını talep ediyoruz!

Biliyoruz ki biz kadınlar bir araya gelebilirsek cinayetleri önleyebiliriz. Bu yüzden meclis, kadın ve trans cinayetleri gündemiyle olağanüstü toplanana kadar sokakları boş bırakmıyoruz!
20 Temmuz’da kadın cinayetlerine karşıisyanımızı haykırmak için ev işi, çocuk bakımı dayatmalarına da kulak asmadan sokaklara çıkıyoruz! Herkesi de olduğu yerde sokaklara çıkmaya çağırıyoruz! Meclisin olağanüstü toplanması için ses çıkarıyoruz!

#KadınKatliamıVar

EYLEM PROGRAMI

16 TEMMUZ ÇARŞAMBA
DERSİM / Sanat Sokağı

17 TEMMUZ PERŞEMBE
MERSİN / Taş Bina Önü, 12:30

18 TEMMUZ CUMA
VAN / Sanat Sokağı,18:00

20 TEMMUZ PAZAR
İSTANBUL / Kadıköy Boğa Heykeli, 14:00
ANKARA / Güven Park, 14:00
ANTALYA / Kapalı Yol Halk Bankası, Karaalioğlu Parkı, 21:30
İZMİR / Alsancak Garı, 18:30
BURSA / Nilüfer Metro İstasyonu, Beşevler durağı, 22:00
MARMARİS / 21:00
FATSA / Sahilde oturma eylemi, 21:00
KOCAELİ / Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı İl Müdürlüğü önü, 17:00
KAYSERİ / Cumhuriyet Meydanı Almer Önü, 16:00
ÇANAKKALE / Kordon Boyu, 20:00
ESKİŞEHİR / Adalar Migros Önü, 17:00

21 TEMMUZ PAZARTESİ
ADANA / İnönü Parkı, 18:30

İMZALAR:
1 Adana Ev Hanımları Dayanışma ve Kalkındırma Derneği
2 Adıyaman Yaşam Derneği
3 AKDAM Kadın Dayanışma Merkezi ve Sığınma Evi Derneği
4 Amargi İzmir
5 Anarşist Kadınlar
6 ANKA LGBT
7 Ankara Feminist Kolektif
8 Antalya Kadın Danışma Merkezi ve Dayanışma Derneği
9 Ayvalık Bağımsız Kadın İnisiyatifi
10 Bağımsız Kadın Derneği – Mersin
11 Bağlar Kadın Kooperatifi-Diyarbakır
12 Barış İçin Kadın Girişimi
13 Batman Selis Kadın Danışmanlık Merkezi
14 Batman Hevî Umut Kadın Atölyesi
15 Berfin Kadın Merkezi -Siirt
16 Berjin Amara Kadın Merkezi-Viranşehir
17 Bodrum Kadın Dayanışma Derneği
18 Buca Evka-1 Kadın Kültür ve Dayanışma Evi
19 Bursa Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği
20 Ceren Kadın Derneği-Diyarbakır
21 Çiğli Evka-2 Kadın Kültür Evi (ÇEKEV)
22 Demokratik Özgür Kadın Hareketi (DÖKH)
23 Dersim Yaşam Kadın Merkezi
24 Dersim Yenigün Kadın Dayanışma Derneği
25 Didim Kibele Kadın Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
26 DİKASUM-Diyarbakır Büyükşehir
27 Ekin Ceren Kadın Merkezi-Diyarbakır Kayapınar
28 Ekmek ve Gül Programı ve Dergisi
29 Elder Kadın El Emeğini Değerlendirme Derneği
30 Egeli Kadın Yazarlar/EKYAZ Platformu
31 EPİDEM-Diyarbakır Yenişehir
32 Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği
33 Eşit Yaşam Derneği
34 Eşitlik İzleme Kadın Grubu – EŞİTİZ
35 Ev Kadınları Derneği – Adana (EVKAD)
36 Ev-eksenli Çalışan Kadınlar Çalışma Grubu
37 Filmmor Kadın Kooperatifi
38 Girişimci Kadınların Desteklenmesi Derneği (GİKAD)
39 Göçmen Dayanışma Mutfağı Kadın Grubu
40 Gökkuşağı Kadın Derneği
41 Gülşilaw Kadın Merkezi-Nusaybin
42 Halkevci Kadınlar
43 İlerici Kadınlar Derneği
44 İmece Ev İşçileri Sendikası
45 İmece Kadın Dayanışma Derneği
46 İstanbul Feminist Kolektif
47 İştar Kadın Merkezi-Mersin
48 İzmir Bağımsız Kadın İnisiyatifi
49 İzmir Kadın Dayanışma Derneği
50 İzmir Feminist Kolektif
51 Jinwar Kadın Merkezi-Çınar
52 KADEM Diyarbakır-Sur
53 Kadın Adayları Destekleme Derneği – KA.DER
54 Kadın Dayanışması
55 Kadın Dayanışma Vakfı
56 Kadın Emeği Kolektifi
57 Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi Platformu
58 Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği
59 Kadınlarla Dayanışma Vakfı
60 Kadınlara Hukuki Destek Merkezi (KAHDEM)
61 Kampüs Cadıları
62 Kapadokya Kadın Dayanışma Derneği
63 Kardelen Kadın Merkezi-Diyarbakır Bağlar
64 Karadeniz Kadın Dayanışma Derneği
65 Karya Kadın Derneği
66 Kayseri Kadın Dayanışma Derneği
67 Kazdağı Kadın Dayanışma Grubu
68 Keskesor LGBTİ Diyarbakır Oluşumu
69 Kırmızı Biber Derneği
70 Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği
71 Koza Kadın Derneği
72 Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu
73 Lambdaistanbul LGBTİ Dayanışma Derneği
74 Malatya Homofobi ve Transfobi Karşıtı Gençlik İnisiyatifi
75 Mavi Kalem Derneği
76 Maya Kadın Merkezi-Bostaniçi
77 Mersin Kadın Emeği Kolektifi Derneği
78 Mersin LGBTİ 7 Renk Derneği
79 Meya Kadın Merkezi-Silvan
80 Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı
81 MorEl Eskişehir LGBTİ
82 MSGSÜ Kadın Araştırmaları Kulübü
83 Muğla Kadın Dayanışma Grubu
84 Muş Kadın Derneği (MUKADDER)
85 Nujen Kadın Merkezi-Bismil
86 Nujiyan Kadın Merkezi-Lice
87 ODTÜ LGBTİ
88 Özgür Genç Kadın
89 Peljin Kadın Merkezi-Derik
90 Petrol-iş Kadın Dergisi
91 Pembe Caretta LGBTQ
92 Selis Kadın Derneği-Diyarbakır
93 Selis Kadın Merkezi-Ergani
94 Sınır Tanımayan Kadınlar
95 Sitiya zin Kadın Merkezi-Cizre
96 Smyrna İş ve Meslek Sahibi Kadınlar Derneği
97 Sosyalist Feminist Kolektif
98 Sosyalist Kadın Meclisleri
99 SPoD LGBTİ (Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği)
100 Şiddete Son Platformu (271 örgüt)
101 Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu
102 Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği
103 Uluslararası Kadın Hakları & Kalkınma Forumu (AWID)
104 Urfa Yaşam Evi Kadın Dayanışma Derneği
105 VAKASUM-Van
106 Van Kadın Derneği (VAKAD)
107 Van Mavi Göl Kadın Derneği
108 Van Yaşam, Kadın, Çevre, Kültür ve İşletme Koop.
109 Yeni Demokrat Kadın
110 Yoğurtçu Kadın Forumu
111 Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şube Kadın Komisyonu
112 DİSK Kadın Komisyonu
113 EMEK Parti’li Kadınlar
114 Genel-iş Sendikası’ndan Kadınlar
115 Hak ve Özgürlükler Partisi / Hak-Par Kadın Komisyonu
116 Halkların Demokratik Kongresi / HDK Kadın Meclisleri
117 İnsan Hakları Derneği / İHD Kadın Komisyonu
118 İnsan Hakları Derneği / İHD Ankara Şubesi Kadın Komisyonu
119 İstanbul Eğitim-sen 2 Nolu Şube Kadın Komisyonu
120 İstanbul Eğitimsen 3 No’lu Şube Kadın Komisyonu
121 İstanbul Eğitim-sen 5 Nolu Şube Kadın Komisyonu
122 İstanbul Eğitim-sen 6 Nolu Üniversiteler Şubesi Kadın Komisyonu
123 İstanbul Eğitim-sen LGBTİ Komisyonu
124 İşci Demokrasisi Partisi’nden Kadınlar
125 İzmir Kent Konseyi Kadın Meclisi
126 Kadın Partisi
127 Mahalle Yaşam Dayanışma Derneği’nden Kadınlar
128 Nilüfer Kent Konseyi Kadın Meclisi
129 ÖDP Kadın Koordinasyonu- İzmir
130 Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi Kadın Meclisi
131 TMMOB’li Kadınlar
132 Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği (TODAP) Kadın Komisyonu
133 Türk Tabibler Birliği / TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu
134 Türkiye Gazeteciler Sendikası Kadın Komisyonu
135 Türkiye Psikiyatri Derneği Kadın Ruh Sağlığı Çalışma Birimi
136 Yeşil Sol Kadınlar
137 78’liler Federasyonu’ndan Kadınlar

Göçmenliğin Kadın Hali

serpil-odabasi-gocmen-kadinEmel Coşkun

Türkiye’nin ayrımcı göç ve çalışma yasaları göçmen kadınları sadece kayıtdışı işlerde hak ihlalleri ile başbaşa bırakmakla kalmıyor cinsel taciz ve hatta tecavüze karşı da savunmasızlaştırıyor

Her gün onlarca kadın savaştan, erkek şiddetinden kaçarak sığınmak ya da çalışmak amacıyla Türkiye’ye geliyor. Biraz sohbet ederseniz ya alkolik bir kocanın şiddetinden ya aile baskısından ya da yoksulluktan kaçıp geldiğini anlayabilirsiniz. Ellerinde kısa süreli turist vizeleriyle havaalanına ya da Yenikapı’daki otobüs garına inen bu kadınlar belki de birkaç yıl ülkelerine dönmeyeceklerini biliyorlar. Çünkü Türkiye’ye gelmek için varını yoğunu ortaya koyup katlandıkları zahmete değmesi gerek. Kenyalı bir göçmen kadın çocuğunu annesine bırakarak Türkiye’de iş bulabilmek için bir acenteye 3 bin 500 dolar ödediğini söylüyor. Şimdi o acente ortada yok, onu havaalanında bir başına bırakmış. ‘En az üç yıl kalacağım’ diyor. Geri dönüşünün doğuracağı sebeplerin ağırlığı o kadar fazla ki, planlarını ancak şöyle ifade edebiliyor: `Ne pahasına olursa olsun burada çalışacağım, en az üç yıl kalacağım.` 

Devamını Oku…

Göçmen Kadınlar Yalnız Değildir

gocmenkadinlar22Onlarca kadın örgütünden kadınlar 12 Temmuz Cumartesi günü Beyazıt ve Kumkapı sokaklarında, işyerlerinde, evlerde göçmen kadınların yaşadığı taciz, tecavüz ve emek istismarına karşı eylem yaptı. Beyazıt tramvay durağında yapılan basın açıklamasında özellikle bölgedeki taciz ve tecavüze vurgu yapan kadınlar bir önce göçmen kadınları koruyucu mekanizmaların kurulmasını istedi:

“Her gün Aksaray, Laleli, Beyazıt ve Kumkapı sokaklarında, iş yerlerinde, evlerde göçmen kadınlar tacize, şiddete ve hatta tecavüze uğruyor. Göçmen kadınlar savaştan, erkek şiddetinden kaçarak sığınmak amacıyla ya da ailelerine para gönderebilmek için Türkiye’ye geliyor. Türkiye’nin kısıtlayıcı göç ve çalışma yasalarından dolayı çoğu izinsiz çalışmak zorunda kalıyor. ‘Kaçak’ olarak nitelendirilen ama aslında ‘kağıtsız’ olarak tanımladığımız bu durum çoğu işveren, esnaf ve ev sahibi tarafından suistimal ediliyor. Bütün göçmenleri etkileyen ayrımcı, ırkçı ve insan haklarına aykırı bu uygulamalar kadın göçmenler söz konusu olduğunda ayrıca taciz, tecavüz ve erkek şiddeti ile çok daha vahim bir hal alıyor.

Devamını Oku…

Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’ne Ayakkabılarımızla Girdik

bskw0ewcuaq9ehb

Özgürcan Sunata

“Hele bir sor niye girdik?”
Hatta şöyle sor “Bunca zamandır niye girmediniz?”

Ahh kız kardeşim!.. Öyle bir memleket ki gündemleri hiç bitmez. Hep tarihi, kritik eşiklerdeyiz.

Bu kritik zamanlarda nedense biz kadınlar günde 3-5 ölüp gideriz. Cinayet haberlerimiz sadece gazetelerin 3. sayfalarında “vah vah” eşliğinde başlayan sohbetlerin özneleri olur. Sonrası hiç… Oysa kadın cinayetleri bizatihi politikanın konusudur.

Şimdi biz girdik, sallandırdık ya pankartımızı, meğer ne ayıp etmişiz! Sayın müdüre kalırsa suç işlemişiz. Daha neler, geç bile kaldık! İsyanımızı anlamak yerine “Çalışan kadınları darp ettiler” lafını ortaya atan bir badem bıyık için cevap vermeye değer mi bilemedim. Zaten sorumluların samimiyetine inansaydık niye gidelim değil mi? Sonuçta, ummadığımız bir açıklama olmadı bu da. Bilakis doğru yolda olduğumuzun sağlaması gibiydi.

Hani bunlar kaldırdılar ya Bakanlıktan “kadın” kelimesini… Yerine de “aile” yazdırdılar ya o tabelaya… O şeklen değil, bir zihniyetin geliyorum demesiydi. Her şey gün gibi ortadaydı.

Tıpkı şiddet gibi, çözümsüzlük geleceğini bağırıyordu bize.
Gördük bunu, söyledik, iplemediler. Biz yine 3-5 öldürülmeye devam ediyorduk.

Fakat unuttukları bir şey var ki ülkede feministler var, kadın hareketi var. Biz, onların samimiyetsizliğine, yalanlarına pabuç bırakmayacağız.

Güzel kız kardeşim, takmışlar, varsa yoksa “aile” diyorlar. Bence olup bitenlerden haberleri yok. Bu hayli güçlü bir tez olarak aklımın bir köşesinde…

Ailenin çözüm olmadığını söylemekten dilimizde tüy bitti. Ailenin değil, kadının korunması gerek, dedik. Bağırdık, çağırdık, yazdık bunları. Aramızdan Bakanlıkla görüşüp bunu bizzat söyleyenler de oldu, belki hatırlarsın!

Ve bugün, Bakanlığın önünde feminist kadınlar isyan ediyor! “Can güvenliğimiz yok. Sadece son 2 günde 6 kadın öldürülüyor. Ey ülkenin parlamenter rejimi!.. Acilen bırakın işinizi gücünüzü, toplayın meclisi, bunu bir masaya yatırın” diyor.

Görüyor, duyuyorsun ya kız kardeşim, biz kadınlar her gün en yakınımızdaki erkekler tarafından katlediliyoruz.

3 çocuk doğurmak istemedik diye, belki kürtaj olmak istedik diye, ev işi yapmak istemedik diye, başkasını sevdik diye… Bilirsin işte, sebepli-sebepsiz, bir bahaneyle öldürülüyoruz.

Ah kız kardeşim, en temel hakkımız olan “yaşam hakkı” elimizden alınıyor. Üstelik Hükümetin çok sevdiği, her derde dava gördüğü “kutsal aile” içinde… Ve onlar, Aile Bakanlığı, kadınları güvence altına almak için pratik adımları atmakla görevli, yetkili. Bu görevi yerine getirmediklerine dair bir sürü kanıt var elimizde. Kadından taraf olmadıklarına dair pek çok vaka gördük, müdahale etmediklerini gördük.

Onlar bu işi yapmaya niyetli değilse biz ne yapalım?

Söyle bana, ne yapalım? Adamları mı vuralım? Biz de silahlanalım mı?
Biz makul insanlarız nihayetinde. Çalışın, dedik. Engelleyin, dedik. Yasaları uygulayın, emrinizdeki yürütme organlarını ve diğer Bakanlıkları baskılayın, dedik. Ama ne çare!.. Hala her gün 3-5 ölüyoruz.

Ve artık tek bir kadının ölmesine bile tahammülümüz kalmadı.
İşte bunun için kadınlar bugün Bakanlığa ayakkabılarıyla girdi.

 

Biseksüel ve Evli Bir Feminist: Kurukahveci Adeola Hanım

kurukahveci3Evliliğim üniversiteyi yarım bırakıp aile evine dönmüş ve annesiyle nasıl mücadele edeceğini bilemeyen birinin aklına ilk gelen kaçış planıydı diyebilirim. Beni ailemden kurtarsın diye seçtiğim adamsa, dindar ailemin aksine, dinle hiç alışverişi olmayan, aslında evlilikle de bir alışverişi olmayan ama en az benim kadar ailesinden kaçmaya çalışan biriydi. Ben namaz kılmak, oruç tutmak ve sürekli bir başörtüsü kavgası vermekten kurtulmak istiyordum; o ise içinden sigara parasını alıp kalan maaşını ailesine vermekten ve ailenin bitmek bilmeyen borçlarından kurtulmak istiyordu. İkimizin de evlenmekten ödü patlıyordu ama ailelerimizden de iyice bunalmıştık.

Devamını Oku…

Rojava’da Kadın Ailenin Eş Başkanı Olacak

2013_0802_rojovaRojava Demokratik Halk hareketi (TEV-DEM) siyasetteki ‘eş başkanlık’ sistemini aileye taşıyor. Artık aile reisi hem kadın hem de erkek olacak. TEV-DEM Sözcüsü Çınar Salih “Aile bir kriz yaşıyor” diyor ve bu yeni süreçte eşitlik dengesini kadının lehine çevirmeye çalıştıklarını söylüyor. Salih ile yaptığımız söyleşi:

Sizin için epey soru hazırladık ancak Kürt kadınları bizi şaşırtmaya devam ediyor. Bugün de yeni bir kavram duyduk sizden ; “aile eş başkanlığı”… Bunun ne olduğunu ve Rojava’da nasıl işlediğini bizimle paylaşır mısınız?

Demokrasi aslında katılımcılık ve çoğulculuktur. Bize göre şimdiye kadar yaşam tek yönlüydü. Bu yaşamın içinde egemen taraf olarak sadece erkekler vardı; ekonomi, siyaset vb. konularda erkek egemenliği vardı. Bize göre temel sorun şudur: Bu sistemde kadınlar köle olarak görülmüştür ve bunun sebebi erkek egemen sistemdir.

(Bu ara gülüşmeler oluyor. Çınar çeviriyi beğenmiyor, fikirlerini Türkçe olarak bizimle paylaşıyor.. Türkçe’yi nasıl öğrendiğini sorduğumuzda yine gülerek “valla biz komşuyuz, Türkiye’de yaşayan akrabalarım da var” diyor.)

İktidar, kadın ve erkek arasındaki ilişkilerden başladı öncelikle. Buradan bakarak erkek ve kadın sorunlarını tespit ediyoruz ve aileden başlıyoruz. Meseleye buradan bakarsak erkek ve kadın sorunlarını halledebiliriz. Ekonomi, siyaset her zaman erkek egemen olduğu için biz öncelikle bunun kaynağı olan aileden başlamak istedik. Bizim yanımızda mesala Hıristiyan olan topluluklar var. Onlar kamusal alanda bizden daha açıklar ama onlarda da aile içinde erkekler egemen ve kadın erkek eşitliği yok. O yüzden ailenin demokratikleştirilmesinden başlayarak toplumu değiştirmek istedik. Çünkü aile erkektir. Aile bir kriz yaşıyor bu süreçte. Erkek ve kadın eski şekilde idare edemiyorlar. Çocuklar ailelerini dinlemiyor, bu yapıya itiraz ediyorlar. Bu yeni süreçte aile değişmeye mecbur. Bu da kadının aleyhine değil lehine olacak. Biz bu eşitlik dengesini yakalamak için çalışıyoruz. Erkek ve kadın olarak bu dönüşümü birlikte yapmayı hedeflediğimiz için, başkanı olmayan, kadın ve erkeğin eşit olduğu bir aileden söz ediyoruz. Siyasetteki “eş başkanlık” sistemini biçimsel ve kurumsal olarak değil, ruhuyla ve mantığıyla aileye taşıyoruz. Siyasette olduğu gibi kadın aktif olarak sistemi değiştirme gücünü aileye kadar taşıyacak.

Peki “aile eş başkanlığı” sistemini anlattığınızda ne gibi soru ve sorunlarla karşılaşıyorsunuz.

Pek sorunlarla karşılaşmadık. Bu yeni bir şeydir. İnsanlar eski aile yapısından bıkmışlar, anlamaya çalışıyorlar. Tepki varsa da bu olumlu bir tepkidir.

Buna bağlı olarak o zaman soralım; Kuzey Kürdistan’da Kürt Özgürlük Hareketi’nden kadınlar, kadınların kurtuluş ideolojisi olarak “Jineoloji” yi gündeme getirdiler. Yurt dışında da bununla ilgili bir konferans yapıldı. Bu coğrafyada da tartışılıyor. Feminizmi dışlamayan ancak feminizmi de aşan bir ideoloji olduğu vurgusu var. Siz ne düşünüyorsunuz, Rojava’da da tartışılıyor mu bu kavram?

Jineoloji bir kadın bilimi olarak ortaya konulmuş. Zaten biz asıl olarak Jineolojiyi bir anlamda pratikleştiriyoruz. Rojava’da kadın hareketi buna uzak değil, tam tersine pratik bir zemini var. Konferans, toplantılar çok yapamadık ama pratikte bunu yaşama geçiriyoruz, deneyimliyoruz.

Kadınlar Rojava’da erkek işleri olarak görülen mesleklerde çalışıyor. Mesela kadın trafik polisliği gibi. Nasıl işliyor, onlara tepkiler var mı , yoksa kadındır diye kuralları reddetmeler oluyor mu?

Bizde kadın her alanda var. Kadın işi , erkek işi ayrımı kalmadı Rojava’da. Siyaset alanında diplomaside hiçbir yere sadece erkekler gitmiyor. Artık halk da, biz de erkeklerin bizsiz bir yerlere gitmesini kaldıramıyoruz. Bunu çok renksiz ve acayip görüyoruz. Yaşamın her alanında mücadele veriyoruz. Erkekler vermiyor, biz alıyoruz haklarımızı. Bu nedenle bize minnet etmemizi söyleyemezler. Mücadele ettikçe kendilerini ağırdan satacak bir durumları kalmıyor. Erkekler bir şey yaptığında abartıyorlar, oysa biz de onların yaptıkları şeyleri yapabiliyoruz. Hatta yaptıklarımızı daha insancıl yapıyoruz. Örneğin, savaşta Cenevre kurallarını daha çok uyguluyor kadınlar. Savaşı erkekler gibi daha radikal ve kötü yönlere çekmiyorlar. Hani erkeklerin içinde ne zaman ortaya çıkacağı belli olmayan bir canavar var, oysa kadınlar her zaman bunu durdurabiliyor. Yaşamın her alanında var kadınlar. Yaşlı kadınlar da siyasetin içinde. Bizim yaşlı kadınlarımızın da örgütü var, toplantılara giriyorlar. Örneğin bir aile içinde, biri YPG’de, diğeri örgüt asayişte, başka biri okulda, bir diğeri konfederasyonda. Yani her biri bir örgütte. Boşta olan, dışarıda kalan kimse yoktur. Tabii ki aktif örgütlenmeye katılmayanlar da var.

Kadın ekonomisi kuruyoruz. Kadın meclislerimiz de oluştu. Bunların altında komünler var. Kadınlar hem genel siyasette hem de kendilerine ait özgül kadın komünlerinde yer alıyorlar. Erkekler bizle dalga geçiyor ; “hem kendi hakkınızı alıyorsunuz hem de bizim hakkımızın yarısını alıyorsunuz”. Yani onlara bir çarık bırakıyoruz. (Gülüşmeler) . Bu yolda ilerliyoruz. Olumsuz tepki yok.

Kadınların ekonomik açıdan güçlenmesi için ekonomik birimlerden bahsettiniz. Nedir bunlar, nasıl işliyor?

Kadın ekonomi meclisimiz var. Kadına yönelik projeler geliştiriyor. Mesela tekstil alanında… Özgül iş yerleri var. Yeni bir oluşum ve deneme sürecindeyiz. Ekonomiyi komün ve kooperatif üzerine oturtuyoruz. Bizim şansımız var. Kapitalizm bizde çok gelişmemiş. Kapitalist ekonomi yok gibi. Şehirler hala büyümemiş ve ham. Yeni ekonomik sistemin bizde zemini var, bu sistemi daha kolay uygulayabiliriz. Bizim de çok deneyimimiz yok, aklımız yettiğince yapacağız. Erkekler bize yıllardır, ekonomi sizin işiniz değildir demişler, biz şimdi gidip diyoruz ki hayır ekonomi asıl bizim işimizdir, siz bizden çalmışsınız. Bunu geri almak çabasındayız.

Kadın mahkemeleri ne durumda, işliyor mu?

Kadın mahkemelerini kurmadık. Ama mahkemelerde ve adalet sistemi içinde kadın örgütleri var. Kadın evlerimiz var, onların içinde de komiteler… Herhangi bir sorunu çözmek için “ara buluculuk” yapıyor bu komiteler. (Çınar ıslah kavramını kullanıyor). Örneğin kadın ya da erkek; iki kişi arasında sorun çıktığında çözüm bulmada aracılık yapıyorlar.

Peki bu örgütlenme kadınlar açısından nasıl tezahür ediyor. Mesela boşanmalarda bir artış oldu mu?

Böyle bir şey söyleyemeyiz. Ama son 15 yıldır, Esad rejimi tarafından uygulanan baskı ve yaratılan kaos ortamı aileleri de etkiledi. Diğer yandan mevcut aile de yenilmeyeye dönük bir kriz yaşıyor. Bu sırada boşanmalar da olacaktır. Bir kaos süreci ve bu sürecin aile üzerinde olumsuz etkileri var. Biz bu yüzden aileyi bu kaos ortamından çıkarmak, demokratikleştirerek yaşanabilir bir ortam yaratmak istiyoruz.

Kadın görüyor, gelişiyor, gözü açılıyor. Artık o kuyunun içinde kalamıyor. Mevcut aile ve evlilikleri derin bir kuyu olarak görüp bırakıyor. Bu bir yanıdır. Diğer yanda ise ciddi bir sözleşme olmadığından sağlam bir temel üzerine oturmadığı için evlilikler bitiyor. Tabii ki bırakacaklar çünkü en baştan yanlış bir temelde kurulmuş. Bizim toplumda boşanmak ayıp bir durumdur. Boşanan kadın zaten ölüdür. Biz bu zihniyete karşı mücadele veriyoruz. Boşanmak tam bir özgürlük olmasa da bağımsızlıktır. Birlikteliği oluşturan sevgi ve saygı yoksa orada yaşam yoktur. Bu durumlarda birlikteliğin sürmesi için köprü olmuyoruz.

Aile içinde kadın şiddet gördüğünde bunu nasıl çözüyorsunuz?

Sara isimli bir kurumumuz var. Bağımsız bir dernek. Bizim topraklarda namus meselesi; Kürtlerin genelinde var ama bizde çok daha katıdır. Bir namus cinayeti yaşandığında kadınlar ayaklandı yürüyüşler yaptı. Etkisi de oldu. Bu bir zihniyeti değiştirme mücadelesi ve sürüyor. Yekitiya Star olarak bazı kanunlar çıkarttık. Çok eşliliği kaldırdık. Hukukçu kadınlar, kadınlar lehine birçok kanun çıkarttı.

IŞİD’le ilgili de biraz konuşalım. Hepimizin bildiği gibi IŞİD kadınlar açısından büyük bir tehlike arz ediyor. İşgal ettiği yerlerde ilk yayınladıkları fetva kadınların zorunlu olmadıkça dışarıya çıkmamaları ve örtünmeleri. Bu konuda siz nasıl bir tehdit ve tehlike görüyorsunuz ve nasıl tedbir alıyorsunuz?

Savaşıyoruz… Kadınların erkeklerden daha çok tepki vermesi gerekiyor. Çünkü erkekler bir şekilde kendilerine bir yer bulabilirler ama kadınlar asla. Çünkü IŞİD kadınlara karşı bir katliamdır. Onun için kadınlar IŞİD’e karşı daha fazla mücadele vermeli. Tabii erkek sistemler kadınlara karşı katliamcıdır. Bunlar (IŞİD) cihad nikahı yapıyor. Bunlara karşı çıkmak gerekiyor. Nasıl eskiden kadınlar kendilerini savunmak için suya atlamış, burada da topyekun savunmaya geçeceksin. IŞİD, doğru bir örgütlenme ve siyasi bir çizgi olmazsa hepimizi ezip geçer. Bizim kendimizi savunacağımız askeri güçlerimiz var. Kadınları örgütlenmenin dışında bırakmak, kendimizi savunmasız bırakmaktır ve tehlikelidir.

YPG’ye katılan evli ve çocuklu kadınlar var mı?

Var. Kendi çocuğunu ailesinin yanına bırakarak YPG’ye katılan kadınlar var. Evli olmayan kadınlar kadar fazla değiller ama varlar.

Kürtler dışındaki diğer halklardan kadınlarla ilişkileriniz nasıl erkeklere kıyasla?

Süryanilerin az da olsa kendi örgütlenmeleri var. Araplarda ise siyasal ve toplumsal örgütlenme yok , böyle bir bakış açısı da zayıf. O yüzden çok zorlanıyoruz. Ancak bireysel olarak içlerine girerek örgütlenebiliyoruz. Ama YPG’ye Arap kadınlar katılıyor. Mesela erkekler kızıyor, ama kadınlar geri dönmeyeceğiz savaşacağız diyor. Epey de bir katılım var. Ama farklı bir örgütlenmeleri yok. Bizim bu durumumuzdan etkileniyorlar ve etkileneceklerdir de.

Hepimiz biliyoruz ki erkek egemen sistemde ev işleri, yaşlı ve çocuk bakımı kadınlar tarafından yapılıyor. Farklılıklar olsa da dünyanın her yerinde aynı. Siyasette ve ailede eş başkanlık vb. durumları konuşurken, ev içi emek ve iş bölümünü de konuşuyor musunuz?

Akademiler açtık ve gayet iyi çalışıyorlar. Kadınları bilinçlendirmek amacıyla kuruldu. Sadece kadınlara özgü, erkekler yok burada. Kadınlara dayatılan yaşam felsefesi ve yaşam biçimini anlamak, çözümlemek gerekir. Çünkü dayatılanları kadınlar doğal görüyor. Bunu kırmak ve bunların sonradan dayatıldığını anlamak için akademilerde kadınlar eğitim alıyor. İş bölümü bizde de sorundur. Bazı ailelerde daha orantılı yapılmaktadır, kırılan yerler vardır ama bir bakıyorsunuz kadın hem işe gidiyor ve koştura koştura eve geliyor ve yemek yapıyor. Bunu kıramamışız henüz. Bunun da mücadelesini veriyoruz. Ama biz kadın erkek rolüne girsin istemiyoruz. Egemenliğin ve iktidarın cinsiyeti yoktur. Biz yaşamı daha güzel hale getirmeyi amaçlıyoruz.

Akademileri biraz daha açar mısınız?

Bu akademiler 30-35 kişilik, dönemsel katılıma açık. Daha çok meclis ve örgütteki kadınlara eğitim veriliyor. Toplumsal cinsiyet, kadın tarihi, dünya kadın hareketi, feminizm, hakikat felsefesi gibi derslerimiz var. Eğitim komisyonları sorumlu olduğu dersleri veriyor. Akademiye katılanlar akademide kalıyor. Çocuğu olanlar en fazla bir ay kalıyor. Bir çeşit kamp gibi burası.

Vakit kalmadı. Uyarılıyoruz arkadaşlar tarafından. Son olarak, feminizme dönersek. Jineolojiyi konuştuk biraz. Rojavalı kadınlar feminizmle ilgili ne düşünüyor, kendilerine feminist diyen var mı? Bu ideolojiyi ne kadar tartışıyorsunuz?

Valla Rojavalı kadınlar feminizmle tanışmamış, hatta ismini bile duymamış. Bu devletin yarattığı durum. Bizim dış dünya ile ilişkimiz gelişmedi. Ama son yıllarda yani özgürleştiğimiz bu dönemde, Rojavalı kadınlar da feminizmi duymaya başladı. Kadın sorunu kadına özgü değil, topluma bağlı bir durumdur. Kadını yok ederek toplumu, özgürlüğü ve yaşamı yok ettiler. Kadın yaşamdır. Biz daha geniş bir açıdan bakıyoruz. Bir uçta kadın diğer uçta erkek gibi ayrıştırarak değil de sorunu toplumsal olarak çözmeye çalışıyoruz.

Rojava’da farklı cinsel yönelimler ve kimliklerle ilgili açığa çıkan bir hareket var mı?

Yoktur.

Türkiye kadın hareketine, feministlere söyleyeceğiniz son bir şey var mı?

Biz kendimizi sizlere çok yakın hissediyoruz. Eminiz siz de öyle hissediyorsunuz. Rojava’da ne kadar gelişirsek,  Kuzey de bundan o kadar etkilenir. İnanıyoruz ki kadın hareketi daha aktif bir hale gelecek. Bizim hedefimiz en ücra yerdeki kadına da ulaşmak. Bu Türkiye’de biraz eksik kalmış gibi geliyor bana. Sizi topluma daha az inmiş görüyoruz.

20.06.2014

* TEV-DEM (Rojava Demokratik Halk hareketi) : 6 siyasi partinin oluşturduğu bir çatı örgütlenme. Ayrıca onlarca da sivil toplum örgütü var bu çatının altında. Her bir oluşumun bir temsilcisiyle bir genel koordinasyon oluşturulmuş. Yekitiyi Star da bu çatının içinde. Altta komünlerden başlayarak halk meclislerine doğru örgütlenme var. Bu çatıda başkan ve eş başkanlık yok.

Gökkuşağı Bayrağının Öyküsü

gokkusagi4Gökkuşağı renklerini taşıyan bayrağın LGBT hareketinin sembolü olarak ilk defa bundan 36 yıl önce,21 Haziran haftası, San Francisco Eşcinsel Özgürlük yürüyüşü sırasında kullanıldığını biliyor muydunuz? Bayrağı Judy Garland’ın “Gökkuşağının Üzerinde” adlı şarkısından ve Stonewall ayaklanmasından esinlenerek tasarlayan Gilbert Baker,

Devamını Oku…

Suçlu Erkek Korunur, Mağdur Kadın Ezilir: Burası Türkiye

feminaA., dayanışma istediği için Feminist Kolektif ile tanışan çok genç bir kadın. Yakın zamanda sonuçlanan tecavüz davasından bir kez daha “mağdur” edilerek çıktı. Hukuk yolları tıkanmış durumda ve AİHM’e gitmenin de sonuç vermeyeceği söylenmiş kendisine. Kamuoyu oluşturup Yargıtay’dan yeni bir duruşma talep edilmesi olasıymış ama küçücük yaşında 3,5 yıldır bu mücadeleyi veren A. artık devam edemeyecek kadar yorgun.

Aşağıda okuyacağınız yazı, A tarafından kaleme alındı. “Yeni TCK” masallarıyla kadınları aldatacağını düşünen AKP iktidarının, bu erkek yargı düzenini sürdüren hukukçuların ve  el birliğiyle mağdur kadını bir kez daha mağdur eden erkek  toplumun dikkatine sunulur… Devamını Oku…

Lice’de İki Canın Katledilmesi ve Dağdaki Çocukları Gözleyen Anneler

10450439_635787899840722_2697159934054147893_n

Tuğba-Ruşen-Filiz

Barış için Kadın Girişimi’nden kadınlar olarak dağdaki çocuklarının geri gelmesi için Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde 20 Mayıs’tan beri oturma eylemi yapan annelerle görüşmek üzere 8 Haziran’da Diyarbakır’a gitmeye karar verdik. Fakat biz yola çıkmadan önce, 7 Haziran günü Lice’de kalekol yapımını protesto eden halkın üzerine askerin açtığı ateş sonucu Ramazan Baran (26) ve Hacı Baki Akdemir (46)’in hayatını kaybettiği ve biri ağır olmak üzere pek çok yaralının olduğu haberi geldi. Biz de 8 Haziran Pazar gününü Lice’de olanları yakından gözlemlemek ve halkla dayanışmak üzere Lice’de geçirmeye ve Pazartesi gününü eylem yapan aileler ve yetkililerle görüşmek üzere Diyarbakır’da geçirmeye karar verdik.

Lice’ye doğru yola çıkmadan önce Diyarbakır’da defnedilen Ramazan Baran’ın cenaze yürüyüşüne katıldık. Yürüyüş halkın yoğun katılımıyla yapıldı. Ramazan Baran, “kî zava, kî zava” sesleriyle toprağa verildi. Bu slogan bir taraftan Ramazan’ın damat olacak yaştayken öldürülmüş olmasının acısını ortaya koyarken diğer yandan da halkın yılmadığının ve direnişin devam ettiğinin/edeceğinin de sembolü olarak okunabilir. Ramazan Baran’ın Diyarbakır’da kendine bir cay ocagi acmak uzere olduğunu, hafta sonlari Lice’ye direnişe destek vermek için gittiğini öğrendik yakınlarından. Lice’nin Biryas Köyü’nde yalnız yaşayan Baki Akdemir’in cenazesi ise köyünde defnedildi.

Cenazeden sonra DÖKH’ün ayarladığı minibüsle DÖKH’ten Elif’in mihmandarlığında Lice’ye gitmek üzere yola çıktık. Diyarbakır-Lice yolu özel tim tarafından kapatılmış olduğundan Lice’ye Hazro yolundan gittik ve fakat burada da yol kapalıydı ve askerlerin eskortluğu olmadan yola devam edemeyeceğimiz söylendi. Aksi takdirde güvenliğimizden emin olunamayacağı söylendi. Güvensizliği yaratanın askerlerin oradaki varlığının olduğu gerçeğini ise bizi korumak isteyen “askerlerimiz” nedense bilmiyorlardı! Nihayetinde güvenliği başka bir şekilde sağladıklarını söyleyip eskortsuz gitmemize izin verdiler.

Ramazan Baran ve Hacı Baki Akdemir’in çapraz ateşle öldürüldüğü, pek çok insanın yaralandığı yere; Biryas (Yukarı Çalıkbükü) Köyü yakınına gittik. Halkın büyük kısmı burada toplanmıştı; Hacı Baki Akdemir’in taziyesi için gelenler burada kabul ediliyordu ve halk gece çadır kurup orada kalmayı planlıyordu. Biryas Köyü’nde Lice Belediye Başkanı Rezan Zoğuroğlu, Milletvekili Nursel Aydoğan, direnişe destek olmak için gelen Diyarbakır Barış Anneleri, BDP yöneticileri, Hacı Baki Akdemir’in kızkardeşi ve Lice halkıyla görüştük ve Jinha haber ajansına gözlemlerimizi anlattık. Oradakilerden Lice ilçe merkezinde hayatın durduğunu, yaşlılar ve engelliler dışında herkesin protestoların olduğu bölgelerde olduklarını öğrendik.

Biryas’tan sonra kalekol inşaatının bulunduğu ve 15 gündür halkın çadırlarda nöbet tuttuğu Korxa (Abalı) Köyü yakınındaki mevkiye geldik. Burada bizi “hoş geldiniz, başımızın üstüne geldiniz, ama geç geldiniz” diyerek karşıladılar. Biryas ve Korxa’daki halkın bize söylediği karakol/kalekol ve baraj yapımları durduruluncaya kadar eylemlerine devam edecekleriydi. Direnişleri ziyaret ettiğimiz yerden, yürüyerek 15 dakika mesafedeki, askerlerin konuşlandığı tepeye çıktık. Bir gün öncesinde, askerlerin Barış annelerine ve halka, yönelik gaz bombası ve kurşun attığı tepede hala boş kovanlar ve gaz kapsülleri duruyordu. Halk boş kovanların bir kısmını toplayarak bir kayanın çevresine toplamış olmasına rağmen hala çalıların arasında onlarca kovan vardı. Bu tepenin direnen halkın gece kalmayı planladığı yere çok yakın olması kaygı uyandırıcıydı. Çünkü askerler 4-5 tane akrep ve 3 tane zırhlı araç ile bekliyorlardı konuşlandıkları yerde ve gözlem yapmak için tepeye çıktığımızda, kadın ekibini görür görmez araçlarına binip motorları çalıştırarak, hala bir tehdit olduklarını hatırlattılar.

Baraj ve Kalekol inşaatlarını gördükten ve dinlenmemiz için ikram ettikleri çayı içtikten sonra dönüş yoluna çıktık. Kadınlar ve gençler karakol yapımına izin vermeme konusunda çok kararlı konuşuyorlardı ve yıllardır Lice’nin maruz kaldığı devlet şiddetinden örnekler vererek, yeni bir karakola tahammülleri olmadığını anlattılar. Zaten yeteri kadar karakolun olduğunu ve buralarda konuşlanan askerlerin yaşam alanlarını kısıtladığını anlattılar. Kadınlar köyün çevresinde asker tarafından gözetlenmeden tarlalarına gidebilmek ve barış döneminde olduklarını hissetmek istediklerini özellikle belirtiyorlardı.

Dönüşte, Lice’ye giderken kullanamadığımız -çünkü asker Lice’ye desteğin gitmesini istemiyordu- yoldan döndük, yolda 2 kez, yaklaşık 5 metre arayla özel tim tarafından durdurulduk. Kimlik kontrollerine izin vermeden, ama taciz etmek için olduğu aşikar olan bekletmelerine maruz kalarak Diyarbakır’a gelebildik.

20140608_1523129 Haziran Pazartesi günü öğlen saatlerinde çadırlarını belediye önünden Dağkapı Meydanı’na taşımış olan, dağdaki çocuklarının geri dönmesini talep eden, çoğunluğu annelerden oluşan aileleri ziyaret ettik. Yirmiye yakın ailenin büyük bir kısmı Diyarbakır dışından gelmişti (Mersin, Erzurum, Kars, Ardahan, Antep vs.) ve talepleri savaşın durması ve dağdaki tüm gerillaların geri gelmeleriydi. Çocuklarının dağdan dönmeleri durumunda ceza almamalarını da talep ediyorlardı. Bu konuda bazı aileler telaşlı iken, bazı aileler hükümetin onlara söz verdiğini, çocuklarının ceza almayacaklarını söylüyorlardı. Dağa giden gençlerin çoğu üniversiteden örgütlenip gitmişti, yaşları 16’dan küçük olan çok azdı ve aileler çocukları için “kaçırıldı” değil “beyinleri yıkandı” diyordu. Onların yanında ilk hissettiğimiz şey ailelerin polis ve AKP tarafından abluka altına alınmış oldukları ve manipüle edildikleriydi. Polis; sivili, üniformalısı, polis arabası, toması, akrebiyle bu aileleri korumak bahanesiyle kuşatmıştı ve yanlarına gelen herkesi kayıt altına alıyor; muhalif basını engelliyor; politik grupların ailelerle iletişimini kısıtlıyordu. BDP karşıtlığıyla bilinen, devlet ve AKP yanlısı 72 sivil toplum örgütü ailelerin maddi gereksinimlerini üstlenmişti. Ailelerin çevresinde HÜDA PAR üyelerinin de dolaştığı söylendi bize. Bizimle konuşurken maddi desteği nerden aldıkları gibi soruları geçiştirdiklerini ve birbirlerini fazla konuşmamaları için uyardıklarını gözlemledik. Aileleri manipüle etmek hevesinde olan sadece iktidar değildi tabii ki; yolları Kürdistan’a nadiren düşen ve buradaki devlet şiddetini hiçbir zaman haber yapmayan Ulusal Kanal da röportaj yapmaya gelmişti ve muhabir, kadınlara sufle vererek ne söyleyeceklerini belirliyordu. Ailelerin tek düşündüğü ise seslerini mümkün olduğunca geniş bir kitleye ulaştırabilmek ve çocukları için başlattıkları bu girişimin sonuç almasıydı. Tek bir tarafı hedef almadıklarını, hem devlete hem de PKK’ye seslendiklerini söylüyorlardı.

Ailelerden sonra, pek çok ailenin çocuklarının geri gelmesi ya da en azından iletişim kurabilmeleri yönündeki talepleriyle ilgilenen Mazlum-Der’e gittik. Burada bizi Mazlum-Der yöneticileri ve diğer gönüllüler karşıladı. Mazlum-Der’deki yetkililer Cenevre Çağrısı adlı sivil toplum kuruluşunun çağrısıyla PKK’nin de imzaladığı ‘Çocukların Silahlı Çatışmaların Etkilerinden Korunmasına Dair Taahhütname’ye göre PKK’nin 18 yaş altı çocukların çatışmalarda bulunmasını engellemek konusunda yükümlülüğünün olduğunu ve buna göre, eğer 18 yaş altında dağ kadrosunda bulunan çocuklar varsa bunların ailelerine iade edilmeleri gerektiğini anlattılar. Diğer yandan, PKK’nin anlaşma gereği, 16-18 yaş arası katılımlara şerh koyduğunu ve bu yaş aralığındaki gençleri müzakereye tabii gördüklerini de eklediler. Mazlum-der’e başvurmuş olan Böçküm ailesinin 15 yaşındaki çocukları Sinan Böçküm’ün Cenevre Çağrı’sı aracılığıyla PKK ile yapılan görüşmeler sonucu dağdan gönderildiğini; fakat Sinan’ın geri dönme konusunda isteksiz olduğunu gözlemlediklerini, gönderildiğinden bu yana evden çıkmadığını anlattılar. Ailelerin eyleminin nasıl bir sonuç doğuracağı konusunda ise barış sürecinin seyrinin belirleyici olacağını ama AKP adım atmadığı sürece dağa gidenlerin geri gönderilmeyeceklerini düşündüklerini söylediler. Ailelerin provoke edildiğini yukarıda da söylediğimiz gibi Mazlum-Der temsilcileri de söyledi.

Son olarak görüştüğümüz Fırat Anlı’dan ailelerin eylemlerinin başlaması ve geldiği nokta konusunda bilgi aldık. Anlı da bir taraftan bu sürecin daha iyi yönetilebileceğini ama hatalar yapıldığını söylerken bir taraftan da ailelerin AKP tarafından siyasi malzeme haline getirilmesinin aileler ve “barış süreci” açısından olumsuzluklarına değindi. Bu eylemlerin doğru bir yere kanalize edilebildiği sürece yeni bir tartışmayı sağlayabileceğini söyledi. Örneğin, PKK’den çocuklarla ilgili bir düzenleme talep edilebilir; yaşı küçük olanların durumlarıyla ilgili daha şeffaf bilgi sahibi olmak ve aileleriyle iletişim kurmalarını sağlamak gibi. Anlı bu aileler için belediye olarak yapabileceklerinin sınırlı olduğunu ve yetkileri dahillinde gerekli görüşmeleri yaptıklarını belirtti ve bundan sonra Barış Anneleri gibi onlarla aynı acıyı paylaşan ve BİKG gibi barış için çaba harcayan oluşumların sorumluluk alması gerektiğini söyledi. Diyarbakır halkının eyleme katılan ailelere karşı tepkili olduklarını, ailelerin bu eylemini; zaten devlet tarafından ezilirken bir de halk tarafından protesto ediliyor olmak olarak algıladıklarını, tepkinin adresinin yanlış olduğunu düşündüklerini anlattı. Ayrıca Kürdistan’da halkın karakol, kalekol ve baraj yapımına karşı yaptıkları protesto eylemlerine askerin silahla karşılık vermesiyle yaşanan ölümlerin ve yaralamaların, halkın barış sürecine ve devlete karşı güvensizliğini artırdığını ve Türkiye halkları arasındaki mesafenin kapanması gerekirken giderek açılmasından korktuğunu belirtti.

Diyarbakır’da iki gün süren görüşmeler ve gözlemlerimiz, Lice’deki karakol, kalekol ve baraj yapımlarına itiraz eden halkın da, çocuklarının dağdan dönmesini dileyen ailelerin de farklı ifade tarzları ile barış özlemlerini dile getirmek olarak düşünülebileceğini gösteriyor bize.

Barış İçin Kadın Girişimi İzlenimlerini Aktardı

bikg0Barış İçin Kadın Girişimi, Lice’de kalekollara karşı direnen kadınlar ve PKK’ye katılan çocuklarının geri gelmesi için Diyarbakır’da eylem yapan kadınlarla yaptığı görüşmenin sonuçlarını 17 Haziran’da yaptığı basın açıklaması ile duyurdu. Açıklamalarının tam metni şöyledir:

Karakol Gölgesinde Barış Umudu

Barış İçin Kadın Girişimi olarak geçtiğimiz haftasonu kalekol protestolarının devam ettiği Lice’yi ve Diyarbakır’da dağdaki çocukları için eylem yapan anneleri ziyaret ettik.

Ramazan Baran ve Baki Akdemir’in öldürüldüğü Birkas (Yukarı Çalıbükü) köyünün kadınları ve gençleriyle konuştuk. Licelilerin ve aslında Diyarbakır’dan Muş’a, Bingöl’e kadar uzanan bölgenin neden kalekol istemediğini, kalekolların orada ne anlama geldiğini bir kez daha dinledik. Diyarbakır’da çocuklarını isteyen, günlerdir bekleyen annelerin feryadının aslında nasıl da bir barış feryadı olduğunu kulaklarımızla duyduk.

Lice’ye BİKG olarak geçen sene de gitmiş ve yapımına başlanan kalekolların özellikle kadınları nasıl tedirgin ettiğini ve yaşamlarını nasıl etkilediğini yakından gözlemlemiştik. Çözüm sürecine dair Ocak 2014’te paylaştığımız temas ve gözlem raporumuzda bunları ayrıntılı olarak paylaşmıştık. Ne yazık ki kaygılarımızın hiç de yersiz olmadığını tam 1 yıl sonra yaşananlar ve Lice’de gördüklerimiz doğruladı. Çatışmasızlık süreci artık asker ölümlerinin yaşanmıyor olması nedeniyle Batı’da bir rahatlama yaratmışken Kürdistan’da kalekol yapımlarının devam ediyor olmasının sürece dair büyük bir kaygı ve güvensizlik yarattığını gördük, dinledik. Ayrıca bölge halkının kaygılarını doğrularcasına ve ’90’ları hatırlatırcasına yollarda askeri arama noktaları ve buralarda devasa bir asker, özel tim yığınağı gördük. Bölgede havanın her an savaş koşullarına ve acımasız bir ortama dönüşebileceği kaygısını biz de hissettik.

BİKG’den bir grup kadın, ölümlerin olduğu gecenin sabahında Lice’de aldık soluğu. Önce Diyarbakır’da Ramazan Baran’ın cenaze törenine katıldık. İçine ağlayan öfkeli ama çok kontrollü binlerce kişi defnetti Ramazan’ı. Cenazeye katılan insanlar hem sessiz ve vakur, hem de öfkeliydi. Gençler arada tepkilerini gösteriyordu, fakat genel olarak sürecin bozulmaması için büyük bir çaba sarf edildiğini ve biriken öfkenin içe akıtıldığını gözlemledik.

Ardından Lice’de Ramazan ve Baki’nin çapraz ateşle sırtından vurularak öldürüldüğü Birkas (Yukarı Çalıbükü) köyüne doğru yola çıktık. Hani üzerinden gittğimiz yol Lice’ye 20 km kala asker tarafından kesilmişti. Kendimizİ tanıttık ve Lice’ye gitmek istediğimizi söyleyince, bizi engellemek istemediklerini ancak güvenlik sorunu nedeniyle eskortsuz gönderemeyeceklerini belirttiler. Biz asla eskort istemediğimizi, bizim açımızdan bir güvenlik sorunu olmadığını, Licelilerin bizi beklediğini ve halkın yanının bizim için güvenli olduğunu vurguladık. Kısa bir müzakereden sonra yolu açtılar ve devam ettik.

Kalekol Demek Gözetleyen Erkekler Demek

bikg2Birkas (Yukarı Çalıbükü) köyünde çok öfkeli, ama öfkesini de yasını da kontrol etmeye çalışan kadınlar gençler karşıladı bizi. Bir yandan da taziye çadırı kurmaya çalışıyorlardı. Çok kararlılardı. Kalekol inşaatları durana kadar asla vazgeçmeyeceklerini söylediler.

Daha önce kalekol yapımına son verileceğine söz verildiğini ancak bu sözün tutulmadığını anlattı kadınlar. Direniş boyunca defalarca gerçek mermi kullanıldığını, köylerin basıldığını, ev içlerine gaz bombaları atıldığını anlattılar. Kendi topraklarında böyle bir zulüm ve yaşamlarının kısıtlanmasına artık asla izin vermeyeceklerini söylediler. Devlete hiç güvenmiyorlar. Ancak barış istekleri de bir bu kadar güçlü. Bunu her defasında bıkmadan usanmadan dile getirdiler.

Gözlemlerimiz ve dinlediklerimiz de bir kez daha gösterdi ki kalekolları istememek için yeterince nedenleri var. Çünkü bölgedeki asker sayısı artıyor. Kalekollar her yeri her an gözetim altında tutan bir dolu erkek demek. Özellikle kadınlar bu yüzden de istemiyor ve bu inşaatlara izin vermemek konusunda da oldukça kararlılar. Lice halkı devletin bir savaş hazırlığı olduğu kanısında. Kadınlar hiç tereddütsüz gençlerle askerler arasına siper ediyorlar kendilerini. Diyarbakır’dan Muş’a, Bingöl’e kadar bir işgal havası var bölgede ve insanlar çok kaygılı ve öfkeli. İtilip kakılmaya, yaşam alanlarının daraltılmasına, saldırılmaya, aşağılanmaya tahammülleri kalmamış durumda.

“Karakol yapımına neden bu kadar karşılar?” sorusunu soranların o coğrafyayı görmeden bunun cevabını anlamasının oldukça zor olduğunu belirtmek istiyoruz.

Öncelikle bu yapılar sıradan karakol değiller. Kale gibi, şato gibi; hatta bir kısmının yerin metrelerce altına uzanan eklentileri var. Licelilerin yaşam alanlarını çevreleyen tepelerin neredeyse hepsinin üzerine konuşlandırılmışlar. Yani Lice’nin dört bir tarafı kale gibi karakollarla çevrilmiş durumda. Üstelik karakolun Lice ve tüm bölge için anlamı, hafızası da batıdakinden çok farklı. Orada kalekol; asker baskısı, ölüm, işkence demek. 1990’lı yıllar boyunca bölgede özel timlerin, askerlerin, JİTEM ve korucuların Kürt halkına uyguladığı göç ettirme, öldürme, kaybetme, tecavüz demek. Liceli genç bir kadın da şöyle ifade etti bunu: “Üzerimizde denenmemiş hiç bir zulüm kalmadı. Ben toprağımda özgür yaşamak istiyorum. Abluka altında değil.”

Diyarbakırlı Anneler Barışa Katkı Sunmak İstiyor

bikg3Ziyaretimizin ikinci günü Diyarbakır’da çocuklarını isteyen, günlerdir bekleyen annelerle görüştük. Ana akım medyada gördüğümüz, okuduğumuzdan farklı bir tabloyla karşılaştık. Eylemlerinin barışa katkı sunacağını düşünüyorlar. Çocuklarımız kaçırılmadı, ama propaganda yapıldı diyorlar. Çoğunluğun çocuğu zaten 18 yaş üstünde. Bir kısmı ise 16 yaşın altında. Dönmelerini, herkesin dönmesini, ceza almamasını istiyorlar ve siyasilerin elini taşın altına koymasını istiyorlar. Ceza alacaklarsa dağda kalsın diyenler de vardı. Hükümetin onlara söz verdiğini ve cezaevine girmeyeceklerini söylediler. “Bu nasıl çözüm süreci? Bir yanda kalekol inşaatı, bir yanda bu çocuklar dağa gidiyor.” dediler. “Savaşa mı hazırlanılıyor?” diye sordular. Lice’deki katliamdan sonra eyleme bir gün ara vermişler. Onlar da çok kararlılardı. Biz ordayken iki günlük açlık grevine başlamışlardı. “Çocuklarımız gelinceye kadar açlık grevi yaparız” diyenler de vardı.

Bu arada öğrendik ki bu annelerle kucaklaşmak ve acılarının ortak olduğunu söylemek isteyen Barış Anneleri’ni polis zor kullanarak uzaklaştırmış, hırpalamış. Ortak bir çığlığı ve feryadı olan kadınların bir araya gelmesini istememiş. Devlet ve erkek sistem bir çeşit anneliği öne çikararak adeta “makbul annelik” yaratak kadinları bölmeye calışıyor. Farklı kadınlık ve annelik hallerinin böyle karşı karşıya getirilmesinin tehlikeli ve de maksatlı olduğunu düşünüyoruz.

Diyarbakır ve Lice’de konuştuğumuz kadınların barışa giden yolda somut beklentileri ve talepleri var. Çocuklarının dönmesi için eylem yapan kadınlardan birinin “Bu nasıl barış, kale dikerek mi barışacağız?” sorusunu biz de soruyoruz!

Kadınlar Çözüm Sürecini Konuşuyor, Barışta Israr Ediyorlar

Barış talebi ve ısrarını bölgede çok net hissettik ve duyduk. Batı’da da benzer bir ısrar ve anlayış olduğunda, çözüm için gerekli adımların daha çabuk atılacağına inanıyoruz ve bunun için BİKG olarak çözüm sürecinin pek çok tartışmayı da beraberinde getirdiği bugünlerde “Kadınlar Çözüm Sürecini Konuşuyor, Barışta Israr Ediyor” başlıklı bir konferans hazırlığı yapıyoruz.

bikgBizler 5 yıldır BİKG’de savaşı ve barışı konuşan kadınlar olarak biliyoruz ki barış, toplumun tüm ezilenlerini ilgilendiren, onları siyasi süreçlerin öznesi kılan bir toplumsal yeniden yapılanmadır. Biliyoruz ki barış Lice’den Gezi’ye, Roboski’den Soma’ya uzanmalıdır. Siyasi iktidarın Lice, Gezi, Roboski ve Soma’da yaşanan tüm gerçeklerin üzerini örtmeye çabalamaktadır. Bizler hakikatleri ancak birlikte ve el birliğiyle inşa edebiliriz. Geçtiğimiz yılın bize öğrettiklerinin başında şu geliyordu: Gerçek ve kalıcı bir barış, ancak barışın herkesin meselesi haline gelmesi, toplumun her kesiminin gündemine girmesi, herkesin arzusu olması, yani barışın toplumsallaşması ile tesis edilebilir. Şimdi, barışın toplumsallaşması için neler yapabileceğimizi hep birlikte konuşup tartışmaya ihtiyacımız var.

“BİKG’in öğrendikleri”, “Savaş nasıl yaşandı? Barış nasıl kurulur?”, “Barışın toplumsallaşması” konulu atölye çalışmaları ile “Atölye önerilerinin tartışılması ve sonuç” adlı 4 oturumdan oluşacak konferansımızı 28 Haziran Cumartesi günü saat 9:30’da TMMOB Mimarlar Odası’nda gerçekleştirileceğiz.

Son olarak;

Ziyaretimiz sırasında bir kez daha gördük ki kadınlar direnişin hem öncüsü hem de inatçısı. Çünkü kalekollar ve askerin varlığı çok doğrudan hayatlarına müdahale demek. Bu kadar erkek egemen bir yerde, kadınlar mücadele etmezlerse evden dışarı çıkamazlar demek.

Barış isteği Kürdistan’da çok güçlü ama Batı’da aynı güç, ivedilik ve hayatilikle karşılığını bulmuyor. Batı’da ölümlerin olmaması yeterken, Kürtler çok kaygılı. Ne olacağını bilmek mümkün değil ama bildiğimiz ve inandığımız bir şey var ki o da barıştan başka çare yok. Bunun için de devletin, hükümetin, siyasi partilerin bunu bir an evvel idrak etmesi, çözüm sürecine uygun mekanizmaları kurması, askeri varlığını azaltması, gerekli yasal çerçeveyi oluşturması gerekiyor. Ve elbette tüm bunları yaparken kadınların tüm mekanizmalarda eşit temsilinin sağlanması ve taleplerinin karşılık bulması, barışın toplumsallaşmasının tek garantisi.

Gördük, tanıklık ettik; acıyla, zulümle sınanan çok güçlü bir barış isteği var Kürdistan’da. Ama çok derin kaygılar da var bir yandan. Zapt edilmiş bir öfke, ama ille de ille de “barış” diyen kararlı kadınlar var…

Barış İçin Kadın Girişimi / 17.06.2014

Bir Sınırdışı Sebebi Olarak ‘Bulaşıcı Hastalık’

respeto

Perihan Meşeli

Ne vize ihlali ne izinsiz çalışma ama ‘yasadışı fuhuş yapmak’ olarak yorumlanan ‘bulaşıcı hastalık’ taşımak göçmen kadınlar için öncelikli sınırdışı edilme sebebi haline geliyor.

Türkiye’ye gelen binlerce göçmen kadından biri Nona Gürcistan’ın zorlu ekonomik koşulları nedeniyle ailesini ardında bırakmış uzun yıllar önce… kendisine bir hayat kurmak için ‘taşı toprağı altın’ İstanbul’a gelmiş. Artık memleketine dönmek istemiyor. Burada tanıştığı sevgilisiyle yıllardır birlikte yaşıyor. İkamet tezkeresi için başvurusunu yapmış, aylar sonrasına verilen randevu tarihini iple çekiyor, daha sonra da çalışma izni için başvuracak. Kayıtdışı çalışmak istemediği için umutla beklediği günlerin birinde sevgilisinin evde unuttuğu cep telefonunu ona vermek üzere çalıştığı kahvehaneye götürüyor. Gitmişken, mutfağa girip kendisine bir çay koymak istiyor. İşte tam o sırada polisler geliyor. “İçki, kumar, zina, karı satma, haraç, mafya, tefecilik,..” şeklinde sıralanan çeşitli suçlardan oluşan bir ihbar nedeniyle polis ekipleri işyerine baskın yapıyorlar. Bulabildikleri tek ‘suç’ içeride sigara içilmesi. Tam mekandan ayrılacaklarken Nona’yı elinde çay bardağı ile görüyorlar. O andan itibaren Nona’nın içtiği o çay adeta zehir oluyor. Büyük bir suç işlemişçesine önce sorgulamaya maruz kalıyor… Derdini anlatmaya çalışıyor güzel Türkçesiyle, kahvehane sahipleri de orada çalışmadığını ısrarla söyleseler de nafile… Polisin gözünde bir kadının kahvehanede olması, hem de bir ‘yabancı’ olması, olsa olsa bir tek şeyin göstergesidir: ‘fuhuş’. Nona karakola götürülüyor, ifadesi alınmadan önce avukat isteyip istemediği bile sorulmuyor, ancak tutanak avukat istememiş gibi tutuluyor ve imzalattırılıyor. Sonrasında bu ülkede göçmen kadınların ortak kaderi haline gelen zorunlu “bulaşıcı hastalık taşıyor mu?” testlerine tabi tutuluyor. Kan testi sonucunda Anti HBs (Hepatit B’ye karşı bağışıklığı gösteren bir ölçüm) denilen değer 0-9.9 arası olması gerekirken Nona’da 1.000 çıkıyor. İşte artık polisin gözünde Nona’nın ‘aslında fuhuş yaptığı’ bu değerlerle de tescillenmiş oluyor!

Ertesi gün “bulaşıcı hastalık” sebebiyle Kumkapı Yabancılar Şube’ye teslim edilmek üzere geceyi karakolda geçirmek zorunda kalıyor Nona. Tuhaf bir şekilde, teknik bir gözaltı değil, sınırdışı edilecek göçmenler için adeta uydurulmuş, gözaltının kibarcası “muhafaza altına alma” işlemi yapılıyor. Ne vize ihlali ne izinsiz çalışma ama ‘yasadışı fuhuş yapmak’ olarak yorumlanan ‘bulaşıcı hastalık’ taşımak göçmen kadınlar için öncelikli sınırdışı edilme sebebi haline geliyor. Üstelik de var olmayan bir hastalık yüzünden…

Karakolda kaldığı gece, Kumkapı’nın köhne odalarına atıldığında kendisinin herhangi bir hastalığı olmadığını defalarca ifade etmesine rağmen, kimse onu dinlemiyor, üstelik azarlanıyor. Nona’nın sevgilisi bir arkadaşımıza ulaşıyor ve hep beraber Kumkapı’ya gidiyoruz. Yaptığımız araştırmalarda AntiHbs’nin hastalık değil tam tersine vücut tarafından üretilen koruyucu bir protein olduğunu, vücutta fazla olması ise sarılık virüsünü kapma ve hastalanma ihtimalini çok daha azalttığını öğreniyoruz. Verilen kararın yürütmesinin durdurulması ve iptali için dava açacağız ve fakat karar (fiili uygulamada “valilik oluru” olarak geçiyor) Nona’nın 17 gün Kumkapı’ya götürülmesinden sonra çıkıyor. Yani 17 gün boyunca, uygulama bir yana, hukuken Kumkapı’dan çıkma ihtimali bulunmuyor. Kendisinin neden orada tutulduğuna ilişkin sebeplerin boş bırakıldığı, matbu tebligatta, özetle,“Geri Gönderme Merkezi’ne yazılı olarak itiraz hakkına sahipsiniz. Ancak bu itirazınız, hakkınızdaki merkezde tutulma ve sınırdışı edilme kararlarının uygulanmasını ortadan kaldırmaz” deniyor. Yani itiraz da etseniz sınırdışı edileceksiniz.

17’inci gün Nona’nın sınırdışı edilmesinin gerekçesini içeren karar nihayet geliyor: “…tarihinde hastalıklı olan ve 4817 sayılı kanuna muhalefet suçundan yakalanan…”. Yürütmeyi durdurma istemli dava açıyoruz, bir hafta geçmeden Kumkapı Yabancılar Şube’deki Gürcistan uyruklu herkes sınırdışı edilip yurda giriş yasağı konuluyor, Nona dahil. Emniyete sunduğumuz dilekçeler de durduramıyor bu gidişi. Nona’yla ağlamaklı vedalaşıyoruz, umudunu yitirmemesi, davanın takibini yapacağımıza dair yaptığımız konuşmalara kendim de yabancılaşıyorum.

Nihayetinde Nona gittikten birkaç hafta sonra yürütmeyi durdurma istemimiz reddediliyor. Bu sefer Bölge İdare Mahkemesi’ne itiraz ediyoruz, yine reddediliyor. Yürütmeyi durdurma talebimiz reddedilse de açtığımız dava devam ediyor. Davayı açtıktan altı ay sonra yapılan duruşmada Anti Hbs’nin ne olduğuna dair uzman görüşü istiyoruz ve İstanbul Tıp Fakültesi, Nona’nın bulaşıcı hastalık taşımadığı, Hepatit B’ye karşı bağışıklığı olduğuna dair yazı gönderiyor ve tam sekiz ay sonra mahkeme Nona’nın sınırdışı edilmesine ilişkin kararın iptal edilmesine karar veriyor. Sevinelim mi üzülelim mi bilemiyoruz. Uzun uğraşlarla Nona’nın bulaşıcı hastalık taşımadığını, ayrıca bulaşıcı hastalık taşısa da, izinsiz çalışsa da bunların insan haklarına aykırı bir şekilde sınırdışı edilme sebebi olmadığını vurguluyoruz. Nihayetinde, basit bir internet araştırmasıyla bile fark edilebilecek olan bir hataya itirazımız aylar sonra kabul ediliyor. Ancak bu kabul ne fuhuş ne de izinsiz çalışma üzerinden değil, hastalık verileri üzerinden kabul ediliyor. Şu an dava temyizde.

Bu davada Nona her şeye rağmen bir şekilde hakkını arama girişiminde bulunabildi, peki ya hukuk sistemine erişim şansı dahi olmayan diğer binlerce göçmen kadın? Avrupa’da 19. yüzyılda terk edilen zorla muayene uygulaması Türkiye’de hala devam ediyor. Hastalık taşımak ve/ya örtülü olarak ‘yasadışı fuhuş’ yapmak sebebiyle her yıl 2 binden fazla göçmen kadın sınırdışı edilmeye devam ediyor. Bir sınırdışı sebebi olarak kullanılan ‘bulaşıcı hastalık’ uygulaması göçmen kadınlara doğrudan ‘fahişe’ olarak yaklaşan ırkçı erkek zihniyeti beslerken, kadınları ise ‘sınırdışı’ korkusu ile erkek şiddetine karşı savunmasızlaştırıyor. Göçmen kadınları cezalandıran ve yok sayan bu sisteme karşı kadınlar olarak acil olarak bir söz üretmemiz gerekiyor.

Bu yazı Feminist Politika’nın 22. sayısında yer alan “Göçmenliğin kadın hali” dosyasında yayımlanmıştır.

“Türkiye Est İmpossible”*

siginmacilar-2Size bunları yazarken acaba bu devlet yüzünden kaç sığınmacı ve mülteci sağlık hizmetlerinden faydalanamadığı için ölüyor kendime soruyorum…

Martina Gaidzik

Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ve KADAV Afrika kökenli HİV pozitif ile yaşayan sığınmacı bir kadın için kalacak yer arıyordu. Tarlabaşı’nda rutubetli sobasız bir odada 18 kadın ve erkekle beraber kalıyordu. Bazı erkekler aynı ülkeden, fakat ‘düşman’ etnik gruptan olduğu için kadın kendi kimliğini saklaması gerekiyordu. Tecavüze uğramamak için… Kış aylarında kağıtsız bir şekilde Türkiye’ye gelmek için dağlardan geçerken bir erkek grubu eşyalarını ve ayakkabısını çaldığı için ayak başparmağı kangren olmuştu, kirli su içmekten ise midesi rahatsızdı. Kendi ülkesinde de, dağlarda da tecavüz uğramıştı…

Devamını Oku…

‘Bekar Bayana’ Kiralık Oda

kiralik-oda-22

Kristen Biehl

Kumkapı’da ‘bayana kiralık oda’ ilanlarının pek çoğunun arkasında aslında romantik ilişki kurma fırsatı kollamaktan çekinmeyecek olan erkekler bulunuyor

İstanbul’a yalnız olarak gelen yabancı kadın göçmenler için barınma konusu önemli sorun alanları arasında yer alıyor. Daha geçtiğimiz yılın Kasım ayında yaşanan ‘kızlı-erkekli’ evlerde oturma konusunda gündeme gelen söylemlerin yansıttığı gibi, Türkiye’nin muhafazakar toplum yapısı gereği bireylerin ‘bekar’ olarak nasıl ve kimler ile yaşadığı, toplumu ilgilendiren bir sorun alanı olarak görülüyor. İstanbul’a hem tarihsel olarak hem de günümüzde devam eden iç göçler bağlamında ortaya çıkan ‘bekar odaları’ bu algının bilinen en somut örnekleri arasında yer alır (Toksoy 2005). 1990’lı yıllar itibariyle özellikle eski Sovyet Bloku ülkelerinden İstanbul’a çalışma amaçlı gelen kadın göçmenler nezdinde de buna benzer algı ve pratiklerin üretilmeye devam ettiği söylenebilir. Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden İstanbul’a bekar olarak gelen erkek işçi göçmenlerin ilk adresi Eminönü yakınlarındaki Küçükpazar bölgesi ise (Toksoy 2005), yabancı kadın göçmenler için bu adres Kumkapı semtidir.

1960’lara kadar Ermeni ve Rum vatandaşların yoğun olarak yaşadığı Kumkapı, İstanbul’u son yüz yılda dönüştüren farklı göçlerin hem gidenler hem gelenler bağlamında bıraktığı izleri yoğun olarak taşır. Ve tarihi yarım adanın meskun alan olarak kalan nadir semtlerinden biri olması dolayısıyla da bu izlerin en somut göstergesi barınma biçimlerinin dönüşümünde gözlemlenir. Bugün Kumkapı Türkiye’ye çalışma ve/ya başka ülkelere geçiş amaçlı gelen çok çeşitli göçmen ve mülteci topluluklarına başka semtlere göreceli olarak ucuz, esnek ve erişilebilir, çalışma yerleri ve özel hizmetlere yakınlık bakımından da merkezi barınma imkanları sağlamakla ön plana çıkıyor. Dolayısıyla oda kiralama işi de gün geçtikçe yaygınlaşan, emlakçısından muhtarına, bakkalından terzisine, yerlisinden yabancısına, eski mahalle sakinlerinden yenisine pek çok insanı ev sahibi, kiracı, aracı veya devren kiracı gibi farklı konumlarda birleştiren bir sektör haline gelmiş bulunuyor. Bunu algılamak için mahallede duvarlara, ev ve dükkan pencerelerine asılan sayısız ‘kiralık oda’ ilanlarına bakmak yeterlidir. Bu işin toplumsal cinsiyet boyutu ise bu ilanların detayında gizli.

İlanlar genel olarak ‘bekar’, ‘aile’, ‘yabancı’ ve ‘bayan’ kelimelerinin bir arada veya ayrışık türevlerinden oluşuyor. ‘Bekar’ ve ‘aile’ vurguları şüphesiz Türkiye genelinde konut kiralama alanında yerlisi yabancısı herkesin karşısına çıkabilecek ayrımlardır. Fakat Kumkapı’da gözlemlenen ‘bayan’ vurgusu hem genel toplumsal cinsiyet normlarının hem de mekanın kendi içinde ürettiği cinsiyetçi ayrımcılıkların ve istismar mekanizmalarının fevkalade bir yansımasıdır. ‘Aile’ apartmanlarında dairesi bulunan mülk sahipleri genel olarak bekar kişilere ev/oda vermeyi tercih etmezler, ki burada bekarlıktan kasıt medeni durum değil, o kişinin o anda yalnız olarak yaşayıp yaşamayacağı ile ilgidir. Çünkü Kumkapı’da yerliler nezdinde bekar olarak yaşamak demek, bir yandan gerekliliğe, diğer yandan ise bir yaşam biçimi tercihine işaret etmektedir. Türkiye yaygın olarak bilindiği üzere özellikle eski Sovyet Bloku ülkelerinden gelen kadın göçmenlere ev ve bakım hizmetlerinde, tekstil atölyelerinde, konfeksiyon mağazalarında, turizm ve eğlence sektöründe kazançlı iş imkanları sağlamakta. Dolayısıyla binlerce kadın ailelerini geride bırakıp, eş ve çocuklarını geçindirmek ya da onlara daha iyi bir gelecek sunmak için Türkiye’ye geliyorlar. Kumkapı’da ‘bayana oda’ kiralayanlar da şüphesiz bu gereklilikten doğan ihtiyaca karşılık veriyorlar. Ve aslında pek çok mülk sahibi için bekar bir erkeğe ev/oda kiralamaktansa ‘bayana’ kiralamak daha kabul edilebilir görülüyor çünkü hem ailenin namusuna bir tehdit oluşturmuyorlar hem de kadın olarak mala daha iyi bakacakları ve evden çıkmaları talep edildiği taktirde ses çıkarmayacakları düşünülüyor. Kiralık ilanlarında görülen ‘bekar’ ve ‘bayan’ ayrımlarının altında yatan sebeplerden biri de budur.

Ama diğer taraftan bu ayrımın gizlediği, özellikle Kumkapı ve komşu semtlerinde göçle gelen sosyo-ekonomik dönüşümler çerçevesinde anlamlı hale gelen başka çıkarlar da bulunuyor. 1990’lı yıllar itibariyle Türkiye’ye eski Sovyet Bloku ülkelerinden gelen göçmen kadınların yerli erkekler ile flört etme konusunda rahat ve açık olduklarına dair Türkiye’de yer edinmiş yaygın kanı, Kumkapı’da barınma sektörüne de işlemiş durumda. Diğer bir deyişle ‘bayana kiralık oda’ ilanlarının pek çoğunun arkasında aslında romantik ilişki kurmayı amaçlayan ve/ya bu fırsatı kollamaktan çekinmeyecek olan erkekler bulunuyor. Göçmen kadınlar Aksaray ve Laleli gibi civar bölgelerde zaten fuhuş ve bu tür ilişkilenmelerin yoğun olması dolayısıyla sokaklarda sıkça tacize uğruyorlar. Kumkapı’da ise bu taciz durumu onları evlerinin içlerine kadar takip ediyor… Ev sahiplerinden veya birlikte evi paylaştıkları komşuları tarafından kira istememe teklifleri veya evden çıkarma tehditleri ile sürekli taciz edilen göçmen kadınlar, hatta bazen en aşırı durumlarda fuhuş çetelerine teslim edilebiliyorlar. Bazı erkekler ise, pek çoğu aslında zaten resmen evli olan, evlenme vaadinde bulunuyorlar. Ancak bu evlilikler ağırlıklı olarak dini nikahtan ibaret oluyor. Dolayısıyla Kumkapı pek çok yerli erkeğin gözünde hem bu tür ilişkileri kollayabilecekleri hem de toplumsal baskı görmeden ikinci eşlerini, metreslerini, sevgililerini barındırılabilecekleri bir yer olarak görülüyor. Şüphesiz bu tür ilişkilere sıcak bakan kadınların sayısı da çok olabilir. Bir kısmı maddi nedenlerden dolayı bu teklifleri kabul ederken bir kısmı ise gerçekten sevgi bağı ile bağlanabiliyor ya da bazen bu iki gerekçe de birbirine bağlı olabiliyor (Bloch 2011; Yukseker 2004). Fakat sebepleri ne olursa olsun, Türkiye’ye artarak yönelen göç(lerin) kadınlık ve iktidar ilişkilerini barınma gibi en temel insan ihtiyacı olan bir alanda yeniden ve çok derinden şekillendirmekte olduğu aşikardır.

Kaynakça:
Bloch, A. (2011) ‘Intimate Circuits: modernity, migration and marriage among post-Soviet women in Turkey’, Global Networks, vol. 11, no. 4, pp. 502-521
Toksoy, G. (2005) ‘Fotoğrafta Sosyolojik Göz: İstanbul’da Bekar Odaları’. Aylin Dikmen Özarslan (ed.) Sanat ve Sosyoloji. İstanbul: Bağlam Yayınları
Yükseker, D. (2004) ‘Trust and Gender in a Transnational Market: The Public Culture of Laleli, İstanbul’, Public Culture, vol. 16 (1), 47-65.

* Bu yazı Feminist Politika’nın 22. sayısında “Göçmenliğin kadın hali” dosyası içinde yayımlanmıştır.

 

Kadınlar İçin İş İlanları: Kadınlara İş Vermiyor “Lütfediyoruz”

cyber_woman_iiBir zamanlar böyük devlet bakanlarımızdan Mehmet Şimşek “Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek görünüyor” demişti. Hele bir de bu kadınların işgücüne katıldığını bir düşünsenize erkeklerimiz işsiz kalır alimallah! Bu laflar bir zamanlar yine bir devlet böyüğümüzün “Halk plajları doldurdu vatandaş denize giremiyor” lafını hatırlatırcasına buram buram ayrımcılık kokmaktadır, hem de en kötü esanslısından, cinsiyetçilik kokulu ayrımcılık.Devamını Oku…

Evdeki Teröre Karşı Direnişte Ücretli Çalışmanın Önemi

labirent “Birleşik Krallık kapsamında yapılan son araştırma gösteriyor ki, acil durumlarda 100 pound gibi bir paraya erişim imkânı olmayan kadınlar, diğerlerine oranla yaklaşık 3 misli daha fazla erkek şiddetine mazur kalıyor”
Sylvia Walby, Avrupa Birliği’nde kadına yönelik şiddet konferansı, Mart 2014

Bugün Türkiye’de, kadınların ezici bir çoğunluğu ev dışında ücretli bir işte çalışma imkânından yoksun. Ücretli bir işte çalışanlarımız ise, kendisine erkeklerden bağımsız bir hayat kuracak çalışma koşullarından yoksun. Bu yazı ile, kadınların ücretli istihdam olanaklarından dışlanıyor olmasının, erkek şiddetine karşı verdiğimiz mücadeleyi nasıl belirlediğini incelemeye çalıştık. Yazı kapsamında kullandığımız veriler, Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2008 yılında yaptığı Kadına Yönelik Aile içi Şiddet araştırmasına dayanıyor.Devamını Oku…

Sanat Dünyası ve Kadın Emeği

kadin-sanatclar-page-0Sanat(1) alanında kadın emeği üzerine konuşmak için bu alanda çalışan bir grup kadın – sanatçı, küratör, yazar, akademisyen, eğitmen, koordinatör, çevirmen – biraraya geldik. Bu alan farklı rolleri üstlenmeye açık olabildiği için ama aynı zamanda tek bir iş yaparak hayatımızı kazanmak mümkün olmadığı için birçoğumuz bu işlerin ve benzerlerinin birkaçını aynı anda yapıyoruz. Şaşalı sanat ortamında çalışma koşulları ve kadın ve erkeklerin deneyimlediği zorluklar ve sömürü bu konuda yazılan, çizilen, konuşulanlar olmasa görünmez kalacak. Çünkü üzerine daha rahat konuşabilir olan genelde sanatın düşünsel, politik veya manevi yanları. Medyada ise çoğunlukla bu işin piyasası.

Devamını Oku…

Özne olmak, Güçlenmek, Özgürleşmek: İlişkiler Üzerine Feminist Notlar*

iliskiemekcileriSelin Çağatay – Cemre Baytok

Feminist Politika’nın 20. sayısının dosya konusu “Aşklarımız, eşlerimiz: farklı ilişki biçimleri” idi. Kadınlar olarak aileye, evliliğe, anneliğe mahkûm edildiğimiz bir hayata karşı çıkışımızın bir ayağı da tekeşli, heteroseksüel birliktelikleri tartışmaya açmak, duygusal ve cinsel ilişkilerimizi feminist bir bakış açısından ele almak. Dosyamız da, bu doğrultuda, tek eşliliğin, çok eşliliğin, alternatif ilişki biçimlerinin sorgulandığı ve derinleştirildiği, erkekler ve kadınlarla aşk ilişkilerindeki farklılıkların, benzerliklerin feminist bir bilinçle değerlendirildiği, aldatma, kıskançlık, sadakat, dayanışma ve özgürlük gibi kavramların sorgulandığı yazılar içeriyordu.

Biz bu yazıda, “Aşklarımız, eşlerimiz” dosyasından aldığımız ilhamla, feminist ilişki kurma biçimi, kadın dayanışması ve patriyarkayla, heteroseksizmle mücadele gibi sıklıkla dile getirdiğimiz kimi ilkeleri tartışmaya açmak istiyoruz. Feministler olarak ilişkilerimizi özgürce yaşamamızın yolu bu ilkeleri benimsemekten geçiyor. Ancak, bu ilkelerin oluşturduğu etik-politik çerçeve, bize tekil durumlarda nasıl bir tavır alacağımıza dair bir reçete sunmuyor. İlişkilerimiz söz konusu olduğunda feminizm, kadın dayanışması ve partiyarkaya karşı mücadele somut olarak neye tekabül ediyor? Bu ilkeleri feminist bir ezber üretmekten kaçınarak nasıl düşünebiliriz ve ilişkilerimizi bunların ışığında nasıl şekillendirebiliriz? Yazımızda bu sorulara cevap vermeye çalışacağız.

Devamını Oku…

Challenging Conservative Neoliberalism in Turkey: The Socialist Feminist Collective

2014_ankara

 Selin Çağatay

The politics of gender in Turkey have undergone significant changes under the Justice and Development Party (AKP) rule. Since it came to power in 2002, the AKP carried the decades-long neoliberal socio-economic restructuring to its final stage while imposing a conservative and increasingly Islamist worldview upon social, cultural and political spheres of life. At the heart of this conservative neoliberalism lies the reorganization of gender relations towards a more profound exploitation of women’s paid and unpaid labor. On the one hand, women’s increasing employment in flexible, insecure, low-paid jobs is celebrated as “women’s inclusion in the labor market.” On the other hand, conservative discourses that sanctify motherhood and pro-family policies make sure that women remain the main if not the only providers of housework and care work. This dual process reinforces women’s double burden, as a gendered division of labor persists at home while a gender-segregated labor market becomes the economic norm.

Devamını Oku…

Erkek Şiddeti Azalmıyor, Çünkü En Önemli Yasa Hala Kâğıt Üzerinde!/Mor Çatı

mor-atMor Çatı 6284 sayılı kanun uygulamaları izleme raporunu yayınladı.

Erkek şiddetinin engellenebilmesi için uzaklaştırma ve diğer tedbirleri içeren 6284 sayılı yasa ile ilgili uygulamalar Mor Çatı tarafından 1 yıl boyunca düzenli olarak izlendi. 15 Nisan 2013-15 Nisan 2014 tarihleri arasında Mor Çatı Dayanışma Merkezi ile iletişime geçen 1377 kadın ve çocuğa ilişkin bilgiler kayıt altına alındı. Ayrıca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, İstanbul Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi, İstanbul Valiliği, Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bilgi edinme hakkı çerçevesinde soru soruldu ve elde edinilen bilgiler derlendi. [1] Hazırlanan 6284 Sayılı Kanun Uygulamaları İzleme Raporu aşağıda özetlenen sorunları ortaya koyuyor.

Aile Mahkemeleri tarafından çıkarılan kararlar, kadınların ihtiyaçlarını karşılayamadı

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından verilen cevapta, “Yasanın yürürlüğe girdiği 20.3.2012 tarihinden Şubat 2014’e kadar Türkiye genelinde 26.504 koruyucu, 183.215 önleyici tedbir kararı verilmiştir” denildi. Verilen cevapta bu tedbirleri talep eden kaç kadın olduğu bilgisi ise verilmemiştir. Aile mahkemelerinin çıkardığı kararların benzer tedbirleri içerdiği görüldü. En sık verilen tedbirler; şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmama, uzaklaştırma, yaklaşmama ve iletişim araçlarıyla rahatsız etmeme olarak tespit edildi. Kadınların kanun hakkında ayrıntılı bilgiye ulaşamamaları ve bu konuda bilgilendirilmemelerinin, haklarına erişimde zorluk yarattığı görüldü.

Kadınların “delil” sunması isteniyor

Mahkemelerin tedbir isteyen kadınlardan delil istediklerine tanık olduk. Şiddete maruz kaldığına dair delil sunamayan kadınların daha kısa süreli olarak kararlardan faydalandığını ya da hiç faydalanamadığı gözlemlendi. Daha önce şiddet uygulayan kişiyi 6284 Sayılı Kanun kapsamında uzaklaştıran ve bu süre içinde şiddet uygulayanla hiçbir şekilde iletişim kurmayan kadınlar, tekrar koruma kararı talep ettiklerinde, şiddet sürmediği gerekçesiyle ret cevabı ile karşılaştılar. Oysa birçok şiddet uygulayan için uzaklaştırma kararı etkili oluyor ve şiddet uygulayanlar, yeniden harekete geçmek için kararın süresinin bitmesini bekleyebiliyorlar. Örneğin, dayanışma içinde olduğumuz bir kadın, koruma kararı bittikten iki gün sonra, uzaklaştırılan eşi tarafından saldırıya uğradı.

Yasa şiddeti geniş tanımlıyor, ancak yasa uygulayıcılar hala fiziksel şiddet dışındaki şiddet biçimlerini risk kapsamında görmüyor. Bu nedenle yasada engel bulunmamasına rağmen psikolojik, cinsel vb. şiddet biçimlerini yaşayan kadınlar yasadan yararlanamayabiliyorlar.

Erkekler uzaklaştırma kararına uymamaları durumunda çoğu kez ceza almıyor

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bilgi edinme kanunu kapsamında sorulan soruya verilen yanıtta, 2917 şiddet uygulayan hakkında önleyici tedbir kararını ihlal etmesi nedeniyle zorlama hapsi kararı verilmiştir, dendi. Açılan dava sayısına ilişkin verilen bir yanıt olmamakla beraber, bu süre içinde verilen önleyici tedbir kararı sayısı 185.215 olarak bildirildi. Aradaki ciddi fark, şiddet uygulayanların çoğunun kararı ihlal etmediğinin değil, birçok ihlalin cezalandırılmıyor olmasının sonucu olarak görülebilir.

6284 Sayılı Kanun’dan faydalanan bir kadın, şiddet uygulayanı defalarca karakola şikâyet ettiği halde, şiddet uygulayan hakkında herhangi bir yaptırımda bulunulmadığını, şikâyetlerinden birinde kolluk yetkilisinin, şiddet uygulayanın “yolunun üstünde yaşadıkları” (aynı çevrede yaşadıkları) gerekçesiyle şikâyeti almak istemediğini de belirtti. Şiddet uygulayanın 6284 kararını ihlal etmesi nedeniyle şikâyette bulunan bir başka kadın, kolluk yetkilisi tarafından “Aslında iyi bir adama benziyor, çocuğuyla da ilgili” denildiğini ifade etti.

Kadınların şikâyetleri karakolda hala göz ardı edilebiliyor

Şiddete maruz kalan kadınların ilk adımda başvurduğu kurumların başında gelen karakollarda, şikâyetlerin kayda alınmadığı, personelin yeterli bilgiye sahip olmadığı, şiddet yaşantısından gelen kadınlara suçlayıcı tavırla yaklaşıldığı, şiddet uygulayanın lehine manüpilasyon yapıldığı, “şikâyet etsen de bir şey çıkmaz, sonra daha kötü olur” denilerek şikâyetçi olmaktan vazgeçmesinin teşvik edildiği durumlar belirlendi.

Tedbir kararı için yapılan başvuruların ikametgâhın bulunduğu yere yönlendirilmesi yasaya aykırı

6284 Sayılı Kanun’un 8. Madde’sinde “Tedbir kararları en çabuk ve en kolay ulaşılabilecek yer hâkiminden, mülkî amirden ya da kolluk biriminden talep edilebilir.” denmiştir. Buna rağmen, tedbir kararı almak isteyen kadınlara ikametlerinin bulunduğu yere başvurmalarının söylendiği görüldü. Bu durumun hem kollukta hem de mülki amirliklerde yaşanıyor olduğu belirlendi.

Görevli personel erkek şiddetini toplumsal sorun olarak görmüyor

Dayanışma içinde olduğumuz birçok kadın, karakolda arabuluculuk yapılıp şiddet uygulayanla tekrar bir araya getirilmelerine çalışıldığını belirttiler.

Kadınların kanun uygulayıcılarının ve sosyal hizmet personelinin tutumu ile ilgili sıkıntılar yaşadıkları görüldü. Kanun uygulayıcılarının kadınları suçlayıcı bir tavır içerine girmeleri ve erkek dayanışması sergilemeleri nedeniyle zorluk yaşadıklarını belirten kadınlar oldu.
Şiddete karşı mücadelede yetki verilen kurumlarda sıklıkla uygulanan yöntemlerden birinin bezdirme olduğu saptandı. Kadınların, gittikleri kurumlarda çalışanlar tarafından haklarını kullanmaktan vazgeçmeleri için eksik veya yanlış bilgilendirme ile ya da süreçte karşılaşacakları zorlukları atlatamayacakları gibi söylemlerle yönlendirilmeye çalışıldığı görüldü.

Gizlilik sağlanamıyor, kadın ve çocukların güvenliği tehlikeye atılıyor

Kanuna göre, kadın ve çocukların can güvenlikleri söz konusu olduğunda tüm resmi bilgilerinin gizli tutulması gerekirken, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bunu ihlal ettiği, “gizli kayıt” sisteminin işlemediği görüldü. Şiddet uygulayan erkekler sistemin açıklarını kullanıp çocuklarının yeni kayıt yaptırdığı okullara ulaşabildiler. Milli Eğitim Bakanlığı’nın internet sisteminde gizli kayıtla ilgili olarak hazırladığı butonun işlevinin, birçok okul yöneticisi tarafından bilinmediği görüldü.

SGK kayıtlarının gizlenmesinde de sorunlar yaşandığı tespit edildi. Kadınlar işe girdiğinde SGK kayıtları gizlenmediği için şiddet uygulayan tarafından çok çabuk bulunabildi. Kararların çıkması sürecinde hayatlarına devam etmek için mücadele eden kadınlar, çoğunlukla sigortasız işlerde güvencesiz çalışmak zorunda kaldı. Kadınlar çocuklarıyla birlikte yaşadıkları için, çocuğun kaydı gizlenmeden sağlık hizmeti alması durumunda, şiddet uygulayan kolaylıkla annenin yerini de tespit edebildi. Buna rağmen kadınların kayıtları için gizlilik kararı verilirken çocuklar için verilmeyebildiği görüldü.

Gizli kayıt yapıldığı halde, hastane randevu sisteminden faydalandığı için şiddet uygulayan tarafından yaşadığı yer tespit edilen kadınlar oldu. Şiddet uygulayanın Sağlık Bakanlığı’nın internetteki hastane randevu sisteminden ya da ALO 182 Sağlık Bakanlığı hastane randevu sistemini arayarak kadınların ve çocukların aldıkları hastane randevularını öğrenebildikleri görüldü.

Yasaya göre kadınlara verilmesi gereken maddi yardım boş vaatten öteye geçemedi.
Kaymakamlıklardaki görevliler, maddi yardımdan yararlanmak isteyen kadınlara konuyla ilgili bilgilerinin olmadığını belirttiler, nitekim kaymakamlıklarda konuyla ilgili bir birim de bulunmuyordu.

Geçici maddi yardım ile ilgili Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na sorulan soruya gelen yanıta göre, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten, dilekçenin yazıldığı 6 Mart 2014’e kadar geçen 2 yıllık süreçte, sadece 371 kadına geçici maddi yardım sağlanmıştı. Mor Çatı’ya başvuran kadınlardan 8’i bundan faydalanmak için mülki amirliklere yazılı başvurdu, 7’si bu desteği alamadı.

Kanun’da yer alan desteklerde birisi de, şiddete maruz kalan kişiye yakın koruma tahsis edilmesidir. Koruma hizmeti talep eden birçok kadın bu hizmetten kısıtlı olarak faydalanabilmiştir. Kanun’da hiçbir masraf alınmayacağı, şiddete maruz kalan kişinin masraflardan muaf olduğu belirtilmesine rağmen, kadınların koruma istediklerinde korumanın masraflarını da karşılamak zorunda olduklarının belirtildiği tespit edildi.

Kimlik ve diğer bilgilerin değiştirilmesi kadınlara yeni güçlükler getirdi

6284 Sayılı Kanun’da hâkim tarafından verilecek koruyucu tedbir kararlarından biri de kadınların Tanık koruma kanunu uyarınca kimlik ve diğer bilgilerinin değiştirilmesidir (Madde-4/ç). Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan bilgi edinme kanunu kapsamında aldığımız bilgiye göre, kanunun yürürlüğe girdiği 20 Mart 2012 tarihinden yanıtın geldiği 6 Mart 2014 tarihine kadar, 123 kadının kimlik bilgi ve belgeleri değişti. Mor Çatı’nın dayanışma içinde olduğu, kimlik değişimi için başvuran ve kanun çıktıktan kısa bir süre sonra başvuruda bulunarak bu hakkı elde eden bir kadın, başvurusunu yaptıktan 1 yılı aşkın süre sonra kimliğini değiştirebildi. Kimlik değişimi sürecinde, güvenliği sağlanamayacağı gerekçesiyle çocuğunun okul kaydı özel bir okula alındı fakat okulun masrafları karşılanmadığı için ekonomik zorluk yaşadı. Yine bu süreçte uzun bir süre çalışmasına izin verilmemesi ve verilen maddi yardımların ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde olmaması da zorlayıcı bir diğer unsur oldu. Kimliği değiştikten sonra İŞKUR’a başvuruda bulunan kadın, geçmiş iş deneyimlerinin ve eğitim bilgilerinin silinmesi nedeniyle iş bulmakta zorluk yaşadı. Uygulamadan faydalanan bir başka kadın, kimlik değişimi ile çocukların gizli kaydı da dâhil birçok sorunu çözmüş oldu. Bununla beraber, kimlik bilgilerinin değişmesinin kadın ve çocuklar için psikolojik ve teknik birçok zorluğu beraberinde getirdiği görüldü. Kimlik değişimine ihtiyaç duyulmadan kadın ve çocukların korunabileceği mekanizmaların bir an önce devreye girmesi, kanunun kadınları güçlendirmesi için oldukça önemli. Erkekler hayatlarına devam ederken, şiddetten uzaklaşan kadınlar kendilerini gizlemek ve hayatta kalmak için mücadele etmeye devam ediyor.

Şiddet Önleme Merkezleri sayıca çok az, hizmet yeterli değil

Yasa kapsamında kurulması öngörülen ŞÖNİM’lerin sayısı Türkiye ölçeğinde hala sembolik düzeyde. Oysa Sosyal Hizmet ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun kaldırılmasıyla birlikte bu alanda büyük bir boşluk doğmuş durumda. Şiddete uğrayan kadınların alabilecekleri destekler konusunda yeterli bilgiye ulaşamadıkları, bunun da erkek şiddeti ile baş etmelerini çok daha zor hale getirdiği görülüyor. Sembolik sayıdaki ŞÖNİM kadınlara yeterli sayıda sığınak, ayni ve nakdi destek, kreş desteği, mesleki eğitim desteği, iş bulma desteği sağlamakta yetersiz kalıyor.

7/24 esasına göre ve şiddete maruz kalan kadınların “oradan oraya” gitmesinin önüne geçmek için hizmet vereceği duyurulan ŞÖNİM’lere başvuran kadınların, sığınak için karakola, hukuki destek için Baro’ya, nakdi yardımlar için mülki amirliğe, iş bulmak için İŞKUR’a yönlendirildiği ve bu yönlendirmelerin de sistemli yapılmadığı, saat 5 itibariyle kendilerine destek verecek hizmetli bulamadıkları görüldü.

[1] Erkek Şiddetini Önlemede 6284 Sayılı Kanun adı ile yayınlanan izleme raporu ve  “Erkek Şiddetini Önlemede 6284 Sayılı Kanun” broşürü Mor Çatı’nın konu ile ilgili projesi kapsamında hazırlandı. Bu projeye Hollanda Başkonsolosluğu finansal destek sağladı.

Bütün Anneler ve Kızları Yazmalıydım…

sohret-baltas222Şöhret Baltaş, bütün anneler ve kız evlatlar için kaleme aldığını söylediği “Annemle Konuşmalar”ı yazarken yaşadığı ikilemleri, düşüncelerini ve feminist literatürden nasıl faydalandığını Yoğurtçu Kadın Forumu’nda kitabı vesilesiyle yaptığı konuşmada anlattı…

Şöhret Baltaş / Annemi 2009 yılında kaybettim. Yas dönemim çok uzun sürdü ve ben bunun tek başına bir yas değil, aynı zamanda bir hesaplaşma dönemi olduğunun farkına vardım. Annem ve ben hakkında düşünmeye başladım. Düşüncelerimi yazıya dökme kararı verdiğimde, aslında bir başka roman üzerinde çalışıyordum, neredeyse ilk 50 sayfası yazılmıştı ve romanın kurgusu zihnimde hazırdı. Onu olduğu gibi bir kenara bıraktım ve annemle ben’i yazmaya oturdum. Ancak karşımda bir sorun duruyordu: Ben özel olarak Şöhret ve annesi Gülsevin’in hikâyesini, bir tür yaşam öyküsünü değil; tıpkı annem ve ben gibi aşk ve gerilimle yüklü bir bağ kuran bütün anneler ve kızları yazmalıydım; çünkü özel olarak biz de aynı hikâyenin bir parçasıydık; üç aşağı beş yukarı…

 

Devamını Oku…

Güldünya’nın İlk Kitapları Hazır!

gulunya-logo1990’lı yılların sonunda ve 2000’li yılların başında Pazartesi Dergisi’ni çıkartan Kadın Kültür ve İletişim Vakfı bünyesinde yeni bir yayınevi kuruldu; Güldünya Yayınları.

Adını, 2004 yılında, iki ağabeyi tarafından sokak ortasında vurulduktan sonra kaldırıldığı hastanede yine ağabeyleri tarafından öldürülen Güldünya Tören’den alan yayınevi, kısa bir süre içerisinde kitap yayınlamaya başlıyor.

Güldünya Yayınları, feminist teori ve politika kitaplarının yanı sıra dünyanın dört bir yanından kadın hareketi ve farklı feminist örgütlenme deneyimleri, kadın biyografileri ve tanıklık derlemeleri, kadın edebiyatçıların eserlerini ve kadın sanatçılar tarafından ya da onlar üzerine hazırlanmış kitapları yayınlayacak.

Güldünya Yayınları’nın ilk kitabı Yoko Ono’nun sekseninci yaş günü şerefine yayınladığı çizim ve yazılarından oluşan, dünyada da büyük ilgi gören Meşe Palamutu/Acorn olacak

Devamını Oku…

Feminist Bir Anneler Günü Değerlendirmesi

ykf-agZeynep Kurtuluş Korkman

Anneliğin sahtekarca yüceltildiği (“anneler kutsaldır” ve “cennet annelerin ayakları altındadır”) ve bu yüceltmenin tüketime yönlendirildiği (“anneler gününü kutlamanın ve annenize verdiğiniz değeri göstermenin doğru yolu, mutfak eşyaları ve kozmetik ürünleri hediye etmektir”) bir ortamda, feministlerin anneler günü eleştirisi de bu yüceltmenin ve onun aldığı ticari formun ifşa edilmesine yöneldi.

Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 23/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 23

DOSYA: Cinsel özgürlük: Olanaklar ve sınırlılıklar
MİNİ DOSYA: #KadınKatliamıVar

4 Cumhurbaşkanlığı ve feminist siyaset / Hülya Osmanağaoğlu
5 Feminizm neoliberalizmle ne yapsın? / Simten Coşar
8 İktidar karşısında bütüncül bir feminist mücadeleye doğru / Cynthia Cockburn ile söyleşi ve çeviri: Cemile Gizem Dinçer, Özlem Çelik
10 Şöhret Baltaş’la söyleşi, Annemle Konuşmalar / Candan Yıldız
12 “Zorunlu” istihdam ve kadın: Güney Afrika ve Hindistan / Zeynep Ekin Aklar
14 Dikkat: Flört ilişkilerinde şiddetli sevgiden uzak duralım! / Türküler Erdost – Dilek Aslan
17 Kıllar, tüyler, kilolar… Ben bunlardan ibaret miyim? / Zeynep Ülgen
DOSYA: Cinsel özgürlük: Olanaklar ve sınırlılıklar
20 Cinsellik: Şiddetin kaynağı mı özgürlüğün anahtarı mı? / Müge Yetener
22 Cinsel özgürlük, kimin özgürlüğü? / Özge Demirel – Yasemin Gümüş
23 Kimin rızası, kimin arzusu, kimin bakışı? / Deniz Ulusoy
25 Çocukluk ve pedofili / Ezgi Sarıtaş
27 Bir iktidar alanı olarak çocuk bedeni ve cinsel örseleme / Yasemin Şafak
29 TCK değişiklikleri: Amaç patriyarkal pazarlıkta el artırmak! / Candan Dumrul
30 Zorla, erken yaşta evlilikler / Ekin Sönmez – Yıldız Akvardar – Işık Akyollu Denizman
32 Mutlaka bir neden bulmak gerekiyor, “Durup dururken olmadı ya bu” / Seçin Tuncel – Berna Savcı – Bilge Taş
33 Ensest tabusu ile patriyarka ilişkisine antropolojik bir bakış / İlgi Kahraman
34 Lanetlenmiş geçmişimiz, normalleştirilmiş bütün geleceklere bedeldir / Aylime Aslı Demir
36 Üç adımda “cinsel özgürlük” / Çiğdem G.D.
38 Kadınlar ensesti görmezden mi geliyor? / Berna Savcı
39 Yeni şehirli kadın, mutlu musun gerçekten? / Gül Arıkan
40 Üç-leme-aşk / Dijan Özkurt
41 Nasıl Feminist Oldum? Feminizmi kitaplardan değil kadınlardan öğrendim / Tuğçe Ercan
42 Evlenmeden çocuk yapılamaz mı? / Ceren Tuncer ile Söyleşi: Mehtap Doğan
MİNİ DOSYA: #KadınKatliamıVar
44 Kadın cinayetlerine isyandayız – hâlâ ve daima! / Filiz Karakuş
46 Feminist dava takibi ne demektir? / Deniz Bayram
48 Kadınlar iftiharla sunar: Erkek şiddetine karşı “öz hakiki savunma” / Cinayetlere İsyandayız Kampanyası Öz Savunma Komisyonu
49 Kadınlar arasında yaşanan şiddet olaylarına feminizm nasıl yaklaşacak? / Nehir Kovar – Selen Erdoğan
50 Bitti dediysem… / Selime Büyükgöze 51 “Kadınlar çözüm sürecini konuşuyor, barışta ısrar ediyor” 52 “Fotoğrafı kaldıran” kadınlar / Özlem Kaya
54 Kuzey Kıbrıs meclisinde feminist bir ses / Doğuş Derya ile söyleşi: Tuğçe Sarıgül
56 Neden vegan bir feminizm, neden feminist bir veganlık? / Gizem Aslan
58 Mor Çatı’dan: 6284 Sayılı Kanun nasıl uygulanıyor? / Açelya Uçan
60 Özgürlük mü? / S. Dilek Şentürk
61 Kitap: Kıvrımlar ve kapılar / Derya Demircioğlu
62 Türkiye’den haberler
64 Dünyadan haberler
66 Bellek: Hay Gin: Türkiye’nin son Ermeni kadın dergisi / Lerna Ekmekçioğlu

Emeğimiz, Bedenimiz ve Kimliğimiz için 1 Mayıs’ta Alanlardayız!

img_3426EMEĞİMİZ, BEDENİMİZ VE KİMLİĞİMİZ İÇİN 1 MAYIS’TA 1 mayıs alanındayız!

Emeğimiz hayatın her alanında, evde ve işte, sömürülüyor. İşyerinde cinsiyetimizden dolayı ezilen, ayrımcılığa uğrayan, aşağılanan biziz. Evde her türlü ev işinin sorumluluğu bizde. Yetmez gibi erkekler tarafından her türlü şiddete maruz kalan, tecavüz edilen, öldürülen yine biziz. İsyanımızı bağırmak için her yıl olduğu gibi bu yılda 1 Mayıs alanındayız Biliyoruz ki dayanışmamız ve mücadelemiz bizleri güçlendiriyor. Patriyarkal kapitalizme, heteroseksizme, dur demek için 1 Mayıs’ta sokaklardayız!

Ücretli çalıştığımızda daha düşük maaşla, niteliksiz, güvencesiz işlere kadınları tercih edenlere karşı, daha yoğun sömürüye karşı örgütleniyoruz. Ev dışında ücretli çalışan kadınlara, ev ve bakım işleri de eklenince, gece-gündüz, hafta sonu-hafta içi 7/24 mesaideyiz. Kadınlara rağmen SENDİKALARDA DA kararların erkekler tarafından verilmesine alışmayacağız, sendika yönetimlerinde kadınların da yer alması için, ezilenlerin de ezileni, yoksulların en yoksulu kadınların lehine politikaların hayata geçmesi için sözümüz var, isyanımız için eylemdeyiz.

Kadın ve emek düşmanı AKP iktidarına sesleniyoruz:
Aile kurmadan, yaşayamazsınız dediniz, oysa kadınlar en çok kutsal aile masalı içinde katledildi. Kutsallarınız bi bitmedi. Bu defa anne olmanın ne kadar kutsal bir şey olduğunu söylediniz ama hamile kadınları sokakta görmeye tahammülünüz bile yoktu, doğan çocukların bakımını Allaha havale ettiniz. Mevlam kayırmadı. Sizin haberiniz yoktu. Anne olmak istemeyenleri ise duymadınız. Kürtajı fiilen yasakladınız. Kadın katili oldunuz. Kadınların bedenleri üzerinden erkeklik yapamazsınız. Yasak ne Ayol!! Yasak demekle bitmiyor bi öğrenemediniz. Çok çocuk daha da çok çocuk doğurun dediniz, erken emekli ederiz dediniz ama çocuk bakımını emekten saymadınız, kreş parasını cebimizden çaldınız. Emeğimizi; güvencesiz, esnek, sigortasız ve ucuz emek saydınız. Yani biz nerede, ne zaman, nasıl istersek siz, orada çalışmak zorundasınız ve işimiz bitince de eve geri göndeririz dediler.

Erkek egemen sisteminize itaat etmeyeceğiz.

Bu yüzden kapitalizm ve patriyarkayla, heteroseksizmle, milliyetçilikle, muhafazakarlıkla, hesabımız bitmedi! Erkeklerle ve devletle hesabımız bitmedi!

Bu nedenle;
İNADINA DEĞİL
• EZİLDİĞİMİZ için isyan etmeye devam edeceğiz.
• İNANDIĞIMIZ için sözümüzü her yerde söyleyeceğiz.
• DİRENDİĞİMİZ için ücretli-ücretsiz emeğimizin hakkını savunacağız
• İTAAT ETMEDİĞİMİZ için boşanmaya devam edeceğiz.
• GÜÇLENDİĞİMİZ için kadın dayanışmasını daha da büyüteceğiz.
• MÜCADELE ETTİĞİMİZ için taleplerimizden vazgeçmeyeceğiz !
• MARUZ KALDIĞIMIZ şiddete, tacize her yerde HAYIR diyeceğiz.
• İSTEMEDİĞİMİZ yasakları delmeye devam edeceğiz.
• KURTULUŞUMUZ için örgütleneceğiz!
HER GÜN ama her gün güçlenerek SOKAKLARA çıkmaya devam edeceğiz.

Patriyarkal kapitalizme karşı, feminist mücadelenin meşalesini taşımak için 1 Mayıs’ta alanlarda olacağız.

Kendisine Tüküren Hikaye

kthCemile Özyakan Demirci

“Ellerimin arasından kayıp gittin. Bir leke kaldı senden geriye, koca bir kan lekesi. Ne çok istemiştim seni, ne çok hazırlanmıştım sana. Ne ağır sözcükmüş “hazırlanmak”. Ne çok şeye hazırlandım da, gelmediler, olmadılar, olamadılar. Şimdi neden farklı, peki?

Devamını Oku…

“Burada İlk Öğrendiğim Kelime ‘Kaç Para'”

kumkap11Aşağıda yazılanlar hemen yanı başımızda Kumkapı’da yaşanıyor. Siyah kadınlar öfkeliler. Neden mi? Okumaya devam edin…

Söyleşi: Emel Coşkun

Kumkapı’da ziyarete gittiğim evin kapısını açtığımda karşımdaki kadınlar “Kusura bakmayın biz Afrikalı kadınları arıyoruz” diyerek üst kata yöneldiler. “Evet aradığınız yer burası” dedim, içeri davet ettim. Arkadaşlarının evine gelmelerine rağmen, beni, yani ‘beyaz bir kadını’, karşılarında görünce şaşırdılar. Ürkekler, çünkü yandaki komşudan marketteki reyoncuya, banka memurundan polise kadar çoğu kişi tarafından gözle, sözle ve hatta elle tacize uğruyorlar, aşağılanıyorlar. İşyerlerinde ise sadece kölelik benzeri çalışma koşullarından değil ırkçılık, cinsel taciz ve tecavüzden de mustaripler. İşte bu yüzden siyah kadınlar öfkeliler. 

Afrika’nın çeşitli ülkelerinden Türkiye’ye gelen dört kadına burada yaşadıklarını konuştuk…

Devamını Oku…

Kürtaj hakkımızdan vazgeçmeyeceğiz, kürtaj yasakçılarına oy vermeyeceğiz!

kurtajkararAKP hükümetinin kürtaj hakkımızı yasal olarak almaya gücü yetmedi. Yasaya dokunamadı ancak bu süreçte fiili yasaklara ve engellemelere devam etti! 2012 yılından önce kadınların kürtaj yaptırabildiği hastane sayısı iyice azalmıştı. 2012 sonrasında ise AKP hükümeti adım adım kadınların kürtaj yaptırmaları için alanı daraltmaya çalıştı. Önce ikna odaları kurmayı planladı. Sonra buna bile gerek duymadan kürtajın yasaklandığını duyurdu. Gebelik fişlemesiyle kadınların gözünü korkutmaya çalıştı. 01.05.2013 tarihinde çıkardığı sağlık uygulama tebliğinde ise kürtaj –tıbbi tahliye hanesi tamamen çıkarılmıştı. Kürtaj ödemesi yapılacak bir sağlık hizmeti olmaktan çıkarılmıştı. Bu durum kürtaj yaptıran sınırlı sayıda hastanenin de devreden çıkmasını hızlandırdı. Hastane idareleri de bu durumu ‘kürtaj yasak’ diye duyurmaya başladılar.

Kürtajın gizlice yasaklandığı bilgisi kamuoyunda yaygınlaşınca kadınların tepkisinden çekinen AKP hükümeti kürtajı tekrar ücretsiz sağlık kapsamına aldı. Sağlık Bakanlığı iki gün önce “tıbbi bir hizmet bile değil” dediği kürtajı hemen ertesinde, Sağlık Uygulama Tebliği’ne (SUT) eklemek zorunda kaldı.

Soruyoruz, yapılmayan kürtajın parasını ödemek ne demek?

Kürtaj hizmeti veren devlet hastanesi kalmadığına göre ücretsiz kürtaj hakkı bir yalandan ibaret değil de nedir?

Bizi kandıramazsınız! Hemen hemen hiçbir hastanede kürtaj yapılmazken, kadınlar hastane kapısından geri döndürülürken kürtaj hakkımızı nasıl kullanacağız?

Üniversite hastaneleri ve özel hastanelerde kürtaj yaptırmak isteyen kadınların ödemesi gereken 382 TL bir asgari ücretin yarısı demek. Özel hastanelerin hastalara faturaladığı ek kalemleri de sayarsak, bu paran varsa kürtaj olabilirsin demek değil de nedir?
Parası olmayan için yine merdiven altı kürtajın yolu açılmış olmayacak mı?
Sorunumuz çözülmedi; kürtaj hizmeti veren kamu hastanesi sayısı giderek azaldı. 17 milyonluk sözde mega kent İstanbul’da kürtaj yapan sayılı hastane kaldı. 10 haftalık yasal süreye rağmen uygulamada 8 haftayla sınırlı olarak kürtajın yapılması, bu süre zarfında kürtaja erişimi adeta imkânsız hale getirdi!

Dolayısıyla acilen doğum yapan her hastanede kürtaj da yapılmalı. Kürtaj ulaşılabilir, sağlıklı ve ücretsiz bir hak olarak kurulmalı!

Yasal haktan üç çocuğa ve ardından…

Bu ülkede kürtaj 1983’den beri yasal. Aynı zamanda hem kürtaj hem de doğum kontrolü ücretsizdi. AKP hükümeti sağlığı paralı hale getirirken önce kadınların ihtiyaçlarından kısıntıya gitti, kadınların doğum kontrolüne ve kürtaj hizmetlerine doğrudan ulaştıkları AÇSAP’ları kapattı! Başlarda tümden kaldırmayıp doğum kontrol ilaç ve yöntemlerini gerçek ihtiyacı karşılamayacak şekilde azalttı.

Bugün birçok kadın “prezervatif kalmadı”, “doğum kontrol hapları haftaya gelecek” gibi nedenlerle aile sağlığı merkezlerinden eli boş gönderiliyor. Artık kadınların kaç çocuk ve hangi yöntemlerle doğuracağının kararı da Başbakana sorulacak!

Doğum kontrolü bırakılarak, baskı ve yasaklarla, “üreme sağlığı” politikalarıyla kadınlar doğurmaya zorlanıyor.

Tecavüz durumlarında, kadınların kürtaj olmasının önüne mahkeme kararıyla engeller konuluyor. Yasa 20 haftaya kadar kadının kürtaj olmasına olanak tanırken, tecavüz travması yaşayan kadınlar, savcı izni gerekçesiyle süre aşımına uğratılıyor ve kürtaj yaptıramıyor.

Tecavüz durumlarında kadınların kürtaj isteği yeterli sayılsın!

Isparta’da Nevin Yıldırım tecavüz sonucu hamile kalarak istemediği çocuğu doğurmak zorunda kaldı. Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın şu sözleri kadınların uğradığı mağduriyete hükümetin nasıl baktığının çarpıcı bir göstergesiydi: “Tecavüz gebeliklerinde doğursunlar devlet bakar!”

Son günlerde yaşanan bir diğer örnek ise 16 yaşındaki genç bir kadının tecavüze uğrayarak hamile kalmasıydı. F.T. kürtaj olmak istemiyle Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurduğunda mahkeme, “Anne yönünden sorun yaratmadığı ve başka bir zorunluluk hali olmadığı” gerekçesiyle F.T.’nin talebini reddetti.

İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi, son dönemde “Kürtaj yasaklandı” veya “Eş rızası gerekli” gibi nedenlerle kürtaj işlemi yaptıramayanlarla ilgili başvurular aldığını açıkladı. Bunun üzerine basında yer alan bir araştırmaya göre, bazı hastanelerde “Kürtaj yasaklandı”, bazılarında ise “Bekâr anne adayları dâhil tüm kadınlar için eş rızası istiyoruz,” şeklinde haberler yayılmaya başladı.

Yasada engel olmamasına rağmen bekar kadınlar eş izni gerekçesiyle mağdur ediliyor.
Türk Jinekoloji Derneği, kürtaj uygulamasının gizlice yasaklandığını belirterek,
“…kamu hastanelerinde kayıt sisteminde kürtaj işlemi için kullanılan ‘tıbbi tahliye kodu’ kaldırıldı. Sistemde kadın doğum doktorları kürtaj işlemi yapamamaktadır. Yasal olarak belirlenmiş 10 haftalık sürede kürtaj talep edenlere hizmet verilmemektedir,” açıklamasında bulundu.

Bu ülkede kadınların, birinci basamak sağlık hizmetlerinde doğum kontrol yöntemlerine ücretsiz olarak erişmeye hakkı var!

Kürtajı yasaklama girişimlerinden vazgeçmediler. Kürtaj engelleniyor!

Kadının sağlığını tehdit eden durumlarda bile yapılması zorunlu kürtajlar için üç hekim raporu ve bakanlık iznine kadar vardırıldı. Kamu hastanelerinde kürtaj yaptıramayan kadınlar sağlıksız, niteliksiz koşullarda ve yaşamlarını hiçe sayarak kürtaja razı gelmek zorunda kaldılar.

Sağlık Bakanlığı, dünyada etkili ve kadınlar için daha az yıpratıcı bir yol olan “tıbbi düşük yöntemi” için 2000 yılından beri yürütülen çalışmaları yok saydı. Yetmedi, bu ilaçları piyasadan toplattı. Oysa aynı ilaçlar, kadınların doğumları sırasında da hayati öneme sahip.
AKP’nin aile politikaları üzerinden şekillenen kadın bedeni ve cinselliğini denetleme siyaseti, kadınların doğurup doğurmama, anne olup olmama gibi kendi yaşamlarını belirleyen bir konuda karar almalarının önünde bir engel oluşturdu. Kadınların mahrem bilgileri kayıt altına alındı. Gebeliklerin sürdürülmesi konusunda psikolojik baskı uygulandı.

Sezaryen kararını da kadına ve hekime bırakmayıp bakanlıktan idare ettiler

Ücretsiz, sağlıklı, güvenli doğum kontrol ve kürtaj hizmeti sağlanmadığı, kürtaj yasaklandığı ve doğum kontrolü sadece kadınların üzerine yıkıldığı müddetçe kadınlar ölüme terk edilmiş olacak.

Doğum kontrol yöntemlerini kolay erişebilir, ücretsiz ve yaygın olarak sunmak devletin görevidir; hükümet bu hizmeti vermek zorundadır. Hükümeti imzaladığı uluslararası sözleşmelere uymaya çağırıyoruz!

Son on yılda AKP yasaya aykırı olarak kamu hastanelerinde kürtaj yaptırmamaktadır. Biz kadınlar, ücretsiz kürtaj hakkımızla birlikte kamu hastanelerinde kürtaj hizmetinin kadınlar için erişilebilir olmasını istiyoruz!

Kamu hastanelerinde kürtaj servislerinin yeniden açılmasını talep ediyoruz!

Kamu ve özel hastanelerde kürtajda 10 haftalık yasal süreye uyulması ve yasal süresinin 12 haftaya çıkartılmasını;

Evli kadınların gebeliklerini sonlandırmak istediği durumlarda eşlerinden izin isteyen uygulamanın kaldırılmasını istiyoruz!

Bütün sağlık kuruluşlarında doğum kontrol hizmeti ve kürtaj hizmeti veren birimler oluşturulmalı. Tıbbi düşük seçeneği de dahil olmak üzere her kadın duygusal ve fiziksel zorluk yaşamadan nitelikli, sağlıklı koşullarda ücretsiz kürtaj hakkına erişebilmelidir.

Kadınları doğurmaya zorlamak için yapılan baskılara, gebelik testi ile kadınları izlemeye, mahremiyet ihlallerine son verilmelidir.

Sezaryen gerekli durumlarda tercih edilecek bir doğum yöntemidir. Bu karar kadının ve hekimin kararı olmalıdır, başbakanın değil!

Tecavüz durumunda oluşan gebeliklerde kadının beyanı esas alınarak, isteği halinde gebelik sonlandırılmalıdır.

Kadınların yasal hakkı olan kürtajı engelleyen kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunuyor, yasa dışı eylemleri nedeniyle cezalandırılmalarını talep ediyoruz.

AKP politikaları nedeniyle ölecek kadınların yasını tutmadan bugün haykırıyoruz.

Kürtaj yasakçılarına oy vermiyoruz! Tüm kadınlara sesleniyoruz: Kürtaj yasakçılarına oy yok demek için 28 Mart Cuma günü mor giyip sokağa çıkıyoruz! Kürtaj hakkımızdan vazgeçmeyeceğimizi seçimlere günler kala AKP hükümetine yeniden hatırlatıyoruz.

Bedenimiz bizim, kararımız bizim, hayatımız bizim!

Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu

Kürtaj: Yasa ve Uygulama/İstanbul Feminist Kolektif

Büyük izlemek için tıklayın.

Devlet ücretsiz doğum kontrolü yöntemlerine erişimi kısıtlıyor, kürtajı uygulamada erişilmez kılıyor. Kürtaj “yasal” ama… Üç doktor imzalı sağlık raporu ve evli-bekar-dul  her kadın için “eş izni” isteniyor. Tıbbi zorunluluk yoksa sağlık güvencesi kapsamına alınmıyor… Devlet kadın sağlığını hiçe sayıyor. Konuyu etraflıca anlatan videoyu İstanbul Feminist Kolektif hazırladı.

 

8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü/İstanbul-2014

indirBedenimiz, hayatımız, kararımız bizim! Aileniz sizin olsun!

Biz kadınlar, feminist gece yürüyüşümüzün 12’inci yılında yine Taksim’deyiz! Her sene burada daha da çok kadın Patriarkaya, heteroseksizme, erkek şiddetine karşı isyanımızı haykırıyoruz.

Biz kadınlar her 8 Mart’ta olduğu gibi bugün de tekrarlıyoruz!  Evde, işte, sokakta ve hayatın her alanında cinsiyetçi işbölümü ve uygulamalarını reddediyoruz!  İster tam zamanlı evde, ister ev dışında çalışalım, karşılığı ödenmemiş emeğimiz için; bütün ev işlerini ve bakım yükünü üstümüze yıkan erkeklerden alacaklı olduğumuzu her fırsatta dile getirmekten vazgeçmeyeceğiz.

Geçen 8 Mart’tan bu yana erkekler tarafından şiddete uğrayan, öldürülen kadınların hikayelerine dair haberlerin ardı arkası kesilmedi. Biz, bu hikayelerin ardında yüzyıllardır süregelen erkek egemen sistemin yattığını biliyoruz!

Ancak 11 yıldır iktidarda olan AKP hükümeti de, muhafazakar politikalarıyla erkek şiddetini besleyen adımlar atıyor. Başbakanın, “Ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum,” sözleri AKP’nin kadına bakış açısının ta kendisi. AKP kadının “fıtratı” gereği zayıf ve muhtaç olduğunu düşündüğünü söylemleriyle gösteriyor. Bu bakış açısının ürettiği çözümler ise şiddeti önlemekten uzak!

AKP, kadınların istihdamını arttırıyorum yaldızıyla, bizi hem esnek çalışmaya hem de çok çocuk doğurmaya zorluyor. AKP’nin bize vaat ettiği bir tek gelecek var: Evlilik.

Evlilik baskısı kadınların çocuk yaşta zorla evlendirilmelerine zemin hazırlıyor!

Ailenin korunması ve devamlılığını temel alan ve cinselliği üremeye indirgeyen Patriyarka ve heteroseksizm biz kadınları iki kere vuruyor, cinsel yönelimimiz ya yok sayılıyor ya da yine erkeklerin arzu ve fantezi nesneleri haline dönüştürülüyoruz.

Nüfus cüzdanlarımızın rengini mutlak cinsiyet kimliği olarak dayatan, sadece lezbiyen, biseksüel, trans kadın olduğumuz için cinsel şiddete, tacize, tecavüze, mobbinge, ayrımcılığa daha açık hale getiren erkek egemen heteroseksist düzene isyan ediyoruz. AKP’nin Nefret Suçlarıyla ilgili yasal düzenleme yaparken LGBT bireyleri koruma kapsamı dışında bırakmasını ise, AKP’nin LGBT cinayetlerini seyretmeye devam edeceğini ilan etmesi olarak görüyoruz.

 

“Her kürtaj Uludere’dir” sözleriyle düğmeye basan Başbakan’ın ve AKP Hükümetinin kürtajı yasaklayan yasa çıkarmasına karşı mücadele ederek kürtaj hakkımızın yasaklanmasına engel olduk. Fakat AKP yasal olarak yapamadığını uygulamada yapıyor. Devlet hastaneleri 10 haftalık yasal süre içinde olsa dahi isteğe bağlı kürtajda hastane kapılarından kadınları geri döndürüyor.  En son İzmir’de kürtaj butonunun kaldırılması ile kürtaja ulaşımın engellendiğini gördük.

“Kadınları şiddetten korumak” için 6284 sayılı yasa çıkalı iki yıl olmasına rağmen yasada belirtilen haklardan kadınlar yararlanamıyor. Yasada olmasına rağmen geçici maddi yardım alamıyorlar. Çocukların okula gizli kayıt yaptırma hakkı gerektiği gibi işlemiyor. Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri’nde (ŞÖNİM)  ihtiyaçlarımıza yönelik destek verilmiyor.

Sığınaktan çıkarılıp, öldürülüyoruz. “Kendi isteğiyle çıktı” deniliyor. Bunu kabul etmiyoruz!

Yargılama süreçleri erkek egemenliği üzerinden işletiliyor!  Mücadelemiz cinayette tahrik, tecavüzde rıza arayan erkek adalete karşı gerçek adalet için!

Artık kocamızdan, babamızdan, erkek kardeşimizden, sevgilimizden gördüğümüz şiddetin kader olmadığını biliyoruz! Artık ev işlerinin,  bakım hizmetlerinin kadınlık görevi olmasına itiraz ediyoruz!   Ölümü bile göze alarak bu şiddete karşı çıkıyor, erkeklere itaat etmeyi reddediyoruz!

Bu sene sokaktaki mücadelemizi Gezi mücadelesine kattık. Polis şiddetine karşı direndik. AKP’nin politikalarının yarattığı öfke bizi sokaklara döktü. Patriyarkanın savaş aracı olarak yönelttiği cinsel taciz ve tecavüz gözaltılar sırasında karşımıza çıktı.  Polisin bu erkek silahını özellikle politik kadınlara sistematik olarak yönelttiğini, kadın mücadelesini bu yolla susturmaya çalıştığını çok iyi biliyoruz. En son Gezi direnişinde de görüldüğü gibi, biz kadınlar bu baskı ve şiddet karşısında yılmak yerine mücadelemizi daha da büyütüyoruz.

Türkiye’nin son bir yılında çok şeye tanık olduk. AKP Hükümeti’nin baskısı, şiddeti, kadın düşmanı politikaları dışında yolsuzlukları da su yüzüne çıktı. Başta Başbakan olmak üzere AKP Hükümetinin politikasının özeti,  AKP’de yolsuzluk, kadınlara yoksulluk ve şiddettir.

Önümüzde yerel seçimler var. Bizim cinsiyetçi adaylara, cinsiyetçi politikaları sorgulamayan partilere verecek tek bir oyumuz bile yok! Oyumuz kadınlardan yana bir yerel yönetim için!  Oyumuz yaşadığımız mekanı, kenti değiştirmek için!

30 yıldır konuşan silahlar son bir yıldır sustu. Kürt sorununun çözümü umudunu taşıdık hep birlikte. Ancak, bu çözüm süreci ne iyi gidiyor ne de şeffaf!  Biz bu sürecin hızlanmasını, yasallaşmasını ve kadınların taraf olarak katılmasını istiyoruz! Acil çözümün ve başta ana dilde eğitim olmak üzere çözüm süreci taleplerinin birçoğunun feministlerin de talebi olduğunu tekrarlıyoruz.

Feminist gece yürüyüşümüzün 12. yılında 12 yıldır yürüdüğümüz sokaktayız. Sokaklarımızı, meydanlarımızı, alanlarımızı bizden almak isteyenlere inat! Patriyarkaya, heteroseksizme, kapitalizme,  militarizme karşı mücadele etmeye, feminist mücadeleyi örmeye devam edeceğiz.

Feminist İsyan

İstanbul Feminist Kolektif

8 Mart 2014

 

 

 

“dünyalı kadınlara çağrımızdır…”

Women gather for 8th March demonstration in Beyoglu. Women in Turkey still struggle for their rights against discrimination, oppression and patriarchal system which draw women away from political, economical and social life. They continue to raise their voices against increasing domestic violence, sexual harrasment, rape, honour killings, being discriminated because of their sexual choices. poverty, invisible labor at home, cheap labor at work and war in general.

Women gather for 8th March demonstration in Beyoglu. Women in Turkey still struggle for their rights against discrimination, oppression and patriarchal system which draw women away from political, economical and social life. They continue to raise their voices against increasing domestic violence, sexual harrasment, rape, honour killings, being discriminated because of their sexual choices. poverty, invisible labor at home, cheap labor at work and war in general.

elif can

konuya hızlı gireyim. nasıl oldu bilmiyorum. kendime geldiğimde her yer toz içerisinde. ama öyle bildiğimiz tek tabaka, uysal tozlardan değil. en az beş yıl alınmamış! tam karşıda mutfak desem değil, çöplük desem hiç değil bir yer… bunlar bulaşık olamaz. burası benim evim olamaz. bir saniye, ben neredeyim? şöyle bir bakınayım, nerede olduğumu anlayayım diye kımıldamak istiyorum ama üzerime, artık nereden geliyorsa bunlar, bir dünya kirli çamaşır devriliyor. çamaşır deryasından güç bela sıyrılıp çıkacakken tam karşıdaki yıkanmış fakat katlanmamış, katlansa bile ütülenmemiş, ütülense bile yerine yerleştirilmemiş temiz çamaşır dağıyla göz göze geliyorum. ışıldayan beyazlar bana göz mü kırpıyor öyle? renkliler “katla bizi” diye bir türkü tutturmuş halay mı çekiyor? çamaşırlar benimle iletişim mi kuruyor?

Devamını Oku…

SFK: AKP’nin ‘Makbul Kadın’ Politikasına Karşı Feminist Forum/21 Şubat 2014

AKP, kadınların bedenleri, emekleri ve kimlikleri üzerinden toplumsal cinsiyet rollerini pekiştiren politikalarına tüm hızıyla devam ediyor; “makbul bir kadınlık” tanımı yaparak birçok kadını bu tanımın dışında bırakıyor ya da bu tanıma uygun bir yaşama zorluyor. Bu yaşam aynı zamanda, heteroseksizmin farklı cinsel kimlik ve yönelimleri dışladığı ve baskı altına aldığı bir yaşam. Patriyarkanın kadınları ayrıştırma politikaları yeni değil; yüzyıllardır tüm coğrafyalarda kadınlar arasında ayrıştırıcı kategorilerin ve tanımların inşa edildiğine ya da aramızda halihazırda mevcut olan farklılıkların bizi birlikte hareket etmekten alıkoymak amacıyla manipüle edildiğine şahit olduk. Günümüzde AKP eliyle uygulanan bu ayrıştırıcı politikalara karşı, farklılıklarımızı ve ortaklıklarımızı tartışmak ve ortak bir mücadele hattının imkanlarını gözden geçirmek üzere 21 Şubat tarihinde Feminist Forum’da buluşuyoruz.

Forumumuz, geniş bir yelpaze içinde yer alan altı konuşmacının sunumlarıyla açılacak. Aşağıdaki iki temel sorunun hem sunumlar hem de forum süresince yapacağımız tartışmalar açısından yol gösterici olacağını düşünüyoruz:

– AKP’nin kadın politikalarını nasıl tahlil ediyorsunuz ve bu politikalarda hangi noktanın/noktaların öncelikli olduğunu düşünüyorsunuz? Şiddet, aile, hukuk, annelik, sosyal haklar, istihdam, kapitalizm, muhafazakarlık ve benzeri kategoriler arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?

– İlk soruyla bağlantılı olarak, AKP ile mücadele ederken hangi politikaların öne çıkarılması ve hedeflenmesi gerektiğini düşünüyorsunuz? Ortak ve etkili bir mücadele hattının hangi temelde kurulabileceğini düşünüyorsunuz?

Her konuşmacının 15’er dakikayla sınırlandırmasını umduğumuz sunumları, tartışma bölümü ve sizi de aralarında görmekten mutlu olacağımız katılımcıların söz alarak en fazla 10 dakika konuşabileceği, geniş katılımlı bir forum takip edecek. Bu son bölümde AKP’nin erkek egemen politikalarına karşı neler yapabileceğimizi ve ortak bir mücadele hattının mümkün olup olmadığını tartışacağız.

Program Akışı:
– 09.30 – 10.00 : Tanışma ve Açılış Konuşması
– 10.00 –11.30 : Sunumlar (Alev Özkazanç, Ayşe Düzkan, Feyza Akınerdem, Gökçeçiçek Ayata, Yeşim Başaran, Yeşim Dinçer)
– 11.30 – 11.45 : Çay – Kahve Arası
– 11.45 – 13.15 : Tartışma
– 13.15 – 14.15 : Yemek Arası
– 14.15 – 15.45 : Forum
– 15.45 – 16.00 : Çay – Kahve Arası
– 16.00 – 17.00 : Forum

Yer: Karaköy Mimarlar Odası
Tarih: 21 Şubat Cumartesi, 09.30
Kemankeş Cad. No:31, Karaköy/İstanbul – Avrupa, Türkiye

Sosyalist Feminist Kolektif

Bir Güneş Doğmalı Üzerimize

skount-street-art-illustrations-graffiti-1Seda Kahraman

Küçük cam kırıkları gibiydik hepimiz. Kırıklarımız kendi canımızı acıtıyor öte yandan çevredekileri rahatsız ediyordu. Oysa onların değil bizim canımız yanıyordu. Anlamamakta direndiler onlar her zaman. Masum bir sevgiyle büyümekte olan hislerimizi öldürmeye çalıştılar her daim. Yadırgadılar bizleri, suçlayıcı bakışlarla öldürdüler içimizdeki masumiyeti… Sanki dünyayı ellerinden alıyorduk. Bazılarıysa bizden çekiniyorlardı. Fark ettikleri zaman bir adım geri atıyorlardı. Onlar bizi hiç sevmediler. Kendi beden görüntüleri gibi ruhlarını da insan zannederek bizi insan sınıfından dışarıya çıkardılar. Hep yanlış olduğumuzu öne sürdüler. Bazıları vaaz vermeye çalıştılar saatlerce. Tek suçumuz inancımızdı, hislerimizdi; onlardan farklı oluşumuzdu onları kızdıran.

Devamını Oku…

Bir Sevgililer Günü Fantezisi

anatomica-red-heartElif Can

Bugün en sevildiğimiz, çok sevildiğimiz gün! Bugün kalpli yastıkların, pelüş ayıcıkların – bazen de pelüş olmayanların –, kurutulmuş ve henüz ölmüş güllerin, simlerin, pembe ve kırmızı ambalajların, yürüyen merdivenlerine felç inmiş AVM’lerin günü!

“Acaba herhangi bir şey değişmiş midir?” diye erkenden kalkıp üç yıl önce bugün bana bahşedilen kahve makinesinden kahveler içtim kana kana. Ardından yine iki yıl önce bugün teslim aldığım tost makinesinde birkaç minik tostik yaptım kendime. Tost makinesi de kahve makinesi de kırmızı. Belli ki çok seviliyormuşum, ortada en az bir adet aşk varmış. Fakat kadir kıymet bilmemişim ve bugün elimde kala kala bu kırmızı, sıcak makineler kalmış.

Devamını Oku…

Kadının Beyanı Esastır, Çünkü…

unnamedMehtap Doğan

Hayatın erkek bakışına ve erkek egemenliğine göre biçimlendirildiği, hane içinde kocanın üstünlüğünün kabul edildiği patriyarkal düzende, koşullarımızın erkeklerle eşit olmadığını biz kadınlar çok iyi biliyoruz. Ataerkil toplumun yarattığı korkunç sonuçları hafifletmek amacıyla, “taciz ve tecavüz suçlarında kadının beyanı esastır; aksini ispat erkeğin yükümlülüğündedir” ilkesini benimsiyoruz.

Devamını Oku…

Uçurumda Ruh İntiharı Sayıklamaları

gocmen1

Ortadoğulu göçmen bir ailenin tek kızı olarak Türkiye’de büyüdüm. Çocukluğum ve ilk gençliğim ailemle birlikte geride bırakılanlara bakarak geçti. Yedi-sekiz yaşlarımdayken yalnız başıma odamın penceresinden, evin yakınlarındaki havaalanından kalkan uçaklara iyice ufalıp gözden kayboluncaya dek bakar, ülkeme döndüklerini ve beni de götüreceklerini hayal ederdim.

Devamını Oku…

Nerden Baksan Tutarsız!/İstanbul Feminist Kolektif

tayyipsiz_tacizsizİstanbul Feminist Kolektif’ten Başbakana: Sen konuştukça kadının beyanı esas olmaktan çıkıyor. Sen sus kadınlar konuşsun!”

Başbakanın açıklamalarına karşı İstanbul Feminist Kolektif’ten yapılan açıklama şöyle:

“Biz feministler, Kabataş’ta başörtülü bir kadının saldırıya uğradığı beyanını duyar duymaz bu saldırıyı kınadık ve kadınlar arası dayanışma gösterdik. Çünkü, “kadının beyanı esastır” ilkesini benimseyen ve bunun mücadelesini veren kadınlar olarak, kadının kim olduğuna ve suçlamanın içinde bulunduğumuz Gezi direnişine yönelmiş olmasına bakmaksızın, yapmamız gereken buydu. Bir kadın tacize uğradığını beyan ettiğine kadının beyanını doğru kabul edilmeli ve aksi kanıtlanana kadar bu kabulün gerekleri yerine getirilmelidir.

Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 22/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 22

DOSYA: Muhafazakârlık: Patriyarkanın sağ kolu

4 İktidar karşısında bütünsel bir feminist mücadeleye doğru / Cynthia Cockburn ile söyleşi ve çeviri: Cemile Gizem Dinçer – Özlem Çelik
6 Özne olmak, güçlenmek, özgürleşmek: İlişkiler üzerine feminist notlar / Selin Çağatay – Cemre Baytok
8 Kadın sağlıkçılar için kalite ve performans: GülümsEMEK / Aslı Davas
10 Perçinci Rosie / Saadet Kıcır 12 İnsanın içindeki sürgünün götürdüğü yer… Sıfır noktası… / Mahinur Şahbaz
DOSYA: Muhafazakârlık: Patriyarkanın sağ kolu
14 Muhafazakârlık: Patriyarkaya her daim yandaş / Yasemin Özgün
16 Hayat tarzı siyaseti üzerine / Nükhet Sirman
18 Hayat tarzı mı, hayatın kendisi mi? / Feyza Akınerdem
19 Fetüsün yaşam hakkını savunanlar, aslında neyi savunuyor? / Sakine Günel
21 Neoliberal muhafazakârlık ve toplumsal cinsiyet: Orta ve Doğu Avrupa deneyimleri / Selin Çağatay
24 Yeni muhafazakârlığın cinsel siyaseti / Yeşim Dinçer
26 Şu fıtrat dedikleri… / Deniz Ulusoy
28 Muhafazakârlığa karşı feminizm / Handan Koç
30 Kemalist muhafazakârlığın modern mağdurları: İclal, Aysel, Oya ve diğerleri… / Kıvılcım Turanlı
32 Modanın muhafazakâr hali / Söyleşi: Sezen Yalçın
34 Yoksa siz hâlâ annenizin muhafazakârlığını mı? / Hazal Halavut
36 Sorusu olan var mı? / Hasbiye Günaçtı
38 “İsimlerin de cinsiyetleri var” / Ali Arıkan ile söyleşi: Mehtap Doğan
MİNİ DOSYA: Göçmenliğin kadın hali
41 Kağıtsız olmanın dayanılmaz ağırlığı / Emel Coşkun
43 “Türkiye est impossible” / Martina Patrizia Gaidzik
44 ‘Bekâr bayana’ kiralık oda / Kristen Biehl 46 Bir sınırdışı sebebi olarak ‘bulaşıcı hastalık’ / Perihan Meşeli
47 Her mültecinin içinde bir gül ağacı boylanır / Sema Merve İş
48 Sığınakta göçmen kadına yer yok / Merve Çağşırlı
49 “Bir sosyal sorumluluk projesi hedefi” olarak Mor Çatı / Selma Toluay
51 Nasıl Feminist Oldum? Canım Kadınlar / Gül Arıkan
52 e haliyle kadınlık halsizlikleri / Elif Can
53 Bir feministin kafa karışıklıkları / S. Dilek Şentürk
54 MelodiKA müzik kolektifi / Söyleşi: Gand
56 Kitap tanıtımı
57 Öfkeli protestolarda neden orta yaşlı kadınları göremiyoruz? / Melissa Benn, Çeviren: Büşra Ul
58 Yolun sonu deniz… / Esra Özban – Cemile Gizem Dinçer
60 Yerel seçim, kimin için? / Nihal Şirin Pınarcıoğlu – Begüm Acar
62 Türkiye’den haberler
64 Dünyadan haberler
66 Hiç Şaşırmadık! 8 Mart’ta yine erkek şiddeti

Rıza

childbride2Özgür Can

Kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesi konumuz. Aslında bu konunun varlığı bile insanı insan olmaktan utandırmaya yetmeli. Ama malesef öyle olmuyor.

Ne oluyor? Görüyoruz işte, “zorlama yok” deniyor, “adamlar pedofoli (hasta)” deniyor, “geleneklerimiz, göreneklerimiz” deniyor… Psikoloji ve geleneksel kodlarla durumu hoş karşılamasak da, anlamamız bekleniyor. Oysa yok bunun anlaşılacak bir tarafı.

Mesele sadece psikoloji alanına devredilemeyecek kadar kapsamlı. Düğünü yapanlar, anneler, babalar.  Çil çil altın takanlar hala, dayı, teyzeler. Şıkır şıkır göbecikler atanlarsa karşı komşular olunca, öyle “adam pedafoliymiş” demekle yırtamıyoruz malesef…

Mahallenin, köyün, yörenin, her neresiyse imamı da hazır. 3 kulvuallah, 1 elham, dinimiz, amin. Olay anında görünmeseler de, ne dolaplar döndüğünü çok iyi bilen koca koca savcılar, ailenin birlik ve bütünlüğü için özel tahsis  edilmiş akla zarar bakanlar… Hepsi ortağı bu törenle tecavüzün.

Kimse “yok bu iş olmaz, izin vermem”  demiyorsa,  meselenin hastalık olarak lanse edilmesi saçma. Herşey hazır; etimolojik, antropolojik, otantik ortamlar.  Öyle bir hava var ki, kız çocuklar “koca, koca” diye yanıp tutuşuyor… Ee ne yapsın erkek de dahil zavallı köy halkı kızı memnun etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ayol koskoca bilmem ne abi savuruyor orta yerde göbecikleri, biz hala vır vır…

Biz feministler kızın bu hakkını gasp ediyoruz…

Pardon ama, küçük kız çocuklarının rızasını ne zamandan beri başınızın üstünde tutuyordunuz? Kız çocukları hastalansa, okumak istese, yapmadığınızı bırakmazsınız; ama evlenecekse  telli duvaklısınız. Ne de olsa iyi niyet taşlarıyla döşenmiş insanlığınız bu hususta, insanın anası-babası ona kötülük yapmaz değil mi?

İşte bizim tüm bu iyi niyetten ve hatta destekten hiç haberimiz yok, haksızlık ediyoruz değil mi? Sonuçta evlilik bir halı, ver altına tüm pislikleri gizlesin… Hakikaten de evlenecek o küçük kıza sorsan, “rızam yok” demez. Zorlasan dahi demez… Neden demez?  Çünkü bunu demesinin bedeli var. Dayak var, ceza var, öldürülmek var, dışlanmak – kovulmak var. Bu mu rıza? Erkek egemen sistem mi rıza? Kim bu Rıza… Ah ulan Rıza…

Lay lay lom, nenem dedemle, annem babamla örnekleri bitmez. Kime sorsan var böyle yakınları… Tabi hikaye yıllarca sonra dinlenirken, kimse kendi hayatının acılarını söylemek istemiyor. Hani o ailenin birlik bütünlük, birbirine bağlı, birbirine zarar vermek istemez görüntüsüne zeval vermek istemiyor. Ton ton ninenizin, minnoş dedenizden çektiğini, babanızın, annenize neler yapmış olabileceğini aklınıza getirmek istemezsiniz. Kim ister ki? Bildiğimiz şu ki; bir kadın mutlu bir aile tablosu verdirmek için yetiştiriliyor.

Kimin tarihi, kimin geleneği, yazılan tarihin erkek olduğu, kültürlerin belirleyicisinin erkekler olduğu yalan mı? Bunu bilmeyelim mi?

Küçük bir kız çocuğu istediği için veya  istemek zorunda bırakıldığı için, onunla birlikte olmanın adı da tecavüzdür beyler. Bunu isteyen kıza “lapin” atlarsanız siz de tecavüzcü olursunuz. Aklıselim düşünen, olgun, deneyimli ve büyük olansanız; küçük kız çocuklarının bu konudaki isteklerini suistimal etmeye, pişmalığa çevirmeye hakkınız olamaz.

Kadın Düşmanı Barolara Çağrı

barokadindusmaniAvukat Candan Dumrul hakkında Ankara Barosu’nun açtığı soruşturmayı protesto ettiler.

Ankara Kadın Platformu üyesi kadınlar Ankara Adliyesi önünde bir araya gelerek Fethiye davasında tecavüz sanıklarının avukatlığını yapan Muğla Barosu Başkanı Mustafa

İlker Gürkan’ın şikayeti üzerine Ankara Kadın Platformu üyesi avukat Candan Dumrul hakkında Ankara Barosu’nun açtığı soruşturmayı protesto etti. Kadınlar basın açıklaması sonunda “Biz de Candan gibi düşünüyoruz, o halde bizi de soruşturun” dedi ve kendilerini ihbar etti.

Fethiye davasında tecavüz sanıklarının avukatlığını yapan Muğla Barosu Başkanı Mustafa İlker Gürkan’ın 11 Ocak 2012 günü Uluslararası Hukuk Kurultayı’na konuşmacı olarak çağrılması üzerine, Ankara Kadın Platformu üyesi tüm kadınlar, Ankara Baro Başkanlığı’na gönderilen faks sonuçsuz kalınca, kurultaya katılarak adı geçen konuşmacıyı protesto etmişti.

Bu protestoda Ankara Kadın Platformu adına konuşma yapan Av. Candan Dumrul’u Ankara Barosu’na şikayet eden Mustafa İlker Gürkan’ın başvurusu üzerine Ankara Barosu Gürkan’ı haklı bularak Dumrul hakkında soruşturma başlattı.

Ankara Kadın Platformu üyesi kadınlar bugün Ankara Adliyesi önündeki basın açıklamasında, “Biz kadınlar bugüne kadar her gün giderek artan yeni tecavüz, taciz ve kadın cinayetlerine karşı adliye önlerinde, mahkeme salonlarında, alanlarda mücadele ederken şimdi de Barolara karşı mücadeleye başlıyoruz.” dedi.

BAROLAR KADIN DÜŞMANLIĞI YAPIYOR

Açıklamada Çanakkale’deki bir taciz davasında da Kültür Sanat Sen Kadın Sekreteri Deniz Özsaygı’ya yönelik benzer bir sorulturma başlatıldığını vurgulandı: “Tecavüz sanıklarının avukatlığını yapanları düzenledikleri kurultaylarda konuşmacı yapanlar bu yetmezmiş gibi tecavüze, tacize karşı mücadele eden kadınları da soruşturmaya kalkıyorlar. Üstelik bu olayın bir benzeri Çanakkale’deki taciz davasında Kültür Sanat Sen Kadın Sekreteri Deniz Özsaygı’ya Çanakkale Baro Başkanı tarafından sendika üyelerinin uğradığı tacize karşı mücadele ettiği için hakkında dava açmak kaydıyla yaşatılıyor.”

GELİNCİK PROJESİ BUNLARIN ÜSTÜNÜ ÖRTMEYE YETMEZ

Kadınlar açıklamanın ardından “Biz de oradaydık” diyerek kendilerini ihbar etti: “Candan DUMRUL ve Deniz ÖZSAYGI tecavüze, tacize, kadına yönelik her türlü şiddete karşı mücadele eden kadınları ve kadın dayanışmasını engellemek maksadıyla seçilmişlerdir. Ancak nafiledir, korkunun ecele faydası yoktur. Ne Gelincik projeleri, ne de Baro yönetimleri biz kadınları ve dayanışmamızı engelleyemez. Burada soruşturulmak istenen Candan DUMRUL değil, bütün kadınlardır. O nedenle basın açıklamasından sonra hepimiz Ankara Barosu’na “Biz de oradaydık, biz de Candan gibi düşünüyoruz, o halde bizi de soruşturun” diyeceğiz ve kendimizi ihbar edeceğiz.”

Açıklamanın tamamı şöyle:

Sadece bu ülkede yaşayan kadınlar olmakla bile biliyoruz ki, cinsel saldırı davalarında failler değil, kadınlar yargılanır. Kadınlar “yollu’’ olmakla, “komplo’’ kurmakla suçlanırlar. Erkek sanıklar ise her zaman saygın ve suçsuzdurlar. Tıpkı Fethiye davasında olduğu gibi…

Kamuoyunun yakından takip ettiği bu davada 2007 yılında ilaç verilip uyutularak 2’si çocuk 8 kişinin tecavüzüne uğrayan kadın arkadaşımız maruz kaldığı travma nedeniyle hafıza kaybına uğramış, psikiyatrik yardım alıp olayın ayrıntılarını hatırlayınca tecavüz sanıkları hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Savcılık tecavüz zanlılarının “saygın kişiler oldukları, tecavüz gibi adi bir suçu işlemeyecekleri’’ gerekçesiyle dava açmamıştır.

Kadınların mücadelesi sonucu açılan davada sanıkların avukatlığını Muğla Barosu başkanı Mustafa İlker Gürkan üstlenmiştir. Bakanlık zorlaması ile açılmış olan bu davada Gürkan’ın Baro Başkanlığını sürdürürken sanıkların vekilliğinin üstlenilmiş olması, mağdurun adil yargılanma hakkının sınırlarını daraltan, avukatlık mesleğinin bağımsızlığına gölge düşüren siyasi bir tercihtir.

Zira Baro başkanı davanın vekiliyken, mağdura adli açıdan yardımcı olmak görevini üstlenebilecek Muğla Barosu Kadın Hakları Komisyonu’nun bu görevi tarafsız biçimde yapamayacağı açıktır.

Ayrıca mağdura zorunlu vekil tayin etme görevi de bulunan Baro’nun başkanının, sanıkların avukatı sıfatıyla bu görevi yapması hem etik bir problem hem de adalet duygusunu yaralayıcı bir husustur.

Baro Başkanı mağdur kadın arkadaşımızın adalet hakkını sınırlamakla kalmamış, mahkeme önünde demokratik eyleme katılan kadınları polise işaret ederek, gözaltına alınmalarını sağlamaya çalışmış, uyguladığı baskının sınırlarını dayanışan kadınlara doğru genişletmiştir.

Sanık savunmalarını mağdur kadının anne babası boşandığı için dengesiz ve iftira atmaya yatkın oluşu üzerine kurarak da siyasi duruşunu netleştirmiş, boşanmış anne baba çocuklarını potansiyel komplocular olarak işaretlemiştir.

Üstelik Muğla Baro Başkanı Mustafa İlker Gürkan, savunmasını yaparken mağdur kadının tüm özel hayatını, anne-babasının boşanmış olmasından, kullandığı ilaçlara kadar didik didik etmiş, yaşadığı psikolojik sorunlar nedeniyle böyle bir suç uydurduğunu ima etmiş, tanık sıfatıyla dinlenecek olan annesini tehdit etmiş, bunula da yetinmeyerek mağdur kadının çeşitli gazete ve dergilerde cinsel suçlarla ilgili yazılar yazmasını mahkemeye dedil olarak sunmuştur.

Muğla Barosu Başkanı ve sanıkların avukatı Mustafa İlker Gürkan’ın 11.01.2012 günü TBB Özdemir Özok Kongre Merkezi’nde düzenlenen Uluslararası Hukuk Kurultayı’na konuşmacı olarak çağrılması üzerine, Ankara Kadın Platformu üyesi tüm kadınlar, Ankara Baro Başkanlığını bilgilendirmek üzere bir faks göndermişler, ancak programda bir değişiklik olmayınca, Anayasa’dan ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden kaynaklanan haklarını kullanarak konuşmayı protesto etmişlerdir.

Mustafa İlker Gürkan’ın son marifeti, Ankara Kadın Platformunun bir üyesi sıfatıyla protesto metnini okuyan Candan Dumrul’u Ankara Barosu’na şikayet etmek olmuş, ardından Ankara Barosu tarafından soruşturma açılmıştır.

Fethiye davası mağdurunun adil yargılanma hakkını savunmayı ve insan hakları kavramının içeriğinin boşatılmasına dikkat çekmeyi amaçlayan bu protesto eylemi aynı zamanda avukatlık mesleğinin onurunu korumaya da yöneliktir.

Ankara Barosu gibi hukukun üstünlüğünü savunması beklenen bir sivil toplum kuruluşunun, demokratik protesto hakkını kullanan bir kadına açtığı dava, biz kadınlar açısından ibret vericidir.

Baroların üyeleri üzerindeki disiplin yetkisi sadece mesleki alandaki faaliyetleriyle sınırlı olup, Candan Dumrul’un bir kadın olarak katıldığı protesto eylemi nedeniyle soruşturulmak istenmesi tek kelimeyle abesle iştigaldir.

Demokratik bir hakkın kullanımından ibaret olan bir eylemi yargılamak, katılan kadın vatandaşı soruşturmak, otoriter, baskıcı, vesayetçi zihniyetin uzantılarıdır. Ankara Barosu’nun vardığı vahim nokta açısından son derece dikkat çekicidir.

Bu olayın bir benzerini Çanakkale’deki taciz davasında Kültür Sanat Sen KadınSekreteri Deniz Özsaygı yaşamıştır. Sendika üyesi bir kadına cinsel saldırıda bulunan amirin avukatı olan Çanakkale Baro Başkanı N.Ç. davasından çıkan kararı toplum vicdanını yaralar nitelikte bulduğu yönünde bir açıklama yapmıştır. Deniz Özsaygı’nın bu çelişik durumu eleştirmesi üzerine Çanakkale Baro Başkanı, kendisine dava açarak karşılık vermiştir.

Kadına yönelik şiddetle mücadele etmek samimiyet ve tutarlılık ister. Ancak kadına yönelik şiddetle mücadele etme amaçlı Gelincik projesini yürüten Ankara Barosu’nun bu soruşturmayı başlatmadaki tutumuyla kadına yönelik şiddetle mücadele konusundaki samimiyeti de ortadadır. Biz biliyoruz ki, kadına yönelik şiddet sadece lafta kalan prestijli projelerle önlenemez. Kadına yönelik şiddet, bunun karşısında mücadele eden kadınları cezalandırmakla da önlemez, bilakis bu şekilde sürdürülür.

Başından beri iktidarın, suçluları korumak, mağdurun mağduriyetini arttırmak için her türlü çabayı gösterdiği bu süreçte, Ankara Barosu’nun aldığı tavrı kınıyor, demokrasi ve adil yargılama hakkına saygı göstermeye, yetki sınırlarını aşmamaya çağırıyoruz. Ankara Barosu’na varoluş nedenini ve savunmakla sorumlu olduğu insan haklarını hatırlatıyor ve soruşturmanın hemen sona erdirilmesini istiyoruz.ddet sadece lafta kalan prestijli projelerle önlenemez. Kadına yönelik şiddet, bunun karşısında mücadele eden kadınları cezalandırmakla da önlemez, bilakis bu şekilde sürdürülür.

O nedenle basın açıklamasından sonra hepimiz Ankara Barosu’na “Biz de oradaydık, biz de Candan gibi düşünüyoruz, o halde bizi de soruşturun” diyoruzve kendimizi ihbar ediyoruz.”

Uçan Süpürge

 

Can Başkent’e Cevap; Biber Acıdır..

canÖzgür Can – Feminist

Birikim dergisinde çocuk gelinlere ilişkin Metin Solmaz bir yazı paylaşır. Merin Sever gerekli cevabı verir. Bence mevzu kapanır.

Fakat sonra  “benim bedenim, benim kararım” sloganının da yanlış olduğunu yazıya iliştirmiş olan Metin Solmaz’ın makalesine destek gecikmez, gelir.  Can Başkent aylardır içinde tuttuğu, belki bazı kişilerle paylaştığı konuyu, Birikim aracılığıyla tekrar gündeme taşır.

Devamını Oku…

Barış İçin Kadın Girişimi Çözüm Süreci Raporu

rozetBarış İçin Kadın Girişimi, kadınların çözüme ve barışa dair beklentileri, talepleri, gerekli yasal düzenlemeler, savaş hakikatleri ve güvenlik reformu konularının yer aldığı, kadınların barış sürecine yaklaşımlarını ve çözüm için önerilerini sundukları raporu açıkladı. ‘Barış İçin Kadın Girişimi Çözüm Süreci Raporu’nu paylaşıyoruz:

Devamını Oku…

Mutfak Cadıları Ocak 2014 bülteni çıktı!

mutfak_cadilari_cilt-1-1Mutfak Cadıları’nın Ocak 2014 sayısında ele aldığımız konular şöyle;

2003 yılında uygulanmaya başlanan Sağlıkta Dönüşüm Programı özellikle kadınların yoğunlukta olduğu sektörde güvencesiz ve esnek çalışma biçimlerini dayatıyor.

Kadınların kısmi zamanlı çalışmayı seçmesi, gerçekten kadınların özgür iradeleriyle yaptıkları bir seçim mi?

Gözümüz aydın, sonunda Anne Üniversitesi de açıldı…

Sağlık Sen’in “Sağlıkta Kadın Çalışan ve Sorunları” araştırması sektörde kadınların maruz kaldığı cinsiyete dayalı ayrımcılığı gösteriyor.

Sağlıkta Dönüşüm ve Kadın Emeği

hemsire2003 yılında uygulanmaya başlanan Sağlıkta Dönüşüm Programı 1980’den beri hedeflenen reform hamlelerini seri bir biçimde yaşama geçirmiştir. Kadınların yoğunlukta olduğu ve giderek feminize olan sağlık sektörü; neoliberal politikaların paralelinde özelleştirme sürecini yaşamaktadır. Reform adı altında devlet sağlık alanında özel sektörü teşvik etmektedir. Sağlık hizmetlerinin metalaşmasına yol açan sağlıkta yeniden yapılanma süreci, sağlık sektöründeki tüm meslek mensuplarının çalışma koşullarını ve istihdam şekillerini dönüştürmüştür. Devamı için

Kadınların Kısmi Zamanlı Çalışması Tercih mi Zorunluluk mu?

images_ksmiKadınların kısmi zamanlı çalışmayı seçmesi, gerçekten kadınların özgür iradeleriyle yaptıkları bir seçim mi, yoksa dayatılan ev ve bakım emeğinin kadınlara başka bir seçenek bırakmamasından mı kaynaklanıyor? Örneğin, kamu kreşlerinin özelleştirildiği, mevcut çalışan ücretlerinin yüksek kreş ve bakıcı giderlerini karşılamaya yetmediği ve erkeklerin ev içinde hiçbir sorumluluk üstlenmediği toplumsal bir iklimde kadınların evden, kısmı zamanlı işlerde daha kısa süreli ve düşük ücretlerde çalışması gerçek bir seçim olarak değerlendirilebilir mi? Kısmi zamanlı çalışmanın güvenceli hale getirilmesi, tam zamanlı güvenceli işlerin getirdiği avantajların yerini alabilir mi, kadınların aileye olan bağımlılıklarını aşındırarak, kadınları ücretsiz ve ücretli iş yükümlülüklerinin kıskacından kurtarabilir mi? Bu soruları, AKP hükümetinin de zaman zaman referans verdiği, iş ve aileyi uyumlaştırma politikalarıyla birlikte güvenceli esnekliğin de bir norm haline gelmeye başladığı Avrupa ülkelerinden örneklerle cevaplayalım. Devamı için

Anne Üniversiteleri: Masumiyetten Uzak Bir Adım

anne-universitesi-nde-dersler-basladi-4012942_oEğitim şart dediler, annelik en zor meslek dediler…
Değerler dediler, hayırlı evlatlar dediler…
Kadın değil anne dediler, aile dediler…
Tv programlarını yapmak, gazete çıkarmak, kurs vermek, kadın bakanlığını kaldırmak vs yetmedi; sonunda Anne Üniversitelerini de açtılar…

İlki İstanbul’da 2012 yılında Esenler Belediyesi Şehir Düşünce Merkezi ve Yıldız Teknik Üniversitesi işbirliği ile başladı. Dediklerine, yazıp çizdiklerine göre üniversite (!) iki dönemi arkasında bırakmış,  üçüncü dönemi başlamış.

İkincisi ise Ankara’da Büyükşehir Belediyesi ve Gazi Üniversitesi işbirliği ile geride bıraktığımız Kasım ayında açıldı. Devamı için

Sağlıkta ayrımcılık var; cinsel taciz ve şiddete karşı önlem alınmıyor

Sağlık Sen’in “Sağlıkta Kadın Çalışan ve Sorunları” başlıklı araştırma, sektörde kadınların karşı karşıya kaldığı sorunları bir kez daha açığa çıkardı. Devamı için

Ayda bir elektronik bülten olarak yayınlanır.

Her türlü katkı, görüş ve eleştiri için: sosyalistfeministkolektif@gmail.com

 

 

 

 

 

Çocuk Gelinler Cehennemi

muhtarDursaliye Şahan 

Türkiye’de ne var? Örneğin DASK var. Zorunlu Deprem Sigortası. Ev alırken veya miras kaldığında bile tapunuzu alabilmek için yaptırmak zorundasınız. Hatta afet sonrası ödeme yapılmayan köy evlerine bile getirilmiş. Üstelik köylerde şehirdeki evlerin 5 misli prim alındığı söyleniyor.

Bu sigortadan kaçış yolu?

Diyelim ki yeni evinize su veya elektrik bağlatmak istiyorsunuz. Elektrik veya Sular İdaresi sigorta fotokopisini mutlaka dilekçenin altında görmek istiyor. Yani kaçma ihtimali sıfır. Pardon! Bir yolu var aslında. Mülkten vazgeçmek.

Şimdi gelelim şu haberlerde tekerleme haline gelen; çocuk gelinler konusuna.

Devamını Oku…

Pis Kokulu Gül Bahçesinden Kaçış

rose_thorndeniz can 

 ‘peitho,
aphrodite’nin
baştan çıkaran kızı,
şaşırtıyorsun
biz aşık olan ölümlüleri’*

 kadınlarla ilişki yaşamaya ya da ilişkilenmeye dair tarihim, geç ergenlik denilebilecek dönemlere denk geliyordu. aslında ilişkilere ve cinselliğe dair sorgulamalara paralel de olan bir dönemdi bu. kadınlarla ve de feminizmle tanışına kadar, tek eşli heteroseksüel ilişkiler dışındaki tüm ilişki biçimleri benim dışımda ya da fantezi dünyamın içindeydiler. bunu da farketmem -ya da şöyle diyelim- kendime itiraf etmem de, ilk kez bir kadınla yakınlaşınca oldu.

Devamını Oku…

Bütün “Dar Alanları” Genişletmek İçin…

feminaBaşlarken…

Bu metin aracılığıyla bir çağrı yapmak istiyoruz. Birlikte düşünmeye, fikir üretmeye ve tartışmaya çağrı! Bizim metnimiz aklımızdaki soruları ortaya dökmenin ilk adımı olsun, isteyenler de bu tartışmaya kendi metinleriyle katılsınlar ve birlikte bir tartışma inşa edelim istiyoruz. Çünkü konu çok çetrefilli!

Konumuz “özel”, kişisel, duygusal, cinsel ilişkiler. Üstelik bunların belirli bir siyasi çevre içinde olanları! Pek çoğumuzun, geçtiğimiz günlerde sosyal medyadaki bir “erkeklik” ifşası ve ardından gelen özür/özeleştiri vesilesiyle haberdar olduğu bu tartışma, aslında uzun zamandır “biz bize” yürüyen, devam eden bir tartışma. (Bu “biz bize” halini birazdan açacağız.) Meselenin gündeme geliş biçimi sol çevrelerde yazıp çizdikleriyle tanınan bir erkeğin ismi üzerinden olsa da, bu münferit ya da tekil bir olay değil. Yani tek bir erkek tarafından ya da tek bir kez yapılıvermiş bir olay değil. Bu son olayda sosyal medya üzerinden adı ve yaptıkları kamusallaştırılan erkeğin aynı davranış biçimini çok sayıda ilişkide sergilemiş olmasına karşın ancak ifşa ve teşhirden sonra “hatasını anlamış olması” ve kamusal özründe/özeleştirisinde belirli bir siyasi çevre içinde bu meseleleri tartışmanın güvenilir politik mekanizmalarının geliştirilmesini dilemiş olması, ilişkiler üzerine bu tartışmayı kamusal olarak başlatmak için iyi bir “fırsat” oldu. Bu “fırsatla” ilgili bir özeleştiriyle başlayalım öyleyse.

Devamını Oku…

Sağlıkta Cinsel Taciz ve Şiddete Karşı Önlem Alınmıyor

A US Army doctor examines a patient.

A US Army doctor examines a patient.

Sağlık Sen’in “Sağlıkta Kadın Çalışan ve Sorunları” başlıklı araştırma, sektörde kadınların karşı karşıya kaldığı sorunları bir kez daha açığa çıkardı. 

Araştırma, 30 ilde 1360 kadın çalışanın katılımı ve yüzyüze görüşme metoduyla gerçekleştirildi. Sonuçlara göre, sağlık çalışanı kadınların;

– Yüzde 79,3’ü Türkiye’de, yüzde 43,6’sı çalıştığı kurumda cinsiyete dayalı ayrımcılık olduğunu düşünüyor.

– Yüzde 58’i cinsiyetinden dolayı kendini dezavanatajlı hissediyor.

– Yüzde 61’i terfi ve işe alımlarda erkeklere öncelik tanındığı görüşünde.

– Yüzde 39’u, “aynı eğitimi almış olmama rağmen çalıştığım kurumda erkek çalı¬şanlarla eşit fırsatlara sahip değilim” diyor. “Erkek olsaydım şimdiye kadar terfi etmiştim” diyenlerin yüzde 40’ı geçiyor olması da bu veriyi destekler nitelikte.

– Yüzde 46’sı, üst düzey bir pozisyon için gerekli donanıma sahip olduğu ancak “ailevi sorumlulukları”nın bunu engellediği görüşünde.

Devamını Oku…

Sağlıkta Dönüşüm ve Kadın Emeği

hemsire2003 yılında uygulanmaya başlanan Sağlıkta Dönüşüm Programı 1980’den beri hedeflenen reform hamlelerini seri bir biçimde yaşama geçirmiştir. Kadınların yoğunlukta olduğu ve giderek feminize olan sağlık sektörü; neoliberal politikaların paralelinde özelleştirme sürecini yaşamaktadır. Reform adı altında devlet sağlık alanında özel sektörü teşvik etmektedir. Sağlık hizmetlerinin metalaşmasına yol açan sağlıkta yeniden yapılanma süreci, sağlık sektöründeki tüm meslek mensuplarının çalışma koşullarını ve istihdam şekillerini dönüştürmüştür.

Devamını Oku…

Kadınların Kısmi Zamanlı Çalışması Tercih mi Zorunluluk mu?

images_ksmiKadınların kısmi zamanlı çalışmayı seçmesi, gerçekten kadınların özgür iradeleriyle yaptıkları bir seçim mi, yoksa dayatılan ev ve bakım emeğinin kadınlara başka bir seçenek bırakmamasından mı kaynaklanıyor? Örneğin, kamu kreşlerinin özelleştirildiği, mevcut çalışan ücretlerinin yüksek kreş ve bakıcı giderlerini karşılamaya yetmediği ve erkeklerin ev içinde hiçbir sorumluluk üstlenmediği toplumsal bir iklimde kadınların evden, kısmı zamanlı işlerde daha kısa süreli ve düşük ücretlerde çalışması gerçek bir seçim olarak değerlendirilebilir mi? Kısmi zamanlı çalışmanın güvenceli hale getirilmesi, tam zamanlı güvenceli işlerin getirdiği avantajların yerini alabilir mi, kadınların aileye olan bağımlılıklarını aşındırarak, kadınları ücretsiz ve ücretli iş yükümlülüklerinin kıskacından kurtarabilir mi? Bu soruları, AKP hükümetinin de zaman zaman referans verdiği, iş ve aileyi uyumlaştırma politikalarıyla birlikte güvenceli esnekliğin de bir norm haline gelmeye başladığı Avrupa ülkelerinden örneklerle cevaplayalım.

Devamını Oku…

Anne Üniversiteleri: Masumiyetten Uzak Bir Adım

anne-universitesi-nde-dersler-basladi-4012942_oEğitim şart dediler, annelik en zor meslek dediler..

Değerler dediler, hayırlı evlatlar dediler..

Kadın değil anne dediler, aile dediler..

Tv programlarını yapmak, gazete çıkarmak, kurs ve

rmek, kadın bakanlığını kaldırmak vs yetmedi; sonunda Anne Üniversitelerini de açtılar..

Devamını Oku…

Adanın Ötesi

adann-tesiOya Özgün Hazan

1
Kendi meskenlerindeki boz kırığı griye çalan bu feneri inşa etmeleri kronolojide kalın puntolarla belirtilecek yeni bir aşamaydı. Bunu şimdiden farketmeleri epey güçtü ancak ileride o kısımda altını çizerlerken kullandıkları fosforlu kalemin değerini anlamaları zor olmayacaktı. Alabildiğine parlak o fosfor rengi, bir mutluluğun alametiymişçesine kadınların gözünde belirmişti.

Az sonra kıyıya yanaşacak gemi için ufku gözlüyordu Nehir. Adadaki tek deniz feneri bu iş için biçilmiş kaftandı. Önceki akşam müthiş bir poyrazla, gözleri gibi korudukları fenerin tunç aynadan oluşan üst bölümü parçalara ayrılmıştı. O an için harala gürele el birliğiyle onardıkları tepe kısmı artık önemli ölçüde işlevini yitirmişti. Yaptıkları iş bölümü sonucu kendisine bu iş kolu çıkmıştı. Serden beri beklemeye ayrı bir anlam atfetmişti. Beklemenin o anki otobüs durağındaki durağan etkisini hissetmiyordu. Aksine film şeritlerinin düzineler düzineler halinde bobinlere geçişi misali bir şey hissediyordu içinde. Çağlayan hızındaki bu duygu durumuna o yüzden yerel duygu dilinde “umutlu bekleyiş” adını veriyorlardı.

Devamını Oku…

Erkek adalet değil gerçek adalet/iİstanbul Feminist Kolektif-24 Aralık 2013

filizdavafoto“Kendisini öldürmeye çalışan erkeğin soyadını taşımak istemediğini” söyleyen Fatma Yürek (Şen) ve “şiddet uygulayan erkeklerin, kadınları öldürene kadar serbest dolaştıklarını” söyleyen Filiz Yücel Karakuş hakkında mahkeme heyetine hakaretten açılan dava beraat kararı ile sonuçlandı. Bakırköy Adliyesi’nde buluşan İstanbul Feminist Kolektif dahilindeki kadınların dava öncesinde erkek adaleti teşhir edip gerçek adalet taleplerini dile getirmek üzere düzenledikleri basın açıklaması metnini aşağıda bulabilirsiniz.Devamını Oku…

Kadınların Ücretli-Ücretsiz Emek Kıskacı: AKP’nin Aile Politikaları ve Yeni Muhafazakarlık

Heinrich Böll Stiftung Derneği’nin 9-10 Kasım 2013 tarihlerinde düzenlediği ‘Başka Bir Aile Anlayışı Mümkün mü?’ başlıklı konferansında Deniz Ulusoy tarafından yapılan “Kadınların Ücretli-Ücretsiz Emek Kıskacı: AKP’nin Aile Politikaları ve Yeni Muhafazakarlık” konulu sunumu paylaşıyoruz:

538281_10151443685123728_1026932111_n

AKP’nin iktidara geldiğinden beri en çok vurguladığı noktalardan biri aileyi güçlendirmek. 2004’te zinayı yeniden ceza yasası kapsamına almaya çalışmakla başladı, 2008’de üç çocuk dayatmasını gördük. 2008 yılında yürürlüğe giren SSGSS yasası ile kadınlar ya babaya ya da kocaya bağımlı olarak aile içinde yaşamaya mahkûm edildi.  Derken bakanlığın adından kadın çıktı. Bunları aile ve ev kadınlığı eğitim programları, kürtajı yasaklama denemeleri ve yeni kürtaj düzenlemeleri izledi. “Aile ombudsmanlığı” düzenlemesiyle boşanmak isteyen kadınlara yönelik bir engelleme mekanizması başlattı. Son dönemde ardarda gelen haberler, artık evlilik ve aile kıskacının iyice daraldığını gösteriyor:

Devamını Oku…

Aile Dışında Hayat Var mı? Bir Kampanyanın Ardından…

Heinrich Böll Stiftung Derneği tarafından 9-10 Kasım tarihlerinde düzenlenen “Başka Bir Aile Anlayışı Mümkün mü?” başlıklı konferansta Sevgi Adak tarafından Sosyalist Feminist Kolektif’in “Aile Dışında Hayat Var” kampanyasına dair sunumunu aşağıda paylaşıyoruz:  

baskaaile

“Sosyalist Feminist Kolektif olarak 2013 yılının ilk aylarında yürüttüğümüz ‘Aile dışında hayat var’ kampanyası deneyimimizi paylaşmak ve bu deneyim üzerinden neler söyleyebiliriz, birlikte hangi soruları sorabiliriz, aile meselesini öncelikle feministlerin politik gündemi olarak nasıl devam ettirebiliriz noktaları üzerinden bir tartışma açmak istiyorum.

Neden böyle bir kampanya? Sanırım öncelikle bu soruyla başlamak lazım. Aile ideolojisi ve özellikle AKP’nin aileyi güçlendirmeye dayalı muhafazakâr politikalarına karşı bir kampanya örgütleme fikri 2012 yılında oluştu ve 2012 Ağustos ayında gerçekleştirdiğimiz SFK’nın 5. kampında bu konuda bir atölye çalışması yaptık. Kampanyanın ismi ve genel hatları ile içeriği de bu kamp sırasında tartışıldı ve ortaya çıktı.

Devamını Oku…

SFK 3. Takas Pazarı/8 Aralık 2013

Selam Kadınlar…

Havalar soğudu. Yazlıklar ve kışlıklar yer değiştirdi. Bu arada yeni ihtiyaçlar ve artık “bunu da hiç giymiyorumlar”, “bunu da hiç kullanmıyorumlar” ortaya çıktı. İşte biz de tam bu aşamada paranın sözünün geçmediği ama ihtiyaçlarımızın giderileceği bir dayanışma panayırı yine yapalım dedik. Bunu da yeni yıldan önce 8 Aralık Cumartesi günü yapalım dedik… Belli mi olur, belki yeni yıl gecesi giyecek yeni bir kıyafet buluruz.

Ne yapıyoruz? Kullanmadığımız ama başkalarının kullanabileceğini düşündüğümüz ikinci el kıyafetlerimizi veya eşyalarımızı 5 Aralık’a kadar temiz, sökükleri dikilmiş ve ütülü (gerekiyorsa) hale getirip Sosyalist Feminist Kolektif’e bırakıyoruz ve 8 Aralık Cumartesi günü beğendiklerimizi alıp gidiyoruz… (Eğer 5’ine kadar getiremezsek de dert etmiyoruz, 8 Aralık cumartesi gelirken yanımızda getiriyoruz.)

Unutmayın, bir kurşun kalem bile olsa panayıra katılmak için birşey bırakmalısınız.

Müziğimiz olsun, bol meyvalı sıcak şarabımız olsun, yeni yeni ama ikinci el cicilerimiz olsun, bi de keyfimiz yerinde olsun…

Yer: Sosyalist Feminist Kolektif (Tel sokak. No.20/3 Beyoğlu (Huzur Otopark karsisi))

Tarih: 8 Aralık Cumartesi

Benim Olan Senin Olsun!

takas_2012Havalar soğudu. Yazlıklar ve kışlıklar yer değiştirdi. Yeni ihtiyaçlar ortaya çıktı, giymediğimiz kullanmadığımız giysiler kenarda mı kaldı? İşte biz de tam bu aşamada paranın sözünün geçmediği ama ihtiyaçlarımızın giderileceği bir dayanışma panayırını tekrarlayalım dedik. Bunu da yeni yıldan önce 8 Aralık Cumartesi günü yapalım dedik… Belli mi olur, belki yeni yıl gecesi giyecek yeni bir kıyafet buluruz.

 

Devamını Oku…

Bir Cinsel Yönelim Otobiyografisi (yahut İsimsiz Biseksüeller Kulübü)

p_1_1Karşınızda ilk lezbiyen ilişkisini 25 yaşında yaşamış bir kadın var. Her sabah aynı kadınının hayaliyle uyanması da biraz öncesine denk gelir.

Feminist Politika’da bir köşe var: Nasıl Feminist Oldum… Bazen “Nasıl Biseksüel/Lezbiyen Oldum” diye de bir köşe olsa kimler neler yazar çok merak ediyorum. Mümkün mü böyle bir köşe? İpini çekiverirler valla! Lez/bi “olunur” mu? Tercih mi bu! Yönelim, yönelim!

Devamını Oku…

Feminist Politika Sayı 21/İçindekiler

Feminist Politika Sayı 21

DOSYA: Farklılıklarımız… Köprüler kurmak, engelleri aşmak

4 Muhafazakâr denetim artarken derinleşen çatlak / Ayşe Toksöz, Özlem Barın
7 Barış, çözüm, seçim ve temsil süreçlerinde kadınlar… Gültan Kışanak ile söyleşi / Nimet Tanrıkulu
9 Bir 25 Kasım’ın daha ardından / Begüm Acar, Saadet Kıcır
11 Rojava’da devrimin öncüsü kadınlar! / Halime Yusif ile söyleşi / Özlem Kaya
13 Kadın istihdam paketinin açık yalanı: Doğum ve süt izni / Lale Tırtıl
15 Kadın emeği sömürüsüne bir katkı olarak özel istihdam büroları / Tuğba Özay Baki
17 Kadın sağlığı politikaları forumları / Filiz Ayla
19 Erkek adaletin “karar”lı müttefiki: Türkiye Barolar Birliği / Maria Puder
DOSYA: Farklılıklarımız… Köprüler kurmak, engelleri aşmak
22 Farklılıklarımızla alt alta üst üsteyiz / Gülnur Elçik
24 Ama bu da bir benzetişti / Selime Büyükgöze
26 Kürt kadınlarla Türk kadınların birlikte yürüyüşü / Mürüvet Yılmaz
28 Yan yana, kol kola, göz göze yürürken… / Nacide Berber
29 Senin annen bir ibneydi yavrum! / Sema Merve İş
30 Annelik: Kutsanan bir dayatma mı? Esirgenen bir hak mı? / Sezen
32 Ne hatırlat ne unut / Hasbiye Günaçtı
33 Hangi farklılıklar, nasıl bir dayanışma? / Jineps
34 Bir başka annelik için / İlkbahar Atılgan
36 Dindar kadınlarla dayanışma olasılıkları üzerine notlar / Tuğba Özcan
38 Genç kadınlarla dayanışmak… / Gülnur Acar Savran
39 Beden, akıl ve sürekli oluşum: Dayanışma “doğal” olabilir mi? / Çiğdem Güvercin
40 Farklıysak, farkı fark et / Özgür Can Sunata
42 “Telefonla konuşur gibi yapıp ‘şeks şeks’ diye soruyorlar” / Söyleşi: Emel Coşkun
44 Women Against Violence Europe – WAVE (Şiddete Karşı Kadınlar Avrupa) / Martina Patrizia Gaidzik 46 Yalnız yaşamak, erkeklerle yaşamak ya da üçüncü bir seçenek! / Fatoş Hacıvelioğlu
47 Biz biliriz birbirimizi / Dilek Şentürk
48 “Ve kadınlar, bizim kadınlarımız…” / Esra Dicle
50 Tezer Özlü ve ben: Karanlık ormanın sakinleri / Bengisu Gencay
51 Semiha Es Uluslararası Kadın Fotoğrafçılar Sempozyumu / Balca Ergener
53 Neriman Polat ve Mürüvvet Türkyılmaz ile son solo sergileri üzerine / Söyleşi: Asena Günal
55 “Cinsel tacizle suçlanan feminist” / Öznur Subaşı
56 Kitap tanıtımı
57 Türkiye’den haberler
59 Dünyadan haberler
61 Nasıl Feminist Olmasaydım? / Derin Eke
62 Cynthia Cockburn Londra’da Feminizm Konferansı’ndan aktarıyor: Bütünsel feminist direniş stratejileri oluşturmak / Kısaltarak çeviren: Balca Ergener
64 Barış İçin Kadın Girişim

Tayyip Bunlardan Sana Ne! / 17 Kasım 2013

sec1İstanbul Feminist Kolektif çağrısı ile pazar (17 Kasım) günü kadınlar Taksim’de Tünel Meydanı’nda Başbakan Erdoğan’ın “kızlı erkekli” açıklamalarını protesto etti.

“Nerede, nasıl, kimle Tayyip bunlardan sanane!” yazılı pankartın açıldığı eylemde Kürtçe ve Türkçe okunan basın açıklaması şöyle: Devamını Oku…